@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 8. BÖLÜM "BAZI KIRGINLIKLAR" Karşımda duran Pars'ın yeşil gözlerinin içine korkuyla baktım. Korku dediysem öyle hafiften bir korkma vardı ama Pars'ın gözlerinde öyle derin bir öfke vardı ki bu korkum her geçen dakika biraz daha artıyordu. "Bakma bana öyle kötü kötü!" dedim, bu kez kızan ben oldum. Yaptığım şeyde haklıydım. Gördüğüm manzaradan sonra hesap sormama dahi izin vermemişti. Söylediğim şeye karşılık hiçbir şey söylemezken yanına gittim, elimi kaldırıp beni zorla soktuğu barın kapısını gösterdim. "Dışarıda bir kadın sevgilimi öpüyor! Hatta belki de daha ileriye gittiler ve sen benim onların yanına gidip hesap sormama bile izin vermedin!" dedim, çatık olan kaşlarını biraz daha çattı, öfkesini belli etmekten hiç çekinmedi. "Biz bir anlaşma yapmıştık babamla! Her şey benim istediğim gibi olacaktı! Fakat sen buna uymuyorsun!" Kızdım, yine ağzını açıp da tek kelime bile etmedi. "Susma!" diye bağırdım bu kez kendime engel olamayarak. "Karşımda susup durma, sinirimi bozuyorsun!" Yine bağırdım ama yine yaptığı tek şey sadece susmak oldu. "Hâlâ susuyorsun ya! Hâlâ susuyorsun!" Kızdım, onunla uğraşmaktan vazgeçip gözlerimi kapıya çevirdim. Dışarıdaki manzara gözlerimin önüne gelince sinirlendim. Sinirlerime hâkim olmaya çalışarak yeniden Pars'a döndüm. "Söyle adamlarına çekilsinler, gideceğim!" dedim, Pars sessiz kaldı yine ve cebinden bir paket sigara çıkardı. O paketten çıkardığı bir sigarayı yakıp dudaklarının arasına sıkıştırdı ve içine çekti. Sonrasında da yanımdan uzaklaştı, barın içine doğru ilerledi. Koltuklara doğru yürürken adamlardan birine el işareti yaptı. O gidip bulduğu bir yere oturduktan sadece birkaç dakika sonra adam bir kadeh içkiyi önüne bıraktı Pars'ın ve Pars beni zerre umursamadan içmeye başladı. Ona arkamı döndüm, gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım ama yok olmuyor, yapamıyorum bunu. Sinirlerime hâkim olamayıp gözlerimi açtım ve yanına gittim. Birkaç yudum alıp yeniden masaya bıraktığı kadehi aldım. Başını kaldırıp bana baktığında gözlerinin içine baka baka kadehi fırlattım, paramparça ettim. Sonra eğilip masanın üzerindeki sigara paketini aldım, onu da fırlattım. Bu yaptığımın bir faydası yoktu, bunlarla elime bir şey geçmeyecekti ama elimden başka bir şey gelmiyordu ve tek istediğim ben bu kadar öfkeliyken onun da aynı şeyi hissetmesiydi. "Ayliz, saçmalama!" dedi, bu cümle beni daha da sinirlendirdi ve ona biraz daha yaklaştım. Atacak bir şey kalmamış olduğundan ona vurmaya başladım. "Ayliz yapma!" dedi Pars, daha da sert vurmaya başladım. Bir vurdum, iki vurdum, üç vurdum derken kendimi bir anda onun sırtında tepetaklak buldum ve büyük bir çığlık attım. "Hay ben senin sesinin tonunu..." dedi, cümlenin geri kalanını ağzının içinden söyledi. Sinirle sırtına bir tane geçirdim. "Küfür etme bana! Ayrıca hemen indir beni şuradan! Yoksa çok fena olacak!" Bağırdım, umurunda bile olmadı. Sırtına vurmaya devam ettim. Tüm gücümle vurdum hem de ve birkaç dakika sonra kendimi bir odada buldum. Pars ancak beni o zaman indirdi. Omzundan inip de yeniden ayaklarımın üzerinde durduğumda başım döndü, gözlerimi bir anlığına kapatıp kendime gelmeye çalıştım. Kendime geldiğimde ve gözlerimi açtığımda Pars karşımda duruyordu. "Ne yaptığını zannediyorsun sen? Ne yapacaksın şimdi de beni bu odaya mı kapatacaksın?" Bağırarak sordum, başını salladı. "Aynen öyle yapacağım! Sessiz sessiz otur burada. İşim var, işim bitsin, gideceğiz!" dedi, odadan çıktı. "İstemiyorum!" dedim, peşinden ben de gitmek istedim ama ben daha kapıya ulaşamadan o kapıyı çekti ve odanın içinde kalmış oldum. Buna rağmen kapının yanına gittim, açmaya çalıştım ama kilitleme sesi duydum ve hemen bundan vazgeçip kapıya vurmaya başladım. "Pars aç şu kapıyı!" Bağırdım, ses gelmedi. "Bana bunu yapmaya hakkın yok! Aç dedim hemen sana!" Bağırmaya devam ettim ama yine cevap veren olmadı. Kendimi burada paralasam da istemediği sürece açmayacağını bildiğim için vazgeçtim ve sadece bekledim. Odanın içinde bir sağa bir sola gidip volta attım. Dışarıdan en ufak bir ses bile gelmiyordu. Muhtemelen şu an onlar da içeriden ses gelmiyor, bu kıza ne oldu diye düşünüyorlardır. Geçip bir köşeye oturdum, belki hiç ses duyamazlarsa bir şey oldu zannedip kapıyı açarlar diye düşündüm ve sessizleştim. Birkaç dakika sonra birinin söylediği şeyi duydum. "Yiğit Saraçoğlu yan taraftaymış." Kaşlarımı çattım, bu kimdi şimdi? "Haber verin, gelsin." Bu da Pars'ın sesiydi. Kimdi bu Yiğit? Neden buraya çağırıyorlardı? Umarım başıma yeni bir bela açacak biri değildir diye düşünürken yine sessizlik oldu ve kimseden ses çıkmadı. Bekledim, epey bir zaman geçti. Dışarıdan konuşma sesleri gelmeye başladı. Yiğit dedikleri her kimse o geldi ama beni buradan çıkaran olmadı. Hatta içeride öldüm mü kaldım mı bunu bile merak etmediler. Daha fazla sabredemeyince ayağa kalktım ve kapıya vurdum. "Pars aç şu kapıyı!" diye bağırdım ama sesim ögkeli çıkmadı. Sadece kendimi duyurmak için bağırdım. "Bir daha yapmayacağım! Lütfen aç artık şu kapıyı!" Yine bağırdım, yine ses veren olmadı. Bunu birkaç kez daha tekrarladıktan sonra pes edip yeniden yerime döndüm ve oturdum. Arkama yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Tan geldi aklıma. Yaptığı şey gözlerimin önünde belirdiğinde ona olan öfkem daha da arttı. Nasıl böyle bir şeyin yaşanmasına izin verir anlamıyorum. Ondan bunun hesabını çok fena soracağım. Bana böyle bir şey yaşatmaya hakkı yoktu, asla da olmayacak ve ben de tıpkı ona hak etmediği şeyler yapacağım. Bunun için tam da şu an kendime söz veriyorum. Bu sözün ardından dakikalar geçti. Hatta sanırım bir saatten fazla zaman geçti ve ben bu süre içinde kendi kendime bile konuşmadım. Dışarıdan birinin benden herhangi bir ses duyması mümkün değildi yani ama Pars Bey bu kıza ne oldu diye merak edip gelmedi. Ta ki biraz daha zaman geçene kadar. İki saate yakın bir zaman diliminin ardından üzerime kilitlemiş olduğu o kapı açıldı ve kapıda göründü. Gözleriyle beni süzdükten sonra ağır adımlarla yanıma geldi. Yüzüne bakmadım, başımı diğer tarafa çevirdim ve tavrımı korudum. Oysa çok iyi biliyordum bunun da pek fazla umurunda olmayacağını. "Sakinlesmişsin sonunda." dedi, sinirlerimi altüst etti. Fakat eğer benim de ismim Ayliz'se ondan beni buraya kapatmış olmasının hesabını çok fena soracağım. Her şeyin bir vakti vardır ve bunun da vakti elbet bir gün gelecekti. "Hadi kalk, gidiyoruz." dedi, ayağa kalktım ama o istediği için değil, kendim istediğim için. Fakat dediğini yapıp da gitmek yerine tam karşısında durdum, gözlerinin içine baktım. "Ya sen nasıl gamsız bir insansın böyle? İnsan bir der ki bu kız içeride öldü mü kaldı mı, neden hiç sesi çıkmıyor?" Alay edercesine sordum, bir yandan da hâlâ ona öfkeliydim. "Savaşın içine atmadım seni Ayliz, yaratıkların olduğu odaya falan da kapatmadım. Sıradan bir odaya bıraktım, ölecek bir şey yok kısacası." dedi bir de alay edercesine ve sinirlerimi daha da bozdu. Tam ona cevap verecekken de gözünün ucuyla arkamda, yukarıya doğru baktı, yüzündeki alaylı ifade daha da arttı ve bir şeyler söylememi beklemeden gitti. O giderken "Nereye baktı bu ya?" diye kendi kendime sordum ve başımı çevirdim, ben de baktığı yere baktım. O an gördüğüm şey bir kameradan başka hiçbir şey değildi. Anladığım şeyle dudaklarım yana kıvrıldı. Oraya bile bunu belli etmek için baktığını bildiğimden keyiflenip önüme döndüm ve koşar adımlarla peşinden gittim. Yanına ulaştığımda dilimi tutar mıyım? Tabii ki de hayır. "Kameradan izliyordun değil mi beni?" diye sordum, o an içimden iyi ki de saçma sapan bir hareket yapmadım diye geçirdim. Yoksa ciddi anlamda büyük rezil olacaktım. "Yürü Ayliz." dedi Pars, çıkışa doğru yürüdü. Adımlarımı hızlandırıp bir kez daha yanına ulaştım. "Ölünecek bir şey yok ama yine de merak ettin beni ve kameradan izledin. Bu yüzden o kadar rahattın." dedim ve gülerek ekledim. "Senin için bu kadar önemli olduğumu bilmiyordum." Durdu, bana döndü. "Öğrenmiş oldum." dediğinde ellerini arkasinda birleştirdi ve yine sessiz kaldı. "Ay yemin ederim artık dilini yuttuğunu düşünmeye başlayacağım." dedim, göğsünün kabardığını fark ettim. Aldığı bu derin nefesi yeniden bırakırken gözlerimin içine bakıyordu. Daha sakin, daha yumuşak ve daha sıcaktı bakışları. Bu samimi bakışa bir anlam veremezken konuştu. "Çok mu önemli senin için sana önem verip vermiyor olmam?" diye sordu, aniden gelen bu soru karşısında afalladım, ne diyeceğimi bilemedim. Ben öyle şeyler dersem adama o da bana böyle şeyler sorardı işte. "Tabii ki önemli!" dedim, içimden geçirdiğim şeyi doğrudan söylemiş oldum ama şimdi bunun sebebini gerçekten de hiç olmayacak bir şeye bağlamak zorundaydım. Çünkü inkar edersem yalan olduğunu anlayacak, doğruyu söylemek de işime gelmeyecekti. "Neden önemli?" diye sordu bu kez de ve düşündüklerim doğrultusunda tereddüt etmeden cevap verdim ona. "İnsan beraber büyüdüğü biri hakkında böyle bir şeyi merak eder. Unuttun mu biz seninle kardeş gibi büyüdük ve..." Bu saçma yalana devam edemedim. Çünkü Pars'ın gözlerini öyle büyük bir öfke esir aldı ki ağzımdan tek kelime çıkmadı. Konuşmaya devam etmek istediğim hâlde yapamadım bunu ve ona bakıpkaldım. Ben susunca onun da öfkesi geçiyor gibi oldu ve bu anlamsız durum yüzünden konuştum. "Ne bakıyorsun bana öyle ya? Sanki sana küfür ettim!" dedim, küfür etmemiş olsam da ona karşı küfür etkisi yaratacak bir kelime kullanmışlığım da vardı. Gevşek gibi... Bunu hatırlayınca bu durumda bile gülesim geldi ama tabii ki de bunu yapmadım ve kendime sahip çıktım. "Yürü hadi yürü, konuşup durma." dedi, kendisi önden yürüdü. Göz devirdim, peşinden giderken söylenmeyi ihmal etmedim. "Yemin ederim sen insanı sinir krizine sokarsın Pars! Hem soru soruyorsun hem de cevap verince kızıyorsun! İnsan bunun tam aksi olduğunda sinirlenir. Mesela ben sana soru sorduğum zaman ve sen bana cevap vermediğin zaman çok sinirleniyorum. Bu sadece senin için geçerli bir şey değil. Kim sorusuna cevap alamazsa sinirlenir ana sen cevap aldığın için..." Bir anda bana döndü. "Ayliz yeter! Allah aşkına sus artık!" dedi sabır dilercesine, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yemin ederim sen insanı intihara sürüklersin!" diye de çıkıştı. "Komik değildi!" dedim, kaşlarını çattı. "Gül diye söylemedim, doğrusunu söyledim! Yeter artık yaptıkların! Bütün işimi gücümü bıraktım seninle uğraşıyorum! Çocuk dediğim zaman kızıyorsun ama küçük bir çocuktan hiçbir farkın yok! İki dakika arkamı dönmeye gelmiyor, hemen yeni bir bela açıyorsun başıma! Biraz büyü artık, şu şımarık tavırlarını da bırak!" diye kızdı, o giderken olduğum yerde kaldım. Söylediklerine bozuldum, biraz da üzülür gibi oldum ama hemen geçti. Ne onun ne de bir başkasının bu tarz sözleri beni üzmezdi. Bu zamana kadar kendime yaptığım en büyük iyilik de bu olmuştu zaten. Kimsenin beni üzmesine izin vermemek. "Bu sözlerinle beni üzemezsin." dedim, peşinden gittim. Tam bardan çıkarken durdu ve bana baktı. "Seni üzmek için söylemedim, uyarmak için söyledim." dedi, bakışlarını yeniden önüne çevirdi. Karşılık olarak bir şey söylemek istemedim. Birlikte bardan çıktığımızda başımı çevirip yan tarafa baktım ve öfkem gün yüzüne çıktı. Hiçbir şey yapamamış olmak içimde kaldı ve bunun da tek nedeni Pars'tı. "Boşuna bakma o tarafa, onlar çoktan gitti." dedi, bakışlarım yeniden onu buldu. "Seninki kızı da alıp kayboldu." dediğinde birkaç büyük adımda yanına ulaştım. Bir şeyler söylemek, tepkimi ortaya koymak istedim ama söyleyecek bir şey bulamadım, karşısında susmak zorunda kaldım. "Pardon doğrusu kız seninkini aldı götürdü olacaktı. Senin için ikisi de çok farklı şeyler sonuçta. İlk adımı kız attığı için o piçin hiç suçu yok!" diye çıkıştı, alttan alttan da alay ederken. "Evet yok!" dedim, sırf onu sinir etmek için söyledim bunu. Oysa ben o Tan'a da yapacağımı çok iyi biliyordum. Pars karşımda afalladı, muhtemelen tam tersini söyleyip kendimi savunmamı bekledi ama yapmadım. Amaç onu sinir etmek değil mi? Olsun bakalım. "Olsaydı da seni hiç ilgilendirmezdi. Bu onunla benim aramdaki mesele. Sen her şeye karışma!" dedim, istediğim gibi onu sinirlendirmiş oldum ve gidip arabaya bindim. Öfkeli bir tavırla emniyet kemerimi taktım. Pars da peşimden bindi. O an bana bundan sonra olacaklardan ben sorumlu değilim demiş olması geldi aklıma. Bunu söylerken neyi kast etti anlamadım ama çok da umurumda değildi. Bundan daha kötü bir durumda olacağımı hiç sanmıyorum. Sessizce marinaya ulaştık. İstemeye istemeye o tekneye bindim, adaya döndük. Adaya ulaştığımızda onu beklemeden eve girdim. Ardından üçüncü kata çıktım, kapıyı kilitledim ve koridorda ilerleyip odama gittim. Odamın da kapısını kilitledikten hemen sonra telefonumu çıkardım, Tan'i aradım. Telefon uzun uzun çaldı ama açmadı. Öfkeyle yatağa fırlattım elimdeki telefonu ve yatağın kenarına vurdum. "Ah!" diye bağırıp tek ayağımın üzerinde sekmeye başladım. Acilen sinirimi bir yerleden çıkarmaktan vazgeçmem lazım yoksa kendimi sakatlamam çok uzun sürmeyecekti. "Geri zekalılar!" dedim, yatağın kenarına oturdum. Eğer eski durumda olsaydım şimdiye çoktan bu dünyayı onların başına yıkmış olurdum ama Pars Bey buna izin vermiyor ve sanırım uzun süre de bunu yapamayacak gibiyim. Çünkü bir daha bu adadan çıkabileceğimi hiç sanmıyorum. "Elli yıl da geçse bunun hesabını soracağım!" dedim kendi kendime ve elimi saçlarıma geçirdim, geriye attım. Öfkem hiçbir şekilde dinmezken ayaklarımı yere vurdum. Sonra da derin derin nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. "Elbet karşıma çıkacaksın Tan!" dedim, o zamana kadar ona oyun oynayacağım. Küçük bir oyun ve o oyun bittiğinde o da hak etmediği bir şey yaşamış olacak. Bunları düşünürken ayağa kalktım, banyoya girdim. Kendimi suyun altına atıp rahatlamaya çalıştım. Uzun süre sıcak suyun içinde kaldım, kendimi daha iyi hissedince ve üşümeye başlayınca çıktım. Evden çıkmayacağım için Tek başıma epey bir oturdum, vakit geçirdim. Sonra canım sıkıldı ve aç olduğumu hissettim. Kalkıp mutfağa gittim. Fakat hiç kimseyi göremedim. "Nerede bunlar ya?" diye sordum kendi kendime, normalde çalışanlar hep mutfakta olurlardı. "Kimse yok mu?" diye seslendim ama gelen olmadı. Belki de izin günleridir diye içimden geçirdim ve gidip dolabı açtım. Göz gezdirdim çünkü yiyecek hiçbir şey bulamadım. "Bu ne ya üf!" diye söylendim, aslında yiyecek şey çoktu dolapta ama benim damak zevkime uygun bir şey yoktu. "Bu adamla hiçbir şekilde birbirimize benzemiyoruz." diye söylendim, tam o esnada çikolata gördüm ve hemen aldım onu. Dolabın kapağını bile kapatmadan paketi açtım, yemeye başladım. Ardından da dolaptaki kavanozda olan çikolatayı gördüm, dudaklarım yana kıvrıldı. Henüz daha elimdekini bile bitirmemişken onu aldım. Dolabı kapatıp bir de küçük bir kaşık buldum, salona gittim. Üçlü koltuğun ortasına oturdum, bir tane televizyon programı açtım, kavonozdaki çikolatayı yemeye başladım. Fakat henüz daha birkaç kaşık yemişken her şeye muhalefet olan Pars da salona teşrif etti. Tekli koltuğa oturdu. Bir bana, bir izlediğim programa, bir de elimdeki çikolata kavonozuna baktı ve sonunda gözleri, gözlerimi buldu. "Şimdi de depresyona mı girdin?" diye sordu, onunla uğraşmak istemediğim için omuz silkmekle yetindim ve önüme döndüm. O an aklıma başka bir şey geldi, bakışlarım yeniden hemen onu buldu. "Bana söz verdin bu akşam onu yanıma getirmek için." dedim, tek kaşı kalktı. Öyle bir bakış attı ki bana, bunun ne anlama geldiğini hemen anladım. "Eğer bana vazgeçtim dersen yemin ederim seninle bir daha hiçbir zaman konuşmam!" Küçük bir çocuğun ettiği tehdit gibi tehdit ettim onu. Çünkü elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Onlara karşı kullanabileceğim tek şey onlarla bir daha konuşmamak oluyordu. Doğrusu bu zamana kadar bu hep işe yaramıştı. "Ben sana o sözü verdikten sonra sen bana sessizce arabaya bineceğini söyledin ama bunu yapmadın. Yapmadığın bir şeyin karşılığında verilen sözün tutulmasını bekleyemezsin." dedi, tam da böyle olduğunu hatırlayınca kendime kızdım, ona da hak verdim ve bu hak veriş sessiz kalmama neden oldu. Bakışlarımı önüme çevirdim, hiçbir şey demeden ayağa kalktım ve kalkıp yeniden mutfağa gittim. "Gıcık herif ya! Bununla nasıl devam edeceğim ben gerçekten aklım almıyor!" Söylenirken elimdekileri masanın üzerine bıraktım. Çikolatayı bile bitirememiştim henüz. Çünkü karnım gerçekten çok açtı ve midem şekerli bir şeyi almıyordu. Bu yüzden de kahvaltı hazırlamaya karar verdim. Bunu ilk kez yapacağım için başta ne yapacağımı bilemedim ama karar vermem de çok uzun sürmedi ve dolaptan bir salatalıkla domates çıkardım. "Hadi bakalım, şimdi bunları doğramak lazım." kendi kendime konuşurken doğrama tahtası denilen şeyi bulamadığımdan bunu tezgahın üzerinde yapmaya çalıştım. Domatesi önce ortadan ikiye böldüm, daha da bölmeye devam edecekken kabuklarını soymadığım aklıma geldi ve sıkıntıyla ofladım. Yarım domatesi aldım elime, kabuğunu soymaya çalıştım. Bunu yaparken domatesi biraz fazla sıkmış olacağım ki bir anda suyu yüzüme sıçradı, yüzümü buruşturup küçük bir çığlık attım. "İğrenç ya!" dedim, kolumu yüzüme hafifçe sürdüm ve yüzümdeki domates suyunu temizlemeye çalıştım. Bunu yaptıktan sonra da elimdeki ezilmiş domatese baktım. "Bu neden böyle oldu ki?" diye söylendim kendi kendime ve buna rağmen o ezik domatesi doğramaya çalışmaya devam ettim. Ezik olanı doğrayıp bir tabağın içine koydum. Sağlam olanı aldım ve ikiye böldüm, bunu yaparken bıçak elime denk geldi, telaşla elimi çektim. Neyseki sadece çizmiştim, kesik yoktu. "Beceriksiz." Duyduğum bu sesle başımı çevirip mutfak kapısında beni izleyen Pars'a baktım, kaşlarımı çattım. "Ya senin başka işin gücün yok mu? Niye sürekli peşimdesin?" diye sordum, sorduğum soruyu görmezden gelip yanıma geldi ve hâlâ tutuyor olduğum parmağımı tuttu, kendine çekti. Ona engel olmazken parmağımdaki gözlerini bana çevirdi. "Neyse ki kendini kesmemişsin." dedi, elimi çekip kurtardım ondan. O bana dokunduğu zaman içimde saçma hisler oluşuyor ve oluşan o hisleri sevmiyorum. Bunun için ne kadar az dokunursa benim için o kadar iyiydi. "Bir şey olmaz, merak etme." dedim, yeniden tezgaha yaklaştım ve bıçağı elime aldım. "Bırak şu bıçağı, şimdi kendine zarar vereceksin." dedi, omzunun üstünden baktım ona. "Yanlışlıkla kendimi bıçaklamam korkma." dedim, önüme döndüm ve hâlâ doğrayamamış olduğum domatesi yeniden aldım elime. "Sadece domates doğrayacağım." dedim, domatesle uğraşmaya devam etmek istedim ama Pars bileğimden tuttu. "Sen de bu beceriksizlik varken onu da başarırsın Ayliz. Şimdi bırak şu bıçağı." dediğinde elindeki bıçakla birlikte ona döndüm, onun da eli hâlâ bileğimdeydi. "Açım, bir şeyler yiyeceğim! Şimdi bırak ve hiç değilse bunu yapayım!" dedim, kaşlarını çattı. "Başka biri yapar senin için bunu. Sen salona git, ben birilerini göndereceğim! Yoksa şimdi bir kaza çıkacak, bir de senin yaralanmanla uğraşamam." dedi, göz devirdim. Ciddi ciddi kendimi bıçaklayacakmışım gibi konuşuyordu. "İstemez, bırak!" dedim, elimi çektim ama bileğimi bırakmadı. "Bıraksana ya!" dedim, bileğimi bir kez daha kurtarmaya çalıştım ondan ama yine izin vermedi. "Bak vallahi şimdi delireceğim sinirden! Bıraksana!" dedim, bıçağı elinden almaya çalıştım ama yine olmadı. "Yeter ya! Yemiyorum yemek falan, istemiyorum da!" dedim, bıçağı bıraktım. Aniden bıraktığım için ve eli boşluğa düştüğü için bıçak ona doğru savruldu. Ne olacağını anladığım an çığlık attım ve engel olmaya çalıştım ama sadece birkaç saniye içinde bıçak onun karnına saplandı, geç kalmış oldum. "Pars!" diye bağırdım, Pars acı çektiğine dair bir ses çıkardı. Bir eli karnına gitti, eli kan içinde kaldı. Diğer eliyle de tezgahı tuttu, ayakta kalmaya çalıştı. "Pars!" dedim bir kez daha ve yaklaştım ona. Bıçağa dokunmak istediğim an elim kan içinde kaldı ve korkuyla gözyaşlarım akmaya başladı. "Pars özür dilerim, çok özür dilerim!" dedim, bir kez daha karnına dokundum ve elim daha da çok kan oldu, korkuyla çektim elimi. Pars ise benim aksime yarasının üstüne bastırdı, yüzünü buruşturdu ve ayakta kalmaya devam etti. Gözyaşlarım her geçen dakika daha da hızlanırken bir şeyler yapmam gerektiğini fark ettim. "Birilerini..." Sustum, hıçkırdım ve devam ettim. "...çağırayım." dedim, tam o anda Pars'ın hafifçe yere çöktüğünü fark ettim. "Ağlama Ayliz!" dedi dişlerini sıkarak, bu durumda bile yaptığım bir şeye karışıyor diye düşünürken koşar adımlarla mutfaktan çıktım. "Buraya gel, gitme bir yere!" dedi ama onu dinlemedim ve koşarak salondan, terasa çıktım. "Yardım edin!" Gözyaşları içinde bağırdım, elimdeki kanı bir kez daha üzerime sildim ve kurtulmaya çalıştım ama olmadı. "Yardım edin lütfen! Kimse yok mu! Yardım edin!" Acıyla haykırdım, gözyaşlarım daha da hızlanırken nefesim kesildi. Burnunu çektim, bir kez daha hıçkırdım. O sırada iki adam koşarak yanıma geldiler. "Ayliz hanım ne oldu? İyi misiniz? Ne bu hâliniz?" Telaş içinde sordular, elimi kaldırdım, kapıyı gösterdim. "Pars." dedim, gözyaşlarına boğuldum. "Mutfakta." Bir tek bunu söyleyebildim, devam edemedim. İki adam da birbirine anlamsız bir şekilde baktılar. Sonra ikisi de beni bıraktı ve koşarak eve girdiler. Gördüğüm kadarıyla da mutfağa doğru gittiler. Peşlerinden gitmek, neler olduğunu anlamak ve yanlarında olmak istedim ama yapamadım. İçeriye girmeye, olacakları öğrenmeye korktum ve merdivenleri hızla indim. Evin arkasına doğru koştum, ağaçlık alana girdim. Epey bir uzaklaştıktan sonra bir ağacın dibine oturdum ve kimsenin beni görmeyeceğinden, duymayacağından emin olup gönül rahatlığıyla ağlamaya başladım. İçim çıkana kadar ağladım. Elimdeki kandan kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Üzerime sildim, temizlemeye çalıştım ama kan lekelerinden kurtulamadım. O kana baktıkça Pars'ın o hâli aklım geldi, o aklıma geldikçe de ağladım. Zaman akıp gitti, vakit geçti. Hava yavaş yavaş kararmak üzereyken buradan korkuyor olduğum hâlde kalkamadım, gitmek istemedim. Pars'ın nasıl olduğunu merak ettim ama o eve onu yaraladıktan sonra dönmeye cesaret edemedim. Dizlerimi karnıma kadar çektim, başımı dizlerimin üzerine koydum ve ağlamaya devam ettim. Birinin beni bulmasından da korkuyorum. Kazayla olmuş olsa da ben birini yaraladım ve kaçtım. Suç işledim, hem de büyük bir suç. Bunu düşündükçe daha da çok ağlamaya başladım. Ta ki birinin gölgesi üzerime düşene kadar. Başımı kaldırdım, başımda dikilen adamı gördüğüm an daha çok ağlamaya başladım, telaşla ayağa kalktım ve birkaç adım geri gittim, kendimi korumaya çalıştım. "İsteyerek yapmadım, yemin ederim kazayla oldu." dedim, adamın bana zarar vereceğini düşünüp birkaç adım daha geri gittim. Adam şaşırdı, neden şaşırdı anlayamadım ama bana yaklaşmak, bir şey yapmak için herhangi bir hamlede bulunmadı. "Sakin olun Ayliz Hanım." dedi, söylemesi kolaydı ama karşımda yaraladığım kişinin adamı olarak dururken sakin olmam mümkün değildi. "Kazayla oldu, benim bir suçum yok." dedim bir kez daha, adam bana doğru bir adım atınca da korkuyla geri geri gittim. "Ayliz Hanım lütfen korkmayın, size zarar vermeyeceğim." dedi gayet sakin bir tavırla. Onun sakinliğiyle ben de sakinleştim. "Pars Bey sizi bulmamızı istedi. Neredeyse iki saattir her yerde sizi arıyoruz. Başınıza bir şey geldi zannettik. Size zarar vermek gibi bir niyetim yok, sizi eve götüreceğim." dedi, sakin sakin söylediği şeyler beni biraz daha sakinleştirdi. "Gerçekten mi?" diye sordum, adam bir şey demezken de devam ettim. "Bir şey yapmayacak mısın?" diye de ilave ettim, başını salladı. "Hiçbir şey yapmayacağım. Pars Bey sizi çok merak etti." dedi, heyecanla araya girdim. "Pars iyi mi?" Duyacağım cevaptan çok korkuyor olsam da sordum bunu. "Çok iyi, sizi bekliyor." dedi, içimden bir ses bu adama güvenmemi söyledi. İçimdeki sesi dinledim ben de ve başımı salladım. "Tamam, seninle geleceğim." dedim, adam söylediğim şeyden memnun olurken de her ihtimale karşı "Sen önden yürü, takip edeceğim." dedim, hâlâ kendisine güvenmiyor olduğumu anlamış olacak ki derin bir nefes aldı ve o da başını salladı. "Peki, siz nasıl isterseniz." dedi, önden yürümeye başladı. Ben de peşinden yürüdüm. Yavaş ve temkinli adımlar attım. Adamla birlikte eve döndüm. Bahçeye girdik, buraya kadar bir şey olmamış olması adımlarımı hızlandırıp eve girmeme neden oldu. Salona gittiğimde Pars'ı salondaki koltukta gördüm. Koltuğun kolçak kısmına yaslanmış, ayaklarını uzatmıştı. Üstü çıplaktı, karın bölgesi sarılıydı. "Pars." dedim, başını çevirip hızla bana baktı. Beni gördüğü an aldığı rahat nefesi fark ettim. Fakat o nefesin hemen ardından kaşlarını çattı. "Neredesin sen?" diye çıkıştı, bu umurumda bile olmadı ve yanına gittim. "Saatlerdir seni arıyor herkes!" Kızmaya devam etti, koltuğun kenarına oturdum ve hiç beklemediği bir şeyi yaptım, boynuna sarıldım. Hem de sımsıkı ve başımı boynuna gömdüm. "Çok korktum." dedim, bundan nefret ettiğim hâlde gözyaşlarım akmaya başladı. Daha da sıkı sarıldım ona. Elimden gelse alıp göğüs kafesimin içine sokacaktım. Hayatımda ilk defa birini, özellikle de Pars gibi birini gördüğüme çok sevindim. Hâlâ yaşıyor olmasına da çok sevindim. "Bilerek yapmadım, vallahi. Sen de gördün." dedim, onun tam aksini düşünecek olma ihtimali canımı çok yaktı. İçime sıkıntı çöktü. Onun benden bu yüzden nefret edecek olmasını düşündüm ve göğsüm sıkıştı, nefes alamadım. Fakat tüm bu duygulardan beni belime koyduğu ve beni biraz daha kendine çektiği elleriyle çekip aldı. Eğer nefret ediyor olsaydı sarılmazdı. Eğer aksini düşünüyor olsaydı bunu yapmazdı diye içimden geçirirken ona fazlasıyla sıkı sarıldığımı, yetmezmiş gibi bir de ağladığımı fark edince kendimi toparladım, geri çekildim. Tam da o an Pars'ın yutkunduğunu fark ettim. "Korktum işte sadece, sana daha büyük bir zarar vermiş olmaktan." dedim, hemen işi kendime bağladım. "Öyle mi?" diye sordu, başımı salladım. "Hı hı öyle." dedim, konunun bir an önce kapanmasını umut ettim. Pars'ın yüzünde keyifli bir ifade oluşurken sordu. "Niye kaçıp gittin peki?" Sordu, ne diyeceğimi bilemedim. Sana zarar verdiğim için adamlarının bir şey yapacak olmasından korktum diye bir itirafta bulunmak hiç de içimden gelmedi. "Bilmiyorum, gitmek istedim ve gittim." dedim, yanından kalmak istedim ama bunu yaptığım ilk an bileğimden tuttu ve buna engel oldu. "Nereye?" diye sordu, sadece başka bir koltuğa geçmek için bu hamleyi yapmış olsam da dilimden dökülen şey çok başka oldu. "Odama çıkacaktım." dedim, oysa onu burada bırakıp da gitmeye hiç niyetim yoktu. "İyi, çık." dedi, bileğimi bıraktı. Ne diye yalan söyledim ki şimdi durduk yere? Ne güzel burada oturacaktım işte. "Sen çıkmayacak mısın?" diye sordum şirin görünmeye çalışarak. "Yok, buradayım ben." dedi, başımı önüme çevirdim ve hanım hanımcık bir şekilde ellerimi önümde birleştirdim. "İyi, ben de biraz daha oturayım bari." dedim, gözümün ucuyla ona baktığımda gülmek üzere olduğunu fark ettim ama hiç umursamadım. "Canın acıyor mu?" Sordum, elini karnının üzerine koydu, yüzünü buruşturdu ve arkasına yaslandı. "Biraz." dedi, o an benimle uğraştığını anlamak zor olmadı. Çünkü gerçekten canı acıyor olsaydı bunu asla dile getirmezdi. Onu çok iyi tanıyorum, en az kendim kadar. "İyi oluyor sana!" dedim, kaşlarını çattı. "Gelip benimle uğraşmasaydın, bıçağı elimden almaya çalışmasaydın eğer bunların hiçbir olmayacaktı!" dedim, anında yanıtladı. "Eğer izin vermiş olsaydım domates doğrayacağım diye kendi parmaklarını doğrayacaktın." dedi, elimi kaldırıp sarılı karnını gösterdim. "Parmaklarımı doğramayayım diye seni doğradım! Şu hâline bak, daha mı iyi oldu?" diye sordum, hemen hayır demesi ve itiraz etmesi gerekirken yapmadı bunu. "Şu an buna hemen hayır demen lazımdı." dedim, arkasına yaslandı. "Uykum var Ayliz." dedi, konuyu değiştirdi. Beklediğim şeyi söylememiş olmasından dolayı dudaklarım yana kıvrıldı, keyfim yerine geldi. Nedensiz yere fazla mutlu oldum ve anladığım kadarıyla o da bunun farkına vardı. "Abi." Duyduğum bu ses başımı çevirdim, kapıya doğru baktım ve Doğan'la Erdem'i gördüm. Hemen arkasından da içeriye Ateş girdi. Onları görünce Pars'ın yanından kalktım, bunu yaparken Pars'la göz göze geldim ve gidip tekli koltuğa oturdum. "İyi misin?" diye sordu Doğan ve Pars'ın yanına geldi. "İyiyim iyiyim." dedi Pars, Doğan abisiyle konuşurken Erdem bana baktı. "Yakalamışsınız." dedi, kaşlarımı çattım. Tam konuşmak için dudaklarımı aralamışken Pars benden önce davrandı. "Kaçtığı yoktu, kaçmasına gerek de yok zaten. Kazayla oldu." dedi, onun beni savunmuş olmasından dolayı keyfim biraz daha yerine geldi. "Kazayla bir insan bir insanı nasıl bıçaklar?" Bunu soran Ateş olurken gözlerimi ona çevirdim. "Tartışıyorduk, elimde de bıçak vardı. Tartışma işini biraz abartınca böyle oldu işte. Bilerek yapmadım. Katil miyim ben ya bilerek birini bıçaklayayım?" dedim, Ateş'in dudakları yana kıvrılırken yanıma geldi ve elini başıma koydu. "Sakin ol, takılıyoruz sadece." dedi ve saçlarımı karıştırdı. "Yapma şunu ya!" dedim, başımı çektim ve saçlarımı düzelttim. O benim bu hâlime gülerken Doğan konuştu. "Bir insan hiç mi değişmez ya? Bu küçükken de sürekli beni iter kakar oramı buramı kırardı. Şimdi hanımefendi işleri büyütmüş yanlışlıkla adam bıçaklıyor." Söylediği şey komik geldi ama gülmedim. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, arkama yaslandım. "Dalga geçmeyin." dedim, bu kez de Erdem girdi araya. "Hıh! Şimdi bir de suçlu bizmişiz gibi küser de bu bize." dedi, kaşlarımı çattım. "Bak hâlâ dalga geçiyorsunuz ya! Sevmiyorum hiçbirinizi!" dedim, Pars da dahil olmak üzere hepsinin yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Çünkü en iyi onlar biliyordu söylediğim şeyin doğru olmadığını ve kendilerini sevdiğimi. "Hı!" dedi Doğan sondaki harfi uzatarak ve ekledi. "Sevmiyorsun bizi, hatta nefret edersin sen bizden." dedi, başımı salladım. "Aynen öyle!" dediğimde yüzlerindeki o alaylı ifade biraz daha arttı ama hiç umursamadım. Onlarla hiç anlaşamıyorum, küçükken de hiç anlaşamazdık ama onları seviyorum. Çünkü sevmemek için bir nedenim yok. Ayrıca bu zamana kadar bana tek bir kötülükleri bile dokunmadı. Fakat bu zamana kadar bunun aksini söyledim hep onlara ve bir kez bile gerçek duygularımı dile getirmedim. Gözümün ucuyla Pars'a baktım ve onun da bana baktığını gördüm. Sanırım en çok da o biliyordu dile getiremediğim hislerimi. Gözlerimi ondan çektim, kimse bana başka bir şey demezken eve giren babamı gördüm ve heyecanla ayağa kalktım. "Baba." dedim, öfkeli bir tavırla salona geldi. Tüm yaraları iyileşmek üzereydi, bunu da ancak şimdi görmüştüm. Bu var olan keyfimi arttırdı. Babam salona geldiğinde bana bakmak yerine Pars'a baktı. "İyi misin?" Sordu, Pars ona olumlu bir cevap verdikten sonra diğerlerine bir bir selam verdi ve bakışlarını bana çevirdi. Onlarla konuşurken yok olan öfkesi yeniden gün yüzüne çıktı ve buna bir anlam veremedim. Bana neden bu kadar öfkeliydi? Yine ne yapmıştım? Pars yüzünden olamazdı değil mi? Çünkü onun bunun bir kaza olduğunu biliyor, bilmese bile tahmin ediyor olması gerekiyordu. "Bana çok fazla öfkeliymişsin gibi hissediyorum." dedim, bakışlarındaki öfke biraz daha artarken kaşlarını da çattı. "Doğru hissediyorsun o zaman!" dedi ters bir tavırla, bakışlarımı Pars'a çevirdim. O da bir şey anlamamış gibiydi. Diğerlerine de bir bir baktım ve hepsinin yüzünde aynı anlamsız bakışları gördüm, babama döndüm. "Ne oldu ki? Neden bana bu kadar öfkelisin?" diye sordum, sesimin çok kötü çıkmasına engel olamadım. "Ne zaman akıllanacaksın?" diye sordu, konuşmak için dudaklarımı araladım ama engel oldu bana. "Hiçbir zaman aklın başına gelmeyecek değil mi? Ben ne yaparsam yapayım asla akıllanmayacaksın!" Kızmaya devam etti, bu kez kendimi savunmak için bir şeyler demeye çalışmadım. İçimden gelmedi ve sustum, dinledim. "Ben ne yaparsam yapayım ne dersem diyeyim sen kendi bildiğini yapacaksın! İleriye gitmekten de hiç çekinmeyeceksin!" dediğinde Ateş yanımıza geldi. "Agâh abi sakin..." Devam edemedi çünkü babam onun da konuşmasına izin vermedi. "Siz karışmayın!" dedi, Ateş'e uyarıcı bir bakış attı ve yeniden bana döndü. "Senin için herkes elinden geleni yapıyor ama sen şımarıklık yapmaya devam ediyorsun!" Bağırdı bu kez, en nefret ettiğim şey oldu ve gözlerim doldu. O an Pars'ın ayağa kalktığını fark ettim. Babamın yanına ulaştı. "Savcım, yeter." dedi, babamın koluna dokundu. "Ayliz..." dedi ama babam onun da devam etmesine izin vermedi. "Size siz karışmayın dedim!" diye bağırdı ve yeniden bana döndü, bu kez yanıma geldi. "Daha ne kadar devam edecek bu durum böyle? Biz senin yaptığın her şeyi görmezden gelip alttan alıp seninle konuşarak anlaşmaya çalıştıkça sen gidebileceğin kadar ileriye gittin Ayliz! Birini bıçaklayıp kaçmak ne demek? Biz senin düşmanın mıyız? Bu adam sana burada eziyet mi ediyor?" Onun bakış açısıyla fazlasıyla haklı olduğu cümleler kurdu ama işin aslı böyle olmadığından bana haksızlık yapmış oldu ve bu kalbimi kırdı. "İster üzül istersen kırıl ama yeter Ayliz. Herkes her zaman seninle uğraşmak zorunda değil. Herkesin bir hayatı var ve senin şımarıklığında uğraşacak vakti yok kimsenin." Bu cümleleriyle dolan gözlerimden bir damla yaş aktı. Normalde bu babamı susturacakken bu kez böyle bir etkisi olmadı ve benim açımdan her şeyi bitirecek olan o cümleyi de kurdu. "Yurt dışına çıkmana izin veriyorum. Şimdi çık yukarıya, eşyalarını topla ve gidiyoruz." İşte bu cümleyle bu adadaki sürgün hayatım tamamen bitmiş oldu. Bölüm Sonu! Selammmmm <3 nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Sizce Ayliz gerçekten de yurt dışına gidecek mi? Agâh sondaki tavrında haklı mıydı? Pars olanlara karşı ne tepki verir dersiniz? Yeni bölüm hakkındaki tahminlerinizi bekliyorum<3 Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz. Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡ Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni. Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan
|
0% |