Yeni Üyelik
48.
Bölüm

47.BÖLÜM "YOK SAYILMAK"

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

47. BÖLÜM "YOK SAYILMAK"

Gözlerimi Pars'ın hayal kırıklığıyla bakan yeşil gözlerinden çekemezken onu bu hâle düşürdüğüm için canım o kadar çok yanıyordu ki bu acıyla kendimden nefret ediyordum. O ise bunu fark etmeden dakikalardır olduğu gibi sessizce aynı ifadeyle gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu.

Dayanamayıp "Bakma bana öyle n'olur," dedim yalvarırcasına. "Biliyorum çok kızgınsın şu an, hatta..."

"Kızgın değilim," diye araya girdi dümdüz bir ses tonuyla, az önceki hâlinden sonra bu hâli bana o kadar yabancı geldi ki canım bir de bunun için yandı.

Bu yüzden bir kez daha "Özür dilerim," dedim, hüngür hüngür ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sanki hayır cevabını ben ona değil de o bana vermiş gibi abartılı bir ruh hâli içindeydim ama bunun abartılı olduğunu çok iyi bildiğim hâlde kendime engel olamıyordum. Çünkü ilk kez böyle bir anın içindeydik. İlk kaz canı yanan taraf değil, can yakan taraftım ve karşımdaki âşık olduğum, kendimden çok sevdiğim adam olduğu için benim de canım yanıyordu.

"Neden özür diliyorsun?" Ses tonu hâlâ dümdüzdü.

"Seni üzdüm ama ben..."

"Ama sen yapamazsın," diyerek benim söylemek istediğimi, o söyledi. "Haklısın." Haklısın mı? Bu, şu an için ondan duymayı beklediğim son şey bile değildi. "Senin suçun değil, benim suçum."

"Pars..."

"Gerçekten benim suçum," diye girdi araya. "Doğru söylüyorsun, doğru zaman değildi." Sessiz kaldım, o ise devam etti. "Her şey çok fazla üst üste gelmişti, çözümün sadece bu olduğunu düşünmüştüm." Bana doğru bir adım attı ve yüzümü avuçlarının arasına aldı.

"İstememekte sonuna kadar haklısın, her şey bir yana yanlış bir düşünceyle alınmış bir karardı." Anlamsızca baktım ona.

"Son çaremiz olduğu için ya da her şey düzelsin diye değil, gerçekten istediğimiz zaman da olması daha doğru olacaktı."

Sanki düşüncelerimi okumuş gibiydi, benim ona söylemek istediklerimi ama söyleyemediklerimi en doğru cümlelerle açıklamıştı. Garipti ama sanki beni, benden daha çok anlıyor gibiydi.

"Şimdi değil belki ama doğru zamanda ve en doğru anda," derken kendisini onaylamamı bekliyor gibiydi.

Bu yüzden "Doğru zamanda ve doğru anda," diye onayladım ben de onu ve sanki o an gözlerindeki o hayal kırıklığı yok olmuş gibiydi ya da yok olduğunu düşünmemi istediği için elinden geleni yapıyordu.

"O zaman bu konuyu bir daha konuşmak yok," dediğinde başımı sallayıp sessiz kaldım. Bir yanım hâlâ gözlerinin içinde gördüğüm o ifade yüzünden acı çekerken bir yanım sanki rahatlamış gibiydi. Çünkü on dakika öncesine kadar içimde var olan korku, şimdi yoktu.

"Hadi o zaman, artık sen de bir şeyler ye," dedim konuyu tamamen değiştirmek için.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Bir şey yiyesim yok, biraz vakit geçsin yerim belki bir şeyler."

Duyduğum bu cümleyle eşzamanlı olarak elimi kaldırdım ve alnına dokundum. Bunu neden yaptığımı anlayamaz gibi bakarken "Ateşin yok," dediğimde kaşlarını çattı. "Hasta gibi de değilsin, neden yemek istemiyorsun ki?"

"Hasta falan değilim Ayliz, canım istemiyor sadece," dedi ve belime dokundu. "Hadi, sen de artık otur. Dinlenmen gerek biraz," deyip keyfime bırakmadı ve belimdeki eliyle beni yönlendirip koltuğa oturttu beni. Sonra da koltuktaki battaniyeyi bacaklarımın üzerine örttü.

"Sen şimdi biraz dinlen, benim de biraz çalışmam lazım." Çalışmak mı? Bir işi yoktu ki artık onun, istifa etmişti. "Bakma öyle, birkaç küçük işim var sadece. Halledip hemen yanına geleceğim."

Ne işin var ki diye sormak yerine başımı salladım. "Sen işine bak, ben de biraz televizyon izlerim."

Aldığı cevap onu memnun ederken eğildi ve yanağımdan öptü. "Bir şeye ihtiyacın olursa seslenmen yeterli, çalışanlar bana haber verir," dediğinde yine sadece başımı salladım.

Başka bir şey demeyip de yanımdan kalktığında ve merdivenlere yöneldiğinde arkasından baktım. O gözden kaybolduğunda ise bakışlarımı önüme çevirdim. Başımı çevirdiğimde karşımdaki camdan duvarın yansımasında kendimi gördüm.

Yüzüm gözüm hâlâ berbat bir hâldeydi. İki gözüm birden hâlâ mosmordu, morluklar bir yana, yüzümün her yerinde yara izleri vardı. Kendime daha fazla bakamayıp o camdan gözlerimi çevirdiğimde kollarımdaki morluklar ve yaralar gözüme çarptı bu kez de ve gözlerimi sımsıkı kapattım.

"N'olur bir an önce yaralarım geçsin," diye mırıldandım kendi kendime ve derin bir nefes aldım. Sonra da bir an bile olsun kendimi görmek istemedim, karanlıkta kalmak isteyip yapabileceğim tek şeyi yaptım ve battaniyenin altına girdim.

Bu zamana kadar çoğu kez her şeyden ve herkesten saklanmış, kaçmıştım ama şimdi hayatımda ilk kez kendimden kaçıyor, saklanıyordum.

Bu düşünce beni rahatsız ederken başka şeyler düşünmek isteyip kafeyi düşünmeye çalıştım ama bu kez de borç mevzusu aklıma geldi, canım biraz da bunun için sıkıldı. Çoktan bu konunun halledilmesi gerekiyordu ama maalesef neler olduğunu bile bilmiyordum henüz. Gökmen bir şeyler yapabilmiş miydi acaba bu konuda? Yapmış olsaydı beni rahatlatmak için arayıp haber vermez miydi? Belki de bu hâldeyken beni bunlarla meşgul etmek istememiştir ama olmazdı ki böyle, sonuçta bu ikimizin mevzusuydu. Her şeyi ona bırakmak ona haksızlık olurdu ama yapabileceğim hiçbir şey de yoktu ki...

Yanaklarımı doldura doldura ofladım. Bu işe girerken bu kadar zor olacağını tahmin edememiştim. Hatta doğrusu aklımın ucundan dahi geçmemişti ve sadece yapabileceğime inanmıştım. Hatta kendimi buna o kadar inandırmıştım ki bu işe kendi olabilmek için son umudum gibi bakıyordum ama şimdi kimseye söyleyemesem de kendime söylüyorum; ben yapamıyorum. Belki her şey üst üste geldiği için, belki oradan uzak kaldığım için böyle hissetmeye başladım bilmiyorum ama hissediyorum işte.

Bu his kalbimde giderek büyürken başımı önüme eğdim ve bir kez daha ofladım. Geri adım atmak, kaçmak istemiyordum. Ayliz yine vazgeçti, yine yapamadılar desinler, düşünsünler bile istemiyorum ama olmuyor işte, yapamıyorum. Her şey bir yana yapamadığımı söylemek Gökmen'e haksızlık olacak, onu yarı yolda bırakacakmış gibi hissediyorum. Ki öyle de olacaktı zaten, eğer yapamıyordum deyip geri çekilirsem onu yarı yolda bırakmış olacaktım.

Ben, bunu kimseye yapamam ki...

Bu yüzden devam etmem lazım, hem de sonuna kadar. Evet belki çok borcun altına girdik, çok risk aldık ama elbet düzelecek her şey. Ben de düzelene, o borçlar bitene kadar onun yanında olmalıyım. Eğer o zaman hâlâ böyle hissetmeye devam edersem o zaman bırakabilirdim. Çünkü o zaman bu, ona haksızlık olmazdı. Ne de olsa onu bir borç batağının içinde bırakmış olmazdım. Aksine, tüm başarıyı ona bırakmış olurdum. Tabii o zaman geldiğinde hâlâ bu işe karşı böyle hissediyor olursam.

Düşünceler arasında savrulup kendimce kararlar alırken peki ya sonra ne olacak diye sormadan edemedim kendime. Bırakırsam ne olacak? Ne yapacağım? Her şey yine eskisi gibi mi olacak? Yine kendimi o kadar kötü ve yetersiz hissetmeye, kimse görmese de kendimi küçük görmeye mi başlayacağım? Hayır, bunu yapamam. Bu, kendime yapacağım en büyük kötülük olurdu çünkü. Bu yüzden eğer bir gün bırakacak olursam kendime yeni bir hedef belirlemeliydim.

Canımı sıkan ve içime sıkıntı çökmesine neden olan bu konu başımı da ağrıtmaya başladığında daha fazla oturmak, düşünmek istemedim ve üzerimdeki battaniyenin altından çıkıp koltuktan destek aldım, ayağa kalktım. Bunu yaparken zorlanmış olsam da umursamadım. Pars, en ufak bir hareketime bile kızıp dinlenmemi söylese de öyle iyileşemeyeceğimi çok iyi biliyordum. Biraz hareket etmeli, vücudumu esnetmeliydim. Tüm gün oturmak, tam aksine her yerimin biraz daha ağrımasına neden oluyordu.

Ağır adımlarla teras kapısına yürüdüm. Yürüdükçe canım yandı belki ama o acıyı çok düşünmemeye çalışıp terasa çıktım. Eşzamanlı olarak soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla birlikte gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, temiz havayı ciğerlerime çektim. İşte şimdi az öncekinden çok daha iyi hissediyordum.

Bu his, tebessüm etmem için yeterli olurken gözlerimi yeniden araladım ve durmak yerine ağır ağır merdivenleri indim. Bir yandan her ne kadar düşünmek istemesem de kafe meselesini düşünürken bir yandan da Pars'a verdiğim evlilik teklifi cevabını düşünüyordum. Beklediğimden çok daha fazla anlayışla karşılamış, hatta beklemediğim bir tavır sergileyip bana hak vermişti. Fakat ben hâlâ sanki onun kalbini kırmış gibi hissediyordum ve bu his beni deli ediyordu. Acaba sahiden de bana hak vermiş miydi yoksa ben üzülmeyeyim diye hak vermiş gibi görünüp kendi kırgınlığını bastırmaya mı çalışmıştı? Umarım öyle bir şey yapmamıştır diye içimden geçirirken bahçe koltuklarına ulaşmıştım.

Her ne kadar oturmak istemeyip yürümeye devam etmek istesem de merdivenler beni zorladığı için biraz olsun dinlenmek isteyip koltuğa oturdum. Başımı geriye yaslayıp gökyüzüne baktığımda tebessüm ettim ve temiz havayı içime çekmeye devam ettim.

Deniz ve toprak kokusu beklediğimden daha iyi hissetmeme neden olurken bahçe duvarının arkasındaki denizin sesi kulaklarımı dolduruyor ve aynı zamanda içimin de huzurla dolmasına neden oluyordu. Tüm bu hisler arasında biri beni izliyor hissine kapılıp başımı çevirdim ve arkama baktım, kimseyi göremedim. Evin balkonlarına, pencerelerinde de göz gezdirdiğimde yine kimseyi göremedim. Tek garip olan şey; bu soğukta Pars'ın odasının balkonunun kapısının açık olmasıydı.

Bunu fark edince dudaklarım yana kıvrıldı. Muhtemelen oradan beni gördü ve kapıyı bile kapatmayı unutacağı bir telaşa kapılıp odadan ayrılmıştı. Birazdan yanıma gelir diye düşünürken gözlerimi önüme çevirdim. Temiz havanın tadını çıkarmaya devam ederken çok geçmeden beklediğim şey oldu ve ayak sesleri duydum. Bu seslerin Pars'a ait olduğunu anlamak hiç de zor olmazken az sonra zaten kendisi karşımda belirdi.

Nefes nefese kalmış, kaşlarını çatmış, bakışları olabildiğince sertti ve ellerini arkasında birleştirmiş gözlerimin içine bakıyordu.

Bu hâli bana çok komik gelirken "Sigarayı azaltmalısın," dedim, bakışları daha da sertleşti. "Sadece üç kat merdiven indin ama nefes nefese kalmışsın, olmaz böyle," dedim ve yüzünde oluşan ifade yüzünden dayanamayıp güldüm.

Ne için böyle baktığını çok iyi bildiğimden "Bakma öyle sinirli sinirli, biraz hava almaya çıktım sadece," dedim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Hem yürümek biraz iyi geldi, kemikleri açılmış gibi hissediyorum. Öyle sabahtan akşama kadar yatarak iyileşilmezki, biraz hareket etmek lazım," deyip kendimi savunmaya devam ettim.

Umarım bana hak verir, beni anlar da zorla yeniden içeriye götürmez diye içimden geçirirken sert olan bakışları yumuşadı, çatık kaşları indi. Hemen ardından da yanıma oturdu.

"Söyleseydin, ben seni çıkarırdım dışarıya. Ya dengeni kaybedip merdivenden düşseydin? O zaman ne olacaktı? Daha kötü olacaktın," derken sesi hem endişeli hem de bir o kadar sakin çıkıyordu.

"Düşmedim ama, düşmezdim de," dedim ve ekledim. "Tek başıma yürüyemeyecek kadar kötü değilim." Onu buna inandırmak için gülümseyip elini tuttum. "Gerçekten iyiyim ben, sen de rahatla lütfen artık."

Başını sallayıp sessiz kaldı, kabullenmiş gibi görünüyordu ama çok uzun süre bu evhamlı hâllerinin devam edeceğini biliyordum.

Onun başına böyle bir şey gelseydi ben de onun gibi davranırdım muhtemelen diye içimden geçirip bu davranışlarına hak verdikten sonra konuyu uzatmak istemedim, hatta değiştirmek istedim ve "Telefonun yanında mı?" diye sordum.

"Neden?"

Vereceği tepkiyi az çok tahmin etsem de bu aramayı yapmam gerektiği için "Birini aramam gerekiyor da," dedim çekingen bir ses tonuyla.

"Kimi?" diye sordu anında, sanki alacağı cevabın hoşuna gitmeyeceğini anlamış gibiydi.

"Gökmen'i," diye sorusuna cevap verdiğim ilk an yumuşak bakışları yeniden sertleşti ve tek kaşını kaldırdı. Bir açıklama beklediğini fark edip "Ortağız onunla, her şeyin yolunda olduğundan emin olmam gerekiyor," dedim.

Bu söylediğim gereksiz bir şekilde canını sıkarken cebindeki telefonu çıkardı ve uzattı.

"Teşekkür ederim," derken aldım telefonu ve her zamanki gibi şifresi olmayan telefonu kolaylıkla açıp Gökmen'in ezberimdeki numarasını yazdım ve aradım ama uzun uzun çalmasına rağmen açmadı telefonu. Ben de bir daha aramak yerine telefonu yeniden Pars'a uzattım. "Açmadı, bir daha ararsa verirsin sen bana," dediğimde imalı imalı bakıyordu yüzüme.

Bu bakışları garipseyip "Ne oldu?" diye sordum ve istemsizce gergin bir tavırla güldüm. "Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Sen benim numaramı ezbere biliyor musun?"

Bir anlık boşluğa düşüp "Yoo," dedim, eşzamanlı olarak yüz ifadesi değişti. Az önce Gökmen'in numarasını ezbere yazdığımı hatırlayıp bu sorunun gelme nedeninin ve bakışlarının değişme nedenini fark ettiğimde dayanamadım ve güldüm.

"İnanamıyorum sana," dedim hâlâ bana fazla ciddi bir tavırla bakarken. "Gerçekten inanamıyorum Pars," derken hâlâ gülüyordum. "Bunu mu kıskandın yani? Kıskanacak başka bir şey mi kalmadı?"

Benim aksime hâlâ fazlasıyla ciddiyken "Oradan bakınca kıskanmışım gibi mi duruyor?" diye sordu bir de ve inkâr etmiş oldu.

Bu, beni daha çok güldürdü. "Buradan bakınca Gökmen burada olsaydı eğer bir dakika bile düşünmeden onu bir kaşık suda boğacakmışsın gibi duruyorsun."

Bu cevabım bile yüz ifadesinin değişmesine neden olmazken “İyi," dedi ağzının içinden ve sitem edercesine ekledi. "Hiç değilse bunun farkındasın."

"Pars yapma," dedim masum masum ona bakarken. "Bu yüzden bana kızacak değilsin herhâlde değil mi?" diye sorarken kolunun altına girdim ve beline sımsıkı sarılıp başımı da göğsüne koydum.

Sözlerim karşısında sessiz kalmayı tercih ettiğinde başımı kaldırıp çenesinin altından yüzüne baktım. Hâlâ aynı bakışlara sahip olduğunu görmek içten içe beni güldürürken "Ya bir kere Allah aşkına ben senin numaranı nasıl ezberleyeyim? İki günde bir değiştirip duruyorsun, ben o kadar akıllı değilim," deyip kendi söylediğim şeye kendi güldüm ve devam ettim. "Ayrıca onunkini de ezberleme nedenim kafe açılırken neredeyse günde elli defa konuşuyorduk onunla. Öyle ekranda gör gör göz aşinalığı olmuş işte," dedim ve bana çok saçma gelen bu durumu bir de açıkladım.

İnsan hiç böyle bir şeyi kıskanır mıydı? Adam resmen telefon numarasını ezberledim diye kıskanmıştı? Ya da belki Gökmen'i sevmediğini her fırsatta belli etmeye çalışıyordu.

"Bir de açıklama yapıyorsun," dediğinde istemsizce ondan ayrıldım ve gözlerine baktım. "O herifi kıskanmadım herhâlde, saçmalama."

Kahkaha atmamak için kendimi çok zor tuttum. "Tamam, bir şey demedim," dedim sırf konu kapansın diye. "Hem sen işim var demiştin, bitti mi işin?" diye de sorup konuyu tamamen değiştirdim.

"Bitmedi," dedi ve ekledi. "Ama acilliği de kalmadı, sonra hallederim," deyip hafifçe bana doğru eğildi ve yüzünü avuçlarımın arasına aldı. "Yüzün buz gibi olmuş, üşümüyor musun sen?"

Dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Üşümüyorum."

"Emin misin?"

"Eminim."

"Öyle olsun," dedi ve beni yeniden kolunun altına alıp az önce ben sarıldığımda yapmadığı şeyi yapıp kendisi sarıldı bana.

"Söyle bakalım," dedi sarılırken de ve devam etti. "Canını ne sıktı? Neyin yolunda olmadığını düşünüp de onu arıyorsun?"

Şaşkına kaldım, nasıl anlamıştı bunu? Oysa sadece aramak istediğimi söylemiştim.

Doğruyu söylemek istemeyip "Hiçbir şey," dedim ve ekledim. "Ne sıksın ki canımı? Sadece bir sorun var mı yok mu onu öğrenmek istedim."

Elleri saçlarımda gezinirken "İnanayım mı buna?" diye sordu. Acaba bir şey biliyor da o yüzden mi böyle davranıyordu? Ben daha bunu düşünürken "Anladım, inanmayayım," dedi ve kollarını benden uzaklaştırdı, geri çekilip gözlerime baktı. "Hemen cevap vermediğine göre doğruyu söylemiyorsun. Bu yüzden şimdi anlat bakalım neler olduğunu."

"Bir şey olmadı ki," dedim gergince gülümserken.

"Ayliz," dedi uyarıcı bir tavırla. "Dinliyorum seni."

"Eğer herhangi bir şey yapmayacak, müdahale etmeyeceksen anlatırım."

"Ne demek şimdi bu?"

"Ben seni çok iyi tanıyorum," dedim anında. "Öğrenir öğrenmez gidip sorunu çözmeye çalışacaksın ama ben bunu istemiyorum."

Derin bir nefes aldı. "Tamam, söz hiçbir şey yapmayacağım. Hadi anlat bakalım," derken fazlasıyla meraklanmış gibiydi.

"Bizim çok borcumuz var," dedim tepkisiz kaldı. "Sana bile var hatta, neler olduğunu biliyorsun yani."

"Eee?" derken sanki daha çok merak etmiş gibiydi.

"Tüm bu olanlardan önce ödememiz gereken yüklü miktarda bir borç vardı, hatta bir yol bulmak için uğraşıyorduk ama sonra bunlar yaşanınca aklımdan çıkıp gitti. Şimdi de ne olduğunu öğrenmek istiyorum işte. Gökmen bir şey yapabildi mi yoksa hâlâ uğraşıyor mu ya da kötü bir şey mi oldu bilmek istiyorum," dedim, söylediklerimin keyfini kaçırmış gibiydi.

Bu beni şüpheye düşürünce "Bak söz verdin," dedim ve ilave ettim. "Hiçbir şey yapmayacaksın. Eğer gidip de borcu ödemeye kalkarsan ya da benim arkamdan Gökmen'le anlaşıp da benden gizli bir şeyler yapmaya çalışırsan valla konuşmam seninle."

Sanki sözlerimi duymuyormuş gibi tek kelime etmezken gözlerini benden çekti.

İşte bu hareketi beni daha da büyük şüpheye düşürdü. "Pars bak sakın, şaka falan yapmıyorum ben. Eğer bir şey yapmaya çalışırsan gerçekten konuşmam seninle," dediğimde gözleri yeniden beni buldu. "İnatçı olduğumu bilirsin," diye de ekledim ne kadar ciddi olduğumu anlasın diye.

"Tamam," dedi ama gergin gibiydi. "Bir şey yapmayacağım," diye ekledi ama hiç de öyle bir hâli yok gibiydi. Yoksa neden böyle gerilip de bu kadar rahatsız olsun ki? Hem aslında aklında bir şey yapmak varsa bile neden şu an bu kadar gerilmişti ki? Bu tavırları pek normal gelmese de sessiz kalmayı tercih ettim.

"Öyle olsun," dedim, uzatmak istemedim. O da bu konu hakkında daha fazla bir şey söylemezken telefonu çaldı. Hâlâ elinde duran telefonun ekranına baktıktan sonra sıkıntıyla ofladı ve bana uzattı.

"Al, arıyor," dediğinde hemen aldım elinden ve az öncekinin aksine o her şeyi bildiğinden yanında konuşmaktan çekinmedim, uzaklaşmasını istemedim, aramaya yanıt verdim.

"Alo," dediğimde Pars arkasına yaslanmıştı, bana bakmıyordu belki şu an ama kulağının ben de olduğu yüz ifadesinden belliydi.

"Ayliz, sen misin?" diye sordu Gökmen.

"Evet, benim. Pars'ın telefonuyla aradım."

"Biliyorum, numarası kayıtlıydı," dediğinde kaşlarımı çattım. Pars'ın numarasının onda ne işi olabilirdi ki? Daha önce konuşmuş olsalar herhâlde Pars'ta da onun numarası olurdu ama yoktu. Girdiğim saçma sapan düşüncelerden "Ayliz, orada mısın?" diye sormasıyla kurtuldum ve asıl konuya odaklandım.

"Ben şey için aradım seni, bu olanlardan önce ödememiz gereken bir borç vardı ya hani? Olanlar yüzünden ilgilenemedim bu konuyla,, sen bir şey yapabildin mi diye sormak istedim."

"Yaptım yaptım," dedi anında, sesi çok rahat çıkıyordu.

"Ne yaptın peki? Nasıl hallettin?"

"Yurt dışında yaşayan bir arkadaşım var, ondan borç aldım. Merak etme, öyle hemen isteyip de sıkıştıracak biri değil. Bir sonraki borcumuzun da taksitinin yarısını hallettim bile. İnanamayacaksın ama kafe çok fena işlemeye başladı. Her gün dolup taşıyor, iyileşip hemen buraya dönmen lazım."

O gayet keyifle konuşurken içime derin bir sıkıntının çökmesine engel olamadım, içimde kötü bir his vardı.

"Gökmen," dedim bu hissin sesime yansıttığı endişeyle ve ekledim. "Yine bana yalan söylemiyorsun değil mi? Bak sakın yine arkadaşım deyip de başımızı..."

"Bir kere ağzım yandı benim o işten, sence bir daha yapar mıyım? Yemin ederim başımıza iş açılmayacak, aksine her şeyi yoluna koyacağız bu sefer. Senin aklın burada kalmasın ve iyileşmene bak ama iyileşir iyileşmez de hemen buraya dön."

Derin bir nefes aldım, sessiz kaldım.

"Buraya geldiğinde zaten sen de her şeyin yolunda olduğunu göreceksin," dediğinde gözümün ucuyla Pars'a baktım. Hâlâ bana bakmıyordu ama dinlemeye devam ediyordu.

"Umarım öyledir, ben şu an bile iyiyim zaten. Birkaç güne de iyice toparlar gelirim," dememle Pars'ın bakışları anında beni buldu.

"İşte bunu duyduğuma sevindim, başka bir şey yoksa benim şimdi kapatmam lazım. Servise bakmam lazım, müşteriler bekliyor."

"Yok, kolay gelsin sana."

"Sağ ol, görüşürüz sonra," dedi ve karşılık vermemi bile beklemeden kapattı telefonu.

Telefonu kulağımdan indirip Pars'a uzatırken iyi şeyler duyduğum hâlde kendimi kötü hissediyor ve bu hisse bir anlam veremiyordum.

Pars da bunu fark etmiş olacak ki "N'oldu, canını sıkacak bir şey mi olmuş?" diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, aksine her şey yolundaymış."

"Sorun ne o zaman?"

"Bilmiyorum, içimde kötü bir his var," dediğimde kaşlarını çattı ve endişeyle baktı gözlerime.

Neden şimdi böyle bakıyor diye düşünürken bir anda "Hastaneye gidelim mi?" diye sordu ve kendime engel olamadım, eşzamanlı olarak kahkaha attım.

Pars, bu kahkaha karşısında tepkisiz kalırken "Neden gülüyorsun?" diye sordu.

"Pars, kötü hissediyorum demedim. İçimde kötü bir his var dedim, ne diyeceğim doktora? Bir röntgen çekip içimdeki sıkıntının ne olduğunu söyleyebilir misiniz falan mı?" diye sordum gülmeye devam ederken.

"Dalga geçme," dedi anında ve fazla ciddi bir tavırla. Bu tavrı yüzünden bir kez daha kahkaha atmamak için kendimi çok zor tutarken o buna izin vermedi ve "Psikoloğa götüreyim o zaman seni," dedi ve ben bir kez daha gülmeye başladım.

Dalga geçtiğini çok iyi bildiğimden alınmayacağını bilip içimden geldiği gibi gülerken hafifçe omzuna vurdum. "Manyak," demeyi de ihmal etmedim.

Yaptığım şeyin hoşuna giderken kolunu kaldırdı ve omzuma attı, beni kolunun altına çekip sarıldı.

"Gel o zaman sarılayım, biraz da iyileş," dedi, bir kez daha güldüm.

"İşte bu olur," dedim ve ben de ona sımsıkı sarıldım. O an içimden gelen şeyi de yapıp başımı göğsünden kaldırdım, yanağından öptüm ve yeniden göğsüne koydum.

O da saçlarımdan öperken "Aslında başka türlüsünü tercih ederdim ama bununla idare edeceğiz artık," dedi.

İmasını anlamak zor olmazken gülmeye devam ettim. "İdare et bakalım."

Befesini yanağımda hissederken kulağıma fısıldadı. "İyileşene kadar ama," dedi, işte bunu anlamazken de ekledi. "Önce bir güzelce iyileş sen, sonra kimse elimden alamaz seni," dediği an ne demek istediğini anladım ve başımı yeniden kaldırıp yüzüne baktım.

Yüzündeki muzip ifadeyi fark etmemek için kör olmak gerekiyordu.

Bu ifade yüzünden gözlerime kısıp "Yoksa sen bu yüzden mi beni hemen iyileştirmeye çalışıyorsun?" diye sordum.

Yüzündeki o muzip ifade artarken "Sayılır," dedi, eşzamanlı olarak karnına vurdum.

"Terbiyesiz," dedim ve bu kez ona sarılmak yerine arkama yaslandım.

"Şşt," diye seslendi o esnada ama dönüp bakmadım ona. "Pşşt," dedi bu kez de, gülmemek için kendimi zor tutarken yine dönüp bakmadım ona. "Kızım baksana bir, bir şey diyeceğim," dediğimde gözümün ucuyla baktım ona.

"Ne?" dedim ters bir tavırla.

Çapkınca göz kırptı. "İyileştin mi sahiden?"

Gözlerim irileşirken utançla yanaklarım kızardı ve tüm bunları saklamak için kaşlarımı çatıp sinirlenmiş gibi göründüm. "Terbiyesiz!" dedim bir kez daha. "N'oluyor sana bir içeri girip çıktın bambaşka bir adam olmuşsun tövbe tövbe."

Yüzünde alaylı bir ifade oluşurken sessiz kaldı.

O alayla bana bakarken onun aksine utançtan ölmek üzereydim ve bunu saklamak için elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Bunu başaramayacağımı anlayınca da "Gidiyorum ben," dedim ve kalkmak istedim.

Acıyan kemiklerim bana engel olurken ona elimi uzattım. "Tut elimi, yardım et bana," dedim, tam elimi tutacak gibiyken fark ettiğim şeyle hızla geri çektim elimi. "Ya da tutma sen, güvenemedim şu an sana," dedim ve kendi söylediğim şeye kendim gülüp koltuktan destek aldım.

"Koltuk iyidir, koltuğu tutayım ben," dedim, kendi kendime ayağa kalkmayı başardım. "Sen gelme ama peşimden bir otur hava falan al, kendine gel," derken yanından birkaç adım uzaklaştım.

Uzaklaşırken de "Tövbe tövbe," diye bir kez daha söylendim.

O esnada arkamdan "Ne kızıyorsun kızım, hazır babandan da izin almışken," demesiyle telaşla ona dönüp öyle bir bakış attım ki devam edemedi.

Eşzamanlı olarak da ona doğru bir adım atmamla kendini hafifçe geri çekti. "Tamam, bir şey demedim."

Konuştuğumuz bu saçma konu yüzünden muhtemelen utançtan yanaklarım kıpkırmızı olurken utancımı bastırmaya çalışmaya devam ettim ve önüme dönüp sanki adam bir şey yapacakmış gibi telaşla yanından uzaklaştım. Bir yandan utanırken bir yandan da kaçmaya çalıştığım şey yüzünden alttan alttan gülüyordum.

Bu şekilde ilerlediğim birkaç metrenin ardından kendimi bir anda bir çift kolun arasında buldum, olduğum yerde kaldım.

Pars'ın nefesini boynumda hissederken kalbim yerinden çıkacakmış gibi attı. O ise bunu fark etmeden dudaklarını boynuma bastırdı. Kalbim, biraz daha hızlanırken midemde uçuşan kelebekleri hissetmemek mümkün değildi.

Az önceki utancım yok olup giderken gözlerimi huzurla kapattım ve tebessüm ettim. Boynumdaki dudakları yanağımı bulduğunda da yüzümdeki o gülümseme büyüdü ve hemen ardından kulağıma "Utanınca çok güzel oluyorsun," diye fısıldadı.

Gözlerimi açarken ona doğru döndüm, burnu burnuma temas edecek kadar yakınken gözlerinin içine baktım. "Utanmadım."

Dudağının bir kısmı hafifçe yana kıvrıldı. "Öyle olsun," dedi ve ekledi. "Desene o zaman her hâlin güzelmiş."

İstemsizce tebessüm ederken nasıl göründüğümü hatırladım ve yüzüm düştü.

"Güzel falan değilim." Sesimin titremesine engel olamadım. "Baksana şu hâlime, yüzüme bakılacağı yok. Her yerim yaralarla, morluklarla dolu," derken gözlerim doldu.

"Kendime katlanıp aynaya bile bakamıyorum, sen bana güzelsin diyorsun," derken az kalsın ağlayacaktım.

"Ayliz," diye fısıldarken yüzüme dokundu, parmakları yüzümdeki yaralar ve morluklar üzerinde gezinirken gözlerimin içine baktı. "Her hâlinle dedim, her hâlinle güzelsin. Buna yaraların da morlukların da dahil," dediğinde gözlerimi kaçırdım, sessiz kaldım. O ise devam etti.

"Hiçbir yara, benim sende gördüğüm güzelliği gölgeleyemez," dediğinde dayanamadım ve gözümden bir damla yaş aktı.

Anında o yaşı silerken "Hele ki bu birkaç gün içinde geçecek birkaç yaraysa hiç gücü yetmez buna," dediğinde içimden geçen şeyi yaptım ve boynuna sarıldım.

"Seni çok seviyorum," diye fısıldadım kulağına. "Her şeyden ve herkesten çok seviyorum. Hep sevdim, hep de sevmeye devam edeceğim," dedim ve geri çekilip gözlerine baktım. "Benim de içimdeki sevgiyi hiçbir şey gölgeleyemez. Hayatımdaki hiçbir şey sana olan sevgimden büyük değil," dedim ve yeniden boynuna sarıldım, bu kez daha sıkı...

Ve bir kez daha "Seni seviyorum," diye fısıldadım.

"Ben de güzelim, ben de seni çok seviyorum," dediğinde gülümsedim.

"Valla mı?"

Geri çekildi. "Hâlâ bundan şüphen mi var?"

Omuz silktim. "Duymak hoşuma gidiyor."

Bir kez daha dudağının bir kısmı yana kıvrıldı. "O zaman valla," dedi, güldüm. Ben gülerken ekledi. "Valla çok seviyorum seni."

Kocaman gülümsedim ve yanağından öptüm, bununla da yetinmeyip diğer yanağından da öptüm. Hatta bununla bile yetinmeyip dudaklarının kenarından öptüm ama bu bile beni durdurmadı, bu kez de dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

Bu kısacık öpücüğün ardından geri çekildiğimde yüzündeki muzip ifadeyi fark ettim. Az önceki konu aklıma geldiğinde yanaklarım ısındı, muhtemelen kızardılar da. Aklından ne geçtiğini az çok tahmin ederken derin bir nefes aldı, hemen ardından da yutkundu.

Ne yapıyor bu diye düşünürken gözlerini kapattı ve başını hafifçe önüne eğdi, bir kez daha derin bir nefes aldı. Hâlâ ne yapmaya çalıştığını anlayamazken bakışları yeniden beni buldu. "Şansını çok fena zorluyorsun."

Gözlerim bir kez daha iri iri olurken telaşla birkaç adım geri çekildim. Bir yandan olanlar delicesine hoşuma giderken bir yandan her fırsatta ima ettiği şey yüzünden utanıyordum.

"Ya kapatsana şu konuyu ya!" diye kızarken yine tek amacım yine utancımı bastırmaktı. "Bir daha öpmeyeceğim seni," deyip ona arkamı döndüm, ağır ağır eve doğru yürüdüm. Zaten hava giderek soğumaya başlamıştı, üstüm de çok kalın olmadığından üşüyordum.

"O biraz zor işte," diye seslendi arkamdan son söylediğim şeye yönelik ve yanıma ulaştı. "Buna tahammül edebileceğimi sanmıyorum."

"Deli," dedim gülerken ve adımlarımı hızlandırdım.

Ta ki kendimi bir kez daha onun kollarının arasında bulana kadar.

"Bak yine," dememe kalmadan kendimi bir anda havada buldum ve düşmemek için boynuna sarıldım.

"Yeterince yürüdün sen, ben taşırım seni," dedi ve yürümeye devam etti.

"Sen de beni taşımaya ne hevesliymişsin," derken sıkı sıkı tutunuyordum ona.

"Bunu bu kadar geç fark etmen senin hatan," dediğinde beni bir kez daha güldürdü.

Merdivenleri çıkıp da eve girdiğimizde ve beni koltuğa bırakıp üzerimi örttüğünde kendisi yine gidecek gibiydi.

"İşin var sanırım, odaya mı çıkacaksın?" diye sordum.

Yanıma oturdu. "Bugün senden başka işim yok."

Tebessüm ettim ve iyice kenara kayıp ona yer açtım. "Gel o zaman," dedim, sanki bunu teklif etmemi bekliyormuş gibi yanımdaki yerini aldı. Küçücük koltuğa iki kişi uzanmak zor olurken kendimi bir kez daha onun kollarının arasında buldum.

Bu, içimi sıcacık ederken başımı göğsüne koydum. Eşzamanlı olarak onun da elleri saçlarımı buldu, saçlarımı okşadı. Hayatımın sonuna kadar bu koltukta onunla kalabilirdim. Hatta keşke böyle bir şansım olsaydı. Her şeyi boş verip burada onunla ömrümün sonuna kadar kalabilseydim ama bu mümkün değildi, değil mi?

"Ben yukarıdayken baban aradı, seni sordu," dedi eli saçımdan yüzüme inerken ve parmaklarıyla yanağımı okşarken. "Akşama doğru buraya gelebilir, seni merak ediyor."

Başımı göğsünden kaldırıp gözlerine baktım. "Belki de beni almaya geliyordur," dedim yüzüme dokundu bir kez daha.

"Çok bekler," dedi kararlı bir tavırla. "Vermem ki."

"Bu söylediğini babam duymasın."

Parmakları, yanağımı okşadı. "Daha da fazlasını duydu güzelim, emin olabilirsin."

Afalladım. "Ne demek bu?"

"Seni buraya nasıl getirdim, babanı nasıl ikna ettim zannediyorsun?"

Merakım, daha da arttı. "Nasıl ikna ettin? Ne dedin?"

Daha önce olduğu gibi bu soru karşılığında bir kez daha göz kırptı. "Sır."

Güldüm ve merak etsem de "Öyle olsun bakalım," dedim, başımı yeniden göğsüne koydum ve "Sence bundan sonra neler olacak?" diye sordum. Bu soru da kendime hiç veremediğim cevapları da beni çok korkutuyordu.

"Hiçbir şey," dedi Pars, bu cevap benim için pek de yeterli olmazken devam etti. "Bundan sonra kötü hiçbir şey olmayacak, her şey yoluna girecek. Baban kabul etti artık her şeyi, o piç herif de girdiği yerden bundan sonra hayatının sonuna kadar çıkamayacak." Son cümleyi söylerken sesi çok öfkeli çıkmıştı. "Ve her şey zamanla bir bir yoluna girecek."

Tüm bunları o kadar inanarak söylemişti ki onun gibi ben de her şeyin böyle ilerleyeceğine inanmayı tüm kalbimle istemiştim ama her zamanki gibi olumsuz düşünceler zihnimin içinde gezinirken bu konuda pek de başarılı olamamıştım.

"Ya olmazsa?" diye sordum bu yüzden. "Ya bir sorun çıkarsa? Ya yine kötü şeyler yaşarsak? O zaman ne olacak?"

Yüzümdeki elini uzaklaştırdı ve eli, elimi buldu. İri ellerinin arasında küçücük kalan ellerim dudaklarımın hafifçe yana kıvrıldı.

"Belki de senin dediğin gibi olur," diye fısıldadı. "Ama ne olursa olsun ben hep burada- yanı başında- olacağım. Başını çevirdiğinde hep beni göreceksin, hep elini tutuyor olacağım ve sonra elini tutmama ihtiyacın olduğu o şey her ne ise o da geçip gidecek ama ben yine senin yanında olacağım." Gözlerim dolarken yüzümdeki gülümseme büyüdü. "Hem de hayatımın sonuna kadar."

Sımsıkı sarıldım ona, kokusunu içime çektim. Haklıydı, belki de benim dediğim gibi olacaktı ve yeni bir sorun çıkacaktı karşımıza ama o yanımda olduğu sürece ben her şeyin karşısında dimdik durabilirdim. O elimi tutarken, ben her şeyle baş edebilirdim.

Bu küçük birkaç düşünce ve güzel birkaç his içimdeki tüm olumsuz düşünceleri ve hisleri yok ederken gözlerimi kapadım ve onun kollarının arasında uykuya dalmak istedim.

Ta ki bir anda aklıma gelen şeye kadar.

Aniden doğruldum, bu yaptığım afallamasına neden olurken beklemediğim bir şekilde telaşlandı da ve o da aniden doğruldu.

"N'oldu, bir şey mi oldu? Bir yerin mi acıyor? Hastaneye..."

"Sakin ol," dedim onu sakinleştirecek kadar yumuşak bir ses tonuyla ve devam ettim. "İyiyim, hiçbir şey yok."

"Niye aniden kalktın o zaman?"

"Çünkü aklıma bir şey geldi."

"Neymiş o?"

"Bana bir söz vermiştin."

Yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. "Ne sözü?"

Olanlardan sonra unutmasına hiç şaşırmayıp "Resimleri gösterecektin bana," dedim, anlamsızca bakmaya devam etti. "Hani benim çizdiklerimi? Sakladım demiştin ya?"

Sonunda yüzündeki o anlamsız ifade yok oldu. "Bunun için mi telaşlandın o kadar?"

Başımı salladım. "Evet, çünkü çok merak ediyorum. Hadi göster lütfen, söz vermiştin."

Bir kez daha derin bir nefes alıp sessiz kaldı.

"Pars hadi ya, lütfen," deyip ısrarcı olduğumda başını salladı.

"Tamam, göstereceğim," dedi, kocaman gülümsedim ve heyecanlandım. Delicesine merak ediyordum, çizdiğim hangi resimleri gördü, diye. Umarım gerçekten güzel olanları görmüştür.

"Bekle burada, odadan alıp geleyim," deyip ayağa kalktığında başımı salladım ve sabırla hemen gidip gelmesini bekledim. Bu yüzden heyecanla ona bakarken yanımdan uzaklaştı, fakat daha merdivenlere bile ulaşamadan eve giren bir adam yüzünden durmak zorunda kaldı.

"Pars Bey, Agâh Bey buraya geliyor efendim," dedi, Pars onu onaylayınca da evden çıktı. Pars ise yukarıya çıkmaktan vazgeçip gerisin geri döndü.

"Baban gittikten sonra," dediğinde başımı salladım, yanıma geldiğinde bana doğru eğildi. "Uzan hadi biraz, sonra kızıma iyi bakmıyorsun diye söylenmesin."

Güldüm, istediğini yapıp uzandım. O da başımın altındaki yastığı düzeltti ve battaniyeyi üzerime örttü. Zaten o sırada kapı çaldı ve çalışan kadın kapıyı açtı. Birkaç dakika sonra babam salona geldiğinde Pars benden uzaklaşmıştı ve babam ona gözünün ucuyla bile bakmadan yanıma geldi, uzandığım koltuğun kenarına oturdu.

Bunların arası düzelmemiş miydi? Şimdi neden böyle olmuştu ki?

Yaşanan bu durum gerilmeme neden olurken babam "Nasılsın kızım?" diye sordu.

Gülümseyip "Çok iyiyim," dedim, tıpkı bu cevabı Pars'a verdiğimde Pars'ta olduğu gibi onun da gözlerinin kenarı kısıldı, şüpheyle baktı yüzüme. "Bakma öyle, gerçekten çok iyiyim," dedim ve gözlerimle Pars'ı gösterdi. "Pars çok iyi bakıyor bana, bir dakika yanımdan ayrılmadı," dedim, sırf ikisini konuşturabilmek için.

Babam bakışlarını Pars'a çevirdiğinde ben de ona baktım. Arkasındaki tekli koltuğa otururken sessiz kalmayı tercih etmişti. Babam ise onun aksine "Bakacak tabii," dedi ve ekledi. "Boşuna mı seni buraya getirmesine izin verdim?"

O an istemsizce kaşlarım çatıldı, sanki babam bir şey ima etmeye çalışmış gibiydi. Bu getirme mevzusunun arkasında bilmediğim bir şey olabilir miydi? Yok canım ne olabilirdi ki?

Pars hâlâ sessiz kalmaya devam ederken bu sessizliğe bir anlam verememeye başlamıştım artık ve sırf konuşsunlar diye hiç memnun olmayacakları o konuyu bile açtım.

"Muhtemelen biliyorsundur ama Tan konusu tamamen kapandı artık," dedim, babamın bakışları yeniden beni buldu. Aynı zamanda Pars'ın da. "Tan yakalandı ve Pars'ın dediğine göre bir daha hayatımıza giremeyecek."

"Bundan hiç şüphem yok," dedi babam ve ekledi. "Ayrıca biliyorum, Pars haber verdi."

Daha babam konuşurken sonunda beklediğim şey oldu ve Pars "Senin de hiç şüphen olmasın," diye araya girdi. "Korkmana, tedirgin olmana da hiç gerek yok. O, artık girdiği yerden hayatının sonuna kadar çıkamayacak."

Gülümsedim ve omuz silktim. "Yok ki zaten," dedim ve rahat görünmek için elimden geleni yaptım. Ona güvenmediğimi düşünmesini istemedim.

O esnada babam konuyu değiştirmek istemiş olacak ki "Yarın kontrolün var," dedi.

"Bilmiyordum," dedim ben de.

Pars "Benim aklımda," diye girdi araya.

Babam gözlerini ona çevirdi. "Buradan çıktığınızda bana da haber verirsiniz, ben de hastaneye geçerim."

Pars, başını sallayıp babamı onaylarken konuşmaya başlamış olmalarından dolayı fazlasıyla memnundum.

"Siz oturun, benim küçük bir işim var," dedi Pars ve ayağa kalktı. "On dakikaya kadar dönerim," deyip babama baktı. "Sen buradayken halledeyim, sonra Ayliz yalnız kalmasın."

Babam onu onaylarken tebessüm ettim, birkaç dakika yalnız kalsam ne olacağını düşünüyordu acaba?

Ben daha bunu düşünürken salondan ayrıldı, merdivenlere doğru gitti ve üst kata çıktı. O gözden kaybolduğunda babama bakıp "Sen nasılsın?" diye sordum.

"İyiyim," derken az öncekinin aksine ses tonu değişmişti. Bunun altından ne çıkacak diye düşünürken "Sana bir şey soracağım," dedi ve beni çok bekletmedi.

"Tabii," dedim ve merakla sormasını bekledim.

"Pars ne yapıyor?" diye sorduğunda anlamsızca baktım ona, bu sorudan pek bir şey anlamamıştım çünkü.

"Anlamadım?"

"Pars ne yapıyor?" diye sorusunu yineledi ve ekledi. "Neyle uğraşıyor yani bugünlerde?"

Kaşlarımı çattım. "Bilmiyorum," dedim ve devam ettim. "Sürekli işi var ama neyle uğraştığını bilmiyorum."

Yüzünde şüpheli bir ifade oluştu, sessiz kaldı.

"Kötü bir şey mi oldu?"

"Bilmiyorum," dedi o da, tek kaşımı kaldırdım. "Vedat ve Bilge'yle konuşmuş bugün, onlar işe dönebileceğini söylemişler ama kabul etmemiş," dediğinde şaşırdım, babam ise devam etti. "Hatta buna hiç niyeti olmadığından da bahsetmiş."

"Nasıl yani, anlamadım? Dönebileceği hâlde dönmüyor mu?"

Başını salladı. "Aynen öyle," dedi ve ekledi. "Defalarca dönmesi için aramışlar onu ama kabul etmiyor. Bu da başka bir planı olduğunu düşünmeme neden oldu ve o planın ne olduğunu merak ettim."

"Gerçekten bilmiyorum, bana bu konuda bir şeyden bahsetmedi," dedim, ki zaten bahsetmiş olsaydı bile muhtemelen bunu babama söylemezdim.

"Anladım," dedi babam sormaya devam etmek yerine ama şimdi de ben merak etmeye başlamıştım. Neden böyle yapıyordu? Sahiden bir planı olabilir miydi? Ya da belki sadece geri adım atmayı gururuna yediremiyordur. Bu işin sonu mutsuz olacağımız bir yere varacakmış gibi hissediyorum ve bu his beni fazlasıyla korkutmaya başlamıştı.

Ben daha bunları düşünürken babamın telefonu çaldı. Gözlerim yeniden onu bulurken telefonu cebinden çıkardığını gördüm. Ardından da yanımdan kalktı ama salondan çıkmadı, telefonu açıp her kim aradıysa onunla konuşmaya başladı. Merakla onu dinlerken karşıdaki kendisine her ne dediyse "Tamam, en geç yarım saatte oradayım," dediğini duydum, gideceğini anladım.

Belki o gittikten sonra Pars'la bu konuyu konuşabilirdim ya da belki bahsini bile açmazdım, çünkü fark ettiğim kadarıyla benimle bu konuyu konuşmaktan rahatsız oluyordu.

Babam telefonu kapattıktan sonra "Gitmem lazım," dedi, zaten bunu duyacağımı bildiğimden hiç şaşırmazken yanıma oturdu. "Yarın ben de hastaneye gelirim."

"Orada görüşürüz o zaman."

Eğildi ve yanağımdan öptü. "Görüşürüz kızım," dedi ve ekledi. "Yorma kendini, buraya iyileş diye gönderdim seni."

Bu gönderme mevzusu ciddi anlamda aklımı karıştırmaya başlamıştı ama bir yandan da çok saçma geliyordu aklımın karışması.

"Hiç merak etme, Pars yerimden kalkmama bile izin vermiyor," dediğimde hafifçe tebessüm etti ve yanımdan kalktı.

Kalkarken de "Aferin o zaman," dedi, geldiğinde çıkardığı ceketini giydi ve bir kez daha "Yarın görüşürüz," dedikten sonra salondan ayrıldı.

Evden de ayrıldığından emin olduğum ilk an üzerimdeki battaniyeden kurtuldum ve ben de ayağa kalktım, doğrudan üst kata yöneldim. Hem Pars bana çizimlerimi göstersin diye hem de eğer keyfi yerindeyse iş mevzusunu konuşurum diye üst kata çıktım.

Ağrıyan kemiklerim yüzünden epey bir zorlansam da sonunda üst kata ulaştım ve doğrudan onun odasına doğru yürüdüm. Koridorun sonundan sağa dönüp açık olan büyük kapıdan geçtikten sonra onun yatak odasının ve çalışma odalarının olduğu kısma ulaştım.

Acaba hangi odada diye düşünürken hemen ilerideki odadan sesini duydum.

"İyice anladın mı beni?" diye sordu, telefonla konuşuyor herhâlde diye içimden geçirip o odaya yöneldim. Kapısı yarı açık olan odanın önüne tam ulaşmışken ve içeriye girecekken Pars'ın "Ayliz'in sana para verdiğimden asla haberi olmayacak!" dediğini duydum, olduğum yerde kaldım.

"Eğer bir başkasından dahi olsa öğrenirse sebebini senden bilir, senin karşına çıkarım Gökmen," dediği an öfkeyle ellerimi yumruk yaptım.

Nasıl olur da böyle bir şey yapardı? Hem de onu açıkça uyarmama ve bu konuda bana söz vermesine rağmen.

Sinirden gözlerim dolarken kendimi fark ettirmek için kapının önüne geçtim ama kapıya arkası dönük olduğu için beni fark etmeyip konuşmaya devam etti.

"Hiçbir zaman Ayliz'in bundan haberi olmayacak," dediğinde gözümden bir damla yaş aktı ve işte o an kendisi de bana doğru döndü, beni gördü ve hayatının şokunu yaşayıp karşımda öylece kalakaldı.

Sorun; bana maddi olarak yardım etmeye çalışması değildi. Ki zaten bunu daha önce yapmış, ben de izin vermiştim. Asıl sorun; onu bu konuda uyardığım hâlde arkamdan iş çevirerek bunu yapmaya çalışmasıydı.

İyi ya da kötü niyeti umurumda bile değildi. Umurumda olan tek şey; söz verdiği hâlde sözünü tutmamasıydı ve bu yaptığı benim gözümde yardım etmek değil, beni yok saymaktı.

Oysa ben zaten defalarca onun tarafından yok sayılmıştım ve bu kez bunu görmezden gelmek, içime atmak ya da onu affetmek için kendime onlarca sebep sunmak içimden gelmiyordu.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Sizce Pars, Ayliz'e söz verdiği hâlde neden böyle bir şey yaptı?

Ayliz, ne yapacak dersiniz?

Pars'ın iş konusundan bir şeyler çıkacak mı sizce?

Tan konusu gerçekten de tamamen kapandı mı dersiniz?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%