Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM "BATAKLIĞIN EN DİBİ"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Yepyeni bir yolculuğa hepiniz hoş geldiniz!

Keyifli okumalar!

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen.

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Okumaya başladığınız tarihi buraya atabilirsiniz.

🩸

Bölüm şarkısı: Mor ve Ötesi - Bir Derdim Var

1. BÖLÜM "BATAKLIĞIN EN DİBİ"

Siz hiç avazınız çıktığı kadar bağırmak isterken susmak zorunda kaldınız mı?

Ben kaldım.

Çünkü; hayatımdaki adam haykırmak istediğim kelimeleri zehirlemiş, dikenli bir zincirle boğazıma düğümlemişti. O kelimeleri kurmak, o zehrin damarlarıma akmasına, o zincirin dilimi paramparça etmesine neden olup bana kan kustururdu. Sonra da o kanı yutturur, sesimi yine keserdi.

Ve bazı cümleler vardı ki değil ağzımdan çıkması, zihnimden geçirmem bile o zincirin boğazıma biraz daha dolanmasına, nefesimi kesmeye yeterdi.

İşte bu yüzden susuyordum, susmak zorundaydım çünkü konuşmak; benim için ölmek demekti ve ölmek de sonsuza dek susmak demekti fakat ben bir gün sesimi duyurabilme umuduyla yaşıyordum cehennem dediğim bu evde.

Oysa artık buna da inancım kalmamıştı. Hiçbir zaman kimseye sesimi duyuramayacak, hep susmak zorunda kalacak gibi hissediyordum. Bu his gözyaşlarımla sulayıp kalbimde filizlendirdiğim umutları bir bir solduruyordu ve benim umutlarım soldukça sesim biraz daha kısılıyor, biraz daha susmak zorunda kalıyordum.

İsterdim ki birinin beni anlaması için o kelimeleri kullanmak zorunda kalmayayım, o zincir boğazıma biraz daha düğümlenmesin, biri sadece gözlerime baksın ve beni anlasın fakat insanlar birinin acısına kör olmaya o kadar alışmışlar ki değil sessizliğimden beni anlamaları, haykırsam yine de duymazlardı sesimi.

Oysa birinin acısına kör olurken bir gün birilerinin de kendi acılarına kör olabileceklerini unutuyorlardı.

Aslında bir yerde unutmak güzel bir şeydi, insanoğluna verilmiş bir ödül gibiydi. Tabii unuttuklarımız birilerini ölüme sürüklemiyorsa...

Kendi gözlerimin içine bakıp zehirli bir sarmaşık misali zihnimi saran bu düşüncelerde kaybolurken hissettiğim acı, katlanabileceğimin çok üzerindeydi.

Ve ben bu acıyı hissettikçe yıllar önce tanıdığım yaşlı bir adamın sesi kulaklarımda yankılanıyor, bana hep aynı şeyi söylüyordu.

"Acı, insana güç verir."

Henüz 17-18 yaşlarındayken inanırdım bu cümleye. Acı çekmenin insana gerçekten güç verdiğini düşünürdüm çünkü ölüme neden olmayan her acının bir sonraki acı için beni daha da güçlendirdiğini zannederdim.

Fakat artık bu cümle bendeki etkisini yitirmeye başlamıştı çünkü çektiğim acılar artık bana güç vermiyordu, tam aksine canım her yandığında kendimi daha da güçsüz hissediyordum ve bu güçsüzlük gün geçtikçe beni öldürüyordu.

Bunun farkındayım, hep farkındaydım ama geçmişte olduğu gibi şimdi de elimden bir şey gelmiyordu ve muhtemelen gelecekte de gelmeyecekti.

Ölmeyi istemiyor olsam da, hâlâ bunun için çaresizce küçük umutlara tutunuyor olsam da artık yaşadığım acıların bir gün beni öldüreceğini kabullenmiştim, ölümümün bana bu acıları yaşatan adam tarafından olacağını biliyordum ve geçmişin aksine artık bundan kurtulmak için bir şey yapmıyordum.

Çünkü ölümden başka kurtuluşum olmadığını çok iyi anlamıştım, anlatmıştı.

Canımı yaka yaka...

Aynadaki aksime bakmaya devam ederken gözlerim her zamanki gibi dolu, kirpiklerim her zamanki gibi ıslaktı. Hani derler ya gözyaşları bile bir gün ağlamaktan tükenir diye, doğru değilmiş meğerse. Gözyaşları tükenmezmiş, yaşadığım hayat bana bunu çok iyi öğretmişti.

Bu benim öğrenmek isteyeceğim son şey bile değildi ki...

Başımı hafifçe önüme eğdim, kirpiklerim biraz daha ıslanırken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başladı usul usul. Sadece birkaç saniye içinde ise gözyaşlarına boğuldum ve dudaklarımı birbirlerine bastırıp sessizce ağladım.

Kenarlarından tutunduğum lavaboyu tüm gücümle sıkıp acıyla haykırma isteğimi bastırmaya çalıştım. Tüm vücudum bu yüzden kaskatı kesilirken gözyaşlarımın ardı arkası kesilmiyordu. Vücudumda hissettiğim acılar nedeniyle de daha çok ağlamak istiyordum. Zaten benim elimden ağlamak dışında hiçbir şey gelmiyordu.

Sessizce ağlamaya devam ederken banyonun kapısına vurulmasıyla irkildim, telaşla kapıya baktım. O esnada kapıya ardı ardına birkaç kez daha vuruldu, fazlasıyla sert bir şekilde.

"Ela!" Onun sesini duyduğumda ürperdiğimi hissettim, kalbim göğüs kafesimi parçalayacakmış gibi atarken kapıya birkaç defa daha vurdu ve o her vurduğunda ben bir kez daha irkildim. Artık kapıya vurulduğunda bile irkilecek kadar korkak bir kadındım.

"Ela!"

Sesi az öncekinin aksine öfkeli çıktığında derin bir nefes aldım, kendimi toparladım.

"Tuvaletteyim," diye seslendim ve düzgün çıkan sesim bana rahat bir nefes aldırdı.

"Ofise geçiyorum ben."

Bu cümle kısaca; "Hemen çık!" demekti.

"Çıkıyorum," diye seslendikten hemen sonra az önce tutunup ağladığım lavaboya döndüm, suyu açtım ve elimi yüzümü iyice yıkadım. Ardından telaşla kurulandım ve aynadaki aksime baktım. Herhangi bir sorun olmadığından emin olup kapıya gittim.

Elimi kapının koluna attığımda birkaç saniye duraksadım. Birkaç kez derin nefesler alıp kendimi biraz daha iyi hissettiğimde ve hazır olduğuma kanaat getirdiğimde kilitli kapıyı açıp banyodan çıktım ve onu ileride üzerini değiştirirken gördüm.

"Bir şeyler yemeden mi gideceksin?" diye sordum, bir şeyler yiyip yememesi umurumda bile değildi. Hatta isterse açlıktan ölebilirdi, doğrusu bu beni mutlu edecek sayılı şeyler arasındaydı ama yine de sordum. Sıradan davranmaktan başka şansım yoktu çünkü.

"Öğlen yerim bir şeyler," dedi, sessiz kaldım ve banyonun kapısının önünde durmaya devam ettim. Giyinip bana döndüğünde ve göz göze geldiğimizde kalbim, her zamanki gibi hızla atmaya başladı.

Korkudan.

"Sen ye ama, zayıfladın son günlerde," derken gözleri üzerimde gezindi, tiksinircesine bakmamak için kendimi çok zor tuttum.

"Yerim," dedim sadece, yanıma geldi.

"Birkaç gündür dışarıya çıkmak istiyordun, nereye istiyorsan şoför götürsün seni."

İçten içe buna sevinirken ona hiç belli etmedim ve başımı salladım. "Bu arada senin şoförü işten çıkardım," dedi, nedenini hiç merak etmediğim için sormaya gerek duymadım. "Birkaç aydır benimle çalışan bir şoför var, bir süre o halledecek işlerini," diye devam etti, daha fazla sessiz kalmak istemedim.

"Peki," dedim ama yine sadece.

Eğildi ve dudaklarını yanağıma bastırdı. O an ellerimi istemsizce yumruk yapıp hissettiğim öfkeyi bastırmaya çalıştım. Tırnaklarım avucuma batarken midem kasıldı, o sırada geri çekildi.

"Akşam görüşürüz," dedi.

"Görüşürüz."

Yanımdan uzaklaştı ve kapıya doğru yürüdü. Sabırla odadan çıkmasını bekledim. Kapıyı açtı ama çıkmayıp yeniden bana döndü.

"Telefonun açık olsun." Sesi uyarıcı çıktı, başımı salladım yine. Başka bir şey söylemeyip sonunda odadan çıktığında da gidip yatağın kenarına oturdum. Başımı hafifçe önüme eğdim. Tam o an sağ kolumdaki morluk gözüme çarptı, o morluğa dokundum. Bunun ne zaman olduğuna dair herhangi bir fikrim yoktu. Zaten acımıyordu da ama karnım acıyordu.

Tişörtümün uçlarını sıyırdım, tekmelerinin ardından karnımda oluşan morluklara bakıp yüzümü buruşturdum. Sanki görmek, canımı biraz daha yakmış gibiydi. Bu acıyla bir kez daha gözlerim dolarken bu kez ağlamayı istemedim ve tişörtümü indirdim. Bir kez daha acılarımı yok saydım.

Ayaklanıp ilerideki gardıroba gittim. Tişörtümü ve eşofmanımı çıkardıktan hemen sonra beyaz bir sweatshirt ve siyah bir tayt giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten hemen sonra telefonumu ve montumu aldım. Telefonumu henüz giymediğim montumun cebine koyarken odadan ayrıldım.

Tam odadan çıkarken bir anlık dalgınlıkla yaptığım bir hareket yüzünden karnıma şiddetli bir ağrı girdi ve acıyla iç çekip duvardan tutundum. Diğer elim de doğrudan karnıma gittiğinde montum elimden düşmüştü bile.

Tüm vücudum bir kez daha kaskatı kesilirken kendimi olabildiğince sıkıp acımı bastırmaya çalıştım. Bir yandan da hâlâ duvardan tutunuyor ve ayakta kalmaya çalışıyordum.

Bir an için tuttuğum nefesimi bıraktığımda canım daha da çok yandı, ardından aldığım derin nefes ise biraz olsun daha iyi hissettirirken gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım.

Duvardan tutunmayı bıraktığımda gözyaşımı sildim. Zorlukla yere eğilip montumu aldım. Birkaç gün dayanmam gerekiyordu bu acıya, sonra hafifleyecekti biliyorum, alışkınım. Tabii o zamana kadar bir kez daha aynı şeyler yaşanmazsa.

Boğazım düğüm düğüm olurken merdivenleri indim ağır ağır. Çalışan kadınlardan biri beni görür görmez işini bırakıp hemen yanıma geldi.

"Kahvaltınız hazır Ela Hanım," derken ellerini önünde birleştirmişti ve benden bir şeyler duymayı bekliyordu.

"Yapmayacağım," dedim, son kalan bir merdiveni de indim ve kapıya yöneldim.

"Sezgin Bey kahvaltı yapacağınızı söyledi ama."

Duraksadım, tuttuğum montu sıkarken ona döndüm. "Yapmayacağım, canım istemiyor."

Başıyla onayladı beni. "Peki," dedi ve ekledi. "Başka bir isteğiniz yoksa ben masayı toplayayım."

"Yok."

Cevabımla birlikte kadın masaya doğru yürürken cebindeki telefonu çıkardığını gördüm ve Sezgin'e haber gideceğini anladım. Bir an için içim korkuyla dolarken bunun onu sinirlendirebileceğini düşündüm ve daha da korkmaya başladım.

"Ya da vazgeçtim," dedim bir anda hiç korktuğumu belli etmeden ve güçlü durmaya çalışırken. "Bir şeyler yesem iyi olacak." Kadının bakışları anında yeniden beni buldu, ağır adımlarla masaya yürüdüm.

Masaya ulaştığımda montumu diğer sandalyenin üzerine bırakıp yerime oturdum. O sırada kadının telefonunu cebine koyduğunu gördüm ve haberin gitmediğinden emin oldum. Bu beni içten içe rahatlatırken çayımı doldurdu ve ben tek bir lokma bile yemek istemiyorken sırf saçma sapan bir nedenden dolayı olay çıkmasın diye kahvaltı ettim.

İştahsızca yaptığım bir kahvaltının ardından mutfaktaki kadının salona gelmesini beklemeden, çıktığımı da haber vermeden, evden ayrıldım. Gözlerim bahçede gezindi, arabanın garaj kapısının orada olduğunu görünce oraya yöneldim. O sırada ileriden bana doğru gelen bir adamı fark ettim ama dönüp hiç bakmadım.

Siyah, fazla kaba bulduğum lüks arabaya ulaştığımda kapısını açmaya çalıştım. Ağır kapıyı çekerken kendimi zorlamak bir kez daha karnımdaki ağrının gün yüzüne çıkmasına neden olurken istemsizce "Ah!" dedim, montum bir kez daha elimden düştüğünde elimi karnıma bastırmıştım bile.

"İyi misiniz?" Tanımadığım bir sesten gelen bu soruya cevap veremeyecek kadar çok canım yanarken koluma dokundu.

"Hanımefendi, iyi misiniz?" Sorusunu yineledi, yanan canıma rağmen telaşla kolumu çektim ondan ve dokunmasına engel olup yüzüne baktım. Hiç görmediğim birini görmek afallamama neden olurken ne yapacağımı bilemedim ve o an aniden kendimi ondan uzaklaştırmış olmamın onu da afallattığını fark ettim.

"Kusura bakmayın," dedi bir adım geri giderken. "Yardımcı olmaya çalışıyordum."

Fazla büyük tepki verdiğimi fark edince mahcup oldum ama bunu belli etmeden dümdüz bir ifadeyle baktım adamın fazla siyah bulduğum gözlerinin içine.

"İyiyim," dedim az önceki sorularına yönelik, o sırada karnıma giren ağrının etkisi azalmıştı. "Siz kimsiniz?" diye sordum merakla hâlâ onu incelemeye devam ederken.

Uzun boylu biriydi, iri bir görüntüsü vardı. Yeni tıraş olduğu belliydi, sakalı yok denecek kadar azdı çünkü ve tıraş losyonunun kokusunu alabiliyordum. Saçları da sakalları gibi kısa, gözleri gibi simsiyahtı.

"Yeni şoförünüz," dedi ben onun yüzünü incelemeyi bırakıp giydiği siyah takıma bakarken ve fazla resmi göründüğünü düşünürken.

Sezgin'in çıkmadan önce bahsettiği şeyi hatırladım. Bu adamın attığım her adamı o manyağa haber etmesi için emir aldığından adımın Ela olduğu kadar emindim.

"İsmin yok mu senin?" diye sordum düz bir ifadeyle.

Elini uzattı. "Gökhan," diye tanıttı kendini, "Gökhan Herez," diye ekledi.

Uzattığı eline baktım. Birkaç saniye öylece durduktan sonra parmaklarımın ucuyla tuttum parmaklarını. "Ela," dedim bir tek ve onu beklemeden elimi çektim.

"Biliyorum," dedi, şaşırmadım ve sessiz kaldım. O sırada adam gözlerini bir saniye bile olsun gözlerimden çekmiyor, gerilmeme neden olacak kadar dikkatle bakıyordu.

"Sizi hastaneye götürmemi ister misiniz?" Bir anda sordu bunu, anlamsızca yüzüne bakarken de devam etti. "İyi görünmüyorsunuz, yüzünüz bembeyaz, az önce de iyi değildiniz zaten."

"Hayır," dedim, daha fazla konuşmak istemedim ve yere düşen montuma baktım. Eğilip almak isterken kendimi yine zorladım ama tam anlamıyla eğilmeme gerek kalmadan Gökhan benden önce davrandı, eğildi ve yerden montumu alıp uzattı.

Uzattığı monttaki gözlerimi gözlerine çevirdim. O kadar dikkatli bakıyordu ki istemsizce yere bile eğilmeyecek kadar canımın acıyor olmasını açıklama gereği duydum.

"Bu sabah banyoda düştüm de sırtım ağrıyor biraz." Yalan söyledim. Çünkü doğru, ona söyleyebileceğim bir şey değildi.

Gözlerini usulca gözlerimden çekip hâlâ karnımın üzerinde olan elime baktı. Sırtım ağrıyor derken karnımı tutuyor olmak bana bile çok saçma gelirken elimi karnımdan uzaklaştırdım. Eşzamanlı olarak gözleri yeniden gözlerimi buldu. Israrla sormaya devam etmemesini umut ederken hâlâ uzatıyor olduğu montumu aldım. O da o esnada uzanıp açamadığım kapımı açtı.

"Teşekkür ederim," dedim konunun uzamamış olmasından dolayı rahatlarken ve arabaya bindim. Kapımı kapattı, ağır adımlarla arabanın diğer tarafına geçti, şoför tarafının kapısını açtı ve bindi.

Arabayı çalıştırdıktan saniyeler sonra evin bahçesinden ayrıldık. Evin önünden uzaklaşırken de dikiz aynasından bana baktı.

"Nereye gideceksiniz?"

"Sahile," dedim, biraz hava almak istiyordum. Zaten gidecek başka bir yerim de kimsem de yoktu.

Gökhan, gözlerini yola çevirdi ve tek kelime etmeden sahile doğru sürdü arabayı. Başımı cama çevirip o camı indirdikten sonra başımı yasladım ve soğuk hava yüzüme çarparken yolları izlemeye başladım.

Kirpiklerim hep olduğu gibi yine ıslanırken gözümden akan birkaç damla yaşa engel olamadım. Ağlamam için artık bir şeyler olmasına gerek yoktu, olanlar zaten daima ağlamam için yeterli oluyordu.

Gözlerimi sımsıkı kapattım, soğuk hava yüzüme çarpmaya devam ederken derin derin nefesler aldım. Bunu yaparken karnımın inip kalkması bile canımı yakıyordu ve canım yandıkça daha çok ağlamak istiyordum fakat bu isteğimin fiziksel acımla hiçbir ilgisi yoktu.

Tüm yol boyunca gözlerimi bir an bile olsun açmadım ve tüm yol boyunca kirpiklerim hiç kurumadı, gözyaşlarım aktı. Sahile ulaştığımızı ise araba durunca anladım, ancak o an araladım gözlerimi ve yeni şoföre baktım.

"Burada bekleyebilirsin," deyip arabadan indim, montumu alma gereği duymazken demir korkuluklara doğru yürüdüm. Oraya ulaştığımda ellerimi korkulukların kenarına koydum, gözlerimi yine kapattım ve temiz havayı içime çektim.

O evde olmadığım, dışarıda olduğum ve özellikle yalnız olduğum her an bu hayatta en sevdiğim şeyler arasındaydı. Neyse ki henüz bu kadarına engel olmuyordu ama zamanla bunun da olacağını biliyordum.

Ben ondan ne kadar uzaklaşmak istersem o beni o kadar elinde tutmaya çalışacak, kendimi ne kadar kurtarmaya çalışırsam canımı o kadar yakacaktı.

Tam da bu yüzden pes etmiştim artık.

Soğuk hava yavaş yavaş üşümeme neden olurken montumu arabada bıraktığımı ve telefonumun cebimde olduğunu hatırladım. Bu yüzden gözlerimi açıp arkama baktığımda şoförün biraz ileride beni izlediğini gördüm. Muhtemelen o her anımızı haber verdiği için Sezgin beni aramaya gerek duymayacaktır.

Böyle düşünüp telefonu boş verdikten sonra önüme döndüm ve boğazın temiz havasını içime çekmeye devam ettim. Ta ki ayakta durmaktan yorulana kadar. O an korkuluklardan uzaklaşıp bir banka oturdum ve rüzgâr yüzünden hareketli olan boğazı izledim.

Birkaç dakika sonra gözlerimi kapadım ve sadece sesleri dinledim. Bunu yapmayı nedensiz yere çok seviyordum. Tüm kötülüğün içinde bana iyi gelen şeyler arasındaydı. Bu yüzden biraz olsun iyi hissedebilmek için hiç açmadım gözlerimi, etrafımda neler olup bittiğini görmeden sadece dinledim.

Ta ki omzumda bir el hissedene kadar.

Korkuyla irkildim, bastıramayacağım kadar büyük bir korkuyla arkamı döndüğümde yine aynı yüzü gördüm. Hissettiğim korku yüzünden hızlı hızlı nefes alıp verirken o bu yaptığım şeye fazlasıyla şaşırmış gibiydi.

"Ne yapıyorsun sen?" diye kızdım, elindeki montu gösterdi.

"Mont," dedi. "Üşütmeyin diye." Açıkladı, montu omzuma bırakmaya çalıştığını anlarken hâlâ hızlı nefesler alıyor ve gözlerinin içine bakmaya devam ediyordum. O sırada diğer elindeki karton bardağı uzattı.

"İçiniz ısınır," diye ekledi, tek kelime etmeden başımı önüme eğdim ve uzunca bir nefes bıraktım. O da sessizce başımda dikilmeye devam ederken başımı kaldırıp yeniden ona baktım. Yüz ifadesi düzdü ama gözlerindeki merakı görmemek için kör olmak gerekirdi fakat tam olarak neyi merak ettiğini anlayamadım.

Bir derdi vardı, bu belliydi ama neydi derdi? İşte bunu anlamak güç gibiydi. Zaten pek de umurumda değildi.

Gözlerimi gözlerinden çektim, uzattığı karton bardağa baktım. İçinde çay olduğunu anlarken bardağı aldım ondan.

"Sağ ol," dedim ve önüme döndüm, birkaç saniye sonra yanıma montumu bıraktı fakat giymeye niyetim yoktu, üşümeyi seviyordum, onu da öylesine almıştım zaten yanıma.

Gözlerimi monttan çekip yeniden boğaza baktığımda hâlâ başımda dikildiğinin farkındaydım, çünkü gölgesi yanıma düşüyordu.

Onun yanımdaki varlığını unutmaya çalışıp getirdiği çaydan bir yudum aldım. Ona gitmesini söylemedim çünkü gitmeyeceğini biliyordum, muhtemelen aldığı emir beni adım adım takip etmesi üzerineydi.

Çayımdan bir yudum daha içtikten sonra arkama yaslandım ve temiz havanın tadını çıkarmaya devam ettim. Önümden geçen gençleri, çiftleri, yaşlı insanları izledim dakikalarca. Sokak yemekleri satanları, balon satan amcayı, gül satan teyzeyi bile izledim ve onları izledikçe içim hüzünle doldu.

Birkaç yıl önce benim de onlar gibi normal bir hayatım vardı ama şimdi herkesin bana acıyacağı bir hayatın içindeydim. Herkesi geçtim, artık ben bile kendime acıyordum.

Bunu düşünmek sol gözümden bir damla yaşın akmasına neden olurken hızla sildim o yaşı. Yanımdaki adamın bunu fark etmesini istemedim, çünkü Sezgin'e haber gitmesini istemedim.

Öylece oturarak birkaç saat geçirdim çünkü yapacak başka bir şeyim yoktu ve eve de dönmek istemiyordum. Bu yüzden hiç kalkmadım yerimden, kalkmaya da niyetim yoktu. Ta ki telefonuma üst üste mesaj gelene kadar.

O an dizlerimin üzerindeki ellerimi yumruk yaptım. Mesajların kimden geldiğini çok iyi biliyordum çünkü ve onun mesajını görmeye bile tahammülüm yoktu artık.

Buna rağmen yanımda duran monta uzandım, titreyen ellerim sinirimi bozarken montumun cebinden telefonu çıkardım ve yine titreyen ellerim yüzünden telefon düşmesin diye sıkı sıkı tuttum. Ekranı açtığımda kimden geldiği konusunda yanılmadığımı fark edip gelen mesajları okudum.

Sezgin: İşlerim erken bitti, eve geçeceğim birazdan.

Sezgin: Sen de hemen eve geç.

Sezgin: Gitmemiz gereken bir yer var.

Sezgin: Geldiğimde hazır ol.

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Nereye gitmemiz gerektiğine dair hiçbirfikrim yoktu, merak da etmiyordum. Onun yanımda olduğu her yer benim içincehennemdi zaten.

Ela: Tamam

Gözlerimi yeniden açtığımda derin bir nefes aldım ve ona cevap yazdım.

Başka bir şey yazmaya gerek duymayıp telefonu yeniden montumun cebine koydum. Omzumun üstünden arkama baktığımda şoförü gördüm, biraz uzaklaşmış ve beni izliyordu. Yeniden önüme dönüp bir kez daha derin bir nefes aldım.

Oyalanmamam gerektiğini bildiğimden vakit kaybetmeden montumu ve boş karton bardağı aldım. Bardağı ilerideki çöp kutusuna atıp şoföre doğru gittim.

Yanından geçerken "Eve gidiyoruz," dedim ve gidip arabaya bindim. Neyse ki bu kez kapıyı açarken zorlanmamıştım.

Benim ardımdan şoför de bindi arabaya ve çalıştırdı, sahilden uzaklaştık. Eve gidiyor olmanın sıkıntısı içime çökerken yine camı indirdim ve temiz havayı soludum. Yolda olan gözlerimi bir anlığına arabanın içine çevirdiğimde de dikiz aynasından bana bakan şoförle göz göze geldim.

İsmi, Gökhan'dı değil mi?

Bir yandan bu soruyu kendime sorarken bir yandan da dikiz aynasından dikkatle ona baktım fakat o göz göze geldiğimiz ilk an bakışlarını çekmişti.

Yaşadığımız bu birkaç saniyelik olay yüzünden kaşlarımı çattım ve fazlasıyla sert bir surat ifadesiyle adama bakmaya devam ettim.

Tüm yol boyunca bakışlarımı ondan bir an bile olsun çekmedim fakat bir daha hiç bakmadı bana ama şüphe bir kez düşmüştü içime. O şüphenin ne olduğunu ben bile bilmiyorum ama bu adamda tuhaf bir şey olduğunu sezmiştim ve içimden bir ses bu sezgilerimin doğru çıkacağı yönündeydi.

Araba evin bahçesine girdiğinde telaşla indi arabadan. Onu beklemek yerine kapımı açıp indim. Bahçeye göz gezdirip Sezgin'in arabasının olmadığını fark ettim, neyse ki hâlâ gelmemişti eve.

Bahçedeki gözlerimi şoföre çevirdiğimde yanıma geldiğini gördüm, hâlâ kapatmadığım kapıyı kapatırken bir şey söylemeden yanından ayrılmak istedim fakat bir anda hiç beklemediğim bir şey yapıp bileğimden tuttu, uzaklaşmama engel oldu.

Aniden yaptığı bu hareket irkilmeme neden olurken şoka uğramışçasına kalakaldım. Gözlerim telaşla etrafta gezinip kimsenin bunu görmediğinden emin olduktan sonra adama baktım.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen?" diye kızıp fazla sıkı tutmadığı bileğimi ondan kurtardım ve öfkeyle gözlerinin içine baktım.

"Bana," dedi ve yaklaşmak için bir adım attı. "Söylemek istediğiniz bir şey var mı?"

Kaşlarımı çattım, neyden bahsediyordu bu?

"Benim sana söyleyeceğim ne olabilir ki?" diye sordum az öncekinden daha sakin bir tavırla.

"Herhangi bir şey," dedi anında ve gözlerimin içine baktı. "Emin olun, tek bir cümle yeter."

Sözlerinden hiçbir şey anlayamazken bunu belli edecek şekilde baktım ona.

"Hiçbir şey anlamıyorum," dedim, bir adım geri gidip ondan uzaklaştım ve aramızdaki mesafeyi ayarladım. "Anlamak da istemiyorum," diye ekledim, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona.

"Sen de bundan sonra hareketlerine dikkat et, bir daha sakın bana dokunma!" diye uyardım onu ve yine konuşacak gibi oldu ama ben yine engel oldum ona.

"Yoksa emrinden çıkamadığın patronuna bu yaptığını söylemekten çekinmem."

Tek kaşını kaldırdı. "Emrinden çıkamadığım patronum?" diye sorguladı.

Öfkeyle baktım gözlerinin içine. "Ne söylemek istediğimi çok iyi anladın bence! Haddini bilsen iyi olur!" diye bir kez daha onu uyardıktan sonra arkamı döndüm.

Sert davrandım çünkü sert davranmak zorundaydım. Belli ki neyin içinde olduğunu, kimin için çalıştığını bilmiyordu. Ölmek istemiyorsa uyarılarımı dinlemek zorundaydı.

Birkaç adım atıp yanından uzaklaştığımda "Ben sadece işimi yapıyorum," dedi, durdum ve ona döndüm yeniden. Gözlerimin içine bakarken kendinden emin bir şekilde "Ve işim kimseden emir almak değil," diye ekledi.

"Eminim öyledir," dedim alay edercesine, söylediği şey bana zerre inandırıcı gelmiyordu çünkü.

Aldığı alaylı karşılık biraz sinirlerini bozar gibi olurken bunu çok da umursamadım ve önüme dönüp eve doğru yürüdüm. Kendimden emin bir tavırla eve girip kapıyı kapattıktan sonra tuttuğum nefesimi bıraktım, kapıya yaslandım.

Hızlanan kalbim yüzünden aldığım nefesler bana yetmiyormuş gibi hissederken gözlerimi sımsıkı kapattım. Daha bugün tanıştığım ve sadece bu evin sıradan bir çalışanı olan adam ne diye böyle davranırdı ki? Hem ayrıca kendisine ne söylememi istemişti? Tek bir cümle yeterli derken neyden bahsetmişti?

Sorular zihnimim içinde dönüp dururken bir kez daha derin bir nefes aldım. Bir şeyler fark etmiş olabilir miydi? Ya saçma sapan bir şey yapıp polise giderse? İşte o zaman Sezgin bunu benim yaptığımı düşünürdü.

Kalbim, korkudan daha da hızlanırken böyle bir şey olmamasını umut etmek dışında elimden hiçbir şey gelmedi fakat bu korku içimde yer edinmişti bir kere, istesem de kurtulamazdım.

"Nereden çıktı bu adam?" diye söylendim kendi kendime, bir an önce ondan kurtulmam gerekiyordu. En kısa zamanda bu konu hakkında bir şeyler düşünüp onu göndermenin bir yolunu bulmalıydım, yoksa canı yanan yine ben olacaktım.

Bu konuyu şimdilik ertelemeye karar verip yaslı olduğum kapıdan uzaklaştım ve koşar adımlarla üst kata -yatak odasına- çıktım. Odaya girer girmez de dolabımın karşısına geçtim. Bir seçim yapmaya gerek duymadan, hiçbir numarası olmayan, düz siyah, fazla sade olan elbiseyi aldım ve giydim.

O sırada bahçeden gelen araba sesini duydum, Sezgin'in eve geldiğini anlayıp aynanın karşısına geçtim. Toplu olan siyah, omuzlarımın üstünde biten saçlarımı açtım, taradım. Başka bir şey yapmaya gerek duymayıp siyah, yine çok sade olan topuklu ayakkabılarımı giydim. Bunu yaparken eğildiğim için yine karnıma şiddetli bir ağrı girdi ama bu kez bu ağrıyla ilgilenemeyip işimi halletmeye devam ettim.

Ayakkabılarımı giydikten sonra doğruldum, karnıma dokundum. Yüzümü buruşturup acımı bastırmaya çalışırken odanın kapısı bir anda açıldı, telaşla elimi karnımdan çektim ve her şey yolundaymış gibi göründüm.

Sezgin, kapıda belirdiğinde kalbim yine her zamanki gibi korkudan hızla atmaya başladı. Olduğum yerde durup onu izlemeye devam ederken odaya girdi, kapıyı kapattı ve bakışları beni buldu.

Sabah giydiği gri takım elbisesinin ceketini ve kravatını çıkarmıştı. Ne uzun ne kısa olan saçları biraz dağınıktı. Sabah evden çıkarken uzun olan sakalları da kısalmıştı. Onun da tıraş olduğunu böylece anlarken gözlerinin üzerimde gezindiğini fark ettim.

"Hazır mısın?" diye sordu açık kahve gözlerini gözlerime çevirirken.

"Hı hı," dedim bir tek, birkaç adım atıp yanıma geldi. Gözlerim sağ yanağındaki minik yara izine takıldı, onu tanıdığım ilk andan beri vardı bu iz.

"Bunu mu giyeceksin?" diye sordu bir kez daha gözlerini üzerime gezdirirken. Korkudan mideme ağrı girdi, bacaklarım titremeye başladı. Her an vuracak olmasına karşı kendimi ondan korunmaya hazırladım.

"Değiştirebilirim," derken sesim fısıltı gibi çıktı, midemdeki ağrı giderek arttı.

"Fazla siyah," dedi yeniden gözlerime bakarken, sessiz kaldım. "Ama giymişsin bir kere, kalsın," dedi, sessiz kalmaya devam ettim. O sırada eli bileğimi kavradı ve dikkatle bileğime baktı. Ben ise sadece yüzüne baktım, çünkü artık bana ne zaman zarar vereceğini yüzünde oluşacak ifadeden anlayabiliyordum.

"Bunu kapat," dediğinde istemsizce bileğime baktım ve morluğu gördüm. O an gideceğimiz yerde başkalarının da olacağını anlamış oldum.

Ona cevap vermeyince başını kaldırıp yüzüme baktı. "Duydun mu?" diye sordu, başımı salladım. "Güzel, ben bir elimi yüzümü yıkayayım," deyip bileğimi bıraktı ve banyoya girdi. O gözden kaybolur kaybolmaz tuttuğum nefesimi bıraktım.

Arkamda kalan koltuğa oturduğumda hâlâ dizlerim titriyordu. Başımı hafifçe önüme eğip kendimi toparlamaya çalıştım. Biraz iyi hissettikten sonra ayağa kalktım. Makyaj masasına gidip fondöteni aldım ve koluma sürüp izi kapattım. İzin kapandığından emin olduktan sonra aynadaki aksime baktım.

Beyaz tenli biriydim ve bu yüzden kızarıklıklar, morluklar kendilerini çok daha fazla belli ediyorlardı fakat yüzümde herhangi bir şey yoktu. Yüzümdeki izler birkaç gün önce yok olmuşlardı tamamen ama bir gün yeniden olacağını da çok iyi biliyordum.

Makyaj masasının önündeki sandalyeye çöktüm ve onun işini bitirmesini bekledim. Gitmek istemiyordum, kimseyi görmek de istemiyordum ama benim neyi isteyip neyi istemediğimin bir öneminin olmadığını da biliyordum.

Başımı hafifçe yana çevirip bir kez daha aynadaki aksime baktım ve bir kez daha kendi hâlime acıdığım için gözlerim doldu. Dışarıdan bakıldığında çok iyi bir hayatım varmış gibi görünüyordu.

Ünlü bir iş insanı ile evliyim, kocaman bir evde yaşıyorum. Son model arabalar, yanımda çalışan insanlar, kıyafetlerim, ayakkabılarım... Kısacası insanlara göre parayla alınabilecek her şeye sahiptim ama kimse bilmiyordu ki bu hayat benim için cehennemdi.

Rahat rahat yaşadığımı zanneden insanlar aslında bu evde her gün öldüğümden bihaberdiler.

Gözümden bir damla daha yaş akarken banyonun kapısının açılmasıyla hızla o yaşı sildim ve ayağa kalktım. Ani hareket etmek karnıma yine ağrı girmesine neden olsa da bu kez bunu hiç belli etmedim.

Banyodan çıkan Sezgin'in baktığı ilk yer az önce morluğu gördüğü kolum oldu. Morluğun kapandığından emin olduktan sonra da tek kelime etmeyip gömleğini değiştirdi ve üzerine bir ceket geçirdi.

Olduğum yerde sadece durup onu izlemekle yetinirken işlerini bitirip yanıma geldi.

"Gidelim artık," dedi, başımı salladım ve kapıya yönelmek istedim. Ta ki o bir anda elimi tutana kadar.

Duraksadım, gözlerimi usul usul tuttuğu elime çevirdim. O bunu fark etmeyip yürüdüğünde de mecburen peşine takıldım ve ellerim titremesin diye kendimle büyük bir savaşa girdim.

Odadan çıkıp salona indik, oyalanmadan bahçeye çıkıp arabanın yanına gittik. O an yanımızdaki şoförün bugünkü adam olduğunu fark ettim. Onun varlığı beni rahatsız ederken gözlerimi çektim ve başka bir yere baktım.

Ya yanlış bir şey söylerse? Yok canım ne söyleyebilir ki? Saçmalama Ela! Adam işini gücünü bırakıp seninle ilgilenecek değil ya!

"Ela!" Sezgin'in sesiyle kendime geldim, gözlerimi ona çevirdim. "Bin artık." Başımı salladım, arabaya geçtim. Hemen ardımdan kendisi de bindi. Şoför kapıyı kapatıp diğer tarafa geçtikten sonra arabaya bindi.

"Sen sür, ben sana yolu tarif edeceğim," dedi Sezgin, şoför başını salladı ve arabayı çalıştırdı.

Sezgin, cebinden telefonunu çıkarıp onunla ilgilenirken bakışlarımı ondan çektim ve yine aynı şey oldu, dikiz aynasından onunla göz göze geldik. Bu kez bakmaya devam edemedim, telaşla gözlerimi çektim ondan ve gergince parmaklarımla oynamaya başladım.

Bu adam canına mı susamıştı?

Derin bir nefes aldım, bu fayda etmeyince oturduğum tarafın camını indirdim ve temiz havayı içime çektim.

"İyi misin?" Sezgin'i duyunca bakışlarımı ona çevirdim.

"Hı hı, hava almak istedim sadece," dedim ve önüme döndüm. Gözlerim bir anlığına dikiz aynasına kaydığında bu kez bakışlarının bende olmadığını gördüm.

Belki de çok fazla kafaya takıyordum, hatta belki abartıyor da olabilirdim ama korkuyorum işte, hem de çok korkuyorum. Yeterince canım yanıyordu, bir de saçma sapan nedenlerden dolayı yansın istemiyordum.

Düşüncelerimden Sezgin'in dizimin üzerindeki elimi tutmasıyla sıyrıldım. Onun tek bir dokunuşu tüm vücudumun kaskatı kesilmesine neden olurken bunu elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım.

"Genelde hiçbir şeyi merak etmemeni ve soru sormayıp üzerime gelmemeni seviyorum," dediğinde gözlerine baktım.

Onun aksine buna merak etmemek demezdim, umursamamak derdim. Bu hayata dair artık hiçbir şeyi umursamıyordum. Özellikle içinde onun olduğu bir şeyi hiç umursamıyordum.

"Ama bugün merak edip heyecanlanmanı isterdim," diye ekledi, eli yüzümü buldu eşzamanlı olarak ve yanağımı okşadı.

Heyecanlanmak mı demişti o? Çok uzun zamandır korku dışında hiçbir duyguyu hissetmiyordum ki ben fakat o bunun bile farkında değildi.

"Gidince göreceğiz ne de olsa," dedim, keyifle güldü. Bugün keyfi gayet yerindeydi. Her nereye gidiyorsak mutlu olacağı bir şey yapacaktık muhtemelen orada. Onu mutlu eden bir şeyin beni etmesi mümkün değildi. Ondan o kadar nefret ediyorum ki bir an bile mutlu olduğunu görmek istemiyordum.

Fakat maalesef ki o çoğu zaman mutlu olan bir adamdı, benim aksime...

"Öyle," derken parmakları hâlâ yanağımdaydı ve bir an önce bunu yapmaya son vermesini istiyordum. O ise muhtemelen bunun benim de hoşuma gittiğini düşünüyordur.

"Sevgilim," diye fısıldadı gözlerimin içine bakarken, tepkisiz kaldım. O an gözleri dudaklarımı buldu, başı hafifçe sağa doğru eğildiğinde öpeceğini anladım. Yüzü yüzüme yaklaşırken buna tahammül edemeyip kendimi tam geri çekecektim ki buna gerek kalmadan beni bu durumdan kurtaran telefonunun çalması oldu.

Dikkati dağıldı, telefonunu çıkardı cebinden. Ona tiksinircesine bakmaktan kendimi alamazken gözlerimi üzerinden çektim ve bir anda yine Gökhan'la göz göze geldik. Bu öylece kalakalmama neden olurken gözlerini yola çevirdi ve o an dudağının sağ kısmının hafifçe yana kıvrıldığını fark ettim.

Az önce Sezgin'e olan bakışlarımı fark etmiş gibiydi.

Bu, beni daha da korkuturken yola çevirdim gözlerimi. Görmüş olabilir miydi gerçekten? Ya bunu ima edecek bir şey söylerse Sezgin'e? Niye yapsın ki bunu? Fakat hayatımızla fazlasıyla ilgilenen biri gibi duruyor, ya boş boğazlık yaparsa?

Korkudan titreyen ellerimi yumruk yaptım. Kendimi çok fazla sıktığımı fark ettim. Normalde de iyi değildim ama sanırım bugün hiç iyi değildim. Olanları abartıyordum. Korku, beni saçma sapan düşüncelere itiyordu ve bundan kurtulmam gerektiğinin farkındaydım. Ne de olsa sıradan bir şoför o, diğer çalışanlardan hiçbir farkı yok, hayatımızla neden ilgilensin ki?

Böyle düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışırken Sezgin'in telefon görüşmesi bitmişti ve şu an bana baktığının farkındaydım ama ben dönüp ona hiç bakmadım, bakışlarını da fark etmemiş gibi yaptım. Sonunda o da pes edip bakışlarını üzerimden çekti.

Tüm yol boyunca Sezgin'in yol tarifi dışında arabanın içinde tek kelime bile edilmedi. Ben de Sezgin'le göz göze gelmemek, konuşmamak için elimden geleni yaptım. Elimden gelen sadece dikkatle yolu izlemekti ama olsun, sonuçta onu da yaptım. Tam üç saat süren yolculukta sürekli aynı yere bakmak da kolay değildi ne de olsa.

Üç saatin sonunda geldiğimiz yer dağ evi oldu. Buraya daha önce birkaç kez daha gelmiştik. Bu yüzden yabancısı olduğum bir yer değildi ama buraya gelmemiz normal de değildi. Neden buradaydık ki? Hafta sonu değildi, kafasını dinlemek için gelmiş olamazdı.

Dayanamayıp "Neden geldik buraya?" diye sordum, bu sorum keyfini biraz daha yerine getirdi.

"Sonunda merak ettin," dedi, sorumun cevabı bu olmadığından sessiz kalıp dikkatle ona bakmaya ve bir cevap beklemeye devam ettim.

"Öğrenirsin birazdan," dedi, o sırada şoför arabadan indi fakat Sezgin şoförün kendisine kapısını açmasını beklemeyip önden indi. Şoför de benim olduğum tarafa gelip benim kapımı açtı.

Ağır hareketlerle arabadan indikten sonra adamla göz göze gelmemek için büyük bir çaba sarf edip yarım ağız "Teşekkür ederim," dedim, adam söylediğim karşısında sessiz kalırken Sezgin yanıma geldi.

"Hadi," deyip bir kez daha elimi tuttu ve şoföre baktı. "Sen burada kal," deyip eve doğru yürüdü, ben de peşinden yürümek zorunda kaldım.

Korku, içimde yer edinirken ellerim titremeye başladı. Evin bütün ışıkları kapalıydı, burada yalnız olacağımız belliydi. Aniden, ortada hiçbir şey yokken, işlerinin de çok yoğun olduğu bir dönemdeyken buraya gelmemiz pek normal değildi. Tam da bu yüzden daha çok korkuyordum.

Sezgin, yürürken bir anlığına duraksayıp "Ellerin titriyor," dedi.

"Soğuktan, üşüdüm biraz," deyip yalan bir açıklama yaptım. Korkudan titriyor diyecek değildim ya.

"İçerisi sıcaktır," derken cebinden anahtarını çıkardı. O sırada kapıya ulaşmıştık. Çıkardığı anahtarla ahşap kapıyı açtı, önden kendisi girdi ve bana baktı.

"Gir hadi." Girmeyi hiç istemedim, burada olmak beni korkutuyordu çünkü ama girmekten başka şansım olmadığını da biliyordum. Bu yüzden her zamanki gibi korkumu bastırdım ve eve girdim.

Sezgin kapıyı kapattığında içerisi zifiri karanlık oldu. Bu karanlık nefesimi kesti, korkudan titremeye başladım.

Dayanamayıp "Işığı açar mısın?" dedim, bir yandan da derin derin nefes alıp sakin kalmaya çalıştım.

"Açıyorum," dediğini duydum ama onu görmedim, olanları görmüyor olmak beni daha çok korkuturken yürüdüğünü duydum.

Korkum, giderek arttı. Bacaklarım tir tir titremeye başladı. Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışırken bir anda çok büyük bir gürültü koptu, eşzamanlı olarak ışıklar açıldı.

Zaten var olan korkum yüzünden hafife alınmayacak kadar büyük bir çığlık attım, gözlerimi sımsıkı kapattım, ellerimi kulaklarıma bastırdım ve geriye gidip kendimce kendimi korumaya çalıştım.

İnsanların bağırma seslerini duydum, korkudan ne olup bittiğini bile anlayamazken benim çığlık sesim o bağırışları bıçak gibi kesti ve ürkütücü bir sessizlik oluştu.

Bu sessizlik bir an için garip geldiğinde korkudan bayılacak gibi hissediyor olsam da gözlerimi araladım ve o an karşımda tanıdık onlarca yüz gördüm. Gözlerim bir bir üzerlerinde gezdiğinde hepsinin gayet şık olduklarını, parti havasında olduklarını fark ettim.

Neler olduğunu anlayamazken onların da benden bir farkları yok gibiydi. Onlar da şaşkındı ve bunu fazlasıyla belli edecek bir yüz ifadesiyle bana bakıyorlardı fakat onlara bir açıklama yapmadım, etrafa bakınmaya devam ettim. Ta ki ileride kocaman harflerle yazan yazıyı görene kadar.

"İYİ Kİ DOĞDUN ELA."

Bunu düşünürken bir anda Sezgin'le göz göze geldim. Yaptığım şey sanki biraz onu da şaşırtmış gibiydi ama şu an şaşkın bir ifadeyle değil, kızgın bir ifadeyle bana bakıyordu. Kaşları çatık, dudakları düz bir çizgi hâlindeydi.

Bu bakışları fark etmek kendimi biraz olsun toparlamama neden olurken yeniden karşımdakilere baktım. Hepsi benden bir şey duymayı bekliyorlardı.

"Ben şey," dedim, nasıl devam edeceğimi bilemedim. O an Sezgin'in bakışlarının hâlâ üzerimde olduğunu fark edip derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve devam ettim.

"Doğum günümü unutmuşum," dedim, bazı yüzler gülerken bazıları hâlâ aynı bakışları atmaya devam ediyorlardı.

"Siz de bir anda karanlıktan çıktığınız için korktum doğal olarak," diye açıklamaya devam ettim, elimden geldiği kadar rahat göründüm.

"Ormanın ortasındaki bir evdeyken karanlıkta aniden çıkan onlarca kişi üzerinize gelse siz de korkarsınız," dedim, çoğu sesli bir şekilde gülmeye başladı. Onlar gülerken gözlerim yerdeki konfeti kağıtlarına çarptı ve patlayan şeyin de konfeti olduğunu anlamış oldum.

"Kız haklı şimdi," dedi Sezgin'in en yakın arkadaşının eşi Efsun ve devam etti. "Ben de korkardım," deyip gülmeye başladı, diğer herkes de ona eşlik ederken Sezgin'in de katılması çok uzun sürmedi. Ben ise sadece yalandan- o da çok küçük- tebessüm etmekle yetindim.

"Eee hadi o zaman parti devam etsin," diye bağırdı heyecanla bir kadın, o da Sezgin'in arkadaşlarından biriydi ama ismini hatırlayamamıştım.

Ben daha bunu düşünürken yeniden doğum günü şarkısını söylemeye başladılar. Sezgin bile onlara eşlik ederken ben olduğum yerde durdum. O sırada yeniden ışıklar kapatıldı, biri yanıma gelip bileğimden tuttu ve beni masanın yanına götürdü. Üstünde onlarca mum olan kocaman bir pasta getirdiler.

"Hadi, bir dilek tut ve üfle," dedi Efsun, gözümün ucuyla ona baktıktan sonra bakışlarımı Sezgin'e çevirdim. Tebessüm ederek izliyordu beni. Yüzümde tek bir mimik bile oynamazken yeniden önümdeki pastaya baktım ve gözlerimi kapattım.

"Yeniden yaşamak istiyorum."

Tek dileğim buydu, yeniden yaşamak... Fakat bunun benim için pek mümkün olmadığını da biliyordum. Sezgin hayatımda olduğu sürece yeniden yaşamam, mutlu olmam mümkün değildi ve Sezgin benim hayatımdan çıkacak biri de değildi. İşte bu yüzden bu dilek asla gerçek olmayacaktı.

Düşüncelerim yüzünden içim hüzünle dolarken gözlerimi açtım ve mumlara üfledim. Herkes aynı anda alkışlamaya başlarken Efsun elime bir bıçak tutuşturdu.

"Brezilya geleneğine göre doğum günü pastasının ilk dilimi en sevdiğine verilirmiş. Bakalım ilk dilim kime gidecek?" Efsun'un sorusu herkesi bir kez daha güldürdü, o sırada kocası yanına geldi ve kolunu omzuna attı.

"Sevgilim, kızın kocası yanında. Kocası varken burada daha fazla sevdiği biri olabilir mi sence?" Yalçın'ın bu sorusuyla Efsun omzunu silkti.

"Olsun, belki son anda beni daha çok sevdiğine karar verir," deyip kahkaha attı, sanki biraz sarhoş gibiydi. Yalçın, Efsun'un tavırlarına gülerken gözlerimi pastaya çevirdim.

Bu pastanın ilk dilimini onun dışında herkese verebilirdim.

Herkes dikkatle bana bakarken kimseyi bekletmemek için pastadan bir dilim kestim. Sonra o dilimi bir tabağa aldım. Bunu yaptıktan sonra bir an için duraksadım çünkü bunu yapmak hiç içimden gelmiyordu ama yapmak zorunda olduğumun da farkındaydım.

"Bak, düşündü işte! Kesin beni daha çok sevdiğini düşünüyor!" dedi Efsun ve gülmeye devam etti, aslında onunla samimi değildik, böyle düşünmesi için pek bir sebebi yoktu ama sonuçta sarhoştu da. Yaptıklarına geçerli bir sebep aramak zorunda değildik.

Bekliyor olmamı herkesin yadırgadığını fark edince daha fazla oyalanmak istemedim çünkü günlerce de beklesem birkaç dakika da beklesem aynı şeyi yapmak zorunda olduğumu biliyordum.

Böyle düşünürken yanımda duran Sezgin'e döndüm, dikkatle gözlerimin içine bakıyor ve gülümsüyordu.

O, öyle manyak bir adamdı ki yaptığı her şeye rağmen onu sevdiğimi düşünüyordu.

O, öyle bir ruh hastasıydı ki kendisinden nefret edebileceğim aklının ucundan dahi geçmiyordu.

Belki de hiçbir zaman gerçeği dile getirmediğim için de böyle olabilirdi ama gerçeği nasıl dile getirebilirdim ki? O zaman canım daha çok yanardı.

Sezgin, gülümseyerek beni izlerken pastayı ona uzattım. Bu, onun daha da büyük gülümsemesine neden olurken benim yüzümde tek bir mimik bir oynamadı.

"Of, ilk pasta bana gelmedi ya!" diyerek Efsun, Yalçın'a dert yanarken Sezgin hafifçe bana doğru eğildi ve dudaklarıma küçük bir buse bıraktı. Bu küçücük hareketi bile midemin bulanması için yeterken geri çekildi, gözlerimin içine baktı.

"Seni çok seviyorum." Bu söylediğine kendi inanıyor muydu acaba? İnsan hiç sevdiğinin canını yakar mıydı?

"Ben de," dedim ve yeni bir yalan söylemiş oldum, bu kadar kişinin içinde başka türlü davranamazdım ki.

Sezgin, gözlerimin içine bakmaya devam ederken ben ona bakamadım ve bakışlarımı çektim. Çoğunu tanıdığım ama hiçbir samimiyetim olmayan insanlardan gelen hediyeleri bir bir kabul ettim, herkese teşekkür ettim. Sonra görevli biri geldi, pastanın geri kalanını kesip servis etti herkese.

Müzik açıldı, çoğu kişi dans etmeye başladı. Neredeyse hepsi içmişlerdi ve çoğu sarhoştu, fazlasıyla da eğleniyor gibi görünüyorlardı. Eğlenmeyen bir tek ben vardım.

"Sürprizi sevmedin sanırım," diye yanıma geldi Sezgin ve elini belime koydu.

"Yoo sevdim," dedim duygusuz bir tavırla.

"Yüzün öyle demiyor," dedi.

Göz devirmemek için kendimi çok zor tuttum. "Yolda araba tuttu, midem kötü biraz," diye yalan söyledim ve ekledim. "Başım da ağrıyor." Bu gece burada kalacağımız belliydi ve şu an tek amacım bir an önce odaya kaçmak ve uyuyup bu geceyi bitirmekti.

Herkes benim için gelmiş olsa bile...

"Yol uzun, herkes erken ayrılacaktır bu yüzden. Giderler birazdan, dinlenirsin," dedi, sessiz kalıp başımı salladım.

Neyse ki gece gerçekten de uzun sürmedi. Biraz eğlendikten sonra herkes dönüş yolunun çok uzun olduğunu bahane edip erkenden kaçtılar. Geriye kalan birkaç çalışan salonu temizlerken Sezgin de son misafiri yolcu etmek için evden ayrılmıştı. Ben de bunu fırsat bilip yatak odasına kaçmış, telaşla üzerimi değiştirmiş ve buradaki pijamalarımı giymiştim.

Amacım bir an önce yatağa girmek, uyuyor taklidi yapmaktı fakat maalesef ki bu kez bu konuda başarılı olamamış, daha yatağa giremeden Sezgin odaya gelmişti bile.

"Hemen kaçmışsın odaya," dedi, korkudan kalbim küt küt atarken gözlerine bakmamaya çalıştım.

"Midem çok kötü, biraz uyusam iyi olacak," dedim ve yatağa doğru ilerledim. Bu yüzden ona arkamı dönmek zorunda kalmıştım. Yatağın yanına ulaştım, tam pikeyi kaldırmış yatağa girecekken ellerini vücudumda hissettim ve anında kaskatı kesildim.

"Karıcığım," diye fısıldadı, tuttuğum pikeyi sıkarken arkamdan sımsıkı sarıldı ve eşzamanlı olarak dudaklarını boynuma bastırdı. Gözlerimi sımsıkı kapattım, boğazım düğüm düğüm olurken mideme şiddetli bir ağrı girdi ve kusacakmış gibi hissettim.

"Seni çok seviyorum," dedi, hâlâ tutuyor olduğum pikeyi sıkmaya devam ettim. Onun da dudakları boynumda gezinmeye devam etti.

Kirpiklerim ıslandı, ağlamamak için kendimle savaştım. "Ela," diye fısıldadı bir an, titreyen bacaklarım yüzünden ayakta durmakta zorlanırken kollarımdan tuttu ve beni usulca kendine çevirdi.

"Çok güzelsin," dedi ve dudaklarıma doğru eğildi. Henüz dudakları dudaklarıma temas etmemiş olmasına rağmen midem çok fena bulandı. O bunu fark etmeden biraz daha yaklaştı, tam öpecekken buna tahammül edemeyeceğime karar verdim ve büyük bir cesaretle kendimi geri çektim.

"Özür dilerim," deyip telaşla banyoya kaçtım, banyo kapısının bilerek açık bırakıp sanki kusacakmış gibi klozete gittim.

Klozetin önüne diz çökmüş otururken duyduğum ayak sesiyle banyoda olduğunu anladım ve yanıma gelmesine fırsat vermeden işaret parmağımı ağzıma soktum, kendimi bilerek kusturdum.

Neyse ki o bunu fark etmedi.

Hâlâ arkamda durduğunu çok iyi bilirken işim bittikten sonra ayağa kalktım, sifonu çekip lavabonun başına gittim. Ağzımı çalkaladım, ağzımdaki iğrenç tattan kurtuldum ve elimi yüzümü yıkadım. Başımı kaldırdığımda Sezgin'in aynaya yansımasını gördüm. Uzanıp havluyu aldıktan sonra ona döndüm.

"Midem gerçekten çok kötü," deyip elimi yüzümü kuruladım.

"Gelirken ilaç alsaydık keşke," dediğini duyduğumda yalanıma inandığını anladım. Bu beni biraz olsun rahatlatırken bunu hiçbir şekilde belli etmedim, havluyu askıya astım.

"Uyursam geçer, yol yüzünden oldu." Yine aynı yalanı söyledim, banyodan çıktım ve yatağa gittim. O hâlâ banyo kapısında dikilmiş bana bakarken yatağa girdim, pikeyi üzerime çektim.

"Ben duş alacağım," dedi, gözlerimle onaylamakla yetindim ve gözlerimi kapattım. Çok geçmeden banyonun kapısı kapandı. Gözlerimi usulca araladım, banyoya girdiğinden emin oldum. İşte o an gerçek anlamda nefes alabildim.

Bu geceyi de atlatmıştım.

Üzerime çöken rahatlık gözyaşlarımın akmasına neden olurken hemen onları sildim ve gözlerimi yeniden kapattım. Aniden banyodan çıkarsa beni uyanık görsün istemedim.

Dakikalarda hareket etmeden öylece durdum. Bir süre sonra Sezgin banyodan çıktı. Bunu açılan banyo kapısının sesinden anlayabildim. Uyuma numarası yaptığımı anlamasın diye elimden geldiği kadar düzgün nefesler alıp verdim ve mimiklerimi kontrol ettim. Daha önce bunu defalarca kez yaptığım için artık bu konuda uzmanlaşmıştım.

Gardırobun kapağının açıldığını duyduğumda üstünü giyindiğini anladım. Şu an arkamda kaldığı için biraz daha rahat olurken çok geçmeden ışıkların kapandığını fark ettim. Yatağa gireceğini anlamak gerilmeme neden olurken yatak hareketlendi ve çok geçmeden ellerini vücudumda hissettim.

Tepkisiz kalmak için elimden gelenin fazlasını yaptım. Hissettiğim kadarıyla tişörtünü giymemişti. Onun tenini hissetmek kirpiklerimin bir kez daha ıslanmasına neden olurken sımsıkı sarıldı bana. Hemen ardından da yanağımdan öptü.

Kendime engel olamadım, bir kez daha gözümden bir damla yaş aktı ve yastığımı ıslattı. O an Sezgin biraz daha sıkı sarıldı bana ve gözümden bir damla daha yaş aktı.

Aldığı nefesi boynumda hissederken kollarının arasından bir put misali hareketsizce durdum. Aradan geçen on beş dakikanın ardından aldığı düzenli nefeslerle uyuduğundan emin oldum. Buna rağmen hareketsizce durmaya devam ettim. Ta ki bir saat kadar sonra uykusunun arasında beni bırakıp da diğer tarafına dönene kadar.

Uzaklaştığından emin olduğumda ben de döndüm ve sırt üstü uzandım. Gözümün ucuyla ona bakıp derin bir uykuda olduğunu fark ettim, gözlerimi tavana çevirdim. Her gece olduğu gibi o yanımda uyurken sessizce akıttım gözyaşlarımı.

Ağlarken ne ara uyudum bilmiyorum ama fazlasıyla hâlsiz bir şekilde gözlerimi araladığımda öğlen olmak üzereydi bile. Esneyip kendime gelmeye çalışırken yan tarafa baktım, Sezgin'in olmadığını gördüm. Muhtemelen erkenden uyanmıştır diye içimden geçirdim ve gözlerimi önüme çevirdim. Keşke bu odadan çıkmama hiç gerek olmasaydı da hiç onu görmeseydim.

Sıkıntıyla oflayıp doğruldum, yataktan çıkıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Ardından da aynadan bir an bile olsun kendime bakmadan banyodan çıktım. Kendime baktığım zaman çok üzülüyordum çünkü.

Pijamalarımı çıkarıp en sevdiğim şey olan siyah taytımı ve yine bir sweatshirt giydim. Ardından da yine bir spor ayakkabı giyip saçlarımı topladım ve odadan çıktım. Salona gittiğimde Sezgin'i göremedim, nerede olduğunu düşünürken bahçe kapısından eve girdiğini fark ettim.

Beni görünce tebessüm etti.

"Günaydın," dedi fazlasıyla keyifli bir tavırla ve yanıma geldi. Onun aksine dümdüz baktım yüzüne. Karşımda durduğunda gözlerimin içine bakarken iç geçirdi.

"Günlerdir olduğu gibi yine yüzün asık," dedi, sessiz kaldım. "Geçen gün için hâlâ kızgın mısın bana?"

Bu soruyla kaşlarımı çattım. "Geçen gün?" diye sorguladım.

Derin bir nefes aldı. "Kavga ettiğimiz gece," diye açıkladı ve devam etti. "Bir anlık öfkeyle olduğunu sen de biliyorsun Ela," derken pişman olmuş gibi bir hâli yoktu. "Ayrıca sen de çok üzerime gelmiştin."

"Hak ettim yani?" dedim öfkeyle, sessiz kaldı. Sweatshirtimi kaldırıp mosmor olan karnımı açtım. "Bunu yapmanı," diye ekledim. Gözünün ucuyla tekmelerinin karnımda oluşturduğu morluklara baktıktan sonra gözlerimin içine baktı.

"Ya da bunu," deyip moraran kolumu gösterdim, bu kez de koluma baktı. "Sırtımı ve bacaklarımı da görmek ister misin? Ama pardon onlar geçen gün olmamıştı, daha önce olmuşlardı değil mi? Bu yüzden pek bir önemi yoktur artık!"

"Tamam," dedi kolumdan gözlerimi çekip yüzüme bakarken. "Uzatma, oldu işte bir kere." Ne güzel bir açıklama değil mi? Oldu işte bir kere... O zaten her şeyi yapar ve sonrasında oldu bir kere deyip üstünü kapatmaya çalışırdı.

"Haklısın," dedim büyük bir hüzünle. "Oldu işte bir kere ve hep olmaya devam edecek değil mi?"

"Sabah sabah yine beni sinirlendirmeye mi çalışıyorsun?" diye sordu dişlerini sıkarak ve devam etti. "Ne istiyorsun, yine kavga edelim mi? Ne yaşıyorsan şu tavırların yüzünden yaşıyorsun zaten sen." O üste çıkmaya çalışırken sessiz kaldım yine.

"Her neyse hadi gidip biraz yürüyelim, ikimizin de sinirleri bozuk, temiz hava iyi gelir." Yine bir anda kapattı konuyu ve yine hiçbir şey olmamış gibi davrandı.

"İstemiyorum," dedim, mutfağa doğru yürümek istedim fakat izin vermedi, bileğimi tuttu ve engel oldu. Fakat bu sıradan bir tutuş değildi, canımı yakmak istercesine sımsıkı tutuyordu.

"Gidelim dedim," dedi dişlerini sıkarak. "Beni kızdırma," diye ekledi, bu kez öfkeyle gözlerinin içine bakmaktan kendimi alamazken gözleriyle kapıyı gösterdi.

"Hadi." Sesi o kadar uyarıcı çıktı ki eğer istediğini yapmazsam şu an vücudumda olan yaraların yenilerini açacağı çok belliydi. Bunu istemedim, canım zaten yanarken biraz daha yanacak olması fikri bana korkutucu geldi ve bir kez daha onun istediği şeyi yapmak zorunda kaldım.

Bileğimi usulca çekip ondan kurtardıktan sonra kapıya doğru yürüdüm, ağır adımlarla evden çıktım. Hemen peşimden de kendisi çıktı. Şoför, bizi gördüğünde arabadan indi. Muhtemelen arabaya bineceğimizi düşünüp kapıyı açmaya yeltendi.

Sezgin de bunu fark edip "Henüz gitmiyoruz," diye seslendi, o sırada şoförün yanına ulaşmıştık bile. "Biraz yürüyüş yapacağız," diye ekledi.

Şoför bir şey demezken yanından uzaklaştık, henüz evin bahçesinden çıkmadan Sezgin elimi tutmuştu bile. İstemeye istemeye yürüdüm onunla, ormanın içine doğru ilerledik. Hava soğuktu ama üşüyecek kadar da değildi.

Biraz ilerledik, yürüdükçe karnıma ağrı giriyordu ama sesimi çıkarmadım hiç. Her şey yolundaymış gibi davrandım. Bu şekilde biraz daha yürüdükten sonra Sezgin adımlarını yavaşlattı.

"Dün onlarca hediye geldi sana, partiye gelemeyenler bile hediye göndermişler hatta." Heyecanla söyledi bunu, sanki evdeyken hiçbir şey konuşmamışız da her şey iyiymiş gibi davranıyordu.

"Ne güzel," dedim keyifsizce, içimden başka bir şey söylemek de gelmemişti. Hatta doğrusu bunu bile söylemek gelmemişti ama söyledim.

"Her şey son anda gelişti, ben senin için bir şey alamadım." Göz devirmemek için kendimi çok zor tuttum, bu hareketleri fazlasıyla sinirimi bozuyordu.

"Bu sene farklı bir şey yapmak istiyorum," derken durdu, ben de durdum. O esnada elimi bıraktı ve ellerini cebine koydu. "Hediyeni sen seç istiyorum," diye ekledi, anlamsızca ve onun aksine hevessizce yüzüne bakarken devam etti.

"Bana istediğin herhangi bir şeyi söylemen yeterli olacak." Sessiz kaldım. "İstediğin bir şeyi yerine getireceğim, bu her şey olabilir."

Yüzümde alaylı bir ifade oluştu. "Sen, benim istediğimi yapabilecek bir adam değilsin."

Bu cümle kaşlarını çatmasına neden oldu. "Böyle konuşmaları sevmediğimi biliyorsun," dedi.

"Doğruyu söylüyorum sadece," dedim anında.

"İstediğin şey neymiş merak ettim doğrusu." Derin bir nefes aldım, cevap vermek yerine sessiz kaldım. "Hadi, söyle bana ne istediğini. Yapamayacağımı düşündüğün şey neymiş merak ettim doğrusu." O kadar kendinden emin konuştu ki sonunda ne olacağını bile bile onun bu hâlini bozmayı istedim.

"Senden boşanmak," dedim ve bir an için afalladığını fark ettim. "Bu hayattaki tek isteğim bu ve sen bunu yapacak bir adam değilsin."

Sözlerim karşısında gözlerimi gözlerinden bir an bile olsun çekmedi ve dikkatle baktı bana. Korku, beni ele geçirdi bir kez daha ama yine bunu hiç belli etmedim. Biraz sonra olacakları biliyordum. Canımın yanacak olmasını göze alarak kurmuştum bu cümleyi.

"Benden boşanmak," dedi, derin bir nefes aldı ve sanki çok komik bir şey söylemişim gibi güldü. "Benden boşanmak," diye yineledi, karşısında sessizce durmaya ve onu izlemeye devam ettim.

"Gerçekten karşıma geçip bana bunu mu söylüyorsun?" diye sordu, yine sessiz kaldım. Bana doğru bir adım attı, kendimi korumak için hazırlandım.

"Her şeyi senin için yaparken, sen mutlu ol diye elimden geleni yaparken sen karşıma geçip bana bunu mu söylüyorsun?" Dişlerini sıkarak sordu bunu, yine sessiz kaldım.

"Ne için peki? Öfkeyle yaptığım birkaç şey yüzünden mi?" Yaptığı şeyi küçümsemesi sinirimi bozdu.

"Bana olan sevgin bu kadar mı çabuk tükendi?"

"Sana olan sevgim," dedim histerik bir şekilde ve elimden geldiği kadar cesur olup devam ettim. "Bana vurduğun ilk gün tükendi." Göz bebekleri öfkeyle büyüdü. "Ve sonrasındaki her vurmanda da nefretim büyüdü."

"Nankörsün sen," dedi yine dişlerini sıkarak. "Tanıdığım en büyük nankörsün!" diye ekledi, bu kez sesi biraz yüksek çıkmıştı. Onun aksine sessiz kalmaya devam ettim.

"Senin yerinde başka bir kadın olsaydı eğer, tüm bunların kıymetini bilecek bir kadın, o zaman..." Ve ilk defa onun sözünü kestim.

"Başka bir kadın yok ama," dedim ve ekledim. "Ben varım ve var olmaktan nefret ediyorum. Elimden bir şey gelmiyor olmasından daha çok nefret ediyorum. En çok da senden..." dememle yüzüme sert bir tokat yemem bir oldu.

Bu, yaptığı diğer şeylerin yanında bir hiç olarak kaldığından hiç canım acımazken bir anda saçlarımın dibinden tutup başımı geriye çekti, yüzümü buruşturdum.

"Kes artık!" diye bağırdı, hatta haykırdı da diyebilirdim. "Beni daha fazla sinirlendirme!"

"Bırak!" dedim onun gibi dişlerimi sıkarak ve elinden kurtulmaya çalıştım.

"Boşanmak istiyorsun, öyle mi? Boşanmak!" Yine bağırdı, saçımı daha çok çekince bir kez daha yüzümü buruşturdum.

"Bırak!" dedim ama kurtulamadım elinden, o sırada tuttuğu saçlarımdan beni ileriye doğru itti ve yere düşürdü.

Düşmenin etkisiyle karnımdaki ağrı şiddetlendi. Bir anlık refleksle "Ah!" diye bağırıp karnımı tuttum. Bu ağrı o kadar baskın geldi ki avuçlarıma ve dizlerime batan taşların acısını çok fazla hissedemedim bile.

Ben daha karnımdaki ağrıyla baş etmeye çalışırken ayakları önümde belirdi. Kendimi geri çekmek istesem de bunun için geç kaldım ve attığı tekmenin hedefinde oldum. Bu yüzden canım daha çok yanarken bağırdım. O sırada durmadı ve yere diz çöktü, bir kez daha saçlarımın dibinden tuttu.

"Benden boşanacakmış," dedi bir kez daha. "Ne yapacaksın boşanıp kendine yeni bir hayat mı kuracaksın?" Alayla sordu bunu. "Ben buna izin verir miyim lan sence?" Bağırarak sordu bunu ve saçlarımı biraz daha çekti.

"Sen benden ancak ben ölürsem kurtulursun," dedi, canım yanarken öfkeyle baktım gözlerinin içine. "Tabii bu inadın yüzünden ölmeden seni öldürmeme neden olmazsan!" Gözlerim doldu, dişlerimi sıkıp acımı bastırmaya çalıştım.

"Bir gün gözüm dönerse bunu yapabileceğimi biliyorsun değil mi? Seni şimdi burada öldürüp şu ağacın dibine gömsem kimsenin ruhu duymaz. Kimse de peşine düşüp aramaz seni!" Açıkça tehdit etti, ona olan nefretim biraz daha attı.

"Yeter!" dedim, elinden kurtulmaya çalıştım. Eşzamanlı olarak gözyaşlarım akmaya başladı. "Yeter bırak!" Bağırdım, canımı yakmak istercesine saçlarımı daha sert çekti.

"Yeter dedim yeter!" Avazım çıktığı kadar bağırdım ve öfkeme yenik düşüp bir an bile düşünmeden elime geçirdiğim ilk taşı kafasına geçirdim.

"Bıktım yeter!" Yine aynı şeyi haykırdım, kafasına aldığı darbeyle saçlarımı bıraktı ve sarsılıp geriye doğru sendeledi.

"Siktir!" dediğini duydum, o an hâlâ yanan canım öfkeden gözümü döndürdü ve elime ilk geçen -avucuma sığmayacak kadar büyük olan- taşı aldım. Bu kez atmak yerine o taşla kafasına vurdum, yere düşürdüm.

"Öl o zaman!" diye bağırdım, öfkeme sahip çıkamayıp yanına yaklaştım ve yerde yatarken aynı taşı bir kez daha kafasına vurdum.

"Öl o zaman! Öl artık! Öl! Öl! Öl!" Üst üste aynı şeyleri bağırdım ve kafasına bir kez daha taşla vurdum.

Sonra bir kez daha...

Ve bir kez daha...

"Hayatımı mahvettin!" Acıyla haykırarak kurdum bu cümleyi ve gözyaşlarına boğuldum. O esnada bir kez daha vurdum kafasına.

Kafası yarıldı, yüzü kan içinde kaldı.

"Hayatımı mahvettin öl artık, öl!" Bağırmaya devam ettim, bağırırken birkaç kez daha vurdum kafasına. Yüzündeki kan o kadar arttı ki boynu bile kanlar içinde kaldı. Tıpkı benim ellerimin ve sıkı sıkı tuttuğum taşın kanlar içinde kalması gibi.

"Nefret ediyorum senden!" Gözyaşları içinde bağırdım ve son kez taşı vurdum kafasına. Güçsüz düşen kollarım yüzünden taşı daha fazla taşıyamayıp kan olan toprağın içine düşürürken başımı önüme eğdim.

Açılan saçım yüzümün önüne düşüp de bakış acımı kapatırken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Ta ki kulaklarımın aşina olduğu bir sesi duyana kadar...

"Siktir! N'aptın sen?" Başımı hafifçe kaldırdım, yüzüme düşen saçlarım kendiliğinden geriye düşerken başımda dikilen şoföre baktım. Yaşlı gözlerim yüzünden bulanık görüyor olsam da şaşkın bakışlarını fark etmemek mümkün değildi.

Gözlerimi ondan çekip az önce ne yaptığımı yeni fark etmişçesine ellerime baktım, gördüğüm kan daha çok ağlamama neden olurken bakışlarımı hareketsiz bir şekilde yatan Sezgin'e çevirdim.

Yüzü tanınmayacak bir hâldeydi ve her yeri kan içinde kalmıştı.

Ağlamam, yaşadığım korku yüzünden şiddetlenirken hâlâ yerde oturuyor olduğumdan sürünerek uzaklaştım ondan. Toprağa karışan kanın konusu ciğerlerimi doldururken kusacakmış gibi hissettim.

"Sez-" Devam edemedim, hıçkırdım. "Sezgin," diyebildim bu kez ve bir kez daha gözyaşlarına boğuldum.

Bir metre kadar ileride duran şoför yanımıza yaklaştı, bir an bile olsun tereddüt etmeden Sezgin'in yanına oturdu ve elini boynuna koydu. O an her ne olduysa gözlerindeki şaşkınlığı net bir şekilde gördüm. Elini Sezgin'in boynundan çekti ve onu inceledi. Ben de hiçbir şey yapmadan gözyaşları içinde onu izledim.

Gözleri ağır ağır beni buldu, gözlerimin içine baktı. Ondan bir şeyler duymayı bekledim. Ne duymayı istedim ya da ne olsun istedim bilmiyorum ama bir şeyler söylemeliydi ve neyse ki bunun için beni daha fazla bekletmedi.

"Ölmüş." Duyduğum bu tek kelimeyle damarlarımda akan kanın bile soğuduğunu hissettim, bu soğuklukla vücudum ürperdi ve tir tir titremeye başladım.

Ölmüş...

Bu kelime zihnimin içinde yankılanmaya devam ederken Gökhan da gözlerimin içine bakmaya devam ediyordu. Ben ise ona bakamadım, bakışlarımı ondan çektim ve Sezgin'e odaklandım.

Hayatımı mahveden adam gözlerimin önünde, yerde kanlar içinde cansız bir şekilde yatıyordu ve bunu ona yapan bendim.

Onu öldürmüş, katil olmuştum.

"Acı insana güç verir."

Yine aynı yaşlı adamın sesi yankılandı kulaklarımda, yine bana aynı cümleyi kurdu ve ben artık o cümlenin gerçekliğine hiç inanmıyordum.

Acı, insana güç vermezdi. Aksine insanın acısı ne kadar büyük olursa, güçsüzlüğü de o kadar büyük oluyordu. Ve bir insanın güçsüzlüğü ne kadar büyük olursa yapacakları da o kadar büyük oluyormuş meğerse.

Tıpkı benim, canımı yakan adamın canını almam gibi...

Bugün çok iyi öğrendim ki; güçlü bir acı zayıf insanlar yaratıyordu ve o zayıf insanlar bu acıyla baş edemeyip gün geldiğinde hiç yapmaması gereken şeyleri yapabiliyorlardı.

Ben de yapmıştım işte, onu öldürmüştüm.

Ve benim güçlü acım, bir katil yaratmıştı.

Bu düşünce kalbime derin bir sızının yerleşmesine neden olurken tek bir kelimeyle yok olduğumu hissediyordum. Hem de iliklerime kadar.

Ölmüş...

İşte kulaklarımda yankılanan bu kelime benim yok oluşumun habercisiydi ve ben bu yok oluşun geri dönüşü olmayacağını bilecek kadar neler olduğunun farkındaydım.

Bu farkındalık kalbimin korkudan hızla atmasına neden olurken bir yandan da nefesimi kesiyordu. Bu yüzden de kısa ve bir o kadar da hızlı nefesler alıp kanlar içindeki Sezgin'e bakmaya devam ediyordum.

Yine aynı ses kulaklarımda yankılandığında gözlerimi ağır ağır ellerime çevirdim. Parmaklarımdan damlayacak kadar kan içinde kalan ellerim beni daha büyük bir korkunun içine sürüklerken telaşla ellerimi yerdeki toprağa sürdüm ve kandan kurtulmaya çalıştım.

"Kulağından kan gelmiş." Gökhan'ın söylediği şeyi duyduğumda yaptığım şeye son verip hızla başımı kaldırdım, ona baktım ve hâlâ Sezgin'le ilgilendiğini gördüm. "Ve burnundan da," diye ekledi, gözleri beni buldu.

"Bunu nasıl yaptın?" diye sordu fazla şaşkın bir ses tonu ve yüz ifadesiyle. "Öldürmüşsün adamı," derken hesap sorar ya da suçlar gibi bir hâli yoktu.

"Hayır," dedim, başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, hayır," diye devam ettim, anlamsızca baktı. Eşzamanlı olarak gözyaşlarım yeniden akmaya başladı. "Ölmedi," diye ekledim ve dizlerimin üzerinde sürünüp kanlar içindeki Sezgin'e yaklaştım.

Ardı arkası kesilmeyen gözyaşlarım yüzünden bulanık görürken kanlı ellerimi göğsüne koydum ve hafifçe sarstım onu.

"Uyan!" dedim hıçkırarak ağlarken. "Aç hadi gözlerini, uyan!" Bağırdım, biraz daha sarstım onu. "Yalvarırım uyan, uyan!" Bağırmaya devam ettim, bağırırken de onu pek de kibar olmayacak şekilde sarsmaya devam ettim.

"Sakin ol," dedi Gökhan, onu dinlemeyip Sezgin'i uyandırmak için sarsmaya devam ettim.

"Uyansana! Allah kahretsin aç gözlerini!" Bağırdım, bir süre sonra onu sarsmayı bırakmış ve vurmaya başlamıştım. "N'olur aç gözlerini n'olur!" Bağırmaya, vurmaya ve ağlamaya devam ettim. Gözyaşlarım o kadar hızlandı ki artık hiçbir şeyi göremez oldum.

"Öldürmedim, ölmedin! Uyan hadi, uyan!" derken bir anda ellerim tutuldu, Sezgin'den uzaklaştırıldı.

"Bırak!" diye bağırıp ellerimi kurtarmaya çalışırken Gökhan bir anda ellerimi bıraktı ve yüzümü avuçlarının arasına aldı, kendisine bakmamı sağladı.

Onunla göz göze geldiğim an daha çok ağlamaya başlarken fazlasıyla yumuşak çıkan sesiyle "Sakin ol," dedi, buna rağmen ağlamaya devam ettim. "Sakin ol," diye yineledi.

"Ben yapmadım," dedim gözyaşlarına boğulurken ve başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben yapmadım," diye yineledim.

"Tamam, sen yapmadın," dedi, hâlâ yüzüm avuçlarının arasındaydı ve kendisine bakmamı sağlıyordu. "Sakin ol şimdi," dedi ama bu şu an benim için çok da kolay olmadığı için başarılı olamadım ve içimden geldiği gibi ağlamaya devam ettim.

Bir yandan da "Ben yapmadım," demeyi ihmal etmedim ve üst üste aynı şeyleri söyledim. "Ben yapmadım, ben yapmadım!" derken aynı zamanda başımı sağa sola sallıyordum.

Her geçen saniye şiddetlenen ağlamam yüzünden nefesim kesilirken Gökhan gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Derin bir nefes al," dedi, söylediği şeyi yapmaya çalıştım ama başarılı olamayıp hızlı ve kısa nefesler almaya devam ettim.

"Sakin ol, derin bir nefes al."

"Ben yapmadım, ben yapmadım." Sürekli aynı şey döküldü dudaklarımdan, başka hiçbir şey söylemedim, söyleyemedim. Zaten bir süre sonra ağlamaktan bunları da söyleyemedim ve bağıra bağıra ağlamaya başladım.

Gökhan o esnada bir şeyler söyledi, hareket eden dudaklarını fark ettim ama ne söylediğini anlayamadım, sesini duyamadım. Bunu fark etmiş gibi bana kendini duyurmak istercesine daha yüksek bir ses tonuyla konuştu. Bunu yüzünde oluşan ifadeden gayet net anladım ama yine onu anlayamadım, sadece ağlamaya devam ettim.

Ağlamaktan kesilen nefesim yüzünden başım dönmeye başlarken yüzümü bıraktı, bir anda bana yaklaştı ve sarıldı. Onun sarılmasıyla nefes almayı bile bırakırken elini saçlarımda hissettim, saçlarımı okşadı.

Kollarının arasında, kaskatı kesilmiş bir hâlde kalakalırken saçlarımı okşamaya ve bana sımsıkı sarılmaya devam etti. İşte o an söylediklerini de anlayabildim.

"Geçecek," dedi yumuşacık sesiyle. "Sakin ol Ela, geçecek," diye ekledi. "Hiçbir şey olmayacak, korkma." Onun sözleri sakinleşmem için yeterli olmazken yeniden akmaya başladı gözyaşlarım.

"Korkma, ben buradayım." İşte bu cümleyle daha fazla tutamadım kendimi ve yeniden ağlamaya başladım. Bu kez ağlarken yüzümü onun göğsüne gömüp sakladım.

"Tamam, ağla," dedi, elleri hâlâ saçlarımdaydı.

"Rahatla," diye ekledi, bu sözlerle daha şiddetli ağlamaya başlarken bir yandan da zorlukla konuştum.

"Ben yapmadım." Yine söylediğim şey aynı şey olurken Gökhan beni sakinleştirmeye devam etti.

"Tamam, sen yapmadın," dedi, buna inanmadığı hâlde beni sakinleştirmek için bunu söylediğini çok iyi bilirken kulağıma aynı şeyleri fısıldadı.

"Korkma, geçecek, hiçbir şey olmayacak."

Korkmam gerektiğini, hiçbir şeyin geçmeyeceğini ve bundan sonra çok daha fazla şeyin olacağını, hayatımın biraz daha mahvolacağını çok iyi bildiğim hâlde onun bu sözleri bana sakince ve bir o kadar da yumuşak bir tavırla söylemesi biraz olsun sakinleşmem için yeterli oldu.

"Derin nefes al," diye fısıldadı kulağıma, dediğini yaptım, derin bir nefes aldım. Bu sayede biraz da olsa kendimi iyi hissedince başımı göğsünden uzaklaştırıp yüzüne baktım.

Gözyaşlarım o an biraz olsun durulurken onun gözlerinden gözlerimi bir an bile olsun çekemedim. Çektiğim an bakacağım kişi belliydi çünkü ve ben ona bakmak istemedim.

Biraz olsun sakinleşmem, onun da sessizleşmesine neden olurken ormanda duyulan tek şey rüzgârın uçurduğu yaprakların sesiydi. O ses kulaklarımı doldururken ismi dışında başka hiçbir şeyini bilmediğim, hiç tanımadığım adamın gözlerinin içine bakarken o cümle dudaklarımdan kendiliğinden döküldü.

"Ben yaptım." Gözlerinin kenarı kısılırken sessiz kaldı. Ben ise susmak yerine hayatımın en zor cümlesini de kurdum. "Onu öldürdüm," dedim ve gözlerimden birer damla daha yaş aktı.

Bu itirafım karşısında Gökhan tek kelime bile etmezken hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. Beni geçtim, bunun ona bile ağır geldiğini fark ederken gözyaşlarım yeniden akmaya başladı ve bir kez daha "Öldürdüm," dedim.

Gökhan, ellerini sonunda yüzümden indirdi ama benden uzaklaşmadı ve yakınımda durup gözlerimin içine bakmaya devam etti.

"Katil oldum," dedim, az önceki sakin hâlim bu cümleyle yok oldu ve bir kez daha gözyaşlarına boğuldum.

Gökhan, hâlâ sessiz kalırken başımı önüme eğdim. Saçlarım bir kez daha yüzüme düşüp yüzümü kapatırken içimden geldiği gibi ağlamaya devam ettim. Ağlarken bir yandan da konuşup kendimi açıkladım.

"Böyle olsun istemedim," dedim ve hıçkırdım. "Yemin ederim böyle olsun istemedim," diye ekledim ve ağlarken bir kez daha hıçkırdım.

Gökhan ise susmaya devam etti.

"Sadece..." Ve yine hıçkırdım, hıçkırdıktan sonra iç geçirip devam ettim cümleme. "Ben de onun canını yakmak istemiştim." Bu cümle canımı öyle bir yaktı ki ağlamam daha da şiddetlendi.

"Ben onu öldürmek istemedim," deyip kendime olan öfkemle yere vurdum. "Öldürmek istemedim!" diye bağırdım ve yine daha da şiddetli ağlamaya başladım.

"Ben de onun canını yakmak istedim mi dedin sen?" Sessizliğini bu soruyla bozdu, başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktım. Az önceki kadar şaşkın değildi, dümdüz bir ifadeyle bakıyordu bana.

"Ben," deyip sustum, ona kendimi anlatacağım onlarca cümlem varken susmayı tercih ettim. Ne de olsa anlamayacaktı ki beni. Hem zaten anlasa ne olacaktı ki?

Benim için her şey bitmişti artık.

Onu öldürmüştüm ama onunla birlikte kendimi de öldürmüştüm ben.

Daha dün yeniden yaşamayı dilemiştim ama şimdi kendimi yeniden yaşamanın mümkün olmayacağı bir durumun içine mahkûm bırakmıştım.

Artık hiçbir şeyin geri dönüşü yoktu. Benim için her şeyin bittiği gibi, ben de bitmiştim artık, tükenmiştim.

Gökhan, sorduğu sorunun cevabını beklerken merakla gözlerimin içine bakıyordu fakat benim ona verebileceğim bir cevabım yoktu. Bu yüzden yeniden eğdim başımı öne ve yeniden ağlamaya başladım.

Şu saatten sonra kendim için ağlamaktan başka elimden bir şey gelmezdi.

"Ela," diye seslendi Gökhan yine yumuşacık çıkan sesiyle. "Bana bir şeyler anlatmalısın," diye ekledi, başımı kaldırıp ona bakamadım. "Anlat ki, yardım edebileyim sana."

Yardım etmek? Artık hiç kimse bana yardım edemezdi.

Yıllardır bir bataklığın içindeydim, kurtulmak için çırpınıyordum fakat bugün o bataklığın en dibine batmış, boğuluyordum. İşte bu yüzden hiç kimse bana yardım edemezdi çünkü elimi tutacak olan herkesin eli kana bulanacak ve sonu tıpkı benim gibi o bataklığın dibi olacaktı.

Bu düşünceler beni daha çok ağlatırken toprağın üzerindeki kanlı ellerimde onun elini hissettim. Bu minik dokunuş irkilmem için yeterli olurken telaşla elimi çektim ondan ve işte o an onun da elindeki kanı fark ettim.

Bana dokunduğunda mı Sezgin'i kontrol ettiğinde mi oldu bilemezken başımı usulca çevirdim ve cansız bir şekilde yatan Sezgin'e baktım. Bir kez daha onu o hâlde görmek beni gözyaşlarına boğarken gözlerimi sımsıkı kapattım.

Bu görüntüyü zihnimden sonsuza dek silmek istiyordum.

"Ela," dedi bir kez daha Gökhan, gözlerimi aralayıp ona baktım. "Hadi, ne olduğunu anlat bana. Sana başka türlü yardım edemem."

Bu türlü de yardım edemezdi ki zaten bana.

Gözlerimi yeniden çektim ondan, unutmak istediğim o görüntüye baktım. Daha fazla dizlerimin üzerinde duramayıp kalçamın üzerine düşerken sırtımı arkamdaki ağaca yaslamış ve Sezgin'e bakmaya devam ediyordum.

Gökhan ise bana...

Hiç anlatmak, konuşmak, hatta tek kelime bile etmek istemediğim hâlde "Ben," diye girdim yine konuya ve sustum. Boğazımdaki düğüm konuşmama engel olurken yutkundum ve bundan kurtulmaya çalıştım. Sanki bu mümkünmüş gibi...

"Gerçekten böyle olsun istemedim," diye devam ettim konuşmama, başımı yeniden önüme eğdim. Tırnaklarımı parmaklarımın ucuna batırırken ve kendi canımı yakarken sorduğu şeyi duydum.

"Bunu yapmana neden olacak ne yaptı sana?" Bu cümle kalbimin orta yerine ateş düşürürken bakışlarımı usulca ona çevirdim.

"Aldattı beni." Şaşkınca kalakaldı karşımda.

"Aldattı," diye tekrar etti büyük bir şaşkınlıkla. "Bu yüzden mi..." Soracağı soruyu anladığım an devam etmesine izin vermedim.

"Hayır," deyip sorusunun cevabını verdim. "Bu yüzden değil." Tek kaşını kaldırdı, meraklanmış gibiydi. Hâlâ dolu olan gözlerimden birer damla yaş düşerken devam ettim.

"Bunu öğrendiğimde sanki ben yapmışım gibi sinirlendi, o gün..." deyip sustum, ağlamam daha baskın geldi ve yeniden ağlamaya başladım.

"O gün ne, ne oldu o gün?" Merakla sordu bunu, dudaklarımı birbirlerine bastırıp burnumu çektim.

"Vurdu bana."

Bu tek cümle aslında çoğu şeyi açıklıyordu.

"Şerefsiz herif!" Bir anda öfkeyle verdiği bu tepki beni afallatırken ne diyeceğimi bilemeyip sustum. O an öfkeyle ellerini yumruk yaptığına şahit oldum. Bu hareket beni korkuturken kendimi hafifçe geri çekmeden duramadım.

O ise bunu fark etmeden "Sonra peki?" diye sordu.

"O evden gitmek istedim," dedim, gözlerimi yere çevirdim ve o günü hatırladım.

Hayatımın mahvolduğunu anladığım o ilk günü...

"İzin vermedi." Bu cümle büyük bir acıyla döküldü dudaklarımdan. "Sonra hep devam etti aynı şeyi yapmaya," dedim, kirpiklerimde asılı duran yaşlar yanaklarımdan süzüldü. "Çoğu şeye engel olmaya başladı, zamanla beni o eve hapsetti," deyip yeniden ona baktım, devam edecekken engel oldu bana.

"Şimdi peki, şimdi ne oldu da böyle oldu?" diye sordu, gözlerim ağır ağır yeniden Sezgin'i buldu. Onu gördüğüm an mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim.

"Şimdi," dedim, boğazımdaki yumru konuşmama engel oldu. Gökhan'ın dikkatle bana baktığını fark ederken gözlerimi Sezgin'den çekemedim. "Yine vurdu bana," diye devam ettim konuşmama. Gökhan'ın hâlâ dikkatle bana baktığını bilirken başımı ona doğru çevirdim ve gözlerinin içine baktım.

"Boşanmak istediğimi söylediğim için." Kaşlarını çattı, bakışları sertleşti. "Ben ölmeden benden kurtulamazsın dedi. Sonra da seni öldürüp şu ağacın dibine gömsem kimsenin ruhu duymaz dedi. Sinirlendim, korktum, taşla vurdum kafasına. Sonra durduramadım kendimi, devam ettim. Canım çok yanıyordu, onunki de çok yansın istedim ama ölsün istemedim. Katil olmayı istemedim," dedim ve bir kez daha ağlamamam şiddetlendi, gözyaşlarına boğuldum.

"Tamam, ağlama artık," dedi sanki çok normal bir durumun içinde çok normal bir şey konuşuyormuşuz gibi ve devam etti. "Ağlayarak bir şeyleri çözemezsin."

Bu durumdayken bir şeylerin çözülebileceğini mi düşünüyordu ki? Artık çözülecek hiçbir şey yoktu benim için. Dedim ya benim için her şey bitti diye...

Bu düşünce beni daha çok ağlatırken zar zor susturdum kendimi ve yapılabilecek tek şeyi söyledim. "Polis," dedim, Gökhan Sezgin'de olan bakışlarını telaşla bana çevirdi.

"Ne?" Öyle bir sordu ki bunu, bu durumda bile şaşırmadan edemedim. Neden böyle telaşlanmıştı ki?

"Polisi aramalısın."

Dudaklarının arasından bıraktığı nefesi fark ettim.

Ne için telaşlandı da böyle oldu anlayamazken "Doğru," dedi, gözünün ucuyla Sezgin'e baktı. "Polisin gelmesi lazım."

Gözlerimi sımsıkı kapattım, bu cümleden sonra bir şeyler daha söyledi ama zihnimdeki düşünceler onu anlamama engel oldu.

Birazdan polisi arayacaktı ve burası polislerle dolacaktı. Sonra beni alıp karakola götüreceklerdi, orada her şeyi anlatacaktım. Hatta anlatmama bile gerek yoktu ki, her şey ortadaydı ne de olsa. Sonrasında da ne olacağı malumdu. Nereye gideceğim belliydi. Kendi ellerimle kendi hayatımı mahvetmiştim.

Bu düşünceler canımı daha çok yakarken Gökhan yanımdan kalktı. Gitmek yerine durdu ve uzun uzun Sezgin'e baktı. Bakışlarında öfke ve büyük bir nefret vardı. Bunun farkına varırken gözlerini yeniden bana çevirdi ve ardından tek kelime bile etmeden uzaklaştı yanımdan, eve doğru gitti.

O giderken Sezgin'e baktım. Bir metre kadar uzağımdaydı. Gözlerimi ondan çekemezken yeniden sırtımı arkamdaki ağaca yasladım, dizlerimi karnıma kadar çektim, kollarımı dizlerime sarıp çenemi de dizlerimin üzerine koydum ve ona bakmaya devam ettim.

O an ilk defa uzun zaman sonra ona böyle uzun uzun baktığımı fark ettim. Çok uzun zamandır ona böyle bakamıyordum, çünkü ondan korkuyordum. O uyurken bile yapamıyordum bunu. Oysa bir zamanlar en çok ona bakmayı, en çok onun yanında olmayı severdim. Bir tek onun yanında korkmazdım ama zamanla bir tek onun yanında korkar olmuştum.

Gözyaşlarıma yine engel olamadım, yine akmaya başladılar. Kalbim, öyle acıdı ki bu acıyla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum ve ne yazık ki artık ondan o kadar nefret ediyorum ki bu acım, onun gözlerimin önünde bu hâlde olmasından dolayı bile değildi.

Benim birini öldürmüş olmamdan dolayıydı...

Gözlerimden düşen her damla aslında zaten sadece kendim içindi, onun için değil. Ölmesini dilerken şu an delicesine uyanmasını istemem bile kendim içindi, onun için değil.

Ona daha fazla bakmak istemeyip başımı dizlerimin üzerine koydum, kollarımı da dizlerime biraz daha doladım ve başımı dakikalarca bir daha hiç kaldırmadım, etrafıma hiç bakmadım ve sadece ağladım.

Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık burnuma gelen ve ciğerlerimi dolduran kan kokusu midemi bulandırmaya, elimde kuruyan kan da beni rahatsız etmeye başlamıştı fakat buna rağmen başımı kaldırmadım ve polislerin gelmesini, beni buradan almalarını bekledim.

Dakikalar sonra birinin kuru yapraklara basarak çıkardığı sesi duyduğumda Gökhan'ın geriye döndüğünü anladım. Bu, polise haber gittiğinden emin olmam için yeterli olurken ellerimi yumruk yaptım. Tırnaklarım avuçlarıma batarken başımı kaldırmamayı tercih ettim ve o an bir şeylerin yere düşme sesini duydum.

"Orada öyle hiçbir şey yapmadan duracak mısın?" Gökhan'ın bu sorusuyla kaşlarım çatılırken usulca başımı kaldırdım.

Gördüğüm ilk şey; yerdeki kazma ve kürek oldu.

Anlamsızca onlara baktıktan sonra gözlerimi Gökhan'a çevirdim. Çıkardığı montunu ilerideki bir ağacın dalına astı, ardından da üzerindeki beyaz gömleğin kollarını dirseklerine kadar katladı.

Aynı anlamsız bakışları atmaya devam ederken gözleri bir an bile olsun bana değmedi ve Sezgin'e yaklaştı. Hâlâ ne yaptığının anlayamazken Sezgin'in ayaklarından tutup bir metre kadar öteye sürükledi.

Daha fazla dayanamayıp "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum, Sezgin'in ayaklarını pek de kibar olmayacak şekilde bıraktıktan sonra bana doğru geldi. Yanıma geleceğini zannederken benden biraz uzakta duran kazmaya gitti ve eğilip yerden aldı. Doğruluğunda sonunda gözleri beni bulmuştu.

"Merak ettim," dedi, yüzündeki anlamsızlık daha da büyüdü. O da bunu fark etmiş olacak ki "Hani demiş ya 'Seni öldürüp gömsem kimsenin ruhu duymaz,' diye? Gerçekten de duymayacak mı onu deneyeceğim," diye açıkladı.

Bu açıklama benim için yeterli olmazken ve dümdüz bir ifadeyle ona bakmaya devam ederken ilerideki kocaman gövdesi olan ağacı gösterdi.

"Şu ağaçtan bahsetti değil mi?" diye sordu ve cevap vermemi bile beklemeden elindeki kazmayla birlikte o tarafa gitti.

Ağacın yanına ulaştığında durdu ve bir an bile olsun düşünmeden kazmayı kaldırıp toprağa indirdi. O birkaç defa daha bunu yaparken telaşla yanına gittim.

Şu an şaşkınlığım o kadar büyüktü ki geriye ne korku kalmıştı ne de başka bir duygu...

"Aklını mı yitirdin sen?" Büyük bir şaşkınlıkla sordum bunu, o ise bana cevap vermeden toprağı kazmaya devam etti.

"Hey!" Sesim yüksek çıktı bu kez. "Kime diyorum ben ya, ne yapıyorsun sen?" Yine bağırdım ve sonunda kendimi ona duyurdum, başını kaldırıp bana baktı.

Göz göze geldiğimizde sabırla ondan mantıklı bir şeyler duymayı bekledim. O ise uzun uzun gözlerimin içine baktıktan sonra dudaklarından dökülen ilk cümle tam olarak şu oldu;

"Sesin güzelmiş."

Bu cümle karşısında bozguna uğrarken bunu fazlasıyla belli edecek şekilde baktım gözlerine ve istemsizce "Ne?" deyiverdim.

"Sesin güzelmiş diyorum, ilk defa bu kadar net duydum."

Şaşkınlığım daha da artarken o benim aksime gayet rahat bir tavırla devam etti. "Daha önce hep ağlayacakmışsın gibi çıkıyordu sesin."

Gözlerimi kapattım ve sakin kalmak için derin bir nefes aldım.

Gözlerimi yeniden açtığımda ve yeniden onunla göz göze geldiğimizde "Sen gerçekten aklını yitirmişsin," dedim, o da derin bir nefes aldı ve sessiz kaldı. "Bu yaptığın saçmalıktan başka bir şey değil, şimdi o elindekini hemen bırak ve..." Sözümü kesti.

"Polisi mi arayayım?" diye sordu.

Başımı salladım. "En doğrusu bu," dedim anında.

"Sonra ne olacak peki?" diye sordu o da hemen, yine anında cevap vermek istedim ama bu kez bunu yapamadım çünkü bu kez vereceğim cevap canımı yakıyordu. "Hayatının sonuna kadar seni bir yere hapsedecekler!" Sanki ben bunun farkında değilmişim gibi söyledi.

"Ben bunu hak..." Yine devam etmeme izin vermedi.

"Kaybedecek hiçbir şeyin yok, öyle ya da böyle başına bir kere bela aldın, batabileceğin kadar battın," deyip Sezgin'in cesedini gösterdi.

"En dibi bu, daha dibi yok!" Bu cümle bile yeniden gözlerimin dolması için yeterli oldu.

"Ya dipte kalmaya, boğulmaya razı olacaksın ya da şansını deneyecek ve kurtulmaya çalışacaksın." Tüm bunları kendinden çok emin bir şekilde söyledi ama atladığı bir şey vardı.

"Haklısın," dedim, ellerimi iki yana açtım. "Kaybedecek hiçbir şeyim yok." Ona hak vermiş olmamdan dolayı memnun olur gibi olurken "Peki ya sen?" diye sordum, tek kaşını kaldırdı. "Senin kaybedecek bir şeyin yok mu?"

Gözlerini benden çekti, sessizce soruma cevap vermesini bekledim.

Simsiyah gözleri az sonra yeniden beni bulduğunda hâlâ kendinden fazlasıyla emin görünüyordu. Sırf bu yüzden onun konuşmasını beklemeyip devam ettim konuşmaya.

"Gerçekten haklısın," dedim ve Sezgin'e baktım. "En dip bu, daha dibi yok," derken sesim yine ağlayacakmışım gibi çıktı, gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Ben yıllardır bataklıktayım, şimdi o bataklık beni içine çekti ve boğuyor. Sen peki? Sen niye kendini bunun içine atıyorsun?"

Bu sorum onu düşündürdü, düşünüyor olması biraz sonra en doğru şeyi yapacağına inanmam için yeterli olurken gözlerini benden çekti ve kazdığı toprağa baktı. O an yüzümde buruk bir ifade oluştu, çünkü ne yaptığını ancak anlayabildiğini fark ettim. Aklı başına geliyor diye içimden geçirirken gözleri yeniden beni buldu.

"Bilmem," dedi, elindeki kazmayı hafifçe yere vurdu. "Belki ben de dibe batmayı seviyorumdur," demesi ve kazmayı yeniden havaya kaldırıp toprağa indirmesi bir oldu.

Ne söyleyeceğimi ve ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece durmuş ona bakarken toprağı kazmaya devam etti.

Ona bir şeyler anlatamayacak kadar kendimi kötü hissederken Sezgin'e baktım. Bir an için içinde bulunduğum bu an bana çok garip geldi. Bana şiddet uygulayan adamı -kocamı- öldürmüştüm ve hiç tanımadığım bir adam onun mezarını kazıyordu, ben de başında durmuş bunun doğru olmadığını söyleyip onu vazgeçirmeye çalışıyordum.

Gözlerimi kanlı ellerime çevirdim. Her şey bir yana ben birini öldürmüştüm, katil olmuştum. Bu düşünce mideme ağrı girmesine neden olurken o ağrı yüzünden midem bulanmaya başladı. Bu bulantıyla baş etmeye çalıştım ama başarılı olamadım, kusacağımı anladığım ilk an kendimi başka bir ağacın altına attım ve midemdeki her şeyi çıkardım.

Kusmak, nefes nefese kalmama neden olurken biraz olsun iyi hissetmek için derin bir nefes aldım. Fakat temiz havayı içime çekmeyi umut ederken kan kokusunu içime çektim ve bir kez de bu yüzden midem bulandı, bir kez daha kustum.

"İyi misin?" Gökhan'ın sorduğu soruyu duyduğumda omzumun üstünden ona baktım. İmalı bir bakış atıp önüme döndüm ve dudaklarımın arasından titrek bir nefes bıraktım.

Ne yapacağım ben şimdi? Arkamda yaşanan şeye izin mi vereceğim? Yapamam ki bunu, nasıl yapayım? Sonunda ne olacağını biliyorum ama o bilmiyor, neyin içinde olduğundan hâlâ haberi yok.

Arkamdan kazma sesleri gelirken yeniden dönüp ona baktım. Hayatını mahvettiğinin farkında değildi. Polis cesede ulaşamazsa hiçbir şey olmaz zannediyordu, fakat Sezgin öyle bir adamdı ki bu iş polisle bitecek bir şey değildi.

Bu yüzden telaşla yeniden ayağa kalktım, yanına gittim. Tam karşısında durduğumda durmak ve başını kaldırıp bana bakmak zorunda kaldı.

"O göründüğü gibi biri değil." Yine tek kaşını kaldırdı ve yine sessiz kaldı. "Bak bilmediğin çok şey var, başına çok büyük bela alıyorsun." Sessizliğini korudu, tek bir kelime bile etmedi.

"Çok kişi bu işin peşine düşecek, baş edemeyeceğimiz kadar güçlü olacaklar," dedim, dolu gözlerimden yaşlar akarken de devam ettim.

"Benim hiçbir şeye gücüm kalmadı, eğer benden bir beklentin varsa..." Yine sözümü kesti.

"Var," dedi anında, kaşlarımı çattım. Devam etmesi için merakla ona bakarken "Allah aşkına biraz sus," dedi, bu cümle beni sinirlendirirken de "Sus da işime bakayım, yoksa kokacak herif. Sonra istediğin kadar konuşursun, söz gıkımı çıkarmadan dinlerim," diye ekledi ve kazmayı yeniden havaya kaldırıp toprağa indirdi.

Birkaç adım geri gittim, şaşkınca baktım ona. Bu ne laftan anlamaz bir adamdı böyle? Elimdeki kan umurumda olmazken elimi saçlarıma geçirdim, geriye attım ve yanından uzaklaştım. İlerideki bir ağaca gidip yaslandım ve kendimi toparlamaya çalıştım.

"Buraya gelecek birileri var mı?" diye sordu mezar kazmaya devam ederken ve gözünün ucuyla baktı bana.

"Bilmiyorum," dedim sadece.

Kazmayı toprağa daha sert vururken sormaya devam etti. "Peki gelme ihtimali olan biri var mı?" Bu soru beni düşündürdü, sanırım hiç kimse yoktu ama bundan emin olamazdım ki.

"Yok gibi ama emin değilim, bir şey olur ve biri gelebilir. Hem sen bunları niye soruyorsun ki bana?"

"Ne kadar vaktimiz olduğunu anlamaya çalışıyorum," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Ne için?"

Bu sorumla gözleri yeniden beni buldu. "Sence?" diye sordu gözünün ucuyla Sezgin'in cesedini gösterirken, bakamadım bile o tarafa. "Ayrıca bunu hallettikten sonra yapmamız gereken daha çok şey var, kimsenin bizden şüphelenmesini istemeyiz bence," deyip işine devam etti.

"Er ya da geç her şey ortaya çıkacak," dedim, dönüp bana bakmadı bile. "İkimiz de bu yaptıklarımızın hesabını vermek zorunda kalacağız. Tanımadığın bir kadın için neden bunu yapıyorsun bilmiyorum ama doğru yolda olmadığını biliyorum. Ben ipin ucundayım, sen de o ipi boynuna dolayıp resmen intihar ediyorsun." Sözlerim zerre umurunda olmadı.

"Daha gencecik adamsın, hayatını mahvediyorsun." İşte bu cümlemle duraksadı, gözleri beni buldu. Dikkatle gözlerimin içine baktı. Yine ne söyleyecek diye beklerken bir anda merakla sordu.

"Kaç yaşındasın sen?"

Ne yani bu durumda bunu mu merak etmişti?

"22," dedim yine de.

"Ben 28," dedi, bunu niye söyleme gereği duydu anlayamazken "Sen benden gençmişsin," diye ekledi ve işine devam etti. Kendime engel olamayıp göz devirdim.

"İkisi aynı şey değil, ben..." deyip sustum, nasıl devam edeceğimi bilemedim. O da durdu ve gözlerimin içine bakıp devam etmemi bekledi, sanki bunu yapamadığımı fark etmiş gibiydi.

"Sen," dedi o da ve gözleriyle yerdeki küreği gösterdi. "Küreği getir bence bana." Büyük bir şaşkınlıkla baktım ona, bu adam iyi de değildi normal de değildi. Bu yaptığı şey bana çok saçma geliyordu.

Farkındayım beni kurtarmaya, bu işin içinden çıkarmaya çalışıyordu ama artık bu mümkün değildi ve ben eminim ki o da bunun farkındaydı. Buna rağmen bile bile ateşe yürüyordu ve bir gün beni çıkarmak istediği yere kendisi de düşecekti. Kendimle beraber birinin hayatını da mahvetmiş olacaktım.

"Hadi," dedi ısrarla ve "Küreği getir," diye ekledi. Sinirle yanından ayrıldım, bunu neden yaptığımı bile bilmezken gidip küreği aldım ve yanına döndüm.

"Eyvallah," deyip küreği elimden aldı ve kazdığı toprağa sapladı, toprağı kaldırıp ileriye doğru attı.

Geri çekildim, biraz uzaklaşıp bir ağaca yaslandım ve onu izlemeye koyuldum. Beni ve söylediklerimi zerre umursamadan toprağı kazmaya devam etti. Birkaç dakika sonra ayakta duramayacak kadar kendimi güçsüz hissedince yaslandığım ağacın dibine oturdum.

İlerdeki Sezgin'i buldu gözlerim ve başımı dizlerimin üzerine koyup onu izledim. Berbat görünüyordu, mahvolmuş bir hâldeydi ve bunun tek nedeni bendim, onu bu hâle getiren ben olmuştum.

Kanlı ellerime baktım, ben katil olmuştum. Bu gerçek bir kez daha bir tokat gibi yüzüme çarptığında gözlerim doldu. Birinin canını aldım ben, ölümüne sebep oldum. O birinin kim olduğunun bir önemi yoktu ve hiç de olmayacaktı ki...

Gözyaşlarım akmaya başladı, birkaç dakika içinde de hızlandı ve sessizce ağlamaya başladım. Nasıl yapabildim bunu? Nasıl gözüm döndü böyle? Bundan sonra nasıl unutacağım olanları? Nasıl devam edeceğim hayatıma? Sahi ne olacak bundan sonra? Gökhan'ın istediği oldu diyelim, onu buraya gömüp gittik diyelim, sonra ne olacak peki? Annesi, kardeşi, arkadaşları, iş yaptığı insanlar düşmeyecekler mi peşine? Düşecekler ve hepsi benim başıma bela olacak.

Nefes alamıyor gibi hissederken gözyaşlarım hızlandı. Her şeyden önce polis girecek bu işin içine ve elbet bir gün onun ölümünü öğrenecekler. Bunu benim yaptığımı ve şu an burada olanları da öğrenecekler. O zaman her şey biraz daha mahvolacak ve ben bunu hâlâ mezar kazmaya devam eden bu adama hiçbir şekilde anlatamıyorum.

Başka bir ihtimali bir an bile olsun düşünmezken ve hep kötü şeyleri düşünmeye devam ederken beni bu düşüncelerden Gökhan'ın "Yeterli bu kadar," dediğini duydum ve gözlerimi ona çevirdim, derin bir mezar kazdığını gördüm. Bunu yaparken de bu soğukta kan ter içinde kalmıştı.

Tek kelime bile etmeyip sadece ona bakmaya devam ederken Sezgin'in yanına gitti, diz çöktü. Dikkatle onu izlerken ceplerini karıştırdığını gördüm, kaşlarımı çattım ve ne yaptığını anlamaya çalıştım.

Sezgin'in cebinde bulduğu her şeyi çıkardı. Ardından da yeniden ayağa kalktı, baş kısmına geçti ve kollarından tutup sürükledi. Kazdığı mezarın başına gitti ve bir an bile olsun tereddüt etmeden Sezgin'i mezarın içine attı. Yaşadığım bu an mideme şiddetli bir ağrı saplanmasına neden olurken daha fazla oturamadım, ayağa kalktım.

Ben ne yapıyorum şu an? Durmuş neyi izliyorum böyle? Ona engel olmam gerekiyor, farkındayım ama olamıyorum. Bile bile hata yapmasına izin veriyorum, yetinmiyor ben de onunla birlikte hata yapıyorum.

"Saat kaç oldu?" diye sordu, cevap vermek yerine durmuş boş boş yüzüne bakarken kendisi telefonunu çıkardı ve saate baktı.

"İki olmuş," dedi ve gözleri beni buldu. "Çok az vaktimiz kalmış."

Kaşlarımı çattım. "Ne için?" diye sordum, cevap vermeyip küreği eline aldı ve bir kenara yığdığı toprağı mezarın içine atmaya başladı.

Engel olamadım ona, durup izledim sadece çünkü hem istesem de engel olamayacağımı biliyorum hem de korkuyorum, çok korkuyorum. Biliyorum her şey er ya da geç bir gün ortaya çıkacak ama bugün olmak zorunda değildi. Zaten benim için her şey mahvolmuştu, biraz daha olamazdı ama onun için durum böyle değildi ve zaten tek sorun da buydu.

"Bunu neden yapıyorsun?" diye sordum bir anda, bakışları beni buldu. "Hiçbir nedenin yok bunun için, neden kendini böyle bir durumun içine sokuyorsun?" Merakla sordum, bu sorunun cevabı benim için çok önemliydi.

"Bir nedene ihtiyacım yok," dedi ve işine devam etti, cevap alamamış olmak sinirimi bozdu.

"Sende farklı bir şeyler var." Gözünün ucuyla baktı bu kez bana. "Ne olduğunu bilmiyorum ama bir şey olduğu kesin, hiç kimse tanımadığı biri için bunları yapmaz. Eğer yapıyorsa da başka bir amacı illaki vardır."

"Bilmem," dedi hızla mezarı kapatmaya çalışırken ve ekledi. "Belki de." Bu cevap kalbimdeki korkunun gün yüzüne çıkması için yeterli oldu çünkü artık emindim ki onun da bir çıkarı vardı. Fakat korkum aslında yersizdi, az önce de dediği gibi; en dip buydu, dahası yoktu. Beni daha da dibe çekemezdi.

Ben daha bunları düşünürken toprağın çoğunu mezara atmış, mezarı kapatmak üzereydi. Bu yüzden hiç sesimi çıkarmadım ve bir köşede durup onu izledim. İşi bittikten sonra ne olacak, ne yapacak çok merak ediyordum.

Çok beklememe gerek kalmadan on beş dakika kadar sonra mezarı kapatmıştı. Sonra uzun uğraşlar sonucu toprak zemini düz hâle getirmişti. O tüm bunları yapana kadar saat 3'e ulaşmış, vakit epey bir geçmişti.

İşi bitip de yerden kalktığında elleri çamur içinde kalmıştı. Keşke şu an benim de ellerim çamurlu olsaydı da kanlı olmasaydı diye içimden geçirirken yanıma geldi.

"Gitmemiz lazım artık," deyip ağaca astığı ceketini aldı. Ardından da Sezgin'in cebinden çıkardıklarını alıp kendi cebine koydu ve önden yürüdü ama ben peşinden gidemedim, durup Sezgin'i gömdüğü yere baktım. O an bir kez daha gerçekle yüzleştim ve böyle bir anın içinde olduğuma, bunları yaşadığıma inanamadım.

"Orada durmaya devam mı edeceksin?" Sordu ama dönüp ona bakmadım, toprağa bakmaya devam ettim. Şu an toprak o kadar düzdü ki içinde birinin olduğunu fark etmek mümkün bile değildi.

"Kolay olmadığını biliyorum." Sesi bu kez çok yakından gelince irkildim, telaşla arkamı döndüm ve onunla burun buruna geldim. Bu, daha çok telaş yapmama neden olurken birkaç adım geri gittim ve korkuyla baktım gözlerinin içine.

"Ama alışman gerek," diye tamamladı cümlesini ve bana doğru bir adım attı. Beni korkuttuğu için eşzamanlı olarak ben de yeniden birkaç adım geriye gidip ondan uzaklaştım, aramızdaki mesafeyi açtım. Bunu fark edince daha fazla üzerime gelmedi, olduğu yerde kaldı.

"Korkma," dedi sakince ama onun sakinliği bile beni korkutuyordu çünkü bana göre hiçbir insan bu kadar soğuk kanlı olamazdı, olmamalıydı. Birinin öldüğünü gören, buna şahit olan ve gidip o ölüyü gömen birinin bu kadar soğuk kanlı olması, hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyor olması korkutucuydu.

"Benden sana zarar gelmez," diye ekledi, buna rağmen korkuyla bakmaya devam ettim ona. O sırada ellerini pantolonun cebine soktu ve gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bana bu denli dikkatli bakıyor olması bile ürkütüyordu beni.

"Ama senden emin olamam," dediğinde anlamsızca baktım ona. "Sonuçta onu o hâle getiren ben değildim." Alay eder gibi söyledi bunu, kaşlarımı çattım fakat sonra çok saçma da olsa ona hak verdim.

Doğruyu söylüyordu, katil olan bendim. O sadece bunu saklamaya çalışandı.

Bu düşünceyle doldu gözlerim ve başımı çevirip mezara bakmak istedim. Zaten ancak o an bakmak istediğim o mezarın üzerinde durduğumu fark ettim. Bunu fark ettiğim an korkuyla iç geçirdim ve telaşla kenara çekildim. İşte o an gözyaşlarım bir kez daha akmaya başladı.

Ta ki ne zaman yanıma geldiğini bile fark etmediğim Gökhan'ın elini bileğimde hissedene kadar.

Telaşla bileğimi çektim, birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım. Yaptığım şey yüzünden derin bir nefes aldı ve gözünün ucuyla mezara bakıp yeniden bana döndü.

"Tamam, dokunmuyorum," deyip birkaç adım geri gitti. "Hatta uzak da duruyorum," diye ekledi, sessiz kaldım. Öyle uzaktan konuşmaya devam etti.

"Bak biliyorum gerçekten kolay değil ama eğer şimdi gitmezsek ağlamak için daha fazla nedenin olacak," dedi yine fazlasıyla sakin bir ses tonuyla. "Bu yüzden hadi şimdi dönelim."

Sabrı tükenmiş gibiydi, sanki biraz daha onunla gitmezsem beni sırtına atıp götürecek gibi bir hâli vardı.

O mezara bakıp durmak bana hiçbir şey kazandırmayacağı ve gerçekten bundan sonra neler olacağını çok merak ettiğim için daha fazla burada kalmak istemedim, az önce söylediği şeylere yönelik başımı salladım.

Bunu bir cevap olarak kabul etmiş olacak ki "Hadi o zaman," dedi, ona doğru küçük birkaç adım attım. Yanına ulaştığımda ise durmadım, yanından geçip ağır adımlarla yürümeye devam ettim.

Yanıma ulaştığında "Biraz hızlı yalnız," dedi ve kendisi hızlandı, önden yürüdü. O giderken durdum, arkama baktım.

Bir gün biri karşıma geçip sana bunları yapan adamı öldürecek, sonra hiç tanımadığın bir adamla onu ormana gömüp gideceksin deselerdi bunu söyleyenin aklını kaybettiğini düşünürdüm muhtemelen ama şimdi tüm bunlar yaşandı ve ben gerçekten onu arkamda bırakıp gidiyorum.

Midemdeki ağrı gün yüzüne çıkarken gözlerimi sımsıkı kapattım. Kafasına taşla vurduğum o an bir anda gözlerimin önünde canlandı. Sanki her şeyi bir kez daha yaşıyormuş gibi hissederken bir anda ayaklarım yerden kesildi, tepetaklak oldum ve çığlık attım.

Telaşla gözlerimi açtığımda gördüğüm tek şey; onun sırtıydı.

"Ne yapıyorsun?" Bağırdım, sırtına vurdum. "İndirsene beni!" Bağırmaya ve vurmaya devam ederken zihnim sürekli kanlı ellerime odaklanıp duruyordu.

"Ben sana hızlı dedikçe sen duruyorsun, benim de sabrımın bir sınırı var," dedi ve yürümeye başladı.

"İndir beni," dedim sakince ama dinlemedi beni. "Bak indir dedim sana, tamam yürüyeceğim bırak şimdi beni!" Kızdım ama zerre umurunda olmadı.

"Midem bulanıyor zaten, indir şimdi beni!" Ve bunu da umursamadı. "Sen gerçekten aklını yitirmişsin!" diye bağırdım kendime engel olamayıp.

"Defalarca söyledin bugün zaten bunu," deyip bir de beni tiye aldı. "Anladım artık."

"Bak benim seninle uğraşacak vaktim yok, indir hemen beni!" deyip bir kez daha sırtına vurdum.

"Benim de kaybedecek vaktim yok, senin ağlayıp kocanın yasını tutmanı bekleyemem," dedi, bu cümle beni öfkelendirince omzuna vurdum.

"Yas tutmuyorum ben!" diye çıkıştım, eşzamanlı olarak durdu ve sonunda beni indirdi. Ayaklarım yere basar basmaz uzaklaştım ondan ve anında yaptığı şey için kızmak istedim ama şu an yüzünde var olan alaylı ifade engel oldu ona.

"Biraz tuhaf olurdu zaten," dedi, kaşlarımı çattım.

"Ne tuhaf olurdu?"

"Öldürdüğün adamın yasını tutmak," derken yine benimle alay eder gibiydi.

"Bak valla şimdi seni öldürürüm!" dedim, öyle bir anda bu cümle çıkıverdi ağzımdan ve devam ettim. "Dalga geçip durma, hem bu dalga geçilecek bir şey mi?"

"Onu yapabileceğini anladım zaten," dedi kurduğum ilk cümleye yönelik ve devam etti. "Ayrıca dalga geçmiyorum."

Ona kızmaya devam edecekken gözleriyle arkamı gösterdi.

"Şimdi bırak onu bunu da şurada temizle kendini." Hızla arkamı döndüm ve bir dere gördüm. Gözlerimi dereden çekip yeniden ona döndüğümde "Evde temizlemek olmaz," diye ekledi. O sırada takıldığım tek bir şey vardı.

"Sen burada dere olduğunu nereden biliyorsun? Daha önce geldin mi?" Şüpheyle sordum bunu, eliyle koymuş gibi getirmişti beni buraya. Öyle tesadüfen geçerken görmüş olması mümkün değildi, çünkü derenin olduğu yer eve dönüş yoluna çok tersti.

"Geldim," dedi ve sonunda bir soruma doğru düzgün cevap vermiş oldu. "Geçen hafta."

"Geçen hafta," diye tekrar ettim daha net bir açıklama yapması için.

Başını salladı. "Evet, kocanı ve sevgilisini getirmiştim buraya." Bu cümle karşısında afalladım. Bunu da fazlasıyla belli edecek şekilde ona bakarken "Seni adattığını biliyorsun zaten," dedi, ne diyeceğimi bilemedim ve sustum karşısında.

Evet aldattığını biliyordum ama hâlâ devam ettiğini bilmiyordum, bunu da öğrenmiş olmuştum fakat bunun benim için artık bir önemi kalmamıştı ki. Ondan kurtulmak için çabalarken beni aldattığını öğrenip üzülecek, kıskanacak değildim.

Gökhan, karşımda durmuş söylediklerine karşılık bir şeyler dememi beklerken ona arkamı döndüm ve tek kelime etmeden yanından ayrıldım, dereye gittim.

Derenin kenarındaki kayanın üzerine oturdum. Islanıyor olmak umurumda olmazken elimi soğuk suyun içine soktum. Kan anında ıslanıp da suyun rengini de hafiften kırmızılaştırırken akan dere o rengi çok çabuk yok etti ve elimdeki kanın çoğu temizlendi.

Keşke diğer her şey de bu kadar kolay temizlenebilseydi hayatımdan.

Gözlerim dolu dolu ellerimi suyun içinde tutmaya devam ettim. Gözyaşlarım yavaş yavaş akmaya başlarken ise ellerimi birbirine sürdüm, kuruyan kanları da temizlemeye çalıştım. O sırada diğer kayaya da Gökhan oturdu ve ellerindeki çamuru temizledi.

Kanı temizledikten sonra suyun içinden çektim ellerimi. Tek bir damla kan bile kalmamıştı elimde ama ne önemi vardı ki. O kan bir kez ellerime bulaşmıştı, artık hiçbir su onu temizleyemezdi.

Gözlerimi yana çevirdim, elindeki çamuru temizleyen Gökhan'ı izledim. O da ellerini sudan çıkardığında gözleri doğrudan beni bulmuştu.

"Hiçbir su temizleyemez artık bizi," dedim, tek kaşı kalktı. "Ne ben elimdeki kandan kurtulabilirim artık ne sen ellerindeki çamurdan." Sözlerim karşısında derin bir nefes aldı.

"Temizleyemeyiz," dedi, hafifçe bana doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı. "Ama saklayabiliriz."

Yüzümde buruk bir ifade oluştu. "Nereye kadar?" diye sordum merakla.

"Saklayabildiğimiz yere kadar."

"Her sır bir gün ortaya çıkar, bunu biliyorsun değil mi?"

"Biliyorum," dedi ve kendinden emin bir şekilde ekledi. "Ama o gün gelene kadar, biz bu sırdan kurtulmuş olacağız."

"Nasıl olacakmış o?"

"Bulacağız bir yolunu," dedi, başımı önüme çevirdim. O bile ne yapacağını bilmiyordu, buna rağmen girmişti bu işin içine ama benim sadece ona karşı olsa da vicdanım rahattı. Defalarca kez uyarmıştım sonuçta.

"Bir dakika," dediğini duyduğumda bakışlarım yeniden onu buldu. Cebinden bir mendil çıkardı, suyun içinde ıslattı ve bana döndü. Bakışlarımız kesiştiğinde hafifçe bana doğru eğildi, hızla kendimi geri çektim.

"Yüzüne kan bulaşmış, izin ver halledeyim," dedi, bir an için kararsız kalsam da karar vermem çok uzun sürmedi ve başımı salladım.

Benden izin aldıktan sonra yeniden bana doğru eğildi ve mendilin ucuyla alnımı sildi. Yabancı birinin ellerini tenimde hissetmek kendimi çok tuhaf hissetmeme neden olurken yüzüme dokundu ve başımı hafifçe sağa çevirip yanağımı da temizledi.

O tüm bunları yaparken nefes almadım, nefesimi tuttum. Yanağımı temizledikten sonra boynumda kan olmuş olacak ki boynumu da sildi. Tam o an göz göze geldik. Yakından gözlerinin daha da siyah göründüğünü fark ederken ellerini uzaklaştırdı benden ama gözlerini çekmedi, gözlerimin içine bakmaya devam etti. O an dayanamadım ve içimden gelen şeyi söyledim ona.

"Ben kötü biri değilim." Bu tek cümlem yüz ifadesinin tamamen değişmesine, gözlerimin içine merhametle bakmasına neden olurken devam ettim.

"Böyle olsun hiç istemedim, zaten nasıl oldu ben de anlamadım," dedim ve daha fazla dayanamadım, bir kez daha gözyaşlarımı serbest bıraktım.

Ağlamak, artık benim için yiyip içmek gibi sıradan bir olaydı.

"Biliyorum," dedi ve iç geçirdi. "Zaten kötü biri olduğunu düşünüyor olsaydım sana yardım etmezdim," deyip ayağa kalktı.

"Hadi, gidelim artık."

Ben de ayağa kalktım, karşısında durdum. "Gidelim," dedim.

Bu, çaresiz bir kabullenişti benim için. Nasıl devam edeceğimi, bundan sonra ne olacağını bilmiyor olsam da ona ayak uyduracaktım çünkü başka şansım olmadığını, gidilecek başka yolum olmadığını çok iyi biliyordum.

"Hiçbir şey kolay olmayacak," dedi gözlerimin içine bakarak.

"Biliyorum," dedim anında.

"Yorulacağız, düşeceğiz, hatta belki yara alacağız ama ne olursa olsun bu işin sonunda kurtulmuş olacağız." Bunu kendinden o kadar emin bir şekilde söyledi ki aksini düşünmek, aklımın ucundan geçirmek bile içimden gelmedi.

"Kurtulacağız," dedim bu yüzden ben de ve artık onunla aynı yolda yürüdüğümüzü kabullenmiş oldum.

Demiştim ya yıllardır bir bataklığın içinde yaşıyorum diye? Bugün o bataklığın en dibine batmıştım ve artık orada yalnız değildim.

Ellerimin kanını bir başkasına bulaştırmıştım, artık kanlı bir sırrın sahibiydim ve o sırrın bir ortağı vardı. Artık onunla birlikte o bataklığın en dibindeydim.

Ya orada boğulacak ve kaybedecektik ya da kurtulacak ve kazanacaktık.

Bölüm Sonu!

Çok çok çok heyecanlıyım :) her yeni kitaba başladığımda sanki ilk kitabımı yazıyormuş gibi heyecan yapıyorum resmen ahjklşkjhgfdgfds

Bu yüzden de bölüm ve kitap hakkındaki yorumlarınızı çok merak ediyorum. Hatta okumak için sabırsızlanıyorum :)

Kitaba başlayıp biraz ilerledikten sonra ilk düşündüğünüz şeyin "Kim bilir şimdi bu Sezgin'le kaç bölüm uğraşacağız?" olduğunu ve son sahnede yaşanan şeyle şoke olduğunuzu o kadar iyi biliyorum ki asdfghjklkjhgfds yüz ifadenizi görmeyi çok isterdim.

Şimdi gelelim bölüm sorularımıza :)

İlk bölümden Sezgin'den kurtulacak olmamızı tahmin edebilen var mıydı?

Gökhan'ın Ela'ya yardım etmesini bekliyor muydunuz?

Gökhan neden Ela'ya yardım etti dersiniz? Gerçekten bir çıkarı olabilir mi?

Peki sizce gerçekten Ela'yı bu işin içinden sıyırabilecek mi yoksa kendini de onunla beraber yakacak mı dersiniz?

Şimdilik bu kadardı, bir sonraki bölümde görüşmek üzere... Kendinize çok iyi bakın, sağlıkla kalın <3

Alıntı ve duyurular için;

Instagram / Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%