@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ 6. BÖLÜM "İNAT" Gözlerim salondakilerin arasında bir bir gezindi. Babam hemen yanımda, Tan sağımda kalan tekli koltukta, Pars da tam karşıdaki ikili koltuğun ortasında oturmuştu. Babam tepkisiz bir sekilde önüne bakıyor, düşünüyordu. Tan etrafına bakınıyor ve neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Pars ise sanki düşmanıymış gibi büyük bir öfkeyle Tan'a bakıyor, bakışları her geçen dakika biraz daha sertleşiyordu. Hiçbir zamana Tan'a karşı iyi niyetli olmayacağını çok iyi biliyorum. Fakat böyle davranması için herhangi bir sebep de göremiyorum. Gözlerimi onların aralarında gezdirmeyi bırakıp babama odaklandım. "Artık bir şey anlatacak mısın?" diye sordum, onun da bakışları beni buldu. Fakat beklediğim şeyi yapıp da cevap vermek yerine Pars'a çevirdi bakışlarını ve sanırım ondan bir şey bekledi. Tam da o noktada kızdım işte. Her şeyi bana kendisinin anlatması gerekiyordu. Pars'tan bir şey beklememesi gerekiyordu ama bunu yapmıyor, Pars'a bakıyordu. "Pars kaçırılmadı baba." dedim, babamın bakışları yeniden beni bulurken de devam ettim. "Her şey senin başına geldi, Pars'ın değil! Bana bir şeyler anlatması gereken sensin, Pars değil. Lütfen artık bana da bir şeyler anlat, gerçekten hem çok sıkıldım hem de korkmaya başladım." dedim, oturduğumuz koltukta biraz yaklaştı bana ve dizimin üzerindeki elimi tuttu. "Korkulacak hiçbir şey yok kızım." dedi fazlasıyla sakin çıkan sesiyle ve bu sinirimi bozdu. Nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Nasıl hâlâ karşıma geçip de korkulacak bir şey yok diyebiliyordu? Beni buna inanacak kadar salak mı görüyordu? Ya da Pars'ın da sürekli söylediği gibi çocuk mu zannediyordu beni? "Korkulacak bir şey yok." diye yineledim ve sinirle güldüm. "Çocuk değilim baba ben! Resmen karşında çocuk varmış gibi kandırmaya çalışıyorsun beni! Madem korkulacak bir şey yok, bu yüzünün hâli ne?" diye sordum, ne o ne de Pars bir şey diyemezken devam ettim. "Beni de biraz insan yerine koyun artık ve bir şeyler anlatın!" dedim, buna rağmen susmaya devam ederlerken de her zamanki taktiğimi uygulamak adına ayağa kalktım. "Madem siz bana hiçbir şey anlatmıyorsunuz, benimle konuşmuyorsunuz ben de konuşmuyorum. Karşıma geçip de doğru düzgün bir şeyler anlatana kadar sizinle tek kelime bile etmeyeceğim!" dedim, Pars'ın da babamın da kaşları çatıldı, ikisi de birbirlerine baktı ama ikisinin de sesi çıkmadı. "Söylediğim şeyi yapacağımı ikiniz de çok iyi biliyorsunuz! Siz konuşmadığınız sürece ben de asla konuşmam!" dedim, tribimi de atmış olup bahçeye doğru yürüdüm. O sırada Tan bir anda ayağa kalktı. "Benimle de mi?" diye sordu, onun bu sorusuyla durmak zorunda kaldım. Ona döndüğümde gözlerim istemsizce Pars'ı buldu. Dikkatle ve öfkeyle Tan'a bakıyordu. "Seninle değil." dediğim an babamın da kaşları çatıldı, sinirlendi. Tan'ın ona karşı herhangi bir saygısızlığı olmadığı hâlde onu sevmiyordu. Fakat bu benim pek de umurunda değildi, kendisinin sevmesine gerek yoktu. Onun değil, benim hisettiklerim önemliydi ve ben Tan hayatımda olduğu için kendimi iyi hissediyordum. Tan aldığı cevapla yanıma geldi, elimi tuttu. Bu hareketiyle salondaki sinir ve gerginlik seviyesi daha da artarken onunla birlikte bahçeye çıktık. "Niye bu kadar sinirliler anlamıyorum." dedi Tan, o sırada çoktan bahçe koltuğuna ulaşmıştık. "Bilmiyorum." demekle yetindim ve kendimi koltuğa bıraktım, arkama yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Tan hemen yanıma otururken fazlasıyla yakındı. "Babanla daha müsait bir anda konuşmak istiyorum." dedi, başımı ona çevirdim. Eli hemen yüzümü buldu, parmakları yanağımı okşarken konuştu. "Beni çok yanlış tanıyor." diye ekledi, başımı salladım. "Öyle." dedim bir tek ve ekledim. "Tam anlamıyla tanışmadınız ya, ondan herhalde." diye de ekledim, onunla konuşuyordum ama aklım salondaydı. Konuşmama tehdidimin hemen işe yaraması ve biz bu evden ayrılmadan babamın gelip benimle doğru düzgün konuşması gerekiyordu. Yoksa geri adım atamayacak ve ciddi anlamda onlarla konuşmamak zorunda kalacaktım. Doğrusu bunu hiç mi hiç istemiyorum. Onlarla küsmek pek de hoşuma gitmez çünkü. "Bu kadar canını sıkma, vardır elbet bir bildiği." dedi Tan, bakışlarım onu bulurken de devam etti. "Belki de anlatamayacağı bir şey olduğu için saklıyordur." "Bana anlatamıyor ama Pars'a anlatıyor öyle mi?" diye sordum sinirle ve devam ettim. "Ben onun kızıyım, tek çocuğu benim ama o bana böyle bir şeyi anlatmayacak kadar güvenmiyor mu? Onun için bu kadar mı çocuk görünüyorum?" deyip önüme döndüm. "Yirmi yaşındayım ben, koskoca kız oldum! Artık benim de varlığımı hepsinin kabul etmesi gerekiyor. Bu zamana kadar yok saydılar beni, buna daha fazla izin vermeyeceğim." dedim. "Sen bayağı sinirlisin." dedi Tan, o sırada birinin varlığını hissedip arkamı döndüm ve bahçe kapısında duran Pars'ı gördüm. Ellerini arkasında birleştirmiş, ayaklarını omuz hizasında açmış, bu tarafa doğru bakıyordu. Ben arkama döndüğümde Tan da dönmüş ve Pars'ı görmüştü. "Şu adamı bir türlü sevmiyorum." dedi Tan ve önüne döndü, gözlerimi ben de Pars'dan çektim, önüme döndüm. "İyi biri." dedim, içimden geçirdiğim şeyi söylemiş oldum ve ekledim. "Sevmiyor olabilirsin ama Pars çok iyi biri." "Şu adamı savunma bana." diye çıkıştı, sesini de yükseltmiş oldu. "Bana bir daha sesini yükseltme." diye uyardım ben de onu. Bunu ilk defa yapmıştı, karşılığını da almıştı. "Biraz sakin ol." diye kızdı ama bu kez ses tonu normaldi. "Onlara sinirlenip bana böyle davranamazsın." dediğinde tamamen ona döndüm. "Sana kötü davrandığım yok Tan, gerçekten canım sıkkın. Kusura bakma." dedim, başımı hafifçe önüme eğdim ve sıkıntıyla ofladım. O sırada önümde bir çift ayak belirdi. Başımı kaldırdığımda gördüğüm kişi Pars'tan başkası değildi. "Gidiyoruz, hadi." dedi ve cevap vermemi beklemeden yanımdan ayrıldı. Ne yani bu muydu söyleyeceği şey? Resmen kendileriyle konuşmayacak olmamı göze almışlardı. Başımı çevirip arkama baktım, babamı gördüm. Gelmiyordu yanıma, ciddi ciddi yine beni hesaba almış ve anlatmamışlardı. "Gitmek zorunda değilsin." dedi Tan, bakışlarım onu buldu. "Ne bu adamın ne de babanın dediğini yapmak zorunda değilsin. İstersen şimdi buradan beraber çıkıp da istediğin yere gidebiliriz." diye ekledi, ayağa kalktığımda da benimle birlikte o da kalktı. "Yapmak istemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Sana bunu yapmalarına izin vermem." "Böyle davranmanı gerektirecek bir şey yok ortada Tan." dedim, boş yere olay çıkarmaya gerek yoktu. "Benimle konuşmuyor olsalar da her şeyi benim için yaptıklarını biliyorum. Beni bir şeylere zorlamak için değil, beni korumak için götürüyorlar o adaya." dedim, gereksiz bir şekilde Tan söylediğim şeye sinirlendi. Pars nasıl ona sinir oluyorsa o da Pars'a sinir oluyordu. "Bu yüzden sorun çıkarmaya gerek yok, ben seni arayacağım." dedim, iç geçirdi ve Pars'a baktı. Arabasının yanında duran Pars'ın dikkati biz de değildi. "Sen bilirsin." dedi, bana döndü. "Aramanı bekleyeceğim." Ben de başımı salladım. "Tamam, arayacağım mutlaka." dedim, bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi kapatırken bana doğru eğildi, dudaklarını yanağıma bastırdı. Ardından da sarıldı bana. Ben de ona sarılırken Pars'la göz göze geldik. Duygusuz bir ifadeyle baktı, yanında durduğu arabaya bindi. Ondan ayrıldığımda bir kez daha mutlaka kendisini en kısa zamanda aramamı söyledi, yanından ayrıldım. Pars'ın arabasına gittim, o sırada babamla göz göze geldim. Yanına gelmemi bekliyor gibiydi ama bunu yapmadım. Delicesine istiyor olsam da, gidip ona bir kez daha sarılmayı arzuluyor olsam da kızgın olduğumdan bunu yapmadım ve gidip Pars'ın arabasına bindim. Gözümün ucuyla ona baktım. Yüzüme bile bakmıyorken arabayı çalıştırdı. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, başımı cama yasladım ve ona bakmayı bıraktım. Konuşmama konusunda kararlıydım, onlar gelip de benimle doğru düzgün konuşana kadar tek kelime bile etmeyecektim. Bu kararla birlikte tüm yol sessiz geçti. Marinaya ulaşıp da tekneye bindiğimizde de konuşmadık, aramızdaki sessizlik hiç bozulmadı. Eve ulaştığımızda birlikte girdik salona. O kendini her zamanki yerine, üçlü koltuğun ortasına, atarken ben de tekli koltuğa oturdum. Doğrudan odama çıkmak istedim ama belki yanında olursam konuşur umuduyla gidemedim. "Pars Bey bir şey içer misiniz?" diye geldi çalışan kadın, Pars gözlerini kapayıp başını koltuğun arkasına koyarken başıyla onayladı kadını ama ne istediğini söylemedi. Kadın da sormadı ve bana baktı. "Siz bir şey alır mısınız?" Sordu, cevap vermek yerine başımı olumsuz anlamda salladım. Kadın aldığı bu sessiz cevapla uzaklaşırken Pars tek gözünü açıp bana baktı, konuşmamış olmamdan dolayı bu bakış herhalde diye düşünürken ağzının içinden bir şeyler söyledi ve yeniden gözlerini kapattı. "Bir de söyleniyor." diye mırıldandım ağzımın içinden, bunu duymadı ve işime geldi. Çok geçmeden çalışan kadın yeniden salona döndü. Elindeki içki kadehini görürken kaşlarımı çattım, bir şeyler içer misiniz derken böyle bir şeyden bahsettiğini tahmin etmemiştim. "Buyurun Pars Bey." dedi kadın, Pars doğrulup kadehi aldı. Ardından da içki şişesini aldı ve kadına gidebileceğini söyledi. Kadın yanımızdan uzaklaşırken de içmeye başladı. Üç dakika gibi bir sürede ilk kadehi içti, ikinciyi doldurdu. Onu da ara vermeksizin içerken bunun doğru olmadığını söylemek istedim ama yine de ağzımı bile açmadım. İkinci kadehi bitirip üçe geçti, çok geçmeden dördüncüyü de doldurdu. O sırada telefonu çaldı, arayana bakma ihtiyacı duymadan açtı telefonunu. "Söyle." diye girdi konuya, ardından da konuşma devam etti. "İyi, devam edin o zaman." dedi, bunu derken biraz sarhoş olduğunu hissettim. Çünkü kelimeler zorlukla çıkmıştı ağzından. "Bulana kadar bırakmayın peşini." diye ekledi. "Tamam, saat kaç olursa olsun haber verin mutlaka bana." dedikten sonra da telefonu kapattı ve orta sehpanın üzerine doğru attı, içmeye devam etti. Onu daha fazla izlemek istemedim, ayağa kalktım. Tek kelime etmeden odama çıkmak istedim, bunun için de geçebileceğim tek yer olan yanından geçerken bir anda sıcacık elini bileğimde hissettim, durdurdu beni. Bakışlarım onu buldu, başını usulca kaldırdı ve gözlerimin içine baktı. "İstersen benimle hayatının sonuna kadar tek kelime etme." dedi, eli hâlâ bileğimdeyken düşündüğüm tek şey ellerinin ne kadar sıcak olduğuydu. "Ama baban bunu hak etmiyor." diye ekledi, bunu kendisine sorun etmiş gibiydi. Çünkü inadımı çok iyi biliyordu, eğer konuşmam dediysem bunu yapacağımdan emindi. Sadece yedi yaşındayken onlara karşı sinirlenip bu denli sustuğumda tam on beş gün boyunca tek kelime etmemiştim. Yedi yaşındayken bunu yapabilen ben, şimdi haydi haydi yapardım. "Babam da benim onu düşündüğüm kadar beni düşünsün o zaman. Size güvendiği kadar bana da güvensin." dedim, Pars söylediğim son şeyle afallar gibi olurken kolumu çekip kurtardım ondan. "Sürekli bana çocuk diyor olabilirsin ama ben kime nasıl davranacağıma kendim karar verebilecek yaştayım." dedim, cevap vermesini beklemeden yanından uzaklaştım. Bu ona kurduğum son cümleydi. Artık konuşma sırası onlardaydı. Onlara karşı olan her işimi trip atarak hallediyor olsam da işe yaradığı sürece bir sıkıntı yoktu. Kaldığım odaya çıktım, ilk işim kendimi banyoya atmak oldu. Güzel bir duş aldım, duştan çıktığımda saçlarımı kuruladım ve topladım. Sıradan bir tişörtle eşofman giydim. Yatağa girmeden önce odanın havasız olduğuna kanaat getirdim, pencereyi açtım. O sırada Pars'ı bahçede gördüm. Adamlardan biriyle konuşuyordu. Daha doğrusu adam konuşuyor, kendisi de dikkatle dinliyordu. Geri çekilmek yerine izledim onu. Uzun uzun konuştu adamla, ardından da adam koşarak uzaklaştı yanından ve evden çıktı, gecenin yarısı olmasına rağmen tekneye bindi ve tekne çalıştı. O sırada bahçede duran Pars'ın dengesini kaybettiğini fark ettim. Hemen yanında olan ağaca tutundu, dengesini sağladı. Muhtemelen benden sonra da içmeye devam etmişti ve şu anda sarhoştu. Başımı önüme eğdim, iç geçirdim. Canını ben sıkmıştım ve o yüzden bu hâle gelmişti. Bunun için pişman olur gibi oldum ama bu sadece beş saniye falan sürdü bu pişmanlık. "Koskoca adam, çocuk deyip durmayı biliyor. İçtiyse de içti, bana ne?" diye sordum kendi kendime. O esnada Pars kendini biraz toparlamış olacak ki eve doğru yürüdü. Başını kaldırır gibi olduğunu fark edince hızla geri çekildim, beni görmesine izin vermedim ve yatağın kenarına oturdum. İçimden bir ses aşağıya in, ne yapıyor bak demiş olsa da o sesi dinlemedim. Doğrudan yatağa girdim, pikeyi üzerime çektim ve uyumaya çalıştım. Yatağın içinde bir süre dönüp durmuş olsam da sonunda uykuya dalabildim. Sabah uyandığımda çoktan öğlenin biri olmuştu saat. Gece geç uyuduğum için uyanmış olduğum bu saati hiç yadırgamadım ve sanki çok erken uyanmış gibi biraz da yatakta oyalandım. Yataktan çıkıp da hazırlanana ve salona inene kadar da zaten saat ikiye gelmek üzereydi artık. Salona indiğimde kimseyi göremedim. Başımı çevirip masaya baktığımda kahvaltı falan yoktu. Bu saate olmaması çok normal olduğundan bunu çok takmazken canım bir şey yemek istemiyor olduğundan da kendimi salondaki koltuğa attım. "Bir şeyler hazırlamamı ister misiniz Ayliz Hanım?" Aniden gelen sesle başımı çevirip arkama baktım ve çalışan kadınlardan birinin gördüm. "Hayır, teşekkür ederim." dedim, kadın giderken yeniden arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım. Neden hâlâ uykum geliyor? Sanki bin yıl uyusam hâlâ beş dakikalık uykuya ihtiyacım olacaktı. "Biraz daha mı uyusam, ne yapsam ya?" Kendi kendime konuşurken arkamda bir hareketlilik oluştu, başımı çevirip arkaya baktığımda hiç tanımadığım bir kadın gördüm. Onun da bakışları beni bulurken ayağa kalktım. Kimdi şimdi bu kadın? Salonun ortasında durup dikkatle ona baktım. Uzun, siyah saçları vardı. Uzun boylu, beyaz tenli bir kadındı. Koyu kahve, iri gözlere sahipti ve siyah deri bir taytla büstiyer giymişti. Çok güzel görünen bu kadına durmuş bakmaya devam ederken kendisi yanıma geldi. "Merhaba." dedi, gözleri evin içinde gezindi. "Merhaba." dedim, evin içinde gezinen gözleri beni buldu. "Pars nerede? Daha az önce konuştum, evde olduğunu söyledi bana." dedi, ne diyecektim şimdi ben bu kadına? Ben daha yeni uyandım, nereden bileyim aynı evde olduğum adamın bu koca evin neresinde olduğunu mu? Bu cevabı veremeyeceğim için kadının karşısında sessiz kalırken kadın dikkatle bana bakıyor ve bir cevap bekliyordu. "Bilmem." dedim bir anda, sessiz kalmaktan çok daha iyi oldu bu cevap ve devam ettim. "Az önce buralardaydı." dediğimde kadın gerçekten görebilecekmiş gibi etrafa bakındı, bakışları yeniden beni buldu. "Gelir şimdi, siz kimsiniz?" diye konuyu değiştirdim. "Ah, doğru ya tanışmadık." deyip elini uzattı. "Bilge ben." Afalladım, Bilge bu kadın mıydı? Hayalimde canlanan kadın hiç bu kadar güzel değildi oysa ki. "Ayliz." diye ben de kendimi tanıttım ve uzattığı elini tuttum kadının. Tam o sırada merdivenlerden inen Pars'la göz göze geldim. Şu kadını çok merak etmeme gerek kalmadan karşıma çıkmış olmasından ve birazdan Pars yanımıza ulaştığında Pars'la ne ilgisi olduğunu öğrenmekten memnun olurken Pars yanımıza ulaştı. "Pars da geldi." dedi Bilge ve elini benden çekti, Pars'a çevirdi bakışlarını. "Ben de Ayliz'e seni soruyordum, beni beklemeden çıktın zannettim." dedi, Pars'ta olan gözlerimi çektim. Dün geceki inadım hâlâ devam ediyordu, hâlâ onunla konuşmama konusunda kararlıyım ve sanırım o da bunun farkında. Çünkü bana laf çarpmak, benimle konuşmak gibi bir çabaya girmedi. Hatta ona bakmıyor olsam da fark ettiğim kadarıyla gözünün ucuyla bile bana bakmıyordu. "İşlerim evde bugün, sen gelmesen de çıkmayı düşünmüyordum." dedi Pars Bilge'ye. İstediği zaman ne de güzel açıklama yapıyor değil mi? Elin kadınına yap açıklamayı ama Ayliz'e gelince iki kelime etmekten aciz ol! Oh ne âlâ dünya! "Neyse, hadi çıkalım." dedi Pars, kaşlarımı çattım. Nereye çıkıyor bunlar? Çalışma odasınadır herhalde, başka nereye olacak ki değil mi? "Çıkalım." dedi Bilge ve bana döndü. "Tanıştığıma memnun oldum Ayliz." dedi çok samimi bir şekilde ve çok tuhaf ama bu kadın bana hiç beklemediğim kadar samimi geldi. Yapmacıktan uzak tavırları vardı, sinir bozucu bir tip gibi değildi. Aksine sıcak kanlıydı ve çok güzel bir kadındı. "Ben de memnun oldum." dedim en az onun kadar samimi olmaya çalışarak. İçimden de olsa kadın hakkında kötü bir şeyler düşünüp de ona gıcık olmak için sebep bulamazken gözlerim Pars'ın yeşilleriyle temas etti. Anında bakışlarımı ondan çektim ve Bilge'ye odaklandım. Keşke böyle değil de, beklediğim gibi biri olsaydı da gönül rahatlığıyla saydırabilseydim içimden ama şimdi karşımda böyle bir kadın varken vicdanım kötü şeyler düşünmeme engel oluyordu. "Hadi Bilge." dedi Pars ve bize arkasını döndü, merdivenlere yöneldi. O giderken Bilge bir kez daha bana tebessüm etti ve yanımdan ayrıldı. Ben de arkalarından bakakaldım. "Aman bana ne canım? Nereye giderlerse gitsinler." dedim, koltuğa oturdum ama oturmamla kalkmam bir oldu. Çünkü merakıma yenik düştüm, peşlerinden gittim. Fakat peşlerinden gittiğimi hiçbir şekilde belli etmedim. Sanki ben de üst kata çıkıyormuş gibi davrandım. Bir ara önümde giden Pars merdivenlerdeyken omzunun üstünden bana doğru imalı hir bakış attı ama zerre umurumda olmadı. Bir üst kata ulaştığımızda onlar koridora doğru yürüdüler, ben üst kata yöneldim. Fakat üst kata çıkmamak ve girdikleri yeri görmek için elimden geldiği kadar yavaş davrandım. Önüne ulaştıkları çalışma odasına girecekler diye bekledim ama beklediğim şey olmadı, yürümeye devam ettiler. Gözlerim irileşti, nereye gidiyor bunlar diye sorguladım. Zihnimin içinde kendime herhangi bir cevap veremezken koridorun sonundan sağa döndüler, olduğum yerde kaldım. Çünkü orada bir tek Pars'ın odası vardı, başka da bir odaya yoktu. "Yok artık!" dedim kendi kendime ve daha sessiz bir şekilde ekledim. "Yatak odasına mı girecekler?" diye sordum, sorumun cevabını da çok geçmeden açıldığını ve birkaç saniyenin ardından kapandığını duyduğum kapı sayesinde almış oldum. Ciddi ciddi yatak odasına girmişlerdi. "Ne yapacaklar ya bunlar yatak odasında?" diye sordum bu kez de, kendime verdiğim cevap hiç iyi şeyler olmazken içime sıkıntı çöktü ve bir yerlere gitmem gerekirken gidemedim, olduğum yerde durmaya devam ettim. Bekledim, bekledim, bekledim... Neredeyse on beş dakikaya yakın merdivenlerde durup yeniden odadan çıkmalarını bekledim ama çıkmadılar. En sonunda da beklemekten vazgeçip salona indim. Üçlü koltuğun ortasına oturup ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve arkama yaslandım. Hâlâ kendime onların orada ne yaptığını sorarken bir yandan da bu sorulara fazlasıyla fesat olduğunu düşündüğüm cevaplar veriyor, sonra da kendimi bunun tamamen saçmalık olduğuna inandırıyor ve rahatlıyordum. "Saçmalama Ayliz, adam eve kadın atacak olsa sen buradayken ve gözünün içine baka baka mı yapar bunu?" diye sordum kendi kendime ve sanki yukarıyı görebilecekmiş gibi tavana baktım. "Neden yapmasın ki?" diye sordum hemen ardından ve sıkıntıyla ofladım. "Aman bana ne canım? Yaptıysa da yaptı!" diye de kendime kızdım, ayaklanıp bahçeye çıktım. Burada oturup da yukarıda ne yapıyorlar diye düşünecek değilim herhalde değil mi? Bahçeye çıkıp temiz havayı soludum. Bahçedeyken gözlerim sürekli istemsizce Pars'ın odası olduğunu düşündüğüm odanın penceresine gidip durdu. Bunun için kendime kızıyor olsam da sürekli bunu yaptım ve en sonunda da dayanamayarak evden de çıktım, uzaklaştım. Epey bir yürüdüm, adanın etrafını bir kez döndüm. Yürüdüğüm yer bir yere ulaşmazken kıyıdan yürüdüğüm için yolumu kolaylıkla bulabildim ve yeniden eve döndüm. Yürümekten yorulduğum için kendimi bahçe koltuklarından birine attım. Telefonumu çıkarıp saate baktığımda dört buçuğu geçtiğini gördüm. Aklıma ancak gelebilen Tan'ı aradım. Onunla konuştum, uzun uzun sohbet ettim. Onunla vakit geçirmeyi, eğlenmeyi çok özlemiştim ama maalesef ki şartlar müsait değildi. Her şey bittiğinde ve hayatım tamamen eskiye döndüğünde bu günlerin acısını doyasıya çıkaracağım. Tan'la konuşmamızın ardından telefonu kapattığımda saat artık beşi geçiyordu ve hava artık fazlasıyla soğumaya başlamıştı. Hasta olmak istemeyip eve girdim. Eve girdiğimde beni yemeklerle ilgilenen kadın karşıladı. "Ayliz Hanım akşam için istediğiniz özel bir yemek var mı?" diye sordu. "Makarna." diyerek anında yanıt vermiş oldum, canım fazlasıyla makarna çekiyordu çünkü. Kadın aldığı cevapla salondan ayrılırken "Pars nerede?" diye sordum ben de, yeniden bana döndü. "Misafiri geldi, odasında onunla ilgileniyor." dediğinde hâlâ yatak odasında olduklarını anladım, başımı da anladım dercesine salladım. Kadın başka bir şey demeyip mutfağa dönerken hemen arkamda kalan koltuğa oturdum. Saatlerdir ne yapıyor bunlar odada? Niye hâlâ çıkmadılar? Bu kadar da olmaz ki ama, değil mi? "Neyse." dedim, gerçekten de neyseydi. Beni ilgilendiren bir durum yoktu ortada. Ev onun, hayat onun. Bana ne neler yaptığından? Böyle düşünüp kendimi rahatlattım, onları tamamen aklımdan çıkardım ve kumandayı aldım, bir program buldum, izlemeye başladım. Epey bir izledim, program bitti. Başka bir şey buldum, onu izlemeye başladım. O sırada yemek hazır oldu, kalkıp masaya oturdum. "Yukarıya haber verdiniz mi?" diye sordum, kadın önüme servisi bırakırken cevapladı. "Rahatsız edilmek istemediklerini söylediler, bu yüzden haber vermedik. Bir şey isteyecek oldukları zaman kendileri haber verirler zaten." dedi, elimdeki çatalı sıkıyor olduğumu fark ettim. Beyefendi bir de rahatsız edilmek istemiyormuş, aman ne güzel! "Peki." dedim, kadın salondan ayrılırken tüm gün hiçbir şey yemediğim için şu an canım hiçbir şey yemek istemiyor olduğu hâlde yedim, karnımı doyurdum. Masadan kalkıp salona gittiğimde canım çok sıkılıyordu. Fakat bunun yukarıdakilerle pek bir ilgisi yoktu. Tek başıma olmak canımı sıkıyordu artık. Bu sıkıntıyla salonda vakit geçirdim, odadan bir türlü çıkmak bilmediler. Gece yarısına kadar da bekledim salonda bir şeyler olsun diye ama hiçbir şey olmadı, en sonunda pes edip üçüncü kattaki odama çıktım. "Öğlenin ikisinden beri ne yapıyorlarsa artık odada! Terbiyesizler!" Söylenerek pijamalarımı giydim, yatağa girdim. Yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp durdum, bir türlü uyuyamadım. Sabahı bu şekilde ettim, bir ara uyudum, hemen yeniden uyandım. Sabahın ilk saatlerinde de yeniden yataktan çıktım. Elimi yüzümü yıkayıp güzelce giyindim. Evin sınırları içersinde çok güzel bir kadın varken pijamalarımla salona inecek kadar cesur değildim. Bu yüzden valizimden aldığım ve kendime en çok yakıştırdığım siyah elbisemi giydim. Mini, uzun ve bol kolları olan sade bir elbiseydi. Kemerimi de bağladıktan sonra saçlarımı taradım, açık bıraktım ve odadan çıktım. Bir alt kata indim, Pars'ın odasına doğru baktım. Hâlâ oradalar mıydı acaba? Buruk bir şekilde çektim gözlerimi ve salona indim. Boş salona bakarken hazır olan kahvaltı masası dikkatimi çekti ama bir şeyler yenmiş gibi durmuyordu ve kahvaltı tek kişilikti. Bana mıydı, bir başkasına mıydı bu kahvaltı? Bunu düşünürken dünden beri iletişim kurabildiğim tek kişi olan mutfakta çalışan kadın çıktı. "Ayliz Hanım, kahvaltı hazır." dedi, benim için hazırlanmış olduğunu sonunda anlamış oldum. "Pars'ın misafiri hâlâ burada mı?" diye sordum, kadın anında yanıtladı. "Evet, henüz inmediler aşağıya." dedi, sinirlerim tamamen bozuldu. Kadın başka bir şey demeyip giderken kahvaltı masasındaki yerimi aldım. Sinirle çatalımı peynire batırıp bir dilim yedim. Çaydan da bir yudum içtim, aniden içtiğim çay ağzımı yakarken bir de bunun için sinirlendim ve kahvaltıya devam ettim. O sırada duyduğum ayak seslerinden merdivenlerden inen birileri olduğunu anladım, kimler olduğunu tahmin etmek hiç zor olmazken yüz ifademi toparladım ve elimden geldiği kadar rahat göründüm. Salona indiler, ikisi de bana arkası dönük olduğu için beni fark etmediler. Arkama yaslandım, hiç sesimi çıkarmadım ve neler olacağını bekledim. "Teşekkür ederim Pars, çok güzel bir geceydi." dedi Bilge, gözlerim iri iri oldu ve Bilge'yi inceledim. Tamamen dağılmış durumdaydı, makyaj falan kalmamıştı yüzünde. Dün odaya çıkarken açık olan saçları şimdi topluydu. Gözlerinin içi kızarıktı, uyumamış oldukları her hallerinden belliydi. Pars da üzerini değiştirmişti, farklı kıyafetler vardı üzerinde. Az çok anladığım şeyle ellerimi yumruk yaptım, sinirlendim. Fakat bu siniri elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım. "Öyleydi." dedi Pars bir tek, yüzümü buruşturdum ve içimden "Terbiyesizler." dedim, sessiz kalmaya devam ettim. "Bana şans verdiğin için teşekkür ederim Pars, bunun için asla pişman etmeyeceğim seni." Gözlerim biraz daha büyüdü, bu ne iğrenç muhabbetti böyle? "Öyle umut ediyorum." dedi Pars, kaşlarımı çattım. Öyle umut ediyormuş! "Öyle olacak, söz veriyorum." dedi Bilge ve Pars'ın koluna dokundu. Sinirlerim tamamen altüst olurken neden bu kadar sinir oldum bunu bile anlayamadım ve bu anlamsızlık da kendime kızmama neden oldu. "Bir daha ne zaman geleyim?" Bilge bunu dediği an ağzım açık kaldı, elimi ağzıma bastırdım. Hemen ardından da diğer elimi mideme bastırdım, resmen midemi bulandırdılar şu an. "Ben sana haber edeceğim, önce bir dün gecenin etkilerini at üzerinden." diyen Pars'la şaşkınlığım daha da artarken Bilge güldü, gülerken Pars'a dokunmaya devam etti. Ben de ikisinin de rahat tavırları yüzünden şaşkınca baktım onlara. Ulu orta yerde bayağı dökülmüşlerdi, açık açık söylemedikleri kalmıştı bir ama söyledikleri de her şeyi yeterince anlamama yardımcı olmuştu. "Neyse, eve gideyim ben. Daha duş alıp bizimkilerin yanına geçeceğim." dedi Bilge, bir kez daha yüzümü buruşturdum. "Onu da burada alsaydın ya, eve kadar niye zahmet ediyorsun?" diye mırıldandım kendi kendime, fakat bir şeyler duymuş olacaklar ki ikisi de bir anda bu tarafa döndüler. İnşallah söylediğim şeyi anlamamışlardır diye içimden geçirirken Pars konuştu. "Bir şey mi dedin?" diye sordu, dik dik gözlerinin içine baktım ama tek kelime bile etmedim. Çünkü onunla konuşmama inadım hâlâ devam ediyordu. "Görüşmek üzere Ayliz." dedi Bilge, bakışlarım onu buldu ama ona da hiçbir şey demedim. Görüşmek üzereymiş! Tabii ki görüşeceğiz, sen daha buraya çok gelirsin! Dışımdan söylememiş olsam da içimden saydırdım. Bilge ona cevap vermemiş olmamı hiç umursamadan fazlasıyla keyifli bir şekilde evden çıkıp gittiğinde de bakışlarımı önüme çevirdim. Ne güzel kırk yılda bir kahvaltı edesim gelmişti ama iki dakika içinde insan da iştah falan bırakmadılar! Bilge gittikten sonra Pars masaya geldi ve her zamanki yerine oturdu. Çalışan kadın hemen salona gelip de onun için bir servis açarken devam etsem mi etmesem mi karar veremedim. O sırada Pars'ın bakışları üzerimdeydi. Başımı çevirip ona baktığımda az önce benim ona yaptığım gibi onun da bana dik dik baktığını gördüm. Ne bakıyorsun diye sormak istesem de ona karşı olan sessizlik orucumu bozmadım ve başımı önüme çevirdim. Kahvaltıya da devam etmek istemeyip ayağa kalktım. Gitmek için de bir adım attım ama yanından uzaklaşamadım, çünkü bir anda bileğimden tuttu ve gitmeme engel oldu. Bakışlarım önce tutuyor olduğu bileğimi, ardından da yüzünü bulduğunda sessizliğim hâlâ devam ediyordu. "Uzatma." dedi, tek kaşımı kaldırdım. Uzatmanın ben olduğumu mu düşünüyordu sahiden? "Otur ve doğru düzgün bir şeyler ye şimdi." dedi, emir veriyor olması sinirlerimi tamamen bozdu. Bunu da elimden geldiği kadar belli ettim ona ve fark ettiğim kadarıyla başarılı da oldum. "Ayliz." dedi az öncekinin aksine sakince ve devam etti. "Bilmen gereken bir şey olsa bilirdin." dediğinde hem açıklama çabası hoşuma gitti hem de henüz elle tutulur bir şey denediği için sessiz kaldım. Onun başka bir şey söylemeyeceğinden de emin olunca bileğimi çektim, ondan kurtardım. Oturduğum için büzüşen eteğimi düzeltip kendime çeki düzen verdikten sonra sanki o yokmuş gibi davranıp masadan uzaklaştım. O da sadece arkamdan bakmakla yetindi. Bahçeye çıktım, fakat aşağıya inmeyip terasta kaldım ve buradaki koltuğa oturdum. Hava soğuk olmasına rağmen o salonda diye burada oturmak istedim. Çünkü onun yanındayken konuşmamak çok zordu. Uzak olup da konuşmamak çok daha kolaydı. Bu yüzden de o pes edene kadar ondan uzak durmak kendim için yapabileceğim en büyük iyilikti. Ona göre saçma bir inat gibi görünüyor olsa da onun açısından nasıl göründüğünün benim için hiçbir önemi yoktu, önemli olan tek şey sonuç alabilecek olmam benim için. Bunları düşünürken cebimdeki telefon çaldı, cebimden çıkardığımda babamın aradığını gördüm. Onu özledim, nasıl olduğunu çok merak ediyorum. O geceden sonra onu bir daha görmedim, konuşmadım da. İnadım ona karşı da devam ediyor ve eğer bir sonuç almak istiyorsam da sabırlı olmaktan başka şansım yok. Tam da bu yüzden delicesine onunla konuşmayı arzuluyor olsam da aramasını meşgule attım, cevap vermedim. Telefonu yeniden cebime koyarken evden çıkan Pars'ı fark ettim. Fark ettiğim ilk anda başımı önüme çevirdim ve o tarafa dönüp hiç bakmadım. Uzun süre durdu orada, ne bahçeye indi ne de yanıma geldi. Onun kıvranması da o kadar hoşuma gitti ki kahkahalar içinde gülmek istedim ama yüzümde mimik dahi oynamadı. Arkama yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve sabırla neler olacağını bekledim. Fakat hiçbir şey olmadı, sadece o an değil ondan sonra da hiçbir şey olmadı. Akşam yemeğine kadar, akşam yemeğinde, yemekten sonra da tek kelime etmedik. O sadece işleriyle ilgilendi, ben de sessizce takıldım. Ertesi gün de değişen bir şey olmadı. Aynı evin içinde iki yabancı gibi davranmaya devam ettik. Beraber masaya oturduk, yemek yedik, salonda oturduk falan ama birbirimize karşı tek kelime bile etmedik. O gün de böyle geçti, bir sonraki gün de evde değildi. Sabahın bir köründe çıkmış, gecenin yarısında dönmüştü. O günde öyle geçmiş, ertesi günü etmiştik ve onlarla konuşmuyor olduğumun beşinci gününe ulaşmıştık. Pars bir yana bu beş gün içinde babam da defalarca kez aramıştı ama bir kez bile açmamıştım telefonunu. Bu beş gün içinde konuştuğum iki kişi olmuştu. Biri Tan, diğeri de evde çalışan kadındı. Başka da kimseyle konuşmamıştım ve artık bu çok zor gelmeye başlamıştı. Fakat bu kadar dayandıktan sonra da pes etmeye hiç niyetim yoktu. Çünkü onların da inadi kırılmak üzereydi. Fark etmiyorum zannediyor olsalar da babam saate en az iki defa Pars'ı arıyor, beni soruyordu. Pars da tek kelime edeyim diye resmen gözümün içine bakıyordu. Kısacası biraz daha sabredersem pes eden taraf onlar olacaklardı. Beşinci günün sabahında yaptığım kahvaltının ardından salona geçtim. Artık sıkıntıdan patlamak üzereydim. "Ne olur pes etsinler, yemin ederim artık konuşmak istiyorum diye bağırmak istiyorum." dedim, o sırada arkamda bir ses işittim. Pars'ın geldiğini anlarken dudaklarımı birbirine bastırdım, elimi yüzüme koydum. Pars salona geldi, tekli koltuğa otururken gözümün ucuyla bile ona bakmadım. Bu kez içimden bir ses bu sessizlik bozulacak derken çok geçmeden de bozuldu. "Daha uzatacak mısın?" diye sordu, normalde ağzından cımbızla laf aldığım an kendi isteğiyle benimle konuşuyordu. Gözümün ucuyla ona baktım, ters ters baktım yüzüne ve bakışlarımı yeniden önüme çevirdim. Tek kelime bile etmedim. Çünkü hâlâ bir şey söylememişti. "Anladım, uzatacaksın." dedi, arkasına yaslandı ve erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı. "Bu kadar çok mu öğrenmek istiyorsun?" diye sordu, sesinde imalı bir tavır vardı. Bu beni şüpheye düşürmüş olsa da bu konuda hiçbir tereddütüm yoktu. Ona evet öğrenmek istiyorum demek istesem de sessizlik orucumu bozmadım. Amacının bu olacağından korktum ve sadece bekledim, o da buna sabredememiş olacak ki bir anda ayağa kalktı. "Madem bu kadar öğrenmek istiyorsun gel benimle." dedi, kaşlarımı çattım. Ne demekti şimdi bu? Nereye gidecektik? Sormak istediğim hâlde soramadım, olduğum yerde kaldım. Pars kapının hemen yanında durdu. "Gelmeyecek misin?" diye sordu ve beni beklemeden kendisi eve girdi. Önüme döndüm, birkaç saniyeliğine düşündüm ve çok da düşünmeye gerek duymadan ayağa fırladım, peşinden gittim. Salona girdiğimi gören Pars'ın yüzünde imalı bir ifade oluşurken onun bu ifadesini hiç unursamadım, üst kata çıktık. Çalışma odasının önüne ulaştığımızda durmadan içeriye girdi, ben de hemen peşinden girdim. O yerine geçip de oturduğunda ben odanın girişinde öylece ayakta durdum. "Otur." dedi emir verircesine, göz devirdim. Fakat yine de dediğini yaptım ve oturdum. Kollarımı göğsümün altında topladım, derin bir nefes alırken arkama yaslanıp sabırla bekledim. Pars çekmecesini açtı, ardından da epey bir aşağıya eğildi. O sırada gelen seslerden kasayı açtığını anladım, neler olduğunu anlamaya çalışırken bir telefon çıkardı. Başta benim telefonum zannetim ama markasının farklı olduğunu gördüm. Hâlâ neler olduğunu anlayamazken o telefonu açtı, telefonda bir şeyler yaptı ve yeniden masaya koydu. Bir şeyler anlamak için çaba sarf ederken de telefondan bir erkek sesi geldi. "Savcı Agâh Karadağ." dedi kalın sesli bir adam, hemen ardından da bir başkasının sesi geldi. "Evet efendim, bir kızı var. Ayliz Karadağ, yirmi yaşında. Okumuyor, serseri tipli bir kız." Ses kaydı olduğunu anladığım şeyle kaşlarımı çattım, ne demişti o benim hakkımda? Serseri mi? "Güzel, öldürün." Duyduğum bu cümleyle buz kestim, az önce biri ölüm emrimi vermişti. "Emredersiniz." dedi telefondan gelen ses bu kez de. Bu iki adamın konuşması bu kez de korkudan susmama neden olmuştu, Pars ise fazlasıyla sakin ve rahat bir tavırla dinliyordu karşımda. Konuşmanın devam etmesini beklerken Pars telefonu aldı ve kaldırdı. Hemen ardından da önündeki laptoptan bir şeyler yaptı ve laptobu bana çevirdi. Korku dolu gözlerimi ondan çektim, ekrana baktım ve bir haber sitesi olduğunu gördüm. Gözlerim biraz aşağıya inince bir haberi gördüm, okudum. "Son günlerde katıldığı büyük davalarla ismini duyuran Savcı Agâh Karadağ'ın yirmi yaşındaki kızı Ayliz Karadağ geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti." Okuduğum bu haberle gözlerim büyüdü. Gözlerimi Pars'a çevirdim. "Ne bu?" diye sordum, gördüğüm şey tamamen saçmalıkt çünkü. "Gerçekleri öğrenmek istemiyor muydun? Gerçekler bunlar işte." dedi yine gayet rahat bir tavırla ve arkasına yaslandı. "Senin gerçeklerin." dediği an öfkeyle ayağa kalktım. "Ne ölmesi Pars? Ne diyor bunlar? Tamamen saçmalık!" dedim, öfkeyle bilgisayara vurdum. Pars ayağa kalktı. "Sakin ol." dedi, yanıma gelecek gibi oldu ama elimi kaldırıp ona engel oldum. "Dur orada!" dedim, bu söylediğim onu durdururken devam ettim. "Nasıl böyle bir şey yaparsanız? Öldü ne demek ya? Hayatımı mahvetmeye mi çalışıyorsunuz?" "Seni yaşatmaya çalışıyoruz!" dedi sinirle. "Gücünle övünüp duruyorsun, kale gibi bu evde yaşıyorsun, sen istemediğin sürece adaya tek bir kişi adım bile atamıyor ama beni yaşatmak için bu saçmalığa gerek duyuyorsunuz öyle mi? Saçmalık!" dedim, bağırmıştım da. "Sakin ol." dedi yine. "Böyle olması gerekiyordu, böyle oldu!" Bunu derken kendisi sakin değildi, kızıyordu bana. "Pars..." Sözümü kesti. "Her şey de kısa zamanda yoluna girecek, korkma. Uzun sürecek bir şey değil, adamların çetesi yok olsun. Sen de hayatına devam edeceksin." dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama hemen engel oldu. "Boş yere kendini yorma, böyle olmak zorundaydı. Başka bir yol olsa, başka bir yol denerdik zaten." dedi, tüm söyleyeceklerimi ağzıma tıktı ve bana edecek tek kelime bile bırakmadı. "Öğreneceğin her şey bu kadar, savcıyı kaçıranlar da bunlar. Başka da bir şey yok, sen de boş yere inat edip durma. İstersen benimle tek kelime etmemeye devam edebilirsin ama babanla konuş." dedi, sonda sesi biraz daha sinirli çıktı. İstediği şeyi yapıp ona tek kelime bile etmeden odadan çıkmak istedim ama bunu yapamadım. "Sen var ya sen hayatımda gördüğüm en sinir bozucu insansın!" dedim, kaşlarını çattı. Ona doğru yürüdüm, sinirle ayağına bir tane vurdum. Sanırım canı yandı ama bunu dışarıya hiçbir şekilde yansıtmadı. "Ayliz çocuklaşma yine." dedi, bu lafı daha da sinirimi bozdu ve bir tane daha vurdum. Bu kez canı biraz daha yanmış olacak ki ayağını çekti. Sinirle ona bakıp saçımı savurdum, yanından geçtim. "Aklımı sikeyim ben! Ne diye anlattım ki? Bilmeden kalsaydın da konuşmasaydın!" dedi, tam odadan çıkacakken bunu duyan ben gerisin geri döndüm ve bir tane de omzuna geçirdim. "Hay ben seni şimdi..." deyip üzerime gelmesiyle küçük bir çığlık atıp yanından kaçtım, az önce öğrendiğim şeye rağmen koşarken bir yandan da kahkaha attım ve beni yakalamasına müsaade etmeden odama çıktım. Üst kata çıkar çıkmaz yüzümdeki gülümseme soldu ve derin bir nefes aldım. Öğrendiğim şeylerin ağırlığı üzerime çökerken gülüyor olsam da bundan sonra olacaklar beni delicesine korkutuyordu ve içimden bir ses bundan sonra her şeyin biraz daha mahvolacağını söylüyordu. Bölüm Sonu! Selammmm <3 Uzun zaman sonra yine buradayım. Şehir dışında olduğum için bölümler epey bir gecikti maalesef. Fakat geçen zamanda benim için güzel şeyler oldu ve hayatımda bazı şeyleri yoluna sokabildim. Şimdi yazmaya daha da hevesliyim. Peki sizlerde neler oldu, neler yaptınız? Anlatın bakalım biraz :) Çok daha uzun bir bölüm yazmak istedim ama ancak bu kadar yetiştirebildim. Umarım bölümü sevmişsinizdir <3 Ay Ayliz de ölü artık nsjskskskks yazarken bunu düşünüp gülmekten öldüm jsjsjsjjsjsj Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |