Yeni Üyelik
5.
Bölüm

4.BÖLÜM "ANLAŞMA"

@gizzemasllan

Selam yıldızlarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

.

.

.

4. BÖLÜM "ANLAŞMA"

Kaçmak kolaydır, zor olan yakalanmamaktır. Bu cümleyi kendi içimde kendime defelarca kez söyleyip yakalanmamam konusunda kendimi sürekli uyardım. Çünkü eğer yakalanırsam her şey yarım kalacak ve bir daha kaçmak için asla fırsatım olmayacak. Aslında yakalanacağımı, günün sonunu göremeden Pars'ı beni bulacağını çok iyi biliyorum ama o buluş ben Tan ile konuştuktan, görüştükten sonra olmalı.

"Hanımefendi?" Duyduğum sesle düşüncelerimden sıyrıldım, taksiciye baktım. "Burası mı?" diye sordu adam, hızla dışarıya baktım ve doğru yerde olduğumuzu gördüm. Bir saatir Pars'ın korkusunun etkisi altında olduğumdan ne ara buraya geldik anlamadım bile.

"Evet." dedim adama ve "Beş dakika bekleyin lütfen, ücreti göndereceğim." diye ekledim. Adam başını sallayıp beni onaylarken de arabadan indim.

Önünde durduğum bara baktım. Buraya kadar gelmiş olmayı başarmaktan dolayı kendimle gurur duydum. Pars'ı kandırıp kaçmak pek de kolay bir iş değildi ama ben bunu ilk denememde yapmıştım. Bence bu gurur duyulacak bir şeydi, değil miydi yoksa? Bunu düşünürken bir an önce Tan'ın yanına girmek istedim. Henüz daha akşam olmadığından bar çok sessiz ve sakindi. Kapıda güvenlik bile yoktu ve muhtemelen içeride şu an temizlik vardı. Tan genelde bu saatlerde bile burada olduğundan onu burada bulacağımdan hiç şüphem yoktu. Bu yüzden hiç tereddüt etmeden girdim bara ama girmemle bileğimden tutulması, geri çekilmem bir oldu, küçük bir çığlık attım. Fakat buna izin verilmedi, biri elini ağzıma bastırdı.

Sırtımı duvara yasladı, elinden kurtulmak için çabaladım. Buna izin vermemek için elinden gelen her şeyi yaptı. Tam bağırmak için elini çekmesini sağlayıp ağzımdaki elini ısıracakken tanıdık bir çift gözle karşılaştım, şaşkınca kalakaldım. "Sus, sakın bağırma." dedi, şaşkın bir tavırla başımı salladım. Doğan elini ağzımdan çekerken yanımıza gelen Erdem'i gördüm, şaşkınlığım daha da arttı. Bunlar Pars'ın erkek kardeşleriydi.

"Ya sizin burada ne işiniz var? Ailecek başıma bela mı oldunuz? Sizi bana..." Erden devam etmeme izin vermedi.

"Ayliz sus!" diye tısdadı dişlerinin arasından. "Ne işin var senin burada?" diye devam etti hesap sorarcasına, kaşlarımı çattım.

"Size ne ya? Sizi ne ilgilendiriyor? Rahat bırakın beni! Resmen başıma bela oldunuz ailecek!" Kızdım, yanlarından uzaklaşmak için bir hamle yaptım, Erdem önümde durdu. Ona öfkeli bir bakış atıp diğer tarafa yöneldim, bu kez de Doğan önümde durdu.

"Ya çekilsene önümden!" Bu kez sesim yüksek çıktı ama onun pek de umurunda değil gibiydi. "İyi, bunu siz istediniz." dedim, önce Erdem'in ardından da Doğan'ın gözlerinin içine baktım. İkisi de ne yapmaya çalıştığımı anlamak için çaba sarf ederlerken dudaklarımı araladım ve bir anda bağırmaya başladım.

"İmdat! İnsan kaçırıyor..." Ve yine devam edemedim çünkü Doğan bir kez daha elini ağzıma bastırdı, bağırmama engel oldu. Buna rağmen bağırmaya çalışmaya devam ettiğimden tuhaf sesler çıkarıyor oldum ve o an Doğan'ı değil de Erdem'i fazlasıyla kızdırdığımı fark ettim.

"Doğan al şunu, getir peşimden!" diye emir verdi kardeşine, öfkeyle baktım gözlerinin içine. Bunlar kendilerini ne zannediyorlardı? Aslında her şeyin sebebi babamdı, onlara bana böyle davranma hakkını babam vermişti. İşte bu konuda babamı asla affetmeyeceğim. Resmen onun yüzünden hiçbiri beni hesaba almıyordu.

"Ayliz bak şimdi elimi ağzından çekeceğim ama sakın bağırma." dedi Doğan, kaşlarımı çattım. Bunların derdi neydi? Normalde bağırsam bile asla umursamazlardı ama şimdi bu onlar için çok büyük bir sorun hâline gelmişti. Bu işin altında bir iş var ama neyse, yakında çıkar kokusu.

"Yoksa valla son çare olarak seni bayıltıp götürmek zorunda kalırım." dedi, gözlerim iri iri oldu. Ciddi miydi bu? Aslında o kadar ileriye gitmeye başlamışlardı ki bunu yapacaklarına dair en ufak bir şüphe barındırmıyordum içimde. Bu yüzden başımı salladım, Doğan bu hareketimle bağırmayacağımdan emin olmuş olacak ki elini ağzımdan çekti.

"Şimdi hadi Allah aşkına kendi isteğinle git peşinden." dedi, o da bu durumdan hiç memnun değilmiş de yapmak zorundaymış gibi davranıyordu.

"Sizi hiç sevmiyorum!" dedim bir anda, Doğan afalladı. "Hepinizden nefret ediyorum! Senden de abilerinden de o Ateş'ten de nefret ediyorum! Hep de nefret edeceğim!" Daha devam edecekken Doğan araya girdi.

"Bunları yanlış kişiye söylüyorsun gri kafa." dedi alaylı bir ses tonuyla ve ekledi. "Bunları abime söylemen lazım. Pars Atakan'a, bana değil. Genelde hep öyle olur çünkü." deyip hafifçe geri çekildi ve ekledi. "Yoksa ben mi yanlış biliyorum?" Benimle alay ettiğini fark edince sinirle omzuna vurdum.

"Pislik!" deyip yanından uzaklaştım, Erdem'in peşine takıldım.

"Kız dur!" dedi Doğan arkamdan ve devam etti. "Sana da şaka yapılmıyor!" Arkamdan söylenmeye devam etti. Onu zerre umursamayıp yürümeye devam ederken bir anda fark ettiğim şeyle durdum. Ben bunların dediğini neden yapıyorum? Bir önümde giden Erdem'e bir de arkamda duran Doğan'a baktım. O an Erdem durdu ve bize döndü.

"Gelsenize lan! Ne duruyorsunuz orada?" diye kızdı, hızla arkamı döndüm, Doğan'a baktım.

"İstersen bayılt!" deyip başımı hafifçe havaya kaldırdım ve avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. "İmdat! İnsan kaçırıyorlar! Tam da şu an yapıyorlar bunu! Yardım edin! İmda..." Ve yine bir kez daha bağırmam engellendi, Doğan elini ağzıma bastırdı.

"Allah senin cezanı vermesin Ayliz!" dedi, konuşmaya çalıştım. Yapabildiğim tek şey tuhaf tuhaf sesler çıkarmak olurken bir koluma Erdem, diğer koluma Doğan girdi ve sadece kendimi birkaç saniye içinde yandaki bara girerken buldum. Tam o anda Tan'ın kendi barından çıktığını gördüm. Beni fark etmesi için elimden geleni yaptım ama başarılı olamadım, beni içeriye zorla soktular. İçeriye girer girmez beni bıraktıkları ve Doğan elini ağzımdan çektiği için rahatlıkla konuştum.

"Ya siz manyak mısınız? Ne istiyorsunuz benden ya? Ne yaptım ben size?" Sesim ağlayacakmışım gibi çıktı, oysa ağlamaya hiç niyetim yoktu. Aksine şu an çok sinirliydim ve sinirliyken ağlamak daha da sinirimi bozuyordu.

"Ayliz bağırıp durma, ne derdin varsa abimle hallet. Birazdan burada olur zaten." Erdem'in söylediği şeyle afalladım.

"Abin mi?" Sordum, başını salladı.

"Evet, abim. Gelir birazdan." İşte şimdi sanırım biraz korkmaya başladım.

"Niye bu kadar şaşırdın ki? Ne zannediyordun seni burada tesadüfen gördüğümüzü mü?" Doğan sordu, aslında haklıydı.

"Ya tamam, kaçtım yanından ama haklıydım kaçmakta! Şimdi bırakın beni, sevgilimin yanına gideceğim! Zaten hemencecik yan tarafta! Pars gelene kadar konuşurum ben onunla." dedim, şu an bunu kabul etmeleri gerekiyordu.

"Olmaz." diyen Erdem'i buldu gözlerim, ben elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışırken onlar resmen beni delirtmek için ellerinden ne geliyorsa yapıyorlardı.

"Ne demek olmaz? Siz bana karışamazsınız! Hangi hakla hayatıma bu kadar müdahele ediyorsunuz ya?" Yine kızdım ama yine hiçbirinin umurunda olmadım.

"Allah'ım cevap de vermiyorlar! Yemin ederim delireceğim en sonunda!" derken Erdem sonunda konuşmaya tenezzül etti.

"Biz delirdik bile!" dedi öfkeli bir tavırla ve ekledi. "Kendi derdimiz bize yetmiyormuş gibi bir de Ayliz Hanım'ın çocukluklarıyla uğraşıyoruz!" Kızdı, konuşmak istedim ama engel oldu. "Şimdi geç, bir kenara otur ve uslu uslu bekle! Daha fazla bela açma başımıza!" Göz devirdim.

"Ya ben size gelin benimle uğraşın dedim mi? Demedim! Hem kendi kendinize iş üretiyorsunuz hem de bana kızıyorsunuz! İstemiyorum hiçbirinizi hayatımda! Rahat bırakın beni!" Yine aynı şeyleri söyledim, yine hiç kimsenin umurunda olmadım ve en sonunda pes ettim, barın içine doğru ilerledim. Bomboş olan mekanda gidip ilerideki koltuklardan birine oturdum, arkama yaslandım ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Bunlara tek kelime etmeye bile gerek yoktu. Abilerinden aldıkları emirle buradaydılar, o istemediği sürece de bir şey yapmama izin vermezlerdi.

Dakikalarca kalkmadım oturduğum yerden. Onlar da yanıma hiç gelmediler. Orada öylece durdu ve birbirleriyle konuştular. Arada sırada telefon görüşmeleri yaptılar ve neyse ki bu görüşmeler benimle ilgili değildi. İşler hakkında konuştular. Anladığım kadarıyla başları fena hâlde beladaymış ama hiç umursamadım, ne hâlleri varsa görsünler!

Onlar orada ayakta dururken ve ben de burada otururken zaman akıp gitti. Aradan iki saate yakın bir zaman geçti. Tan'ın sadece yan tarafta olduğunu bilmek ve buna rağmen oraya hiçbir şekilde gidememek ciddi anlamda sinir bozucu bir durumdu ama gidemedim işte, izin vermediler. Zaten iki saatin ardından da bu ihtimal tamamen yok oldu, Pars Bey sonunda yanımıza teşrif edebildiler.

Bara ilk girdiğinde bana öfkeli bir bakış attı, Erdem'e döndü. Ona bir şeyler söyledi, ardından Doğan'la konuştu. Hem de uzun uzun konuştu ve ikisini de gönderdi. O ikisi gittiğinde de burada ikimiz kalmış olmuştuk. Başka hiç kimse yoktu. Tek bir çalışan bile yoktu hem de ve itiraf etmem gerekirse öfkeli bir Pars Atakan ile böyle bir yerde yalnız kalmak fazlasıyla ürkütücü bir durum.

Yavaştan korkmaya başlamış olsam da bunu hiçbir şekilde belli etmedim. Aksine kendimden emin durdum, istifimi hiç bozmadım. Ne ayağa kalkıp ona nasıl bana engel olursun diye hesap sordum ne de onun bana hesap sorabileceği bir konumda göründüm. Zaten en fazla kızacak, biraz da bağıracak ve konu kapanacaktı. Evden kaçtım diye beni öldürecek hâli yoktu herhalde değil mi?

Ağır adımlarla bulunduğum yere geldi. Tam karşımda durup ellerini arkasında birleştirdiğinde ben de başımı kaldırdım ve gözlerinin içine korkusuzca baktım. Hem de dik dik ve olabildiğince sinirli bir tavırla. O sinirliyse ben de sinirliyim. Çünkü ben onu atlatıp evden kaçtıysam o da bunu yapmama neden olacak onlarca şey yaptı. Durumlarımız eşitti yani. O bana hesap sormaya kalkarsa benim de dilim tutuk değil sonuçta, karşılığını alırdı.

Pars on beş saniye kadar durdu karşımda. Ne zaman kızmaya başlayacak diye düşünürken de U harfi şeklindeki koltuğun bir ucuna oturdu. Gözümün ucuyla ona baktım. Dirseklerini dizinin üzerine koydu, ellerini dizlerinin önünde birleştirdi, belini hafifçe öne eğdi ve bakışlarını yere sabitledi, sessiz kaldı. Neden bir şey demiyordu ki? Onun şu an bağırıp çağırması gerekiyordu bana. Aslında yapmasını istediğim şey de tam olarak buydu. O bana bağırsın ki benim de hesap sormak için elime bir fırsat geçsin.

Pars istediğimin ve beklediğimin aksine sessiz kalmaya devam etti. Bu sessizlik beni daha çok korkuturken gözünün ucuyla bana baktı. Bu hareketi istemsizce dudaklarımı ısırmama neden olurken gözlerini yeniden önüne çevirdi. Gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı. O an çok sinirli olduğunu fark ettim. Bunu fark etmek az önceki kendimden emin hâlimi yok ederken Pars'ın sinirden elleri titriyordu.

Göğsümün altında toplamış olduğum kollarımı indirdim. Ellerimi bacaklarımın altına koyup da gergin bir ruh hâliyle diken üstünde otururken Pars derin derin nefes almaya devam etti. Onun kendini sakinleştirmeye çalışıyor olması içten içe işime gelirken elini yüzüne bastırdı, gözlerini ovaladı. Her geçen saniye gerginliğim biraz daha artarken gözlerini açtı ve bakışları bir kez daha beni buldu. Şimdi kızacak diye beklerken yine sessiz kalıp öfkeyle gözlerimin içine baktı, buna daha fazla dayanamadım.

"Kızacaksan kız, bağıracaksan da bağır! Bu ne böyle ya! Ne heyecan yaratıp gerilim veriyorsun! Bir arka fon müzikte gerilim müziği çalmadığı kaldı!" dedim ve sinirle güldüm, bu sinirli gülüş çok uzun sürmezken Pars'ın bakışlarındaki öfke daha da arttı. Boynundaki damarın belirdiğini fark edince oturduğum koltuğa sindim, ona daha fazla bakamayıp gözlerimi önüme çevirdim.

"Sen." Dedi dişlerini sıkarak, o an sıktığı tek şey dişleri değildi, ellerini de yumruk yapmış ve sıkıyordu. "Çocuk gibi davranmaktan zevk mi alıyorsun?" Sorduğu bu soruyla korkuyu bir kenara bıraktım, öfkeli gözlerimi ona çevirdim.

"Bana çocuk demekten vazgeç!" Kızdım ve bu kızgınlık onu daha da kızdırdı, bir anda ayaklandı. Sonunda beklediğim şey geliyor diye içimden geçirirken beklediğim şeyi yapmaya başladı.

"Konumuz bu mu?" Öyle bir bağırdı ki yüzümü buruşturdum. "Sen aptal mısın?" İşte bu sorusuyla ayağa kalktım, ona yaklaştım ve gözlerinin içine baktım.

"Benimle düzgün konuş!" Dişlerimin arasından tısladım. "Bir daha sakın bana hakaret etme!" Tek kaşını kaldırdı.

"Sen de yaptıklarına dikkat et!" Ben de onun gibi ellerimi arkamda birleştirdim ve dimdik durdum. Fakat ne yaparsan yapayım onun kadar heybetli görünemedim. Adam da bir omuz vardı, üzerine köprü inşa edilirdi. Bu durumda bile düşündüğüm şey yüzünden kendime kızarken Pars devam etti. "Çocukluk yapmayı bırak artık! Yeter!" Sinirlendim ve onu daha da sinirlendirmek istedim. Çünkü onun da şu an yapmaya çalıştığı şey tam olarak buydu.

"Bakıyorum da seni atlatıp kaçmış olmam seni çok sinirlendirmiş." dediğimde gözlerini kapattı bir kez daha ve başını önüne eğdi, derin bir nefes aldı. Bununla yetinmeyip dudaklarının arasından bir şeyler söyledi ama ağzının içinden konuştuğu için hiçbir şey anlamadım.

"Ne diyorsun sen ya? Ne söyleyeceksen açık açık söylesene!" Bu cümlemle bakışları yeniden beni buldu ama hiçbir şey söylemedi. Hatta sanırım söyleyeceklerinden de vazgeçti ve beklemediğim bir şey yaptı, bana arkasını döndü, yanımdan uzaklaştı.

"Hey!" dedim, buna rağmen durmazken bara iki adam girdi. Gözümün ucuyla onlara bakıp yeniden bana sırtı dönük olan Pars'a döndüm. "Bir şey söylemeyecek misin?" Sordum, cevap vermeye bile tenezzül etmeyip adamların yanına giderken son bir kez şansımı denemek isteyip konuşmaya devam ettim.

"Sadece beş dakika izin ver hiç değilse! Buraya kadar gelmişken gidip konuşayım Tan'la!" dediğim an bana döndü, öyle bir bakış attı ki olduğum yere çivilendim. Pars yeniden karşısındaki adama dönüp bir şeyler anlatırken kalktığım yere oturdum ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim.

Gözlerim bulunduğumuz barın içinde gezindi. Acaba arka kapı var mıdır? Olsaydı kaçar giderdim hemen. Zaten yan tarafa ulaşmam çok uzun sürmezdi ama sanırım kaçacak bir yer de yoktu. Keşke doğrudan buraya gelmek yerine bir yerlerde vakit geçirseydim. Onlar buraya bakar, burada olmadığımdan emin olurlar, ben de öyle gelirdim. "Bu benim aklıma neden şimdi geldi ya?" Kendi kendime sordum, o sırada Pars'ın bakışları burayı buldu. Ne söylediğimi anlamaya çalışır bir yüz ifadesiyle bakarken ben ona bakmadım, gözlerimi önüme çevirdim.

Aynı şeyleri düşünüp yan tarafa geçmek için bir yol aramaya devam ederken Pars yanıma döndü. Şimdi gideriz herhalde diye düşündüm, yine düşündüğüm gibi olmadı ve o da az önceki yerine oturdu. Arkasına yaslanıp da erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne atarken başını da koltuğun kenarına yaslamış, gözlerini kapatmıştı. "Burada yaşamaya karar verdik de benim mi haberim yok? Neden dönmüyoruz?" Sordum, beni duydu ama hesaba almadı, cevap vermedi, göz devirdim.

"Babamı arayacağım." dedim, buna bir tepki vermemesi mümkün değildi. Zaten öyle de olmuştu. Başını çevirip bana bakmıştı. Ne olursa olsun babam konusunda hiçbir şey yapamazdı. Bunu çok iyi biliyorum. Bunu bildiğim için de kullanmaktan hiç çekinmiyorum. "Telefonum senin evinde kaldı." diye devam ettim konuşmama. İstemediği bir şeyi yaptırmak fazlasıyla hoşuma gidiyordu. O da bunun farkındaydı ve o telefonu vermek zorundaydı. Çünkü babama seni aramama bile izin vermedi dememi göze alamayacaktı.

"Telefonunu ver, babamı arayayım hiç değilse. Buna da engel olmayacaksın değil mi?" Sordum, elini cebine attığında yüzüme kazanmış olmanın verdiği memnuniyet yansıdı. Ta ki o bir anda cebinden kendi telefonunu değil de bana vermiş olduğu telefonu çıkarıp önüme bırakana kadar.

"İstediğin kadar konuşabilirsin babanla." dedi, arkasına yeniden yaslandı. Az önce benim yüzümde olan ifade bu kez onun yüzüne yansırken önüme bırakmış olduğu telefonu aldım. Hani şu sadece babamı, onu ve evleri arayabildiğim telefon var ya? O telefonu işte.

"Yine bu telefon." dedim, Pars tepkisiz kalırken telefona uzun uzun baktım ve en sonunda tuttuğum gibi karşıya fırlattım. Yere çarpan telefon anında paramparça olurken arkama yaslandım, kollarımı göğsümün altında topladım.

"Böylesi çok daha iyi." Alaylı bir ifadeyle parçalanmış olan telefona sonra da bana baktı. Ne yaptın diye kızacak diye bekledim ve bugün bir kez daha beklediğim şeyi yapmadı, keyifli bir ifadeyle konuştu.

"Ellerine sağlık." dedi, sinirlerimi biraz daha bozdu. O sırada az önce konuştuğumuz adam yanımızda bellirdi.

"Hallettim Pars Bey." dedi, neyi halletmiş olduğunu sorgularken Pars ona gitmesini işaret etti ve ayağa kalktı. Adam giderken de bana döndü. "Hadi kalk sen de."

"Nereye?" Sordum, arkasını dönüp de kapıya doğru yürürken yanıtladı sorumu.

"Burada yaşamaya karar vermedim." dedi dakikalar önce söylediğim şeye yönelik.

"Gıcık herif!" Söylenerek gittim peşinden, beraber bardan çıktığımızda yan tarafa doğru baktım. Hiç kimse yoktu. Bağırsam Tan beni duyar mıydı acaba?

"Aklından saçma sapan şeyler geçirip durma, bin arabaya." Gözlerimi bardan çektim, ona baktım.

"Bana emir verip durma!" Hemen yanında durduğu arabanın kapısını açtı.

"Bin Ayliz." Sesi sabır dilercesine çıktı. Bir kez daha gözümün ucuyla yan tarafa doğru baktım ve çaresizce bindim arabaya. Emniyet kemerimi taktım, Pars'ın olduğu tarafa dönüp hiç bakmadım. Benden sonra arabaya binip de arabayı çalıştırdığında bile dönüp ona bakmadım. İstediğim şeye ulaşamadan yakalanmış olmak canımı sıkmıştı.

Barlar sokağından uzaklaşıp da normal yola çıktığımızda gittiğimiz yol marinaya gitmiyordu. "Nereye?" diye sordum bu yüzden de ama ona dönmedim.

"Babanın yanına." dediği an hızla ona döndüm, dalga mı geçiyor yoksa doğru mu söylüyor emin olamadım ama hiç de dalga geçer gibi bir hâli yoktu.

"Gerçekten mi?" Sordum, başını sallamakla yetindi. Ben şimdi evime mi gidiyordum? Valla mı? Dudaklarım yana kıvrıldı, keyfim yerine geldi. Bozuk olan moralim düzeldi, canımın sıkıntısı geçti. Onun benimle alay etmiyor olmasını umut ederken geçtiğimiz yollara baktım. Gerçekten de evime gidiyorduk.

Yaklaşık on beş dakika sonra bizim evin bahçesine durduğumuzda sorgulamayı falan bıraktım. Keyifsiz olan Pars'ı zerre umursamayıp arabadan indim. Koşar adımlarla bahçeden geçtim, eve girdim. Salondaki babamı görür görmez hemen yanına gittim, anında ayağa kalktığında sımsıkı sarıldım ona. "Ayliz." Sesi şaşkın çıkarken geri çekildim, şaşkın yüzüne baktım.

"Bitti artık değil mi?" diye sordum, babamın şaşkınlığı varlığını sürdürürken peşimden Pars da eve girdi.

"Çocuklar." dedi babam ve bir bana bir Pars'a baktı. "Sizin burada ne işiniz var?" Sordu, bu kez şaşıran ben oldum. Ne yani geleceğimizi bilmiyor muydu? Beni çağıran kendisi olmadı mı? Oysa ben böyle düşünmüş ve her şeyin bittiğine inanmıştım.

"Pars." dedi babam ve dikkatle Pars'a baktı, ondan bir açıklama beklediği çok belliydi.

"Anlatacağım savcım." deyip yanımıza geldi, babamın karşısında durdu. "Bahçeye geçelim." dediği an kaşlarımı çattım.

"Benden mi saklıyorsun konuşacaklarını?" Sordum, yüzüme bile bakmadı.

"Bahçede bekliyorum." dedi ve beni görmezden geldi, bahçe kapısını kullanıp bahçeye çıktı. Bu da neydi şimdi? Ne olmuştu?

"Ayliz ne yaptın?" diye sordu babam, gözlerimi giden Pars'tan çekip ona baktım.

"Hiçbir şey." dedim, kaşlarını çattı.

"Bir şey yapmışsın işte kızım. Söyle şimdi, ne yaptın?" Israrla sordu, omuz silktim.

"Adadan kaçtım." Babam şaşkınca kaldı ve bu Şaşkın ifadeyi destekler nitelikte çıkan ses tonuyla "Ne yaptın?" diye sordu, yine omuz silktim.

"Adadan kaçtım ama zaten hiçbir şey yapmadan yeniden yakaladı beni. Buraya da o istedi diye geldik, ben bir şey yapmadım. Şimdi niye böyle davranıyor anlamış değilim." dedim, babam iç geçirdi. Sabır dilercesine birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra hiçbir şey demeden yanımdan geçti ve Pars'ın peşinden o da evden çıktı.

"Bu ne ya! Herkes de bana kızıyor! Sanki beni bunu yapmaya kendileri zorlamadılar!" Söylenerek peşlerinden gittim. Fakat bahçeye çıkmadım. Camdan duvarı örtüleyen perdenin arkasında durdum. Kapıyı biraz aralık bıraktım ve seslerini duymayı umut ettim. Kendilerini dinlememi sorun etmiyor olacaklar ki bayağı yakında konuşuyorlardı zaten.

"Ne oldu Pars?" diye sordu babam anında, Pars da hemen konuşmaya başladı.

"Sana saygım sonsuz Savcım." diye girdi konuya ve devam etti. "Ayliz senin yanında kalsın dedin, istemediğim hâlde kabul ettim. Çünkü onu buradan uzaklaştırmakta haklıydın ve bunun için geldiğin kişi ben oldum. Sen bana o kadar yardım etmişken de sana arkamı dönemedim, adaya gelmesine müsaade ettim ama olmuyor." Kaşlarımı çattım, neden moralim bozulmuştu şimdi benim?

"İstersen onu şehir dışına gönderelim, istersen yurt dışına gönderelim. Zaten bunu kendisi de istiyordu, sen bahsetmiştin. Nereye istiyorsa oraya gitsin, orada korurum kızını. Tırnağına bile zarar gelmez, müsade etmem ama onu yakınımda istemiyorum." Duyduğum son cümleyle yüzüm düştü.

"Biraz sakin ol." dedi babam. "Bir şey seni çok sinirlendirmiş, belli. Ne oldu önce bana onu anlat."

"Bir şey olduğu yok, yaptığımız şey en başından hataydı. Ayliz'i bir yere kapatmamız mümkün değil. Biz ona bunu yaptıkça daha saldırgan olacak." Kaşlarımı çattım.

"Köpek miyim ben ya?" diye sordum kendi kendime, o sırada Pars anlatmaya devam etti.

"Kaçmaya, birilerine ulaşmaya çalışacak sürekli. Her şeyi daha da mahvedecek. Sen kızını benden daha iyi tanıyorsun. Asla pes etmeyecek, hepimize işleri zorlaştıracak." Bu konu fazlasıyla merakımı cezbetmeye başlamıştı. Neyden bahsediyorlardı? Zorlaşacak, daha da mahvolacak o işler neydi?

"Tanıyorum." dedi babam da ve ekledi. "Asi benim kızım." derken sesi bundan hiç de memnunmuş gibi çıkmıyordu. "Zaten başına ne geldiyse bu asiligi yüzünden geldi? Baksana iki günde seni bile bezdirdi." İşte buna göz devirdim, ben ona hiçbir şey yapmadım ki. Aksine uyumlu olmak için elimden ne geliyorsa yaptım. Sürekli sorun çıkaran o oldu.

"Ayliz'in bir şey yaptığı yok Savcım." dedi Pars, şaşkınca kaldım. Neyse ki bunun o da farkındaymış. "Beni bilirsin çok tahammülüm yoktur bir şeye. Ayliz'e de hiç yok, bu yüzden en iyisi az önce de dediğim gibi onu istediği bir yere göndermek. Benimle olması doğru değil." Yine keyfim kaçtı. Tamam ondan kurtulduğum için mutlu olmam gerekiyordu ama olamadım. Bunu açıklarken benim hakkımda söylemiş olduğu şeyler canımı çok yaktı.

"Anladım." dedi babam. "Ayliz senin canını çok sıkmış." diye ekledi, yine göz devirdim. Yine olay bana kaldı! Adam benim tahammülüm yok diye itiraf ediyor ama yine de suçlu ben oluyorum. Aman ne güzel!

"Ama bilmen gereken bir şey var." Babamdan duyduğum şeyle meraklandım. Bilmesi gereken ne var diye düşünürken ses gelmedi. Perdenin arkasından biraz başımı çıkardım. Babamın Pars'ın kulağına bir şey söylediğini gördüm.

"Bu ne ya şimdi? En heyecanlı yerde verilen reklam arası gibi!" diye kızdım, o esnada Pars'ın yüz ifadesi değişti. Kaşlarını çatmıştı, bakışları sertti ve fazlasıyla şüpheciydi. Ne söylemişti şimdi babam buna? Niye bakışları bu kadar şüpheciydi?

"Ne zaman oldu bu?" Pars sordu, babam anında yanıtladı.

"Dün gece." Babamın bu cevabı Pars'ın başını hafifçe öne eğmesine ve düşünmesine neden oldu. Merakla onlara bakarken de cebinden bir paket çıkardı, paketteki sigaradan bir tane aldı ve dudaklarının arasına sıkıştırdı, yaktı.

"Bunu düşün, kararını buna göre ver." diye devam etti babam. Her ne oluyor bilmiyorum ama Pars'ın yanında kalmam için elinden geleni yapıyordu. Onlara bakmak ve daha fazla dinlemek yerine salona geçtim, koltuklardan birine oturdum.

Düşündüm, ne olmuş olabilirdi? Babam beni onun yanına göndermeden önce söylediği tek şey hayatımın tehlikede olduğuydu. Fakat bunu önemsememiştim. Çünkü aynı cümleleri bana son dört aydır söylüyordu ama hiçbir şey olmamıştı. Ben sadece kendisini daha çok dinlemem için beni kandırıyor diye düşünüyordum ama şimdi Pars'la konuşurkenki bu ciddiyetti, Pars'ın benim yanımda kalmasın ama korumak için onu istediği bir yere gönderelim demesi düşüncelerimi destekleyecek nitelikte şeyler değillerdi. Doğrusu ben Pars'ın yanına bile ceza olsun diye gittim, babamın inadı geçince de her şey biter zannediyordum ama durum hiç de öyle durmuyordu.

"Bana da anlatsanız ölürsünüz değil mi?" diye kızdım ve orta sehpaya tekme attım, arkama yaslandım. Çok geçmeden yeniden salona döndüler. İkisine de hiçbir şey demedim. Çünkü artık bu durumdan sıkılmıştım. Sorularıma cevap alamamak sinirimi bozuyordu ve ben kendime bunu daha fazla yapmak istemedim.

"Akşam birlikte güzel bir yemek yiyelim." dedi babam ama ben ona değil, Pars'a bakıyordum. Sonucun ne olduğunu, beni yanına kabul edip etmediğini merak ediyordum. "Sonra dönersiniz." Ve duyduğum bu cümleyle yüzümde alaylı bir ifade oluştu, başımı hafifçe önüme eğdim. Demek beyefendi bana tahammül etmeye karar vermişti.

"Benim işlerim var, adaya döneceğim zaman gelir alırım Ayliz'i. O zamana kadar kalsın burada." dedi, tepkisiz kaldım. Kendisini duymadığımı zannederken hatta ya da bunu çok iyi bilirken söylediği şeyler fazlasıyla canımı sıkmıştı. Ona karşı daha da ön yargılı olmama neden olmuştu ve bu benim suçum değildi. Bu tamamen onun suçuydu.

"Tamam, sen işine bak." dedi babam. Pars yüzüme bile bakmadan evden çıkıp giderken bakışlarımı babama çevirdim. Onun da gözleri beni bulduğunda ayağa kalktım.

"Baba..." Sözümü kesti.

"Sen sormadan ben söyleyeyim kızım, onunla döneceksin." Kaşlarımı çattım, elimden geldiği kadar öfkeli göründüm. Artık ciddi anlamda düşüncelerim önemsenmemeye başlanmıştı. "O serseriyle de konuşabileceksin." İşte bu cümleyle şaşkınca kaldım karşısında. Buradaki serseri Tan oluyordu değil mi?

"Tan'la mı?" Sordum, ismini duymak bile öfkesini gün yüzüne çıkardı ve bu hoşuma gitmedi. Onların birbirlerini sevmelerini isterdim.

"Hı." dedi babam memnuniyetsiz bir tavırla ve ekledi. "Pars öyle istedi." İşte bu cümleyle daha da çok şaşırdım. Tan'la görüşmemi Pars mı istemişti? Yok artık, asla inanmam. Hatta böyle bir şey mümkün bile değil.

"Biz seni anladık, istediğini yapıyoruz kızım." dedi babam ve uyarıcı bir ses tonuyla ekledi. "Artık sen de bizi anla! Bir daha sakın oradan kaçmaya çalışma!" dediğinde konuşmak için dudaklarımı araladım ama engel oldu. "Ben seni üzmek ister miyim?" diye sordu, bana doğru birkaç adım attı ve elimi tuttu.

"Güzel kızım benim, ben hiç senin mutsuz olacağın bir şeyi yapmak için seni zorlar mıyım?" Bakışlarımı kaçırdım, bu konuda biraz olsun hakkı vardı. Pek anlaşamazdık biz onunla, hatta çoğu zaman kavga hâlinde olurduk ama bu zamana kadar beni üzecek, kalbimi kıracak hiçbir şey yapmamıştı. Beni istemediğim bir şeyi yapmak zorunda da bırakmamıştı.

"Bu zamana kadar ne istersen oldu, her istediğini yaptın ve istediğin gibi yaşadın Ayliz. Sana karışmadım, engel olmadım, kararlarına müdahele etmedim. Hayatında sana müdahele ettiğim tek nokta kendini uyuşturucu bataklığının içine çekmen oldu. Seni kendini düşürdüğün o durumdan kurtarmak için elimden gelen her şeyi yaptım ben Ayliz ve ben sen yaşa diye o zamanlar seninle bile savaştım. Şimdi yine yaparım ama bunu yapmak istemiyorum." deyip yüzüme dokundu.

"Beni biraz anla kızım, anla ve hak ver. Senden sadece biraz sabırlı olmanı, anlayışlı olmanı istiyorum. Seni ölüme göndermiyorum ya, ölümün elinden almaya çalışıyorum. Pars sana asla zarar vermez. O da ne yapıyorsa seni korumak için yapıyor. Pek göstermez ama o çok sever seni, kardeşi gibi." Tüm konuşmanın içinde hoşuma gitmeyen tek şey sondaki cümle olmuştu. İnsanın bir zamanlar sevdiği birinin onu kardeşi gibi görmesi pek hoş bir şey değildi, benim de hoşuma gitmiyordu işte. Şimdi ona karşı hiçbir şey hissetmiyor olabilirim ama yine de sevmesin beni kardeşi gibi falan, istemiyorum!

"Anlaştık mı?" Babam sordu, şu konuşmadan sonra yapacağım tek bir şey vardı ve onu hiç çekinmeden yaptım.

"Anlaştık baba." dedim ama verdiğim bu cevap hiç de hoşuma gitmedi. "Sen nasıl istersen öyle olsun. Pars'la gideceğim, oradan kaçmaya çalışmayacağım ama telefonumu da verecek! Ayrıca sizin haberinizin olduğu zamanlarda Tan'la görüşmeme engel olmayacak! Daha doğrusu olmayacaksınız!" Uzun uzun baktı yüzüme. Ardından da elini uzattı.

"Anlaştık." dediğinde uzattığı eline baktım ve güldüm.

"Anlaştık." dedim ve elini tuttum, sıktım. "Ay bu ne böyle resmi resmi!" diye söylenip boynuna atıldım ve sımsıkı sarıldım.

Bu anlaşmanın ardından her şeyin biraz olsun yoluna girmesini umut ettim. Çünkü beni zorlayan şey o evde Pars'ın yanında kalmak değil, o evde dünyadan uzak olmaktı. Çevremle gönül rahatlığıyla iletişim kurduğum sürece bir sorun olmayacak gibiydi. Pars'ta Tan'la görüşmemi özel olarak istediğine göre artık o da sorun çıkarmayacaktı. Yani umarım öyledir, öyle olmayadabilir. Ben ondan her şeyi beklerim.

O gün babamla güzel bir akşam yemeği yedik. Yemekten sonra günlerdir uğramadığım odama çıktım. Evden çıkışım çok acil olduğundan alamadığım şeyler için yeni bir valiz hazırladım. Valizi salona indirdim. O esnada epey bir vakit geçmiş, Pars gelmişti. Fakat eve girmemiş, kapıdaki güvenliklerle içeriye haber yollamıştı.

O gelince babama bir kez daha anlaşmaya uyacağıma dair söz verdim. O sırada Pars'ın geldiğini haber veren güvenlik valizimi arabaya götürdü. Babamla vedalaşıp evden çıktım ve arabaya bindim. Bindiğimde Pars'ın bir şeyler demesini bekledim ama sessiz kaldı, arabayı çalıştırdı. "Babamla yaptığımız anlaşmadan haberin vardır herhalde." dedim, anında yanıtladı.

"Böyle olmasını isteyen bendim zaten." Bunu derken yine yüzüme bakmadı, yavaş yavaş bozulmaya başlamıştım.

"Ne oldu da birden bana yardım edesin tuttu? Tan'la görüşmemi isteyen de sen olmuşsun, babam öyle dedi." dedim ve bana mantıklı bir cevap vermesini bekledim. Fakat o sustu, yine sessizliğe gömüldü. "Cevap vermeyecek misin?" diye sordum, o sırada telefonu çaldı. Gözlerim ikimizin arasında olan telefona gittiğinde ekranda yazan ismi okumuş oldum.

BİLGE

Büyük harflerle bir tek isim yazılmıştı, soyisim yoktu. Bu Bilge'nin kim olduğunu merak ederken Pars telefonu aldı, beni ve sorularımı yok saydı, aramaya yanıt verdi. "Dinliyorum." dedi açar açmaz. Telefondan bir kadın sesi geldi ama ne dediğini anlayamadım.

"Güzel." dedi Pars, her ne haber aldıysa iyi gelmişti ona. "Sen iyi misin?" diye sordu, sesindeki endişeli tınıyı fark ettiğim an tek kaşımı kaldırdım. Telefondaki kadın için endişe ediyordu. "Anladım." dedi bu kez de Pars, kadın her ne anlatıyorsa dikkatle dinliyordu onu. Arkama yaslanıp kollarımı göğsümün altında topladım ve hareketlerini incelemeye devam ettim.

"Dikkat et kendine." diye devam etti konuşmaya, bu kez de kaşlarım çatıldı. Bu kadar çok ilgilendiği bu kadın kimdi? Aslında kimse kim bana ne ama merak ediyorum işte. "Geleceğim yanına." Bu cümleyle çektim gözlerimi ondan. Acaba bu kadın şu peşinden yurt dışına gittiği kadın mıydı?

"Tamam, gece arayacağım." Gözlerim irileşti, gece arayacağım mı? Gece mi gidecekti yanına? Adaya dönecek sonra da gece bir kadının yanına gidecekti öyle mi? Aman ne güzel! Giderse gitsin!

Pars telefon görüşmesine son verdiğinde dönüp ona bakmadım. Bir şey de sormadım. Merak ettim, hem de çok ettim ama sorarak kendimi rezil etmedim. Merakımı içimde tuttum. Onun yanında kaldığım sürece kim olduğunu elbet bir gün öğrenirdim herhalde. Öğrenirdim değil mi? Yoksa meraktan çatlarım ben. Zaten ne diye bu kadar merak ettiysem!

Pars da bir şey demezken dakikalar sonra marinaya ulaştık. İkimiz de arabadan indik. Bir adam hemen yanımıza geldi. Pars anahtarı ona verirken "Bagajda valiz var." dedi, beni beklemeden gemiye doğru yürüdü. Bir başka adam bagaja yöneldi ve valizi çıkardı. Diğer adam da arabaya bindi ve arabayı marinadan çekti. O sırada Pars çoktan gemiye ulaşmış, biniyordu.

"Ne oldu ya bu adama?" Kendi kendime konuşarak peşinden gittim. Ben yokmuşum gibi davranıyordu. Çok tuhaftı davranışları. Bugün o bardan beni de alıp çıktıktan sonra davranışları tamamen değişmişti.

Gemiye ulaştım. Pars Bey çoktan arkaya geçmiş olduğundan binmem için kaptan yardımcı oldu. Kaptana teşekkür edip Pars'ın yanına gittim. Bir köşeye oturmuş, bayağı da yayılmıştı ve gözlerini kapatmıştı. Karşısına oturdum. Gergince izledim onu. Benimle uğraşıyor diye şikayet ettiğim adam yüzüme bile bakmıyordu. Bu da iyi bir şey değilmiş. Ben onun benimle uğraşmasına alışıktım.

Bu sessizlikle adaya ulaştık. Gemiden önce ben indim. Pars da peşimden indi. Bir adam da valizi indirdi. Üçümüz birlikte sarayı andıran evin bahçesine girdik. Bahçede Pars önüme geçti ve eve doğru yürüdü. Ben de peşine takıldım. Salona birlikte girdik, Pars durmadı ve hemen üst kata çıktı. Ağzımın içinden sabır dileyip peşinden gittim. İkinci kata ulaştığımızda doğrudan odasına yöneldi. "Telefonumu vermeyecek misin?" diye sorduğum an duraksadı, bana bakmadan cevapladı.

"Sabah veririm." dedi bir tek ve yürüdü, koridordan sağa döndü. Çok geçmeden kapı açılma sesi duydum, hemen ardından da kapı çarpılarak kapandı.

"Bir de kapı çarpıyor ya! Trip mi atıyor bu bana yoksa bana mı öyle geliyor?" Kendi kendime konuşurken benden önce üst kata çıkan adam yeniden indi.

"Valizinizi üst kata bıraktım Ayliz Hanım." diyen adama baktım, başımı salladım. Adam başka bir şey demeden gözden kaybolurken burada durmak yerine ben de üst kata çıktım, odama girdim. Üzerimdekilerden kurtuldum, pijamalarımı giydim ve yatağa girdim. Pars'ın hareketleri fazlasıyla moralimi bozmuştu. Bir anda değişen tavırları canımı sıkmıştı.

"Boş ver ya! Umursama şunu! Ne güzel işte, bir daha benimle uğraşmayacak!" deyip kendimi rahatlattım ve pikeyi üzerime çektim, uyumaya çalıştım.

Sabaha kadar dönüp durdum yatağın içinde. Sabaha karşı zorlukla uykuya daldım. Uyandığımda da saat çoktan öğlen bir olmuştu bile. Odadan çıkmadan önce duş aldım. Duştan sonra saçlarımı kuruladım, at kuyruğu yaptım. Siyah bir taytla borda bir crop giydim. Altına da beyaz spor ayakkabılarımı giyip odadan çıktım.

Salona indim, etrafta hiç kimse yoktu. Mutfağa girdim, ayak üstü bir şeyler atıştırdım. Salona yeniden döndüğümde eve giren Pars'ı gördüm. Üzerinde siyah bir tişört ve aynı renk eşofmanı vardı. Evden çıkmayacak olacak ki her zamanki gibi şık giyinmemişti. Fakat doğruyu söylemem gerekirse bu hâliyle bile mükemmel görünüyordu.

Karşısında hiçbir şey demeden durdum ve ondan bir şeyler duymayı bekledim. Herhangi bir şey söylesin diye umut ederken salona geçti, üçlü koltuğun ortasına oturdu. Merakla ona bakarken laptobunu aldı ve arkasına yaslandı. Erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne atıp laptobu dizlerinin üzerine koydu, bir şeyler yapmaya başladı. "Günaydın." dedim, gözleri laptoptayken başını öne ve hafifçe sağa doğru eğdi, kendince günaydın dedi.

Karşısına oturdum. O bir şey yapmayınca benim de yapasım gelmiyordu. O benimle uğraşıyor olsaydı ben de bir şeyler yapar ve onu kızdırırdım ama şu an umurunda değilim. Kolumu koltuğun kenarına koydum, elimi de yüzüme koydum. O sırada elini cebine attı, cebinden bir telefon çıkardı, yüzüme bile bakmadan sehpanın üzerine bıraktı. "O piçi bununla arayabilirsin, bir de babanı arayabileceksin." dedi, başını kaldırdı ve sonunda bana baktı. "Bir de arkadaş seç, numarasını telefona ayarlayacağım."

"Tamam " dedim, telefonu aldım. "Ayrıca bir daha ondan bahsederken küfür etme." diye uyardım onu, sevmiyor olması küfür etme hakkı vermiyordu ona. "Ben senin sevdiğin kadından küfürle bahsetsem hoşuna gider mi?" Biraz olsun empati yapar umuduyla sordum. Gözlerini bilgisayardan çekti ve bana baktı.

"Hak edene edilir küfür, benimkinin hak etmediğinden emin olabilirsin." Sinirlendim.

"Bana göre de seninki hak ediyordur belki de." dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluşurken gözlerini yeniden bilgisayarına çevirdi, sessiz kaldı. İşine geldiğinde konuşuyor, işine gelmediğinde susuyordu.

Ayağa kalktım, onunla uğraşmaya devam etmek istemedim. Artık Tan'ı aramam ve onunla uzun uzun konuşup neler olduğunu anlatmam lazımdı. Biraz daha onunla konuşmaz ve birine bir şeyler anlatamazsam delirecektim. Bu yüzden Pars'a başka bir şey demeden hızlı adımlarla bahçe kapısını kullanarak terasa çıktım, bahçeye inmek için merdivenleri kullanmam gerekiyordu ama terasta konuşmaya karar verdim.

Telefona odaklandım, ezbere bildiğim Tan'ın numarasını yazarken telefon çalmaya başladı ama çalan elimdeki telefon değildi. Kaşlarımı çatıp etrafa bakındım, terastaki masanın üzerinde duran telefonu gördüm. O tarafa giderken Pars'ın telefonunu tanıdım, oraya ulaşıp da elime aldığımda da zaten onun telefonu olduğundan emin oldum. Arayan kişi de dün gece onu arabadayken arayan kadından başkası değildi.

"Yine arıyor." dedim, yüzümü buruşturdum. Telefonu Pars'a götürüp götürmeme konusunda kararsız kalırken dudaklarım yana kıvrıldı. Bence ikisini yapmak yerine merakımı giderecek olan şeyi yapabilirdim. Pars benim özel hayatıma bu denli karışırken benim de bir telefonu açmam da sakınca olmaz herhalde diye düşündüm ve hiç tereddüt etmeden aramaya yanıt verdim, telefonu kulağıma götürdüm. Daha konuşup da kendimi tanıtacakken kadın telefonu Pars'ın açtığından emin olmuş olacak ki benim konuşmamı beklemeden benim yıkımın olacak olan o cümleyi kurdu.

"Pars, Agâh Karadağ kaçırıldı."

Bölüm Sonu!

Selammmmm :) nasılsınız? Nasıl gidiyor?

Sonda yine bombayı patlattım jdjsjsjjsjs Ayliz Hanım'a tehlikedesin deyip bir adaya sürgün ederken yalan söylemiyorduk herhalde değil mi nsjsksmksks

Bu bölümde Doğan ve Erdem de vardı :) onların yoğunlukta olduğu kitabı okumak için profilime girerek SUÇ ORTAĞIM kitabıma göz atabilirsiniz <3

Sizce Agâh'a bir şey olacak mıdır?

Pars'ın bölümdeki tavırları neden soğuktu sizce? Ayliz'i neden yanından göndermek istedi dersiniz?

Henüz fiziksel olarak görmemiş olsak da yeni bir karakter de geldi aramıza, Bilge. Sizce nasıl birisi Bilge? Şu klasik sorunlu, kendini beğenmiş tipte bir kadın mı çıkacak dersiniz?

Tabii fiziksel olarak görünmeyen ve her bölüm defalarca kez adı geçen bir de Tan Bey var. Tan hakkında ne düşünüyorsunuz? Kötü biri mi iyi biri mi sizce?

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :)

En sevdiğiniz sahne hangisi oldu bölümde?

O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan


SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%