@gizzemasllan
|
Selam :) Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ Instagram: gizzemasllan . . . 46. BÖLÜM "HAYAL KIRIKLIKLARI" Vücudumdaki ağrılar beni fazlasıyla zorlamaya başlarken Pars'ın yardımıyla yatağın kenarına oturdum. Eşzamanlı olarak Pars önümde diz çöktü, ayakkabılarımı çıkardı ve sonrasında yatağa uzanmam için yardımcı oldu. Başımın altındaki yastığı düzelttikten sonra pikeyi üzerime örterken daha fazla dayanmayıp "Babamı nasıl ikna ettin?" diye sordum. Hastaneden çıkar çıkmaz babam bana bir telefon vermiş, telefonumun hep açık olması konusunda beni uyarmış ve başka da hiçbir açıklama yapmadan gitmişti. O gittikten sonra da Pars bana hiçbir açıklama yapmadan beni adadaki eve getirmişti ve ben gerçekten babamın onunla buraya gelmem konusunda nasıl ikna olduğunu fazlasıyla merak ediyordum ama Pars Bey bu merakımı giderecek herhangi bir şey söylemiyordu. Ben bu düşünceler arasındayken yatağın kenarına oturdu, gözlerime bakarken yüzünde muzip bir ifade oluştu. Bu ifadenin altından ne çıkacak diye içimden geçirirken "Ayliz'in psikolojisi çok bozulmuş dedim," demesiyle kaşlarımı çatmam bir oldu, çünkü bu cümleyi öyle bir yüz ifadesi ve ses tonuyla söylemişti ki gerçeğin bu olmadığını hemen anlamam pek de zor olmamıştı. "Zaten normal değildi, hepten gitmiş dedim," dediğinde gözlerimi kıstım ve öldürücü bakışlar attım ona. O ise bu bakışlarıma rağmen devam etti konuşmasına. "Ya götürelim bir psikoloğa yatırsın bir hastaneye ya da hiç karışma ben iyileştiririm onu dedim. Adama teklifim cazip gelmiş olacak ki al götür dedi." Gülmemek için elimden geleni yaparken olabildiğinde kızgın görünmeye çalıştım. "Hastaneye yatıralım dedin, öyle mi?" "Evet, işe de yaradı. Bak nasıl alıp getirdim seni buraya," demesiyle omzuna bir tane yemesi bir oldu ama maalesef ki bu öyle sert bir vuruş olmadı, acıyan kemiklerim buna izin vermedi. "Ya sen nasıl benim arkamdan böyle bir şey söylersin? Hastaneye yatıracakmış! Asıl sen hastaneye yat, manyak!" diye çıkıştım, bu sözlerim normalde onu sinirlendirirdi ama bu kez umurunda bile olmadı. "Takıldığın tek nokta bu mu gerçekten?" Bu soruyla bir kez daha kaşlarımı çatıp "Ya neye takılacaktım? Açıkça bana deli demeye çalışmışsın," diye kızmaya devam ettim, o esnada bana öyle bir bakıyordu ki sanki gerçekten de takılmam gereken başka bir şey varmış gibi hissedip kurduğu cümleyi düşündüm ve aslında neyden bahsettiğini anlamam zor olmadı. Anladığımı fark etmiş olacak ki yüzündeki muzip ifade artarken "Hm," dedim uzata uzata ve ekledim. "Demek sen iyileştireceksin beni," dediğimde hâlâ sessizdi. "Nasıl yapacakmışsın bakayım onu?" Bu sorumla eşzamanlı olarak tek kaşını kaldırdı ama tek kelime etmedi. Sanki benim anlamamı beklercesine baktığını fark edince kendimi biraz zorlayıp doğruldum ve arkama yaslandım, kollarımı da göğsümün altında topladım. "Sen beni iyileştirmeden önce gönlümü almaya bak," dedim gerçekten de küsmüş gibi. "Ne yaptım kızım ben sana? Eğer haber vermeden gitmeyi diyorsan..." Devam etmesine izin vermeden araya girdim. "Doğru ya bir de o vardı tabii," derken aklıma yine istemsizce Leyla geldi ve neler oldu, neler konuştular merak ettim ama soramıyordum da, biraz kızmasından tabii biraz da onu üzmekten korkuyordum. Aklımın dağıldığını fark edip hemen kendimi toparladım ve "Beni hastanede bırakıp haber vermeden gidersin, arayıp sormazsın, döndüğünde de babama bunu hastaneye yatıralım dersin," dedim, bir şey diyecek gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Sen benim sevgilim misin düşmanım mısın ya?" diye sordum, sessizce ve olabildiğince rahat bir tavırla gözlerimin içine bakarken "Şimdi de konuşmazsın, ya..." dememe kalmadan dudaklarını dudaklarıma bastırdı, şaşkınca kalakaldım. Sanki beni ilk kez öpüyormuş gibi şaşkınlıktan ne yapacağımı bilmezken gözlerim kendiliğinden kapandı ve dudaklarım aralandı, öpüşüne karşılık verdim. Yüzüme dokunduğunda yüzümdeki morluklar yüzünden canım yanar gibi oldu ama o beni öperken bunu bile umursamadım ve onu öpmeye devam ettim. Az sonra geri çekilip de gözlerimin içine baktığında istemsizce tebessüm ettim. Pars ise benim aksime az öncekinin aksine huzursuzlandı, gözleri yüzümdeki yaralarda gezindi. Onun bu tavrı benim de keyfimi kaçırırken o yaralardan birine canımı yakmayacak bir şekilde dokundu. "Çok acıyor mu?" diye sorarken diğer elini yumruk yaptığını fark ettim. Sanki Tan'dan çok kendine öfkeli gibi bir hâli vardı. "Acımıyor," dedim, yüzümdeki eline dokundum. "Hem de hiç." "Hiç," diye tekrar ederken buna pek de inanmış gibi değildi. "Evet," dedim ve buna inanması için kocaman tebessüm ettim. Ardından da yüzüne dokundum, sakalları elime batarken de "Hem sen iyileştirecekmişsin beni, yaralı olduğuma sevinmem lazım bu yüzden," deyip güldüm ve elimi yüzünden çekip arkama yaslandım. "Hadi bakalım ne yapacağını görelim." "Sen de amma hevesli çıktın," dediğinde güldüm ve omuz silktim. "Hevesli demeyelim de bu fırsatı kaçırmak istemiyorum diyelim, ne de olsa benimle ilgilenmek zorundasın şu an," dediğimde yüzünde keyifli bir ifade oluştu ve hiç beklemediğim bir şey yaptı, kendisi de yatağa girdi. Ne yaptığını anlamaya çalışırken sırtını arkaya yasladı, beni de kolunun altına çekip saçlarımı okşadı. Dudaklarım hafifçe yana kıvrılırken saçlarımdan öptü ve kulağıma "Seninle ilgilenmem için yaralı olmana gerek yok güzelim," dediğinde başımı hafifçe kaldırıp çenesinin altından yüzüne baktım. "Hı hı," dedim sitem edercesine. "Çalışmaktan vaktin kalırsa." "Sen de içinde ne kadar çok şey biriktirmişsin böyle." Durumu toparlamak adına güldüm. "Öyle sırası gelmişken söyleyeyim dedim," deyip başımı yeniden önüme çevirdim. "Öyle olsun bakalım," dedi saçlarımla oynamaya devam ederken ve bir kez daha öptü saçlarımdan. Ardından da durmak yerine eğildi ve yanağımdan öptü. Gülümsemem giderek büyürken dudaklarımın kenarından da öptü. O esnada elimi tuttu, dudaklarına götürdü ve elimdeki morlukları da öptü. Hiç sesimi çıkarmadım, sadece anın tadını çıkarmaya çalıştım. Dudaklarını elimden uzaklaştırdığında üzerimdeki tişörtten açıkta kalan kolumdaki morluğa da bastırdı dudaklarını. Gülümsemem istemsizce daha da büyürken dudaklarını bu kez de boynuma bastırdı ve daha fazla kendime engel olamayıp başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktım. "Sen şimdi..." dememe kalmadan bir kez daha dudaklarını dudaklarına bastırdı ve daha ne olduğunu bile anlamam izin vermeden geri çekildi fakat uzaklaşmadı, dudağımdaki yaraya dokundu. "Burada da yara vardı," diye bir de açıklama yaptı. Bu beni güldürürken "Tabii artık bahanen de var öpmek için," dedim. "Öpmek için bahaneye ihtiyacım yok," dedi, hafifçe eğildi ve göz teması kurmaya çalıştı. "Ne de olsa buna engel olma isteğin yok." "Sen öyle zannet," diye mırıldandığımda bunu çok iyi duyduğu hâlde umurunda olmadı ve yanağımdan bir kez daha öptü. Ardından da yeniden boynumdan ve dudağımın kenarından öptü. Tam o esnada telefonu çalmaya başladı ama umursamadı ve gördüğü her yaramı öpmeye devam etti. "Telefonun," dedim, sesimin fısıltı gibi çıkmasına engel olamadım. "Siktir et," dedi sma telefonu da ısrarla çalmaya devam ediyordu. "Önemli bir şey olabilir." Bu cümlemle dayanamamış olacak ki geri çekildi. "Hem bana iş yüzünden kızıyorsun hem de telefonu açayım diye çabalıyorsun," diye söylenirken telefonunu çıkarmıştı bile. Evet belki yaptığımla söylediğim şey birbirlerini tutmuyor olabilirdi ama bu kez durum farklıydı, çünkü her yerde Tan'ı arıyorlardı ya da bulmuşlardı bilmiyorum, zaten bilmiyor olduğum için ısrarla telefonunu açmasını istemiştim. Bir haber geldiyse ben de öğrenebileyim diye... "Söyle," diye telefonu açtığında ona kulak verip merakla dinledim. "Anladım," dedi keyifsizce, kötü bir haber mi geldi acaba diye düşünmeden edemezken "Siz dediğim gibi yapın, evdeyim ben zaten, haber bekliyorum sizden," dedi, merakım daha da artarken karşıdaki başka bir şey söylememiş olacak ki telefonu kapattı. Onun herhangi bir şey söylemesini beklemeden "N'oldu? Kimdi o?" diye sordum. "Önemli bir şey değil, işle..." Devam etmesine, beni geçiştirmesine izin vermeyip sözünü kestim "Lütfen," dedim sakince ve elini tuttum. "Doğruyu söyle." Derin bir nefes aldı. Tereddüt ettiğini fark edince "Tan'la ilgili bir şey olduğunun farkındayım," dedim, ismini duymak bile sinirlendirdi onu ama yine bir şey demedi, sessiz kalmaya devan etti. "Yurt dışına gittiniz onun yüzünden ama geldiğinde bana bitti, geçti demedin. Bu yüzden işlerin yolunda gitmediğini anlamam çok da zor olmadı, zaten şimdi de her ne olduysa keyfin kaçtı ve ben bu sefer ne olduğunu öğrenmek istiyorum Pars, lütfen," dedim ve gözlerinin içine baktım. "Haklısın," dedi susmaya devam etmek yerine. "Bazı şeyler yolunda gitmedi ama şimdi her şey yoluna girdi," dedi, şimdi mi? "Madem duymak istediğin şeyler var, söyleyeyim," deyip yüzüme dokundu ve güven verici bir tavırla gözlerimin içine baktı. "Bitti Ayliz, geçti." "Nasıl yani?" diye sorarken sesim istemsizce çok kötü çıkmıştı. "Arayan Vedat'tı, yakalamışlar şerefsizi," dediğinde mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim. "Yurt dışına kaçmıştı, biz de onu yakalamak için peşinden gitmiştik ama nasıl oldu bilmiyorum ama biz orada onun yanına ulaşana kadar o çoktan o ülkeyi de terk etmişti. Peşinden gitmek istedik ama dönmek zorundaydık da fakat tabii ki de peşini bırakmadık. Biz döndük, Bilge ve Vedat onu aramaya devam ettiler, neyse ki sonunda yakalayıp getirmişler," deyip olanı biteni olduğu gibi anlattı ve ben ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kalmayı tercih ettim. "Başka merak ettiğin bir şey var mı?" diye sordu, aslında Leyla'yla ne konuştuğunu da merak ediyordum ama soramadım, çünkü bu konu şu ankinden çok farklı ve biraz da özeldi. Bu yüzden başımı olumsuz anlamda sallayıp "Hayır," dedim, aldığı bu cevaptan fazlasıyla memnun olduğunu fark ettim. "Güzel, o zaman artık bu konuyu kapatabiliriz," dedi ve yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırırken devam etti konuşmaya. "Çünkü emin ol; sen burada benim evimde, benim odamda, benim yatağımdayken ve böyle gözlerimin içine bakarken o şerefsiz hakkında konuşmak, isteyeceğim son şey bile değil," dedi, bu sözler beni ister istemez utandırırken gözlerine bakamadım ve bakışlarımı kaçırdım. Utanmak; aslında bana çok uzak olan bir şeydi ama onun yanında bunu bile hissedebiliyordum. Az önceki sözleriyle ima ettiği ya da aslında etmediği ama benim aklıma gelen utandırıcı şeyi konuşmamak için "Başka bir şey konuşalım o zaman," dedim telaşla ve gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Mesela..." dedim ve tam çok alakasız bir şeyin konusunu açmak üzereyken devam etmeme izin vermeyip araya girdi. "Olur," dedi söylediğim şeye yönelik ve ekledi. "Zaten konuşmamız gereken çok önemli bir şey de var," dedi ve sanırım konu yine evlilik teklifi mevzusuna gelmiş oldu, işte bu da benim hiç işime gelmedi. Zaman kazanmak için "Neymiş ki o?" diye sordum sanki gerçekten anlamamış gibi ve çok kötü rol yapmış olacağım ki tek kaşını kaldırıp imalı bir bakış attı, ben ise hiç bozuntuya vermeden gerçekten de anlamamış gibi davranmaya devam ettim. "Bence çok iyi anladın," dedi, sessiz kaldım ama sanırım en doğrusu onunla konuşmak ve kendimi açıklamak olacaktı. O bunu anlamayacak bir adam değildi ki, yani umarım değildir. "Pars," dedim, sesimin titremesine engel olamadım. "Efendim," dedi, bir cevap alacağını anlamış gibiydi ama sanırım o cevabın olumsuz olma ihtimali aklının ucundan bile geçmiyordu ve beni en çok da bu korkutuyordu. "Ben şey," dedim ama devam edemedim, derin bir nefes alıp iyi hissetmeye çalıştım ama olmuyordu. "Sen ne?" diye sordu merakla, bir an önce bir cevap almak istiyordu ve onun bu hevesli hâli ona asıl vermek istediğim cevabı vermeme engel oluyordu. "Pars, ben sana çok aşığım," dedim, ellerini sıkı sıkı tuttum. "Yemin ederim çok seviyorum seni, herkesten ve her şeyden çok seviyorum," derken sesimin ağlayacakmış gibi çıkmasına engel olamadım. "Ayliz," dedi az önceki rahat hâlinin aksine endişeli bir tavırla. "İyi misin?" diye sorduğu daha fazla uzatmak istemedim, ne olacaksa bir an önce olsun diye içimden geçirip tek bir nefeste ona cevap verecekken buna engel olan şey çalan telefonu oldu. Bu onu rahatsız ederken telefonunu çıkardı, muhtemelen meşgule atacak ve konuşmaya devam etmemi isteyecek diye içimden geçirirken her kim aradıysa meşgule atmak yerine gözlerini yeniden bana çevirdi. "Buna bakmam lazım, hemen geleceğim," dedi ve ayaklandı. O sırada aramaya "Dinliyorum," diyerek yanıt verdi ve odadan çıkıp gitti, o giderken yeniden arkama yaslandım. Sıkıntıyla oflarken başımı önüme eğdim, her şey yolunda giderken hep bir sorun çıkmak zorunda mıydı? Hem nereden çıkmıştı bu evlilik teklifi? Ne diye aniden böyle bir karar almıştı ki? Ayrıca o da hiçbir zaman öyle evlilik adamı olmamıştı ki, bu çok açıktı ama aniden böyle bir adama dönüşmüştü ve sanırım bunun tek nedeni de babamdı. Pars evlilikten çok aramızdaki ilişkinin ciddi olduğunu babama kanıtlamak istiyor gibiydi. Oturmaktan sırtım ağrımaya başlarken daha fazla böyle oturmak istemedim ve uzandım. Bir yandan evlilik konusunu düşünürken bir yandan da Pars'ın kiminle konuştuğunu merak etmeden duramadım. Tan konusunda yeni bir gelişme mi vardı acaba ya da Leyla hakkında,? "Yeter ya düşünüp durma Ayliz!" diye kızdım kendime ve gözlerimi kapatıp başka şeyler düşünmeye çalıştım ama tabii ki başarılı olamadım, zihnimin içinde aynı şeyler dönüp durmaya devam etti. Neyse ki Pars daha fazla gecikmedi, yeniden odaya döndü fakat gidişinin aksine gergin bir hâlde. Onun bu hâli neler olduğunu daha çok merak etmeme neden olurken ağır adımlarla yanıma geldi, yatağın kenarına oturdu. "Kötü bir şey mi oldu," diye endişeyle sorduğumda başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır, "deyip eğildi ve yanağımdan öptü. "Hadi sen şimdi boş ver bunları, uyu biraz. Dinlenmen gerekiyor senin," dedi, hevesle evlilik teklifi konusunu açan adam bile isteye kapattı konuyu, uzatmadı daha fazla. Unutmuş olması mümkün değil diye içimden geçirirken pikeyi üzerime örttü yeniden. Kendisi yatağa girmezken "Sen?" diye sordum endişeyle, bir yere gidecek olmasından korktum. "Bir yere gitmeyeceksin değil mi?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Gitmeyeceğim," dedi. "Üstümü değiştireyim, geleceğim," dedi ve ayağa kalktı, giyinme odasına girdi. O gözden kaybolurken gözlerim istemsizce aşağıya açılan kapıya kaydı ve bir an için kendimi çok kötü hissettim. Bu his mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken o kapıya daha fazla bakamadım, gözlerimi kapattım. Az sonra Pars'ın sert adımlarının sesini duyduğumda yeniden odaya girdiğini anladım ama gözlerimi açmadım, uykuya dalmış gibi davrandım. O esnada odanın ışıklarının kapandığını hissettim, zaten çok geçmeden hareketlenen yataktan yanıma geldiğini anladım. Zaten birkaç saniye sonra da kendimi onun kollarının arasında buldum. "İyi geceler," diye fısıldadı kulağıma, karşılık vermek yerine kendimi zorladım ve ağır hareketlerle ona döndüm. Zorlandığımı fark edince yardımcı oldu, kendisine dönmemi sağladı ve yeniden kollarının arasına aldı beni. "Pars," diye mırıldandım ve karanlıkta gözlerinin içine baktım. "Seni çok seviyorum." "Ben de," dedi anında. "Ben de seni seviyorum," derken eli yüzümü buldu yine ve ben en çok bunu yapmasını, parmağının yüzümde gezinmesini seviyordum. "Korkuyorum," diye mırıldanırken gözlerim doldu, engel olmadım buna. Ne de olsa karanlıkta fark edemezdi bunu. "Korkma güzelim," diye fısıldadı güven verici bir ses tonuyla. "Bundan sonra böyle bir şey asla olmayacak. Söz veriyorum o herif bir daha senin saçının teline bile zarar veremeyecek, izin vermeyeceğim buna." Sözleri karşısında sessiz kalmayı tercih ettim, çünkü yanlış anlamıştı beni. Korkuyorum derken onu kaybetmekten korkuyorum demek istemiştim. Evlilik teklifi konusu gereksiz yere beni çok korkutmaya başlamıştı. Bunları dile getirmek, yanlış anlaşılmayı düzeltmek yerine sımsıkı sarıldım ona ve canım acısa da yüzümü göğsüne gömüp uyumaya çalıştım. Anında o da beni sımsıkı sararken saçlarımla oynamaya başladı. Bir süre sonra onun tüy gibi dokunuşları altında uykuya daldığımı hissettim. Bu uykuya rağmen içimde yeşeren korkular yüzünden kendimi rahatsız hissederken uyku giderek bastırdı ve zihnimdeki düşünceler silikleşti, uykuya daldım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama beni saran o bir çift kolun benden uzaklaştığını hissettim. Ardından da yatak hareketlendi ve Pars'ın yataktan çıktığını, tek kaldığımı anladım. Çok fazla uykum olmasına ve delicesine uyumaya devam etmek istememe rağmen kendimi zorlayıp gözlerimi araladım. Karanlıkta fark ettiğim kadarıyla çekmeceden bir şeyler aldığını gördüm. Karanlık yüzünden ne aldığını tam olarak anlayamamış olsam da elini beline götürdüğünde silah olduğunu anladım ve korkum yüzünden bir anda tüm uykum ayıldı, fakat ayıldığımı fark ettirmemek için de elimden geleni yaptım. Pars çekmeceyi açtığı gibi sessizce kapattığında ve başını bana doğru çevirdiğinde gözlerimi kapatıp uyuyor gibi davranmaya devam ettim. Çok geçmeden yanıma yaklaştığını hissettim. Umarım uyumadığımı anlamamıştır diye içimden geçirirken üzerimi örttü, hemen ardından da dudaklarını yanağımda hissettim. Bu, tebessüm etmek istememe neden olsa da tabii ki yapmadım ve uyuyor gibi davranmaya devam ettim. Dudaklarını tenimden uzaklaştırdığında ben de biraz olsun rahatladım, o esnada yanımdan da uzaklaştığını anladım. Bu saatte nereye gidiyor diye düşünmeden edemezken arkamda kalan ve aşağıya açılan o kapının açıldığını duydum, kaşlarımı çattım. Bu saatte ne işi vardı ki aşağıda? Kapının yeniden kapandığını duyduğumda yataktan destek olup doğruldum ve kapanan kapıya baktım. Aşağıda ne olduğunu berbat bir olayla maalesef ki çok iyi öğrenmiştim ve şimdi onun gecenin bir yarısı kalkıp da aşağıya inmesi beni çok korkutuyordu. Bu korkuyla kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Tüm kemiklerim kırılacakmış gibi hissederken ağır adımlarla pencerenin kenarına gittim, bahçeye baktım ve şaşkınca kaldım, çünkü dışarısı çok kalabalıktı. Her yer adamlarla doluydu, tamam normalde de adamlar olurdu bahçede ama şimdi durum farklıydı. Sanki bir şeyler olmuş da toplanmış gibi halleri vardı. Gördüğüm manzara beni daha çok korkuturken arkamda kalan kapıya döndüm ve korkuyla baktım o kapıya. Aşağıda bir şeyler oluyordu, içimden bir ses de olanların Tan'la ilgisi var diyordu ve yine içimdeki o ses, bana Tan'ın şu an aşağıda olduğunu söylüyordu. "Seni ilgilendirmez Ayliz," dedim ve yeniden pencereye döndüm. İşte bir şok da o an yaşadım çünkü babam da buradaydı, evden çıkmış ve ilerideki adamların yanına gidiyordu. "Baba," dedim şaşkınca ve dikkatle baktım ona, yorgun göründüğünü fark ederken yanına aldığı birkaç adamla birlikte evden ayrıldı. Onun buraya gelmiş olması, Tan'ın aşağıda olduğundan emin olmam için yeterli olurken yeniden arkamdaki kapıya döndüm. Ne oluyordu acaba şu an aşağıda? Pars öldürmüş müdür onu? Yok canım, Pars öyle bir şey yapmaz ki... "Katil değil o," diye mırıldandım ve ayakta durmakta zorlanmaya başlayınca yatağın kenarına oturdum. "Öldürmemiştir," deyip kendimi ikna etmeye çalışmaya devam ettim ama başarılı olamadım, kendimi ikna edemedim. Korkum, Tan'a bir şey olacak diye değildi. Doğrusu o zerre kadar umurumda da değildi ama Pars'ın bir hata yapmasından çok korkuyordum. Öfkeyle kendine zarar verecek bir şey yapabilirdi, yeniden o cezaevine dönebilirdi. Sadece bir hafta kalmıştı orada, hatta bir haftadan da daha az ama sanki yıllar gibi gelmişti bana ve benim onun yeniden oraya dönmesine tahammülüm yoktu. "Pars yanlış bir şey yapmaz," diye mırıldandım kendi kendime ama buna ben bile inanmadım. Normal bir zamanda zaten asla yapmazdı aklıma gelen şeyi ama şimdi bu kadar öfkeliyken yapmaz diyemiyordum. Başımı önüme eğip derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım ama başarılı olamadım, en sonunda da pes edip yataktan destek aldım, ayağa kalktım. Pars bu yapacağıma çok kızacaktı, hatta muhtemelen bu hâlde oluşumu bile gözü görmeyecek ve bağırıp çağıracaktı ama şimdi ona engel olmazsam geri dönüşü olmayacak bir hata yapabilirdi. Hatta belki de geç kalmış bile olabilirdim. Bu ihtimalin korkusuyla elimden geldiği kadar hızlı olup o kapıyı açtım ve yine beni o merdivenler karşıladı. Korkudan dizlerim tir tir titrerken ve kemiklerim feci şekilde ağrırken o merdivenleri indim. Bir koridora ulaştım ve işte ancak o an sesleri duydum. "Sen bu gece buradan sağ çıkamayacaksın!" diye bağırdığını duydum Pars'ın. "O kıza yaptığını yapacağım sana!" dediğini duyduktan hemen sonra bir yumruk sesi ve Tan'ın acıyla inlemesini duydum. Gözlerimi sımsıkı kapatıp bütün insani duygularımı bastırmaya çalışırken yumruk sesleri ve inleme sesleri gelmeye devam etti ama müdahale etmedim, bunu hak ettiğini düşünüp olduğum yerde kaldım. Bunu gerçekten hak etmişti, hem de fazlasıyla. Bu yüzden hiçbir şey yapmadım. Tan'ın bağırışları kulaklarımda yankılanırken koridorda ilerledim. Her attığım adımda sesler biraz daha artarken koridorun sonunda durdum, onların olduğu kısma geçemedim ve olduğum yerde durdum. Gelen seslerden anladığım kadarıyla Pars, Tan'ı feci şekilde dövüyordu. Buna daha fazla şahit olmak istemeyip ne olacağını umursamadım ve gerisin geri döndüm. Fakat sadece birkaç adım atmışken Tan'ın "Hatırlamıyorum lan, hatırlamıyorum!" diye bağırdığını duydum, gidemedim. "Kendimde değildim lan! Ben ona zarar vermezdim, ben..." Devam edemedi, bir kez daha acıyla bağırdı. Sanırım Pars devam etmesine izin vermeyip bir kez daha vurmuştu. Gözlerimi sımsıkı kapattım, ne odaya dönebildim ne de yanlarına gidebildim. "Bir de hatırlamıyordum diyor! Senin belanı sikerim lan ben!" diye bağırıp sanırım daha da büyük öfkeyle vurmaya devam etti ona, ellerimi yumruk yaptım ve duygularımı bastırmaya çalışmaya devam ettim. "Seni en başında öldürmeliydim, ona zarar vermeye çalıştığın o evden senin cesedin çıkmalıydı!" Pars bağırarak bunları söyledikten sonra yumruk sesleri gelmeye devam etti ve ben daha fazla kendime engel olamadım, gerisin geri dönüp yeniden koridorun sonuna ulaştım fakat bu kez duramadım ve onların olduğu tarafa geçtim. Geçer geçmez gözlerim yerde acı içinde kıvranan Tan'ı ve onun üzerine oturmuş, yumruklarını arka arkaya yüzüne geçiren Pars'ı gördüm. Gördüğüm bu manzara mideme güçlü bir ağrının girmesine neden olurken olduğum yerde kaldım, yanlarına gidemedim. Ta ki Pars bir anda ayaklanıp da elini belindeki silaha atana kadar. Silahı belinden çektiği ilk an gücümün yettiği kadar "Hayır!" diye bağırdım, burada oluşuma kızacak olması bile umurumda olmadı. Bağırmamla eşzamanlı olarak Pars'ın gözleri beni buldu ama bakan bir olmadı, fark ettiğim kadarıyla yerde kanlar içinde olan Tan'ın da bakışları beni buldu ama ben ona bir an bile olsun bakmadım, Pars'tan gözlerimi çekmedim. "Senin ne işin var burada?" diye sorarken sesi hiç de sakin çıkmamıştı. Kendimi zorlayıp ağır adımlarla yanına gittim, karşısında durdum. Öfkeli ve uyarıcı bakışlarını dikkate almayıp gözümün ucuyla elindeki silaha baktım ve ardından gözlerim gözlerini buldu. "Sen ne yaptığını zannediyorsun?" diye sordum, kaşları çatılırken sessiz kalmayı tercih etti. "Öldürecek misin onu?" Bu sorumla boşta olan elini yumruk yaptığını fark ettim, hemen ardından da dişlerini sıkarak "Sen yüzün gözün bu hâldeyken, hatta ayakta bile zor dururken ve bunu sana bu piç yapmışken karşıma geçip hâlâ onu mu koruyorsun?" diye sordu tiksinircesine. "Arkamdaki umurumda bile değil," dedim, sessiz kaldı yine. "Ona ne olduğuyla ya da ne olacağıyla zerre kadar ilgilemiyorum," diye eklediğimde bile hâlâ sessizdi ve derdimin ne olduğunu anlamaya çalışır gibi bir hâli vardı. "Ama seninle ilgileniyorum ve sana ne olacağı umurumda," dedim, konuşmak istedi ama devam edip engel oldum ona. "Senin ne yaptığın da umurumda," dedim, gözlerim dolsa da devam ettim konuşmama. "Sen böyle bir adam değilsin Pars," derken birkaç adım da yanına ulaştım ve gözlerinin içine baktım. "Sen, birini öldürecek bir adam değilsin. Yakalarsın, suçlarsın, belki döver konuşturursun ama onu adalete teslim etmek varken silahını çekip de öldürmezsin," dedim, tek kelime bile etmezken devam ettim konuşmama. "Öfkelisin, farkındayım ama bu kadar ileriye gidemezsin," deyip biraz daha yaklaştım ona. "Sen suçlu değilsin Pars, bunu yapmak sana yakışmayacak." "Yaptıkları yanına mı kalsın?" diye sordu öfkeyle. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Kalmasın ama cezasını da senden bulmasın, bizim başımıza daha fazla bela olmasın. Ver polislere, şikâyetçi olalım ve gerekeni adalet yapsın," dedim, konuşmak istedi ama yine engel oldum ona. "Lütfen." Elindeki silahı yeniden beline yerleştirirken birkaç adım atıp o da bana yaklaştı, aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi ve gözlerimin içine baktı. "Bu adam sana..." Ne diyeceğini anlayıp anında sözünü kestim. "Onun yüzünden her şeyi mahvetmeye değecek mi gerçekten?" "Hiçbir şey mahvolmayacak," dedi kendinden emin bir şekilde. Başımı salladım. "Peki," dedim anında, hemen pes etmiş olmam afallamasına neden olurken devam ettim. "Eğer gerçekten hiçbir şeyin mahvolmayacağına inanıyorsan istediğini yapabilirsin ama bu gece öfkeyle yapacağın şey, en ufak bir anımızın bile bozulmasına neden olursa sana yemin ederim seni affetmem." "Ayliz..." Devam etmesine izin vermedim. "Ben söyleyeceğimi söyledim, gerisi tamamen sana kalmış bir şey. En başta da dediğim gibi; arkamdakine ne olacağı umurumda bile değil," deyip ağır hareketlerle arkamı döndüm ve acıdan bayılan Tan'ı gördüm. Tiksinircesine bir bakış atıp kendimi zorlayarak yürüdüm ve yanlarından ayrıldım. Dakikalar sonra üst kata ulaştığımda vücudumdaki ağrılar daha da artmıştı. Bu yüzden doğrudan yatağın kenarına oturdum ve karnıma dokunup yüzümü buruşturdum. Hatta kendimi biraz daha zorlayıp yatağa girdim. Başımı yastığa koyduğumda açık bıraktığım kapıya doğru bakıp aşağıya kulak verdim. Henüz silah sesi duymamıştım, bu da henüz bir şey yapmadığını anlamam için yeterliydi ve ben o silah sesini duymaktan delicesine korkuyordum. Bu korku yüzünden nefes bile alamazken epey bir zaman geçti, zaman geçtikçe aşağıda neler olduğunu dair merakım da giderek arttı. Hatta o kadar meraklandım ki acaba kalkıp bir daha mı aşağıya insem diye düşünmeye başlamışken açık olan kapıdan gelen ayak sesleriyle telaşla gözlerimi kapattım. Az sonra ayak sesleri yaklaştığında gerilmeden edemedim. Çok geçmeden odaya girdiğini anladığımda ise istifimi hiç bozmadım, uyuyormuş gibi davranmaya devam ettim. Aşağıya açılan o kapıyı kapattığını duymamla "Uyumadığını biliyorum," dediğini de duymam bir oldu. "Bildiğini biliyorum," dedim ben de ama buna rağmen açmadım gözlerimi, her ne kadar haklı olduğumu bilsem de aşağıda olanlar yüzünden kızacak olmasından çok korktum. Bu korkum her geçen dakika biraz daha artarken yatağın kenarına oturduğunu hissettim. Uyuyor gibi numara yapmamı pek umursamadan "Bir şey yapmadım o piçe," dedi, sesiz kalmaya da gözlerimi açmamaya da devam ettim. "Her şey mahvolacak diye korktuğumdan değil," derken sesi hâlâ çok öfkeli çıkıyordu. "Ama sen her gün acaba bir şey olacak mı diye düşünüp korkma diye yapmadım," dediğinde dayanamadım ve araladım gözlerimi. Karanlık odada bakışlarımız kesiştiğinde "Sabah gelip alacak, götürecekler. Avukatımız da gidecek, şikâyette bulunacaklar. Sonrasında ne olacağını artık birlikte göreceğiz," dedi, daha fazla bu konuyu konuşmak istemeyip kollarımı açtım. "Sarılsana bana," dediğimde dudağının sağ kısmı hafifçe yana kıvrıldı. Yere eğilmeden ayakkabılarını çıkardı ve araladığım kollarımın arasına girdi. Başını göğsüne gömerken yatağa uzandı. O esnada içimden geçen şeyleri yaptım ve saçlarına dokundum, hep onun yaptığı şeyi yapıp saçlarıyla oynamaya başladım. Bu hoşuna gitmiş olacak ki kaskatı kesilen vücudu gevşemişti. "En doğrusunu yaptın," diye fısıldadığımda başını hafifçe kaldırdı ve gözlerime baktı. "En doğrusu mu bilmiyorum," dedi ve devam etti. "Bu yüzden bu kez tedbirli olacağım, eğer olur da cezaevinden bir şekilde çıkmayı başarırsa," deyip sustu, o zaman ne olacağını dile bile getiremedi. "Bu kez çıkamayacak," dedim, buna ben bile pek inanmıyorken ama inanmadığımı da elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım. "Umarım," derken başını yeniden göğsüme koydu, ben de saçlarını okşamaya devam ettim. O esnada benim de gözlerimin yavaş yavaş kapandığını, çok fazla uykum olduğunu hissettim. Her ne kadar o uyumadan uyumak istesem de bir süre sonra bastıran uykuya engel olamadım ve kendime engel olmayı bırakıp uykuya daldım. **** Tenimde hissettiğim sıcacık dudaklar içinden hiç çıkmak istemediğim uykumdan ayılmama neden olurken o dudaklar tenimde gezinmeye devam etti. Bu, uykulu uykulu gülümsemem için yeterli olurken Pars "Ayliz," diye fısıldadı. "Hı," dedim uykulu uykulu ama uyumaya o kadar devam etmek istiyordum ki gözlerimi bile açmamıştım henüz. "Daha uyanmayı düşünmüyor musun?" Bu soru beni güldürürken dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Ama uyanıp kahvaltı yapman lazım, ilaçlarını alacaksın." Söylediği bu şeye karşılık olarak homurdanmakla yetindim. "Homurdanıp durma, kahvaltı hazır bile." Buna da karşılık olarak sadece ofladım. O esnada Pars "Tam sevdiğin gibi sucuklu yumurta yaptılar sana," dediği an hızla gözlerimi açtım, şaşkınca baktım ona. "Mükellef bir masa kurdular. Salam, sosis ne ararsan var," dediğinde yüzümü buruşturdum. Onları yediğimi hayal etmek bile kendimi kötü hissetmem için yeterli olurken Pars'ın yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Ya resmen dalga geçiyorsun benimle," deyip omzuna vurdum, sonra da ondan destek alıp doğruldum ve arkama yaslandım. "Sucuklu yumurtaymış! Sen ye onu!" diye kızdığımda yüzündeki o alaylı ifade daha da arttı. "Yiyeceğim zaten," dedi ve bir sır verecekmiş gibi yüzüme yaklaştı. "O değil de benim aklıma bir şey geldi," dedi, yine ne diyecek de benimle dalga geçecek diye merakla ona bakarken devam etti. "Sen küçükken bayağı yiyordun bunları sonra ne oldu da yememeye karar verdin? Hatırladığım kadarıyla bayağı seviyordun," dedi, dalga geçmesini beklerken düzgün bir soru gelmiş olmasına şaşırsam da cevap verdim. "Adı üstünde küçükmüşüm işte, önüme ne koysalar onu yiyormuşum. Büyüyünce yememeye karar verdim." "Hm," dedi sadece, bir yorum yapmadı. "Niye merak ettin ki?" diye sorduğumda sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Öylesine," dedi ve keyifsiz bir şekilde devam etti. "Biz şimdi hayatımız boyunca oturup seninle doğru düzgün yemek yiyemeyecek miyiz?" diye sorduğunda istemsizce güldüm. "Sen de vejetaryen ol, yeriz o zaman," dedim telaşla ayağa kalktı. "Hiç gerek yok," dedi kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutarken telaşla devam etti. "Sen ne yaparsan yap, ne yersen de ye ama bana bulaşma." "Aman bulaşmam zaten, hem konuyu açan sen oldun sabah sabah," dediğimde elini uzattı. "Açtığım gibi de kapatıyorum, hadi kalk inelim salona artık," dediğinde uzatmayıp elini tuttum ve yardımıyla ayağa kalktım, kalkmamla eşzamanlı olarak kendimi kucağında buldum. "Ne yapıyorsun ya?" derken düşme hissine kapılıp telaşla boynuna sarıldım. "Kucağıma alıyorum seni," diye cevap verirken çoktan kapıya doğru yürüyordu bile. "Keşke bir de haber verseydin," diye sitem ettiğimde muzip bir bakış atıp sessiz kaldı ve odadan çıktı. Salona indiğimizde üçlü koltuğa bıraktı beni ve arkama bir yastık koydu. "Kahvaltı?" diye sordum. "Bir tepsi hazırlasınlar, burada ye," dedi. "İyiyim ben, masaya oturamayacak kadar kötü değilim ki." "Fark ettim onu," dedi imalı bir tavırla. "Aşağı kadar tek başına inmiş olmandan." Kaşlarımı çattım. "Sen hâlâ orada mısın ya? Hem biz dün gece konuşup anlaşmadık mı? Ne oldu şimdi yine sabah sabah? Rüyanda o pisliği falan mı gördün?" "Yok bir şey," deyip ayağa kalktı, az önce şaka yaptığım hâlde şimdi bu tavrı yüzünden bir şey olduğunu anlarken mutfağa doğru seslendi. "Bakın bir buraya." "Pars," dedim, gözleri beni buldu. "Bir şey olmadı değil mi?" "Olmadı," dedi anında ama içime şüphe düşmüştü bir kere ve kolay kolay kurtulamayacak gibiydim fakat yine de uzatmak istemedim ve sessiz kaldım. O esnada çalışan kadınlardan biri salona geldi. "Buyurun Pars Bey." "Ayliz için bir tepsi hazırlayın," dedi, kadın onu onaylayıp mutfağa giderken de gözleri yeniden beni buldu, yanıma oturdu. O an ona Tan'ı sormayı istedim, o hâlâ burada mı yoksa gönderdi mi merak ettim ama soramadım çünkü normal bir soruyu yanlış anlayacak kadar öfkeliydi. "Dün," diye kendisi konuya girdiğinde hevesle baktım gözlerinin içine fakat "Hastanede," diye devam ettiğinde konuşmasına farklı bir şey konuşacağını anladım, hevesim kaçtı. "Leyla'yla konuştum," dedi, gözlerimi kaçırdım. "Doğan'la karşılaşmışlar." Engel olmadığım için kızmamasını umut ederken "Biliyorum," diye mırıldandım. "Karşılaştıklarında sen yanlarında mıydın?" Sorusuna karşılık sadece başımı sallamakla yetindim. "Bir şey konuştular mı peki?" diye sorarken hiç de kızgın değil gibiydi. "Hayır," dedim, onun bu hâli beni biraz olsun rahatlatmıştı. "Aslında şey," diye devam ettim konuşmama, merakla baktı bana. "Engel olabilirdim tanışmalarına ama bunun doğru olup olmayacağından emin olamadım ve karışmadım. Belki de sen onları tanıştırmak istiyordun ama..." Devam etmeme izin vermedi. "Senin bir suçun yok, ortada bir suç de yok zaten," dedi ve ekledi. "Leyla karşılaştıklarını anlatınca bir şeyler konuşup konuşmadıklarını merak ettim sadece." "Konuşmadılar, Doğan gitti zaten hemen." "Daha da dönmedi," dediğinde endişelendim. "Nasıl daha da dönmedi? Nerede olduğunu bilmiyor muyuz şimdi?" Endişeyle sorduğum bu soruya karşılık olarak öyle bir bakış attı ki cevabımı almış oldum. "Sen tabii ki biliyorsundur nerede olduğunu, herkesi bulurken kendi kardeşini bulamayacak değilsin." "Biliyorum," dedi ve sıkıntıyla derin bir nefes aldı. "Ama yanına gitmedim, aramadım da. Biraz kafasını toplasın kendi gelir zaten." "En doğrusu," dedim, o esnada çalışan kadın elinde bir tepsiyle yanımıza döndü. Pars onu görünce ayaklanıp elinden tepsiyi aldı. Kadın giderken de yanıma oturdu yeniden. Tepsiyi bana vermek yerine yerleşmeye çalışınca yemem için yardımcı olacağını anladım. "Kendim yiyebilirim," dedim, gözleri beni buldu. "Yardım..." Ne söyleyeceğini bildiğimden devam etmesine izin vermedim. "Sen de bir şeyler yemelisin," derken dakikalardır fark etmediğim şeyi fark ettim. Elinin yüzü yaralanmıştı, bunun nasıl olduğunu bildiğimden ve konuyu açmak istemediğimden buna dair hiçbir şey söylemedim. "Sen önce ye, ben bir ara hallederim," dedi ve omletten bir parça koparıp itiraz etmeme bile izin vermeden yedirdi bana. Hemen ardından da bir parça ekmek kopardı, onu da yedirdi ve çayımı uzattı. Çayı ondan alıp da bir yudum içtiğimde ise nefes bile almama izin vermeden biraz daha omlet yedirdi, yerken gülmeden edemedim. "Neye gülüyorsun?" diye sordu anlamsızca. "Hiç," dedim ve omuz silktim. "Hoşuma gitti sadece." Yüzünde muzip bir ifade oluşurken "Sana yemek yedirmem mi?" diye sordu. "Benim için bir şey yapman," diye düzelttim onu, dudağının bir tarafı hafifçe yana kıvrıldı. "Bunu öğrendiğim iyi oldu," derken biraz daha omlet yedirdi. Lokmamı yuttuktan hemen sonra sordum. "Neden?" Çatala bir dilim peynir batırıp bana yedirirken cevapladı. "Bundan sonra daha sık yaparım." Bu cevap hem hoşuma gitti hem de muzipçe ona bakmama neden oldu ve o an içimden geçirdiğim şeyi ona söylemekten çekinmedim. "Bambaşka biri gibisin," dediğimde duraksadı ve ağır hareketlerle başını kaldırıp gözlerime baktı. "Anlamadım?" Yüzündeki ifade yüzünden "Kötü bir şey demedim," diye açıklamak zorunda kaldım ve devam ettim. "Sadece eskisinden daha farklı biri gibisin, bunu söylemek istedim," dedim, bu açıklamama rağmen anlamsızca bakmaya devam ettiğinde ben de istemsizce açıklamaya devam etmek zorunda kaldım. "Eskiden bana çok soğuk gelirdin," dediğimde kaşlarını çattı ve sessiz kaldı. "Uzak, sessiz, duygusuz, hep kızgın, herkesi tersleyen biriydin," dedim, yüzünde buruk bir ifade oluştuğunu fark ederken devam ettim. "Ama zamanla aslında böyle olmadığını sadece bana karşı böyle olduğunu, hatta böyle olmak için kendini zorladığını anladım." Hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. "Bunu ilk fark ettiğimde daha önce hiç olmadığı kadar canım yanmıştı, ta ki gerçek sebebini öğrenene kadar. Tek kaşını kaldırdı. "Gerçek sebebi?" diye sordu sanki kendisi o sebebi bilmiyormuş gibi, oysa ben bile ondan öğrenmiştim bu sebebi. "Sen anlattın ya hani?" deyip herhangi bir şey demesini beklemeden devam ettim. "Ben küçükmüşüm, sen büyükmüşsün. Bana o gözle bakmıyormuşsun falan," dediğimde derin bir nefes aldı. Ne söyleyecek diye merakla beklerken uzanıp elindeki tepsiyi orta sehpaya bıraktı ve gözlerini yeniden bana çevirdi. "Ayliz," dedi her ismimi söylediğinde olduğu gibi sakin bir ses tonuyla. "Sana saçmalık gibi geliyor belki ama o söylediğin şeyler benim için çok önemli şeylerdi," dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. "Hâlâ çok önemli hatta," deyip bir kez daha derin bir nefes aldı. "Bu yüzden beni suçlama," dedi ve ellerimi tutup devam etti. "Sana karşı olan hislerimin seninki kadar eski olmasını bekleyemezsin benden, bunun çok saçma bir yere gideceğini sen de çok iyi biliyorsun. Bu yüzden sana asla başka bir gözle bakmadım, sen bunu istedikçe de benden uzak ol diye elimden geleni yaptım," dedi, gülümsedim. "Biliyorum," dedim ve ekledim. "Seni suçluyor olduğum için bu konuyu açmadım, ben sadece ne kadar mutlu olduğumu anlatmaya çalışıyordum," deyip acıyla gülümsedim ve cümlemi tamamladım. "Ama onu da beceremedim." Kaşlarını çattı. "Bu ne demek şimdi?" İç geçirdim. "Baksana yine her şey mahvoldu. Her şeyi yoluna koymak için bir kafe açalım dedik şimdi oradan haberim bile yok. Muhtemelen Gökmen ilgileniyordur, yine arkamı biri topluyordur yani," derken aklıma borç sorunumuz da geldi ve canım biraz daha sıkıldı. Gökmen halletti acaba diye düşünmeden edemezken bir yandan da konuşmaya devam ettim. "Sen de benim yüzümden işinden oldun, babamla eskisi gibi de değilsiniz," derken başımı önüme eğdim, parmaklarımla oynarken o cümleyi de kurdum. "Sanki herkesin hayatı benim yüzümden mahvoluyor gibi hissediyorum." Yüzüme dokundu, önüme eğdiğim başımı kaldırıp kendisine bakmamı sağladıktan sonra gözlerimin içine bakarak konuştu. "Hayatımı güzelleştiren kadının hayatımı mahvettiğini düşünmesi duyduğum en saçma şey olabilir," dedi ve eğilip iç çekerek yanağımdan öptü. Sonrasında ise geri çekilip yeniden gözlerimin içine baktı. "Seni seviyorum," dedi, dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. "Seni çok seviyorum Ayliz ve eğer gerçekten hayatımı mahvetmiş olsaydın bile şu an düşündüğüm tek şey seni sevdiğim olurdu. Bunu hiç unutma, olur mu?" Gözlerim dolarken başımı salladım. "Olur," derken sesim titredi ve kirpiklerim ıslandı. "Ben de seni çok seviyorum," dediğimde ise gözümden bir damla yaş düştü, eşzamanlı olarak sımsıkı sarıldım ona. "Ben de," dedim, hâlâ sesim titriyordu. "Ben de seni çok seviyorum," derken daha da sıkı sarıldım ona. Elleri belimi bulduğunda canımı yakmaktan korkmuş olacak ki benim kadar sıkı sarılmadı bana ama yüzünü boynuma gömüp boynumdan iç çekerek öptü. Onun tek bir dokunuşu sanki bütün acılarımı dindirdi ve kocaman tebessüm ettim. Ondan ayrılmayı hiç istemeyip sarılmaya devam ederken kokusunu içime çektim ve işte tam o anda hiç duymamam gereken birinin bağırışlarını duydum. "Bırak! Bırak lan orospu çocuğu!" Tan'ın sesi kulaklarımı doldururken telaşla Pars'tan ayrıldım. Korkuyla gözlerinin içine bakıp ne olduğunu açıklamasını beklerken "Hemen geleceğim," deyip ayağa kaktı ve terasa doğru yürüdü. O giderken yerimde duramadım ve ben de kalktım, peşinden gittim. O terastan çıkarken ben kapının yanında durup olduğum yerden görebildiğim kadarıyla bahçeye doğru bakındım ve Tan'ı gördüm. İki adam kollarına girmiş, onu bahçe kapısına doğru çekiştirmeye çalışıyorlardı. Yanlarında birkaç adam daha vardı ve hep birlikte Tan'ı ancak zapt edebiliyorlardı. Bu manzara hiç hoşuma gitmezken ve bir an önce onu buradan götürmelerini umut ederken Tan, ellerini arkasında birleştirmiş ve terastan onu izleyen Pars'ı gördü ve çırpınmayı bıraktı. Dağılmış yüzüne rağmen öfkeli gözlerini fark edebiliyor olmak ondan korkmama neden olurken bağırarak söylediği şeyleri duydum. "Mahvedeceğim lan seni! Duydun mu beni! Bu yaptığının peşini bırakırsam adam değilim lan ben!! Benim yandığım kadar yanacaksın lan sende!" Boş tehditleri ne Pars'ın ne de beni umurumda olmazken bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu ve göremeyeceği kadar uzakta olsam da gözleri beni buldu. Bana bakması, susması için yeterli olurken onunla göz göze gelmek kendimi rahatsız hissetmeme neden oldu ve olduğum yerde bu rahatsızlıkla kıpırdandım. Ne yapacağımı bilmeyip öylece dururken Pars, Tan'ın bakışlarını fark etmiş olacak ki, omzunun üstünden arkasına bakıp o da beni gördü. Fakat gördüğüne pek de memnun olmadı, bunu yüz ifadesiyle elinden geldiği kadar belli ederken başını yeniden önüne çevirdi ve birkaç adım sağa kayıp önüme geçti, Tan'ın beni görmesine engel oldu. Bu yaptığı yüzünden sıkıntıyla oflarken geri çekildim fakat gidip yerime oturmadım, onun gelmesini bekledim. Az sonra -Sanırım Tan'ın evden ayrıldığından emin olduktan sonra- yeniden eve girdi ve ağır adımlarla yanıma gelip karşımda durdu. Bir şey söylememi beklediğini fark edince "Bitti artık, değil mi?" diye sordum. Kabaran göğsünden aldığı derin nefesi fark ettikten hemen sonra başını salladı. "Bitti." Bir kez daha kocaman gülümsedim ona. "Bir daha değil yüzünü görmek, adını bile duymayacaksın," diye devam etti konuşmasına ve bir adım atıp yaklaştı bana. "Güven bana." "Güveniyorum," dedim bir an bile olsun tereddüt etmeden. O an öyle bir baktı ki gözlerime bunun altından bir şey çıkacağını hemen anladım. "O zaman cevap da ver artık," dediğinde de ne çıkacağını anladım ve konunun yine hiç istemediğim bir yere gelmesinden dolayı rahatsız oldum. "Cevap," derken esimin fısıltı gibi çıkmasına engel olmadım. Başını salladı. "Cevap," diye tekrar edip onayladı beni. O an bu konunun daha fazla istemedim çünkü ne kadar uzarsa vereceğim cevap o kadar büyük bir soruna yol açacaktı. "Pars," deyip ellerini tuttum ve gözlerinin içine baktım. "Seninle evlenirim," dediğimde gözlerinin içinin parladığını fark ettim. Bu, boğazıma bir yumru oturmasına neden olurken devam ettim. "Ama zamanı geldiğinde." Ve bu cümlemle gözlerindeki o ışık söndü, anlamsızca baktı bana. "Şimdi doğru zaman değil, senin için de benim için de." Sessiz kaldı. "Ben seni çok seviyorum, ben sana aşığım ama evlilik çok büyük bir olay. Benim altına girmek istemeyeceğim kadar büyük." Sessiz kalmaya devam etti. "Özür dilerim," dediğimde dayanamadım ve gözümden bir damla yaş aktı. "Yapamam." Dudaklarımdan dökülen bu cümleyle eşzamanlı olarak hayatımda ilk defa onun gözlerinde hayal kırıklığı gördüm ve sanırım yeşillerinde gördüğüm bu hayal kırıklığının sahibi olduğum için kendimi hayatımın sonuna kadar affetmeyecektim. Bölüm Sonu! Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum<3 Ayliz, Tan konusunda Pars'a engel olmakta haklı mıydı sizce? Pars, aldığı bu cevaba nasıl tepki verecek dersiniz? Araları yeniden bozulacak mıdır? Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın <3 Alıntı ve duyurular için; Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan Sizi Çok Seviyorum! |
0% |