Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2.BÖLÜM "MASUMİYETİNİ YİTİRENLER"

@gizzemasllan

Merhabaaaa ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu - Masum Değiliz

2. BÖLÜM "MASUMİYETİNİ YİTİRENLER"

Küçükken bir hata yaptığımda babam bunu görmezden gelmek yerine telafi etmek için elimden geleni yapmam gerektiğini söylerdi. Çünkü ona göre her hatanın geri dönüşü vardı, her hata telafi edilebilirdi. Yeter ki o hata yüzünden masumiyetimizi kaybetmeyelim.

Masumiyet, artık bana çok uzak gelen bir kelimeydi. Düne, hatta bu sabaha kadar masum sayılabilirdim. Hatta belki mağdur, güçsüz, yardıma muhtaçtım ama şimdi ne mağdur ne masumum. Şimdi bir katilim.

Gözü dönmüş, eli kanlı bir katil.

Oysa bu da bir hataydı. Ne de olsa bile isteye onu öldürmemiştim. O an içimdeki acı öyle baskın gelmişti ki gözüm hiçbir şeyi görmemiş, canını yakmak istemiştim. Katili olacağım aklımın ucundan dahi geçmemişti ve ne yazık ki aklımın ucundan geçmeyen şeyi şimdi yaşıyordum. İşte bunu yaşamama neden olan hatanın telafisi yoktu, geri dönülemezdi ve geri dönülemeyen bu hata masumiyetimi elimden çekip almıştı.

Artık hikâyemin masumu değil, suçlusuydum.

Bu gerçek yaşadığım acılardan bile daha baskın, daha ağır, daha can yakıcıydı.

Bu zamana kadar kelimeler beni zehirlemesin, boğazımdaki dikenli zincir nefesimi kesip beni öldürmesin diye susmak zorunda kalmıştım. Fakat artık yaşamak için susmak zorundaydım, çünkü konuşursam hayatım mahvolacaktı ve maalesef ki bu mahvoluş yalnız bana ait olmayacaktı.

Çünkü artık yalnız değildim.

Yaşlı gözlerimi ağır ağır koluma dokunduğu eline çevirdim. Kolumu tutmak ve tutmamak arasında kalmış gibiydi, bu yüzden de sadece parmaklarının ucuyla hafifçe dokunuyor ve beni eve doğru yönlendiriyordu. Diğer elinde ise Sezgin'in mezarını kazarken kullandığı kazma ve kürek vardı.

Gözlerimi kolundan çekip yüzüne baktığımda çok ciddi bir ifadesi olduğunu gördüm. Şu an karşımda o kadar soğuk kanlı bir adam duruyordu ki insan korkmadan edemiyordu.

"Yola değil de bana bakmaya devam edersen muhtemelen bir taşa takılıp düşeceksin birazdan," dedi gözlerini bana çevirmeden, duraksadım. Ancak o an o da durdu ve sonunda bakışları beni buldu. Öyle bir bakıyordu ki insan karşısında buz kesebilirdi.

"Ben hâlâ anlamadım," dedim, tek kaşını kaldırdı. "Biz ne yapacağız şimdi? Ne olacak bundan sonra? O öldü, sen onu gömdün, ben..." Devam edemedim, boğazım düğüm düğüm oldu.

Gökhan derin bir iç çektikten sonra "Önce onu kaybolmuş gibi göstereceğiz," dedi, kaşlarımı çattım. Anlamsızca ona bakarken devam etti. "Bir anda ortadan yok olmuş gibi," diye ekledi, buna rağmen anlamsızca bakmaya devam ettim. Bunu nasıl yapmayı düşünüyordu?

"Farkındayım, anlamsız geliyor ama güven bana, her şeyi halledeceğim," dedi, buruk bir ifadeyle baktım gözlerinin içine.

Güven bana...

Bu duygu bana çok yabancıydı. Hatta bu duygudan artık o kadar uzaklaşmıştım ki kendime bile güvenim yoktu. Şimdi o karşıma geçmiş bana güven diyordu. Bu, benim gibi bir kadın için pek de olası değildi. Fakat bunları ona söylemek yerine sustum, tek kelime bile etmedim.

"Hadi şimdi devam edelim," deyip yeniden parmaklarının ucuyla koluma dokundu. Tek kelime etmeden ona ayak uydurdum ve yürümeye devam ettim.

Olanları düşündükçe delirecek gibi hissediyordum. Hatta bir ağacın dibine oturup içim çıkana kadar ağlamak, kendimi harap etmek bile içimden geliyordu ama bir yandan da yaşadığım şok yapmak istediğim her şeyi bana unutturuyor ve sadece yanımdaki adamın söyledikleri doğrultusunda hareket ediyordum.

Birinden emir almaya, kendi istediklerimi değil de bir başkasının istediklerini yapmaya alışıktım zaten ama yine de bu durum bana hiçbir şeyin gelmediği kadar garip geliyordu ve bu garip his diğer tüm duygularımdan baskın geldiğinden aklım daha da karışıyordu.

Bu düşünceler arasında geçirdiğim on beş dakikanın sonunda dağ evine ulaşmıştık. Evin bahçesinin girişinde durup kocaman eve baktım ve derin bir iç çektim. Buraya dün gece onunla gelmiştim, doğum günüm kutlanmıştı ve sabahında onu öldürüp tanımadığım bir adamın onu gömmesini izlemiştim.

Sahi ben ne yaşıyordum böyle?

Sanki ilk andan beri gerçekle ilk defa yüzleşiyormuş gibi hissederken olduğum yerde kaldım, eve giremedim. O eve girdiğim an bir yerlerden çıkacak ve yaptıklarımın hesabını soracakmış gibi hissediyorum. Az önce ormanda bir ağacın dibine gömüldüğünü kendi gözlerimle izlememişim gibi hâlâ bana yapacaklarından korkuyordum.

"Ela." Gökhan'ın sesiyle kendime gelirken gözlerimi ona çevirdim. Hadi dercesine baktığını fark edip korkumu bir kenara bıraktım ve yanına gittim. Ahşap kapıya ulaştı, kazma ve küreği bir kenara bıraktıktan sonra cebinden bir anahtar çıkardı. Bu anahtarı Sezgin'in cebinden aldığını hatırlarken kapıyı açtı, gözleri yeniden beni buldu.

Bir şey söylemesine gerek kalmadan girdim eve, hemen peşimden de kendisi girdi ve kapıyı kapattı. Kapatır kapatmaz salona doğru yürüdü, ben de yine peşinden gittim.

"Ceplerini boşalttığımda telefonu yoktu, evde bırakmış olmalı," dedi ve etrafa bakındı, çok geçmeden yemek masasının üzerindeki telefonu gördü ve gidip aldı. Onun hareketli hâlinin aksine salonun ortasında bir put misali hareketsiz durmaya devam ettim.

Gökhan, Sezgin'in telefonunu aldıktan hemen sonra gözleri beni buldu. "Şifresini biliyor musun?" diye sordu, başımı olumsuz anlamda salladım. Aldığı bu cevap canını sıkarken telefonu yerine bıraktı ve yeniden yanıma geldi.

"Telefonun vardı değil mi?" diye sordu.

Başımı salladım. "Dün geceki montumun cebinde kalmış olmalı," dedim, hemen yanımdan ayrıldı ve vestiyere gitti. Dün gece giydiğim montu buldu, tam da tahmin ettiğim gibi orada olan telefonumu alıp yanıma geldi ve uzattı. Bunu neden yaptığını anlayamazken telefonu aldım ondan.

"Şimdi iyice düşün; bir gün uyandın ve o evde yok, ilk kimi arardın?" diye sordu merakla cevap bekledi.

Omuz silktim. "Hiç kimseyi," dedim bir saniye bile olsun tereddüt etmeden, afalladı. Anlamsızca bakarken "Merak etmezdim," diye ekledim.

"Anladım," dedi, sesinde tuhaf bir ton vardı. Anlayamadığım bir şekilde aldığı cevap hoşuna gitmiş gibiydi. "Peki ona bir şekilde ulaşman gerekseydi ilk kimi arardın?" Aynı soruyu farklı bir şekilde sordu.

"Asistanını."

"Güzel, ara hadi o zaman." Kaşlarımı çattım. "O herifin orada olup olmadığını sor."

"Bunu neden yapıyoruz anlamıyorum," dedim.

"Anlatacağım ama vaktimiz yok, önce işimizi halledelim. Hadi ara artık," dedi, ne yaptığımı bile bilmeden başımı sallayıp onayladım onu ve telefona çevirdim gözlerimi. Sezgin'in asistanının numarasını buldum.

"Ela." Başımı kaldırıp yeniden Gökhan'a baktım. "Ağlama sakın, elinden geldiği kadar normal davran, olur mu?" Yine sadece başımı salladım ve kadını aradım.

Birkaç çalıştan sonra telefonu açan kadına Sezgin'in şirkette olup olmadığını sordum. Hayır cevabını aldığımda da gün içinde uğrayıp uğramadığını sordum. Bu soruma da hayır cevabını aldıktan sonra uğrarsa mutlaka beni aramasını iletmesini isteyip telefonu kapattım. Telefonun kapandığından emin olduktan sonra ise gözyaşlarım akmaya başladı, arkamdaki koltuğa çöktüm.

Bunlar bana göre şeyler değildi ki, ben bunları kaldırabilecek kadar güçlü değilim ki...

Gökhan yanıma oturduğunda "Sakinleşmelisin," dedi, gözlerim onu buldu. Sakinleşmek kolay değildi ve onun bu sakinliği beni gerçekten çok korkutuyordu. "Biliyorum, kolay değil ama kurtulmak istiyorsan sakin olmalısın." Cevap vermeden gözlerimi önüme çevirdim.

"Hadi şimdi, sıradakini ara," dediğinde ise gözlerim yeniden onu buldu.

"Sıradaki?"

"Asistanını aradın, ona ulaşamadın ama merak ediyorsun sonuçta. Birilerini daha araman gerekiyor." Bu cümleyle artık az çok ne yaptığımızı anlamaya başlamıştım.

"Yalçın," dedim gözyaşlarımı silerken. "Sezgin'in en yakın arkadaşı, Sezgin'e ulaşmam gerekseydi onu arardım."

"Güzel, ara hadi."

"Eşinin numarası var bende sadece," dedim.

"Olsun, eşini ara o zaman ve onu sor. Yanındaysa telefona iste, değilse de numarasını al ve onu ara." Yine sadece başımı salladım, telefona çevirdim bakışlarımı ve rehberden Efsun'u buldum. Hemen aramak yerine birkaç saniye bekledim, kendimi toparladım ve iyi hissedince aradım.

Ellerim tir tir titrerken midemde şiddetli bir ağrı vardı. Ne zaman gerilsem ya da korksam hep böyle olurdu zaten, bu yüzden alışkındım bu ağrıya.

"Alo?" Bu Efsun'un değil, Yalçın'ın sesiydi.

"Yalçın?" dedim yine de emin olmak için.

"Benim Ela, Efsun uyuyor da ben açtım telefonu. Dün gece biraz fazla içmiş, uyanır uyanmaz ilaç alıp yeniden uyudu, daha gelemedi kendine," dedi ve güldü.

"Ben de zaten senin için aradım," dedim, düzgün çıkan sesim beni biraz olsun rahatlattı.

"Benim için mi?"

"Evet, Efsun'dan senin numaranı alacaktım. Sezgin'e ulaşamıyorum da haberin var mı diye soracaktım." Bu cümleyi kurarken ağlamamak için kendimi zor tutmuştum.

"Ulaşamıyor musun? Siz dün gece dağ evinde kalmadınız mı? Ne ara döndünüz İstanbul'a?"

"Dönmedik," dedim hızlıca. "Burada kaldık biz ama uyandığımda yoktu." Ağlamamak çok zor gelmeye başlamıştı.

"Yok muydu? Bu çok saçma, seni orada bırakıp bir yere gitmez ki Sezgin, hem de haber vermeden."

Söyleyecek bir şey bulamayıp "Bilmiyorum," dedim. "Uyandım ve yoktu, telefonunu da alamamış yanına."

"Tamam, korkma sen," dedi, o da telaşlanmış gibiydi. "Belki de acil bir işi çıkmıştır, ben bir şirketi arayayım..." Sözünü kestim.

"Asistanını aradım ama gün içinde hiç uğramamış oraya," diye açıkladım, sessizlik oldu. Sanırım ne diyeceğini bilememişti o da.

Birkaç saniye sonra "Sen şimdi orada yalnız mısın?" diye sordu, gözlerimi hızla Gökhan'a çevirdim. Ondan bahsetmenin doğru olup olmadığından emin olamadım ve yardımcı olmasını bekledim. Fakat soruyu duymamıştı ki.

"Ela?" dedi Yalçın duymadığımı zannetmiş olacak ki. O sırada Gökhan bir şey olduğunu hemen anlamış olacak ki telaşla telefonu elimden alıp sesi hoparlöre verdi. "Ela orada mısın?" diye sordu o sırada Yalçın, Gökhan konuşmamı işaret etti.

"Buradayım, sesin gitti bir anda," dedim ve soruyu Gökhan da duysun diye "Bir şey mi söyledin, anlayamadım," diye ekledim.

"Orada yalnız mısın diye sordum," diye yineledi, yeniden Gökhan'ın gözlerinin içine baktım. Soruyu duyar duymaz başını olumsuz anlamda salladı, vereceğim cevabı anlayınca oyalanmadan verdim.

"Hayır," dedim anında ve derin bir nefes aldım. "Dün gece bizi getiren şoför de burada."

"Şoförle konuştun mu? Sezgin'i çıkarken görmüş mü?"

Bu soru nefesimi kesti, kalbim hızla atmaya başladı.

Gökhan'ın gözlerinden gözlerimi çekemezken dudaklarının arasından bana "Sakin ol," dediğini fark ettim ama sakin olmak o kadar da kolay değildi.

"Sordum," dedim yutkunduktan hemen sonra. Asistanını bile aradım dedikten sonra kapıdaki şoföre sormadım demek çok saçmaydı çünkü.

"Eee görmüş mü?" O sorarken Gökhan'ın gözlerinin içine bakıp bana yardımcı olmasını bekledim. O da evet dememi istercesine başını salladı ama yapamadım bunu. Bunu dersem soru sormaya devam edecekti, ardı ardına belki de onlarca soru soracaktı ama ben daha fazla buna devam edecek durumda değildim. Her şeyi mahvedecek gibi hissediyordum. Fakat hayır da diyemezdim, çünkü Gökhan evet dememi istiyordu. Hayır demek de her şeyi mahvederdi.

"Ela?" Yalçın'ın sesini duyduğumda her şeyi mahvetmeden önce yapabileceğim en mantıklı şeyi yaptım.

"Yalçın?" dedim ben de. "Sesin gelmiyor," diye ekledim.

"Duyuyor musun beni? Geliyor mu şimdi sesim?" Gayet net geliyordu sesi ama işime gelmiyordu.

"Alo? Yalçın, orada mısın?" diye sordum sanki onu duymuyor gibi. "Telefon çekmiyor sanırım, sesin gelmiyor. Alo? Hâlâ gelmiyor sesin," dedim ve daha fazla uzatmak istemeyip telefonu kapattım. Kapatır kapatmaz gözyaşlarım yeniden akmaya başladı.

Hüngür hüngür ağlarken gözlerimi sessizce beni izleyen Gökhan'a çevirdim. Daha öncekilerin aksine sakin olmamı ya da ağlamamı söylemiyordu.

"Özür dilerim," dedim gözyaşlarımın ardı arkası kesilirken. "Yapamadım, özür dilerim," deyip daha da şiddetli ağlamaya başladım.

"Tamam, sorun değil," dedi, o sırada elimdeki telefona mesaj geldi. "Toparla biraz kendini," diye ekledi Gökhan, gözlerimi telefona çevirdim ve Yalçın'ın Efsun'un numarasından attığı mesajı okudum.

Efsun: Sezgin'e ulaşmaya çalışacağım, endişelenmene gerek yok. Muhtemelen bir işi çıkmıştır, haber vermeye vakti olmamıştır. Bu arada Efsun'la yanına geliyoruz.

Sonda yazdığı şeyi okuduğum an göz bebeklerim büyüdü, telaşla ayağa kalktım. Korkudan tüm vücudum tir tir titrerken Gökhan da ayaklandı.

"Ne oldu? Niye telaş yaptın?" diye sordu, korkudan cevap veremezken sabredememiş olacak ki telefonu hızla elimden aldı ve gelen mesajı okudu.

"Buraya geliyorlar," dedim, gözyaşlarım hızlandı. "Her şeyi anlayacaklar, ne yapacağız şimdi?" diye sorarken gözyaşlarına boğuldum. "İkimiz de mahvolduk, benimle birlikte senin de..." Devam edemedim.

"Yeter!" Sesi biraz yüksek çıkınca irkildim, hızla bir adım geri gittim. Bunu fark edince elini ensesine attı, o da bir adım geri gitti.

"Tamam, korkma," dedi, hâlâ korkuyor olacağımı düşünmüş olacak ki bir adım daha geri gitti. "Bağırmak istememiştim," diye açıkladı kendini, sessiz kaldım. "Ama artık gerçekten biraz sakin olman gerekiyor, böyle olmaz çünkü."

"Ben," dedim, hıçkırıp burnumu çektim. "Ben," diye devam ettim ve en sonunda cesaret edip benim için zehirli olduğunu düşündüğüm o cümlelerden birini kurdum. "Çok korkuyorum," deyip buna kızacağını bildiğim hâlde başımı önüme eğip ağlamaya devam ettim.

"Buraya gelecekler, çok soru soracaklar, sen olamazsın ki hep yanımda. Ben onlara ne diyeceğim, nasıl cevap vereceğim? Hadi bir şekilde onları atlattık diyelim, Sezgin'e ulaşamayınca polisi aramayacaklar mı? Arayacaklar tabii ki ve polis de gelecek. Sonra gazeteciler, Sezgin'in ailesi, arkadaşları..." Daha fazla devam edemedim, gözyaşlarına boğuldum.

Tüm bunları düşünmek bile beni boğmaya, nefesimi kesmeye yetiyordu. Bu yüzden nefes alamıyormuş gibi hissederken yanında durduğum koltuğa çöktüm ve derin derin nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım.

O sırada Gökhan salondan ayrıldı. Muhtemelen ağlamamdan sıkılıp kafasını toplamaya gitti diye içimden geçirirken elimi yüzüme bastırdım ve ağlamaya devam ettim.

Bir dakika kadar sonra yanıma oturduğunu hissettiğimde merakıma yenik düşüp elimi yüzümden indirdim ve bana uzattığı bir bardak suyu gördüm.

"İç hadi biraz, iyi gelir." Uzattığı suyu almak yerine gözlerimi çevirip ona baktım. Bakışlarımız kesiştiğinde çaresizce baktım gözlerinin içine ve suyu aldım. İçmek yerine elimde tutarken konuşmaya devam etti.

"Şimdi iyi dinle beni." Başımı salladım, sudan bir yudum aldım. Kuruyan boğazım o yudum sayesinde ıslanırken "Ne yapacağını, ne söyleyeceğini bir bir anlatacağım," dedi, uzanıp suyu orta sehpaya koydum ve devam etmesini bekledim.

"Arkadaşlarınız geldiğinde muhtemelen ben yanında olacağım zaten ama olamazsam ve dışarıya çıkmamı isteyip önce seninle konuşurlarsa onlara benimle konuştuğunu, benim o herifi evden çıkarken gördüğümü söyleyeceksin." Kaşlarımı çattım, çok büyük bir risk alıyor gibi hissediyordum.

"Onu sabah bir arabanın alıp götürdüğünü söylediğimi söyleyeceksin." Afalladım, buna rağmen sessiz kalıp devam etmesine müsaade ettim. "Bana sorduklarında ben de aynı şeyleri anlatacağım. Saat on - on bir gibi bir arabanın geldiğini, onun da o arabaya binip gittiğini söyleyeceğim. Giderken de bana seni burada yalnız bırakmamı söylediğini anlatacağım." Anlattıkları yüzünden aklım biraz daha karıştı, buna rağmen sessiz kaldım.

"Sana neler olduğunu anlatmanı söylediklerinde sabaha karşı uyuduğunu, o zamana kadar onun yanında olduğunu, öğlen saat iki- üç gibi uyandığında onun olmadığını, önce etrafta bakındığını ama göremediğini söyleyeceksin. Bu yüzden bahçeye çıkıp bana sorduğunu söyleyecek ve benim de sana az önce söylediklerimi anlatacaksın." Sadece başımı salladım, o an korkudan bunları unutmamayı diledim.

"Benimle konuştuktan sonra eve girdiğini, belki de iş yerinden gelip onu aldıklarını düşündüğünü, bu yüzden de asistanını aradığını söyleyeceksin. Asistanı şirkete hiç gelmediğini söylediğinde telaşlandığını ve onları aradığını söyleyeceksin. Muhtemelen akılları karışacak, neler olduğunu onlar da anlayamayacaklar. Birkaç tanıdığı arayacaklardır, biraz bekleyeceklerdir, haber alamayınca polise haber vereceklerdir en sonunda." Son cümle korkumu katlarken sessiz kalmaya devam ediyordum.

"Polise de aynı şeyleri anlatacaksın, farklı hiçbir şey söylemeyeceksin. Uyandın ve o yanında yoktu, başka hiçbir şey bilmiyorsun," dedi, başımı salladım.

"Aranızda olan bu şeyden, yani sana kötü davranıyor olduğundan haberi olan birileri var mı?"

Hiç düşünmeden başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, hiç kimsenin haberi yoktu."

"Güzel, bundan sonra da kimsenin haberi olmayacak. Bu zamana kadar neden sustun bilmiyorum ama bundan sonra kendin için susacaksın. Hiç kimse yaşadıklarını bilmeyecek. Hatta çok mutlu bir evliliğin varmış, onu çok seviyormuş gibi davranacaksın. Yalandan da olsa onun için korkacak, endişeleneceksin. Çünkü eğer tek bir kişi bile aranızda geçenleri bilirse polisin şüphelendikleri arasına girersin ve bu ikimiz için de iyi olmaz."

"Tamam," dedim, derin bir nefes aldım. "Elimden geleni yapacağım," diye ekledim, başını salladı. "Peki sonra ne olacak? Bunları polise anlattıktan sonrasından bahsediyorum, o zaman ne olacak?"

"Araştırmaya başlayacaklar, onu gelip alanların kim olduklarını bulmaya çalışacaklar. Öyle birileri olmadığı için de kimseye ulaşamayacaklar ama yine de aramaya devam edecekler. Bu bize biraz zaman kazandıracak, o zaman içinde de daha ilerisini düşüneceğiz, ne yapacağımıza karar vereceğiz." Başımı önüme çevirdim, bu plan çok kısa vadeliydi ama başka çaremiz olmadığını da biliyordum.

"Ela." Bir kez daha ismimi duydum onun sesinden, bu artık kendimi garip hissetmeme neden oluyor ve bu hisse anlam veremiyordum. "Az önce bir telefon görüşmesindeydin, pes edip bir şekilde bir köşeye kaçtın ama yüz yüze olduğun zaman bunu yapamazsın." İşte beni en çok zorlayacak olan şey de tam olarak buydu.

"Güçlü olman lazım, eğer güçlü olmazsan ikimiz de düşeriz."

Gözlerimi sımsıkı kapattım.

Güçlü olmak, ben hayatım boyunca hiç güçlü biri olmamıştım ki. Şimdi o benden benim için çok zor olan bir şeyi istiyordu ve eğer her şey bitsin istemiyorsam bunu yapmaktan başka şansım yoktu.

Gözlerimi yeniden açıp ona çevirdiğimde "Elimden geleni yapacağım," dedim, buna rağmen gözlerimin içine şüpheyle bakarken "Söz veriyorum," diye ekledim.

Bu konuda herhangi bir şey söylemeyip ayağa kalktı. "Hadi o zaman, şu üstünü değiştirelim önce. Bu şekilde suçsuz olduğuna inanmaları pek kolay olmaz çünkü." Şaşkınca bakakaldım ona.

"Değiştirelim?" diye sorguladım, ne söylediğini ancak o an fark edebilmiş gibiydi.

"Yani şey sen değiştir, ben de o sırada şömineyi yakayım. Çıkardığın kıyafetleri de getir buraya, kimse gelmeden yakıp kurtulalım." Ayağa kalktım.

"Yakmak mı?"

"Bu kanlı kıyafetleri böyle bırakamayız, kocan kayıpken ve gardırobunda giyebileceğin yedek kıyafetlerin varken kıyafetlerini yıkaman herkese şüpheli gelir ama soğukta şömine yakman kimsenin dikkatini çekmez." Sanırım fazlasıyla haklıydı bu konuda.

"Geliyorum birazdan," dedim, yatak odasına doğru yürüdüm.

"Oyalanma ama," dediğinde durup ona baktım. "Hızlı geliyorlarsa pek vaktimiz yok," dedi, başımı sallayıp hiçbir şey söylemeden önüme döndüm.

Yatak odasına girdiğimde bir an duraksadım, odadaki yatağa bakakaldım. Daha saatler önce oradaydı, yanımda yatıyordu ama şimdi ormanda ve toprağın altındaydı. Buna neden olanın ben olduğumu düşündükçe mideme ağrılar giriyordu.

Ağır ağır yürüdüm, berjerin üzerine oturdum. Odanın içine bakındım. İleride yerde dün gece üzerinde olan kıyafetleri gördüm. Bakamadım ve telaşla gözlerimi çektim. Bu kez de komodinin üzerinde duran parfümünü gördüm, ona da bakamayıp bakışlarımı kaçırdım. Onun için üzülüyor gibi görünüyordum ama hissettiğim şeylerin onunla bir ilgisi yoktu, sadece kendimle ilgiliydi.

Birinin katili olduğumu kabullenmek kolay olmayacaktı. Sanırım bunun vicdan azabından hiç kurtulamayacaktım.

Bu odanın bana iyi gelmediğini fark edince ayaklandım ve gardıroba gittim. Beni rahat hissettiren tek şey olan siyah taytlarımdan birini aldıktan sonra bu kez üzerime kırmızı bir sweatshirt seçtim ve ayakkabılarımı çıkardıktan hemen sonra hızla üzerimi değiştirdim. Ardından da kanlı kıyafetlerimi aldım, o sırada gözlerime ayakkabılarım çarptı. Onlar da kan olmuştu. Yedekleri olduğundan onu da yok etmeye karar verdim ve onu da alıp odadan ayrıldım.

Salona döndüğümde onu şöminenin başında gördüm, yanına gittim. Hiçbir şey söylemeden kıyafetleri uzattım, bu yaptığımı fark edince o da hiçbir şey söylemeden kıyafetleri aldı ve yanına bıraktı, ayakkabılarımı uzattım.

"Bunları da yakalım." Önce ayakkabılara sonra da başını kaldırıp bana baktı, hiçbir şey söylemeden onları da alıp kıyafetlerin yerine bıraktı ve şömineyi dönüp yakmak için uğraşmaya devam etti.

O benimle ilgilenmezken ben gözlerimi ondan çekemedim, dikkatle inceledim. Onun da gömleği kan olmuştu.

"Sen de üzerini değiştirmelisin," dedim, gözleri beni buldu. "İstersen bir şeyler getirebilirim," deyip gözlerimi kaçırdım. "Onun kıyafetlerinden." Bunu söylerken sesim fısıltı gibi çıkmıştı.

"Hallederim ben birazdan," dedi, onun kıyafetlerini giymek istemedi. Zaten kim gömdüğü bir adamın kıyafetini giymek isterdi ki?

Yanından ayrıldım, tekli koltuğa oturup onu izledim. Kalın odunlar yüzünden zorlanmış olsa da sonunda şömineyi yakmayı başardı. Ateş biraz güçlenince de ayakkabılarımı attı içine. Bu sayede ateş daha da güçlendi, işte o sırada taytımı ve sweatshirtimi de atıp onları da yaktı.

Gözlerimi ondan çektim, ellerime baktım. Yine aklıma o an olanlar geldi. Onun kafasına taşla vurduğum o anı sanki bir kez daha yaşadım. Bu his beni rahatsız hissederken derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Fakat artık bunun pek de mümkün olmadığını biliyordum.

"Onlara başka hiçbir şey anlatmamalısın." Gökhan'ın sesiyle gözlerimi ona çevirdim, kalkıp karşımdaki diğer tekli koltuğa oturdu. "Fazladan tek bir cümle bile hayatımızı mahvedebilir," dedi, başımı salladım. Bunu söylemesine bile gerek yoktu ki, ben zaten biliyordum.

"Onlarla konuşurken ya da polise ifade verirken ben yanında olamayabilirim, işte o zaman her şeyi kendin halletmem gerekiyor. Olur da konuşmadığımız bir şey hakkında bir şeyler söylemen gerekirse korkmadan, telaş yapmadan düşün ve en doğru gelen cevabı ver." Yine sadece başımı salladım, gözünün ucuyla duvardaki saate baktı ve gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Saat çoktan beş olmuş, bu kadar geç aramaya başlamış olman gariplerine gidecektir. Olur da bunun hakkında bir şeyler sorarlarsa gece misafirler gittikten sonra uyumadığınızı söyle. Ne bileyim kendi aramızda partiye devam ettik de, film izledik de ya da aklına gelebilecek başka bir şey," dedi ve dirseklerini dizinin üzerine koyup hafifçe bana doğru eğildi.

"Sabaha karşı uyuduk ve bu yüzden çok geç uyandım dersin. Uyuyana kadar da o yanındaydı ama uyandığında yoktu, tamam mı?"

"Tamam," dedim, söyleyecek başka bir şeyi kalmamış olacak ki ayağa kalktı.

"Şu üstümü halledeyim," deyip ayağa kalktı, gözlerim gömleğindeki kanı buldu hemen. O kan kendimi kötü hissetmem için yeterli olurken gözlerimi hemen ondan çekip aklımı dağıtmaya çalıştım.

Gökhan, bunu fark etmezken yanımdan ayrıldı. O banyoya doğru giderken gözlerimi ondan çektim, başımı önüme eğdim ve parmaklarımla oynamaya başladım.

Yalnız kalmak bir kez daha düşüncelerin zihnimi bir sarmaşık misali sarmasına neden olurken ellerimi saçlarıma geçirdim. Olanları düşünmek yerine olacakları düşünmeye çalışıp Gökhan'ın söylediği şeyleri içimden tekrar ettim. Umarım onlar geldiğinde bunları unutmam diye içimden geçirirken elimdeki telefon titredi.

Telaşla ekranı açtığımda yine Efsun'dan mesaj geldiğini gördüm. Yine Yalçın yazmıştır diye düşünürken ekran kilidini açıp mesajı üsten okudum.

Efaun: Merhaba Ela, ben Efsun. Bir saate kadar yanında olacağız, oradan ayrılma lütfen. Bu arada Yalçın'ın polis bir arkadaşı var, ona haber verdik. O da bizimle gelecek, haberin olsun istedim.

Göz bebeklerim büyüdü, telaşla ayağa fırladım ve koşarak banyoya gittim. Sonra da o telaşla banyonun kapısına vurmayı aklımdan bile geçirmeyip içeriye daldım.

Lavabonun başında duran Gökhan'ın bakışları hızla beni buldu. Onun ne hâlde olduğunu gözüm görmezken elimdeki telefonu göstererek konuştum.

"Efsun mesaj attı, Yalçın'la birlikte geliyorlarmış ama yanlarında polis de varmış." Hızlıca açıkladım olayı, kaşlarını çattı. Cevap vermek, bir şeyler söylemek yerine karşımda durmuş dümdüz bir ifadeyle gözlerime baktı ve ben ancak o an bulunduğu durumun farkına vardım.

Üstü çıplak, kan olan beyaz gömleği elindeydi ve bir kısmı ıslaktı. Bu kadarla kalsa iyiydi, altında da iç çamaşırı dışında hiçbir şeyi yoktu ve pantolonu ilerideki askıdaydı.

Onu bu şekilde görmek az önceki telaşımın daha da artmasına neden olurken hızla ona arkamı döndüm, hiçbir şey söylemeden banyodan çıkmak istedim ama telaşım arkamdaki kapıyı görmeme engel oldu ve açık olan kapıya çarptım başımı.

Acıyla inleyip başımı tuttum, yüzümü buruşturup dişlerimi sıktım ve acımı bastırmaya çalıştım.

"İyi misin?" Gökhan'ın endişeli sesini duyduktan hemen sonra önümde belirdi, çarptığım kapıyla arama girdi. "Sende biraz da sakarlık var galiba," derken bir anda elleri ellerime dokundu, başıma bakmaya çalıştı.

Hızla birkaç adım geri gidip ondan uzaklaştım, dokunmasına engel oldum. Ben de ellerimi başımdan çektim. "Yok bir şey," dedim, birinin bana iznim dışında dokunması beni rahatsız ettiği kadar korkutuyordu da.

"Kusura bakma, ben telaş yapınca kapıya vurmayı unuttum," dedim, vücuduna bakmamak için büyük bir çaba sarf ediyor olduğumdan gözlerimi gözlerinden bir an bile olsun ayırmadım. "Sen işini hallet, konuşuruz," dedim, o sessiz kalırken banyodan çıkmak istedim ama kapının hemen yanında durduğundan ona yaklaşmam gerekiyordu.

O bunu fark etmeyip olduğu yerde dururken daha fazla burada böyle durmak istemediğim için birkaç adımda yeniden yaklaştım ona. Kalbim, hızla çarparken yanından geçtim, banyodan çıktım. Dönüp ona bir daha bakamazken banyonun önünden ayrıldım, salona gittim. O sırada banyo kapısının yeniden kapandığını duydum.

Salona ulaştığımda tuttuğum nefesimi bıraktım, derin bir nefes aldım. "Salak!" diye kendime kızıp tekli koltuğa oturdum. Hiç banyoda biri varken kapı çalmadan girilir miydi? Girilirse de işte böyle saçma bir şey yaşanırdı!

Utançla dudaklarımı ısırdım. Umarım buraya geldiğinde bunun konusunu açmaz diye içimden geçirirken çok daha büyük bir sorunumun olduğunu hatırladım. Yalçın ve Efsun bir polisle birlikte geliyorlardı.

Bu, beklediğimiz şeyler arasında değildi ve sanki her şey bizim için daha yeni başlıyordu.

Yerimde duramayıp ayağa kalktım, salonun ortasında bir sağa bir sola gidip volta atmaya başladım. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından banyonun kapısının sesini duydum, duraksadım. Çok geçmeden Gökhan salona geldi. Pantolonunu çoktan giymişti ama üstü hâlâ çıplaktı. Sadece kan olan kısmını yıkadığı beyaz gömleği ise elindeydi.

Bana hiçbir şey söylemeden şömineye yaklaştı ve şömineye yakın olan tekli koltuğun kenarına gömleğini iyice yaydı. Bu şekilde gömleği kurutacağını anlarken dayanamayıp sordum.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Bakışları beni buldu. "Ne hakkında?"

Kaşlarımı çattım, gerçekten bu soruyu sormuş muydu yani? "Polisin geliyor olması hakkında," dedim.

Gömleğiyle işini bitirdiğinden tamamen bana döndü. "Söyleyecek bir şey yok, değişen bir şey yok çünkü. Söylediklerimi harfiyen anlatacaksın ve bitecek."

O kadar rahat görünüyordu ki şu an bu rahatlığı benim rahatsız olmama neden oluyordu.

"Bakma bana öyle," dedi, kenarına gömleğini astığı koltuğa oturdu. "Ha ayrı ayrı anlatmışsın ha iki tarafa da birlikte anlatmışsın, ne fark eder?" Haklı olmasına haklıydı ama yine de ben onun kadar rahat olamıyordum.

"Onların yanında da böyle davranma," diye beni uyarırken karşısına oturdum. "Sonuçta onlara göre kocan ölmedi, kayboldu. Yani o ölmüş gibi davranman, konuşman çok dikkat çeker. En çok buna dikkat etmen gerekiyor." Uyarmaya devam ederken yine sadece başımı salladım.

O sırada gözlerim istemsizce çıplak vücuduna kaydı. Karşımda böyle oturması kendimi garip hissetmeme neden olurken gözlerimi ondan çekmek istedim ama yapamadım ve göğsünün sol kısmından karnının sağına doğru uzanan yara izine bakmaya devam ettim. Bu kadar büyük bir yara almasına neden olacak ne olmuş olabileceğini düşünürken bakışlarım dikkatini çekmiş olacak ki konuştu.

"Küçük bir kaza geçirmiştim, ondan kaldı," dediğinde gözlerim hemen gözlerini buldu, az önceki bakışlarım yüzünden utandım.

"Gözüm çarptı sadece," diye saçma bir açıklama yaptım ve başımı önüme eğdim. Küçük bir kaza diyordu ama yara çok büyük gibiydi. Hem nasıl bir kaza böyle bir yara bırakırdı ki?

Bu soru aklımı karıştırırken yeniden ona bakmaktan kendimi alamadım. İçimden bir ses onda farklı bir şeyler olduğunu söylüyordu bana ve ben o sese sonuna kadar inanıyordum. Çünkü her şey apaçık ortadaydı ve ben bunu göremeyecek kadar salak bir kadın değildim. Gerçekten sadece sıradan bir şoför olsaydı şu an en az benim kadar onun da gergin, korkak ve telaşlı olması gerekiyordu. Hatta en başından bu olaya hiç girmemesi gerekiyordu.

"Bana söylemediğin bir şey varmış gibi hissediyorum," dediğim an duvardaki saate olan gözleri beni buldu. "Gerçekten başka bir şey olsa da söylemeyeceğini biliyorum ama yine de söylüyorum çünkü böyle hissettiğimi..." Sözümü kesti.

"Doğru hissediyorsun." Aniden gelen bu itiraf karşısında bocaladım. O ise aynı rahatlıkla arkasına yaslandı. Bu hareketi yara izini daha net görmeme neden olurken o bunu hiç umursamadı.

"Yalan söyledin yani," dedim.

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Yalan söylemedim," dedi gayet net bir tavırla. "Ben sana kendim hakkında hiçbir şey söylemedim."

"Söyle hadi o zaman, dinliyorum seni," dedim, uzunca bir nefes aldı ve sessiz kaldı. "Hadi," diye yineledim ondan bir an önce bir şeyler duyabilmek adına.

"Şimdi değil, belki daha sonra."

Aldığım bu cevap beni hiç de memnun etmedi.

"Böyle bir şansın yok," dedim, yine kaşlarını çattı. "Bana güven diyorsun ama sonra bir şeyler sakladığını itiraf ediyorsun. Sence bu normal mi?"

"Evet bana güven dedim ama bir yandan da ne yaparsam yapayım bana güvenmeyeceğini biliyorum," dedi yine kendinden emin bir tavırla. "Ki zaten bana güvenmek zorunda da değilsin."

Bu cevap beni sinirlendirdi, ayağa kalktım.

"Sen bugün ne yaşadığımızın farkında değil misin? Hayatımızın sonuna kadar bununla yaşayacağız biz! Tabii eğer yakalanmazsak ama sen şimdi geçmiş karşıma bana güvenmek zorunda değilsin diyorsun."

Bir anda başını kaldırıp bana baktı.

"Onu sen öldürdün, ben gömdüm," dedi ve o da ayağa kalktı. "Senin kadar ben de suçluyum artık. Olur da onun öldüğü ortaya çıkarsa ve cesedini bulurlarsa senin gibi benim de parmak izlerim olacak üzerinde ve senin gibi benim de hayatım mahvolacak." Bunları neden söylediğini anlayamazken devam etti.

"Bu yüzden bu konuda endişen olmasın, seni ele verecek olmamdan korkma. Sen yanarsan ben de yanarım. Bana güvenmezsin biliyorum ama buna güvenebilirsin." Sessiz kaldım, uzanıp montunu aldı ve üzerinde hiçbir şey olmamasına rağmen giydi montu. Sonra da hiçbir şey söylemeden kapıya doğru yürüdü.

"Nereye?" diye sordum endişeyle, durup bana baktı. Sinirli miydi o? Tamam da ben ne yapmıştım ki şimdi?

"Kazma ve küreği halletmem gerekiyor, bıraktık öyle kapıya," deyip önüne döndü ve evden çıkıp gitti.

Onu neden bu kadar sinirlendirdim anlayamadım. Hiçbir şey yapmamıştım ki. Dudaklarımı ısırdım, koltuğa oturdum. Belki de onun da gerginliğini üzerinden atma yöntemi buydu. Ben nasıl ağlıyorsam o da sinirleniyor olabilirdi.

Başımı hafifçe önüme eğdim, yapılacak bir şey olmadığından boş boş oturdum. O sırada kapının önünden bir şeylerin kırılma sesi geliyordu. Kazma ve küreği kırıyor mu acaba diye düşünmeden edemezken telefonumu kontrol ettim. Mesajı üsten okuduğumu ancak o an hatırladım. Bunun şüphe çekici olacağını düşünüp mesajı hemen görüldü yaptım ve mesaj yazdım.

Ela: Sizi bekliyorum, lütfen acele edin.

Mesajı gönderdikten sonra telefonu bıraktım ve arkama yaslandım. Acele edin demiştim ama ne kadar geç gelirlerse benim için o kadar iyiydi. Çünkü ne kadar geç gelirlerse kendimi o kadar çok toparlamış olurdum, tabii bu mümkünse.

Gergince geçirdiğim on dakikanın ardından kapı yeniden açıldı, gözlerim hemen kapıyı buldu. Gökhan içeriye girdi, elinde parçalarına ayırdığı kazma ve kürek vardı. Hiçbir şey söylemeden salona geldi, şöminenin yanına gitti ve parçaları bir bir içine attı, onları da yaktı.

İşini bitirdikten sonra ayağa kalktı, gidip gömleğini aldı. Hâlâ kurumamış olacak ki yeniden yerine bıraktı. Montu hâlâ üzerindeydi ve montunun altında hiçbir şey yoktu. Fakat bundan rahatsız olur gibi bir hâli de yoktu.

Karşımdaki koltuğa oturduğunda ister istemez göz göze geldik. Ona nasıl davranacağımı bilemeyip gözlerimi kaçırdım. O da hiçbir şey demedi ve sessizce vakit geçirdik.

Bir süre sonra yeniden ayaklandı, evin içinde volta atmaya başladı. Bu şekilde de epey bir vakit geçirdik. Bir ara bahçeye çıktı, etrafa bakınıp yeniden eve döndü. Gömleğini bir kez daha kontrol etti, kurumuş olacak ki bu kez montunu çıkarıp giydi. O bunları yaparken dönüp hiç ona bakmadım, bakamadım.

Gömleğini giydikten sonra da biraz vakit geçirdik. İkimizin de ağzından tek kelime çıkmadı. Saat artık akşamın yedisi olurken sonunda bahçeye duran arabanın sesini duydum.

Eşzamanlı olarak ayaklandım, birkaç saattir olduğumun aksine telaşlandım. Henüz daha hiçbir şey olmadan elim ayağım birbirine girdi. Derin derin nefes alıp toparlanmaya çalıştım.

"Geldiler," dedi pencerenin kenarında olan Gökhan, ona arkamı döndüm ve bir kez daha derin bir nefes aldım. O sırada karşımda belirdi.

"Sakin ol ve söylediklerimi sakın unutma." Başımı salladım. "Şimdi dışarıya çık, çok korkmuş gibi davran." Yine başımı salladım. "Hadi," dediğinde yanından ayrıldım, kapıya gittim. Hemen açmak yerine durdum, o an içime öyle bir korku düştü ki her şeyi mahvedecekmiş gibi hissettim. O sırada kapı çaldı ve omzumun üstünden Gökhan'a baktım.

Gözlerini kapatıp açtı, her şey yolunda dercesine baktı gözlerimin içine. Onun bu bakışlarından destek aldım, yeniden kapıya döndüm ve bu kez hiç oyalanmadan açtım kapıyı.

"Ela?" dedi anında Efsun, gözlerinin içine baktım ve yine kendime engel olamadım, gözlerim doldu. "Güzelim," deyip bir anda boynuma sarıldı, zaten bu da gözyaşlarımın akması için yeterli oldu.

"İyi misin?" diye sordu, eli dostane bir tavırla sırtımda gezindi.

"Bilmiyorum." Bu cevabı verirken onun arkasında duran Yalçın'a ve sarışın adama bakmadan duramadım. İstemsizce bakışlarım sarışın adamın üzerinde gezindiğinde belindeki rozeti gördüm, kalp atışım korkudan hızlandı.

"İçeriye geçip konuşalım," dedi Yalçın, başımı salladım. Efsun benden ayrıldı, kapının önünden çekildim ve içeriye girmelerine izin verdim.

Üçü de art arda eve girdiklerinde kapıyı kapattım, Gökhan'a baktım. Ellerini montunun cebine koymuş, gayet rahat bir tavırla salonun ortasında duruyordu. Rahatlığı bu kez işe yarayacak gibiydi.

Yalçın salonda onu gördüğünde dönüp bana baktı. "Biraz korkunca yanımda kalmasını istedim," diye açıkladım onun şu an evin içinde oluşunu. Yalçın bana bir şey demezken sarışın adam yanıma geldi.

"Başkomiser yardımcısı Bülent Atsız," diye tanıttı kendini ve elini uzattı.

"Ela," dedim sadece ve elini tutup sıktım. O sırada Yalçın da yanımıza gelirken açıkladı durumu.

"Ben polislik bir şey olduğunu düşünmüyorum ama yine de Bülent'e haber verdim ne olur ne olmaz diye."

"Bana ne olduğunu en başından anlatır mısın?" Gözlerim yeniden Bülent'i bulurken dizlerimin titrediğini hissettim.

"Oturalım," dedim, yanlarından ayrıldım gidip üçlü koltuğun ortasına oturdum. Efsun hemen yanıma gelirken Yalçın ve Bülent karşımıza oturdular. Gökhan ise onların arkasında durup gözlerini üzerime dikti.

"Dün gece siz ve diğer misafirler gittikten sonra hemen uyumadık, birlikte biraz vakit geçirdik," dedim, herkes beni dikkatle dinliyordu. "Vaktin nasıl geçtiğini anlamamışız, sabahı etmişiz konuşurken. Bu yüzden sabaha karşı uyuduk, tam hatırlamıyorum ama saat beş- altı gibiydi. Uyurken yanımdaydı, benimleydi. O kadar geç uyuyunca doğal olarak biraz geç uyandım. Uyandığımda saat iki olmuştu ve yanımda yoktu. Önce eve bakındım, bahçeye falan baktım ama bulamadım onu," deyip Gökhan'a baktım.

"Sonra Gökhan Bey'e sordum onu görüp görmediğini," dediğimde herkesin bakışları onu buldu, sanki onun bir şey söylemesini beklediler.

"Saat on buçuk ya da on birdi, bir araba geldi, kendisi de evden ayrıldı ve o arabaya binip gitti," dedi, kısa bir açıklama yaptı.

"Giderken hiçbir şey söylemedi mi?" diye sordu Bülent.

"Söyledi tabii, Ela Hanım'ı yalnız bırakmamamı istedi. O uyandığında da alıp onu eve götürmemi söyledi ama Ela Hanım gitmek istemedi," dedi, bu kez herkesin bakışları beni buldu.

"Garip geldi bu durum bana, belki kendisi gelir diye dönmek istemedim," diye açıkladım ben de ve devam ettim. "Gökhan Bey'le konuştuktan sonra eve girdim, onu aramak istedim ama telefonunun masada olduğunu görüp vazgeçtim. Belki işi çıkmıştır, şirketten almaya gelmişlerdir diye düşünüp asistanını aradım. O da tüm gün şirkete hiç uğramadığını söyleyince de sizi aradım zaten. O andan beri de bekliyorum ama bir haber yok," dedim ve çaktırmadan derin bir nefes aldım.

Gökhan o ölmüş gibi davranma demişti, ben de elimden geleni yapmıştım ama şimdi de sanki kocası kayıp olan bir kadına göre çok duygusuz olmuştum. Bunun bir ortası yok muydu? Nasıl bulacağım ben o ortayı?

"Onu gelip alanları görmediniz mi?" diye sordu Bülent Gökhan'a.

"İki kişiydiler," dedi Gökhan anında, bir an bile olsun düşünmemişti bunu söylerken. Belki de önceden kurmuştu kafasında. "Arabanın camları filmli olduğu için şoför koltuğunda oturanı görmedim ama yan tarafta oturan adam arabadan inince gördüm. 1.70-1.75 boylarında, hafif kilolu, uzun sakalları olan kel bir adamdı." Kaşlarımı çattım, kimi tarif ediyordu şimdi bu? Uydurmuş muydu acaba?

"Başka bir şey görmediniz mi?" diye sordu Bülent.

Gökhan dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Görmedim," dedi, o kadar profesyonel davranıyordu ki şu an az kalsın ben bile her şeyin böyle olduğuna inanacaktım.

"Arabanın plakasını aldınız mı?"

"Almadım," dedi yine anında. "Zorla götürülür ya da bir şeye zorlanır gibi değildi, öyle olsa durmak yerine yardım ederdim zaten. Normal bir şekilde gelip aldılar ve gittiler, bu durumda arabanın plakasını almak aklıma bile gelmedi," dedi.

Bülent başını salladı. "Peki arabanın rengi, modeli?"

"Siyah bir BMV'ydi, bu kadarını söyleyebilirim. Arabalardan pek anlamam," dedi, Yalçın'ın anında kaşları çatıldı.

"Sen şoför değil misin?" diye sordu, göğsüm hızla inip kalkmaya başladı.

Pot mu kırmıştı yani şimdi? Hem de bu kadar çabuk? Ve beni defalarca kez uyarmasına rağmen?

"Değilim." Verdiği cevap göz bebeklerimin büyümesine neden olurken Bülent de Yalçın da ayağa kalktılar. Ne yapmaya çalışıyordu bu? Derdi neydi?

"Ne demek değilim?" diye sordu Yalçın, Bülent hemen arkasından "Nesiniz peki?" diye ekledi soruya.

"Korumayım," dedi, şaşkınlığım daha da arttı. Ne yapmaya çalıştığını gerçekten anlamamıştım ve pek de anlayacak gibi değildim.

"Koruma mı?" diye sordu bu kez de Yalçın, Gökhan başını salladı.

"Evet, Sezgin Bey beni işe şoför olarak değil, koruma olarak aldı. İşe başlarken imzaladığımız bir sözleşme vardı, örneği bende var ama yanımda değil şu an. Oradan da doğru söylediğimi anlayabilirsiniz." Büyük bir şaşkınlık içinde onu dinlerken Efsun araya girdi.

"Peki neden şoförlük yapıyorsun?"

"Bilmiyorum," dedi Gökhan. "O benden böyle davranmamı istedi, ben de böyle davranıyorum ama şimdi kendisi kayıpken ve karşımda bir polis varken buna devam edecek değildim, bu yüzden söyledim."

"Sezgin'in neden bir korumaya ihtiyacı olsun ki?" diye sordu Yalçın bana bakarak.

"Bilmiyorum," dedim, söyleyebileceğim başka hiçbir şeyim yoktu çünkü şu an.

"Üç aydır yanında çalışıyorum, dün ise bana Ela Hanım'la birlikte olacağımı söyledi. Onun şoförü gibi davranacak, korumalığını yapacaktım."

"Benim böyle bir şeyden haberim yoktu," dedim anında, herkesin gözleri beni buldu. "Ben onu sadece şoför zannediyordum."

"Bir korumayla gezmek zorunda olduğunuzu bilirseniz korkacağınızı söyleyip benden bu konuyu gizli tutmamı istedi. Bu yüzden haberiniz yoktu."

"Bir dakika benim aklım çok karıştı şimdi," dedi Yalçın ve devam etti. "Sen şimdi korumasın ama Ela korkmasın diye şoför gibi davranıyordun ve Sezgin'in bir korumaya ihtiyacı olacak bir sorunu vardı, öyle mi?" diye sordu.

"O kadarını bilemem," dedi Gökhan. "Ben de yanında çalışan biriyim sadece, herhangi bir şey anlatmadı ama başında bir bela olduğu her hâlinden belliydi."

"Bunu biliyorken o adamlarla giderken hiçbir şey yapmadınız mı?" Bu soru Efsun'dan geldi, buna nasıl cevap verecekti şimdi?

"Dediğim gibi zorla götürülür ya da bir şeye zorlanır gibi bir hâli yoktu. Yanıma gelip benimle konuştu, adamın yanına gidip el sıkıştı, arabaya bindiler. İki arkadaşıyla gidiyor gibiydi, ben ne yapabilirim ki bu durumda?" Verdiği cevap mantıklı geldiğinde diğerlerine baktım, onların da aklına yatmış gibiydi.

"Haklısın," dedi Yalçın, o sırada Gökhan'la göz göze geldik. Tüm bunları söyleyecekti ve böyle bir durum söz konusuydu neden bana daha önceden anlatmadı ki? Niye ben de onlarla birlikte öğrenmek zorunda kaldım? Bunun da bir nedeni olmalıydı ama şu an sorabilecek durumda değildim.

"Beyefendinin anlattığına göre işin rengi biraz değişti," dedi Bülent, gözlerim onu buldu. "Ortada ciddi bir durum söz konusu gibi, kayıp başvurusunda bulunsak iyi olacak. Sonrasında da hemen arama çalışmaları başlar zaten, ne olduğunu anlarız." Bülent bunları söylerken Yalçın'la göz göze geldik. Ne yapacağını bilmiyor gibiydi. Gözlerimi ondan çektim, Gökhan'a baktım, öyle bir bakıyordu ki şu an bana bir şeyler söylemen gerekiyor der gibiydi. Bunu fark edince bir saniye bile olsun durmadım.

"Hâlâ duruyor olmamız hata," dedim, Bülent'e baktım. "Bir an önce ne gerekiyorsa yapalım, eğer başı beladaysa..." Devam edemedim, boğazım düğüm düğüm oldu. Çünkü bir an onun şu an ormanda gömülü olduğunu hatırladım ve bu gerçek yine mideme ağrı girmesine neden oldu.

"İyi misin?" diye soran Efsun'a baktım, yine gözlerim doldu.

"Lütfen," derken Bülent'e çevirdim gözlerimi. "Ne gerekiyorsa yapalım bir an önce, geç kalmayalım daha fazla," dedim ve gözyaşlarım sessizce süzüldü yanaklarımdan. Onların gözünde kocamın aniden kayboluşuna ağlarken ben sadece bulunduğum durum için ağlıyordum.

Katil olmuş ve şimdi onlarca yalanın arkasına saklanıp kendimi kurtarmaya çalışıyordum.

Bu yük omuzlarıma çok ağır geliyordu.

"İşin bu kadar ciddi olduğunu bilseydik doğrudan siz gelirdiniz, zaman kaybettik," dedi Yalçın, istemsizce Gökhan'a baktım.

"Bilemedim," dedi yalandan mahcup bir tavırla, oysa muhtemelen onları buraya getirmesinin bile bir nedeni vardır.

"Zaten yetişkin biri için yirmi dört saat geçmeden kayıp başvurusunda bulunamıyorsunuz," dedi Bülent ve devam etti. "Sabah olmasını beklemek zorundasınız, sabah ben de yardımcı olurum size, gerekeni yaparız." O prosedürü açıklarken susmak yine garip geldi ve bir şeyler söylemem gerekiyormuş gibi hissedip konuştum.

"Ne yani sabaha kadar hiçbir şey yapmadan oturacak mıyız?" Bu soruyu sorduktan hemen sonra istemsizce Gökhan'a baktım, iyi gidiyor olacağım ki gayet memnun görünüyordu.

"Maalesef yapılacak bir şey yok, beklemek zorundayız," dedi Bülent, o sırada Efsun koluma dokundu.

"Sen de kalma burada daha fazla, hem buraya gelecek olsaydı eve götürün demezdi. Eve geçelim birlikte, bakarsın hiçbir şeye gerek kalmaz ve sabah olmadan gelir." O kendince beni teselli ederken tek kelime edemedim, bakışlarımı kaçırdım.

Artık onun gelmesi mümkün değil diyemedim.

Efsun'a cevap vermek için yine Gökhan'a baktım. Bunu kimsenin fark etmemesini umut ederken Gökhan gözlerini kapatıp açtı, vereceğim cevabın ne olduğunu anlayıp Efsun'a baktım.

"Gidelim," dedim, Yalçın hemen araya girdi.

"Vakit kaybetmeden çıkalım yola o zaman," dedi ve Gökhan'a baktı.

"Ela bizimle gelir, sen de şömineyi falan söndürdükten sonra Sezgin'in arabasıyla gelirsin peşimizden." Yalçın'ın sözleri Gökhan'ın gözünün ucuyla bana bakmasına neden oldu. Gözlerimle resmen ona yalvardım, bir şeyler yapmasını bekledim. Çünkü onlarla gitmek istemiyordum.

Gözlerini benden çekip Yalçın'a bakarken "Olmaz," dedi, Yalçın kaşlarını çattı. "Benim işim Ela Hanım'ın güvenliği, onun yanından ayrılamam."

"Bizden mi koruyacaksın onu?" diye sordu Efsun alaylı bir tavırla, Gökhan onun aksine fazlasıyla ciddi bir tavırla baktı ona.

"Yolda giderken bir şey olmayacağının garantisini veremezsiniz," dedi, Efsun sessiz kalırken de Yalçın'a döndü. "Benim işimi iyi yapan biriyim, işim de Ela Hanım'ın yanından hiç ayrılmamak." Yalçın onu dinledikten sonra bana çevirdi bakışlarını ve benim bir şeyler söylememi bekledi.

"Hep birlikte çıkalım," dedim, söyleyecek başka bir şey bulamadım. "Şömineyi hemen söndürüp birlikte gidelim," diye ekledim, çünkü onlar da biliyorlardı ki normalde böyle bir şey olsaydı kendileriyle giderdim. Şimdi başka birini seçmem şüphe çekerdi.

"Peki öyleyse, ben hallederim," dedi Yalçın şömineye bakarak.

"Ben de üzerime bir şey alayım," dedim ve yanlarından ayrıldım, telaşla yatak odasına gittim. Odanın kapısını kapatıp birinin gelme ihtimaline karşı kilitledikten sonra kendimi daha fazla tutamadım, sessizce ağlamaya başladım. Ağlarken dizlerimin bağı çözüldü, dizlerimin üzerine çöktüm.

Elimi ağzıma bastırıp sesimin çıkmasını engelledikten sonra içimden geldiğince ağladım. Ben bunu yapmaya nasıl devam edeceğim? Sadece onlarla konuşmak bile beni bu kadar zorlamışken diğer herkesle nasıl baş edeceğim? Yapamayacak gibi hissediyorum ve eğer yapamazsan her şeyin mahvolacağını çok iyi biliyorum.

Gözyaşlarım bir sel misali yanaklarımdan süzülürken odanın kapısına vuruldu. Çok yakında olduğum için irkilirken Efsun'un "Ela, gelebilir miyim?" diye sorduğunu duydum.

Gözlerimi sımsıkı kapattım, burnumu çekip derin bir nefes aldım ve yutkundum. Kendimi biraz daha iyi hissedince "Müsait değilim," dedim, Efsun başka bir şey demezken duvardan destek alıp ayağa kalktım. O sırada dışarıda ne oldu bilmiyorum ama kapının açılıp kapanma sesini duydum.

Çok umursamayıp gardıroba gittim. Gözyaşlarım hâlâ yanaklarımdan süzülürken montumu aldım ve giydim. Ardından da aynanın karşısına geçtim. Ağlamaktan gözlerim şişmiş, içi kıpkırmızı olmuştu. Aynı zamanda yüzüm de şiş görünüyordu.

"Kendine gelmelisin, böyle olmayacak," deyip ıslak yanaklarımı kuruladım.

Bu zamana kadar hep ağlamıştım ve elime hiçbir şey geçmemişti ağlamaktan. Bundan sonra da geçmezdi. Bu yüzden benim için zor olsa da güçlü olmalıydım, güçlü olmak zorundaydım.

"Ağlamak yok," diye mırıldandım kendi kendime, muhtemelen bu sözümü tutamayacaktım ve yine bir yerlerde ağlayacaktım ama bunu gizlice yapmalıydım. Kimse görmemeli, kimse duymamalıydı. Kendimi ancak bu şekilde koruyabilirdim.

Aldığım bu karar kendime olan güvenimi biraz olsun yerine getirirken yanaklarımı bir kez daha kuruladım ve iyi göründüğüme kanaat getirip odadan ayrıldım. Salona doğru yürürken kimse olmadığını gördüm. Beni beklemeyip bahçeye mi çıktılar acaba diye düşünürken evin kapısı açıldı, Gökhan içeriye girdi.

"Diğerleri nerede?"

"Önden çıktılar, arabada bekliyorlar," dedi ve ekledi. "Sen gecikince de bakmak için geleceklerdi, ben geldim," dedi, o sırada ona yaklaşmıştım.

"Güzel," dedim tam karşısında durup gözlerinin içine bakarak. "Yani bana açıklama yapacağın birkaç dakikamız var, seni dinliyorum."

"Açıklama?" diye sorguladı sanki neyden bahsettiğimi anlamamış gibi, başımı salladım.

"Açıklama," diye tekrar ettim ve ona bir adım daha yaklaştım. "Az önce ne oldu? O anlattıkların neydi?"

"Hepsi doğruydu."

Kaşlarımı çattım. "Sorun onların doğru olması değil! Sorun; onları benim de diğerleriyle birlikte öğrenmem! Onlar gelmeden önce saatler geçirdik burada seninle, her şeyi konuştuk, daha doğrusu ben öyle zannediyordum ama görüyorum ki konuşmadığımız onlarca şey varmış!"

"Tepkin gerçekçi olmalıydı, pek iyi rol yapamıyorsun çünkü." Bu cevap beni sinirlendirdi, neden doğru düzgün konuşmuyordu ki benimle?

"Benimle alay ediyormuşsun gibi hissediyorum," dedim ve gözlerimi ondan çektim. "Sanki her şeyi zora sokmaya çalışıyor gibisin, neden bunu yapıyorsun anlamıyorum," deyip elimi yüzüme bastırdım, gözlerimi ovaladım.

Başımda çok feci bir ağrı vardı ve midem gerçekten çok kötüydü. Sanırım artık bu gerginlikten, korkudan falan değil, sadece açlıktandı. Tüm gün tek lokma bir şey yememiştim.

Durup bunu düşünmek başımın döndüğünü hissetmeme neden olurken ve bu dönmeyle baş etmeye çalışırken onun dudaklarından dökülen o cümleyi duydum.

"Kocan birini öldürdü."

Tüm vücudum bu cümleyle kaskatı kesildi, nefes almayı bıraktım. Hatta sanki kalbim bile atmayı bıraktı. Elimi usulca gözlerimden çektim, gözlerimi ağır ağır onun gözlerine çevirdim. Sesi zihnimin içinde yankılanıp bana aynı şeyi söylerken doğru duyup duymadığımdan emin olamadım.

"Yaklaşık üç ay önce çok sarhoşken ıssız bir yolda genç bir kıza çarptı, kız orada öldü. Kocan da onu orada bırakıp evine kaçtı." Her kelimesinde şaşkınlığım biraz daha artarken devam etti.

"Öldürdüğü kızın babası bir suç çetesinin elebaşı ve kızının katilini polisle birlikte aramak yerine bizzat kendisi arıyor," deyip o da bana doğru bir adım attı.

"Aradığı katil kocan ve o adam onu bulmaya çok yaklaşmıştı. Amacı onu öldürmek, kızının hesabını sormak ama sen ondan önce davrandın," deyip bir adım daha attı, gözlerini gözlerime öyle bir odakladı ki bir an bile olsun çekemiyordum bakışlarımı.

"İşte biz de bunu kullanacağız, kocanın o kızı öldürdüğünü ortaya çıkaracağız. Sonra tüm suç o adamın üzerine kalacak. Korkma, suçsuz birine iftira atmış olmayacaksın. Kocanın olmasa da çok kişinin kanı var o adamın elinde. Onun elindeki kan, senin ellerini temizleyecek." Korkuyla bir adım geri gittim.

Karşımda duran bu adam artık bana çok ürkütücü geliyordu.

"Sen," dedim zorlukla, düşüp bayılacak gibi hissediyordum kendimi. "Sen bu hikâyenin neresindesin?" Açıkça sordum ve cevap vermesini beklemeden devam ettim.

"Sezgin, kibirli adamdır. Onun sana bunları anlatması mümkün değil. Her şey bir yana kazayla da olsa birini öldürmüş, böyle bir şeyi asla söylemez sana."

"O söylemedi zaten, bunları bildiğimden de haberi yoktu." Korku, beni biraz daha ele geçirirken aklıma tek bir ihtimal geldi.

"Sen onlardansın," dedim, bir adım daha geri gittim. "O kızın babasının adamı olmalısın." Bu cümlemle yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Değilim," dedi.

"Kimsin o zaman?" diye sordum öfkeyle. "Neden girdin hayatımıza? Tüm bunları nasıl öğrendin?"

"Belki zamanla bunu da öğrenirsin."

"Bu bir cevap değil! Benimle böyle oynayamazsın! Ya şimdi kim olduğunu söylersin ya da ben..." Devam edemedim, ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü benim için bu cümlenin devamı yoktu ki. Ya da neydi? Gidip kendimi şikâyet mi edecektim? Kendi başıma mı devam edecektim? Benim gibi birinin elinden ne gelirdi ki? Ben daha bunu düşünürken kendisi devam etti konuşmaya.

"Hakkımda bilmen gereken tek şey; benden sana zarar gelmeyeceği. Kocana gelirdi, zamanı geldiğinde gelecekti de ama sana gelmez. Ben sana gerçekten yardım etmeye çalışıyorum ve eğer sorun çıkarmaz, söylediğim her şeyi yaparsan seni bu işin içinden çekip alırım," deyip sustu, sanki bir cevap bekler gibiydi. Fakat tek kelime etmedim, sustum. O sırada dışarıdan Efsun'un sesi geldi.

"Ela! Gelmiyor musunuz daha?" diye seslendi.

"İkimiz de masum değiliz," dedi Gökhan, gözlerim yeniden onu bulurken bana doğru bir adım daha attı.

Haklıydı, masum değildik. Ellerime kan bulaşmış, masumiyetimi yitirmiştim. Sonra o kan onun da ellerine bulaşmıştı ama sanki o masumiyetini çok daha önceden yitirmiş gibiydi ve bu, benim için büyük bir sorundu ama aynı büyüklükte, hatta belki de daha büyük çok başka bir sorunum daha vardı.

"İkimizin de elinde kan var ama benim kendimi de seni de kurtaracak gücüm var. Tabii eğer sorun çıkarmayıp buna müsaade edersen," deyip sustu, o sırada evin kapısı açıldı ve Efsun içeriye girdi.

"Ela?" Bakışlarım hemen onu bulduğunda Gökhan'ın sesi araya girdi.

"Ela Hanım biraz daha burada kalmak istiyor," dedi bir anda, hemen ona baktım. Ben ona böyle bir şey söylemedim diye içimden geçirirken gözlerimin içine bakarak devam etti konuşmaya.

"Ben de onu gelmesi için ikna etmeye çalışıyorum, gelmenin daha doğru olacağını söylüyorum. Aslında neyin doğru olduğunu kendisi de çok iyi biliyor ama kabullenmesi biraz zaman alacak gibi." Tüm bunları imayla söyledi ve neyi ima ettiğini anlamam hiç de zor olmadı.

"Ela," diyerek yanıma geldi Efsun. "Gökhan Bey haklı, Sezgin gelecek olsa bile evinize gelecektir, buraya değil ki." O konuşurken ve konuşmaya devam ederken onu dinlemedim, Gökhan'a baktım.

Gidelim ya da gitmeyelim demek onun için bir cevap olacak gibiydi. Bu yolu seninle yürüyeceğim ya da yürümeyeceğim demiş gibi olacaktım. Şu an ikimiz de bunun farkındaydık ve maalesef ki gidilecek başka bir yolumun olmadığının da farkındaydım.

"Ela?" Efsun'un sesiyle kendime geldim, derin bir nefes alıp yutkundum ve verebileceğim tek cevabı verdim.

"Gidelim."

Anında Gökhan'ın dudağının sağ kısmının yana kıvrıldığını fark ettim. Bu minik tebessümü hızla yüzünden sildikten sonra "Arabadayım ben," dedi ve evden ayrıldı, Efsun bir ona bir bana bakarken umarım bir şeyden şüphe etmemiştir diye içimden geçirdim.

"Çıkalım hadi," dedim daha fazla durmamak için ve kapıya yöneldim. Efsun'un peşimden geldiğini çok iyi bilirken evden ayrıldım, o da hemen peşimden çıktı.

Ben bizim arabaya doğru giderken o da Bülent'in de içinde olduğu kendi arabalarına doğru gitti. Arabanın yanına ulaştığımda arka kapıya yöneldim, kapıyı açtım. Yalçın arabayı çalıştırıp uzaklaşırken ben arabaya binmek yerine durdum ve ormana doğru baktım.

Habersiz bir şekilde doğum günümü kutlamak için geldiğim bu yerde, karşımda duran bu ormanda hayatımı mahveden adamı öldürmüştüm ben. Sonra da onu kim olduğunu, amacının ne olduğunu bilmediğim bir adamla gömmüş ve şimdi onu bırakıp gidiyordum.

Bundan sonra hayatımda ne olacağını kestirmem mümkün değildi ve içimdeki ses bana hikâyemin daha yeni başladığını söylüyordu ve maalesef ki bu, biraz kanlı bir hikâye olacaktı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Gökhan sıradan bir şoför olmadığını, hatta koruma olmadığını itiraf etti, peki sizce gerçekten kim ve neden aralarında?

Bundan sonra neler olacak sizce?

Gökhan ve Ela bu işten kurtulabilecekler mi dersiniz?

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter / Tiktok: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%