@gizzemasllan
|
Selam canımın en :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 5. BÖLÜM "HİSLER" Duyduklarımı anlamakta güçlük çekiyor, güçlük çekerek anladığım o şeyin doğru olduğuna inanmıyordum. Henüz yüzünü görmediğim, hakkında bildiğim tek şey ismi olan bir kadın babamın ismini kullanmış, yetmemiş ardından bir de onun kaçırıldığını öne sürmüştü. Bu hayatımda duyduğum en saçma şeydi. Buna inanmak da yapabileceğim en büyük aptallık olurdu. Babam kaçırılmış olamazdı. Koskaca bir savcıyı kaçırmaya kimse cesaret edemezdi. "Pars orada mısın? Duyuyor musun beni? Agâh Karadağ kaçırıldı diyorum, hemen gelmen lazım." Telefondaki kadın aynı şeyi iddia etmeye devam etti. Tam ona bağırarak ne saçmaladığını, böyle bir şeyin mümkün olmadığını ve babamın çok iyi olduğunu söyleyecekken Pars terasa çıktı, karşımda belirdi. Onu görünce zihnimdeki tüm düşünceler silikleşti. "Pars! Sesim geliyor mu?" Telefondaki kadın kulağımı meşgul etmeye devam ederken Pars bir elimdeki telefona bir de kulağımdakine baktı ve kaşlarını çattı. Sonra gözünün ucuyla masaya baktı, işte o anda bakışları sertleşti. Gözleri gözlerimi bulurken öylece durmaya devam ettim. Düşündüğüm ve inandığım tek şey bu kadının saçmalıyor olduğu, babamın çok iyi olduğuydu. Başka bir ihtimal benim de babam için de yoktu, olamazdı. "Ayliz." dedi Pars ve yanıma geldi. Kulağımdaki telefonun kendisine ait olduktan hemen sonra aldı ve ekrana baktı. İsmi görünce bakışlarındaki sertlik biraz daha arttı. Merakla ve bir o kadar da dikkatle ona bakarken telefonu kulağına götürdü. "Dinliyorum Bilge." dedi, sabırla konuşmayı devam ettirmesini bekledim. "Ben değildim." dedi ve birkaç dakika sonra "Tamam boş ver sen şimdi kim olduğunu, ne oldu bana onu anlat." diye ekledi. O an gözlerimin içine bakıyordu. Belki de Bilge'nin söylediği şeyi duyup duymadığımı anlamaya çalışıyordu, bilmiyorum ama yüzündeki ifade beni hiç de mutlu etmiyordu. "Tamam, halledeceğim." Tek kaşımı kaldırdım, tamam halledeceğim mi? Neyi halledeceğim? "Arayacağım ben seni, şimdi işim var." dedi ve sanırım kadının cevap vermesini beklemeden telefonu kapattı. Ben ondan bir açıklama beklerken o karşımda durdu ve sadece gözlerimin içine baktı. "Hadi Pars." dedim dayanamayarak ve ekledim. "O kadının söylediği şeyin saçmalık olduğunu söyle." derken sesim yalvarırcasına çıkıyordu. Boğazım düğümlenmiş ve sesim çatallanmıştı. "Bir yanlışlık olduğunu söyle." diye ekledim ve artık bir şeyler demesini istedim ama yine beni sessizliğinde boğmak istercesine sustu. "Bir şey söylesene." dedim, bakışlarını çekti benden ve çok başka bir yere baktı. Ona doğru bir adım attım, koluna dokundum. Gözleri önce temas ettiğim kolunu daha sonra da gözlerimi buldu. "Babam iyi değil mi? O kadın saçmalıyor, babama bir şey olmadı değil mi? Evde şu an o, başka bir yerde değil." dedim ve onun artık beni onaylanmasını bekledim. O an hareket eden adem elmasını fark edip yutkunduğunu anladım. "Ayliz." dedi fazlasıyla sakin ve yumuşacık bir tavırla. Ardından da güven verici bir şekilde gözlerimin içine baktı. "Sana bunları diyemem ama söz veriyorum babana hiçbir şey olmadan onu bulacağım." İşte bu cümleyle içimde bir yangın alev aldı. Kalbi cayır cayır yanarken vücudu buz keser miydi bir insanın? İşte bu cümle bana bu yaşattı. Kalbim cayır cayır yandı ama tüm vücudum kesti Tek kelime etmedim, edemedim. Kolunu bıraktım, Pars düşen elime bakarken bir adım geri gidip ondan uzaklaştım. "Ayliz." dedi bir kez daha güven verici bir tavırla ve yeniden bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı. "Güven bana, babana hiçbir şey olmayacak." Aynı şeyi söyledi. Yaptığım tek şey yine bir adım geri gidip ondan uzaklaşmak oldu. Pars bu kez bana yaklaşmak için herhangi bir şey yapmazken de burada durmak istemedim, burada dururken yapabileceğim tek şey duygularımı bastırmaya çalışmak olacaktı çünkü. Pars gözlerimin içine bakıp da benden bir şeyler beklerken yanından geçip gittim. Arkamdan "Ayliz." diye seslendi ama duymamazlıktan geldim. Yeniden eve girdim, koşar adımlarla üçüncü kata çıktım. Yine koşarak odama gittim. Odaya girdim ve kapıyı kilitledim. Ardından tam yatağımın karşısında olan televizyonun kumandasını buldum. Televizyonu açtım ve bir müzik kanalında durdum. O müziğin sesini sonuna kadar açtım. O kadar çok açtım ki muhtemelen şu an en alt kattan bile duyuluyordur bu müzik. Bu şekilde kimsenin beni duymayacağından emin olduktan sonra yatağın önüne çöktüm. Sırtımı yatağa yaslayıp dizlerimi karnıma kadar çektim ve başımı dizlerimin üzerine koydum, Pars'ın yanında yapamadığım şeyi yaptım, ağladım. Gözyaşlarım bir sel misali yanaklarımdan süzülürken zihnim en son ne zaman ağladığımı düşündü. Fakat bu, o kadar eski zamana dayalı bir anı olmuş olacak ki kendime bir cevap veremedim. Ağlamaktan nefret ederim ben. Ağlamak yerine hep gülmeyi tercih ederim. Bu yüzden hatırlamıyorum en son ne zaman ağladığımı ama bu kez ağlamak yerine gülmeyi tercih edebileceğim bir durumun içinde değilim. Bu kez söz konusu babam. Onun birileri tarafından kaçırılmış olduğunu düşündükçe delirecek gibi oluyorum. Şu an nerede olduğunu, ne yaptığını, başına ne geldiğini bilmiyorum. Tüm bunları bilmiyor olmak beni daha derin bir üzüntüye sürüklüyor ve o derin hüzün gözyaşlarımın akmasına neden oluyordu. Başımı dizlerimin üzerinden hiç kaldırmadım. Sanki bu çözüm olacakmış gibi içim çıkana kadar ağladım. Müziğin sesi sesimi bastırıyor olduğundan da gönül rahatlığıyla ağladım. Ağlamaktan nefret ettiğim gibi birilerinin beni ağlarken görmelerinden de nefret ederim. Bu yüzden küçükken de ne zaman ağlamak istesem hep müziğe sığınırdım. Bir müzik bulur, sesini sonuna kadar açar ve odamda içimden geldiği gibi ağlardım. Herkes müziği çok sevdiğimi düşünürdü, oysa ben müziğin ağlama sesimi bastırmasını severdim. Müziğin notalarında ya da melodisine aşık değildim, müziğin arkasına saklanabiliyor olmama aşıktım. Elimi yüzüme bastırdım, ağlamaya devam ettim. Çünkü elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Ağlayınca da bir şey geliyormuş sayılmazdı ama hiç değilse duygularımı bastırmak zorunda kalmıyordum. Bir yandan bunu bir yandan da babamın şu an bulunduğu durumu düşünüp hüngür hüngür ağlarken yüksek müzik sesi bıçak gibi kesildi, odada duyulan tek şey benim ağlarken çıkardığım ses oldu. Elimi yüzümden çektiğimde önümde beliren bir çift ayak gördüm. Sahibinin kim olduğunu çok iyi bildiğimden ve bu hâlde beni görmesini istemiyor olduğumdan başımı yeniden önüme eğdim, dizlerimin üzerine koydum. Onun odaya nasıl girmiş olabileceğini düşünürken bir yandan da dudaklarımı birbirlerine bastırıp ağlamama engel olmaya çalıştım. Başarılı da oldum. O esnada yanımda oluşan hareketlilikten Pars'ın yanıma oturduğunu anladım. Buna rağmen ne başımı kaldırıp ona baktım ne de herhangi bir şey söyledim. "Ayliz." dedi, benim aksime konuştu. Sesi o kadar yumuşak çıkıyordu ki onu ilk kez bana karşı bu denli sakin ve yumuşak görüyordum. "Söz veriyorum savcıya hiçbir şey olmayacak." Yine aynı şeyi söyledi. Bu cümleyi üçüncü kez bana kuruyordu ama babam için bir şeyler yapıyormuş gibi de bir hâli yoktu. "O zaman git ve bir şeyler yap!" dedim, sesimin berbat çıkmasına engel olamazken başım hâlâ dizimdeydi. Çünkü onun yüzümü görmesini istemedim. "Neden hâlâ buradasın ki? Beni teselli etmek için mi? Benim teselliye ihtiyacım yok! Git ev babam için bir şeyler yap!" dedim, o an içimden ağlamaya devam etmek geldi ama tabii ki de bunu yapamadım, yapmadım. "Zamanı var." İşte bu cümlesiyle öfkeme hâkim olamadım ve onun beni bu şekilde görecek olması zerre umurumda olmadı, başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Zamanı var mı? Tam olarak neyin ve kimin zamanı var? Babamın mı? O kadın babamın kaçırılmış olduğunu söyledi Pars! Sen de geçmiş karşıma zamanı var diyorsun! Babam kim bilir şimdi nerede ve ne hâlde? Sen hâlâ neyin zamanını bekliyorsun?" Öfkeyle sordum, uzunca bir nefes aldı. "Ayliz, sakin ol." dedi, kendisi fazlasıyla sakindi ve onun bu sakinliği ona güvenmeme engel oluyordu. Çünkü şu anda sakin olması değil, babamı bulmak için ortalığı çoktan ayağa kaldırmış olması gerekiyordu. "Ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum." diye devam etti cümlesine ve ekledi. "Bu işin sonunda baban yanında ve sapasağlam olacak. Hiç endişen olmasın." Gözlerimi önüme çevirdim. "Üzgün birine üzülme dediğinde o üzülmeyi bırakmıyor. Endişeli olan birine de endişe etme dediğinde o endişe yok olmuyor." dedim imayla ve başımı hafifçe önüme eğdim. "Babam gelene kadar benim için sözlerinin hiçbir önemi yok, olmayacak da." diye ekledim, doğrusu buydu. Bana güven, baban gelecek diyordu. Fakat babam gelmeden de buna inanmam, sakin kalmam, ona güvenmem mümkün değildi. "Biliyorum." dedi Pars, bakışlarım onu bulduğunda da ekledi. "Bunun için sadece bekle, her şey yoluna girecek." Gözyaşlarımı sildim, ıslak kirpiklerimi kendimce kuruladıktan sonra konuştum. "Umarım bahsettiğin o zaman çok uzun değildir Pars." deyip yine başımı hafifçe önüme eğdim ve mırıldanırcasına ekledim. "Babamın o kadar uzun zamanı olduğunu düşünmüyorum." dediğimde bu kez sessiz kaldı. Daha yeni kurulamış olduğum kirpiklerim ıslanırken ve sol gözümden bir damla yaş akarken devam ettim konuşmaya. "Benim babamdan başka hiç kimsem yok." dediğimde sesim boğuklaşmıştı. "Eğer ona bir şey olursa..." Devam edemedim, bu cümleyi tamamlamaya dilim varmadı ve sessizce aktı gözyaşlarım. Elimi yüzüme bastırıp sessiz gözyaşlarımı saklamaya çalışırken Pars'ın sıcacık ve kocaman olan ellerini ellerimde hissettim. Yüzüme bastırmış olduğum elimi çekmemi sağladı. Ardından da usulca çeneme dokundu ve önüme eğmiş olduğum başımı kaldırıp kendisine bakmamı sağladı. "Öyle bir ihtimal söz konusu bile değil Ayliz." deyip yüzüme dokundu. "Asla da olmayacak. Benim yanımda bunu düşünmen bile çok saçma." dedi fazlasıyla kendinden emin bir şekilde ve ekledi. "Sadece biraz sabret, her şey yoluna girecek ve babanı buraya getireceğim." O konuşurken tüm duygularım darmaduman olmuştu. Yüzüme dokunduğu, tenime temas eden ve sıcaklığıyla içimdeki yangını körükleyen eli beni altüst ediyor, kalbimin hızlanmasına neden oluyordu. "Söz mü?" diye sordum, o an hâlâ eli yüzümü avuçluyordu ve hiç çekmesin istedim. Çünkü tek bir dokunuşu bana güven vermişti. İçimdeki tüm olumsuz duyguları yok etmişti. "Söz." dedi hiç tereddüt etmeden. O an içimden tebessüm etmek geldi, tebessüm ettim ona ve gözlerinin içine baktım. Çekmedi gözlerini benden, kendisi de baktı bana. Çok geçmeden de baş parmağıyla gözyaşlarımı kuruladı. Bunu o kadar nahif ve tüy gibi dokunuşlarla yaptı ki içim sıcacık oldu, kalbim yumuşadı. "Seni ilk kez ağlarken gördüm." dediğinde bakışlarımı yere çevirdim. "Yıllardır ilk kez akan bir damla gözyaşına şahit oldum." diye ekledi ve iç geçirdi. "Bir daha da olmak istemiyorum." dedi memnuniyetsiz bir tavırla. Ağlamış olmamın onu rahatsız etmiş olduğu her hâlinden belliydi. Bunu fark ettiğimi de anlamış olacak ve bunu istememiş olacak ki bakışlarını çekti benden. Odada gezinen bakışları birkaç saniyeliğine televizyonda takılı kaldıktan sonra beni buldu. "Küçükken de böyle yapardın." Bunu derken hâlâ bir eli yüzümdeydi ve ben o elin varlığına o kadar alıştım ki birkaç dakika içinde, hiç bırakmasın istedim. "Ne zaman ağlamak istesen odana geçip müzik açardın." İşte bu cümleyle afalladım. Bu küçük sırrımı biliyor muydu? Tamam da nasıl? Babam bile bunu bu zamana kadar pek anlamış sayılmazdı. "Yok öyle bir şey." dediğimde tek kaşını kaldırdı. "Valla yok, sana öyle gelmiş." diye yalan söyledim, bir de yalandan yemin ettim. Bu da başıma bir şey geleceğini anlamama neden oldu. Çünkü ne zaman bunu yapsam hep başıma kötü bir şey gelirdi. Fakat benim için babamın tehlikede olmasından daha kötü bir şey olamazdı. "Emin misin?" diye sordu, hiç tereddüt etmeden başımı salladım. "Eminim." "Öyle olsun." dedi, omuz silktim. "Öyle." dediğimde elini yüzümden çekmiş oldu ve o an öyle büyük bir boşluğa düştüm ki sanki yıllardır bir şey beni tutuyormuş da şimdi uçurumdan bırakmış gibiydi. "Şimdi hadi toparla kendini, kendine gel. Gidecek ve babanı bulacağım, hiçbir şey olmadan da onu sağ salim buraya getireceğim. Geldiğinde seni böyle görmesin." O kadar emin bir şekilde söylüyordu ki tüm bunları ona güvendim. Babam gelmeden ona bu konuda güvenemem dediğim hâlde güvendim hem de ve başımı salladım. "Şimdi benim gitmem lazım." diye eklendiğinde anında cevap verdim. "Tamam." dedim, Pars önünde oturduğumuz yataktan destek alıp ayağa kalktı, bana da elini uzattı. Uzattığı elini tuttum ve ben de ayağa kalktım. "Bir gelişme olursa seni ararım." dedi, yine başımı salladım. Pars hâlâ tutuyor olduğum elini bırakıp da kapıya doğru yürürken de dayanamayarak sordum. "O kadın kim?" Bu sorumla durdu ve bana döndü. Anlamsız bir ifadeyle bakarken devam ettim. "Bilge'den bahsediyorum, kim o kadın? Babamla ne ilgisi var? Senden bile önce nasıl öğrenmiş babamın kaçırıldığını?" Üst üste sordum sorularımı ve bir cevap vermesini umut ettim. Bu umutla da merakla gözlerinin içine bakarken beklediğim şeyi yaptı ve o cevabı verdi. "Bilmesen daha iyi." dediğinde kaşlarımı çattım, bilmesen daha iyi mi? Benim sorumun cevabı bu olamaz ki. "Babana yardım edeceğini bil, yeter." dedi ve başka soru sormama fırsat vermeden odadan çıktı. Peşinden gitmek, ısrarla sormak istemedim. Kendimi bu kadar güçlü hissetmiyordum zaten ve yatağın kenarına çöktüm. Bana kendini toparla demişti ama babamı görmeden bu konuda başarılı olmam pek de mümkün değildi. Yapacak hiçbir şeyim olmadığından ayakkabılarımı çıkardım ve yatağa girdim. Yatağın ortasına oturup sırtımı arkaya yasladım, dizlerimi karnıma kadar çektim, başımı da dizlerimin üzerine koyup beklemeye başladım. Aklımdan babamı, içimden de ona bir şey olacak ve onu bir daha hiç göremeyecek olma korkumu silemedim. Bu korkuyla geçti zaman. Sanki bir saniye bir saate tekabül ediyormuş gibi çok yavaş geçti ama ve bir şekilde akşamı ettim. Gün içinde Pars'ı hiç aramadım. Onun aramasını ve bana güzel bir haber vermesini bekledim ama o da aramadı. Yine de sabırla beklemeye devam ettim. Ta ki odanın kapısı birkaç defa vurulana kadar. "Gel." dedim heyecanla ve başımı kapıya çevirdim. Pars'ın gelmediğini biliyordum, o gelmiş olsaydı kıyıya duran geminin motorunun sesini illa ki duyardım. Evden birileri gelmiş olmalıydı ama bu bile beni heyecanlandırdı. Çünkü Pars gelmemişti ama ondan bir haber gelmiş olabilirdi. Odanın kapısı açıldığına evde çalışan kadın göründü kapıda. "İyi akşamlar Ayliz Hanım." diye girdi konuya ve kapının hemen önünden konuşmaya devam etti. "Akşam yemeği hazır, sizi çok bekledik ama yemeğe inmeyince haber vermek istedik." Kadının sözleriyle tüm umudum söndü, heyecanım yok oldu. "Bir şey yemeyeceğim." dedim, başımı önüme çevirdim ve yeniden dizlerimin önüne koydum. Sabah kahvaltıyı kaçırmış, bir şey yememiştim. Öğlen de ağzıma tek bir lokma koymamıştım ve şu an kendimi biraz aç hissediyordum. Fakat canım tek bir lokma bile yemek istemiyordu. "Ama Ayliz Hanım gün içinde de hiçbir şey yemediniz zaten, hasta olacaksınız. İsterseniz yemeğinizi buraya getireyim." diyen kadını buldu yeniden gözlerim. "Canım istemiyorum, yemeyeceğim." dedim ve ısrar etmemesini umut ettim. Kadın başka bir şey demeyip odadan ayrıldığında da odanın duvarları artık üstüme üstüme gelmeye başlamıştı. Pars'ın dönüşünü biraz da bahçede beklemeye karar verdim. Yataktan çıkıp ayakkabılarımı giydim ve odadan çıktım. Bir alt kata inip hiç durmadan salona inen merdivenlere yöneldiğimde aşağıdan gelen sesle duraksadım. "Evet Pars Bey, odasına kadar çıktım ama yemek yemek istemediğini söyledi." Kadının telefonla konuştuğunu ve Pars'ın isteği doğrultusunda yanıma geldiğini anlayınca dudaklarımda buruk bir tebessüm oluştu. "Hayır, gün içinde de hiçbir şey yemedi. Odasından da hiç çıkmadı. Yanına girdiğimde iyiydi, ağlamıyordu ama çok üzgündü." Kadın Pars'a benim hakkımda rapor vermeye devam ederken ben de sessiz kalıp dinlemeye devam ettim ve konuşma tam olarak şöyle devam etti; "Tamam, ben arada çıkıp kontrol ederim kendisini. Hayır, hiç endişe etmeyin. Peki efendim, size de haber edeceğim." Dedi ve sustu kadın, biraz bekledim ama devam etmeyince beklemek yerine salona indim. Kadının görünürlerde olmadığını fark edip teras kapısına yöneldim. Terasa çıktım, yüzüme çarpan soğuk hava kendimi iyi hissetmemi sağlarken merdivenleri indim ve bahçeye geçtim. Bahçe koltuklarına gidip oturdum. Gözlerimi kapatıp temiz havayı soludum ve gökyüzüne baktım. Sanki orada bile babamı görüyormuş gibi hissedip gözlerimi sımsıkı kapattım ve başımı koltuğun arkasına yaslandım. Yine geçti zaman, gece yarısı oldu. Eve ne gelen oldu ne de giden. Pars hiç beni aramadı. Arada sırada o kadın yanıma geldi, bir şey isteyip istemediğimi sordu. Ardından da onu hep telefonla konuşurken gördüm. Beni hiç aramadı Pars belki ama ne yaptığımı hep bildi. Hatta bir ara kadının hava soğuk diyerek getirdiği battaniyeyi bile onun gönderdiğini çok iyi biliyordum. Tüm bunların farkında olduğum hâlde de sesimi hiç çıkarmadım. Saat gece yarısını geçerken neler olduğunu bilmemeye dayanamamaya başlamıştım ama yine de aramadım. Çünkü önemli bir şey olmuş olsaydı o zaten beni mutlaka arardı. Bu yüzden elim hiç telefona gitmedi ve ondan bir şeyler bekledim. Bunu beklerken de ne ara o koltukta uykuya daldım hatırlamıyorum ama gecenin soğuğunda gördüğüm bir kabus yüzünden sıçrayarak uyandığımda anladım orada uyuduğumu. Uyandığımda telefona bakıp dört olduğunu gördüm. Pars gelmiş olsaydı beni burada bırakmazdı diye düşünüp onun gelmediğine kanaat getirdim ve kendimi yeniden uykunun kollarına bıraktım. Bir dahaki uyanışım korkuyla değil, sıcacık bir hisle oldu. O sıcak his beni diken üstünde uyuduğum uykumdan uyandırırken birinin kulağıma fısıldadığını duydum. "Ah çocuk, ben sana çocuk demekten sen de böyle çocukluk yapmaktan asla vazgeçmeyeceksin." Uykumun arasında bunun Pars olduğunu anlarken gözlerimi açmak istedim ama uyku o kadar tatlı geldi ki bu konuda başarılı olamadım. Koltuktan uzaklaştığımda kendimi havada hissediyordum. Gözümü bir anlığına aralayıp Pars'ın kucağında olduğumu gördüm ve başım omzuna düşerken temiz havayı kesen şey onun kokusu oldu. Bir insanın kokusu ne kadar karışık olabilirse o kadar karışıktı kokusu. Hem çok ağır hem çok hafif kokuyordu. Parfüm sıkmıştı, belki de bu yüzden böyledir bilmiyorum ama kokusu bir insanın aklını başından alabilecek kadar cezbediciydi. Uykulu zihnim bunları düşünürken yüzüme çarpan sıcak havayla eve girdiğimizi anladım. Çok geçmeden yumuşacık bir yatakta uzanıyor olduğumu hissettim. Ayağımdan çıkan ayakkabıların ve çorapların yokluğunu hissederken üzerime örtülen bir battaniyeyle düşüncelerim silikleşti ve kendimi yeniden uykuda buldum. Uykumun arasında yüzümde ve saçlarımda gezinen parmakları hisettim. Yanağımı okşayan o parmaklar kendimi çok güzel bir rüyanın içindeymiş gibi hissetmeme neden olurken bu düşünceler yanağıma bırakılan minicik bir öpücükle desteklendi ve güzel bir rüya gördüğümden, o rüyada birinin beni seviyor olduğundan emin olmama neden oldu. Rüyamdaki kişinin şefkatli dokunuşlarıyla kendimden geçtiğimde saat kaçtı bilmiyorum ama yüzüme değen gün ışığıyla gözlerimi açtığımda saat çoktan öğlenin on biri olmuştu bile. Yatağın içinde vücudumu esnetip bahçeden buraya hangi ara geldiğimi düşünürken olan biten her şey bir bir aklıma geldi. Babamın tehlikede olduğu gerçeği bir tokat misali yüzüme çarptığında telaşla yataktan kalktım ve ayakkabılarımı giyerek vakit kaybetmek istemediğimden yalın ayak odadan çıktım. Koşar adımlarla salona indiğimde etrafa bakındım. Pars gece eve gelmiş miydi? O gelmediyse beni odaya çıkaran kim olmuştu peki? Bu sorular zihnimi meşgul ederken "İki saate oradayım." diye bir ses duydum ve gözlerim hemen bunu diyen Pars'ı buldu. Evden içeriye giriyordu. Aşırı yorgun ve bitmiş görünüyordu. Tüm gece uyumamış olduğu gözlerinden belliydi. "Arayacağım yeniden." deyip telefonu kulağından indirdiğinde bakışları beni buldu. Bir şey söylemesini beklemeyip hemen yanına gittim ve karşısında durdum. Onun gözleri çıplak ayaklarımı bulurken konuştum. "Babam nerede?" Sorduğum ilk soru bu oldu, Pars karşımda hiçbir şey diyemezken devam ettim. "Sana bir soru sordum Pars! Cevap ver lütfen bana! Babam nerede? Buldun onu değil mi?" Sesim çok çaresiz çıkarken Pars'ın yaptığı tek şey başını olumsuz anlamda sallamak oldu. "Bulamadın mı?" diye sordum, gözlerim anında dolarken öfkem gün yüzüne çıktı. "Babam hâlâ yok mu?" diye sordum bir kez daha ve öfkeyle göğsüne vurdum. "Sen neden döndün o zaman eve? Neden onu aramaya devam etmedin?" Pars tepki vermezken bir kez daha vurdum. "Niye yalnız bıraktın babamı? Niye bir şeyler yapmadın?" Bunları sorarken çoktan gözyaşlarına boğulmuştum bile. "Niye getirmedin babamı? Söz vermiştin bana!" deyip bir kez daha vurdum ona. O an başım döndü, gözlerimin önü karardı. Kendimi düşüyormuş gibi hissettim ve anında ayaklarım yerden kesildi, kendimi Pars'ın kollarının arasında buldum. "Ah çocuk! Başıma sürekli iş açıyorsun!" dedi ve salona doğru yürüdü. Gözyaşlarıma hâlâ engel olamazken beni salondaki koltuğa bıraktı, kendisi de yanıma oturdu. "Dün hiçbir şey yemedin değil mi?" O bunu sorarken başımı dik tutamadım, koltuğun kenarına düştü. Anında ayaklarımı koltuğa çektim ve gözlerimi sımsıkı kapatıp başımdaki dönmenin azalmasını, mide bulantımın yok olmasını bekledim. "Tansiyonun düşmüş olmalı." Pars kendince bir tespitte bulunurken başımı kaldırmak ve ondan babamı yalnız bıraktığı için hesap sormaya devam etmek istedim ama yapamadım, olmadı. "Hadi kalk, bir şeyler ye de kendine gel." Derdinin hâlâ yemek olması sinirimi bozarken gözlerimi araladım. Sanki o an dönen şey başım değilmiş de dünyaymış gibi hissettim. Ben olduğum yerde sabitmişim de dünya hızla dönmeye başlamış gibiydi. Bu yüzden kapattım gözlerimi yeniden sımsıkı. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama kendimi daha iyi hissedince cesaret edip bir kez daha araladım gözlerimi. Bu kez her şeyin yerli yerinde olduğundan emin oldum ve doğruldum. Bunu aniden yapmış olmak kafamın içinin sallanmasıma neden olurken gözlerim benimle aynı koltukta oturmuş, beni izleyen Pars'ı buldu. "Ne bakıyorsun bana öyle?" diye sordum sinirli bir tavırla. "Kendini düşürdüğün şu duruma bakıyorum. Sen aç kalınca sorunlar düzeliyor mu?" diye sorarken çok rahattı ve bu rahatlık sinirimi bozuyordu. "Burada oturup benimle alay edeceğine babamı aramaya devam etmeye ne dersin acaba?" Sesim biraz yüksek çıktı. Hatta biraz değil, bayağı yüksek çıktı. "Bağırma Ayliz." dedi Pars ve yüzünü buruşturup bakışlarını önüne çevirdi. "Arıyorum zaten." diye eklediğinde kendime engel olamadım ve sinirle güldüm. "Arıyorsun zaten öyle mi? Bu arıyor olduğun hâlin mi? Resmen benimle birlikte sen de oturuyorsun ya!" Kızdım, sıkıntıyla ofladı ve başını önüne çevirdi. "Babanı arıyor olmak için fiziksel bir şey yapmaya ihtiyacım olmadığından emin olabilirsin." Bu cümleyle bozuldu sinirlerim ve sinirle gülmeye başladım. Yok, gerçekten bu benimle alay etmeye başlamıştı artık. "Gerçekten ciddi ciddi soruyorum, sen benimle alay mı ediyorsun?" Arkasına yaslandı, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Yoo." dedi, göz devirdim. "Ayliz, Allah aşkına biraz sakin ol. Herhalde babanın peşini bırakmadım, aramaktan vazgeçmedim! Sen ne kadar onun iyi olmasını istiyorsan ben de o kadar istiyorum! Sen benim işime karışma, ben ne yaptığımı biliyorum!" Sinirle söylediği şeyler ayağa kalkmama neden oldu. "İşime karışma Ayliz! Bana güven Ayliz! Babana bir şey olmayacak Ayliz! Babanın döneceğinden emin ol Ayliz! Dünden beri söylediğin şeyler sadece bunlar! Fakat ben ortada hiçbir şey göremiyorum!" dediğimde yeniden akmaya başladı gözyaşlarım. "Yirmi dört saatten fazla oldu Pars! Babamın şu an ne hâlde olabileceği hiç mi aklına gelmiyor, hiç mi endişe etmiyorsun? Ya sen babamı hiç mi sevmiyorsun? Neden bu kadar rahatsın! Aklım almıyor!" Bağırırken yeniden başım dönmeye başlamıştı bile. Pars ayağa kalktı, karşımda durdu. "Düşeceksin şimdi yine, şimdi hadi bir şeyler ye. Daha sonra... " Devam etmesine izin vermedim. "Ya istemiyorum! Anlamıyor musun? Hiçbir şey yemek istemiyorum! Şehre gideceğim ben! Polise anlatmamız lazım her şeyi! Sen tek başına hiçbir şey yapamıyorsun, polise gitmemiz lazım bizim! Bunun için geç bile kaldık hatta!" Söylediklerim karşısında yaptığı tek şey sıkıntıyla oflamak olurken bu da beni fazlasıyla kızdırdı. Kendisi hiçbir şey yapmadığı gibi benim de yapmama sıkılıyordu bir de beyefendi. "Ayliz saçmalama!" dedi, öfkeyle ona doğru bir adım atmamla yerin ayaklarımın altından çekilmesi ve dünyanın üç yüz altmış derece dönmesi bir oldu. Gözlerimin önü kararıp da kendimi bir kez daha boşlukta bulurken yaşadığım şey değişmedi, yine onun kucağında buldum kendimi. "Valla bence sen, seni kucaklamama meraklısın Ayliz." dedi Pars, dönen dünyanın içinde onu zorlukla bulup omzuna bir tane geçirirken gözlerimi kapattım. Başım dönerken gözlerimi kapatmak çok daha iyi oluyordu. "Sana bu sözlerini bir bir yedireceğim!" diye tehdit ettim, anında yanıtladı. "Sen önce biraz ekmek ye kendine gel de sonra bana sözlerimi yedirirsin." dedi ve mutfağa doğru yürüdü. Dönen başım onun göğsüne düşerken mutfağa ulaştık. Bizi gören iki kadın da ayağa kalktı. Pars beni mutfaktaki masaya oturttu. Sandalyeye değil ama doğrudan masaya oturttu. İki kadın da bizi izlerken Pars kadınlara döndü. "Siz çıkın." dedi, kadınlar arkalarına bile bakmadan mutfaktan çıkıp giderlerken Pars dolabı açtı. Ne yapmaya çalıştığını anlamak için çaba sarf ederken dolaptan peynir, zeytin ve reçel çıkardı. Hemen ardından da ekmek çıkardı. Dikkatle ona bakarken de yanıma geldi. Masanın üzerinden inmedim, onu izlerken bunun için fırsat bulamadım. Pars oturduğum masanın üzerine bırakmış olduğu ekmekten bir parça kopardı. Ardından da bir bıçak yardımıyla ekmeğe reçel sürdü. Şaşkın bir ifadeyle ona bakarken bakışları beni buldu ve bir anda hiç beklemediğim bir şey yaptı. Çenemden tuttu, ağzımı zorlukla açıp reçel sürmüş olduğu ekmeği ağzıma koydu. Gözlerim şaşkınlıkla irileşirken ekmeğe bir kez daha reçel sürdü. Hızla elimi ağzıma bastırdım. "İstemiyorum!" dedim, masadan inmek için bir hamle yaptım ama hemen önümde belirdi, buna engel oldu. Elim ağzımdayken ağzımdaki lokmayı hızlı hızlı çiğnedim ve yutkundum. "Ne yapıyorsun sen ya? Yemek falan istemiyorum! İyiyim ben!" dedim, inmek için yine bir hamle yaptım ama yine engel oldu bana. "Beni dellendirme Ayliz!" dedi Pars ve bir anda elimi ağzımdan çekti, hızla yeni bir lokma koydu ağzıma. Dünden beri hiçbir şey yememiş olmak ve şimdi zorla yemeye başlamış olmak midemde bulantı olmasına neden olurken bu lokmayı da yuttum. "Tamam, bırak!" dedim ve hafifçe başımı yana çevirdim, yeni bir şeyler vermesine engel olarak konuştum. "Kendim yerim." dedim, Pars duyduğu bu şeyle birkaç adım geri gitti. "Hadi o zaman, devam et. Bir de hasta olup da başıma kalma." derken telefonu çalmaya başlamıştı. Onun geri gitmiş olmasını fırsat bilip masanın üzerinden atladım. O sırada Pars aramaya yanıt vermiş ama bir şey konuşmuyor, karşısındakini dinliyordu. "Tamamdır, gerisi ben de." dedi karşısındaki uzunca dinledikten sonra ve telefonu kulağından indirdi, bana baktı. "Ne duruyorsun sen hâlâ? Devam etsene!" Bu kez biraz kızmış gibiydi. "Babamdan bir haber mi var?" Sordum, dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Yok, başka bir şeyle ilgili aradılar. Hadi sen yemek ye." Dayanamayarak göz devirdim ben neyden bahsediyordum, o geçmiş karşıma hâlâ bana yemek ye diyordu. "Yiyeceğim zaten." dedim, itiraz edersem onunla hiç iletişime geçemeyecektim çünkü. "Ama önce senin bana bir şeyler anlatman gerekiyor." diyerek tam karşısında durdum. "Babamın başına böyle bir şey neden geldi?" Sordum, Pars anında gerilirken devam ettim. "Çocuk deyip duruyorsun bana ama çocuk değilim ben! Şimdi hemen bana neler olduğunu anlat!" Ellerini arkasında birleştirdi. "Baban gerekeni sana anlatacak Ayliz, benden bir şey bekleme." dedi ve yanımdan geçti, kapıya yöneldi. "Sürekli babamın arkasına saklanıp durma!" diye kızdım, duraksadığında da devam ettim. "Sen babamdan emir alan biri değilsin! Hayatını babama göre yaşayan biri değilsin! Senin babamla tek bağın geçmiş ve ona sadece saygı duyuyorsun, onun emri altında değilsin! Fakat iş bir şeylere cevap vermeye gelince sanki babamdan emir almadan bunu yapamıyormuş gibi davranıyorsun! Bu tamamen saçmalık! Sen sadece bunun arkasına saklanıyorsun!" dedim, ağır hareketlere bana döndü. "Baban hakkında söylediğin her şey kelimesi kelimesine doğru." dedi, omuzları dikleşti ve karşımda kendinden fazlasıyla emin durdu. "Babana saygı duyduğum da doğru. Hem de çok saygı duyuyorum. Saygıdan öte çok da seviyorum babanı. İki kardeşimden sonra bu hayatta en çok önem verdiğim kişi senin baban. Tam da bu yüzden bir şey anlatacaksa baban anlatır, ben değil." dedi ve önüne döndü, mutfaktan çıkıp gitti. "Sinir adam! Her şeye de bir cevap var!" Kendi kendime söylenip masanın üzerinde duran kahvaltılıklara baktım. Canım hiçbir şey yemek istemiyor olduğu hâlde düşüp bayılmamak için bir şeyler yedim ve salona döndüm. Salona geçtiğimde Pars'ı burada gördüm. Buradaydı ve tek yaptığı şey sürekli telefonuna bakmaktı. Koltuklardan birine oturdum. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve arkama yaslandım. Gözlerimi de Pars'ın üzerine dikip sabırla bir gelişme olmasını bekledim. Hiçbir şey yapmadan sadece evde oturuyor olmasının bir nedeninin olması gerekiyordu. Bir yerlerde birileri bir şeyler yapıyor olmalıydı ki o bu kadar rahat davranıyor olmalıydı. Aklıma mantıklı başka hiçbir şey gelmiyordu. Pars salonda bir sağa bir sola gidip dururken ben de gözlerimle onu takip ettim ve onu izlemekten artık başım dönmeye başlamıştı. Bu sinirimi bozarken başımı önüme eğdim, sıkıntıyla ofladım. Babamı çok özledim ve gerçekten artık çok korkmaya başladım. Ağlamıyorum, Pars'a karşı büyük tepkiler vermiyorum ama çok korkuyorum. Hem de bu zamana kadar hiçbir şeyden korkmadığım kadar çok korkuyorum. Bu şekilde öğlene kadar salonda oturdum. En sonunda bu belirsizliğe dayanamadım ve odama çıktım. Odaya girdiğimde yine yatağın ortasına oturup arkama yaslandım ve başımı dizlerimin üzerine koydum. Tek başıma beklemek çok daha kolaydı. Hiç değilse ağlamak istediğimde gözyaşlarıma engel olmuyordum. Öğlen girdiğim odada akşama kadar bir başıma oturdum. Odaya ne gelen oldu ne de giden. Pars yanıma hiç uğramadı. Ta ki akşam saat dokuzu gösterene kadar. Saat dokuz gini odanın kapısı açıldı ve içeriye girdi. Sessiz adımlarla yanıma geldi ve yatağın kenarına oturdu. "Eğer bana babam hakkında iyi bir şeyler söylemeyeceksen hiçbir şey söyleme Pars. Başka bir şeyler duymaya hiç tahammülüm yok çünkü." dedim, gözlerinin içine baktım. "Zaten sana bir şey söylemeye gelmedim. Hadi kalk, gidiyoruz demeye geldim." Afalladım, gitmek mi? "Nereye?" diye sordum hevessiz bir tavırla. "Sizin eve." dediğinde bir kez daha şaşırdım, bizim ev mi? Neden oraya gidiyoruz ki? Babam olmadığı sürece ne anlamı var? "Sebep?" "Baban döndüğünde seni orada görmeli." İşte dikkatimi çeken ve beni heyecanlandıran cümle bu oldu. "Babam döndüğünde mi? Bitti mi her şey? Kurtuldu mu babam?" İç geçirdi. "Çok soru soruyorsun Ayliz." Göz devirdim. "Sen de hiçbir şey anlatmıyorsun Pars! Anlat ki ben de sormayayım değil mi?" diye sordum, ayağa kalktı. "Sana verdiğim sözü bu gece tutacağım Ayliz, baban bu gece evinde olacak. Henüz kurtulmadı ama bu gece bitecek. Şimdi hadi kalk ve hazırlan, gidelim. Yok ben burada bekleyeceğim diyorsan da sen bilirsin." dediği an ben de ayağa kalktım. Henüz kurtulmadı demişti. Bu yüzden rahat değildim ama o kadar emindi ki her şeyin biteceğinden eskisi kadar da çok korkmuyordum. "Hemen hazırlanıyorum." dedim, Pars beni başıyla onaylayıp başka hiçbir şey demeden odadan çıkarken dün sabah üzerime giymiş olduğum ve sonradan hiç çıkaramadığım tayt ve cropa baktım. Bunların iyi olduğuna kanaat getirip saçlarımı düzelttim, elimi yüzümü yıkadım ve kendimi çok daha iyi hissedip odadan öyle çıktım. Salona indiğimde Pars yoktu. Hemen bahçeye çıktım ve onu orada gördüm. Evden birlikte çıktık, gemiye bindik. Yarım saat içinde marinaya ulaştık. Gemiden inip Pars'ın arabasına bindik ve bizim eve gittik. Bizim eve ulaştığımızda arabadan indim. Pars'la birlikte eve girip karanlık evi aydınlattığımızda sanki bir an için babam gözlerinin önünde beliriyormuş gibi oldu, gözlerim doldu. O an belimde Pars'ın elini hisettim. "Bu gece bitecek her şey." dedi, şaşkınca belime dokunmuş olduğu eline baktım. Bunu fark etmiş olacak ki hemen geri çekti elini. "Boşuna doldurma gözlerini yani." dedi, başımı sallamakla yetindim. İkimiz de salona geçtik. O tekli koltuğa otururken ben üçlü koltuğun ortasındaki yerimi aldım. Arkama yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirirken konuştum. "Şu salonda seni dövdüğüm günleri hatırlıyorsun değil mi?" diye sordum, anında bakışları sertleşti. "Dövmek?" dedi, gülerek başımı salladım. "Seni döverdim, hatırlamıyor musun?" Arkasına yaslandı, kaşlarını çatmıştı. "Sen beni dövmezdin Ayliz. Sinirlendiğin zaman çığlığı basar, koltuğun üzerinden sırtıma atlayıp ensemden ısırırdın." dedi ve alaylı bir ses tonuyla ekledi. "Ben de seni üzerimden atmaya çalışırdım. Ortada dayak falan yok yani." deyince sinirle güldüm. "Dayak yediğini kabul etmemek için daha ne kadar abartacaksın Pars? Koltuktan atlayıp da ensesini ısırırmışım!" dedim, sinirle gülmeye devam ettim ama maalesef ki söylediği şey tam olarak böyleydi. Ben Pars'a bunu yapardım. O da tabii ki bana vuramayacağı için bir tek kendini kurtarmaya çalışır ve fazla saçma anlar yaşardık. "Seninle uğraşmayacağım Ayliz. Ben ne dersem diyeyim sen en sonunda konuşur konuşur kendini haklı çıkarırsın zaten." dedi, gururla dudaklarım yana kıvrıldı. Bunu da yaptığım doğrudur. Konuşurak kendimi haklı çıkarmak da üstüme yoktur. "Babamın geleceğinden emin miyiz?" diye sorarak konuyu değiştirdim. Geçmişten bahsetmek onun pek de hoşuna gitmemiş gibiydi çünkü. Pars cevap vermek yerine beni onaylayan mırıltılar çıkarırken ben de sustum. Onun sessiz kalıyor olması artık beni de etkiliyordu. O sustukça benim de susasım geliyordu. Aramızdaki bu sessizlik bahçedeki güvenliklerden birinin eve girmesiyle son buldu. Başımı çevirip güvenliğe baktığımda hemen konuşmaya başladı. "Ayliz Hanım bie beyefendi geldi, sizi soruyor." Bir beyefendi mi? Saate baktım ve on bir olmak üzere olduğunu gördüm. Gecenin bu saatinde beni kim sorabilirdi ki? "Kimmiş o?" Bunu soran Pars olurken adam hemen yanıtladı. "Bilmiyorum Pars Bey, sadece Ayliz Hanım'la görüşmek istediğini söyledi." dediğinde ayağa kalktı. "Peki, ben bir bakayım." dedim ama Pars buna izin vermedi. "Sen otur, ben bakarım. Kimmiş o bey bir de ben göreyim." dedi ve yanımdan geçti, güvenlikle beraber evden çıktı. "Sana gelmiş olsa seni çağırırdı değil mi?" Söylenerek çıktım ben de peşinden ve Pars'ı bahçenin ortasında gördüm. Onun yüzünden karşısındaki her kimse onu göremezken yanlarına doğru yürüdüm. "Gecenin bu saatinde mi geldin?" diye sordu Pars ve karşısındaki cevap verdi. "Siz daha erken gelmiş olsaydınız buraya ben de daha erken gelmiş olurdum." Bu cevabı veren sesle olduğum yerde kaldım. Bu Tan'ın sesiydi. Buradaydı, gelmişti ve Pars'ın karşısında duruyordu. "Tan." dedim ikisinin de beni fark etmesi için. Tan Pars'ın vücudunun sağından eğildi ve bana baktı. "Ayliz." dediği an hızlı adımlarla ona yürüdüm, o da bana doğru yürürken yaklaştığımız ilk an sımsıkı sarıldım ona. O da aynı şekilde sardı beni. "Çok özledim seni." diye fısıldadı kulağıma, geri çekilip gözlerine bakarak konuştum. "Sana ulaşmaya çok çalıştım." dedim, başını salladı. "Tahmin ediyorum." deyip gözünün ucuyla Pars'a baktı. Ben ona hiç bakmazken de yeniden bana döndü. "Ben de yanına gelmek için çok uğraştım ama olmadı, izin vermediler." İşte bu cümleyle fazlasıyla sert bir ifadeyle bizi izleyen Pars'a döndüm. Ona öfkeli bir bakış atıp gözlerimi yeniden Tan'a çevirdim. "Ben de tahmin ediyorum." dediğimde yüzüme dokundu. O an dün geceki rüyam geldi aklıma. Birinin beni sevmesi, yanağıma dokunması, yanağımdan öpmesi ve güvende hisettiğim o sıcacık elleri düşündüm. Gördüğüm rüya bile ben de bu denli bir etki bırakmışken onun bu dokunuşu hiç de böyle hissettirmedi ve bu kendime karşı büyük bir öfke duymama neden oldu. "İyi misin?" diye sordu Tan, başımı olumsuz anlamda salladım. "Değilim, babam yok." dedim, sesim çok kötü çıkarken de devam ettim. "Birileri kaçırmış onu, kim olduklarını bile bilmiyorum ve iki gündür yok Tan. Ona bir şey olacak diye çok korkuyorum." dediğimde yüzümü avuçlarının arasına aldı ve gözlerimin içine baktı. Kahve gözleri vardı. Yuvarlak bir yüzü, kirli sakaldan bieaz daha uzun sakalları, ince dudakları vardı. Saçları da siyah ve kısaydı. Önünü hafifçe havaya kaldırmıştı. Boyu ise benden biraz uzundu. Gözlerine bakarken zorlanmıyordum. "Her şey geçecek yavrum." dedi, tebessüm ettim ama o sondaki kelimeyi hiç sevmedim. Bu kelime bana itici geliyordu ama o da söylemeyi seviyordu. Bu zamana kadar da itici geldiğini belli edecek bir şey yapmadığım için hoşuma gittiğini düşünüp söylüyordu. "Yeniden eskisi gibi olacak." dediğinde yine sadece tebessüm etmekle yetindim. Tan devam etti. "Tüm bunlardan kurtulacağız." dediğinde Pars'ı kastediyordu. "Öyle." demekle yetindim, o an gözlerim bir kez daha Pars'ı bulduğunda aynı sinirli ifadeyle baktığını gördüm. Gözlerimi ondan çekemeyip öfkeli gözlerinin içine bakarken bahçeye giren siyah bir araba gördüm. Tan elini yüzümden indirip de benden uzaklaşırken Pars da eve giren arabaya bakıyordu. Biraz ileriye duran arabadan kimin ineceğini merakla beklerken kapı açıldı ve babam göründü. "Baba." deyip koşarak yanına gittim. Tam sarılacakken yüzünün kan içinde olduğunu fark ettim ve gözlerim yine doldu. "İyiyim ben Ayliz, geçti kızım." dedi babam ben daha hiçbir şey sormadan. Hızla boynuna atıldım ve sımsıkı sarıldım ona. "Çok korktum." dediğimde gözyaşlarım akmaya başlamıştı bile. "Özür dilerim kızım, bu kadar korktuğun için çok özür dilerim." dedi, başımı boynuna gömdüğümde gözyaşlarım akmaya devam ediyordu. "Canın yanıyor mu?" diye sordum, geri çekildim ve gözlerine baktım. Başını olumsuz anlamda salladı. "Yanmıyor." derken yalan söylediği çok belliydi. "Pars elini çabuk tuttu, çabuk kurtardı beni." Bu cümlesiyle gözlerim Pars'ı buldu. Şu an dikkati hiçbir şekilde biz de değildi, bizi izleyen Tan'daydı. Çocuğa onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. Bakışlarımı ondan çekip babama odaklandım ve içimden gelen şeyi yapıp bir kez daha sarıldım ona. "Seni çok seviyorum baba." diye fısıldadım kulağına. Babam aynı şekilde bana sarılırken karşılık verdi. "Ben de seni çok seviyorum kızım." Tebessüm ettim, babamın omzuna gömmüş olduğum başımı kaldırdım ve yeniden Pars'a baktım. Ellerini arkasında birleştirmiş, dikkatle bana bakıyordu. Az önceki sinirli hâlinden eser yoktu. "Teşekkür ederim." dedim dudaklarımın arasından. Söylediğim şeyi anlamış olacak ki başını hafifçe öne ve sağa doğru eğdi kendince "Eyvallah." dedi. Onun bu hareketi tebessüm etmeme neden olurken onun da dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu ve gördüğüm bu tebessüm beni amansız bir mutluluğa sürükledi. Bu mutlulukla babama sımsıkı sarıldım, başımı da yeniden omzuna gömdüm. İçimden babamın yanımda ve iyi oluşuna şükrederken bir yandan da Pars'a gerçek bir teşekkür etmeyi aklıma not etmeyi ihmal etmedim. Bölüm Sonu! Selamlarrrr, nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Aşka Sürgün için yazdığım şimdiye kadar ki en uzun bölüm oldu, muhtemelen siz yine kısa diyeceksiniz ama olsun, alıştım artık jdjsjsjjsjs bölümü sevdiniz mi? Sonunda Tan da fiziksel olarak kitaba girdi. Onun hakkındaki düşünceleriniz değişti mi? Size nasıl bir ilk izlenim verdi? Peki ya Ayliz'in Tan ona dokunduğunda hiçbir şey hissetmemesine ne diyeceksiniz? Sizce bu kadar sevdiğini söylerken ve onun yanında olmayı isterken neden bir şey hissetmedi? Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.♡ Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz :) En sevdiğiniz sahne hangisi oldu bölümde? O zaman yeni bölümde görüşmek üzere diyelim, kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan ⠀ |
0% |