Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM "KIRILMA ANI"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve satır aralarına yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

KANA BULANMIŞ SIRLAR

🩸

10. BÖLÜM "KIRILMA ANI"

Kalbim, korkuyla göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi hızla atarken dizlerimin titrediğini hissettim. Bu, ayakta durmamı zorlaştırdığında arkamdaki koltuğa çöktüm.

"Ela," dedi o sırada telefonun diğer ucunda olan Asım Bey ama ona cevap bile veremedim. "Ela orada mısın?"

O sormaya devam ederken bir başka ses araya girdi. "Asım abi, Gökhan Bey telefonunu açtı!"

"Ela!" dedi yine Asım Bey adama cevap vermek yerine ama dilim tutulmuş gibi tek kelime dahi edemedim.

Gökhan telefonu açmıştı, demek ki o da az sonra benim duyduklarımı duyacaktı. Sezgin yaşıyor, ölmemişti. O mezardan çıkmayı başarmıştı. Mümkün değil gibiydi ama içinde olmamasının başka hiçbir anlamı olamazdı. Yaşıyordu işte, çıkmıştı.

Gözyaşlarım bu düşüncenin korkusuyla akmaya başlarken nefes dahi alamadığımı hissettim. Tüm vücudum korkuyla titriyor, göğsüm sıkışıyordu.

Gözyaşlarım giderek artarken gözlerim, ilerideki komodinin üzerinde duran sigaraya çarptı. Hayatım boyunca hiç içmemiştim ama herkes o iğrenç iyi içlerine çekip nefes alabilmek için içmiyorlar mıydı?

Alamadığım nefesi, küçük bir sigara ile almayı umup titreyen bacaklarıma rağmen ayağa kalktım ve komodine yaklaştım. Sigarayı alıp titreyen dizlerim yüzünden tutunarak balkona ilerledim.

Gözyaşları içinde zorlukla sigarayı yakıp o ilk dumanı içime çektim, ciğerlerim yanıyormuş gibi hissettim.

O an karanlığın içinde onu fark ettim, beni izliyordu. Çaresiz bakışlarımızın kesişmesi, içimi yakan sigaradan bin kat fazla canımı yakarken anladım ki; yolun sonundaydık ve buradan geri dönüş yoktu.

İçime çektim ilk duman yeniden nefes almamı sağlamak yerine daha kötü hissetmeme neden olduğunda öksürmeye başladım. İşte o an Gökhan'ın kaşlarının çatıldığını fark ettim. Kendimi onu izleyemeyecek kadar kötü hissettiğimde ve titreyen bacaklarımın üzerinde daha fazla duramayacağımı anladığımda balkonun soğuk zeminine çöküp içimden geldiği gibi hıçkırarak ağlamaya başladı.

Yaşıyordu o, ölmemişti.

Bunu düşündükçe kendimi harap etmek isteyecek kadar ağlamak istiyordum. Bağırmak, korkuyorum demek, sesimi duymak istiyordum ama hiçbirini yapamıyordum. Yapabildiğim tek şey, bu soğuk zeminde oturup hıçkırıklarla ağlamaktı.

Nefesim kesilinceye dek ağlamak, boğazımın acımasına neden olurken sigaradan bir nefes daha almak istedim. Tam o esnada yatak odasının kapısı açıldı, balkonun cam kapısından içeriye girenin Gökhan olduğunu gördüm. Gözlerimi ondan çekemezken hızlı adımlarla yanıma geldi ve gelir gelmez yaptığı ilk şey; elimdeki sigarayı çekip almak, balkonun diğer köşesine doğru atmak oldu.

"Sen sigara mı içiyordun?" diye sordu yarı sinirli yarı endişeli bir tavırla.

Ona cevap veremeyecek kadar çok ağlamaya başladım. Ağlarken zorlukla "Yaşıyor," diye mırıldandım ve bu kelimenin dudaklarımdan dökülmesi, ağlamamı daha da şiddetlendirdi.

"Sakin ol Ela, önce bir düzgünce konuşalım," dedi sesi hâlâ fazlasıyla endişeli çıkarken.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olamam! O yaşıyor! Gömdüğümüz o yerden çıkmış!" Bunları söylerken hâlâ bir yandan ağladığım için kelimeler dudaklarımdan kesik kesik dökülüyordu, ancak onun beni anladığını biliyordum.

"Gökhan o yaşıyor," dedim çaresizce bir kez daha.

Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Güzelim," dedi, bana bu şekilde hitap etmesine bile takılamazken devam etti. "Sakin ol lütfen önce."

Onun bu sözlerine rağmen hıçkırarak ağlamaya devam ettim ve bildiğim şeyleri söylemeye. "Yaşıyor o! Yaşıyor, ölmedi!" deyip onun kollarından tuttum. "Buraya gelecek."

Kaşlarını çattı, ne söylemek istediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi.

"Buraya, benim yanıma gelecek! Beni öldürecek."

Başını sağa sola salladı. "Öyle bir şey olmayacak."

"Hayır, olacak!" dedim onun söylediği şeyin aksine ve devam ettim. "Ben öldürmeye gelecek! Tüm bunların hesabını soracak!"

"Ela," dedi sakin kalmaya çalışır gibiyken ve az önceki sözlerini yineledi. "Öyle bir şey olmayacak!"

Bu kez onun bu sözlerine güvenemedim ama yalan söylediğini düşündüğüm için değil, Sezgin'i ondan daha iyi tanıdığım için.

Bunu düşünürken aklıma bugün Gökhan'ın evine gelen adamlar geldi ve daha da şiddetli ağlamaya başladım. "Sadece beni değil, ikimizi de öldürecek! Buraya gelecek, ikimiz için gelecek! Bunların hesabını ikimizden soracak!"

Bu sözlerime karşılık hiçbir şey diyemedi bu kez.

Ağlamamın arasında hıçkırdıktan sonra devam ettim konuşmaya. "Ben ölmek istemiyorum," dedim ve nefesim kesildi, devam edebilmek için derin bir nefes aldım. "Yaşamak istiyorum ben, ölmek istemiyorum."

Tek kelime etmeden sımsıkı sarıldı bana. Onun bu sarılması, daha çok ağlamama neden olurken beni sakinleştirmek istercesine saçlarımı okşamaya başladı.

"Hiçbir şey olmayacak, söz veriyorum sana hiçbir şey olmayacak. Ne sana ne de bana."

Bu sözleri de inanmıyordum. Onun aksine çok şey olacağını düşünüyordum. Çünkü onun aksine Sezgin'i çok iyi tanıyordum. Bu yüzden ona hiçbir şey söyleyemedim.

Bu, ona sakinleştiğimi düşündürmüş olacak ki benden ayrıldı ve gözlerimin içine baktı. "Hem daha ortada belli bir şey yok."

Onun bu iyimser hâline daha fazla dayanamadım.

"Yokmuş işte!" diye çıkıştım. "Gömdüğümüz yerde değilmiş! Ölmemiş, çıkmış oradan!"

Hiçbir şey diyemedi.

Kendimi kaybetmişçesine başımı ellerimin arasına aldım. "Ben," dedim hıçkırarak ağlarken. "Ben nasıl inandım onun öldüğüne? Ondan bu kadar kolay kurtulduğuma nasıl inandım? Aptalım ben! Ölmedi işte! Buraya gelecek, öldürecek beni!"

Ellerimi tutup başımdan uzaklaştırdı ve kendisine bakmamı sağladı. O an zihnimin içinde yankılanan tek şey Sezgin'in ölmediği olurken onun bana söylediklerini anlayamadım. Zihnimdeki o ses giderek yükselirken Gökhan'ı görememeye de başladım.

Az sonra gözlerimin önü tamamen karardığında zihninin de bulanıklaştığını hissettim. Bu his, midemi bulanmasına neden olurken başımdaki dönme daha da arttı ve o an daha fazla kendimi dik tutamayacağımı anlayıp bıraktım.

Bedenimin yana doğru devrildiğini hissederken kendime bir çift kolun arasında buldum ve işte o an tamamen karanlığa teslim oldum.

***

Başımdaki şiddetli ağrıyı hissedebiliyordum. Bu ağrı yüzünden gözlerimi açmak bile zor geliyordu. Fakat aklım o kadar karışıktı ki neler olduğunu anlayabilmek için bunu yapmam lazımdı. Bu düşünceyle kendimi zorlayıp gözlerimi araladığımda ışık yüzünden başımdaki Ağrı daha da şiddetlendi. Buna rağmen gözlerimi açık tutmak için kendimi zorladım ve bir hastane odasında olduğumu fark ettim.

Bunun nedenini anlayamayıp kendime gelmeye çalışırken elimde, birinin elini hissettim. Bu yüzden irkilirken telaşla sağıma doğru baktım ve yanımda duran Gökhan'ı gördüm.

Endişeli gözleri, aklımı daha da karıştırırken yanıma oturdu. Bunu yaparken elimi de bırakmıştı. "İyi misin?" diye sordu. Sesi, yüzündeki ifadeyi destekler nitelikte çok endişeli çıkmıştı.

"İyiyim," derken olanları düşündüm. Neden burada olduğumu anlamaya çalışırken son olanlar aklıma geldi ve tüm bedenimi bir korku sardı. Bu korku yüzünden telaşla doğrulduğumda kolumdaki serumu fark ettim. Gözyaşlarım yeniden akmaya başlarken "Ben," dedim ve duyacağım cevaptan korkarak sordum. "Kâbus görmedim, değil mi? Olanlar gerçekti," dedim beni onaylaması için.

Ellerimi tuttu. "Ela, sakin ol lütfen önce."

Zaten sakin olduğumu hissediyordum. Gözyaşlarım aksa da garip bir sakinlik vardı üzerimde. Öyle çok ağlayasım da gelmiyordu. Korkuyordum, bunu hissediyordum da ama bu korku kalbimi o kadar hızlı attırmıyordu. Bunun nedeninin kolumdaki serum olduğunu anlamak, çok da zor olmadı. Muhtemelen bir sakinleştiriciydi bu.

"Kendine zarar veriyorsun," diye devam etti Gökhan konuşmasına.

Gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Sakin ol ve düzgünce konuşalım," dedi, yeniden kötü olmamdan korkuyor gibiydi.

"Konuşacak bir şey mi var?" diye sorarken sesimin fısıltı gibi çıkmasını engel olamadım. "Yaşıyor işte." Bunu derken bile korkudan vücudum ürperdi. "Belki bugünkü adamları gönderen de oydu. Beni öldürmek istiyor, çünkü ben ona zarar verdim. Sonra da seninle birlik olup onu..." deyip sustum, devam bile edemedim. "Tüm bunların hesabını soruyor işte benden."

"Ela," dedi Gökhan sakince. "O şerefsizin yaşaması mümkün değil."

Afalladım. "Ne demek mümkün değil? O zaman neden orada değilmiş? Ölmüş olsaydı, orada olurdu."

Tüm bunları söylerken daha düne kadar onu öldürdüğüm, başıma bu kadar iş açtığım için kendime kızdığımı hatırladım. Şimdi de o yaşıyor diye korkuyordum. Demek ki ölmesi, katil olmuş olmama rağmen aslında benim için daha iyiymiş.

"Bak ne olduğunu ben de bilmiyorum ama başka bir şey olmuş olabilir. Başka bir şey olması, onun yaşamasından daha büyük bir ihtimal şu an için."

Konuşmak istedim ama devam edip engel oldu.

"Ben o şerefsize dokundum, nefes almıyordu. O şekilde bir saatten fazla bir şekilde kaldı. Sonra gömdük. O şerefsiz o hâldeyken sağlıklı bir insanın bile çıkamayacağı o çukurdan tek başına çıkamaz, mümkün bile değil bu. Hadi diyelim ki biri çıkardı onu oradan. Çıkarır çıkarmaz da hastaneye götürdü. Oradan hastaneye ne kadar hızlı gidilirse gidersin en fazla bir saatte ulaşılır. Tüm bunları biliyorken hâlâ onun yaşamasını mümkün olduğunu mu düşünüyorsun?"

Böyle düşününce onu hak vermemek elde değildi. Bir insan, o kadar şeyden sonra yaşayamazdı ki. Biz onu gömerken yaşıyor olsaydı bile gömdüğümüzde nefes alamadığı için ölmüş olması gerekiyordu.

"Haklısın," dedim düşünmek için yere çevirdiğim gözlerim yeniden onu bulurken. "Yaşamasını mümkün değil gibi ama o zaman neden gömdüğümüz yerden çıkmadı? Kim çıkardı onu oradan? Çıkardıysa ölüsü nerede? İyi niyetli biri olsa, polisi arardı. Kötü niyetli olsaydı da karşımıza çıkardı. Sana hiçbir şey olmaması mantıklı geliyor mu?"

Derin bir iç çekip başını olumsuz anlamda salladı. "Gelmiyor."

"Bana da gelmiyor," dedim anında ve devam ettim. "Gelmeyince de en mantıklı düşünce onun yaşıyor olması oluyor. Eğer yaşıyorsa bizi öldürecek, ikimizi de öldürecek," dedim ve gözyaşlarım bir kez daha yanaklarımı ıslattı.

"Neler olduğunu bilmiyorum ama sana söz veriyorum en kısa zamanda öğreneceğim."

Konuşmak istedim ama yine devam edip engel oldu bana.

"Yaşıyor ya da yaşamıyor, bu umurumda bile değil zaten."

Söylediği bu şey yüzünden şaşkınca kaldım. Umurumda değil mi demişti? Böyle bir şey nasıl umurunda olmaz ki düşünürken konuşmasına devam etti.

"Senin de olmasın," dedi kendinden emin bir şekilde gözlerimin içine bakarken. "Çünkü sana söz veriyorum, ben nefes aldığım sürece o adam sana bir daha dokunamayacak. Senin yanına bile yaklaşamayacak. Sana yemin ederim, sana zarar veremeyecek."

Sessiz kaldım.

"Kendime gelecek olur, o şerefsiz bana hiçbir şey yapamaz zaten. Yapmaya cesaret bile edemez."

Bunlardan nasıl bu kadar emin diye düşünsem de kendime bir cevap veremedim. Sonra da bunu sorgulamanın çok saçma olduğuna karar verdim. Çünkü şu an bunu sorgulamaktan çok daha büyük bir derdim vardı. Bundan sonra olacaklar gibi.

Bunları düşünürken bir anda aklıma gelen şeyle "Gökhan!" dedim telaşla. "O kadın," derken heyecandan kalbim hızlı atmaya başlamıştı. "Eğer Sezgin yaşıyorsa, o kadın bunu biliyordur. Hatta dediğim gibi o adamları gönderen bile o olmuş olabilir."

"Tamam," dedi uzatarak. "Oraya odaklanacağız o zaman."

O kabul ettiği an bu kez de aklıma gelen şeyle "Hayır!" dedim telaşla. "Vazgeçtim, onun yanında olamaz."

Kaşlarını çattı. Neden aniden fikir değiştirdiğini anlayamamış gibi iken devam ettim.

"O kadın hamile, bebeğin sezgin'den olduğuna bize inandırmaya çalıştı, çünkü Sezgin'in çocuğu olmayacağını bilmiyor. Eğer Sezgin o kadının yanında olmuş olsaydı, çoktan o kadına zarar vermiş olurdu. Çünkü her şeye rağmen o ikisi sevgiliydi, Sezgin aldatılmaya göz yumacak bir adam değil."

Sessiz kaldı.

"O kadın da Sezgin hakkında bir şey bilmiyor olmalı, onun yanında değildir muhtemelen."

"Ya göz yumduysa?" diye sordu Gökhan şüpheyle.

"Onu çok iyi tanıyorum, asla böyle bir şeye göz yummaz. Hatta öğrendiği an o kadına zarar verir. Gönül, o da tehlikede yani," derken endişelenmeden edemedim. Onu sevmiyordum, hatta nefret ediyordum ama bir kadının ölmesini isteyecek kadar değil. Keşke o kadın da korumanın bir yolu olsaydı ama maalesef şimdi başımı bu kadar dert varken bunun mümkün olmadığını biliyordum.

"Ya onun yanında ve bilmiyorsa?" diye sordu Gökhan bir anda.

"Anlamadım?"

"Eğer yaşıyorsa, senin de dediğin gibi bugünkü adamların onun yüzünden gelme ihtimali çok yüksek. O adamların bize ulaştırdığı tek kişi de o kadın oldu. Yani Sezgin gerçekten yaşıyorsa, o kadının yanında olabilir ve kadının hamile olduğunu bilmiyor olabilir. Birlikte olmaları için, kadının zarar görmemesi için tek yol bu gibi görünüyor."

"Nasıl bilmeyecek ki?"

"Saklayamaz mı?" diye sordu ve benden bir cevap beklemeden devam etti. "Sezgin bir şekilde kadının karşısına çıktığında, kadın bir şekilde hamile olduğumu saklamış olamaz mı? Onu biz de gördük, hamileliği yeniydi, karnı belli değildi, saklaması çok kolay olur yani."

Dudaklarımı ısırdım, ne diyeceğimi bilemezken bir anda "Neden saklasın ki?" diye sordum. "Gönül, Sezgin'in hasta olduğunu bilmiyor. Böyle bir şey mümkün olmadığını bilmeyerek ona mutlu bir haber vermek istemiş olabilir."

"Tabii öyle bir ihtimal de var," dedi Gökhan sıkıntıyla iç geçirirken. "Ve biz bu iki ihtimali de düşünmeliyiz."

O konuşurken kolumun acıdığını hissettim, gözlerimi koluma çevirdiğimde serumun bittiğini ve kan geldiğini gördüm. Aynı anda Gökhan da aynı şeyi görmüş olacak ki "Ben hemşireyi çağırayım," deyip yanımdan kalktı.

"İyi olur," diyerek onu onayladığımda odadan ayrıldı. O giderken arkama yaslandım, kendimi çok kötü hissediyordum. Fakat bu fiziksel bir şey değildi.

Çok geçmeden Gökhan geri döndü, yanıma gelip yatağın kenarına oturdu. "Hemşire geliyor birazdan."

"Sahi bana ne oldu?" diye sordum merakla. "Neden bayıldım?"

"Doktor panik atak geçirdiğini söyledi."

Afalladım, panik atak mı?

"Bu yüzden bir sakinleştirici yaptılar."

"Hissediyorum," dedim buruk bir şekilde.

"Ben de farkındayım," dedi sakin olmamı ima ederek.

İstemsizce tebessüm ettim ona, o sırada odanın kapısı açıldı ve hemşire geldi, serumu çıkardı. "Geçmiş olsun," deyip gidecekken Gökhan, "Doktor yeniden gelecek mi?" diye sordu.

"Hayır, gidebilirsiniz," dedi hemşire ve odadan ayrıldı.

O giderken Gökhan, bakışlarını yeniden bana çevirdi. "İyi hissetmiyorsan kalabiliriz. Hatta başka bir doktora görünelim istersen."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, gidelim," dedim tereddüt etmeden. "İyi hissediyorum."

Bunun, sadece fiziksel anlamda bir iyilik olduğunu düşünürken doğruldum. Ardından da onun yardımıyla ayağa kalktım. Ancak o an ayağında bir şey olmadığını fark edip "Ayakkabılarım nerede?" diye sordum.

Bu soruyla Gökhan, yalandan bir şekilde etrafa bakındıktan sonra elini sesini attı.

Bu hareketiyle bir şey olduğunu anlarken "Ne oldu?" diye sordum.

"Sanırım ayakkabın yok."

"Nasıl yok?"

"Odada bayıldın, Ben de seni kucaklayıp getirdim hastaneye. Ayakkabı giydirmek ya da yanıma almak aklıma gelmedi o an."

Anladım dercesine başımı sallarken ne yapacağımı düşündüm. Bu şekilde nasıl çıkacaktım ki?

Ben daha bunu düşünürken Gökhan "Geldiğin gibi çıkabilirsin istersen," dedi gergin bir tavırla.

"Anlamadım?"

Daha da gerildi. "Geldiğin gibi," dedi bir kez daha.

Nasıl deldim ki diye düşünürken az önce söylediği şeyi hatırladım. Bunu hatırlamak benim de gerilmeme neden olurken bunu bastırabilmek için yalandan güldüm. "Yok canım, o kadar da değil."

"Ne yok?" diye sordu bir anda ve ekledi. "Bence var."

"Ne var?" dedim ben de hızlı ve devam ettim. "Olmaz öyle şey. Hem yazık değil mi sana? Kaç kilo insanım," dememle birlikte bana doğru eğilmesi, belimden ve bacaklarımdan kavrayıp hızlıca kucağına alması bir oldu.

Aniden yaptığım bir şey yüzünden küçük bir çığlık atarken kollarından tutundum.

"Elli kilo bile değilsindir, kuş gibisin," dedi gülerek.

Benim asıl derdim bu değildi ki.

"Ya indir beni, rezil oluruz! Bak ben çok utanırım! Yalınayak gitmek bile daha iyi fikir, hadi indir lütfen beni!"

"Olmaz!" dedi anında. "Ya ayağına bir şey batarsa?"

"Batmaz batmaz," dedim telaşla. Hem şu an bu durumda olduğum için ondan hem de odadan bu şekilde çıkarsam insanların atacakları bakışlardan utanıyordum.

"Batar batar," dedi o da benim gibi.

Bu hâline istemsizce güldüm. "Ya sen ne inatçısın? İndirsene beni!"

"Ben mi inatçıyım?" diye sordu bir de şaşırmış gibi. "Asıl sen inatçısın! İnat etmeseydin şimdiye çoktan arabanın yanında olmuş olurduk bile."

"Ben mi inatçıyım?" diye çıkıştım ben de ve devam ettim. "Hem indirsene beni ya! Böyle kavga edemiyorum seninle! İnince edeceğim."

Söylediklerim dudaklarının yana kıvrılmasına neden oldu.

"Ne gülüyorsun ya?" diye kızdım.

"Gülmüyorum," derken bile gülüyordu.

"Gülüyorsun işte! Görmüyor muyum zannediyorsun?"

Bu kez bir cevap vermek yerine kapıya doğru yürüdü, telaşlandım.

"Ya indir beni! Vallahi ben çok utanırım ya!"

Tam kapının yanında durdu. "Bir daha bu insanları hiçbir zaman görmeyeceksin, onlardan mı utanıyorsun?"

"Olsun, utanırım ben."

"Gözlerini kapat o zaman."

"Ne?"

"Kapat gözlerini, uyu ya da bayılmış gibi yap. Hastane sonuçta burası, herkes inanır."

Bir an için bu fikri mantıklı bulsam da "Yok yok!" dedim gergince. "Sen yine de indir beni."

"Çok beklersin," dedi ve bir anda odadan çıktı.

Aniden yaptığım şey yüzünden ne yapacağımı bilemezken yapabileceğim tek şey yapıp fazla kendimi bıraktım, başım omzuna düştü, sahiden de bayılmış gibi yaptım.

Bunu yapmamla birlikte onun güldüğünü duydum ve alttan alttan uyarıcı bir şekilde onu dürttüm. "Gülme," dedim sessizce ve devam ettim. "Baygın birini taşıyan biri hiç güler mi?"

"Baygın biri konuşur mu peki?"

Dudaklarımı araladım, bir şey söylemek istedim ama söyleyecek bir şey bulamadım, çünkü haklıydı. Fakat altta kalmak istemeyip kızgınlıkla bunu bastırmaya çalıştım. "Hızlı yürüsene sen ya!" diye çıkıştım sessizce fısıldayarak ve sordum. "Bakan var mı?"

"Ooo," dedi uzatarak ve gayet ciddi bir şekilde. "Herkesin gözü bizde."

Bu cevapla dudaklarımı ısırdım. Hiç kimseyi görmek istemeyip gözlerimi biraz daha yumdum. O sırada Gökhan anlatmaya devam etti.

"Hatta az önce kalp krizi geçiren bir adam vardı, aniden kalkıp o bile baktı."

Bu ne saçma bir olay diye düşünürken dalga geçtiğini fark edip dirseğimle karnına canını yakmayacak bir şekilde vurdum. "Dalga geçmesene ya!"

Güldü, o sırada hastaneden çıktık. Bunu artan gürültü ve soğuk havanın yüzüme çarpmasıyla anlayabildim.

Çok geçmeden Gökhan "Geldik," dedi ve durdu. Gözlerimi araladım ve arabanın yanında olduğumuzu gördüm. Ancak o an Gökhan beni sonunda yere indirebildi ve hemen ardından Arabanın kapısını açtı. "Hadi, soğuk yere daha fazla basma."

Onu gözlerimle onaylarken hızlı arabaya bindim. Gökhan kapıyı kapattıktan sonra diğer tarafa yürüyüp o da arabaya bindi. "Teşekkür ederim," dedim mırıldanırcasına bir sesle.

İmalı bir bakış attı. Bu tek bakışı bile ne söylemek istediğini anlamam için yeterli olmuştu.

"Tamam, çok söylenmiş olabilirim ama yine de teşekkür ederim," dedim daha gür çıkar sesimle.

Küçük de olsa tebessüm etti. "Eyvallah," dedi sadece ve arabayı çalıştırdı.

"Saat kaç?" diye sordum merakla.

Telefonunu cebinden çıkartıp saate baktı. "Sabahın beşi."

O kadar geçmiş mi diye düşünürken etrafa bakındım. Hava hâlâ karanlıktı, güneş daha doğmamıştı. Aslında çok da uykum geliyordu ama üzerine düşünmem gereken o kadar çok şeydi vardı ki uyumak istemiyordum.

Düşünceler yeniden zihnimi istila ederken Sezgin'in yaşıyor olma ihtimalinden dolayı ne kadar korktuğumu bir kez daha hissettim. Çünkü o yaşıyorsa, her şey bizim için mahvolacaktı.

Olacaklardan o kadar çokça korkuyorum ki gidip her şeyi polise anlatarak beni şikâyet etmesi, karşıma çıkıp benden hesap sormasından daha iyi bir ihtimal gibi geliyordu. Fakat onun bu yolu seçmeyeceğini çok iyi biliyordum. Çünkü o, kendi yöntemlerini kullanacak bir adamdı ve eğer gerçekten yaşıyorsa, ikimizi de öldürmeye çalışacaktı.

"O kadınla bir şekilde konuşmamız gerekiyor," diyerek düşüncelerimin arasına girdi Gökhan.

Gözlerimi ona çevirdim, Gönül'den bahsediyordu. "Nasıl konuşacağız ki? Gidip biz Sezgin'i öldürdük ama mezarda yoktu, sen gördün mü diye mi soracağız?"

"Öyle demeyeceğiz tabii ki ama ağzını arayabiliriz. Bunu da ben değil, sen yapabilirsin."

Gözlerimi kaçırdım. Haklı olduğunu biliyordum ama o kadına tek kelime dahi etmek istemiyordum. Fakat bunu yapmak zorunda olduğumu da biliyordum.

"Onunla konuşmak istemediğini biliyorum, eğer istemiyorsan yapmak zorunda da değilsin zaten."

Derin bir nefes aldım. Ne olursa olsun artık biraz cesur olmam ve benim de bir şeyler yapmam gerekiyordu. O an kendimde bunu yapacak bir şey hissettim ve büyük bir cesaretle gözlerimin yeniden ona çevirdim. "Yapacağım," dedim kendimden eminim tavırla. "Şimdi, bu saatte olmaz ama. Gün içinde uygun bir saatte gidip konuşalım," dedim saat sabahın beşi olduğu için.

Aldığı bu cevaptan memnun olmuş gibiydi. "Eve gidelim, sen biraz dinlen, ben de biraz uyuyayım, öğlene doğru gideriz."

Başımı sallayıp onu onaylarken o eve gitmek istemediğimi hissettim. Çünkü gidersem, dinlenmesi için bu kez kesinlikle onu evine gönderecektim ama o zaman da kendime güvenmek hissedemeyecek ve ben dinlenemeyecektim. Sezgin'in yaşamı ihtimali, artık kendimi daha da tehlikede hissetmeme neden oluyordu.

Bu yüzden de çekinerek "Şey," dedim gergince.

Yoldaki gözlerini ona çevirdiğinde sordum.

"Beni eve bıraktıktan sonra sen gidecek misin?"

"Hayır, yalnız bırakmam seni."

"Ama o zaman dinlenemeyeceksin yine."

"Olsun, ben arabada uyurum," derken bir an bile olsun düşünmeden cevap veriyordu sorularıma.

Söyleyeceğim şeyden utanıyorum olsam da bir anda "Senin evine gidebiliriz," dedim.

Gökhan'ın şaşkın bakışları anında beni buldu. Bu bakış yüzünden utansam da devam ettim. "Yani şey, orada kimse olmayınca beraber kalabiliyoruz ya? Ondan dedim. Hem sen beni yalnız bırakmazsın hem ben korkmam hem de dinlenmiş olursun," diye kendimi düzgünce açıkladım.

Gözlerini yeniden yola çevirirken sessiz kaldı.

"Senin için dedim, yoksa kendim için değil, hem..."

"Sakin ol Ela," diye araya girdi hafifçe gülerken ve gözünün ucuyla bana baktı. "Gidelim, daha iyi olur hem."

Beni yanlış anlamayıp hatta istediğimi yapmış olmayı kabul etmesinden dolayı tebessüm ettim. O da aynı şekilde küçük bir tebessümle karşılık verdikten sonra gözlerimi yola çevirdi ve sessiz kaldı. Ben de önüme döndüm ve gergince parmaklarımla oynamaya başladım.

Eve ulaştığınızda ve araba durduğunda tam arabadan inecektim ki bir kez daha ayakkabılarımın olmadığını fark ettim. Şimdi ne yapacağım diye düşünürken Gökhan, yanıma geldi. Gelecek teklifi anladığım an "Yok yok," dedim telaşla ve hızla arabadan indim. "Ben yürürüm böyle, zaten birkaç merdiven değil mi?"

"Hasta olup üşüteceksin," dedi her an beni yeniden kucağına alacak gibi görünüyorken.

"Yok, bir şey olmaz," deyip hızla apartmana yöneldim.

Gökhan, bu kez ısrar etmedi ve birlikte apartmana girdik. Asansöre binip dördüncü kata çıktık. Ayaklarımın üşümeye başladığını hissetsem de bunu hiç belli etmedim.

Asansör durdu, birlikte indik. Gökhan önden davranıp eve yöneldi. Kapıyı açtı ve içeriye girdik. Sıcak zemine bastığım an, kendimi daha da iyi hissettim.

"Banyoyu kullanabilir miyim?" diye sordum ve onun gözleri beni bulurken ekledim. "Ayaklarımı temizlemem lazım."

"Tabii," dedi sadece.

Ayak parmak uçlarımda ilerledim, banyoya ulaştım. Ayaklarımı güzelce temizledim. Ardından ellerimi yıkadım, kendime çeki düzen verdim ve işimi bitirip salona gittim.

Salona girdiğimde Gökhan'ın çoktan bir battaniye ve yastık getirdiğini gördüm. Beni fark edince gözleri beni buldu. "Dinlenmen lazım biraz."

Yanına gittim.

"Hiçbir şey düşünmeden güzelce uyu ve dinlen," dedi aslında bunu yapamayacağımı kendisi de çok iyi biliyorken.

Yine de başımı salladım ve açmak üzere olduğu battaniyenin ucundan tuttum. "Ben hallederim."

Battaniyeyi bırakmadı. "Bu, benim için."

Anlamsızca baktım yüzüne.

Gözleriyle koltuğu gösterdi. "Burası benim, bu kez odada sen uyu," deyip battaniyeyi çekti.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz, anlaşmıştık bu konuda," deyip ben de battaniyeyi çektim.

"Hastasın sen. Seni koltukta yatırıp ben de gidip yatakta mı uyuyacağım?" derken hâlâ battaniyeyi elimden almaya çalışıyordu.

"Hasta değilim ben, küçük bir bayılma sadece," deyip kendimi açıkladıktan sonra devam ettim. "Ayrıca koltuk rahat," dedim ve battaniyeyi çektim ama bırakmadı.

"Olsun, yatak kadar değildir."

"Giderim bak, kalmam burada!" diyerek bir de tehdit yolunu denedim.

"Kalırsın kalırsın," derken hâlâ battaniyenin ucunu benden kurtarmaya çalışıyordu.

Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Kalmam," deyip battaniye daha hızlı çektim ama bırakmadı.

"Daha önce kabul ettim ama şimdi asla kabul etmem, yatak senin," dedi ve bu kez fiziksel avantajını kullanıp battaniyeyi bir çırpıda elimden aldı. Sonra da daha ben ne olduğunu bile anlayamazken telaşla koltuğa uzandı, battaniyeyi hızla üzerine örttü, yetmedi bir de arkasına döndü bana.

Şaşkınca ona bakakalırken "Ne yapıyorsun ya?" diye kızdım, yalandan bir kızgınlıkla.

"Uyuyorum işte."

"Ben uyuyacağım orada."

"Sen hiç uyuyan birini uyandırıp yerine yatmanın çok ayıp olduğunu bilmiyor musun?"

Gülesim geldi ama kendime engel oldum. "Uyumuyorsun ki."

Gözlerini kapatıp cevap vermedi.

"Hey! Kime diyorum ben ya? Cevap versene!"

"Uyuyorum, uyurken nasıl cevap vereyim?"

Daha fazla dayanamadım ve güldüm. Güldüğümü duyduğu an tek gözünü aralayıp gözlerime baktı. Keyfi gayet yerinde gibiydi, hem de olanlara rağmen. Daha fazla ısrar etmek istemesem de bu şekilde olması da hiç içime sinmiyordu. Bu yüzden ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece dururken "Bu arada, çarşaflar temiz, gidip güzelce uyuyabilirsin," dedi.

"Peki," dedim pes ederek. "İyi geceler o zaman sana."

"İyi geceler," dedi o da, istediği olduğu için gayet mutlu gibiydi.

Onun bu hâli içten içe beni güldürmeye devam ederken başka bir şey demeden yanından uzaklaştım. "Sana zahmet, ışığı da kapat," diye seslendi arkamdan.

Sessizce gülerken ışığı kapattım.

"Eyvallah," dedi anında, dudaklarımda küçük bir tebessüm belirirken yanından ayrıldım ve yatak odası olduğunu bildiğim yere girdim.

Etrafta bakındım. Tam karşıda çift kişilik bir yatak, büyük bir gardırop, yerde bir halı vardı. Sade ve az eşyalı bir odaydı. Tam, tek başına yaşayan bekâr bir erkeğin odasıydı.

Odada benden başka kimse olmasa da çekingen bir tavırla gidip yatağın kenarına oturdum. Utanmamın anlamsız olduğunu bilsem de utanırken yatağa uzandım, pikeyi de üzerime çektim. İlk defa bu kadar gergin ve endişeli bir durumun içindeyken uykumun geldigini hissediyordum. Bunu aldığım seruma bağlarken esnedim ve gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım. Zaten çok geçmeden zihnimdeki tüm düşünceler silikleşmiş, uykuya dalmıştım.

***

Gözlerime değen gün ışığı rahatsız ederken gözlerimi aralamak zorunda kaldım. Tüm vücudum gevşemiş, kendimi hiç iyi olmadığım kadar iyi hissediyordum. O kadar güzel uyumuştum ki sanki günlerdir ilk defa böyle uyuyordum.

Dün gece olanlara rağmen kendimi bu kadar iyi hissetmek bu durumu garipsememe neden olurken yataktan kalktım, aynanın karşısına geçtim ve kendime çekidüzen verdim. İyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra odadan çıktım, banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve salona gittim.

Gökhan, hâlâ uyuyordu. Hem de bayağı derin bir uykuda görünüyordu. Tek ayağını koltuğun kenarına atmış, yastıkla yüzünü kapatmış, battaniyede sadece vücudunun yarısını örtüyordu.

Onun bu hâline sessizce gülerken aynı sessizlikle yanından ayrıldım. Çünkü yorgun olduğunu biliyordum ve o da tam anlamıyla uykusunu aldığında uyansın istiyordum. Bu yüzden onu rahatsız etmemek için elimden geldiği kadar sessiz olurken mutfağa girdim.

Hep o benim için bir şeyler yapıyordu. Bu kez ben onun için bir şeyler yapmak isteyip kahvaltı hazırlamaya karar verdim ve elimden geldiğince sessizce kahvaltı hazırlamaya koyuldum.

Yaklaşık yirmi dakika içinde her şey hazırdı, ancak o hâlâ uyanmamıştı. Son kez çaya bakıp suyun kaynadığından emin olduktan sonra uyanmış mı diye kontrol etmek için kapıya yöneldim ve iş o an onunla göz göze gelip olduğum yerde kaldım.

"Uyanmışsın," dedim gergince. "Çok mu ses yaptım? Öyleyse kusura..."

"Yok, ses yapmadın," diyerek araya girdi anında. "Güzel kokular gelmeye başlayınca uyanmamak mümkün değildi."

Tebessüm ederken masaya gösterdim. "Sana kahvaltı hazırladım."

Yanıma geldi. "Yormasaydın keşke kendini."

"İçimden geldi, benim için yaptığın o kadar şey karşısında küçük bir şey ama ben de bunu yapabiliyorum işte."

"Daha fazlasına gerek yok ki," dedi gözlerimin içine bakarak. "Bana güvenmen bile bana yetiyorken sen bir de bunları yapıyorsun, daha fazlasına ne gerek var?"

Tebessüm etmekle yetindim.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum hemen."

Başımı salladım. "Bekliyorum."

Yanımdan ayrıldı, banyoya girdiğini banyonun kapısına sesini duyduğunda anlarken hemen ardından evin kapısına birkaç defa vuruldu. Bu, irkilmeme neden olduğunda mutfaktan çıktım ve kapıya gittim. Ancak açmak yerine, delikten baktım. Fakat kimseyi göremedim. O sırada kapıya bir kez daha vuruldu.

Bu, normal gelmeyince kapıyı açmak istemedim. Hatta birkaç adım geri gidip kapıdan uzaklaştım. O sırada banyo kapısı açıldı, başımı çevirip o tarafa baktım ve Gökhan'ı gördüm. "Kim?" diye sordu anında.

"Bilmiyorum, baktım ama göremedim. Bu yüzden de açmadım."

Değişen yüz ifadesi, onun da şüphelendiğini anlamama neden olurken yanıma geldi. Kolumdan tutup beni kenara çekti. "Sen şurada dur bir dakika," dedi ve kapıya kendisi yaklaştı.

Kalbim, korkudan hızla atarken oyalanmadan kapıyı açtı. Yüzünü görebiliyordum, bu yüzden de hızla değişen yüz ifadesini fark ettim. Bu, daha da endişelenmeme neden olurken daha fazla dayanamadım ve eğildim, gelen kişiye baktım.

Ve o anda karşımda duran kişiyle göz göze geldiğimde içimdeki bütün korku, yerini derin bir sessizliğe bıraktı. Bu yüzü tanıyordum ama görmeyi beklemediğim bir yüzdü bu. Bedenim taş kesilmiş gibi olduğu yere çakıldı; nefesim sanki göğsümde kilitlenmişti.

Bu karşılaşma, tüm gerçekleri yerle bir edecek olan bir kırılma anıydı sanki benim için.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Sizce son sahnede gelen kimdi?

Sezgin yaşıyor mu bir yerlerde dersiniz?

Yeni bölümde neler olacak sizce?

Ve küçük bir duyuru; 14. Bölümümüz ilk kitabımızın finali olacak. Sonrasında küçük bir ara verecek ve hızla ikinci kitabımıza başlayacağız.♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%