Yeni Üyelik
49.
Bölüm

48.BÖLÜM “GİZEMLİ ADAMLAR”

@gizzemasllan

Selam :)

Yeniden bir aradayız, bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

Instagram: gizzemasllan

.

.

.

48. BÖLÜM “GİZEMLİ ADAMLAR”

Gözlerimden birer damla daha yaş akarken hayal kırıklığıyla Pars’ın gözlerine bakmaya devam ettim. Hâlâ beni görmenin şaşkınlığını yaşayıp herhangi bir açıklama yapamazken gözyaşlarımı sildim ve yutkunup derin bir nefes aldım.

“Söz vermiştin,” dedim hayal kırıklığıyla. “Açıkça sana hiçbir şey yapma dedim ama sen beni yok saydın.” Bana doğru birkaç adım attığında yanıma gelmesini istemedim ve kapının önünden uzaklaştım.

Hızlı adımlarla büyük kapıdan geçip koridora ulaştım ve aynı hızlı adımlarla merdivenlere yöneldim. Tam merdivenlere ulaşmış, aşağıya inecekken o da bana ulaştı ve kolumdan tutup durdurdu beni.

“Güzelim, dur bir dakika,” dedi, hızla kolumu çektim ondan ve bir adım geri gidip uzaklaştım.

“Bana güzelim deme!” dedim öfkeyle, sesimin yüksek çıkmasına engel olamamıştım. “Hatta sen bana hiçbir şey deme! Beni yok saymak senin çok kolay zaten, bir kez daha yok say,” dedim ve yine merdivenlere yöneldim ama bu kez de önümde durup engel oldu bana.

“Çekil gideceğim,” dedim yüzüne bakmadan, bakarsam ağlamaya başlayacaktım çünkü.

“Dinlemeden mi?” diye sordu, öfkelendim ve bu öfkeyle baktım ona.

“Dinleyecek bir şey yok ki, yine kendi bildiğini yaptın sen! Yine beni yok saydın, verdiğin sözü tutmadın! Ya ben sana açıkça seninle bir daha konuşmam dedim Pars ama sen buna rağmen yine gittin ve istediğini yaptın. Bunun kalbimi ne kadar kırdığının farkında değil misin? Kalbimi kırmak mı umurunda değil yoksa zaten hiçbir zaman öğrenmez, kandırırım onu diye mi düşündün?”

Derin bir nefes aldı. “Farkındayım sinirlisin ama yemin ederim yanlış anladın."

“Öyle mi? Neyi yanlış anladım? Benden gizli benim için Gökmen’e para verdiğini mi? Gökmen’i Ayliz asla bilmeyecek diye tehdit ettiğini mi? Söyle hadi, hangisini yanlış anladım?”

“Salona inelim,” dedi, kaşlarımı çattım. “Ayakta bile duramıyorsun, oturup konuşalım.”

Sakin kalmak için derin bir nefes aldım ve anlayışla başımı salladım. “Tamam.”

Aldığı cevaptan memnun olurken muhtemelen beni kucağına almak için bana doğru bir adım attı ama bunu fark ettiğim hızla bir adım geri gittim. “Kendim inerim."

Sabır dilercesine derin bir nefes aldı. Sanki haklı olan kendisiymiş de ben abartıyormuşum gibi davranması sinirimi bozarken elimden geldiğince sakin kalmaya çalışmaya devam ettim ve yanından geçip merdivenlere yeniden ulaştım. Fazla yavaş olsam da ondan hiç yardım almadan salona indim ve geçip az önceki yerime oturdum, o da gelip yanıma oturdu.

Nasıl bir açıklama yapacaktı gerçekten çok merak ediyorum. Umarım yalan söylemek gibi bir hataya düşmezdi çünkü yalan söylediğini anlamayacak kadar salak değildim ve eğer böyle bir şeye tenezzül ederse her şeyi kendisi için daha da mahvedecekti.

“Bir kere duyduğun şey doğruydu, bunu inkâr edecek değilim. Gökmen’i Ayliz bilmesin diye tehdit ediyordum,” dediğinde kaşlarımı çattım. “Hemen çatma o kaşlarını öyle. Ediyordum, çünkü öğrendiğin zaman böyle davranacağını biliyordum.”

Sinirlendim. “Madem biliyordun neden bir şey yapmanı istemiyorum dediğim hâlde böyle bir şey yaptın?”

“Yapmadım,” dedi anında, daha da sinirlendim. Hem Gökmen’i tehdit ettiğini kabul ediyor hem de sebebini kabul etmiyordu. “Yani sonrasında yapmadım.”

Kaşlarımı çattım. “Anlamadım?”

“Öncesinde yaptım,” dedi anında, anlamsız bakışlar atmaya devam ettim.

“Sen bana borç mevzusundan bahsetmeden çok önce ben ona o parayı vermiştim,” dedi, şaşkınca kaldım. O ise devam etti. “Kafe için verdiğimi bilmiyordum bile. O geldi, borç istedi, ben de verdim. Sen de borç mevzusundan bahsedince paranın kafe için olduğunu anladım. Yukarıda da Ayliz bilmesin diyordum işte, çünkü olayın seninle konuşmamızdan önce olduğuna inanacağını hiç sanmıyordum. Şu an bile inandığından emin değilim hatta,” dedi, aslında bu konuda haklıydı. Ya durumu toparlamak için yalan söylüyorsa diye düşünmeden edemiyordum.

“Sen onu sevmezsin ki,” dedim bu yüzden de ve devam ettim. “Hem de hiç sevmezsin, o da bunu biliyor. Niye gelip senden borç istesin?”

“Tam da bu yüzden bir kere neden diye sormadan verdim,” dedi, bir kez daha kaşlarımı çattım.

“Anlamadım,” dedim yine.

“Ayliz bak, bir insan özellikle de bir erkek birinin kendini hiç sevmediğini bildiği hâlde ayağına kadar gidip borç istiyorsa gerçekten zor durumda ve ihtiyacı var demektir. O herifi hiç sevmiyorum, hatta doğrusu elimden gelse bir kaşık suda boğarım ama gelip yardım isteyen birine de arkamı dönmem. Belli ki bir şey olmuş, abisinden alamamış, bana gelmiş. Ben de ne yapacaksın diye bile sormadan verdim, ne yapacağını da bugün öğrendim işte.”

Gözlerimi kaçırdım, sessiz kaldım.

“İnanmadın mı?”

Gözlerim yeniden onu buldu. “Öyle bir şey demedim."

“İnanıyorum da demedin,” dedi, sanki kendisine inanmayacak olmam ihtimalim onu korkutuyor gibiydi.

“İnanmamış olsaydım eğer sen bir de bana yalan mı söylüyorsun diye bir tane geçirir kalkar giderdim,” dedim, tek kaşını kaldırdı ve imalı bir bakış attı. “Bakma öyle, yavaş geçirirdim,” dedim, bakışları yumuşasa da aynı imalı bakışları atmaya devam edince “Tamam geçirmezdim belki ama giderdim,” dedim, dudağının bir kısmı hafifçe yana kıvrılırken kendime engel olamadım ve güldüm.

Doğrusu, onu ilk duyduğumda bu konunun bu kadar çabuk çözüleceği aklımın ucundan dahi geçmemişti.

“Sorun yok o zaman,” dedi emin olmak istercesine, tam başımı sallayacakken aklıma gelen şeyle bunu yapmadım ve öfkeli bir bakış attım ona.

“Var tabii ki,” dedim, bunu duymayı beklemiyor olacak ki şaşırırken devam ettim. “Ya madem her şey önceden olmuş neden bunu benden gizliyorsun? Neden bahçede sana anlattığımda gerçeği söylemedin? O zaman böyle bir şey hiç yaşanmamış olacaktı.”

“Nasıl tepki vereceğini tahmin edemedim,” dedi ve ekledi. “Olmuş bitmiş bir şey için olay çıksın istemedim.”

Başımı salladım, sessiz kaldım. Uzatmak istemiyordum ama bir yandan da içimdeki o kötü his varlığını korumaya devam ediyordu. Bu da keyfimi kaçırırken gözümün ucuyla ona baktım. Dikkatle bana bakıp bir şeyler duymayı beklediğini fark edince tebessüm ettim ve hiç beklemediği bir şey yapıp boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım ona.

Kokusunu içime çektikten hemen sonra “Seni seviyorum,” diye fısıldadım.

“Ben de seni çok seviyorum, güzelim."

Geri çekildim ve gözlerine baktım. “Bir daha benden bir şey saklama, lütfen."

“Asla,” dedi ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. “Söz veriyorum.”

Gülümsedim, söz verirse tutardı. Az önce hayal kırıklığım bir an için bile olsa bunun aksini düşünmeme neden olmuştu ama doğrusu buydu; o söz verirse ne olursa olsun tutardı.

“Hadi o zaman gidelim,” dedim.

Kaşlarını çattı. “Nereye?”

“Kafeye,” dediğimde anlamsız bakışlar attı. “Gidip Gökmen’le konuşmam lazım.”

“Ayliz…” İtiraz edeceğini bildiğim için devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

“Lütfen,” dedim ve ekledim. “İyiyim ben ve gidip onunla konuşmam lazım, içim rahat ederse daha iyi olacağım çünkü.”

Derin bir nefes alıp sessiz kalırken tereddüt eder gibi bir hâli vardı.

Bu yüzden bir kez daha “Lütfen,” dedim.

Beni gitmemek konusunda ikna edemeyeceğini anlamış olacak ki çaresizce başını salladı. “İyi, madem gitmek istiyorsun gidelim,” dedi, keyifle gülümsedim ama açıkçası pek mutlu olduğum söylenemezdi. Çünkü her ne kadar önceden vermiş olsa da bu para mevzusu ciddi anlamda canımı sıkmıştı. Tamam, kötü bir şey değildi belki ama kendimi rahatsız hissediyordum. Zaten daha önce yeterince maddi açıdan yardım etmiş, bizi tefecilerin elinden bile kurtarmıştı ve fazlası artık gerçekten fazla olmaya başlamıştı. Gökmen’in de yanına tam olarak bu yüzden gidiyordum, bunu konuşmak için.

Pars benden önce ayaklandığında ben de hemen peşinden kalktım. Üzerimde pijamalarım olduğundan ve böyle gidemeyeceğimden “Benim önce düzgün bir şeyler giymem lazım,” dedim.

“Sen çıkma şimdi yukarıya, yoma kendini. Ben sana giyecek bir şeyler getireyim, buradaki odalardan birinde giyersin,” dedi, işime gelince başımı salladım.

Pars, aldığı cevapla yanımdan ayrıldı. O giderken ben de yeniden oturdum ve dönmesini bekledim. Zaten çok geçmeden birkaç dakika kadar sonra elinde birkaç parça kıyafetle geri dönmüştü. Teşekkür edip kıyafetleri elinden aldıktan sonra bu kattaki odalardan birine girdim ve üzerimi değiştirdim. Toplu saçlarımı da açıp taradım ve açık bıraktım. Çünkü yüzüm berbat bir hâldeydi ve saçımla hiç değilse yüzümü saklayabilirdim.

Bu düşünce bile beni rahatsız ederken aynadaki aksime bir an bile olsun bakmayıp odadan ayrıldım ve Pars’ın yanına döndüm. Evden birlikten ayrıldık ve gemiye gittik. Gemiye binerken tahmin ettiğimden de fazla zorlanmış olsam da sonunda başarmıştım. Tabii bunu Pars’a belli etmemiştim, çünkü fark ettiği ilk an beş dakika yerinde durmuyorsun diye söylenmeye başlayacaktı.

Yirmi dakikalık bir gemi yolculuğunun ardından marinaya ulaşıp da arabaya bindiğimizde sonunda rahat bir yere oturmuş olmaktan dolayı rahat bir nefes aldım. O sırada Pars arabayı çalıştırdı ve kafeye doğru yola çıktık. Şu an para mevzusundan da fazla merak ettiğim bir şey varsa o da Gökmen’in işler iyi gidiyor derken yalan söyleyip söylemediğiydi. Umarım hiç değilse bu konuda doğruyu söylemiştir.

Trafikten dolayı bir saat kadar sonra kafeye ulaşıp da arabadan indiğimizde Pars hızlı adımlarla yanıma geldi. “Seni alıp buraya getirdim ama hiç iyi görünmüyorsun, çok yorgun görünüyorsun,” dedi endişeyle.

İyi olduğumu ona inandırmak için yalandan da olsa gülümseyip “İyiyim,” dedim oysa endişeyle bakmakta hakkı vardı. Çünkü araba olmasa da gemi beni biraz zorlamıştı ve tüm kemiklerim ağıyordu, fakat tabii ki bunu hiç belli etmedim.

“Öyle görünmüyorsun ama,” dedi, sanki şu an elinden gelse zorla beni yeniden arabaya bindirecek ve soluğu hastanede alacak gibiydik.

“İyi görünmediğimin ben de farkındayım ama emin ol iyi hissediyorum,” dedim ve daha fazla söylenmesine fırsat vermeden yanından ayrıldım. O da arkamdan çok inatçı olduğum konusunda söylenmeye devam ederken bir yandan da peşimden geliyordu.

Bu şekilde birlikte kafeye girdiğimizde gözlerim ilk olarak etrafta gezindi ve sadece birkaç masada müşteri olduğunu gördüm. Sanırım Gökmen bu konuda da yalan söylemiş diye içimden geçirirken onu mutfak kısmından çıkarken gördüm. Eşzamanlı olarak o da beni fark etti ve şaşkınca olduğu yerde kaldı.

Şaşkın gözleri arkamda duran Pars ve benim aramda gidip gelirken yutkunduğunu ve fazlasıyla gerildiğini fark ettim. Aynı zamanda da bir yandan da ağır adımlarla yanımıza geldi ve karşımda durdu.

Sanki her şey yolundaymış gibi “Bugün seni burada görmeyi beklemiyordum,” dedi.

“Onu fark ettim,” dedim ben de ve sıkıntıyla ofladım. O sırada Pars yanımda belirdi, başımı çevirip ona baktığımda Gökmen’in aksine gayet rahat olduğunu gördüm, çünkü sanırım gerçekten benden sakladığı hiçbir şey kalmamıştı.

“Kötü bir şey mi oldu?” diye sordu Gökmen gergin bir tavırla.

“Bilmem, sen anlatacaksın,” dedim.

Kaşlarını çattı. “Anlamadım?”

“Pars’tan borç aldığını biliyorum,” dediğim an bakışlarını hızla Pars’a çevirdi. “Siz konuşurken duydum.”

Gökmen derin bir nefes aldı. “Telefonun neden yüzüme kapandığını şimdi anladım,” dedi ve gözlerini yeniden bana çevirdi. “Oturalım mı önce?”

Başımı salladım. “Olur,” dedim ve gidip ilerideki masalardan birine oturdum.

Gökmen hemen peşimden gelip de karşıma otururken Pars gelmek yerine muhtemelen yeni işe başladığı için tanımadığım kıza bir şeyler söyledi ve sonrasında yanımıza geldi. Bir şeyler istedi herhâlde diye düşünürken sessizce yanıma oturdu.

O sırada Gökmen “İnkâr edecek değilim, ki inkâr edileceği de kalmamış zaten,” dedi, sessiz kalmaya devam ettim. “Ve emin ol mecbur olmasam yapmazdım.”

“Hiç değilse bana sorabilirdin,” dedim.

“İyi değildin, işle uğraşacak durumda değildin, ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım Ayliz,” dedi, konuşmak istedim ama devam edip engel oldu bana. “Ayrıca bilmeni isterim ki Pars’tan borç istememin seninle hiçbir ilgisi yk."

Kaşlarımı çattım, benimle nasıl ilgisi olmaz diye düşünürken devam etti.

“Yani sizin bir ilişkiniz var, bize kesin yardım eder tarzı bir düşünceyle gitmedim ona,” dedi ve Pars’a baktı. “Senden o parayı isterken Ayliz’den bahsettim mi?” diye sordu, ben de Pars’a baktım merakla.

Yaptığı tek şey başını olumsuz anlamda sallayarak sessiz bir cevap vermek oldu.

Aldığım bu cevapla gözlerimi yeniden Gökmen’e çevirdiğimde “Seni geçtim, kafe için verdiğinden bile habersizdi,” dedi tıpkı evde Pars’ın söylediği gibi.

Bu, sessiz kalmama neden olurken Gökmen devam etti.

“Ayrıca ben seni tanımadan önce bile onu tanıyordum, abimin arkadaşı sonuçta,” dedi ve Pars’a baktı. “Bu yüzden senden istedim zaten, abime yakın olduğun için,” dediğinde ben de istemsizce Pars’a baktım.

Onun da gözleri beni bulduğunda “Ben de senin için vermedim zaten, arkadaşımın kardeşi diye verdim parayı. Nereye kullanacağıyla da ilgilenmedim,” dedi.

İkisinden de gözlerimi çektim ve başımı önüme eğip sıkıntıyla ofladım.

O sırada garson kızın yanımıza geldiğini fark ettim, başımı kaldırdım ve ona baktım. Pars’ın önüne bir bardak çay ve bir tabak dolusu kurabiye bıraktı. Anlamsızca Pars’a bakarken kızın bıraktıklarını önüne çekti, kıza da “Eyvallah,” dedi. Kız yanımızdan uzaklaşırken de çay bardağının içindeki kaşığı çıkarıp tabağın kenarına bıraktı ve çayından bir yudum aldı.

Ben de Gökmen de dümdüz bir ifadeyle onu izlerken çayını yeniden masaya bıraktı ve tabaktan bir kurabiye aldı. İşte tam o an onun da gözleri bizi buldu. Önce bana sonra Gökmen’e, daha sonra yeniden bana bakıp “Ne, niye öyle bakıyorsunuz?” diye sordu.

“Ne yapıyorsun?” diye sordum ben de.

Dümdüz bir ses tonuyla “Çay içiyorum,” dedi, aynı bakışları atmaya devam ettiğimde de “Kurabiye de var,” dedi ve ekledi. “Ne yapayım kızım, acıktım."

Gülmemek için kendimi zor tutarken kurabiyesini yedi ve çayından birkaç yudum daha aldı.

Dayanamayıp güldüm, ben güldüğümde Gökmen de başını hafifçe önüne eğdi ve sessizce güldü fakat yeterince sessiz olamayınca Pars fark etti ve gözlerini ona çevirdi. Anında kaşları çatılırken lokmasını yuttuktan hemen sonra “Sen ne gülüyorsun lan oradan?” diye sordu.

Gökmen anında başını kaldırdı, yalandan öksürüpGülmüyorum,” dedi ama Pars ondan bakışlarını çekmeyip çocuğa onu öldürecekmiş gibi bakmaya devam etti.

Bunu fark edince kurabiye tabağını biraz daha önüne ittim. “Hadi sen bir şeyler ye, açlık sana iyi gelmiyor,” dedim, bu kez de bakışları beni buldu. Bana söyleyecek bir şey bulamamış olacak ki tek kelime etmeden kurabiyesini yiyip çayını içmeye devam etti.

O sırada Gökmen, “Umarım bir sorun kalmamıştır senin için de,” dedi.

Gözlerim yeniden onu buldu. “Sorun var,” dedim ve ekledim. “Bu borçları nasıl ödeyeceğimiz gibi, kafe işler çok iyi dedin ama…” Devam etmeme izin vermedi.

“Bak işte o konuda gerçekten hiçbir şey diyemezsin, işler gerçekten iyi. Bakma şu an böyle olduğuna. Öğlenleri ve akşamları kalabalık oluyor,” dedi ve arkasına yaslandı. “Yemin ederim doğruyu söylüyorum, hatta istersen akşam da gelip bakabilirsin.”

“Ya tamam, bir şey demedim,” dedim, kendini bu denli açıklamaya çalışıyor olması kendimi rahatsız hissetmeme neden olmuştu. “Sadece diğer borçlarımız için yine birinden yardım almak zorunda kalacak mıyız onu anlamaya çalıyorum.”

“Böyle giderse hayır, hepsini halledebileceğiz."

Pars “Sizin ne kadar borcunuz var?” diye sordu bir anda, ikimiz de ona baktık. “Bu kadar sıkıntıya gireceğiniz kadar çok mu? N’aptınız siz bu kadar parayı?”

“Burayı yaptık işte,” dedim, bakışları beni buldu.

O esnada Gökmen “Biz bu işe başlarken hiç paramız yoktu,” dedi, Pars bu kez de ona baktı. “Her şeyi borçla yaptık.”

Pars’ın kaşları çatıldı. “Niye kimseden yardım almadınız? Size yardım edemeyecek durumda değiller.”

“Yardım almak istemedik,” dedi Gökmen anında. “Kendimiz başarmak istedik ama bu kadar borcun altına gireceğimizi tahmin edemedik.”

“Şimdi de gurur yapıp kimseden bir şey isteyemiyorsunuz,” dedi Pars, Gökmen’le aynı anda başımızı salladık.

“Aferin size,” dedi ve çayından bir yudum daha aldı. Ardından da sanki hiçbir şey söylemeden bir kurabiye daha aldı, yedi.

“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordum.

Gözleri beni buldu. “Yoo,” dedi, bu tavrına şaşırırken devam etti. “Ben yardım edeyim desem kabul edecek misin?”

Anında başımı olumsuz anlamda salladım. “Hayır.”

“O zaman söyleyecek de yapacak da hiçbir şeyim yok,” dedi, aslında haklıydı. Biz yardım istemediğimiz sürece yapabileceği hiçbir şey yoktu. “Ne olacağı sizin kararınız."

Gözlerimi önüme çevirdim. “Olacak bir şey yok, işler gayet iyi. Belki biraz zorlanacağız ama bitecek bu borçlar,” dedi Gökmen, sessiz kalmayı tercih ettim. Tam o sırada arkamda kalan kapının açıldığını duydum. İstemsizce o tarafa döndüm ve kafeye giren Doğan’ı gördüm.

Onu burada görmek, şaşırmama neden olurken hâlâ onu fark etmeyen Pars’a baktım. “Doğan geldi,” dediğim an omurgası dikleşti ve arkasına yaslandı. Arkasında kalan Doğan’a dönüp bakmaya gerek duymazken derin bir nefes aldı ve kaşlarını çattı. Neden Doğan’a bakmadı anlayamazken Doğan yanımıza geldi ve Pars’ın kendisini görebileceği bir noktada durdu.

Hiçbirimizle göz teması kurmayıp sadece abisine bakarak “Abi, konuşalım mı biraz?” diye sordu, Pars’ın yüz ifadesi bir an bile olsun yumuşamazken “Evdeki güvenliklerden biri söyledi burada olduğunu,” diye açıkladı, Pars ise sessiz kalmaya devam etti.

Neden böyle davranıyordu şimdi? Niye sanki Doğan’a sinirli gibiydi? Oysa düne kadar böyle bir öfkesi yoktu ya da ben anlayamamıştım.

“Geç şuraya,” dedi gözleriyle ilerideki başka bir masayı göstererek. Doğan, onun söylediği şeyi ikiletmeden istediği masaya doğru giderken kendisi de ayağa kalktı ve bize hiçbir şey demeden gidip o masaya -Doğan’ın karşısına- oturdu.

O sırada Gökmen, “Bunlara ne olmuş böyle, kötü bir şey mi var?” diye sordu.

Ne olduğunu az çok bildiğim hâlde “Bilmiyorum,” dedim ve Doğan’la Pars’ı izlemeye devam ettim.

Pars, sessizdi ve dikkatle Doğan’a bakıyordu. Doğan ise başını önüne eğmiş, bir şeyler anlatıyordu ve anlattığı şey her ne ise Pars’ın yüzünde mimik dahi oynamıyordu. Ne konuştuklarını delicesine merak ederken Gökmen, “Pars’tan para aldığım için çok kızdın mı?” diye sordu.

“Daha önce borcumuzu ödediği için yine ondan istediğini sandığımda evet, kızdım ama sen burası için olduğunu bile söylememişsin, o da bilmiyormuş zaten.”

“Başka çarem olsaydı eğer bunu bile yapmazdım,” dedi ve ekledi. “Kredi çekmeyi bile denedim ama olmadı.”

Başımı hafifçe önüme eğip sıkıntıyla ofladım. Para mevzularından konuşmaktan sıkılmaya başlamıştım artık ama ilgilenmekten başka da çarem yoktu. Ne de olsa bu işe beraber girmiştik ama şimdi anlıyorum ki bu tarz işler pek de bana göre değilmiş ve maalesef ki ben, bunun çok geç farkına vardım.

“İyi misin?”

Gökmen’den gelen bu soruyla başımı kaldırıp ona baktım. “İyiyim, başım ağrıdı biraz. Bir de sanırım çok uzun süre oturdum, kemiklerim ağrıyor.”

“İstersen sen git, dediğim gibi iyice iyileşene kadar da gelme. Ben, tek hallederim her şeyi. Bir şey olursa da sana haber veririm.”

O konuşurken yeniden Pars ve Doğan’a baktım. “Pars’ın işi bitsin, gideriz,” dedim ve onları izlemeye devam ettim.

Hâlâ aynı durumdaydılar, değişen bir şey yoktu. Doğan konuşuyor ve Pars dikkatle dinliyordu onu. Artık gerçekten ne konuştuklarını fazlasıyla merak etmeye başlarken sonunda Pars’ın da bir şeyler söylediğini fark ettim. Zaten çok geçmeden de Doğan ayağa kalktı ve bizi bile görmeden kafeden çıkıp gitti.

Kötü bir şey olduğunu düşünmek moralimi bozarken hızlıca ayağa kalktım, Pars’ın oturduğu masaya gittim ve yanına oturdum. “İyi misin?”

Sessizce başımı sallamakla yetindi.

“Doğan neden öyle aniden gitti? Kötü bir şey mi oldu?”

Sıkıntıyla derin bir nefes alırken bakışlarını bana çevirdi. “Leyla’yı görmek ona iyi gelmemiş,” derken canı çok sıkkın gibiydi.

Aklım karıştığından “O sizin kardeşiniz,” dedim ve devam ettim. “Anneniz aynı kadın değil belki ama babanız aynı adam, Doğan neden böyle davranıyor ki?” diye sordum merakla ama cevap alamadım, sessiz kalmayı tercih etti.

Cevap alamayacağımı anlayınca “Erdem’in olanlardan haberi var mı?” diye sordum.

“Yok,” dedi anında.

“Her ne oluyor anlamıyorum çok fazla,” dedim, çünkü anlatmıyordu doğru düzgün ama şu an o bu hâldeyken bunu sorun edecek değildim. “Ama onun da bilmesi lazım, her şeyi sonradan öğrenmek kızmasına neden olabilir,” dediğimde hâlâ sessizdi. “Her şeyden önce onun da kardeşini artık görmesi lazım, hem belki Doğan’dan farklı bir tepki verir ve Doğan’ın da daha olumlu yaklaşmasını sağlayabilir.”

Söylediğim o kadar şeye rağmen “Eve gidelim,” dedi, söylediklerimi umursamadı mı diye düşünürken “Erdem’i oraya çağırayım, evde konuşurum,” dediğinde aslında umursadığını, hatta ciddiye bile aldığını anladım ve tebessüm ettim.

“Gidelim, zaten ben de çok yoruldum. Gidip biraz uzanmak istiyorum,” dedim, başını salladı.

İkimiz aynı anda ayağa kalktığımızda “Adaya gitmesek olmaz mı?” diye sordum, gözleri beni buldu. “Çok uzak, gemi de beni çok zorluyor, binmek istemiyorum."

“Buradaki eve gidelim o zaman.”

“Olur,” dedim ve o an gerçekten canının tahmin ettiğimden daha sıkkın olduğunu fark ettim. Bu, benim de keyfimi kaçırırken Gökmen’in yanına gittim ve bir sorun olursa mutlaka beni aramasını söyledim, ardından da Pars’la birlikte kafeden ayrıldık.

Onun, şehrin içindeki evine ulaşıp da birlikte eve girdiğimizde “Seni odaya çıkarayım, biraz dinlen,” dedi.

Başımı olumsuz anlamda salladım. “Uyumak istemiyorum, salonda dinlenirim,” dedim ve salona doğru yürüdüm. O da peşimden gelirken üçlü koltuğa oturdum, kendimi biraz zorlayıp ayakkabılarımı çıkardıktan sonra üzerimi değiştirmeye üşenip koltuğa uzandım. Pars hemen üzerime bir battaniye örterken koltuğun kenarına oturdu.

“Eğer ağrın çoksa, doktor çağırayım.”

Elini tuttum. “Şimdilik gerek yok, eğer artarsa söylerim sana,” dedim, başını sallayıp sessiz kaldığında “Sen, iyisin değil mi?” diye sordum.

“İyiyim, beni düşünme sen,” dedi ve eğilip yanağımdan öptü. Gözlerim huzurla kapanırken geri çekildi, ben de yeniden gözlerimi araladım. “Erdem’i arayacağım, birazdan gelirim,” dedi, tebessüm edip başımı salladım.

Başka bir şey demeyip yanımdan kalktığında bahçe kapısına yöneldi. Endişeyle arkasından bakarken bahçeye çıktı ve gözden kayboldu. Ben de sıkıntıyla iç geçirip sırtüstü uzandım ve gözlerimi tavana odakladım. Ne olduğunu bilmiyorum ama hiç iyi bir şey olmadığı kesindi. Doğan’la her ne konuştuysa canı çok sıkılmıştı ve ben ne konuştuklarını fazlasıyla merak ediyordum. Leyla ile ilgili bir şey konuştukları çok belliydi ama nasıl bir konu onu bu denli üzebilirdi ki? Leyla hakkında ne olmuş olabilirdi?

Sorular zihnimin içinde gezinirlerken bir kez daha sıkıntıyla ofladım ve sabırla Pars’ın geri dönmesini, Erdem’in de gelmesini bekledim. Çünkü içimden bir ses Erdem’le konuşmanın Pars’a iyi geleceğini söylüyordu ama yanılmaktan da çok korkuyordum.

İçimdeki sıkıntı giderek büyürken daha fazla uzanamadım, doğruldum ve arkama yaslandım. Bu şekilde bir başıma epey bir vakit geçirdim. Aradan her geçen her dakikada Pars’ın gelmemesi beni daha büyük endişeye düşürürken en son dayanamadım ve ayaklandım, bahçe kapısına gittim.

Camdan kapıdan dışarıya doğru baktığımda onu bahçe koltuklarına oturmuş, başını hafifçe önüne eğmiş, sigarasını içerken gördüm. Onu böyle görmek içime derin bir hüzün çökmesine neden olurken kendime engel olamadım ve gözlerim doldu. Her ne kadar yanına gitmek, ona sımsıkı sarılmak ve her şeyin düzeleceğini söylemek istesem de bunu yapamadım. Çünkü belli ki yalnız kalmak istiyordu. Bu yüzden onu hiç değilse bir süreliğe kendisiyle baş başa bırakmak isteyip bahçe kapısından uzaklaştım ve az önce oturduğum koltuğa döndüm.

Yeniden uzanıp da gözlerimi tavana odakladığımda artık ben de kendimi mutsuz hissetmeye başlamıştım ve şu an için tek dileğim; her ne oluyorsa bir an önce son bulmasıydı.

Moralim her geçen dakika biraz daha bozulurken Pars’ın yanıma dönmesini bekledim ama bir türlü dönmedi. Erdem gelene kadar bahçede mi oturacak acaba, içeri girmeyi düşünmüyor mu diye düşünürken biraz daha vakit geçirdim ve en sonunda dayanamayıp yeniden ayağa kalktım. Her ne kadar onu yalnız bırakmak istesem de bu konuda başarılı olamadım ve yeniden bahçe kapısına gidip ona doğru baktım.

Hâlâ aynı yerde, aynı pozisyonda oturduğunu ve sigarasını içtiğini fark edince daha fazla burada duramadım ve bahçeye çıktım. Ağır adımlarla yanına gittim, bir metre kadar uzağında durdum, arkası dönük olduğundan beni göremezken cesaretimi toplayıp konuştum.

“Yanına gelebilir miyim?” diye sormamla hızla bana dönmesi ve bakışlarımızın kesişmesi bir oldu.

“Neden kalktın sen ayağa?” diye sordu endişeyle ve ayaklanıp yanıma geldi. “İyi misin? Bir şey mi oldu? Ağrıların arttıysa hemen…” Devam etmesine izin vermedim.

“Hiçbir şey olmadı, sakin ol lütfen,” dedim ve buna inanması için tebessüm ettim.

“Neden ayağa kalktın o zaman?”

“Sen gelmeyince ben geldim,” dedim, aldığı uzunca nefesi fark ettim. Bu, hiçbir şey olmadığına inanıp rahatladığını anlamam için yeterli olurken “Neler oluyor anlamıyorum ama seni yalnız bırakmak istemiyorum,” dedim ve ellerini tuttum. “Yanında olmak istiyorum, bir şeye üzüldüğünün farkındayım. Sen üzgünken ben gidip içeride uzanıp dinlenemem ki,” dediğimde yüzünde buruk bir ifade oluştu, bu buruk ifadeyle eşzamanlı olarak küçücük de olsa tebessüm etti.

Sanki söylediklerim onu mutlu etmiş gibiydi…

Böyle düşünme beni de mutlu ederken ellerimi bıraktı ve kendimi boşlukta hissettim. Fakat aynı zamanda elleri yüzümü buldu, yüzümü avuçlarının arasına aldı ve bu kez de kendimi sıcacık hissedip tebessüm ettim.

Pars, gözlerimin içine bakarken bir şeyler söylemesini bekledim ama o tek kelime etmedi ve eğilip sıcacık dudaklarını yanağıma bastırdı. Bu, daha da büyük tebessüm etmeme neden olurken geri çekildi ve yeniden gözlerimin içine baktı.

“Seni çok seviyorum,” dediğinde istemsizce bir anda boynuna atıldım ve sımsıkı sarıldım ona.

“Ben de seni çok seviyorum,” dedim ve daha da sıkı sarıldım. Az sonra geri çekilip gözlerine baktığımda “Erdem gelecek mi?” diye sordum.

“Birazdan burada olur.” Bunu söylerken sanki ilk defa kardeşiyle karşı karşıya gelmek istemiyor gibiydi ve ben hâlâ neden bu hâlde olduğunu anlayamıyordum. Ailevi bir mesele farkındayım, merak da ediyorum ama soramıyordum, onu biraz daha üzmek istemiyorum.

“Hadi,” dedi elimi tutarken. “Eve girelim, üşüme burada.”

Dediğini yapmak yerine elini bıraktım ve sımsıkı sarıldım ona, başımı da göğsüne koydum. “Ben buradayken hiç üşümem ki.”

Yüzünü göremesem de bu söylediğimin hoşuna gittiğini biliyor ve hafifçe de olsa tebessüm ettiğini hayal edebiliyordum.

“Öyle mi?” diye sordu muzip bir ses tonuyla, keyfi biraz olsun yerine gelmiş gibiydi. İşte bu, benim de keyfimi yerine getirirdi.

Başımı kaldırmadan ona sımsıkı sarılmaya devam ederken “Hı hı,” dedim ve dememle eşzamanlı olarak kendimi bir anda onun kucağında bulmam bir oldu.

Aniden olan bu şey yüzünden minik bir çığlık atarken “Pars,” diye de bağırmıştım ama bağırırken bile gülüyordum. O an sanki bir an için düşecek gibi olup sımsıkı boynuna sarıldım. Pars ise çoktan ayaklanmış, eve doğru yürüyordu.

“Yalnız sen böyle beni her seferinde kucağında taşırsan ben alışırım buna,” dedim, gözlerime baktığında ise devam ettim. “Hiçbir şeyim olmadığı hâlde isterim.”

Yüzünde muzip bir ifade oluşurken gözlerinin kenarı hafifçe kısıldı ve bakışlarındaki muzip ifadeyi destekler nitelikteki bir ses tonuyla “Alıştığın bu olsun,” dedi ve serseri bir tavırla göz kırptı. “Hallederiz.”

İlk kez bu kadar serseri gibi görünüyor olması beni şaşırtırken bir yandan da bu tavrına güldüm ve omzuna vurdum. “Manyak.”

Tek kaşını kaldırdı. “Güzelim,” dedi uyarıcı bir ses tonuyla, o sırada bahçe kapısından eve girmiştik. “Kucağımdayken ve kaçabileceğin hiçbir yer yokken benimle böyle konuşmanı hiç tavsiye etmem,” dedi ve ekledi. “Senin için pek iyi şeyler olmayabilir çünkü.”

Dudaklarım yana kıvrıldı. Ne söylemek istediğini çok iyi anladığım hâlde “Ne olurmuş?” diye sordum, yapmaya çalıştığım şeyi fark etmiş olacak ki gözlerinin kenarı biraz daha kısıldı.

Kaşınıyorsun,” dedi uyarıcı bir tavırla.

Bu dediği dudaklarımın biraz daha yana kıvrılmasına neden olurken “Belki de,” dedim cilveli bir tavırla, o sırada az önce uzandığım koltuğun yanına ulaşmıştık ama hiç beni bırakmaya niyeti yok gibiydi. Bu yüzden de öylece duruyorduk.

Ağır ağır yutkunduğunu fark ettikten hemen sonra “Ayliz,” dedi, sesi yine uyarıcı çıkmıştı ve sanırım bundan korkmam gerekiyordu ama korkmak hiç içimden gelmiyordu. Hatta böyle davranması hoşuma gidiyor bile diyebilirdim. Oysa bu yaptığımın tehlikeli bir suda yüzmekten bir farkı yoktu. Sonu hiç beklemediğim bir yere gidebilirdi. “Bence sen yine de çok kaşınma,” diye konuşmasına devam ettiğinde kendime engel olamadım ve güçlü bir kahkaha attım.

Ardından da “Tamam tamam,” dedim, geri adım attım. Bunun onun beni uyarmasıyla bir ilgisi yoktu aslında, aniden zihnimde yer edinen düşünceyle ilgisi vardı. “Hadi indir beni,” dediğimde hemen yanında durduğumuz koltuğa bıraktı beni ve kendisi de yanıma oturdu.

Tam o esnada bahçeye duran arabanın sesini duydum, sanırım Erdem gelmişti. Pars da aynı sesi duymuş olacak ve aynı şeyi düşünmüş olacak ki yüzündeki o keyifli ifade bir anda soldu, gerildi. Onun bu hâli, umarım Erdem’le konuşmasını isteyerek yanlış bir şeye neden olmamışımdır diye içimden geçirmeme neden oldu ama sanırım bunu düşünmek için geç kalmıştım.

Pars’ın gözleri yeniden beni bulurken “Sen burada kal, ben gelirim birazdan,” dedi, anlayışla başımı salladım. Her ne konuşacaksa yalnız konuşmaları gerçekten de çok daha iyi olabilirdi.

Pars başka bir şey demeyip ayağa kalktığında içimden bir sorun çıkmaması, her şeyin yolunda gitmesi için dua etmeye başlamıştım bile. Pars her ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da kardeşleri konusunda zayıf bir adamdı ve aralarındaki şey her ne ise onu çok zorluyordu. Kardeşleriyle arasının bozulmasından, uzaklaşmalarından korktuğu çok belliydi ama bu korkuya neyin neden olduğunu işte ben de tam anlamıyla bilmiyorum. Bildiğim, daha doğrusu anladığım tek şey Leyla ile ilgili olduğuydu.

Pars yeniden bahçeye çıktığında dayanamadım ve ayağa kalktım, bahçe kapısına doğru yürüdüm. Fakat dışarıya çıkmadım, uzaktan onlara doğru baktım. Erdem çoktan arabasından inmiş, abisinin yanına gitmişti bile ve bir şeyler söylüyordu. Yüz ifadesine bakılırsa Pars’ın kendisini çağırmasına bir anlam verememiş gibiydi. Tüm bunların yanı sıra sanki bir de derdi varmış gibiydi, çünkü yüzünde gergin bir ifade vardı.

Sustuğunu ve Pars’ın ona bir şeyler söylediğini fark edince bu kez de ben gerildim. Buna rağmen dikkatle onları izlemeye devam ettim ve Pars her ne söylüyorsa Erdem’in kaşlarının çatıldığını gördüm. Herhâlde Pars her zamanki gibi hiç lafı eveleyip gevelemeden doğrudan konuya girdi diye içimden geçirirken telefonunu çıkardı ve bir şeyler yapıp Erdem’e uzattı. Erdem, Pars’ın elinden telefonu aldı ve dikkatlice ekrana baktı, o esnada Pars bir şeyler söylemeye devam ediyordu.

Az sonra Pars sustuğunda Erdem de telefonu incelemeyi bırakmış ve başını kaldırıp abisine bakmıştı. Yüz ifadesi değişmiş, sanki bir şey onu sinirlendirmiş gibiydi. Merakım giderek artarken Erdem elindeki telefonu kaldırdı ve Pars’a gösterdi. Ardından da benim bile duyabileceğim kadar yüksek bir ses tonuyla “Bu doğru değil, değil mi?” diye sordu.

Erdem’in bu sorusuna Pars sakince cevap vermişti ama Erdem gibi sinirli olmadığından bağırmamış, ben de cevabını duyamamıştım.

“Abi sen ne diyorsun?” diye bağırarak sormaya devam etti Erdem ve Pars ona bir şeyler daha söyledi. Her ne söylediyse Erdem bu kez “Sakladın mı bunu bizden?” diye sordu, bu soru Pars’ın da kaşlarını çatmasına neden olmuştu ama buradan fark ettiğim kadarıyla da elinden geldiğince sakin kalmaya çalışıyordu. Bu sakinlikle de Erdem’e cevap vermiş ama yine ben o cevabı duyamamıştım.

“Doğan da bu yüzden ortalıklarda yok kaç gündür, değil mi?” diye sordu Erdem, sesi bu kez daha yüksek çıkmıştı.

Bu yüzden de Pars öfkeyle “Bağırma lan!” diye bağırdı onunkinden kat kat daha yüksek bir ses tonuyla, çok uzakta olmama rağmen ben bile irkildim. “Adam gibi anlatıyorum işte sana, sen de adam gibi dinle!” Hâlâ aynı ses tonuyla bağırmaya devam etmesi dudaklarımı ısırmama neden olurken Erdem’in de bir adım geri gittiğini fark ettim. Sanki az önce bağıran çağıran kendisi değilmiş gibi süt dökmüş kediye dönmüştü. Bu sebepsiz yere hoşuma gitmişti.

“Şimdi hadi siktir git!” diye bağırmaya devam etti Pars, tıpkı Erdem gibi ben de afalladım. Bu neydi şimdi? Konuşmak için çağırmış, konuşmuş ve kovuyordu adamı. Hem bu durumda bu biraz riskli bir davranış değil miydi? Erdem’in kendisinden uzaklaşmasına neden olmaz mıydı? Umarım bunu da düşünerek böyle davranmıştır.

Ben daha bunu düşünürken Erdem’in “Gideyim mi?” diye sorduğunu duydum, Pars ona cevap vermek yerine üzerine yürüyünce de zaten Erdem arkasına bile bakmadan telaşla uzaklaşmış ve gidip arabasına binmişti.

Bu, beni ister istemez güldürürken Erdem’in arabasının bahçeden ayrılmış ve eşzamanlı olarak Pars’ın da yüz ifadesi değişmişti. Var olan öfkesi aniden dinmiş, giden kardeşinin arkasından bakarken derin bir iç çekmişti. İşte ancak o an anladım ki az önceki öfkesi gerçek değil, numaraydı. Tamam ama neden böyle bir şey yapma gereği duymuştun ki?

Bu soru zihnimin içinde dönüp dururken Pars’a burada yakalanmak istemeyip telaşla içeriye geçtim ve beni oturttuğu koltuğa oturdum. Hatta bununla da yetinmeyip arkama bir yastık koydum, ayaklarımı koltuğa uzatıp battaniyeyi karnıma kadar çektim.

Çok geçmeden Pars salona girdiğinde sanki her şeyden bihabermiş gibi “Aaa geldin mi?” diye sordum. Sormamla eşzamanlı olarak “Yok gelmedi, hayal görüyorsun! Salak mısın öyle soru mu sorulur?” diye içimden kendimle alay edip durumu toparlamak adına “Erdem çabuk gitmiş,” dedim.

Pars’ın gözleri kısılırken ağır adımlarla yanıma geldi ve koltuğun kenarına oturdu. Eli anında elimi bulurken aniden neden böyle bir şey yaptı anlayamadım ama bozuntuya da vermedim ve tebessüm ettim. “Sen Erdem’i görmedin mi?” diye sordu, yüzünde öyle bir ifade vardı ki şu an sorusuna cevap vermeme bile gerek yoktu sanki.

“Yoo,” dedim elimde olmadan fazlasıyla yapmacık bir tavırla ve devam ettim. “Nereden göreyim ki?”

Tek kaşını kaldırdı. “Bizi izlediğin için görmüş olmayasın?”

Bir an için afallar gibi olsam da kendimi çok çabuk toparladım, o esnada eli hâlâ elimdeydi. “Ben mi sizi izlemişim? Niye izleyeyim ki sizi? Sen gittiğinden beri burada battaniyenin altında oturuyorum,” dedim, sanki izlediğimi söylesem bir şey yapacakmış gibi inkâr etmeye devam ettim. Aslında muhtemelen hiçbir şey olmayacaktı ama o böyle davranınca istemsizce yalan söyleyip olanı biteni inkâr edesim geliyordu.

“Ellerin niye bu kadar soğuk o zaman?”

Bir anda gelen bu soruya nasıl cevap veremeyeceğimi bilemeyip güldüm, bu şekilde kendime birkaç saniye kazandırıp “Benim ellerim hep soğuk olur ki,” diyerek aklıma gelen ilk yalanı söylemiş oldum. İşin tuhaf yanı hâlâ neden yalan söylediğimi bile bilmiyordum. Sanki gerçeği söylesem bir şey olacaktı…

“Yeni fark ediyorum,” dedi, söylediğim şeye inanmadığı o kadar belliydi ki…

O bunu yeterince belli ettiği hâlde anlamamazlıktan gelmeye devam edip “Olur öyle şeyler,” dedim, bu kez bir şey demek yerine tek kaşını kaldırmış bir şeyler ima etmek istercesine bakarken gözlerimi kaçırdım ve sanki bunun farkında değilmiş gibi davrandım. Buna rağmen bakmaya devam ettiğini hissettiğimde dayanamadım ve gözlerimi ona çevirdim yeniden. “Acıktım ben,” deyip hızla konuyu değiştirdim ve tatlı tatlı gülümsedim. “Bir şeyler yiyelim mi?”

Konuyu değiştirme çabamı görmezden gelmeyip bana ayak uydururken “Kim yapacak?” diye sordu.

Düşünmeye gerek bile duymadan “Benim yapmamı beklemiyorsun herhâlde,” diye sordum ve bu kez ona fırsat vermeyip kendimle dalga geçen ben olmak istedim. Bu yüzden de “Bir de hastaneyle falan uğraşmayalım şimdi,” dedim.

Söylediğim şey Pars’ın yüzünde alaylı bir ifade oluşmasına neden olsa da gülmedi. Ben ise onun aksine içimden geldiği gibi güldüm. “Dışarıdan bir şeyler söyleriz,” dedi.

Heyecanla başımı salladım. “Olur.”

Elimi bırakıp cebinden telefonunu çıkardı ve bir şeyler sipariş etti. İşi bittikten sonra da defalarca kez sorduğu soruyu bir kez daha yineleyip iyi olup olmadığımı bir kez daha sordu. Benden de “İyiyim,” cevabını aldı ve rahatladı. Bu soruyu iyileşene kadar defalarca kez duyacağımdan emindim.

Çok geçmeden yemekler geldiğinde benim için hazırlayan o olmuştu ve güzelce karnımızı doyurmuştuk. Daha sonra da birlikte biraz vakit geçirmiş ve henüz saat erken olmasına rağmen uykum geldiği için beni odaya çıkarmıştı. Aslında bu kadar erken uyuyan biri değildim, hiçbir zaman da olmamıştım ama kullandığım ilaçlar tüm dengemi altüst ediyordu.

Pars beni odaya çıkardıktan sonra giymem için bir şeyler vermiş ve sonra da üzerimi değiştirmem için odadan ayrılmıştı. Ben de zar zor da olsa bir başıma üzerimi değiştirmiş ve yeniden onu çağırmıştım. Odaya gelir gelmez sanki ben tek başıma yapamıyormuşum gibi yatağa uzanmama yardımcı olmuş, üzerimi örtmüş ve kendisi de yanımdaki yerini almıştı.

Beni kollarının arasına alıp canımı yakmayacak kadar sıkı sarılırken sıcacık dudaklarını yanağımda hissettim. Bu, kocaman tebessüm etmeme için yeterli olurken gözlerimi kapattım ve kollarının arasında huzurla uykuya daldım.

1 Hafta Sonra

Yatağın üzerinde duran son kazağımı da alıp elimdeki küçük çantanın içine yerleştirirken Pars odaya girdi. Girer girmez de gözleri elimdeki çantayı buldu, derin bir iç çekti ve ağır adımlarla yanıma geldi. Gözlerimi ondan ayırmazken yanıma ulaştığı ilk an eli belimi buldu ve beni kendine çekti.

Nefesini hissedecek kadar ona yakın olduğumda dudaklarım hafifçe yana kıvrıldı ve gözlerinin içine baktım.

Memnuniyetsiz bir tavırla “Gitmek istediğinden emin misin?” diye sordu, sanki dün gece saatlerce bunu konuşmamışız gibi…

Başımı salladım. “Eminim Pars.”

Sıkıntıyla derin bir nefes alırken sessiz kalmayı tercih etti, eve dönmek istemem onu pek de memnun etmemişti.

“Bir haftadır buradayım, hatta daha fazla oldu. Babam yeni bir olay çıkarmadan kendi isteğimle eve geçsem iyi olacak,” dedim, aslında zaten tek derdim buydu; babam… Yoksa onunla burada hayatımın sonuna kadar bile kalabilirdim.

“Öyle olsun,” dedi sadece, bunu derken bile bu durumdan memnun olmadığını elinden geldiği kadar belli etti ama kendisi de en az benim kadar babamı kızdırmamamız gerektiğini biliyordu. Zaten bilmeseydi her fırsatta bu durumdaki memnuniyetsizliğini göstermek yerine çoktan gitmeme engel olmuş olurdu bile…

“Çıkalım mı o zaman? Hazırım çünkü ben,” dedim.

Sanki yanlış bir şey söylemişim gibi anında kaşlarını çattı. “Hemen mi gideceksin?”

Güldüm, bu hâlleri hem çok tatlı hem de çok komik geliyordu. “Evet.”

“Akşam git,” dedi, yeniden gülmemek içi kendimi çok zor tuttum.

“Üzgünüm,” dedim ve ekledim. “Babama geldiğimi haber verdim bile.”

Bir kez daha çattı kaşlarını ve ardından sıkıntıyla nefesini dışarıya verdi. Neyse ki en sonunda da pes etti ve başını salladı. Onun bu hâlleri hoşuma gitmeye devam ederken ayak parmaklarım üzerinde yükselip yanağından öptüm. Tam geri çekilecekken buna engel oldu ve dudaklarını dudaklarımla örtüleyip o da beni öptü. Bir yandan ona karşılık verirken bir yandan tebessüm ettim.

Az sonra geri çekildiğinde gözlerimin içine bakarak “Gitmen lazım biliyorum,” dedi ve eli yüzümü buldu, yanağımı okşadı. “Ama burada olmana çok alıştım.”

İçime anlamsız bir hüzün çökerken “Ben de,” dedim ve dayanamayıp sımsıkı sarıldım ona. Muhtemelen akşam dayanmayacaktı ve gelecekti beni görmeye. Hatta yarın, ondan sonraki gün derken her gün görecektik birbirimizi ama yine de sanki vedalaşıyor gibiydik. Çünkü onun da dediği gibi, şu bir haftada çok alışmıştık sürekli yan yana olmaya, her uyandığımızda birbirimizi görmeye… “Ama babamı biliyorsun,” diye sözlerime devam ettiğimde ayrıldı benden ve yeniden gözlerimin içine baktı.

“Biliyorum güzelim, biliyorum,” dedi sitemkâr bir tavırla. “Bu yüzden engel olmuyorum ya gitmene,” deyip bir kez de o beni yanağımdan öptü. “Neyse, madem haber verdin, hadi o zaman gidelim,” dediğinde başımı salladım.

Hazırladığım çantayı alan o olduğunda birlikte evden ayrıldık ve bahçedeki arabasına bindik. O arabayı çalıştırıp da bizim eve doğru yola çıkarken bir haftadır zihnimde dönüp duran ama bir türlü ona soramadığım o soru bir kez daha zihnimdeki yerini alırken sıkıntıyla iç çektim. Erdem’in geldiği o geceden sonra bir daha aramızda o konu açılmamıştı. Ne ben sormuştum kardeşlerinle neler oluyor, nasıl gidiyor, bir daha onlarla konuştun mu diye ne de o bir şey anlatmıştı. Bu konu onun için özel ve hassas bir konuydu, farkındayım. Bu yüzden de zamana ihtiyacı vardı, hatta belki kimseyle konuşmamaya… Ben de bunu anlayışla karşılıyor, üzerine gidip onu üzmek istemiyordum.

Eğer biraz daha bunu düşünmeye devam edersem dayanamayıp ona bir şeyler soracağımı bildiğim için konuyu kendi içimde kapattım ve gözlerimi ondan çekip yola baktım. Gözlerim bir anlığına aynaya takıldığında ve kendimi gördüğümde tebessüm ettim. Yaralarım iyileşmişti, hafif morluklar vardı hâlâ yüzümde ama artık makyajla kolaylıkla kapanıyordu ve ben de her seferinde kapatıyordum. Umarım birkaç güne onlar da geçecekti ve her şey tam anlamıyla yoluna girmiş olacaktı.

“Kafeye ne zaman gitmeye başlayacaksın?” diye sordu Pars, bakışlarımı ona çevirdim.

“Yarın,” dedim düşünmeye gerek duymadan, bu konuyu daha önce düşünmüştüm çünkü. “Çalışabilecek kadar iyiyim artık,” dediğimde onun da gözleri beni buldu.

“Daha da iyi olacaksın,” dedi sanki az önce ne düşündüğümü anlamış gibi…

Gülümseyerek ona bakarken dayanamadım ve ona doğru eğildim, yanağımdan öptüm. “Dur, ne yapıyorsun?” dedi dikkati dağılmış olacak ki…

Bunu umursamadım ve “Sen yanımda olduktan sonra ben hep iyi olurum zaten,” dedim, bunu derken garip bir şey hissettim. Son zamanlarda fazla mı romantik olmuştum acaba? Bu düşünceyle eşzamanlı olarak “Umarım onu bunaltmıyorumdur,” diye içimden geçirmeden edemedim.

Ben daha bunu düşünürken Pars’ın gözleri beni buldu. Yaptığımın hoşuna gittiğini fark ettiğim an kendimi bu düşünceden kurtardım. O ise hâlâ sanki hoşuna gitmemiş de dikkatini dağıtmışım gibi bakmaya devam ediyordu. Sanki anlamadık!

“Bakma öyle ya,” dedim ve tatlı tatlı gülümsedim.

Gözlerini yola çevirmek zorunda kalırken sessiz kaldı. Ne kızabildi ne de hoşuna gittiğini söyleyebildi. Bu da beni güldürdü.

“Neden gülüyorsun?” diye sorduğunda gözleri bende olmadığı ve göremeyeceği hâlde omuz silkip “Hiç,” dedim ortadaki harfi uzata uzata.

Gözünün ucuyla imalı bir bakış atıp yeniden yola baktı. “Hiç,” diye de tekrar etti söylediğim şeyi.

Tam gülerek onu onaylayacaktım ki yüz ifadesinin değiştiğini fark ettim. Bunu fark etmemle birlikte arabanın da durması bir olmuştu ve Pars dikkatle bir yere bakıyordu. İster istemez gerilirken gözlerimi baktığı yere çevirdim ve tam karşımızda duran bir araba, bir de o arabanın önünde duran bir adam görmüştüm. Arkasında da onlarca başka adam vardı.

Korkuyla “Pars, ne oluyor?” diye sordum.

“Korkma güzelim,” dedi bana bakmazken ve karşımızda duran adama bakmaya devam ederken. Korkma diyordu ama korkmamak mümkün müydü bu durumda?

Ben daha bunu düşünürken Pars’ın yeşilleri beni buldu. “İnip halledeceğim, sen sakın arabadan inme.”

“Ama…” Devam etmeme izin vermedi.

“Bir şey olmayacak, güven bana.” Böyle diyordu ama sanki buna kendisi bile güvenmiyor gibiydi. Şu an yaptığı tek şey beni sakinleştirmeye çalışmaktı. “Sakın inme,” diye yineledikten sonra engel olmama izin vermeden arabadan inmişti.

Korkudan kalbim küt küt atmaya, ellerim titremeye başlarken Pars arabanın önünde duran adama yaklaştı. O kadar yakınına gitmesi beni daha da korkuturken adam da ona yaklaştı. İnemiyorum bari ne konuşuyorlar duyayım diye düşünüp camı indirdim ve konuşmalarına kulak verdim.

“Hayırdır, derdin ne?” diye sordu Pars, adamı tanıyor olmalıydı. Tabii ki tanıyacaktı! Tanımadığı birinin yolumuzu kesecek hâli yoktu ya!

"Derdimin ne olduğunu sen de biliyorsun," dedi adam ellerini arkasında birleştirirken. "Benimle bir yere kadar geleceksin."

“Ya gelmezsem?” diye sordu Pars ellerini cebine sokarken. Bu adam niye bu kadar rahattı ki?

“O zaman zorla götürmek zorunda kalırım,” dedi adam bu kez de, sanki diğer türlü zorla götürmüş olmayacaktı!

“İyi, madem öyle gidelim o zaman.” Pars’ın söylediği şeyi duyduğum an göz bebeklerim büyüdü. Ne yani öylece gitmeyi kabul mu edecek, hem de bu kadar çabuk diye düşünürken adamın gözleri beni buldu. Kısa bir bakış atıp yeniden Pars’a baktı.

“Kızda gelecek, malum birilerini arayıp ortalığı ayağa kaldırmasını istemeyiz.”

Adamın söylediği şeyle Pars omzunun üstünden bana doğru bakıp yeniden adama çevirdi bakışlarını. “Emin ol, sen ya da ben gel demesen bile gelecek.”

Adam Pars’ın söylediği şeyle güçlü bir kahkaha atarken ben bozulsam mı gülsem mi bilemedim. O iyi bir şey mi söylemişti benim için kötü bir şey mi? Hem bu nasıl bir ortamdı böyle? Olanlardan korkmam mı gerekiyordu rahat mı olmalıydım? Garip bir durumun içindeydim ve ne yapacağımı bilmiyordum.

“İyi söyle o zaman insin arabadan, bizim arabalarla gideceğiz.” Adamın söylediği şeyi duyduğum an Pars’ın beni çağırmasını beklemeden hızla indim arabadan ve Pars’ın yanına gittim.

Adam da Pars da gözleriyle beni takip ederlerken adama gözümün ucuyla bile bakmayıp Pars’a “Ne oluyor?” diye sordum.

“Bir yere kadar gidip döneceğiz,” demekle yetindi.

O sırada yanımıza bir başka adam geldi ve az önceki adam “Silahını alması lazım,” dedi, Pars sonunda olumsuz bir tepki verip kaşlarını çattı ama aynı zamanda kendini sakinleştirmeyi de başardı ve silahını çıkarıp adama uzattı. Yanımıza gelen adam silahı aldıktan sonra uzaklaştı ve farklı iki adam yanımıza gelip ilerideki bir arabayı gösterdi.

İki adam, Pars ve ben o arabaya bindiğimizde her ne kadar korkulacak bir şey yok gibi görünse de korkuyordum ve maalesef ki bu yersiz korkunun başımıza büyük bir bela açacağından bihaberdim.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Bu adamlar kim dersiniz?

Sizce bizimkilere bir şey olacak mı?

Pars, Erdem ve Doğan arasında neler dönüyor sizce?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın, sevgiyle kalın <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%