@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 45. BÖLÜM"ÖLÜMDEN BETER HİSLER" Ayliz Karadağ Hayatında en şaşırdığın an hangi an diye sorsalar hiç şüphesiz bir hastane yatağının üzerinde, berbat bir hâldeyken yıllardır sevdiğim adamın gözlerimin içine bakarak evlenme teklifi ettiği bu an aklıma gelirdi. Çünkü hayatımda bundan daha şok edici başka herhangi bir şey yaşadığımı hatırlamıyordum ve bunun karşısında ne yapacağıma dair herhangi bir fikrim yoktu. Pars, beni içine sürüklediği durumdan bihaber gözlerimin içine bakıp benden bir cevap beklerken tek kelime bile edemedim. Evlenelim diyordu resmen bana, buna sevinmem gerekiyordu belki ama yapamıyordum. Çünkü korkuyorum, çok korkuyorum. Ben böyle bir şeye hazır değilim ki.... Onu seviyorum, çok seviyorum ve evet bir gün onunla evlenmeyi istiyorum ama bu kadar hızlı değil ki... O bir gün benim için bu kadar yakın değil ki... Pars gözlerimin içine bakmaya, benden bir cevap beklemeye devam ederken ben de sessizliğimi korumaya devam ettim. İçten içe bundan korkuyorken ve kendimi hazır hissetmiyorken sırf o üzülmesin diye evet diyemezdim. Çünkü gerçeği anladığında daha çok üzülür ve kızardı ama gözlerinin içine baka baka da hayır diyemiyordum. Nasıl diyeyim? Ya onu kaybedersem? Ya onu sevmediğimi düşünürse? Ya yine benden giderse? Dayanamam ki ben buna... Ama sırf bunlar olmasın diye de hazır olmadığım bir şeye nasıl evet diyeyim? Nereden çıkmıştı şimdi bu evlilik? Ya kendimi geçtim o böyle bir konuda bu kadar acele edecek bir adam değildi ki... Bir şey olduğu ve aniden böyle bir şeye karar verdiği belliydi. Zamanın kısalığını geçtim bir hastane odasında ben bu hâldeyken aniden karşıma geçip söylemişti bunu. Her ne olduysa olan o şey onu, böyle bir şey yapmaya itmişti ve ben olan o şeyin babamla konuşmuş olması olduğunu düşünüyordum. "Ayliz," dedi benden bir cevap alamayınca ama efendim bile diyemedim, sessizce gözlerinin iççine bakmaya devam ettim. "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu dayanamamış olacak ki. Ona şimdi ne evet ne de hayır diyebiliyordum, bu yüzden en iyisi şimdilik bir cevap vermemek olacaktı. Daha sonra ise uygun bir zamanda ona hislerimden bahsedip buna hazır olmadığımı söylerdim. O bunu anlamayacak, bu yüzden bana kızıp da benden uzaklaşacak bir adam değildi ama şimdi gözlerinin içine bakarak hayır demek kalbini kırardı ve benim isteyeceğim son şey bile değildi onun kalbini kırmak. "Ben şey," dedim hâlâ dikkatle bana bakıyor olduğu için, konuyu nasıl değiştireceğimi bilemedim ve o an beni kurtaran şey odanın kapısının açılması oldu. Hızla o tarafa döndüm, babamı ve doktoru görüp rahat bir nefes aldım. Bu, bana biraz zaman kazandırmıştı. Pars da benim gibi onları görünce bakışlarını yeniden bana çevirdi. Göz göze geldiğimizde şu an bir cevap alamayacağını anladı ve sessizce yanımdan kalktı. O kalkarken doktor ve babam yanımıza geldiler. Babam endişeyle yanıma yaklaştığında "İyi misin kızım?" diye sordu, konuşup cevap vermek yerine başımı sallamakla yetindim. "Ayliz Hanım," dedi o sırada doktor, gözlerim onu buldu. "Nasıl hissediyorsunuz?" "Ben," dedim, o esnada doktorun arkasında duran Pars'la göz göze geldim. Dikkatle bana bakıyordu. Bu bakışlara dayanamayıp bakamadım ve gözlerimi hızla ondan çekip yeniden doktora baktım. "Kemiklerim ağrıyor," dedim, bunu derken istemsizce elim kaburgalarıma gitti. "Çok feci ağrıyor hem de," diye ekledim, abarttığım yoktu. Gerçekten de çok feci ağrıyorlardı. "Bir de başım," diye devam ettim konuşmama. "Başım çok ağrıyor ve bulanık görüyorum," deyip bütün şikâyetlerimi sıraladım ve arkama yaslandım. O sırada Pars'ın hâlâ bana baktığına emindim. Ben ise ona bakmamak için büyük çaba sarf ediyordum. "Ağrı kesicinin dozunu biraz arttıralım o zaman," dedi doktor ve uzun uzun konuşmaya, durumumdan bahsetmeye başladı. Ben de onu dinliyor gibi göründüm ama söylediği tek bir şeyi bile dinlemedi, Pars'ın teklifini düşünmeye devam ettim. Evet demem için küçük bir ihtimal bile yoktu ama kalbini kırmadan, onu üzmeden nasıl hayır diyeceğimi de bilmiyordum. Sanki ne yaparsam yapayım, onunla ne kadar düzgün konuşursam konuşayım onu üzecekmiş gibi hissediyorum. Doktor konuşması bittiğinde ve odadan çıktığında odada babam, ben ve Pars kalmıştık. Umarım babam çıkmaz, bizi yalnız bırakmaz diye içimden geçirirken babam gelip yanıma oturdu. "Biliyorum iyi değilsin ama sormam gereken şeyler var," dedi, gözümün ucuyla Pars'a baktım. Sonunda gözlerini benden çekmiş, telefonuyla ilgileniyordu. "O kafenin kameran kayıtlarını izledim, o çıktıktan sonra sessiz sedasız peşinden çıkıp kendi isteğinle yanına gidiyorsun. Neden böyle bir şey yaptın?" Babam bunu sorduğu an Pars'ın da gözleri yeniden beni bulmuştu. "Ayliz," dedi babam, gözlerimi ona çevirdim ve benden cevap beklediğini fark ettim. "Ben," deyip derin bir nefes aldım, Pars'ın daha fazla kendisini suçlamamasını umut ederek doğruyu söyledim. "Gitmek zorunda kaldım." "Neden peki?" "Eğer kendisiyle gitmezsem sana gönderdiğim o videoyu yok edeceğini söyledi," diye açıkladım, babam kaşlarını çattı ama hiçbir şey söylemedi. "Videonun kopyası yokmuş, eğer silseydi Pars'ı hiçbir şekilde oradan kurtaramayacaktık," deyip Pars'a baktım ve öfkelendiğini gördüm. Çok iyi biliyordum ki bu öfkesi bir tek kendisine karşıydı, çünkü başıma gelenlerden kendini suçluyordu. Fakat onun hiçbir suçu yoktu ki, aksine tek suçlu bendim. Benim yüzümden Tan ona bunu yapmıştı, ben de düzeltmeye çalışırken canı yanan ben olmuştum. "Ona inanmamalıydın," dedi babam, bakışlarım yeniden onu buldu. "O şerefsiz o videoyu kendi isteğiyle asla göndermeyecekti." "Biliyordum," dedim, babam tepkisiz kalırken de devam ettim. "Onunla giderken bana yalan söylediğini, o videoyu göndermeyeceğini, sadece bunu kullandığını biliyordum," dediğimde yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. "Neden gittin peki o zaman Ayliz, bile bile niye böyle bir şey yaptın?" "O videoyu ben onunla gittim diye asla göndermezdi ama onunla gidersem silmezdi de baba. Bana karşı kullanmaya devam edebilmek için asla yok etmezdi, bunu kendisi de bana söyledi zaten. Ben de bu yüzden gittim onunla, videoyu silmesine engel olmak için. İlk fırsatta da telefonunu elime geçirip sana gönderdim zaten," deyip Pars'a baktım. Tüm bunları ve daha sonrasını az önce ona daha detaylı anlatmıştım zaten. "O piçin böyle bir şey yapacağı aklımın ucundan bile geçmezdi," dedi babam ve sıkıntıyla ofladı. "Bir daha karşına çıkmaya cesaret edemeyeceğini zannediyordum." "Olan oldu işte," dedim, daha fazla bu konuyu konuşmaya devam etmek istemedim. "Ve geçip gitti her şey, konuşmayalım lütfen daha fazla." Babam anlayışla başını sallarken Pars pencerenin önünde sessizce durmaya devam etti. Tıpkı benim gibi onun da hâlâ aklının evlilik teklifinde olduğunu çok iyi biliyordum ve bunu bir an önce halletmem gerekiyordu. Fakat ondan önce halletmem gereken başka bir şey vardı. Gözlerimi Pars'ın yeşillerinden çekip yanımda oturan babama baktığımda "Bundan sonra ne olacak?" deyip onun Pars'a sorduğu soruyu ben ona sordum. "Ne olacağı mı var? O şerefsizi en kısa zamanda..." Yanlış anladığını fark edip devam etmesine izin vermedim. "Ondan bahsetmiyorum." Babam anlamsızca bakarken gözümün ucuyla Pars'a bakıp "Bizden bahsediyorum," dedim ve gözlerimi yeniden babama çevirdim, bu kez beni anladığını fark ettim. Değişen yüz ifadesinin başka bir açıklaması olamazdı çünkü. "Şimdi sırası değil Ayliz, daha sonra..." Yine devam etmesine izin vermeyip araya girdim. "Hayır baba," deyip onu susturdum. "Aksine, tam sırası," diye ekledim. "Bundan sonra neler olacağını, bize karşı nasıl davranacağını bilmem gerekiyor," dediğimde yanımdan kalktı. O kalkarken Pars da bize yaklaştı. "Ayliz, şimdi üzerine gitme, daha sonra..." Onun da devam etmesine izin veremedim. Çünkü şu an araları düzelmezse bir daha bu kadar iyi bir fırsat elime geçmeyecekti. "Hayır, sonra değil," dedim bu yüzden. "Şimdi konuşulacak ve sorun çözülecek." Bu kadar kararlı olmam ikisini de şaşırtırken karşılarında kendimden emin durmaya devam ettim. "Ne dememi bekliyorsun?" diye sordu babam, yanımdan biraz daha uzaklaşırken. "Ne diyeyim ben size? Ne yaparsanız yapın," dediği an dudaklarım yana kıvrıldı. Bu, bize engel olmayacağı anlamına geliyordu. "Peki Pars'ın işi?" diye sormamla ilk konuşan Pars oldu. "Ayliz, o iş..." Ve bu kez de devam etmesine izin vermeyen babam oldu. "Sanki ben istifa etsin istemişim gibi davranma, kendi kararını kendi verdi." "Hiç de öyle bir şey olmadı, sen bizi buna mecbur etmeseydin o asla böyle bir şey yapmayacaktı!" diye çıkıştım. "Ayliz yeter," dedi Pars uyarıcı bir tavırla. "Hayır yetmez," deyip babama baktım, devam ettim. "Bunu da düzeltmesi gereken sensin baba!" "Ayliz," diye uyardı Pars bir kez daha. "Ya hiç bana Ayliz falan deyip durma, haklı olan biziz," dedim, buna rağmen devam etmemem için uyarıcı bir bakış atsa da devam ettim. Çünkü hangi koşulda olursa olsun asla bu konuşmayı yapmayacağını çok iyi biliyordum. "Pars işini seviyordu ama sen beni tehdit..." Devam edemedim, bu kez kimse engel olmadığı hâlde susmak zorunda kaldım. Çünkü Pars hiç beklemediğim bir şeyi yapıp arkasına bile bakmadan odadan çıkıp gitti, çıkarken de kapıyı çarpmayı ihmal etmedi. Arkasından şaşkınca bakarken "N'oldu şimdi?" diye sordum. Babamın yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "İşine karıştın," dedi, anlamsızca baktım ona. "İşine karışılmasından nefret eder ve uyardığı hâlde bunu yapıp sanki bu konuyu konuşmanı o istemiş gibi bir durumun içine düşürdün onu." Babamın söyledikleri karşısında kalakalırken ekledi. "Bir de biz çok iyi anlaşırız, biz birbirimizi çok seviyoruz deyip duruyordunuz. İki dakika benim yanımda bile yapamadınız bunu." "Konuşmamı isteyen o olmadı, ben istediğim için konuştum. Sen de bunu çok iyi biliyordun baba." "Biliyorum ama bu onu buradayken o konuma düşürdüğün gerçeğini değiştirmiyor." "Ben öyle bir şey yapmadım ya!" dedim anında. "Ben sadece..." deyip sustum, bunları neden babama anlatıyordum ki? "Onunla konuşsam daha iyi olacak," dedim hâlime bakmadan ayağa kalkmaya çalıştım ve bunu yaptığım ilk an kaburgalarıma şiddetli bir ağrı girdi, olduğum yerde kaldım. "Yorma kendini boş yere. Bırakıp gidecek değil ya, biraz sakinleşsin gelir," dedi, o konuşurken yüzümü buruşturup kendimi sıktım ve acımı bastırmaya çalıştım. Dişlerimi sıkarak "Kalkamıyorum zaten," dedim ve yalvaran gözlerle ona baktım. "Sen çağırır mısın?" diye sormamla sert bir bakış attı. Adam bizi daha yeni kabullenmişken bir de ondan Pars'ı yanıma çağırmasını istemiştim. "Lütfen," dedim şirin olmaya çalışarak ağzının içinden söylene söylene çıktı. Bir yandan canımın acısıyla uğraşırken bir yandan da arkasından güldüm. Ta ki Pars'ın teklifini hatırlayana ve içeriye girdiğinde yalnız olacağımızı hatırlayana kadar. "Allah benim cezamı versin!" diye kendime kızarken sırtıma da bir ağrı girdi. Bu ağrı yüzünden ağlayacak gibi olurken "Zaten verdi ya," deyip yalandan ağlama sesleri çıkardım ve beklemeye devam ettim. "Ben ne yapacağım şimdi ya? Zaten adamı kızdırdım bir de hayır dersem yemin ederim bırakır gider beni burada. Peşinden de gidemem." Kendi kendime konuşmaya devam ederken kapıya doğru baktım ama ne gelen ne de giden vardı. Bir an için dışarıda babamın Pars'a hadi içeriye gir, Pars'ın da yok ben girmem diye trip attığını hayal edip bir de gülmeye başladım. Güldüğüm için canım daha çok acımaya başlasa da gülmeye devam ettim. Bir yandan da "Hayvan herif ne pis vurdu," diye söylendim, söylenirken bir de bu hâlime güldüm. Kendi kendine gülmeye devam ederken odanın kapısı bir anda açıldı ve Pars içeriye girdi. Güldüğümü görünce yanıma gelmek yerine kapının yanında durup öylece bana baktı. Kaşları çatık, bakışları sertti ve fark ettiğim kadarıyla gülme nedenimi anlamaya çalışıyordu. "Bakma öyle," dedim elim kaburgalarıma giderken. "Canım çok yanıyor." Ağır adımlarla yanıma gelirken "Canın yandığı için mi gülüyorsun?" diye sordu ve yatağın kenarına oturdu. Yüz ifadesine ve tavırlarına bakılırsa az öncesi için hâlâ çok fena sinirliydi. "Ne yapayım?" diye sorarken arkama yaslandım, biraz olsun iyi hissetmeye çalıştım. "Ağlayınca geçmiyor, ben de bari güleyim dedim," dediğimde yüzünde imalı bir ifade oluştu ama tek kelime etmedi. "Ya bakma bana öyle," dedim, bilerek sesimi kötü çıkardım. "Amacım seni kızdırmak değildi, ben sadece her şey o an hallolsun ve bütün mesele kapansın istedim," dedim, hâlâ sessizdi. "Daha fazla uzamasının hiç kimseye faydası yoktu ve konuşmak için en doğru zaman o andı. Ben bu hâldeyken babam öyle üste çıkmaya falan çalışmazdı," dedim, hâlâ sessizdi ve hâlâ aynı bakışları atıyordu. "Ama sen bana bu hâldeyken bile kızıyorsun," dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Yazık değil mi ya bana?" diye sordum, masum masuma bakmaya devam ettim ona. Tabii dağılmış olan yüzüm yüzünden o ifadeyi anladı mı anlamadı mı işte orası tam bir muammaydı. Yine de aynı şekilde bakmaya devam ederken "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum. "Ayliz," dedi yüz ifadesinin aksine fazla sakin bir ses tonuyla. "Bir daha böyle bir şey yapma." "Ama..." Devam etmeme izin vermedi. "Konuşulması gereken bir şey olsaydı bu konuda, emin ol bunu ben de yapabilirdim." Daha fazla dayanamayıp "Yapmazdın!" dedim sinirli bir tavırla. "Sen ölsen bile geri adım atmazdın Pars, bunu çok iyi biliyorum." "Ayliz..." Bu kez de ben onun devam etmesine izin vermedim. "Mutsuzsun," dedim bir anda, kaşlarını çattı. "Ya resmen mutsuzluktan ölüyorsun hatta, çünkü sen işini çok seviyordun ve ben babamla aramızı düzeltirken bu konuyu da halletmek istedim. Sen de mutlu ol istedim, her şey yoluna girsin ve normal bir şekilde devam edelim istedim ama sen beni yanlış anladın." Elleri yüzümü buldu, yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Her şey zaten düzelecek ama zamanla. Niyetinin ne olduğunu, ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama bazı şeyler öyle hemen düzelmez. Bu yüzden bir daha bu işe karışma, olur mu?" Bunu kabul etmekten hiç memnun olmasam da el mecbur başımı salladım ve kabul ettim. Madem öyle istiyordu, öyle olsun. Zamanla ne olacağını hep beraber görecektik. "Arkamdan iş çevirmek de yok," dedi, kaşlarımı çattım. "Tamam ya, çocuk muyum ben? Anladım işte," dedim, o an öyle bir bakış attı ki hızla işaret parmağımı kaldırıp tehditkâr bir tavırla salladım yüzünün önünde. "Eğer bana çocuk dersen yemin ederim konuşmam seninle." "Ağzımı bile açmadım." Omuz silktim. "Ben baştan uyarayım da," derken yeniden elim kaburgalarıma gitmişti. Canım gerçekten çok acımaya başlamıştı, sanırım ilaçların etkisi geçiriyordu. Bir yandan bunu düşünürken bir yandan da boşluğuma denk geldi ve kendi ayağıma sıkacağım o cümleyi kurdum. "Zaten insan hiç evlenme teklifi ettiği kadına çocuk der mi?" diye sormamla birlikte ne söylediğimin farkına varmam bir oldu. O bile konuyu açmıyorken bunu söylemek kendime kızmama neden olurken "Hiç değilse unutmamışsın," dedi, anlamsızca baktım ona. İnsan hiç böyle bir şeyi unutabilir miydi? Hem de daha üzerinden sadece yarım saat geçmesine rağmen. Hiç bozuntuya vermeyip "Nasıl unutayım ki?" diye sordum. "Cevap vermedin." "Vermedim, çünkü şey," deyip sustum. Nasıl diyeceğim çünkü hayır demek istiyorum ama aynı zamanda seni üzmek istemiyorum diye? "Ne?" diye sordu, konunun açılmış olması fazlasıyla işine gelmiş gibiydi. "Çünkü," dedim uzata uzata ama yine devam edemedim ve o an beni bu durumdan kurtaran bir kez daha odanın kapısının açılması oldu. "Biri geldi," deyip hızla konuyu değiştirdim ve kapıya doğru baktım. Bilge, Vedat, Gökmen, Hazal, Doğan, Erdem ve babam arka arkaya odaya girerlerken çaktırmadan rahat bir nefes aldım. Bu kalabalığın dağılması en az birkaç saat sürer, ondan sonra da uyuyor gibi yapar ve bu konuyu konuşmaktan kendimi bugün için tamamen kurtarmış olurdum. "Nasılsın Ayliz?" diye soran ilk Doğan oldu, ona cevap verirken diğerleri de bir bir geçmiş olsun dileklerinde bulundular. Ben de bir bir onlara teşekkür ettikten sonra sorular arka arkaya gelmeye başlamıştı. Nasıl oldu, neden onunla gittin, nasıl karşılaştınız, videoyu nasıl attın tarzı soru geldi. Ben de hiç sıkılmadan, şikâyet etmeden hepsine tek tek cevap verdim. Olayı genel olarak onlar da anladığında ve muhtemelen beni daha fazla üzmek istemediklerinde konu değişmiş ve alakasız şeylerden sohbet etmeye başlamışlardı. Çok garip bir şekilde Vedat ve Bilge bile Pars'ın iş konusunu konuşmuyor, hatta bunun hakkında tek bir kelime bile etmiyorlardı. Sanırım bu işe karışılmaması gerektiğini bilmeyen bir benmişim ama ben de az önce öğrenmiş olmuştum. Sanki bir hastane odasında değilmişiz de evimizin salonundaymışız gibi sohbet uzayıp giderken ben konuşmaya pek dahil olmuyor, sessizce sadece onları dinliyor ve acımı bastırmaya çalışıyordum. Fakat zaman geçtikçe bu daha da zor olmaya başlamıştı. Çünkü ilaçların etkisi azaldıkça canımın yanması artıyordu. Neyse ki bu durum çok uzun sürmemiş, herkes hâlâ odadayken hemşire gelmiş ve ağrı kesici bir serum bağlamıştı. Hemşire odadan çıktıktan sonra ise herkes vaktin geç olduğunu, sonra yine geleceklerini söyleyip bir bir odadan ayrılmışlardı. Geriye sadece Pars ve babam kalırken Pars "On dakikaya dönerim," deyip muhtemelen Vedat ve Bilge'nin peşinden burada yapamadığı şeyi yapmaya- -olanları konuşmaya- gitmişti. O giderken de sadece babam kalmıştı. Fakat babam da o konuşmaya dahil olmak istemiş olacak ki "Ben de gelirim On dakikaya," dedi ve o da çıkıp gitti, yalnız kalmış oldum. "Sanki ben Tan'ın peşinde olduklarını ve hâlâ bulamadığınızı bilmiyorum. Neyi saklıyorlarsa artı benden?" diye söylenip oturmaktan yorulunca yatağa uzandım. O an istemsizce esnedim ve çok uykum geldiğini fark ettim. Pars eğer babamdan önce dönerse ne konuşacağını, hangi konuyu açacağını bildiğimden uykumun gelmesi işime de geldi ve gözlerimi kapattım. Ağrı kesici seruma rağmen hâlâ tüm kemiklerim ağrırken uyumak biraz zor olsa da her şeyden önce sırf bu ağrıyı biraz olsun çekmemek için uyumaya çalıştım. Ne kadar zaman geçti bilmezken ve uykuyla uyanıklık arasında gidip gelirken odanın kapısının açılma sesini duydum ama uykum o kadar ağır bastı ki gözlerimi açamadım ve derin bir uykuya dalmak için uğraşmaya devam ettim. O esnada babamın "Uyumuş," dediğini duydum, Pars'ın da odada olduğunu hemen anladım. "Dışarıda bekleyelim," dedi Pars ve burada olduğundan emin oldum. "Uyusun biraz, ağrıları çoktu." Beni düşünüyor olması uykumun arasında bile hoşuma giderken gözlerimi kapalı tutmaya devam ettim. "Işıkları da kapatalım," dedi babam ve hemen ardından ışıklar kapandı. Sonrasında da birkaç adım sesi, ardından da kapının açılma ve kapanma sesini duydum. Zaten son duyduğum şeyler bunlar oldu, sonrasında derin bir sessizlik oldu ve o sessizlik sayesinde istediğim derin uykuya sonunda dalabildim. **** Kollarımı göğsümün altında toplayıp karşımda duran Doğan'ın gözlerinin içine dikkatle baktım ama bunu fark etti mi fark etmedi mi bilmiyorum. Çünkü hâlâ yüzüm berbat durumda ve hâlâ gözlerim çok şişti. Bir yandan bunu düşünürken bir yandan da aynı şekilde ona bakmaya devam edip "Cevap vermeyecek misin?" diye sordum. "Bir şey mi sordun ki?" diye beni alaya aldığında elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. Zaten sinirlensem de bu hâldeyken yapabileceğim hiçbir şey yoktu. "Babam ve Pars nerede?" diye az önceki sorumu yineledim. Sabah uyandığımda yanımda ondan başka kimse yoktu. İlk önce babam için de Pars için de evlerine gittiler, üzerlerini değiştirip hemen geleceklermiş demişti ve ben de salak gibi buna inanmıştım. Daha sonra saatler geçmiş olmasına rağmen kimse gelmeyince bu kez de "Çok acil işleri çıkmış, halledip geleceklermiş," demişti ve ben salak gibi buna da inanmıştım ama saat akşamın altısı olmasına rağmen hâlâ kimse gelmemişti. Şimdi yine karşımda duruyor, benden yine aynı soruyu duyuyor ve o soruyu anlamıyormuş gibi tekrar ettirip muhtemelen söyleyeceği yeni bir yalanı düşünüyordu. "Şeydeler," dedi ben bu düşünceler arasındayken. "Neydeler?" "Şeyde," dedi bu kez de ve ciddi anlamda sinirlerimi bozdu. Daha fazla dayanamayıp "Lan cevap versene!" diye bağırdım ve ancak bağırdıktan sonra sesimin çok yüksek çıktığını fark edip dişlerimi sıkarak "Beni de bağırtıyorsun hastanede!" diye söylendim. "Daha fazla bağırmayacağına söz verirsen doğruyu söyleyeceğim." Derin bir nefes aldım. "Bağırmayacağım, söyle artık!" derken ciddi anlamda artık sabrım kalmamıştı. "Şimdi sen uyurken bir haber geldi," diye girdi konuya sonunda, sabırla devam etmesini bekledim. "Tan'ın yerini bulmuşlar." "Valla mı?" diye sordum büyük bir heyecanla. "Valla," dedi, merakla dinlemeye devam ettim onu. "Ama biraz uzaktaymış." "Neredeymiş ki? Şehir dışına mı kaçmış?" Dilini damağına çarpıtarak cıklayıp "Hayır," dedi ve derin bir nefes aldıktan sonra "Yurt dışına," diye ekledi, nedense hiç şaşırmadım. "Yani korkudan yerimi bile söylemişti Pars'a, hiç şaşırmadım bu yüzden." "İşte bizimkilerde onu yakalamaya gittiler," dediği an şaşkınca kalakaldım. "Yurt dışına mı gittiler?" Başını salladı. "Evet," dedi ve "Danimarka'ya," diye ekledi, şaşkınlığım daha da büyüdü. "Hâlâ da dönmediler." Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kalırken "Hatta az önce konuştum, hâlâ oradalar. Yani sen bu gece bekleme hiç onları," dedi. "Ya sen bunu bana neden şimdi söylüyorsun? Sen..." Devam etmeme izin vermedi. "Öyle istediler Ayliz, belki de peşlerinden gitmenden falan korkmuşlardır." Göz devirdim. "Lan iki saattir tuvaletim var kalkıp ona bile gidemiyorum, sen Danimarka diyorsun bana!" diye çıkıştım. "Geri zekâlı madem iki saattir tuvalettin var, bana niye söylemiyorsun?" dediğinde gergince gülümsedim. "Utandım ama sinirlenince ağzımdan kaçtı işte." Sıkıntıyla ofladı. "Tek senin yaptığın bir şey, biz hiç yapmıyoruz ya utanmış bir de," deyip yanıma geldi. "Kalk hadi kalk şimdi altına yapacaksın." "Ya sen ne öküz bir insansın? İnsan hiç, bir kadınla böyle konuşur mu? Valla sizin genlerinizde var bu, bozuksunuz," dedim, bunları derken o bana yardımcı olduğu için ayağa da kalkmış oldum. "Bunu abime söyleyeceğimden hiç şüphen olmasın," dedi, gücümün yettiği kadar dirseğimle karnına vurdum. "Şaka yapıyoruz şurada, hemen ciddiye alma," dedim ve hafifçe ona dönüp "Sen ne kadar ortalığı karıştırmayı seviyorsun ya," dediğimde güldü. "Ne yapayım ben de bundan zevk alıyorum," dedi, o sırada yürüdüğümüz için odadaki tuvaletin önüne ulaşmıştık bile. Bu yüzden durup ona döndüm ve "Desene bir değil, iki görümcem varmış," deyip bir de güldüm ama o benim aksime gülmedi ve kaşlarını çattı. "İki?" diye sorguladığı an ancak yaptığım şeyin farkına vardım ve kalakaldım karşısında. Leyla olayından haberi yoktu ki. Tamam muhtemelen bir kız kardeşi olduğunu zaten biliyordur ama bunun benim bilmem onu şüphelendirecekti muhtemelen. Bugünlerde çık fazla pot kırdığımı düşünürken "Erdem," dedim hızla durumu toparlamak için. "Erdem'den bahsediyorum ya," deyip konuyu hızlıca ve güzelce çevirmiş oldum. "Hı," dedi, üzerindeki o gerginliği atıp güldü. "Yanız Erdem bu söylediğini duymasın, ikimizi de öldürür." Gergince de olsa söylediği şeye gülüp hızla banyoya girip derin bir nefes aldım. "Şu çeneni iki dakika tutamıyorsun be kızım, n'olyor sana iki gündür? Söylememen gereken her şeyi söylüyorsun," deyip kendime kızdım ve bundan sonra daha dikkatli olmaya karar verip hızla işimi hallettim. Sonra da aynada kendime bakmaya bile cesaret edemeyip banyodan ayrıldım. Doğan, çıktığımı fark eder etmez yanıma geldi ve yeniden koluma girdi. "Sence ne zaman gelirler?" diye sordum, tam konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki odanın kapısı açıldı. Doğan'dan cevap beklemeyip kapıya doğru döndüm ve gördüğüm kişiyle şoke olup resmen donup kaldım. Çünkü şu an Leyla karşımda durmuş, bana ve Doğan'a bakıyordu dikkatle. "Benim artık kendimi bir okuyup üflettirmem gerekiyor," diye mırıldandım, çünkü başımdan bela ve sorun hiç eksik olmuyordu. Bir tanesiyle de şu an karşı karşıya duruyorduk. "Merhaba," dedi Leyla ve yanımıza geldi. Ben de Doğan'dan da karşılık alamazken karşımızda durdu. O sırada ayakta durabilmek için hâlâ Doğan'ın kolundaydım. "Geçmiş olsun Ayliz," dedi Leyla çekingen bir tavırla. "Teşekkür ederim," derken sesim içime kaçmıştı resmen ve fazlasıyla gergindim. Bu gerginlikle Doğan'a döndüm, dümdüz bir ifadeyle Leyla'ya baktığını gördüm. Onu tanımamış gibiydi, peki tanıştıracak mıydım işte onu ben de bilmiyordum. Bunu düşünürken Leyla'ya çevirdim bakışlarımı. Anladığım kadarıyla o da Doğan'ı tanımamıştı. Ne yapacağım peki şimdi ben? Siz kardeşsiniz desem mi acaba? Ama bu bana düşmez ki... "Ben şey, aslında yurt dışına dönmüştüm," dedi, yanımda duran adamın abisi olduğundan bir haber ve devam ettim. "Ama abimle konuşup o hastanedeyiz deyince kime ne olduğunu merak edip geldim." Muhtemelen abisine bir şey oldu zannedip koşa koşa gelmişti, ben olduğumu bilseydi gelmezdi. Keşke bunu Pars da görebilseydi ama görmemesi çok da önemli değildi. Ne de solsa ilk fırsatta bunu söyleyecektim. "Abin?" diye sorarak araya girdi Doğan ve ekledi. "Abin kim?" diye sordu, Leyla'nın bakışları onu buldu. Tek bir cümlesiyle benim bir şeyler anlatmama, söylememe gerek kalmadan ikisi de her şeyi anlayacaktı. Buna engel olup olmamak da benim elimdeydi ve ben neyin doğru olup olmayacağını bile bilmiyordum. "Abim," diye konuya girdi Leyla ve o işte o an hiçbir şeye karışmamaya karar verdim. En doğrusu bu gibiydi. "Pars Atakan," dedi, artık istesem de geri dönüşü yoktu. Doğan duyduğu şeyle kolumu bırakırken tek başıma ayakta durmakta zorlandığımdan arkamda kalan yatağın kenarına oturdum ve sadece olanları izlemeye karar verdim. "Ne demek abim Pars Atakan?" diye sordu Doğan ve bana döndü. "Sen de benim duyduğumu duydun mu?" İnanmak ister gibiyken başımı sallayarak onayladım onu. "Neden bu kadar şaşırdınız?" diye sordu Leyla, Doğan yeniden ona döndü. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu bu kez de ve devam etti. "Pars Atakan benim abim diyorsun." Leyla karşısındakinin Doğan olduğundan bihaber omuz silkti. "Doğruyu söylüyorum," dedi ve bana döndü. "Yanlış bir şey mi söyledim ben, anlamadım?" "Leyla," dedim gergince ve gözlerimle Doğan'ı gösterdim. "Tanıştırayım, Doğan," dediğim an Leyla da karşımda kalakaldı ve ağır ağır gözlerini Doğan'a çevirdi. Eşzamanlı olarak bir adım geri gitti ve gözleri doldu. Umarım tanışmalarına engel olmayarak yanlış bir şey yapmamışımdır. "Sen," dedi Doğan büyük bir şaşkınlıkla ve devam etti. "Sen o musun?" diye sorarken sesi çok kötü çıkmıştı. "Leyla," derken de sesi titredi, kendimi çok kötü hissettim o an ama olan olmuştu bir kere. "Ben," dedi Leyla, yutkunduğunu fark ettim. "Ben seni göreceğimi tahmin etmemiştim," diye eklerken gözünden akan bir damla yaşa şahit oldum. "Sen abimle görüşüyor musun?" diye sordu Doğan şaşkınca ve devam etti. "Ve neden bunu bizden gizliyorsunuz?" "Görüşmüyorum," dedi Leyla anında. "Ben yurt dışında yaşıyordum, çok yakın bir zamanda buldu beni ve buraya gelmeye zorladı. Sizinle görüşmemi istedi ama ben istemedim ve yeniden döndüm yurt dışına. Bir şey söylemek için onu aradığımda hastanede olduğunu öğrendim, dediğim gibi merak edip yeniden geldim." Leyla olanı biteni yalansız anlattığında fark ettirmeden de olsa rahat bir nefes aldım. Hiç değilse Pars'ı suçlayacak, onu Pars'a düşman edecek bir şey söylememişti. Ben daha bunu düşünürken Doğan'ın bakışları beni buldu. "Doğru söylüyor," dedim sessiz kalmak yerine. "Her şey yeni geliştiği ve sonra bu olaylar yaşandığı için Pars muhtemelen size anlatacak fırsat bulamamıştır," dedim, Doğan tek kelime bile etmeden yeniden Leyla'ya döndü. O an nedensizce Leyla'nın gideceğini düşündüm ama hiç de beklediğim gibi olmadı, Leyla Doğan'ın karşısında durup fark ettiğim kadarıyla ondan bir şeyler duymayı beklemeye devam etti. Doğan ise hiç beklemediğim bir tepki verdi ve tek kelime bile etmeden odadan çıkıp gitti. Ben bile arkasından şaşkınca bakıp kaldım. Bu neydi şimdi? Neden hiç konuşmadan gitmişti? Ben daha bunu düşünürken benim gibi kapıya bakmaya devam eden Leyla'nın gözleri beni buldu. "Keşke hiç gelmeseydim," dedi, tam ona bir şey söyleyecekken de "Ben gitsem iyi olacak," diye ekledi ve kapıya doğru yürüdü. Bir şey yapmam gerektiğini fark edip "Hey! Nereye gidiyorsun?" diye seslendim, tam kapının yanındayken durdu ve bana baktı. "Dediğim gibi sadece merak ettiğim için gelmiştim ve olmaması gereken bir şey yaşandı, gitsem iyi olur," dediğinde aklıma tek bir şey geldi, kaşlarımı çattım. "Eee adamı kaçırdın, ben burada bu hâlimle yalnız mı kalacağım?" diye sordum, gidemedi ve olduğu yerde kaldı. Doğru yolda olduğumdan emin olup devam ettim. "Kalkıp su bile içemiyorum, yalnız mı bırakacaksınız beni?" derken sesimi bilerek çok kötü çıkardım. Sözlerim yüzünden Leyla gidemeyip olduğu yerde durmaya devam ederken artık istese de gidemeyeceğini çok iyi biliyordum. Ne yapıp edip Pars gelene kadar onu yanımda tutmalıydım. Bu yüzden Doğan'ın gitmesi bile işime gelmişti ama aklımda ondaydı ve umarım iyidir diye içimden geçirmek dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu. "Başka kimse yok mu ki?" diye sordu Leyla yanıma dönerken, o sırada kendimi biraz olsun zorlayıp yatağa uzandım. "Yok," dedim. Gerildiğini fark ettim. "Abim nerede ki?" "İşleri vardı, yurt dışına gitti." Şaşkınca kalakaldı. "Seni bu hâlde bırakıp gitti mi?" diye sorarken çok şaşkındı, ne de olsa benim için gittiğini bilmiyordu. "Gitmek zorundaydı," dedim bir açıklama yapmak yerine, anladım dercesine başını salladı. Sanki her an çekip gidecek gibi bir hâli vardı ama beni bırakmaz gibiydi. İşte bu yüzden umarım Pars gelene kadar Doğan buraya dönmezdi. "Madem öyle, benim de bir işim yok zaten, Doğan yeniden dönene kadar kalayım burada," dedi ve istediğim şeyi söylemiş oldu. Bu yüzden keyifle başımı salladım ve gönül rahatlığıyla yatağa uzandım. Leyla çaresizce odadaki tekli koltuğa giderken Pars'ı ve babamı düşünmeden edemedim. İkisi de iyidirler değil mi? "Abimle nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu Leyla bir anda, gözlerim yeniden onu buldu. "Biz onunla çok küçükken tanıştık," dedim, Leyla beni dikkatle dinlerken devam ettim. "Onunla tanıştığımda daha on beş yaşındaydı." Leyla'nın gözlerinde derin bir hüzün oluştu. "Ben de onu en son gördüğümde on dört yaşındaydı, diğerleri de daha küçüktü. Tabii ben onlardan daha küçüktüm," dedi ve başını önüne eğip parmaklarıyla oynamaya başladı. "Neden bu kadar zaman hiç görüşmediniz? Neden yollarınız ayrıldı?" diye sorduğumda yeniden başını kaldırıp bana baktı. "Onu çok eskiden beri tanıyormuşsun, bilmiyor musun?" Başımı olumsuz anlamda sallayıp "Hayır," dedim ve derin bir nefes alıp devam ettim. "O da, diğer abilerin de hayatları hakkında bir şeyler anlatmayı pek sevmezler." "Anladım," dedi, gerilmiş gibiydi. "Ama sanırım benim yerime onlardan öğrensen daha iyi olacak," derken tırnaklarını parmaklarına batırdığını fark ettim. Aşırı gerilmiş ve sanki biraz da utanmış gibi bir hâli vardı ve ben buna anlam veremedim. Bu soru onu neden utandırmış olabilirdi ki? Bu sorumu zihnimi meşgul ediyor olsa da onu kaçırmak istemediğim için sorup da üzerine gitmedim. O da sanki bundan fazlasıyla memnun oldu ve az öncekinin aksine biraz rahatladı. O andan sonra daha dikkatli olup onun gerileceği hiçbir konuyu açmadım ve sanki gerçekten onun burada olmasına ihtiyacım varmış gibi davrandım. Bu şekilde birlikte epey bir vakit geçirdik, gece yarısını ettik. O ana kadar da arkasına bile bakmadan giden Doğan geriye dönmedi, bu bir yandan işime gelirken bir yandan da onu delicesine merak ettim. Bir şekilde sabah olduğunda Doğan geri dönmediği için Leyla hâlâ gitmemiş, hatta benimle kalmaya alışmış gibiydi. Yemek yememe, su içmeme yardımcı oluyor, hatta kız beni tuvalette bile götürüyordu ve maalesef ki tüm bunlar olduğu hâlde bizimkiler geri dönmüyorlardı. Döndükleri zaman benden güzel bir trip yiyeceklerdi. Tamam benim için gitmiş, gitmek zorunda kalmış olabilirlerdi. Zaten bu yüzden onlara kızdığım yoktu ama insan hiç değilse nasıl olduğumu merak edip bir arar sorardı değil mi? Ama bunu bile yapmaktan acizlerdi ve bu fazlasıyla sinirimi bozuyordu. Saatte bakıp öğlenin ikisi olduğunu gördüğümde vakit geçtiği için sinirlerim biraz daha bozuldu. O sırada Leyla "Sence Doğan iyi midir?" diye sordu. "Merak etme, iyidir," dedim kendimden emin bir şekilde. "Ama kaç saat oldu gideli, neden hâlâ gelmedi ki?" Onun bu hâli dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşmasına neden oldu. Bu kız abileriyle görüşmek istemiyor, umurumda değilsiniz diyordu değil mi? "Biraz zamana ihtiyacı olabilir," dedim, Leyla hâlâ endişeyle bana bakarken devam ettim. "Doğan aralarında en duygusal olanıdır. Bir şeyler olurken umursamaz, rahat görünür ama içten içe kendini yiyip bitirir. Mutluluk dışında hiçbir duygusunu yansıtamaz, hep gizlemeye çalışır. Gizleyemeyeceği kadar yoğun şeyler hissederse de böyle gider, yalnız kalmak ister. Muhtemelen şu an bir yerlerde bir başına kendini toplamaya, sana nasıl davranacağına dair bir karar almaya çalışıyordur." "Onu çok iyi tanıyor gibi konuştun." Gülümsedim. "Onu da diğerlerini de çok iyi tanıyorum. Sadece Pars'la değil, hepsiyle çok küçükken tanıştım ve beraber büyüdük. Çoğu zaman aynı evin içindeydik, kardeş gibiydik," dedm ve güldüm. "Tabii Pars'la saha sonra farklı bir yol seçtik," dediğimde o da güldü. "Bu yüzden endişe etme, Doğan biraz iyi hissettiğinde gelecektir. Buraya değil belki ama nerede olursan ol senin yanına gelecektir," dediğimde anladım dercesine başını salladı ve başını önüne eğip fark ettiğim kadarıyla yeniden düşüncelere daldı. Ben de başımı kaldırıp yeniden saatte baktım, daha kendi kendime ne zaman gelecekler acaba diye sorarken bir anda odanın kapısı açıldı ve Pars'la babam içeriye girdiler. Onları gördüğüm an sanki gelmelerini bekleyen ben değilmişim gibi kollarımı göğsümün altında topladım, başımı da diğer tarafa çevirdim ve umurumda değillermiş gibi davrandım. Oysa meraktan ölmek üzereydim. "Senin ne işin var burada?" Pars'tan gelen bu soru muhtemelen Leyla'ya karşıydı. Bu yüzden hiç dönüp onlara bakmadım, sanki onları duymuyormuş gibi davrandım. Leyla Pars'a cevap verdiğinde ve dün bize açıkladığı gibi neden burada olduğunu açıkladığında bile dönüp onlara bakmazken Pars'ın Leyla'ya "Bahçede beni bekle," dediğini duydum. Sonra da zaten Leyla sessizce odadan çıkıp gitti, geriye üçümüz kaldık. "Ayliz," dedi babam yanıma gelirken ama dönüp onlara bakmadım. "İyi misin kızım?" diye sorduğunda ancak ona döndüm. Gözlerim ikisi arasında gidip gelirken Pars'ta takılı kaldı ve içimden sadece bir gün olmasına rağmen ne kadar da özlemişim diye geçirmeden edemedim. Fakat buna rağmen gözlerimi onan çektim, elimden geldiği kadar kızgın görünmeye çalıştım. Babam benden cevap alamayınca bir kez daha "Ayliz," dedi, gözümün ucuyla baktım ona. "Neden cevap vermiyorsun?" "Konuşmayarak iletişim kuruyoruz zannediyordum, yanlış mı biliyorum yoksa?" diye sordum, babam anlamsız bakışlar atarken Pars yaklaştı yanımıza. "Ne demek şimdi bu?" diye sordu babam, benim cevap vermeme gerek kalmadan Pars konuştu. "Haber vermeden gittiğimiz için kızmış," dedi, gözlerim onu buldu. "Sadece o olsa iyi, iyi miyim diye merak edip bir kez bile aramadınız ya! Tamam anladık gitmek zorunda kaldınız, gece yarısı olduğu ve uyuduğum için de haber vermeden gittiniz ama insan hiç değilse bir kez arar ya. Resmen bu hâlde beni bıraktı ve unuttunuz," diye kızdım. "Unutmadık," dedi Pars, tam ona cevap verecekken de devam edip engel oldu. "İyi olduğunu biliyorduk." İşte bu cevap beni kızdırdı. "Muhtemelen Doğan'ı ya da kapıdaki adamları arayıp öğrendiniz ama beni aramaya, benimle konuşmaya tenezzül etmediniz. Ya hiç insan bir insanı bu hâldeyken merakta bırakır mı?" "Haklısın," dedi babam anında, bana hak vermediğini ama sakinleşeyim diye bunu dediğini çok iyi biliyordum. "Ama çok işimiz vardı, sen de Doğan'dan öğrenmişsindir diye düşündük," dedi, uzatmamaya karar verdim. Ne de olsa benim için uğraşıyorlardı. Ben güvende olayım diye o pisliğin peşinden oradan oraya gidip duruyorlardı. "Ne yaptınız, halledebildiniz mi bari?" diye sordum ve umutla olumlu bir cevap duymayı bekledim. "Bunları sonra konuşalım," dedi babam, o an işlerin yolunda gitmediğini anladım. Fakat bunu dile getiremedim, çünkü çalan telefonu bana engel oldu. Telefonu cebinden çıkardığında "Buna bakmam lazım," deyip yanımdan kalktı ve odadan çıktı, Pars'la yalnız kalmış olduk. Ona bakmamak için büyük çaba sarf ederken ağır hareketlerle yanıma geldi ve az önce babamın oturduğu yere oturdu. Buna rağmen dönüp ona bakmazken "Kızgın mısın?" diye sordu, ancak o an ona çevirdim bakışlarımı. "Ya bir de soruyor musun? Sadece bir kere ya, tek bir kere arayabilirdin değil mi? Sadece beş dakikanı ayıramadın, ya benim senin gittiğinden bile haberim yoktu. Bunu ben sana yapmış olsaydım..." Devam etmeme izin vermedi. "Haklısın," dedi o da babam gibi ve yüzüme dokundu, yanağımı okşadı. "Ama telafi edeceğim," dediğinde sessiz ve tepkisiz kalıp devam etmesini bekledim. "Buraya gelmeden önce doktorunun yanına uğradım, istersek çıkabileceğini söyledi," dediğinde keyfim yerine geldi, gülümsedim. "Valla mı?" diye sordum heyecanla. Tepkim hoşuna giderken başını sallayıp "Valla," dedi, keyfim biraz daha yerine geldi. Çünkü ciddi anlamda burada kalmaktan sıkılmıştım. "Hemen çıkalım o zaman." "Çıkacağız," dedi anında ve devam etti. "Ama önce halletmem gereken bir şeyler var, sonra çıkacağız." Bu işime gelmemişti. "Neymiş onlar?" "İnip Leyla'yla konuşmam lazım, sonra doktorla konuşup reçeteni alacağım, tabii sonra da babanla konuşmam lazım." "Babamla neden konuşuyorsun ki? Ben ikna ederim onu, o da burada kalmaktan sıkıldığı için çıkmamı hiç sorun etmez. Hadi sen..." Devam etmeme izin vermedi. "Buradan çıkmak için değil, çıktıktan sonrası için konuşacağım babanla," dediğinde anlamsız bakışlar attım. Bu bakışlarımı fark edince "Adaya gidelim," dedi ve yüzüme dokundu, yanağımı okşarken "Biraz yalnız kalalım," diye ekledi, bu fikir beni heyecanlandırdı ama çok da mümkün değil gibiydi. "Çok güzel olurdu," dedim, başımı hafifçe önüme eğdim ve sıkıntıyla ofladım. "Ama babam hayatta izin vermez." Tek kaşını kaldırıp emin misin dercesine bir bakış attı. Kendime engel olamadım ve güldüm. "Ama sen halledersin değil mi?" diye sordum, karşımda kendinden emin durduğunda yüzümdeki yaraların izin verdiği kadar gülümsedim ona. "Sen hep halledersin," dedim ve artık neredeyse gitmemiz kesin olduğu için boynuna atılıp sımsıkı sarıldım ona. İçimden geçen şeyi de yapıp "Seni çok seviyorum," diye fısıldadım kulağına ve ardından da hafifçe geri çekilip yanağından öptüm. Bunu yapmak dudağımın kenarındaki yaranın acımasına neden olsa da umursamadım ve biraz daha geri çekilip gözlerine baktım. "Ben de seni çok seviyorum," dedi, gülümsemem büyüdü. "Hadi o zaman işlerini hallet de hemen gidelim," dediğimde yüzünde garip bir ifade oluştu, ne olduğunu anlayamazken konuştu. "Bence de hemen gidelim," dedi imayla ve devam etti. "Bence yeterince kaçtın ve yeterince zaman kazandın." Hâlâ ne söylemek istediğini anlayamazken gözlerimin içine bakarak "Bana vermen gereken bir cevap var," dedi ve ancak o an neyden bahsettiğini anlayabildim. Evlilik teklifinden bahsediyordu. Bunu hatırlamak mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken istemsizce "Doğru ya," dedim, gerildiğimi hissettim. Çünkü cevabım belliydi ve belli olan o cevap yüzünden aramızın bozulacağına inanıyordum. "Artık adaya gidince hallederiz," dedi, el mecbur başımı salladım ve sessiz kaldım. Ne yaşanacaksa yaşanacaktı, artık kaçacak bir yer kalmamıştı. "Yarım saatte dönerim," dediğinde yine sadece başımı salladım, her şeyden önce Leyla'yla konuşması ve Doğan'la karşılaştıklarını öğrenmesi gerekiyordu. Umarım buna engel olmadığım için bana kızmazdı. Pars, başka bir şey söylemeden yanımdan kalkıp giderken başımı önüme eğdim ve ofladım. Aylar önce o adaya ilk gittiğimde ve orada yaşamaya başladığımda kazanmıştım onu ben. Evet belki bizim için bir şeyler orada başlamamıştı ama orada değişmişti ve şimdi mutlu olmam, hayatımın en güzel zamanlarını yaşamam gerekirken sanki her şeyi kazandığım yerde kaybetmeye gidiyor gibi hissediyordum. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum<3 Sizce Ayliz düşüncelerinde haklı mı? Evlenmek istemiyor olmasına hak veriyor musunuz? Pars olumsuz cevap aldığında nasıl tepki verecek sizce? Ayliz'in sondaki korkusu yersiz mi dersiniz? Yeni bölümde görüşmek üzere. Kendinize çok iyi bakın, sağlıkla ve sevgiyle kalın. <3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |