Yeni Üyelik
8.
Bölüm

7.BÖLÜM "KISKANÇLIK"

@gizzemasllan

Selam yıldızlarım :)

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡

Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz.

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.♡

.

.

.

7. BÖLÜM "KISKANÇLIK"

"Ölüyüm." diye mırıldandım kendi kendime. Dün geceden beri yaptığım tek şey zaten bir tek buydu. Kendime bir ölü olduğumu söylüyor ve bunun gerçekliğine inanmaya çalışıyordum. "Çok saçma bu!" dedim ve sinirimi atmak için oturduğum toprağın üzerine uzandım, gökyüzüne baktım. Hava soğuktu, yağmur yağacak gibiydi ama kalkıp da eve giresim gelmedi. Dakikalardır yaptığım gibi burada oturmaya devam ettim.

"Ne düşünüyorsun yine?" diye sordu Pars ve başımda dikilip gökyüzüyle arama girdi.

"Ölü olduğumu." dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Eğer dalga geçersen sen de ölü olursun Pars, benim gibi bunu düşünecek fırsatın da olmaz." Tehdit ettim, tek kaşını kaldırdı.

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" diye sordu, başımı salladım. Ne yani bir de itiraz mı edecektim? Ediyorum işte. "Bir de kabul ediyor!" diye söylendi, uzandığım yerde omuz silktim. Uzanmaktan sıkıldığım için de doğruldum, arkamda olan ağaca yaslandım ve sıkıntıyla ofladım.

"Canım sıkılıyor Pars." dedim, konuyu değiştirmiş oldum ve başımı kaldırıp ona baktım. "Çok sıkılıyor hem de." deyip bir de söylediğim şeyleri desteklemek için sıkıntıyla ofladım. Ardından da ayağa kalktım ve karşısında durdum. Gayet ciddi bir tavırla gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Üzerimdeki sanki bir ölü toprağı var." dediğim an öyle bir yüz ifadesine büründü ki kendime engel olamadım, kahkahayı bastım. Sonra da "Kabul et, güzel espriydi." dedim, gülmeye devam ettim. Fakat o sanki cenazedeymişiz gibi hiç gülmedi, fazlasıyla düz bir ifadeyle baktı gözlerime. O an aklıma yeni bir espri geldi ve içimde tutmak yerine patlattım.

"Ay Pars o kadar ciddisin ki sanki bir ölüye bakıyorsun." dedim, kahkahayı bastım bir kez daha ama yine onu güldüremedim. Gelmiş burada ona resmen stand-up (Komedi gösterisi) yapıyorum ama adamın yüzünde mimik dahi oynamıyordu. Yine de son bir kez şansımı denemek istedim ve aklıma gelen bir diğer espriyi hemen patlatıverdim.

"Pars yüzünde öyle bir ifade var ki sanki cenazeme geldin." dedim, yüzündeki o düz ifade bozulmadı ve o da bana bir tane patlatıverecekmiş gibi baktı. "Üf sıkıldım senden! Eğlenmek ne demek gerçekten bilmiyorsun! İnsan azıcık sırıtır ya!" dedim, yerde bırakmış olduğum telefonumu aldım ve cebime koydum.

"Komik değildi." dedi fazlasıyla ciddi bir tavırla, onun bu ciddiyeti beni güldürdü. Ben komikken bile o bana gülmüyordu ama o ciddiyken bile benim gülesim geliyordu. Acaba sorun bende mi?

"Senin espri anlayışın gelişmemiş, benim esprim gayet de komikti!" dedim, saçımı savurdum yüzüne ve tam yanından gidecekken bileğimden tuttu, yanına çekti. Bir an için çok yakın olduk, hemen kendimi geri çektim. Fakat o hâlâ bileğimden tutuyordu.

"Tehlikeli hareketler yapıyorsun Pars." dedim ve hafifçe ona doğru eğildim, kulağına fısıldadı. "Ortada başka biri varken bir kadınla bu kadar yakın olman hiç doğru değil." dedim imayla, bunu derken kastettiğim tek kişi Bilge'ydi. Bu cümlemle bileğimi bıraktı, ellerini arkasında birleştirdi ve geriye doğru bir adım attı.

"Her şeyi gözünde büyütüyorsun Ayliz." dedi ve o da tıpkı benim gibi daha kısık ve etkileyici bir ses tonuyla ekledi. "Bazen benim için bir çocuk olduğunu unutuyorsun." dedi, muhtemelen buna bozulacağımı düşündü ama bozulmadım. Buna alışmıştım çünkü artık.

"Sen de bunun sadece senin için böyle olduğunu unutuyorsun Pars." dedim, bu kez engel olmasına izin vermeden yanından uzaklaştım. Son lafı söylemiş olmak keyfimi fazlasıyla yerine getirirken gidip bahçe koltuklarından birine oturdum ve derin bir nefes alıp temiz havayı soludum. Bu adanın en önemli özelliği buydu, temiz bir havaya sahip olması ve o havanın insana iyi gelmesi.

Çok geçmeden Pars da geldi. Geçip karşıma oturdu ama dönüp yüzüne bakmadım. Temiz havanın tadını çıkarmaya çalıştım. Ta ki o dayanamayıp konuşana kadar. "O herifle ne zaman tanıştın?" diye sordu bir anda, ne çok Tan'ı merak ediyordu. Zaten sanırım az önce de iman ettiğim şeyin Bilge ile değil de Tan ile alakalı olduğunu düşünmüştü. Öyle bir hâli vardı.

"Bir yıl oldu." dedim, cevap vermiş oldum. Fakat sadece konunun nereye gideceğini merak ettiğimden cevap verdim ama beklediğim şey olmadı, konu bir yere gitmedi ve Pars konuyu kapattı.

"O adamlar kim?" diye sordum, bugün hiç ters gitmemiştik birbirimize ve bana bir cevap vermesi gerekiyordu.

"Hangi adamlar?" diye sordu o da cebinden telefonunu çıkarırken. Gerçekten ciddi ciddi bu soruyu sormuş muydu yani?

"Hangi adamlar olacak Pars? Ölüm emrimi verip beni öldürmek isteyen adamlar." dedim, gözleri bana değmiyordu şu an ve yaptığı şey telefonuna bakmaktı.

"Boş ver." dedi, göz devirdim ve elimden geldiği kadar sakin olmaya çalıştım.

"Boş veremem, bu konu sizi olduğu kadar beni de ilgilendiriyor! Hiç değilse adamlar hakkında bir şeyler bilmem lazım." Bu cümlemle bakışları yeniden beni buldu.

"Bilsen ne yapacaksın Ayliz? Onlar seni bulmadan sen onları bulup gidip öldürecek misin?" diye sordu küçümseyici bir tavırla ve bu sinirimi bozdu.

"Birincisi; ben senin gibi mafya babasının teki değilim! İkincisi; gidip öldürmeyeceğim hâlde bir şeyler öğrenmek benim de hakkım!" dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Mafya babası?" diye sordu, sesi fazlasıyla alaylı çıktı ve bu sinirimi biraz daha bozdu.

"Evet, değil misin? Gördüğüm şeylerin başka bir açıklaması olamaz!" dedim, arkasına yaslandı ve erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı.

"Öyle miyim sence?" Hâlâ alay ediyordu ve bunu belli etmekten hiç çekinmiyordu.

"Öylesin Pars!" dedim kendimden emin bir şekilde. Dirseğini oturduğu koltuğun kenarına koyarken elini de yüzüne koydu ve gözlerini üzerime dikti. Yeşil gözlerini kısmış, üst dudağını ısırmış ve fazlasıyla alaylı bir tavırla gözlerime bakıyordu. "Bakma bana öyle!" dedim, tek kaşını kaldırdı.

"Nasıl?" diye sordu bir de utanmadan.

"Böyle işte, alay ederek!" Ters ters konuştum ama bu onun zerre umurunda olmadı.

"Alay etmiyorum." derken bile sesiyle, tavırlarıyla, hatta her şeyiyle alay ediyordu benimle. Yapma dedikçe yapacağını bildiğimden küçük bir taktik denemeye karar verdim ve ben de alay edercesine gözlerine bakıp gayet rahat bir tavırla arkama yaslandım.

"Ya." dedim uzatarak. "Demek alay etmiyorsun." dediğimde de ben de onun gibi ayak ayak üstüne attım. Ellerimi de göğsümün altında birleştirdim ve gözlerimi üzerine diktim. Bir şeyler yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki yüzünde hem meraklı hem de şüpheli bir ifade vardı. "Yüz ifaden hep böyle gevşek sanırım." dedim, bunu dediğim an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Hayır hayır kullanmak istediğim sıfat bu değildi, bu ona söyleyeceğim son şey bile değildi ama bir anda ağzımdan çıkıvermişti.

"Ne dedin sen?" Pars bunu sorduğu an işin sonunun nereye gideceğini anladım, ayağa fırladım.

"Ben o kelimeyi o anlamda kullanmadım!" dedim, koltuğun kenarından destek alıp o da ayağa kalktı. "Ona benzer bir şey söylemek istedim ama söylemek istediğim asıl şey de o değildi." diye ekledim ve kendimi düzgünce açıkladım ama bu açıklama onu pek de etkilemiş gibi durmuyordu. "Kullanacağım doğru sıfatı bulamayınca o kelime ağzımdan çıkıverdi." Ben daha bunu derken o bana doğru yürüdü, küçük bir çığlık atıp ona arkamı döndüm ve koştum.

"Nereye kadar kaçabileceksin acaba?" diye arkamdan sorduğunda durmak yerine koşmaya devam ettim. Kocaman evdi, illa siniri geçene kadar saklanacak bir yer bulurum diye düşünürken merdivenleri çıktım ve salona gittim. O muhtemelen üst kata gideceğimi düşünürken bu kattaki arka odalara doğru koştum. Mutfağın önünden geçerken çalışan kadınlardan biriyle karşılaştım ama hiç durmadan koşmaya devam ettim. Koridorun sonundan sağa döndüm, odaları gördüm ve rastgele bir tanesine girdim, içeriye doğru baktığımda gereksiz eşyaların toplandığı bir oda olduğunu gördüm. Neredeyse her şey vardı odada ve fazla karanlıktı.

"Bu ne ya böyle? Korkutucu!" diye söylenip tekli koltuğa oturdum. Ciddi anlamda korkutucu bir yerdi, sanki bir anda Pars'ın evinden çıkmış da başka bir yere gelmiştim. "Ay bir yerden bir şey çıkmasa bari." Bunu derken gözlerim etrafta gezindi, odayı iyice inceledim. Köşede koliler vardı, hepsi doluydu ama içinde ne olduğuna dair ufacık bir fikrim bile yoktu. Kolilerin hemen yanında bir masa vardı, temiz ve yeni bir masaydı. Masanın altında da küçük plastik kutular vardı, içlerinde alet edavat olduğu görünüyordu. Odanın bir diğer köşesinde de eski bir gardırop vardı. İçinde bir şeyler var mı bilemezken bakma gereği de duymadım. Neden bu evde böyle bir oda var anlayamadım.

"Ayliz!" Pars'ın sesi gelirken bunu düşünmeyi bırakıp dudaklarımı ısırdım. Burada olduğum günden beri evin büyüklüğünden şikayet ederken şimdi bundan memnundum. Çünkü Pars beni bulana kadar öfkesi geçerdi.

"Salak Ayliz!" dedim kendi kendime ve söylenmeye devam ettim. "İnsan adamın yüzüne karşı gevşek der mi?" diye sordum kendime ve o an Pars'ın yüzünde oluşan ifade gözlerimin önüne geldi, bu durumda bile kendime engel olamayıp güldüm. Fakat tabii ki sesimin çıkmasına engel oldum, dışarıdan beni duymasına müsaade etmedim.

"Iyy hemen geçip gitse de ben de çıksam odadan." dedim, burayı pek sevememiştim çünkü tuhaf bir şekilde ürkütücü gelmişti burası bana. Ayağa kalktım, gözlerim odanın içinde gezindi. Karanlık odada pek bir şey göremezken merakıma yenik düşüp gidip kolilere baktım ve içlerinde ıvır zıvır olduğunu gördüm. Toz olan ellerimi birbirine vurup temizledim. O sırada Pars'ın sesi gelmiyordu. Demek ki doğru oda seçimi yapmışım, buraya bakmak aklına gelmemişti. Bu keyfimi yerine getirirken masanın üzerinde duran albüm dikkatimi çekti. Merakla elime aldım ve kapağını açtım, boş olduğunu gördüm. Birkaç sayfa çevirip oralarda da bir şey olmadığını fark ederken albümden kaldırılmış olan fotoğrafların yapışkanları hâlâ etkinliğini koruyordu. Bu da demek oluyor ki fotoğraflar yakın bir zaman diliminde alınmıştı albümden.

"Yeminle Sherlock Holmes gibi kızım." dedim kendi kendime ve sessizce gülüp albümü bıraktım. Bir kez daha toz olan elimi temizlerken tıkırtı duydum. Bunun ne olduğunu anlayamayıp etrafa bakındım. Hiçbir şey göremedim ama aynı ses bir kez daha geldi. "Ay fare olmasın?" diye kendime sorduğum ilk an bir saniye bile tereddüt etmeden ve dışarıda ne olacağını umursamadan odadan çıktım. Kapıyı telaşla kapatırken fazla aydınlık olan koridor yüzünden gözlerim kamaştı, yüzümü buruşturdum. Kirpiklerimi kırpıştırıp kendimi toparladıktan sonra başka bir odaya girip saklansam mı acaba diye düşündüm ama sonra Pars'ın yokluğunu fark edip peşimde olmadığından emin oldum.

"Siniri geçmiştir herhalde ya, yoksa o manyak beni bulmadan peşimi bırakmazdı." dedim ve dediğim bu şeye güvenip salona doğru yürüdüm. Salona ulaştığımda Pars'ı üçlü koltukta otururken gördüm. Önündeki bilgisayardan bir şeylere bakıyordu. Dudaklarımı ısırdım, umarım ortaya çıkarak yanlış bir şey yapmamışımdır diye düşünürken omzunun üstünden bir bakış attı. Bu sinirli bakış olduğum yere çivilenmeme neden olurken de gözlerini önüne çevirdi ve bir yandan bilgisayarıyla ilgilenirken diğer yandan çalan telefonuna yanıt verdi.

"Henüz değil, on dakika bekleyin." dedi telefondakine selam verme ihtiyacı bile hissetmeden ve telefonu kulağından indirdi. Sonra da laptobunu aldı ve ayağa kalkıp bana baktı. "Seninle işim henüz bitmedi, sıranı bekle." deyip küçük bir tehditte bulunduktan sonra üst kata çıktı ve gözden kayboldu. O giderken hem ucuz yırttığım için sevindim hem de onu bu kadar telaşa düşüren şeyin ne olduğunu merak ettim. Bu denli gergin olduğuna göre pek de iyi bir şey olmasa gerek.

"Aman bahane ne ya?" deyip az önce onun oturduğu yere oturdum. Bu evde sıkıntıdan patlamasam iyi bari. Neredeyse yapabildiğim tek şey oturmak. Bahçede, salonda, odada, mutfakta... Bulduğum her yerde itinayla oturuyorum. Daha önceleri evde kaldığım maksimum süre bir saat iken şimdi günlerdir bu evden çıkmıyorum, çıkamıyorum. Kimseyi görmüyorum, sanırım artık görmemin de pek imkânı yok çünkü ben bir ölüyüm herkese göre. Yakın arkadaşım yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Babamdan sonra en yakınım Tan ve o yaşadığımı biliyor. Fakat yine de birkaç arkadaşım vardı, genelde onlarla takılır ve günlerimi geçirirdim ama şimdi koca bir boşluktayım. İşin kötü yanı ise bu evde o boşluğu doldurmak için yapabilecek herhangi bir şey yok.

Arkama yaslanıp başımı koltuğun arkasına koydum. Biraz daha böyle devam edersem gerçekten sıkıntıdan öleceğim. Bu yüzden bir an önce zaman geçirecek bir şeyler bulmalıyım. Pars'la uğraşıp onu sinir etmek dışında tabii ki. "Aslında bu da iyi bir aktivite." diye mırıldandım kendi kendime ve güldüm. Onunla uğraşmak çok eğlenceli oluyordu ve eğlenirken zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyordum bile ama o eğlencenin sonu pek iyi bitmiyordu. Çünkü genelde o son Pars'ın beni kovalamasına yönelik oluyordu. Bunları düşünmek beni güldürürken bir yandan da sıkıntıyla ofladım ve oturmak istemeyip ayağa kalktım. Bahçeye mi çıksam yoksa odaya mı diye düşünürken telefonum çaldı ve cebimden çıkardım, Tan'ın aradığını gördüm. Onun aramasıyla keyiflenip telefonu açtım.

"Alo." derken yeniden koltuğa oturdum, bir yere gitmekten vazgeçtim.

"Ben aramasam aklına gelmiyorum sanırım." dedi, sesi sitem edercesine çıktı. Ona hak verdim, aynı şeyi yapan o olmuş olsaydı muhtemelen üç gün trip atardım.

"Aklıma gelmez olur musun? Tabii ki geliyorsun." dedim, durumu kurtarmak adına muzip bir ses tonu ile ekledim. "Ben de senin aramanı bekliyordum, ben aramazsam aklına gelecek miyim diye test ettim." Yüzyılın dolandırıcısı ödülünü bana vermeleri gerekiyor sanırım. Bir durumu ancak bu kadar lehime çevirebilirdim. "Geliyormuşum." diye eklemeyi de ihmal etmedim.

"Aklımdan hiç çıkmıyorsun zaten yavrum, çıksaydın gelebilirdin." Hitap şeklini görmezden gelip tebessüm ettim.

"Ya." dedim sondaki harfi uzatarak ve sordum. "Öyle mi gerçekten?" diye sordum.

"Öyle." dedi ve güldü, onunla birlikte ben de güldüm. Ta ki arkadan bir ses gelene kadar.

"Tan hadi, gelmiyor musun?" Duyduğum bu kadın sesiyle gözlerim büyüdü, ayağa fırladım.

"O kim?" diye sordum, anında yanıtladı.

"Bizim çocuklarla birlikteyim, onlarla gelmiş kız. Sıkıntı yok." Kaşlarımı çattım.

"Seni çağırıyor ama." dedim, yine anında yanıtladı.

"Bir şeyler içiyorlar, o yüzdendir. Benim bardalar." Elimi yumruk yaptım, bir de rahat rahat anlatıyordu.

"Kızın seninle ne ilgisi var? Sen olmadan içemiyor muymuş? Ayrıca bu saate ne içmesi?" Sesimin kızgın çıkmasına engel olamadım.

"Ayliz, büyütülecek bir şey yok. Gelmişler bir kere, bu saatte içilmez deyip yollasa mıydım?" dedi, kız hakkında bir açıklama yapma gereği duymadı ve bu sinirlerimi bozdu.

"Anladım." dedim bir tek.

"Bozuldun sen." dedi, onun gibi anında yanıtladım.

"Bozulmadım." dedim ve daha inandırıcı olmak adına ekledim. "Bozulacak bir şey yok." dedim ama oysa çoktan bozulmuştum, içime kötü bir his çökmüştü.

"Bir sıkıntı yok yani?" diye sordu emin olmak istercesine. Sıkıntı olmaz olur muydu? Tabii ki vardı. Hem de en büyüğünden.

"Yok." dedim düşündüğüm şeylere rağmen.

"Güzel, ben kapadım o zaman. Ararım yine seni." İşte bu cümle biraz daha sinirimi bozdu. Konuşmak için beni arıyor ama beyefendi başka bir kız çağırınca alelacele telefonu kapatıyor öyle mi? Peki, öyle olsun.

"Güzel." dedim ben de onu gibi ve ekledim. "Sen kapat o zaman, benim de Pars'la işlerim vardı zaten." dedim, şu an hissettiğim şeyi ona hissettirmek için kullanabileceğim başka kimse olmadığından bizim buz kütlesini kullanmak zorunda kalmıştım.

"Ne işin varmış senin onunla?" diye sordu, sesi çok sinirli çıktı.

"Unuttun mu Tan? Biz onunla aynı evde kalıyoruz, onunla işim olmayacak da kiminle olacak?" diye sordum, abartsaydın bir de Ayliz!

"Anladık işin var da ne işin var? Onu soruyorum ben sana." diye sordu, tabii ki de bu sorusuna cevap alamayacaktı.

"Şimdi acelem var, ben seni sonra ararım. Pars çağırıyor, onun yanına gitmem lazım. Hadi kapattım şimdi." dedim ve cevap vermesine, yeni bir soru sormasına fırsat vermeden telefonu kapattım. Kapatır kapatmaz da sinirle hemen yanında durduğum camdan olan orta sehpaya tekmemi geçirdim. Eş zamanlı olarak acıyan ayağımı kaldırdım, tek ayak üzerinde zıplarken ağzıma geleni saydım. Sonra da koşar adımlarla üst kata çıktım ve Pars'ın çalışma odasının önünde durdum. Tam o sırada içeriden bağırma sesi geldi.

"Saatlerdir aynı şeyi söylüyorum size! En başından beri bunda bir yanlışlık var dedim! Madem bu işi ben yapıyorum, bırakın bildiğim gibi yapayım! Her boka burnunuzu sokup durmayın! Oraya toplanmışsınız bilmem kaç kişi, hiçbir şeyden haberiniz yok!" Öyle bir bağırdı ki sanki ev titredi, korkuyla birkaç adım geri gittiğimde de devam etti.

"Sikerim öyle işi ben! Yokum ben!" dedikten hemen sonra bir şeyi kırma sesi duydum, dudaklarımı ısırdım. Ne oldu bilmiyorum ama çok sinirliydi, ondan isteyeceğim şey de muhtemelen onu biraz da sinirlendirecekti ama yine de isteyeceğim. Çünkü başka şansım yok, eğer bunu yapmazsam merakımdan çatlarım ben.

"Sakin ol Ayliz, sakin. Sana hiçbir şey yapamaz, sinirini senden çıkaracak hâli yok. Biraz bağırır, ona da alıştın zaten." dedim, normalde bağırsa ağzının payını çok güzel verirdim ama bu kez huyuna gitmeli ve istediğim şeyi yaptırmalıydım.

"Sen ne konuşuyorsun orada kendi kendine?" duyduğum bu cümleyle gözlerim büyüdü, bana mı dedi o? Yok canım bana dememiştir. Tamam kendi kendime konuştum ama sesim o kadar da yüksek çıkmadı. "Sana diyorum sana, kapının arkasındakine!" Şaşkınca kalakaldım, ciddi ciddi bana diyordu. Ne yani duymuş muydu? Aman canım duyarsa duysun, çok da umurumda! Üzerime aniden çöken rahatlık ve cesaretle kapıyı bile çalmadan odaya girdim, girer girmez de az önce kırmış olduğu şeyin telefonu olduğunu fark ettim.

"Merhaba." dedim, bir de selam verdim. Sanki adamla ilk kez karşılaşıyorum ya! Aptal Ayliz! Pars anlamsız bir şekilde bakarken yanına yaklaşmadan olduğum yerde konuşmaya başladım. "Ben aslında bir şey söylemek için gelmiştim." dedim, ne diyeceğimi ve söze nasıl gireceğimi bilemedim. Çünkü şu an o kadar öfkeliydi ve bunu bakışlarıyla o kadar belli ediyordu ki sanki tek kelime etsem üzerime atlayacaktı.

"Ayliz çok işim var." dedi daha ne isteyeceğimi bile bilmeden ve masasına geçti. "Daha sonra konuşursun, işim başımdan aşkın." deyip masanın ortasına savrulmuş olan bilgisayarı kendine çekti ve eline bir kalem alıp kağıda notlar almaya başladı.

"Benimki de acil ama." dedim, sesim çok sakin çıktı. Şu an ona ihtiyacım varken daha fazla sinirlenmesi pek de işime gelmezdi.

"O zaman kısaca söyle ve çık." derken yüzüme bile bakmıyor ve not almaya devam ediyordu.

"Kısaca söyleyip çıkacağım bir şey değil." dedim, sonunda gözünün ucuyla bile olsa baktı bana.

"Benimle alay mı ediyorsun?" diye sordu, konuşmak için dudaklarımı araladım ama anında engel oldu buna. "Ne söyleyeceksen söyle hadi, gerçekten çok işim var." dediğinde sıkıntıyla ofladım ve korkuyu falan bir kenara bırakıp yanına gittim.

"Benim İstanbul'a gitmem lazım." dedim, tek kaşını kaldırdı. "Hem de acilen." Kalemini not aldığı defterin üzerine bıraktı, arkasına yaslandı ve gözlerini üzerime dikti.

"Sebep?" Sakince sordu, sakin olması daha da rahatlamamı sağlarken devam ettim.

"Gidip görmem gereken bir şey var." Gözlerini kıstı, şüpheyle baktı.

"Neymiş o gidip görmen gereken şey?" diye sordu, ne meraklı çıktı bu da!"

"Özel." dedim, Tan'la ilgili olduğunu söylemek istemedim. Çünkü söylersem tüm şansımı kaybederdim.

"Özel." Yineledi, başımı salladım.

"Gerçekten önemli ama." diye de ekledim, uzun uzun gözlerimin içine baktı. Ben de masum masum baktım ona ve kabul etmesini bekledim. Fakat yaptığı tek şey yeniden bilgisayarına dönmek oldu.

"İşim var." dedi, gözlerimi kapattım derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Fakat bu adam ne sakinlikten anlıyordu ne de başka bir şeyden. Resmen beni sinir etmek için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

"Biliyorum işin var." dedim, gözlerimi yeniden açtım ve gayet sakin, bir o kadar da iyi niyetli bir şekilde gözlerinin içine baktım. "Ama benim de işim var ve gerçekten gitmem lazım. Sen işlerinle ilgilenirken ben gidip gelebilirim." dedim, onunla gitmek gibi bir niyetim yoktu zaten ama bu evden çıkmak için onunla konuşmak zorundaydım.

"Tek başına?" diye sordu, sinirlendim.

"Evet, tek başıma! Yıllardır tek başıma bir yere gidip gelebiliyorum ben! Hani koskaca kız oldum ya? Hani yirmi yaşındayım ya artık? Hani..." Sözümü kesti.

"Yıllardır seni öldürmek isteyen insanlar yoktu ama peşinde." dedi, söyleyeceğim her şeyi ağzıma tıktı ve kendince son sözü söylemiş oldu ama ben buna izin verir miyim? Tabii ki vermem.

"Ölüyüm ben." dedim, afalladı. "Dün kendin anlattın, beni kurtarmak için ölü gösterdiniz ve artık ben herkese göre ölüyüm. Bir ölünün peşine düşecek değiller değil mi?" diye sordum, cevap veremedi ve bu fazlasıyla hoşuma gitti. Resmen şu an Pars Atakan Karahan'ı susturdum ve bana cevap veremedi. Bence bana bunun için de bir ödül verilmesi gerekiyordu.

"Ayliz, şu saçma şakadan vazgeç artık." dedi, önüne döndü. Ne yani yine mi şaka yaptım zanneti? Yalancı çoban hikâyesine döndü bu olay resmen.

"Lan valla şaka değil." dedim, Pars'ın şaşkın bakışları beni bulduğunda dudaklarımı ısırdım. Heyecanlanınca ve gerilince içimden resmen bambaşka biri çıkıyordu.

"Lan?" Sordu, sıkıntıyla ofladım.

"Şu an konumuz bu değil, bir anda ağzımdan çıktı işte. Sen..." Sözümü kesti.

"Bugünlerde bir anda ağzından çıkan çok şey oluyor senin. Bence artık biraz dikkat et." dediğinde bahçede olan şeyi ima ettiğini anladım, dudaklarımı ısırdım. Adam haklıydı aslında.

"Tamam dikkat ederim." dedim, sert tepki vermemiş olmam onu şaşırttı. "Ama lütfen, bak sana bile lütfen diyorum." deyip masum bir tavırla ekledim. "Bir yolunu bul gideyim. Hayat memat meselesi." dedim, yine arkasına yaslandı.

"O hayat memat meselesinin ne olduğunu söyle sen bir önce bana, işimi erteleyecek kadar önemli bir şeymiymiş bakarız o zaman." Sıkıntıyla ofladım ve daha fazla dayanamadım.

"Tan'ı aradım." dedim, yüz ifadesi anında sertleşti. "Yanında bir kız vardı ve beni geçiştirdi. Gidip görmem lazım kızın kim olduğunu." Kaşlarını çattı, bakışları biraz daha sertleşti.

"Aldatıyor mu seni?" diye sordu, hiç de üzülmüş gibi bir hâli yoktu.

"Öyle bir şey demedim! Gidip görmem lazım dedim." Yüzünde muzip bir ifade oluştu, dalga geçeceğini düşünürken o ifade çok çabuk yok oldu ve gözlerimin içine uzun uzun baktı.

"Gidelim." dedi bir anda, şaşırıp kaldım. Ne yani kabul etmiş miydi? Hem de bu kadar çabuk?

"Gidelim mi?" İnanmak istercesine sordum, başını salladı.

"Aynen öyle, gidelim." dedi ve önüne döndü, bilgisayarını kapattı. Sonra da ayağa kalktı.

"Ciddi misin?" Sordum, dalga geçiyor gibi hissediyordum çünkü şu an.

"Ciddiyim ve eğer biraz daha burada durup ciddi olup olmadığımı sorgulmaya devam edersen gitmekten vazgeçeceğim." Telaşlandım, ne yapacağımı birkaç saniyeliğine bilemedim. Sonra hemen odadan çıkmaya ve hazırlanmaya karar verdim.

"Tamam tamam." dedim, geri geri yürüdüm. "Bana sadece on dakika ver, hemen döneceğim." deyip kapıya döndüm. Tam odadan çıkacakken bahçede bekleyeceğini söyledi. Ona cevap vermeden çıktım ve koşarak üst kata gidip kaldığım odaya girdim. Ciddi ciddi kabul etmişti. Oysa ben Tan'ın ismini duyduğu an beni yok saymaya başlar falan diye düşünüyordum ama tam aksi olmuş, olayı duyduğu an gitmeyi kabul etmişti. Bunun altında bir şeyler ararken dolaptan aldığım siyah mini eteğimle krem rengi örgü kazağımı giydim. Saçım zaten düzgündü, makyajımı da tazeledikten sonra topuklu botlarımı giydim, montumu aldım ve çıktım odadan.

Bahçeye indiğimde Pars'ı gördüm, hemen yanına gittim. Birlikte evde çıkıp tekneye bindik. Pars'ın öfkesi falan kalmamıştı, keyfi gayet yerindeydi. "İyi bir şeyler oldu herhalde, keyfin yerinde." dedim, yanına oturdum. O sırada tekne çalıştı ve kıyıdan uzaklaştık.

"Oldu." dedi bir tek, ne olduğunu da söyler diye bekledim ama bu konuda bir açıklama yapmadı. Ben de sormadım, çünkü cevap vermeyeceğini biliyordum ama merak ettim ne olduğunu. Zaten onunla teknede konuştuğumuz son şey de bu oldu. İstanbul'a gidene kadar başka tek kelime bile etmedik. İstanbul'a ulaştık, tekneden indik, bizi bekleyen arabaya bindik.

"Beni yakaladığınız o bara gideceğiz." dedim, o gün aklıma gelince gülmek istedim ama şu an hiç yeri olmadığı için bu kez kendimi tuttum. Ama çok güzel kandırıp kaçmıştım, hâlâ kendimle gurur duyuyorum bu yüzden. Pars söylediğim şeye karşılık vermeden arabayı çalıştırırken onun bu hâllerine şaşırmadan edemiyordum. Çünkü kendi isteğiyle gelmiş olmasına rağmen şimdiye kadar milyon kere söylenmiş olması gerekiyordu ama yapmıyordu, neyse benim de işime geliyor zaten.

Sonunda istediğim yere -Tan'ın barına- ulaştığımda arabadan Pars'ı beklemeden indim. Büyük bir heyecanla ve koşar adımlarla bara doğru giderken bileğimden tutuldum, geriye doğru savruldum ve kendimi Pars'ın yanında buldum. Düşmemek için tutunduğum kollarını usulca bıraktım, kokusu burnumu doldururken yeşillerine bakıp kaldım. Dudaklarımın arasından bıraktığım titrek nefes onun dudaklarıyla buluşacak kadar yakınken bu yakınlığı bozan onun geri çekilmesi oldu ama bileğimi bırakmadı, gitmeme izin vermedi. "Sadece on dakika." dedi, kısık çıkan sesindeki o etkileyici tondan etkilenmemek elde değilken kendime kızdım. Hem de çok kızdım. Yaptığım şey doğru değildi, buraya sevgilimin yanına gelmişken bir başka adama karşı bunları düşünmek yanlıştı, en büyük yanlış hem de.

Zihnim bu gerçekle yüzleşirken ondan uzaklaştım. "Sadece bakacak ve çıkacağım." dedim, birkaç adım daha geri gittim. Ona yakın olduğum her an Tan zihnimden çıkıyor ve çok başka şeyler düşünüyordum. Bu saçma düşüncelerden de kendimi bir an önce kurtarmam gerekiyordu.

"Kimseye görünmek yok!" dedi, konuşmak için dudaklarımı araladım ama bunu fark ettiği an engel oldu bana. "Dalga geçiyor olsan da ciddi bir işin içindeyiz ve sen bir ölüsün Ayliz! Seni buraya getirdiğime pişman etme beni!"

"Tamam tamam bir şey olmayacak." dedim, geçiştirdim onu ve arkamı dönüp uzaklaştım yanından. Fakat sadece birkaç adım atmışken aklıma gelen şeyle durdum, yeniden ona döndüm ve hâlâ aynı yerinde durduğunu gördüm. "Pars sen böyle yapınca benim ölesim geliyor." dedim, bana doğru bir adım atar gibi yapmasıyla da gülüp önüme döndüm ve koşarak bara ulaştım. Barın önünde durup yeniden ona baktığımda buraya doğru geldiğini gördüm, peşimi iki dakika bıraksa olmuyor zaten!

"Bana söylüyor ama kesin kendisi yüzünden olay çıkar!" diye söylendim ve bara girdim. Girişte hiç kimsenin olmayışı işime gelirken sessizce ilerledim içeriye doğru. Attığım birkaç adımdan sonra erkek kahkahaları duydum, sonra o erkek kahkahaları kesildi ve bir kız gülmeye başladı. Ardından araya başka bir kız sesi girdi, sinirlerim daha da bozuldu.

"Sakin ol Ayliz, sakin!" dedim sessizce kendi kendime ve yürüdüm, onları görebileceğim bir yere ulaştım sonunda ve gördüğüm manzara karşısında olduğum yerde kaldım.

Tan ve üç arkadaşı vardı. Yanlarında da dört kız vardı. Kızları bir bir inceledim, hepsi çok güzellerdi ve biri Tan'ın hemen yanındaydı. Bir yandan içiyor, bir yandan konuşuyor, bir yandan da gülüyorlardı. Diğerleri pek umurumda olmazlarken bir tek Tan ve yanındaki kıza baktım, kız olması gerektiğinden daha samimi davranıyordu ve Tan Bey de buna müsaade ediyordu, hiç de kendini çekecek gibi durmuyordu şu an.

Sinirden tüm vücudum kasıldı. Yine de sabırla bekledim. Kız bir elini Tan'ın dizine koydu, ona bakarak güldü ve Tan'ın tek yaptığı şey başını ona çevirip tebessüm etmek oldu. "Ben şimdi sizi..." dememe kalmadan Pars yanımda belirdi ve sözümü kesti.

"Hiçbir şey yapamazsın." dedi, başımı çevirip ona baktığımda da gözlerimin içine bakarak "Demek ki seni pek de sevmiyormuş." diye ekledi, sinirlendim.

"Sen her şeye karışma!" dedim, yeniden Tan ve kıza baktım. Kız az öncekinden daha yakın olurken Tan'ın yaptığı bir şey yoktu ama kızın kendisine bu denli yaklaşmasına izin vermesi bile başlı başına bir hataydı.

"Şunlara baksana gidip..." Yine sözümü kesti.

"Gidemezsin." dedi, tamamen bana döndü ve kolumdan tuttu. "Verdiğin sözü unutma. Göreceğini gördün, başka bir şey yok. Şimdi onlar bizi görmeden hadi." dedi, kapıya doğru yürüdü. Kolumdan tuttuğundan ben de yanında gitmek zorunda kalırken bu zorlamayla sadece iki adım falan attım, sonra kolumu kurtardım ve birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım.

"Doğru, göreceğimi gördüm ve gördüğüm şey arkama bakmadan, sessizce gideceğim türden değil! Gidecek ve hesap soracağım!" dedim, sinirlendi.

"Yapamazsın." dedi yine kendinden emin bir şekilde ve yeniden kolumu kavradı.

"Bırak!" dedim ben de dişlerimi sıkarak.

"Bırakamam, bırakırsam gidip her şeyi mahveder ve yine benim başımı çok ağrıtacak şeyler olur!" dediğinde kolumu kurtarmak için bir hamle yaptım ama engel oldu bana.

"Pars, bırak! Bak gerçekten sinirleniyorum, bırak!" dedim ama yapmadı istediğimi. "Bırakmazsan bağırırım, yine kendimi fark ettiririm!" dediğimde kolumu bıraktı, öfkeyle bana doğru bir adım attı ve işaret parmağını kaldırdı, yüzüme doğrulttu.

"Bir daha sana güvenip tek bir adım bile atmayacağım!" dedi, işte bu hiç iyi olmadı ama yapacak da pek bir şey yoktu. Olan olmuştu bir kere. "Bir daha o adadan dışarıya çıkmak yok!" O beni tehdit ederken şu an ilgilendiğim şey onun tehditkâr sözleri değil, içeride olanlardı.

"Şimdi hemen benimle geliyorsun!" dedi, itiraz etmek istedim ama müsade etmedi. "Sessizce hem de!" diye de emir verdi ve devam etti. "Kimden neyin hesabını soracaksan da bu akşam ben onu sana getiririm! Şimdi buradan seni zorla çıkarmamı istemiyorsan kendi isteğinle yürü!" Söyledikleri içinde takıldığım tek bir nokta oldu.

"Getirir misin gerçekten?" diye sordum, öyle bir bakış attı ki cevabımı almış oldum. "İyi tamam gidelim." dedim, önümden çekildi ve kapıyı gösterdi.

"Yürü!" dedi, öfkelendim.

"Bana emir verip durma!" dediğim an bana doğru kendisi yürüdü ve ben koşar adımlarla yanından uzaklaştım, bardan çıktım. Duyduğum ayak seslerinden onun da peşinden geldiğimi anlarken arabasının yanına gittim. Arabanın yanında durduğumda da hemen yanımda bitti.

"Bin arabaya!" dedi, öfkem daha da arttı.

"Bana emir verme dedim sana!" diye yineledim, bakışları öldürücü bir nitelik kazanırken bu kez bundan hiç korkmadım. Aslında ondan hiç korkmamam lazımdı, o bana hiçbir şey yapamazdı. Hatta bana bir şey yapacak son insan bile değildi ama bazen de elimde olmadan korkuyorum işte, ne yapayım?

"Sen de beni sinirlendirme, bin şu arabaya!" dedi, ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve arkamdaki arabaya yaslandım.

"Binmiyorum! Ne yapacaksın, zorla mı bindireceksin?" diye sordum, ellerini arkasında birleştirdi.

"Emin misin? Binmiyor musun?" diye sordu, bir an için şüphe ettim. Binse miydim acaba? Bunu düşünürken ilerideki bardan çıkan Tan'ı gördüm. Pars'la uğraşmayı bırakıp onu izledim. Telefonundan bir şeyler yaparken cebimdeki telefon titredi, cebimden çıkardığımda ekranda onun ismini gördüm ve beni aradığını anladım. Başımı kaldırıp ona baktım. Bir elini cebine koymuştu, diğer eli de kulağındaydı. Aramasına yanıt versem mi vermesem mi? Doğrudan yanına gitsem mi yoksa hemen arabaya binip yok mu olsam anlayamazken gözümün ucuyla Pars'a baktım bakışlarının telefonumda olduğunu gördüm. Kimin aradığını görmek arkasını dönmesine ve Tan'a bakmasına neden olurken bardan çıkan kızı gördüm. Sinirlerim bir anda yeniden altüst olurken Tan kızı fark etmedi. Ta ki kız onun omzuna dokunana kadar.

Tüm bunlar olurken hâlâ yanıt vermediğim arama kendiliğinden meşgule düştü ve Tan kendisine dokunan kıza döndü. Öfkeyle onları izlerken Tan bu kez bir şeyler yaptı ve kızdan uzaklaştı, kızgın bir tavırla baktı kıza. Kız da bir şeyler anlattı ona, çok uzakta olduğumuz için ne konuştuklarını duyamazken Tan kıza sinirle bir şeyler söyledi, yanından uzaklaştı. Kızın Tan'ın peşinde olduğunu anlarken durmadı ve Tan'ın peşinden gitti. "Yok ben bunu yolacağım, vallahi tutamayacağım kendimi." dedim, peşlerinden gitmek istedim ama Pars buna izin vermedi.

"Ya bırak beni! Tan zaten yaşıyor olduğumu biliyor!" dedim, bu onun pek umurunda olmazken artık sinirim taşmaya başlamıştı. "Bırak!" Bağırdım bu kez, bununla eş zamanlı olarak kendimi bir anda onun sırtında buldum ve büyük bir çığlık attım. Caddenin diğer ucunda olan Tan ve kız bunu duymadılar, duymuş olsalardı buraya bakarlardı herhalde diye düşünürken daha önce beni Erdem ve Doğan'ın zorla tutmuş oldukları bara girerken gördüğüm son şey kızın Tan'ı öpüyor olduğuydu.

"Bırak!" Bir kez daha bağırdım. "İndir hemen beni!" Bağırmaya devam ettim, bara girmiş olduğumuzdan indirdi beni sırtından ve anında adamlar tarafından kapılar kapandı, ışıklar açıldı, yine bir yere hapsolmuş oldum.

"Senin derdin ne?" diye bağırdı bir anda. "Başıma bela açmaya mı meraklısın? Sana..." Bağırmaya devam ederken sözünü kestim.

"Neler olduğu da olacağı da zerre kadar umurumda değil!" dedim, ona doğru yürüdüm ve öfkeyle konuşmaya devam ettim. "Bana bunu yapamazsın! O zaten yaşıyor olduğumu bilirken sırf sen istemiyorsun diye beni ondan uzak tutamazsın!" Kızdım, daha da öfkelendi.

"Lan adam başka kadını öptü! Sen geri zekalı mısın? Fark etmiyor musun? Adam başka kadını öptü! Siktiğimin herifini ölecek kadar mı çok seviyorsun lan?" Bağırarak sordu, hiçbir şey diyemezken kolumdan tuttu ve beni kendime getirtmek istercesine sarstı.

"O piç seni sevmiyor, lan sevse böyle mi davranır?" Kolumu kurtardım ondan.

"Başka bir kadını öpmedi!" dedim, afalladı. "Başka bir kadın onu öptü." diye eklediğimde şaşkınlığı daha da arttı. "İkisi çok farklı ve yakamı bırakırsan eğer gidip ikisinden de bunun hesabını soracağım!"

"Hiçbir yere gidemezsin!" dedi dişlerini sıkarak.

"İnat ettiğin için böyle diyorsun! Tan..." Sözümü kesti.

"Ben onu sikeyim Ayliz! Onu da barını da işini de aşkını da sevgini de sikeyim!" Bağırdı, ilk defa onu bu denli öfkeli görürken korkup birkaç adım geri gittim.

"Küfür etme!" dedim, elini yüzüne bastırdı ve gözlerini ovaladı. Elini indirdiğinde ağzının içinden bir şeyler söylüyordu ve ben resmen şu an onun yüzünden gidip sormam gereken hesabı soramıyordum. Dışarıda kızın biri sevgilimi öperken -ki sevgilimin de suçu büyük- ben hiçbir şey yapamıyor ve Pars Bey'in keyfini bekliyorum. Oh ne âlâ dünya! Bir an önce bir şeyler yapmaya, buradan çıkmaya ve yan tarafa geçmeye karar verirken Pars'ın belinde duran silahı fark ettim. Hayır hayır bu hiç doğru bir şey değil, bunu yapamam. Yapmak aptallık olur ama sanki başka şansım da yok gibi. Kısa bir iç savaşın ardından aptallığı da korkuyu da bir kenara bıraktım ve bunu asla yapmamı beklemediği, hatta eminim ki aklının ucundan bile geçirmediği için çok rahat olan Pars'ın belindeki silahı küçük bir hamleyle aldım.

"Lan!" dedi, hızla birkaç adım geri gittim ve silahı ona doğrulttum. O an titreyen ellerime lanet ettim. Hayatımda ilk defa elime silah almış olmanın korkusunu yaşarken bir kaza çıkmaması için içten içe dua ediyordum. "Ne yapıyorsun sen?" diye sordu, şu an ona silah doğrultuyor olmama rağmen bana doğru yürüdü. "İndir şunu! Saçmalama!" dedi, bir adım daha attı, geri gittim.

"Gelme üzerime! Uzak dur!" dedim, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Ne yapacaksın Ayliz? Beni mi vuracaksın?" diye sordu, haklıydı. Bunu yapma ihtimalim sıfırdan bile daha azdı ama onun bunu bilmemesi ve bilmiyor oluşuyla hareket etmesi gerekiyordu.

"Pars, sinirlendirme beni! Şimdi söyle kapıyı açsınlar, çıkayım! Yeter artık, sıkıldım bu durumdan!" dedim, umurunda olmadım ve bana doğru birkaç adım daha attı, geri gittim. "Gelme dedim sana!" dedim, elimi tetikten olabildiğince uzak tuttum, bir kaza çıkmasına kendimce engel oldum.

"Ayliz sana boşuna çocuk demiyorum." dediğinde gözümü kararttım, kendisini vurmam belki umurunda değildi ama umurunda olacak bir şey vardı. O hâlâ bana doğru yürürken silahı indirdim, yüzünde alaylı bir ifade oluşurken bu kez silahı kendi başıma dayadım ve anında durdu.

"İndir onu!" diye bağırdı az önceki sakin hâlinden çok uzak bir tavırla.

"Sakın yanıma gelme!" dedim. "Hatta geri git, hemen!" Bağırdım, istediğimi yapıp geri gitmek zorunda kaldı ama çok da uzaklaşmadı.

"İndir onu!" dedi yine, bu kez sesi sakindi. "Hemen!" diye de emir verdi. Başımı olumsuz anlamda salladım, gözleriyle kapının önünde duran adamları gösterdim.

"Kapıyı açsınlar, çıkayım. Ancak o zaman indiririm!" Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı.

"Aptallık etme!" dediğinde gözlerini yeniden açmıştı. "Ne yapacaksın? Kendini mi vuracaksın bana inat olsun diye?" Sordu, cevap veremedim. Bunun olmayacağını o da çok iyi biliyordu. "Şimdi bir kaza çıkacak Ayliz! Kes saçmalamayı ve indir o silahı!" derken gözlerime değil de silaha bakıyordu.

"Hayır!" dedim net bir tavırla ve devam ettim. "Önce dışarıya çıkacağım!" Gözlerini kapattı bir kez daha ve derin bir nefes aldı, bakışları yeniden beni buldu.

"Bu kadar mı seviyorsun onu?" diye sordu, sesi çok tuhaf çıkmıştı. Bunun şu an konumuzla ne alâkası var diye düşünürken Pars gözlerimin içine baktı. "Cevap versene!" Kızdı, o cevabı gözlerinin içine bakarak veremedim. Yapamadım bunu, dilim varmadı. Pars bunun farkına varmayıp cevap vermem için gözlerimin içine bakarken bir anda geriye doğru savruldum, elim havaya kaldırıldı ve tetiğe bastım. Silah sesiyle büyük bir çığlık atarken elimden silah alındı. Yaşadığım korkuyla buna tepki bile gösteremezken silahı alan adam Pars'ın yanına gitti, silahı uzattı.

Silahı aldı, beline yerleştirdi. Patlayan silahın korkusu göğsümün hızla inip kalkmasına neden olurken Pars'ın öfkeyle yanan yeşil gözleri beni buldu. "Pars ben..." dedim, nasıl devam edeceğimi bilemedim. Kendimi nasıl açıklasam diye düşünürken bunu yapmak gibi bir zorunluluğum olmadığına karar verdim ve sessiz kaldım. Fakat o benim aksime yeşillerini gözlerime odaklayıp dişlerini sıkarak beni büyük bir korkuya ve meraka düşürecek olan o cümleyi kurdu.

"Bundan sonra olacaklardan ben sorumlu değilim Ayliz."

Bölüm Sonu!

Selammmm :) nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Yine çok uzun bir bölüm oldu :) umarım okurken zevk almışsınızdır <3

Sizce bundan sonra neler olacak? Pars Ayliz'e karşı nasıl davranır dersiniz?

Ayliz ve Tan arasında neler olacak, Ayliz Tan 'dan ayrılır mı?

Bu arada Ayliz'in ölü şakaları bence bayağı orijinaldi iskskskakaja

Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.

Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡

Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni.

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

ÇOK SEVİYORUM SİZİ.♡

Loading...
0%