@gizzemasllan
|
Selam yıldızlarım :) Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim. Bu bölüme gelecek olan yorumlarınız bekliyorum.♡ Bölüme başlamadan önce sol alt köşedeki yıldıza dokunarak bana destek olabilirsiniz. Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.♡ . . . 9. BÖLÜM "GİTMELER" Kırgınlık, meğer diğer duygular kadar basit bir şey değilmiş. Babamın gözlerinin içine bakarken hissettiğim tek şey kırgınlıktı ve bu kırgınlık bana bir tek bunu düşündürüyordu. Yanan canım bu duygunun ağırlığını anlamamı sağlamıştı. Fakat babam tüm bunları hissettiğimden bihaber karşımda kendinden emin duruyordu. Doğruyu yaptığını düşündüğü besbelliydi ama bu kez bana haksızlık yapıyordu ve bunu söylememe fırsat bile vermeden kırmıştı kalbimi. Şimdi o kırıklar ruhuma öyle bir batıyor ki kendimi açıklamak için tek kelime bile edemiyorum. "Savcım." diye araya girdi yine Pars ve babamın koluna dokundu. "Ayliz yanlışlıkla..." Pars'ın ne söyleyeceğini bildiğimden ve söylemesini istemediğimden araya girdim. "Çok sevindim." dedim, Pars'ın da babamın da diğer üçünün de bakışları beni bulurken devam ettim. "En başından istediğim şey buydu zaten. Sizi bezdirmek, istediğimi almak." Yalan söyledim, bunu hiç yapmadım ama onlar hep yaptığımı düşündüler. Madem öyle, düşünmeye devam etsinler. Hatta bunun gerçekliğine aksinin mümkün olmadığını düşünecek kadar inansınlar. "İstediğimi de aldım." diye ekledim, canımın yandığını hiç belli etmedim. Hiçbir zaman onların yanında ağlamadım, hiçbir zaman üzüldüğümü belli etmedim. Yine etmeyeceğim, bu kuralı bozmayacağım. Tamam, bir kere Pars'ın yanında ağlamış olsam da bu, bir daha tekrar etmeyecek. "Güzel, hazırlan o zaman." dedi babam, boğazım düğüm düğüm oldu. Gözümün ucuyla Pars'a baktığımda kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Kendisini konuşturmamış, doğruyu söyletmemiş olmam onu kızdırmış gibiydi ama bu zerre umurumda değildi. "Madem bu kadar şey yapacak kadar gitmek istiyorsun, gidebilirsin." diye ekledi babam, ellerimi yumruk yaptım ve tüm acımı bastırdım. Evet, gitmek istiyordum ama eskide kalmıştı bu istek. Şimdi gitmek istemiyorum. Tamam hayatıma bu şekilde devam etmek de istemiyorum ama gitmek de istemiyorum. Fakat şu an bunu burada dile getirmedim, yapamadım ve sustum. Biraz da böylesi işime geldiği için sustum. "Savcım Ayliz..." diye konuya girdi Pars yine, yine hemen ona engel oldum. "Hazırlanıyorum." dedim, Pars bana öyle bir bakış attı ki bunun nedenini anlayamadım. Kendisini konuşturmadığım için mi kızıyordu yoksa bu durumu kullanıp buradan gitmemi mi? Aslında pek bir farkı da artık benim için bir önemi de yoktu. Neden olsun ki? En başından beri burada olmamı istemiyor, en başından beri burada olmak istemiyorum. İkimizin de işine gelecek bir şey bu. Bu kadar büyük bir tepki vermesine hiç gerek yoktu. Gözlerimi ondan çektim. Olanları sessizce izleyen ve hiçbir şekilde müdahil olmayan Doğan, Erdem ve Ateş üçlüsüne baktım. Ne yapmaya çalıştığımı çok iyi anlamış gibi bir hâlleri vardı. Onların bu hâllerini de göz ardı ettim ve yanlarından ayrıldım. "Ayliz!" diye seslendi Pars arkamdan, sesi çok sinirli çıktı. "Ayliz!" diye yineledi ben durmayınca ama yine durmadım ve üçüncü kata çıkıp kaldığım odaya girdim. Girer girmez ilk işim eşyalarımı toplamaya başlamak oldu. Her seyimi topladıktan sonra iki valizi de kapattım. Kendim indiremeyeceğim için valizleri almadan odadan çıktım. Çıkar çıkmaz merdivenleri çıkan Pars'ı gördüm, olduğum yerde kaldım. Üzerine siyah bir tişört giymişti ve sonunda vücudunu kapatmıştı. Neyse iyi olmuştu, yüzüne odaklanabileceğim hiç değilse diye içimden geçirirken karşımda durdu. "Ben de aşağıya geliyordum." dedim, bakışları öyle bir sertleşti ki öfkesinin farkına varmamak mümkün değildi. "Valizler çok ağır, tek başıma..." Devam etmeme izin vermedi. "Neden doğruyu söylemedin?" Kızdı, içimdeki kırgınlığı elimden geldiği kadar bastırdıktan sonra gayet rahat bir tavırla omuz silktim. "Doğruyu söyleyecek bir şey yoktu ortada. Yanlışlıkla ya da kazayla ne fark eder ki? Ben gerçekten seni bıçakladım." dedim, bu dediğim onu daha da kızdırdı. "Bana sanki beni elli iki yerimden bıçaklamışsın gibi davranma!" diye çıkıştı, söylediği şey komik gelince bu durumda bile gülmek istedim ama şu an için bu hiç uygun olmayacağı için tabii ki de bunu yapmadım ve elimden geldiği kadar ciddi oldum. "Küçük bir sıyrık sadece." deyip yaptığım şeyi küçümsedi. "Sıyrık değildi, bıçak karnına girdi." dedim, onu daha da sinirlendirdim. "Ayrıca bir sıyrık o kadar kanamazdı." Bakışları daha da sertleşti. "Birincisi; daha önceki yaraya denk geldiği için ve o yara hâlâ yeni olduğu için o kadar çok kanadı. İkincisi ve en önemlisi; sen beni bıçaklamadın, küçük bir sıyrıktı sadece." Çok büyük bir öfkeyle ve dişlerini sıkarak kurdu bu cümleleri. "Her neyse." dedim, bu saçma konuyu uzatmak istemedim ve konuyu değiştirmek istedim ama kendi zihnim bile bana engel oldu, aklım söylediklerinden birine takıldı. "Ayrıca daha önceki yara dedin ve o yaranın yeni olduğunu söyledin. Ne zaman yaralandın sen?" Bunu sorarken endişeliydim ama bunu ondan elimden geldiği kadar saklamaya çalıştım. Bunu bilmesi çok da işime gelmezdi çünkü. Hatta hiç gelmezdi. "Konumuz bu değil." dedi, omuz silktim. "Ben bunu merak ettikten sonra konumuzun bir önemi kalmıyor." Tek kaşını kaldırdı. "Laf ebeliği yapma." Anında vermiş olduğu bu cevaba anında karşılık verdim ben de. "Sen de laf kalabalığı yapma. Şimdiye çoktan sorumun cevabını vermiş olurdun ve asıl konuya dönmüş olurduk." Alnını biraz daha kırıştırdı. "Şu cümleden sonra hâlâ laf kalabalığı yapan kişinin ben olduğumu mu düşünüyorsun?" İmayla söyledi bunu ve bir soru cümlesi gibi değildi. Ben bunun altında kalır mıyım? Tabii ki de hayır. "Evet, senin yaptığını düşünüyorum." dedim gerçekten bana soru sormuş gibi ve onun biraz daha sinirlenmesine neden oldum. Zaten onun sinirli olmadığı herhangi bir an yoktu ki. O, ortada hiçbir şey yokken bile sinirliydi. Hatta o, mutluyken bile sinirliydi. İnsanların vücutlarının %70'i su denir ya hani? Onun vücudunun %70'i sinirdi. "Ne düşünüyorsun sen yine suratın şekilde şekile giriyor?" diye sordu, gülmemek için kendimi zor tutarken omuz silktim. "Boş ver." dedim, düşündüklerimi söyleyecek değildim. Söylersem zaten %70 olan sınırı 90'a falan çıkardı. "Boş verelim." dedi ve konuyu uzatmadı ama bir önceki konuyu uzattı. "Neden doğruyu söylememe müsade etmedin?" Sordu, yine omuz silktim. "Çünkü böylesi ikimizin de işine gelecek." Hayır, bir tek senin işine gelecek. "İkimizin de." Yineledi, başımı salladım. "Aynen öyle." dedim, bozulmuş gibi bir hâli vardı ama bu saçmalıktan başka bir şey değildi. "Ben o gün sizi dinledim." diye girdim konuya, neden böyle davrandığımı bilsin istedim. Çünkü bunu şimdi söylemezsem hep içimde kalacaktı ve ben içimde bir şeylerin kalmasını seven biri değilim. Söylenmemiş sözler benlik değil. "Ne zaman?" diye sordu hemen. "O gün işte, buradan kaçtığım ve beni bulup babamın yanına götürdüğün gün." Açıkladım, buna bir tepki vermeyip devam etmemi beklerken de istediği şeyi yapıp devam ettim. "Babama beni evinde istemediğini, yurt dışına gönderebileceğini ve orada da korumaya devam edebileceğini açıkça söyledin." dedim, hayır diyemedi. Zaten duyduğumu açıkça söyledikten sonra inkâr etmesi saçmalık olurdu. "Ben de burada olmayı istemiyordum zaten, bu da bahanesi oldu." Yüzünde tek bir mimik dahi oynamadı, fazlasıyla düz bir ifadeyle baktı gözlerime. "Bir şey demeyecek misin?" Sordum, uzun uzun baktı gözlerimin içine ve derin bir iç geçirdikten sonra konuştu. "Nasıl istiyorsan öyle yap." dedi, arkasını döndü ve merdivenlere doğru yürüdü. Birbirine bastırmış olduğum dudaklarımı araladım, derin bir nefes aldım. Bu, kendimi çok daha iyi hissetmeme neden olurken içimden gelen şeyi yapmak istedim. Çünkü bunu bir daha yapmak için fırsatım olmayacaktı. Buradan çıktıktan sonra başka bir ülkeye gideceğim ve bir daha ne zaman döneceğime dair en ufak bir fikrim bile yoktu. "Pars." dedim, durdu ve bana döndü. Fakat hiçbir şey demedi, yanıma da gelmedi. Bunu yapan ben oldum, yanına gittim. "Bunu yapmayı sevmiyorum ama yine de özür dilerim." dedim, afalladı. "Sizin gözünüzde ipe sapa gelmeyen serserinin teki olsam da ben kimseye bile isteye zarar vermem. Size hiç vermem." dedim, son cümlemle bakışları yumuşar gibi oldu. "Pek anlaşamayız biz. Seninle de diğerleriyle de." dedim, sanırım biraz sonra söyleyeceğim şeyi onlara karşı hiç dile getirmemiştim ve bu ilk olacaktı. Buna rağmen bunu yapmaktan hiç çekinmedim. "Her şeye rağmen sizi tanıdığım ilk günden beri seviyorum." Afalladı, bunu duymayı beklemiyordu ve haklıydı da. O şaşkınca karşımda dururken bir adım attım, aramızdaki mesafeyi kapattım ve boynuna atıldım. Sımsıkı sarıldım, şaşkın olmasını hiç umursamadım. "Teşekkür ederim." diye fısıldadım kulağına ama ne için teşekkür ettiğimi şu an için ben de bilmiyordum, sadece içimden böylesi gelmişti. "Kendine iyi bak." diye de ekledim, kendime yakıştırsam bir de oturup veda ediyorum diye ağlayacaktım. "Eyvallah." dedi bir ağır abi edasıyla, dudaklarım yana kıvrıldı ve ondan uzaklaştım. Yemyeşil gözlerinin içine bakarken kalp atışımın hızlandığını hissediyordum. Sanki midemde kelebekler uçuşuyordu. "Sen de kendine iyi bak." diye eklendiğinde buruk bir tebessüm ettim ve daha fazla durup ona bakarsam hiç iyi şeyler olmayacağı için yanından uzaklaştım. Ondan önce salona indiğimde hâlâ herkesin burada olduğunu gördüm. Gözümün ucuyla babama baktım. Doğruyu yaptığını düşündüğünü hâlâ kendinden emin duruşundan anlayabiliyordum. Tamam, biraz da ben böyle düşünmesini sağlamıştım belki ama her şeyden önce beni dinlemesini ve olayın nasıl olduğunu sormasını isterdim. Fakat o öfkeyle bunu yapmak yerine yargılamış, bununla da yetinmeyip kararını vermişti. "Bahçedeyim." dedim, hiç kimseyle konuşmak da veda etmek de istemedim. Pars'a karşı bunu yapmıştım zaten, yeterli de olmuştu. Onlar da bir şey demezken bahçeye çıktım. Fakat bahçede durmayıp evden çıktım ve gemiye doğru yürüdüm, bekledim. O an aklıma Tan geldi. Artık onunla bir ilişkim olamazdı, bu mümkün değildi. Onu, o kadının öptüğünü görmüş olsam da buna cesaret veren kendisi olmuştu, hesabını soracağım şey de tam olarak buydu. Bir an için düşündüm, o benim sevgilimdi ve ben bir nevi aldatılmış sayılıyordum ama bu beni neden üzmedi ki? Hatta doğrusu pek umurumda bile olmadı. Bu kadar büyük bir boş vermişlik pek de doğru değildi. Yaklaşık on beş dakika sonra onlar da evden çıktılar. Dönüp yüzlerine bakmadım. Kızgın olduğumdan değil, üzgün olduğumdan. Bunu fark etsinler istemedim. "Hadi Ayliz." derken babam bir adam valizlerimi gemiye götürüyordu ve ciddi ciddi bu adadaki maceram son buluyordu. Bunu düşünürken gemiye doğru yürüdüm, gemiye giderken gözümün ucuyla istemsizce Pars'a baktım ve bana baktığını gördüm. Gözlerim karnına gitti, üzerindeki tişörtten dolayı bir şey görememiş olsam da iyi olmasını umut ettim. Gözlerim yeniden yeşillerini bulduğunda bakışlarının düz olduğunu fark ettim. "Ayliz." Babam seslendi, ona döndüm ama cevap vermedim. Fakat daha fazla da bekletmeyip gidip tekneye bindim. O tekneye bindikten sonra her şey çok hızlı gelişti sanki. Eve döndük, orada kendime kalan eşyalarımdan oluşan yeni bir valiz hazırladım. Ben bunu yaparken babam yurt dışı işini hâletti. Onunla çok konuşmadık. Bana sadece nereye gitmek istediğimi sordu, Amerika cevabını verdikten sonra da hiç itiraz etmeden gerekenleri halletmeye başladı. O gün sabah olduğunda ve saat sabahın altısını gösterdiğinde gitmek için hazırdım. Son bir yıldır Amerika'ya gitmek istiyor ama babamı ikna edemiyordum. Şimdi ise onun isteğiyle gidiyorum ama mutlu değilim, kendimi eksik hissediyorum. Kırgınlık ve yorgunluk var üzerimde. Bu hisler keyifsizlik yaşamama neden olurken havaalanında etrafıma bakındım. Yanımda olan tek kişi babamdı. Kendisine kırgın olduğumdan bile bihaberdi. Çünkü benim bile isteye Pars'a zarar verdiğimi, bunun karşılığında da istediğim şeyi yaptığını ve mutlu olduğumu düşünüyordu. İlk defa beni anlamıyordu ve ilk defa hiçbir zaman beni anlamayacağını düşünüyordum. "Geç kalıyorsun, hadi." dedi babam, işlemleri çoktan halledip valizleri teslim etmiştim. Şimdi sıra gitmekteydi ve biraz daha burada durursam geç kalmadığım hâlde geç kalmış olacaktım. "Oraya ulaşınca mutlaka ara." dedi, o da mutlu değildi farkındayım ama istediğim şeyin olduğunu düşündüğü için de rahattı, bunun farkındayım. "Ararım." dedim keyifsizce, derin bir nefes aldı. "Ne bu şimdi Ayliz? Ne oluyor?" diye sordu bezmiş bir tavırla ve devam etti. "Bir yıldır bunu istiyorsun, şimdi seni kendi ellerimle gönderiyorum ama yine mutlu değilsin." dedi, konuşmak istedim ama bunu fark etmeyip devam etti ve bana engel oldu. "İyi ol diye elimden geleni yapıyorum, madem Pars'ın yanında bu denli mutsuzsun seni mutlu olacağın bir yere gönderiyorum ama sen yine mutsuzsun." Sitem etti, bu kez konuşmak için bir çaba sarf etmedim. "Sanki seni zorla gönderiyormuşum gibi davranıyorsun. Gideceğin yeri bile sen seçtin, hâlâ neden bu kadar mutsuzsun anlamıyorum." dedi ve sonunda sustu. "Çünkü bana haksızlık yaptın." dedim doğrudan ve hiç tereddüt etmeyerek. Karşımda şaşkınca kaldığında da devam ettim. "Ben ona bilerek zarar vermedim." diye ilave ettim, hiç tepki vermedi. "Ben kimseye bilerek zarar vermem. Her şey kazayla oldu ve o çok iyi. Onun da dediğine göre küçük bir sıyrıkmış ve daha önceki yarasına denk geldiği için, o yara da yeni olduğu için kötü olmuş. Tamam bunu kendimi hakli çıkarmak için kullanamam ama bu da gerçeği değiştirmez." Tek bir nefeste söyledim bunları, babam konuşacak gibi oldu ama bu kez de ben engel oldum ona. "Ama sen beni dinlemeden bunu yapacağıma inandın. Evet, gitmeyi isteyen bendim ama ben mutlu bir şekilde gitmek istedim hep. Ceza veriyormuşsun gibi göndermeni istemedim." dedim, hiçbir şey diyemedi ve sustu. Şaşkın olduğu belliydi, biraz da pişmanlık yaşıyor gibiydi ama tüm bunları dile getirmesini beklemeden ayrıldım yanından. Sırtımdaki gözlerini hissederken son kez güvenlik kontrolünden geçtim. Burada kalmak gibi bir niyetim yoktu. O bile artık benden bu denli sıkılmaya başlamışken bir sebebim de yoktu. Tan bile bir sebep değildi artık ve benim için gitmek en iyisiydi. Çünkü burada kaldığım her an kalbim biraz daha kırılıyordu ve ben bununla baş edebilecek biri değilim. Uçağa bindikten yaklaşık 10 dakika sonra havalandı. 11 saat sonra da kendimi New York'ta bulmuştum zaten. Uyuduğum için yolculuk pek 11 saat gibi gelmemişti. Uçaktan indikten sonra valizlerimi aldım, orada babamın ayarlamış olduğu kişiyi buldum ve onunla birlikte hiçbir yere uğramadan yine babamın ayarladığı eve gittim. Sonunda istediğim yerde istediğim durumdayım ama mutlu değilim, hem de hiç. Beni eve getiren adam bahçeye çıktığında evde yalnız kalmıştım. İlk yaptığım şey evi gezmek oldu. İki oda vardı. Biri yatak odası, diğeri çalışma odasıydı. İkisi de ideal boyutta odalardı. Mutfak, salonla birdi. Klasik Amerikan tarzıydı. Evi inceledikten sonra salona geçtim, koltuğa oturdum ve iç geçirdim. Ne yapacağım şimdi ben burada? Gözümün ucuyla saate baktım. Türkiye ile arasında 7 saat fark vardı. Türkiye saati buraya göre 7 saat ileriydi ve bu yüzden uçağa sabahın altısında binmiş olmama rağmen burada hâlâ saat sabahın 10'ydu ama benim çok uykum gelmişti. Uçakta uyumuş olmama rağmen uykum vardı. Sıkıntıyla ofladım, oturduğum koltuğa uzandım. Aklımda bir tek Pars vardı. İyi miydi acaba? Ben aklına gelmiş miyimdir? Bunları düşünmekten kendimi alamazken kendime kızdım. "Düşünme Ayliz, düşünme." dedim ama buna rağmen düşünmeye devam ettim. Fakat bu kez aklıma gelen şey Bilge'den başka kimse değildi. Pars ve Bilge'nin geçirdiği o geceyi düşündüm. Bunu düşünmek bile öfkemi gün yüzüne çıkardı. "Terbiyesizler!" dedim kendi kendime ve doğruldum. Ne diye onları düşünüp sinirimi bozdum ki ben şimdi? "Salak Ayliz!" deyip kendime de kızdım, yalnız kalmak bu şekilde kendimle hesaplaşmama neden olurken telefonum çaldı. Orta sehpanın üzerine bırakmış olduğum telefonumu aldım ve Tan'ın aradığını gördüm, bütün sinirledim tamamen altüst oldu. "Arıyor geri zekalı!" dedim, derin bir nefes aldım ve bütün öfkemi bastırdım. Eğer gerçek bir hesap sormak istiyorsam bunu yapmaktan başka şansım yoktu. "Sakinim, sakin." dedim ve aramasına yanıt verdim. "Efendim." derken bile sesim öfkeli çıktı, sanki onu bir kaşık suda boğacakmış gibiydi. "İyi misin?" diye sordu ses tonumdan dolayı, yalandan öksürdüm ve boğazımı temizledikten sonra daha iyi hissedip konuştum. "Çok iyiyim." dedim, sesim fazlasıyla keyifli çıktı. Oysa hiç de böyle hissetmiyordum. "Biraz sinirli gibiydi sesin." dedi, ellerimi yumruk yaptım. Keşke şu an yanımda olsa da yumruğumu yüzüne indirebilsem ama eğer sakin olursam bunu yapmak için fırsatım olacaktı. "Sinirli değilim, yorgunum da biraz ondan. Önemli bir şey yok yani." dedim ama sinirden kuduruyordum. "Neyse, anlatsana ne yapıyorsun?" dediğinde hemen konuya girdim. "Ben Türkiye'de değilim." dedim, muhtemelen şaşkınlıktan dolayı cevap veremezken devam ettim. "Pars'la kalmak istemedim, Amerika'ya geldim. Muhtemelen uzun süre de burada kalacağım." diye açıkladım, fazla detaya girmedim. "Bana neden haber vermedin Ayliz? Neden gitmeden önce aramadın?" diye sordu, bir de utanmadan soruyordu. "Fırsat olmadı, buraya da daha yeni geldim zaten." dedim, arkama yaslandım. Az öncekine göre çok daha sakindim. Hiç değilse artık ona telefonun içinden vurmak istemiyordum. "Ne olacak şimdi? Böyle mi olacak her şey?" Sesi biraz sinirliydi. "Bir süre." dedim, uzun bir açıklamayı hak etmiyordu çünkü. Hatta o artık hiçbir şeyi hak etmiyordu ama istediğimi yapabilmek adına böyle davranmaktan başka şansım yoktu. "Ben geleyim oraya, böyle olmayacak." İşte sonunda beklediğim o cevap geldi ve dudaklarım yana kıvrıldı. "Gelebilir misin gerçekten?" Sorarken sesim çok heyecanlı çıktı. Öyleydim de zaten. "Gelirim, hatta hemen ayarlıyorum her şeyi. Bugün için zor belki ama yarın uçağa binerim." Bu biraz şaşırmama neden oldu. Bu, beni bu kadar sevmiyordu ki. İçimde yeşeren duyguları bastırdım, derin bir nefes aldım. "Şimdi hemen hallediyorum her şeyi. Oraya geldiğimde ararım seni, havaalanına gelirsin. Tam olarak neredesin?" "New York." dedim, sesim fısıltı gibi çıktı. Az önceki kendimden emin hâlim şimdi tamamen yok olmuştu. "Tamam, halledeceğim. Seni seviyorum." dedi, cevap vermek içimden gelmezken o da zaten cevap vermemi beklemeden kapattı telefonu. Telefonu yüzümden şaşkın bir ifadeyle indirdim. Eğer o kızla öpüşmüş olduğunu görmemiş olsaydım şu an çok farklı bir durumda olurdum. "Neyse." dedim ve telefonu bıraktım, ayağa kalktım. Kalkıp biraz aklımı dağıtsam daha iyi olacaktı. Buna karar verip banyoya gittim. Güzel bir duş aldım, kendime geldim. Yeniden salona dönüp de bornozla koltuğa oturduğumda sıkıntıdan patlamak üzereydim. "Böyle hayal etmemiştim." diye mırıldandım kendi kendime ve bornozumu çıkarıp bir şeyler giyme ihtiyacı hissetmeden uzandım koltuğa, uyudum. Uyandığımda saat öğlenin üçüydü. Hâlâ bornozlaydım ve hâlâ saçlarım nemliydi. Kalkıp giyindim, saçlarımı kuruladım. Sonra da bir şeyler yedim ve vakit geçirdim. Akşam olduğunda hazırlanıp dışarıya çıktım. Tek başıma gezdim ve renkli ve canlı New York sokaklarında. Peşimde de bir adam vardı ama bu, yalnız olduğum gerçeğini değiştirmiyordu. Epey bir gezdim, özel yerlere gitmedim. Sadece gezindim öyle sokaklarda ve dönüp dolaşıp yine eve gittim. Daha ilk günden sıkıntıdan patlamak üzereydim. Çünkü buraya karşı hiç hevesim kalmamıştı. Bir nevi ceza olarak gönderildiğim bu ülkede ve şehirde mutlu olmam mümkün değildi zaten. Yine de bir şekilde vakit geçirdim ve günü tamamladım. Akşam olduğu hâlde akşam yemeği yemek canım istemedi ve boş verdim. Gece yarısı olduğunda yine uyumak dışında elimden bir şey gelmedi ve uyudum. Ertesi sabah uyandığımda sabahın sekiziydi. Hayatımda ilk defa kendi isteğimle bu saate uyanmıştım sanırım ama artık uykum bile rahat değildi. Uykumda bile mutsuzum, hem de çok. Erken uyanmış olmama rağmen kahvaltı yapmadım ve gidip üçlü koltuğun ortasına oturdum, düşündüm. Buraya gelmeyi isterken yapmayı istediğim çok şey vardı. Buranın altını üstüne getirerek gezmek de bunlardan biriydi ama şimdi hiçbir şey yapmak içimden gelmiyordu. Uzanıp telefonumu aldım ve ekrana baktım. Ne bir arama ne de bir mesaj vardı. "İnsan bir merak eder!" diye söylendim kendi kendime ve sıkıntıyla ofladım. Acaba iyi miydi? Yarası nasıl olmuştu? Yine sadece onu düşündüğümü fark etmek kendime kızmama neden olurken telefonum çaldı. Telaşla telefonumu aldım, ekranda Pars'ın ismini görmeyi beklerken babamı gördüm ve moralim bozuldu, yüzüm düştü ama yine de açtım. "Efendim." "İyi misin kızım?" diye sordu, sesindeki pişmanlığı çok net hissedebiliyordum. "İyiyim." dedim bir tek, başka bir şey demek içimden gelmedi. "Evi sevdin mi? Beğendin mi? Bir isteğin var mı?" Sorularını üst üste sordu, endişeli olduğunu hissettim. "Sevdim, güzel bir yer. Bir isteğim de yok, her şey ayarlanmıştı zaten ben geldiğimde." dedim, doğruları söyledim ama bunları keyifsiz bir şekilde söylemekten kendimi alamadım. "Ayliz." dedi babam içini çekerek. "Özür dilerim kızım." dediğinde boğazım düğümlendi. "Adaya geldiğimde çok sinirliydim. Zaten sadece sizi görmek için gelmiştim. Sonra bahçedeki adamlar senin Pars'ı bıçaklayıp kaçtığını ve zorla bulduklarını söylediler. Eve girdim, Pars'ı öyle yaralı görünce de inandım ve bir anda öyle şeyler söyledim." Kendini açıkladı, hiçbir şey demedim. "Dediğim gibi sinirliydim, özür dilerim. Seni üzmek de kırmak da istemedim ama yapmış bulundum. Fakat ben seni oraya ceza olsun diye göndermedim. Burada mutsuz olduğunu düşündüm ve mutlu olacağına inandığım yere gönderdim." dedi, gözlerimi kapattım. Ona hiçbir şekilde kızamıyorum. Kalbim kırılmış olsa da bunu yapamıyorum. "Sorun değil." dedim, eğer biraz daha konuşmaya devam ederse kendimi daha kötü hissedecektim çünkü. "Ayliz, sorun olduğunu biliyorum. Bu kez kalbini kırdığımın farkındayım ve..." Sözünü kestim. "Sen benim babamsın." dedim, boğazımda koca bir yumru olmuş olsa da devam ettim. "Ben sana kızamam ki." Sesim ağlayacakmışım gibi çıktı. "Unuttum bile." dedim ama unutmamıştım, hatta hâlâ canım yanıyordu ama onu üzmek istemedim. "İyi miyiz?" diye sorduğunda yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. "İyiyiz." dedim hâlâ kırık olan kalbime rağmen. "Pars nasıl?" diye sorarak da gelmek istediğim konuya gelmiş oldum. "Daha iyi." dedi bir tek, detay vermemiş olması hiç işime gelmedi. "Sevindim." demekle yetindim, babam başka bir şey demezken de duyduğum sesle telefonu kendimden uzaklaştırdım, ekrana baktım ve Tan'ın aradığını gördüm. "Kahvaltı yapıyordum, ben seni daha sonra arayayım mı?" diye sordum, babam itiraz etmezken telefonu kapattım ve hemen Tan'ın aramasına yanıt verdim. Uçağa bindiğini haber vermek için aradığını söyledi. Onunla kısacık konuşup kapattım telefonu. O gün, gün içinde hiç dışarıya çıkmadım. Evden çıkmak hiç içimden gelmedi ve evde vakit geçirdim. Zaman geçtikçe canım daha da sıkıldı, o sırada bir kağıt ve kalem buldum, resim yaptım. Bu hayattaki en büyük ve sanırım tek yeteneğim buydu, bir şeyler çizebilmek. Çok önemsediğim bir durum değil, üzerine de gitmiyorum ama bazen can sıkıntımı gidermek için çok iyi oluyordu. Akşama kadar resim çizdim o gün. 5 tane karakalem portresi çıkardım hatta. Sonra Tan aradı, geldiğini söyledi. Şaşırıp saate baktığımda akşamın sekizi olduğunu gördüm. Zaman ne çabuk geçmişti böyle? Önümdeki portrelere baktım ve tebessüm ettim. Güzel çizmiş gibiydim. Aralarından bir tanesini aldım, bunu biraz Pars'a benzetmiştim. Tebessüm ederek buna bakarken yaptığım şeyle yine kendime kızdım ve simsiyah olmuş olan ellerime baktım. Ellerimi yıkamak için ayağa kalktığımda banyoya gitmeden önce bahçeye çıktım, birinden havaalanına gitmesini istedim. Dün beni getirmiş olan adam istediğimi yapıp giderken yeniden eve girdim. Doğrudan banyoya yöneldim ama bunu yapamadan durdum, salona baktım ve masanın üzerindeki resimleri gördüm. Ya onları biri görürse? Ya benim çizdiğimi anlarlarsa? Tüm bunlar bir yana ya dalga geçilirse? Bu hislerle salona gittim, çizdiğim her şeyi aldım ve banyoya gittim. Tüm çizimleri çöpe attıktan sonra yıkadım ellerimi. Biri görmemesi için çöpte olması daha iyiydi. Bu zamana kadar çizdiklerimi babama bile göstermedim, bir başkası neden görsün ki? Bunu düşünürken banyodan çıkıp mutfağa gittim ve bir şeyler yedim. Mutfaktan çıktığımda gergindim çünkü Tan gelmek üzereydi ve ondan hesap sormalıydım. Fakat şimdi bunu yapacak heves de güç de yoktu. Gidip salona oturdum, ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve arkama yaslandım. Tan'ın gelmesini beklerken Pars yeniden aklıma geldi. Neden hiç aramadı ki beni diye düşünürken ben neden hiç aramadım ki diye sordum kendime ve dudaklarım yana kıvrıldı. Uzanıp telefonumu aldım, madem o beni aramıyor ben onu arayayım değil mi? Hem onu yaralayan ben oldum, arayıp nasıl olduğunu sorması gereken de bendim. Aldığım bu kararla aradım onu. Birkaç çalıştan sonra açtı telefonumu, doğrusu bu kadar çabuk beklemiyordum açmasını. "Söyle Ayliz." dedi pek de kibar olmayacak bir şekilde, dudaklarım yana kıvrıldı. Kızgın olmasını bile özlemişim diye içimden geçirirken gözlerim büyüdü, hem de kendi düşündüklerim yüzünden ve hemen başımı sağa sola salladım, kendimi toparladım. Özlemek falan yok, hatta alakası yok! "Nasılsın?" Sordum, onun aksine fazla sakin ve keyifli bir ses tonuyla. "İyiyim." Bir tek bunu söyledi, göz devirdim. İnsan bir sen nasılsın, orada her şey yolunda mı, gittiğin için mutlu musun falan diye sorar değil mi? Yok ama bu adam öküz! Hatta odun odun! "İyi." dedim ben de bir tek, konuşmayı devam ettirme çabası içinde değilken benim bunun için çabalayacak olmam boşa gidecekti. "Eee ne yapıyorsun?" diye sorduğu an dudaklarım yana kıvrıldı, işte beklediğim o atak gelmişti. "Ne yapayım, oturuyorum işte öyle evde." dedim, ayaklarımı koltuğa çektim ve bağdaş kurdum. Keyfim yerine gelmişti. "Tüm gün hiç çıkmadım." diye de ekledim konuşma devam etsin diye. "Sen?" dedi, bu bir soru gibiydi. "New York'tasın ve hiç çıkmadın öyle mi?" Öyle bir sordu ki inanmadığı her hâlinden belliydi. "Valla çıkmadım, canım istemedi." Bunu derken Tan'ın buraya geleceğini hatırladım ve o an mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim. Onu görecek olmanın düşüncesi bile sinirimi bozuyordu. "İyi bakalım." Bu cevabı öyle bir ses tonuyla verdi ki onun da bu konuşmanın devam etmesini istediği çok belliydi. "Babama anlattım, her şeyin kaza olduğunu söyledim." "Buna rağmen gitmene izin mi verdi?" diye sordu hemen, bu konu dikkatini çekmiş gibiydi. "Evet, verdi. Benim buradayken mutlu olacağımı düşünüyormuş." "Düşünüyormuş?" dedi anında, bu da bir soru gibiydi. Şu an yüz ifadesini görmüyor olsam da ses tonu bunu belli ediyordu. "Öyle değilmiş gibi konuşuyorsun." Başımı hafifçe önüme eğdim, derin bir nefes aldım. Öyle değildi ki zaten, mutlu değildim ama bunu onun bilmesine gerek yoktu. "Boş ver, çok da önemli değil. Ne de olsa artık buradayım ve şu tehlikeli adamlar yok olana kadar da burada kalacağım. Buraya gelirken babam öyle söylüyordu. Sahi..." Devam etmeme izin vermedi, sözümü kesti. "Boş veremem ve önemli." dedi en başta kurmuş olduğum cümleye karşılık ve devam etti. "Öyle değil mi? Mutlu değil misin orada?" Bu konunun uzamış olmasından hiç memnun olmazken midem ağrıyordu. Ne zaman bu denli rahatsız olsam ve köşeye sıkışmış hissetsem zaten acısı midemden çıkardı. "Mutluyum." Yalan söyledim, yanlış anlamasından korktum çünkü. Kendinin yanında mutlu olduğumu, başka bir yerde bu denli afallamış olduğumu düşünürse yanlış anlardı beni. En kötüsü ne biliyor musunuz? Doğrusunun bu olması. Eğer doğruyu bilirse yanlış anlardı, bundan eminim. "İyi." dedi, sesi çok düz çıktı. Başka bir şey duymayı bekliyor gibiydi. Daha fazla ne desem, nasıl konuşmaya devam etsem, yepyeni bir konu nasıl açsam bilemedim. Bilemeyince de sustum, o da susuyordu. İçimden bir ses şu an sen ne durumdaysan o da öyle diyordu. Telefonlar kapanmamış olduğu hâlde ikimiz de konuşmazken bu sessizlik ürkütücü bir hâle geldi ve dayanamayıp bozan ben oldum. "Sen de mutlusundur." diye girdim konuya, bir şeyler dememi bekliyormuş gibi bunu duyar duymaz sordu hemen. "Ne için?" "Ben yokum." dedim, bunu dediğim için de kendi kalbimi kendim kırmış oldum. Ben de böyle bir manyağım işte. "Kafan rahattır, ses yapan yoktur ve eskisi gibi sessiz hayatına devam ediyorsundur." Tüm bunları imayla ve tek bir amaç doğrultusunda söyledim. O amaç da itiraz etmesiydi. Tam da şu an itiraz etmeli ve hayır, demeliydi. Hayır, mutlu değilim. Nedensiz ve kendi içimde bile çok saçma geldiği hâlde bunu beklemeye devam ettim. Belki de iç güdüsel bir şeydi sadece ve birilerinin beni özlemesini istiyorumdur, bilmiyorum ama sebep her ne olursa olsun ondan net bir hayır cevabı duymayı son ana kadar bekledim. "Haklısın." İşte bu cevapla tüm bekleyişim son buldu. "Öyle." diyerek beni onayladığında da bütün moralim bozuldu ve bu konuyu değiştirmek istedim. "Tan New York'a geldi, birazdan da burada olacak." diye girdim konuya, ondan hesap sormak istediğimi ona anlatmak istedim. "Buraya geldiğimde beni aradı. Ben de hesa..." Devam etmeme izin vermedi. "İlgilenmiyorum." dedi, susup kaldım. "İstediğinle görüş, istediğini çağır yanına. Koskoca kızsın. İşim var, kapatıyorum." dedi ve telefonu yüzüme kapattı, şaşkınca kaldım. "Manyak mı ne ya?" diye söylendim, telefonu uzaklaştırdım kulağımdan ve öfkeyle yanıma attım. "Gıcık herif ya! İnsan bir konuşturur değil mi? İlgilenmiyormuş, ilgilen diye mi söyledim sanki? Bil diye söyledim!" Söylenmeye devam ettim ve aynı zamanda ayağa da kalktım, bahçeye çıkıp derin bir nefes aldım. Soğuk hava tenime çarpıp açık olan saçlarımı savururken kocaman tebessüm ettim. "Temiz hava." diye mırıldandım kendi kendime. Şehrin içinde değilim ve bulunduğum yer ağaçlık bir alandı. Bahçeye çıktığım an toprak ve ağaç kokusu ciğerlerimi dolduruyordu. "Ayliz Hanım." Başımı çevirdim, yanıma gelen adama baktım. "Misafiriniz geldi, valizlerini içeriye alıyoruz." "Almayın." dedim hemen, adam afalladı. "Ben hallederim." diyerek yanından uzaklaştım ve bahçeden çıktım. Evden çıktığımda Tan'ı gördüm. O da beni görünce kocaman gülümsedi ve yanıma geldi. İyice yaklaşıp kollarını açtı, tam bana sarılacakken bir adım geri gittim ve ondan uzaklaştım, sarılmasına izin vermedim. Tan yaşadığımız an yüzünden şaşkınca kaldı karşımda. "Ne oluyor?" diye sordu ve tek kaşını kaldırdı, bir şeyden şüphe etmiş gibiydi. "Senden iki gün önce ayrıldım." dedim, bozguna uğradı. "Ne diyorsan Ayliz? Ne saçmalıyorsun?" diye sordu, bir adım daha geri gidip ondan biraz daha uzaklaştım. "Saçmaladığım yok, doğruyu söylüyorum. Senden iki gün önce ayrıldım. Barda arkadaşlarınla içtiğin o gün geldim ve kapıda bir kadınla öpüştüğünü gördüm." Gözleri büyüdü, hiçbir şey diyemezken devam ettim. "Senin onu öptüğünü değil ama onun seni öptüğünü gördüm. Fakat sonrasında senin de hoşuna gitmiş olacak ki onunla birlikte oradan ayrıldın. Kim bilir nerede, ne yaptınız?" diye sordum ve aklıma gelen şeyle yüzümü buruşturdum. Bir an için midem bulanır gibi oldu. "Ayliz bak hiçbir şey göründüğü gibi değil. Sana yemin ederim ki..." Sözünü kestim. "Devam etmene hiç gerek yok, söyleyeceğin hiçbir şeyle ilgilenmiyorum." dedim, bakışları sertleşti. "Böyle yapamazsın, beni bir kez bile dinlemeden hayatımdan çıkamazsın. Senin için o kadar şey yaptıktan sonra..." Güldüm, devam edemedi. "Benim için yaptığın şeyler mi? Sen benim için hiçbir şey yapmadın. Tamam birlikte vakit geçirdik, eğlendik ve güzel zamanlarımız oldu ama hiçbir zaman birbirimiz için fedakarlık yapmamızı gerektirecek bir ilişkimiz olmadı." Söylediklerim karşısında şaşkınlığı daha da arttı. Muhtemelen bunlar, benden duymayı beklediği son şey bile değildi. "Bana haksızlık yapıyorsun." dedi, başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, gerçekleri söylüyorum sadece. Tan ben sana kızgın değilim, kırgın da değilim. En çok da bunun için bitsin istiyorum. Seni bir başkasıyla öyle gördükten sonra böyle şeyler hissetmiyorsam hayatımda olmanın bir anlamı yok." Öfkelendi, bunu hissedebildim. "Ben, senin için oradan kalkıp buraya geldim." "Biliyorum, ben gelemezdim ve bu yüzden bunu yapmanı sağladım. Çünkü bunları gözlerinin içine bakarak söylemek istedim. Ayrıca karşında durana kadar düşündüğüm tek şey bağıra çağıra sana hesap sormaktı ama şu an içimden bu bile gelmiyor." Sessizliği devam etti, bir şeyler diyemedi. Ben de demesini beklemedim ve ona arkamı döndüm, bahçeye yeniden girecekken söylediği şeyi duydum. "Her şey onun yüzünden oldu." Durdum, ona döndüm. Söylediği şeye bir anlam veremezken devam etti. "Pars Atakan yüzünden." Kaşlarımı çattım, kendi yaptığı şeyi yok sayıp şimdi de Pars'ı mı suçlayacaktı? Gerçekten çok komik. "O yeniden hayatına girdiğinden, onunla yaşamaya başladığından beri değiştin. Benden uzaklaştın, onun hayatına attın kendini. Şimdi de bu yüzden terk ediyorsun beni." dedi, bunu öyle bir şekilde söyledi ki ben ne dersem diyeyim tam tersini asla düşünmeyecek gibiydi. Buna rağmen şansımı denedim. "Saçmalama." dedim, omuz silktim ve devam ettim. "Bunun Pars'la hiçbir ilgisi yok, kendi kafanda kuruyorsun. Bu sadece benimle ilgiliydi, hissettiklerimle ve sen bana bunları söylememi sağlayacak şeyler hissettirdin. Tek suçlu sensin, başkası değil. Boş yere birilerini suçlama." dedim ve daha fazla devam edip de sinirimi bozmasın diye bir şeyler demesini beklemeden eve girdim. "Girmek isteyecek, içeriye almayın sakın." dedim kapıdaki adamlara, beni onayladıklarında da gidip eve girdim. Kapıyı refleksle çarptığımda söylenmeye başladım. "Pars'la ilgisi varmış!" deyip gidip üçlü koltuğun ortasına oturdum. "İnsan bir döner kendine bakar. Ben o kızı öpmedim bile diyemedin!" Söylenmeye devam ettim, sinirlerim tamamen altüst olmuştu. Bunun bir nedeni de Pars'la olan telefon görüşmemdi. Yanlış anlamıştı beni. Dinlememişti ki sonuna kadar. Muhtemelen Tan'la barıştığımı zannediyordu. "Bir gün öğrenir elbet." dedim ve kalkıp yatak odama gittim, uyumaya çalıştım. Fakat sabaha kadar yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp durmaktan ve düşünmekten bir türlü uyku tutmadı. En son sabaha karşı direnemeyip uyuduğumdan dolayı da gözlerimi açtığımda çoktan öğlen olmuştu. O gün iki gündür üzerimde olan ölü toprağından kurtulmaya karar verdim. Öğlen uyanmış olmama rağmen güzel bir kahvaltı yaptım. Sonrasında yine duş aldım. Duşun ardından saçlarımı kuruladım, düzleştirdim ve makyaj yaptım. Valizimden de kendim için siyah mini bir etekle beyaz bir crop seçtim, giydim. Topuklu botlarımı giydikten sonra da çantamı aldım ve evden çıktım. Tüm gün gezdim, bir gün içinde ne kadar yere gidebilirsem o kadar gittim. Tabii peşimdeki iki adamla birlikte. Doğrusu onların olması işime geldi çünkü kaybolmadım ve beni güzel yerlere götürdüler. Bir nevi rehberlik ettiler bana. Biri çok soğuktu ama diğeri sıcak kanlı biriydi, hatta onunla kısa sürede arkadaş bile oldum. En çok da onunla eğlendim sanırım. Çünkü diğeri işinin gerektirdiği dışında benimle pek bir iletişime girmedi. Günün sonunda yorgun ve bitkin bir şekilde eve döndüğümüzde isminin Sarp olduğunu öğrendiğim adama güzel bir gün geçirmemi sağladığı için teşekkür edip eve girdim. "Güzel bir gündü." diye mırıldandım kendi kendime ve yatak odama yöneldim. Doğrudan yatağımın üzerindeki pijamalarımı gittim. Tam eteğimi çıkaracakken arkamda birinin varlığını hissettim, korkuyla arkama döndüğümde sert bir vücuda çarptım. Benden başka birinin varlığı korkmama neden olurken büyük bir çığlık atmak istedim ama elini ağzıma bastırdı, buna engel oldu. "Şşt sakin ol." Önce sesini duydum, sonra korku dolu gözlerimi gözlerine çevirdim ve onu gördüm. "Benim." dedi Tan, korkum yok olurken öfkem gün yüzüne çıktı. "Ne yapıyorsun sen ya?" Kızdım, göğsüne vurup onu kendimden uzaklaştırdım. "Manyak mısın? Hem nasıl girdin sen eve?" Bağırdım, yanına gidip bir kez daha vurdum göğsüne. Kalbim hâlâ korkudan delicesine atıyordu. "Ben girerim." Bunu derken dili dolanıyordu, gözlerinin içi de kıpkırmızıydı. "İçtin mi sen?" diye sordum ama hiçbir şekilde alkol kokmuyordu. "İçtim." İnkâr etmedi ama bu denli sarhoş olacak kadar içen birinin alkol kokmaması mümkün bile değildi. "Tan defol!" dedim, kolundan tuttum ve kapıya doğru sürüklemeye çalıştım ama yerinden hareket dahi etmedi. "Gitmek için gelmedim." dedi ve beni yanına çekti. "Gitmeyeceğim ve biz konuşup sorunumuzu halledeceğiz." O an fark ettiğim şeyle içime korku düştü ve tüm söylediklerini göz ardı edip sadece buna odaklandım. "Sen uyuşturucu mu aldın?" Bu soru öyle büyük bir korkuyla döküldü ki dudaklarımdan olumlu bir cevap duymaya cesaretim kalmamıştı. "Ayliz." dedi Tan ve yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Ben seni çok seviyorum." Gözlerimin içine bakarak söyledi bunu. "Yemin ederim çok seviyorum." Hiçbir şey diyemedim, bir uyuşturucunun etkisinde gibiydi. Belki de yanılıyorum ama böyle bir ihtimal varken onu kızdırmak isteyeceğim son şey bile olamazdı. "O kız aniden öptü beni, ben ona karşı hiçbir şey hissetmedim. Onu sadece evine bıraktım, sarhoştu ve evine götürdüm. Ben, seni seviyorum. Çok seviyorum ve sen benden ayrılamazsın." Sanki kendisiyle olmak zorundaymışım gibi kurdu bu cümleyi. "Buna izin vermem, asla vermem. Her şeyi yaparım ama buna izin vermem." Takıntılı gibi konuşuyordu ve bu beni biraz olsun ürküttü. "Ben sana kızgınım." dedim, aslında yalandı. Ona da söylediğim gibi ona karşı hissizdim ama şu an bunu dile getiremezdim. "Dün gece daha da kızgındım ve o yüzden öyle şeyler söyledim." Sanki hata yapmışım da gerçekten öyle düşünmüyormuşum gibi davrandım. Çünkü şu an bunu yapmaktan başka şansım yoktu. "Biliyorum, sen beni bırakmazsın ki zaten. Sen de beni çok seviyorsun. O adam aklını karıştırdı senin." Yine Pars'tan bahsetti, itiraz etmek yerine başımı salladım. "Öyle oldu." dedim, bir fırsat bulmalı ve hemen bahçeye haber vermeliydim. Yoksa iş istemediğim bir noktaya gidecekti ve bu hâlde bana zarar verecekti. "Aklının karışık olduğunu biliyordum, dünden beri bunu düşündüm ve şimdi de emin oldum. Söz veriyorum o karışıklığı yok edeceğim Ayliz." Tebessüm ettim. "Biliyorum, yok edeceksin ama gerek kalmadı, ben düşündüm ve seni sevdiğime karar verdim. Bugün sen gelmemiş olsaydın da ben arayacaktım. Az önce de çok korktuğum için öyle davrandım." dedim, o da tebessüm etti. Artık bir uyuşturucunun etkisinde olduğundan tamamen emindim. "Seni seviyorum." dedi bir kez daha ve dudaklarıma yaklaştı, bunu istemedim ve onun bu hâlde olmasına rağmen kendimi geri çektim. "Yine de hâlâ kızgınım, o kadının seni öpmesine izin verdin." dedim, bunu bahane ettim. "Beni kıskanıyorsun." dediğinde cevap vermedim. "Hoşuma gidiyor." Güldü, ben de zorla da olsa güldüm. O an yüz ifadesi değişti, tuhaf bir hâl aldı. "Dışarıya çıkalım mı? Bir şeyler yaparız." dedim, tek amacım kendimi bahçeye korumaların arasına atmaktı. Tan az önce değişen yüz ifadesini toparlayamazken başını salladı. "Olur." dedi, hemen yanından geçtim. Kapıya doğru yürürken söylediği şeyi duydum. "Benden korkuyorsun." dediği an olduğum yerde kaldım. "Korktuğun zaman kirpiklerin titrer ve şu an bunu yapıyorsun." Bu cümlesiyle yalan söylediğimi fark ettiğini anladım. "Korktuğun için yalan mı söylüyorsun bana?" Şu cümleden sonra geri dönüş olmadığının artık farkındaydım. Bu yüzden cesaretimi topladım ve hiç beklemediği bir şey yapıp kapıya doğru koştum. Tam kapıyı açacakken yakalandım. "İmd..." Bağırdım ama kelimeyi tam çıkaramadım, elini ağzına bastırdı. Kurtulmak için çırpındım, ona vurmaya çalıştım ama fayda etmedi. Aramızda arbede çıktı, elini ısırıp bir kez daha bağırmaya çalıştım ama yine izin vermedi. Kargaşa devam etti, ondan kurtulmak için elimden geleni yaptım ve tam bu konuda başarılı olduğumu düşünürken sırtımı bir anda duvara yasladı ve bedenini de bana yaslayıp hareket etmeme engel oldu. Buna rağmen pes etmezken kollarımı tuttu, kafamı kullanıp ona vuracakken de sıkıca tutuyor olduğu kolumda feci bir sızı hissettim. Gözlerimi usulca koluma çevirdiğimde derimin altına girmiş olan iğneyi fark ettim. Rastgele saplanmış olan bu iğne canımı çok yakarken içindeki her şeyi damarlarıma boşaltmış olduğu şırıngayı çekti ve o andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Başım döndü, hatta sadece başım değil de şu an dünya dönüyor gibiydi. Ondan bile bir tane değil, dört tane vardı. Bana yaslamış olduğu bedenini çektiğinde ayaklarımın üzerinde duramadım, düşecek gibi oldum ama buna izin vermedi, beni kollarının arasına aldı. Onun kucağına doğru havalanırken başım omzuna düştü. Olanların farkındaydım, her şeyi görüyor ve duyuyordum ama bir tepki veremiyordum. Ne konuşmaya ne hareket etmeye gücüm kalmazken beynimin uyuştuğunu hissediyordum. Tıpkı beynim gibi uyuşan bedenimi yatağa bıraktığında kendisinin de yanıma uzanmış olduğunu hissettim. Onun yanımda oluşuna engel olamazken yanağıma bastırmış olduğu dudaklarını da kendimden uzaklaştıramıyordum. "Seni çok seviyorum." diye fısıldadı kulağıma, gözlerimin usulca kapandığını fark ederken de dudaklarını boynuma bastırdı. Parmakları yanağımı okşarken dudaklarını boynumdan uzaklaştırdı ve kulağıma fısıldadı. "Her şey eskisi gibi olacak sevgilim, söz veriyorum." Ondan duyduğum son cümle bu olurken hiç olmamam gereken bir yerde -onun kollarının arasında- uykuya daldım. Bölüm Sonu! Selammmm :) nasılsınız? Neler yapıyorsunuz? Kaos dolu bir son oldu :) sizce Ayliz Tan'ın elinden kurtulabilecek mi? Ayliz'in yurt dışına çıkmasını bekliyor muydunuz? Pars olanları öğrenecek mi dersiniz? Öğrenirse tepkisi ne olur sizce? Tan'ın başına neler gelir? Bölümde en sevdiğiniz sahne hangisi oldu? Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz. Yeni bölümde görüşmek üzere:) iyi bakın kendinize güzellerim ♡ Duyuru ve alıntılar için de sosyal medya hesaplarımı bırakıyorum, oradan da takip edebilirsiniz beni. Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan ÇOK SEVİLİYORSUNUZ.♡ |
0% |