Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3.BÖLÜM "SORGU"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Deblüblüman - Belki

3. BÖLÜM "SORGU"

Eve dönüş yolu üç saatten fazla sürmüştü ve yol boyunca zihnimdeki tek görüntü Sezgin'in kanlar içindeki hâliydi. Hâlâ olanlara inanmakta güçlük çekiyordum, sanki bir kâbusun içindeydim ve gözlerimi açsam her şey eskiye dönecek gibi hissediyordum. Oysa artık koca bir gerçekliğin tam ortasındaydım. Zordu belki ama o gerçeği artık kabul etmem gerekiyordu.

Ben, katil olmuştum ve bununla yaşamaya alışmam lazımdı.

Öndeki arabadan inen Efsun ve Yalçın'ı gördüğümde şoför koltuğundaki Gökhan'a baktım, gözleri çoktan beni bulmuştu. "İçeriye girecek misin?"

"Girmem doğru olmaz, çok dikkat çekeriz. Onlarla gir sen, eğer bir şeyler sorarlarsa dediğim gibi verebileceğin en mantıklı cevapları ver," dedi, muhtemelen bunu yapamayacaktım. Bu yüzden içeriye girer girmez iyi olmadığımı söyleyip yalnız kalmak istiyorum demek ve odaya kaçmak en doğrusu olacaktı.

Bunu ona açıklamaya gerek duymayıp söylediği şeylere karşılık başımı salladım ve merakla "Sen gidecek misin?" diye sordum.

Ona güvenmem gerektiğini biliyordum, nedenini anlamasam da bana yardım etmeye çalıştığının farkındaydım, her şeyden önce onun da dediği gibi artık onun da bu işin içinde olduğunu ve yanarsak beraber yanacağımızı biliyordum fakat tüm bunlara rağmen gitmesinden korkuyordum. Ya beni tüm sorunlarla yalnız bırakırsa, o zaman ne yapacaktım, nasıl devam edecektim? Edemem ki...

"Hiçbir yere gitmeyeceğim," dedi güven verici bir tavırla. "Burada olacağım, bahçede. Bir sorun olursa ya da bir şeye ihtiyacın olursa bahçeye çıkman yeterli olur."

Başımı salladım ve belli belirsiz tebessüm edip Yalçın'la Efsun'u daha fazla bekletmemek için arabadan indim. İner inmez o tebessüm yüzümden silindi ve yanlarına gittim. Bülent'i yolda evine bıraktıklarından o yanımızda değildi neyse ki...

Hep birlikte eve girdiğimizde Efsun yanıma gelip "Hadi otur dinlen biraz, ben de sana bir şeyler hazırlamalarını söyleyeyim, bir şeyler ye," dedi sevecen bir tavırla.

"Araba yüzünden yine midem iyi değil, hiçbir şey yiyecek durumda değilim. Hem çok yorgunum, biraz dinlenmek istiyorum," dedim, arabada düşündüğüm şeyi yapıp yanlarından kaçıyordum aslında.

"Tabii, dinlen sen. Biz burada olacağız, korkmana hiç gerek yok. Artık uyandığın zaman bir şeyler yersin," dedi, başımı salladım sadece ve hiçbir şey söylemeden yanından ayrıldım. Merdivenlere doğru yürürken Yalçın'ın söylediği şeyi duydum.

"Sence Nergis teyzeyle Sinem'e haber vermeli miyiz?" diye sorduğunda olduğum yerde kaldım.

Bir de onlar vardı değil mi?

Gözlerimi kapatırken başımı önüme eğdim ve nefes almaya çalıştım ama aldığım hiçbir nefesi hissetmiyordum sanki. Aksine aldığım her nefeste biraz daha boğuluyormuş gibi hissediyordum ve bu beni korkutuyordu. Ya hayatım boyunca hep böyle hissetmeye devam edersem? Bir insan buna nasıl alışabilir ki?

"Ela?" Yalçın'ın sesi beni kendime getirdiğinde toparlandım ve ona döndüm.

"Bilmiyorum," derken bir nefes daha aldım, bu sorunun cevabını gerçekten bilmiyordum. Nergis teyze diye bahsettiği Sezgin'in annesi, Sinem de kız kardeşiydi ve onlarla iyi anlaştığımı söyleyemezdim. Burada olmaları beni daha çok rahatsız edecekti ama bu durumu onlardan gizlemeye çalışmak şüphe çekebilirdi. "Ortada basit bir şey varsa onları korkutmak gereksiz olur ama ne olduğunu bile bilmiyorken saklamak da doğru olmaz," dedim.

"En iyisi yarın polislerle bir kez daha konuştuktan sonra haber edelim," dedi Efsun.

"Bence de," diye Yalçın da onu onayladığında "Siz bilirsiniz," dedim ve yeniden onlara arkamı dönüp merdivenlere doğru ilerledim.

Birkaç merdiven çıktığımda karnımda şiddetli bir ağrı baş gösterdi, yüzümü buruşturup bu ağrıyı bastırmaya çalışırken üst kata ulaştım. İlerlemek yerine durup uzun koridora ve kapalı kapılara baktım. Sanki her an birinden o çıkacakmış gibi hissediyordum. Çıkacak, karşımda duracak ve yine olur olmadık şeyler yüzünden hesap soracak, canımı yakacak gibi...

Saatlerdir tuttuğum gözyaşlarıma daha fazla engel olamazken bu kez kimsenin görmeyeceğini bildiğim için gönül rahatlığıyla ağladım ve ağır adımlarla yatak odasına doğru yürüdüm. Odanın önünde durduğumda içeriye girecek kadar güçlü hissetmedim kendimi ve elim kapının kolunda öylece durdum. Dizlerim titriyor, gözyaşlarım akmaya devam ediyordu ve ağladıkça karnım kasılıyor, ağrım daha da artıyordu.

Az sonra cesaretimi toplayıp kapının kolunu indirdiğimde ve içeriye doğru ilk adımı attığımda gözyaşlarım daha da hızlanmıştı. Gözyaşları içinde kapıyı kapattım ve aniden birinin girmesine karşı kilitleyip odanın içine doğru ilerlemeye devam ettim. Yatağa ulaştığımda ve yatağın önünde durduğumda sadece birkaç gece önce o uyurken yüzüne bakıp da ölmesini dilediğim o anı hatırladım. Şimdi ise ben buradayım, o yoktu. Dileğim kabul olmuştu belki ama benim de elim kana bulanmış, masumiyetimi kaybetmiştim.

Bu düşüncenin ağırlığıyla kapattım gözlerimi ve acımı bastırmaya çalıştım. Belki bir gün her şey şimdi olduğundan çok daha güzel olacaktı ama bu gerçek de hep benimle olacaktı. Ne zaman mutlu olduğumu hissetsem hatırlatacaktı kendini. Ne kadar zaman geçerse geçsin bunu atlatamayacağımı, bunun atlatılmayacak bir şey olduğunu biliyordum. Çünkü bir şeyleri atlatmak için onları unutmak gerekirdi ve hiçbir insan birini öldürdüğünü unutamazdı. İçimde öyle bir his vardı ki; son nefesimi vereceğim o gün geldiğinde bile sanki aklımda olan son şey bu olacaktı.

Gözlerimi yeniden açtığımda dakikalardır önünde durduğum yatağa arkama döndüm ve aynaya baktım. Her zamanki gibi yine berbat görünüyordum. Çok zayıf, çökmüş bir hâldeydim. Gözlerimin içi de etrafı da kıpkırmızı olmuşlardı ve günlerdir uyumuyor gibi yorgun görünüyordum.

Kendime bakmaya devam ederken önce montumu sonra tişörtümü ve hemen sonrasında pantolonumu çıkarıp yere attım. Aynaya da biraz daha yaklaşıp yarı çıplak vücuduma baktım. Karnımın üzeri mosmor olmuştu ama ruhum o kadar acıyordu ki bunun acısını hissetmiyordum bile. Sadece bu da değildi. Vücudumun birçok yerinde bu morluklardan vardı ama bitmişti işte artık. O yoktu, artık hayatımda olması mümkün değildi. Bu yaralar er ya da geç bir gün iyileşecekti ve bir daha yerine yenileri açılmayacaktı.

Bu, son acı çekişim gibi hissediyordum.

Bir gün ruhumdaki, kalbimdeki yaralar için de böyle hissedebilecek miydim? Sanmıyorum...

Kendime bakmayı bırakıp banyoya girdim, çamaşırlarımdan da kurtulduktan sonra kendimi suyun altına attım. Dışarıda dondurucu bir soğuk varken sıcak suyu açmaya bile gerek duymadan soğuk suyun altında dakikalarca durdum ve iliklerime kadar üşüdüğümü hissettim ama bunu seviyordum.

Üşümek, hiçbir acımın hissettiremediği kadar yaşadığımı hissettiriyordu.

Hâlâ canlı bir varlık olduğumun farkına ancak üşüyünce varıyordum. Bu yüzden de hayatımın sonuna kadar üşümek istiyorum. Kimse dokunmasın, kimse sarılmasın, kimse beni ısıtmaya çalışmasın ve hep üşüyeyim istiyorum. Üşüyeyim ki yaşamayı hissetmeye devam edebileyim.

Hiçbir şey yapmadan soğuk suyun altında öylece durmaya devam ederken dizlerim beni daha fazla taşımadı ve çöktüm, gözlerimin önüne Sezgin'in ormandaki hâli geldiğinde bir kez daha boğuluyormuş gibi hissettim. Gözlerimi sımsıkı kapatıp unutmaya çalıştım ama olmadı ve çaresizce o anı düşünmeye devam ettim.

Suyun altındayken bile nefes almaya çalıştım. Bunu yaparken elim boğazıma gitti, orada birinin elleri varmış da beni boğuyormuş gibiydi. Bu hisle baş edemeyip ayaklandım ve hızlıca saçlarımı yıkayıp banyodan çıktım. Bir şort ve tişört giyip kendimi pencerenin kenarına attım. Soğuk hava yüzüme çarptığında derin derin nefes aldım ama bu bile beni bu histen kurtarmak için yeterli olmayınca bu kez de kendimi balkona attım.

Çıplak ve ıslak ayaklarım soğuk zemine temas ettiğinde balkonun kenarına yürüdüm ve kenarlardan tutunup yüzümü gökyüzüne çevirdim. Ayak parmaklarımdan saçlarımın dibine kadar üşüdüğümü hissettiğimde her şey daha da katlanılabilir bir hâle gelmişti benim için. Bu, biraz olsun kendimi iyi hissetmem için yeterli olduğunda gözlerimi açtım ve bahçeye doğru baktım. Gördüğüm ilk kişi Gökhan'dan başkası değildi.

Bahçedeki ağaçlardan birinin altında durmuş sigarasını içiyordu. Derin düşüncelere dalmış gibi bir hâli vardı ve yaşananlardan sonra ne düşündüğünü tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yoktu. Muhtemelen bizi bu işin içinden nasıl çıkaracağını düşünüyordu. Ona göre böyle bir ihtimal söz konusuydu ama bana göre mümkün bile değildi.

Sonumuzu erteleyebilirdik belki ama o sonda bizi bekleyen şeyi değiştirmemiz mümkün değildi. Ona da dediğim gibi her sır, her yalan bir gün ortaya çıkardı. Bu da çıkacaktı işte ve sanırım yapılması gereken en doğru şey o son gelmeden önce ortalardan kaybolmaktı ama gidecek bir yerim bile yoktu. Onun da gitmek isteyeceğini hiç sanmıyorum.

Gözlerimi ondan çektim, beni burada görmesini istemeyip içeriye girdim. Balkon kapısını ve pencereyi kapattıktan sonra boş yatağa bir kez daha baktım. O yatağa girmek, orada uyumak istemedim. Bu yüzden de kendi yastığımı aldım ve gidip odadaki koltuğa uzandım. Dizlerimi karnıma kadar çekip de gözlerimi sımsıkı kapattım ama bu bile gözyaşlarımın akmasına engel olmadı. Engel de olmamalıydı zaten, yalnızken istediğim kadar ağlayayım ki başkalarının yanında gözyaşlarımı tutabileyim. Tıpkı eskiden olduğu gibi ağladığımı yine sadece ben bilmeliydim.

Ağlamamın arasında ne ara uyudum bilmiyorum ama uyandığımda hava çoktan kararmış, gece yarısı olmuştu bile. Bu yüzden kalkmaya gerek duymayıp biraz daha uyumaya çalıştım ve birkaç saat sonra yeniden uykuya daldığımı hissedebildim.

Bir dahaki gözlerimi açışımda hava bu kez aydınlanmış, saat de sabahın yedisi olmuştu ve ben hâlâ kendimi çok yorgun hissediyor, hiç kalkmak istemiyordum. Çünkü aşağıda beni neyin beklediğini biliyordum. Yıllarca bu odadan korkmuş, buraya girmek benim için işkence hâline gelmişti. Şimdi ise buradan çıkmak istemiyor, sonsuza kadar burada, bu koltukta, oturmak istiyordum ama bunun mümkünatı bile yoktu. Kalkmalı ve kaçtığım her şeyin karşısında durmalıydım. Yoksa o her şey bir araya gelecek ve üzerime yığılacaktı.

Bu düşünceyle istemeye istemeye kalktım yataktan ve doğrudan banyoya gidip elimi yüzümü yıkadım. Diğer kişisel işlerimi de hallettikten sonra banyodan çıktım ve dolabıma gittim. Beyaz bir sweatshirt ile siyah taytımı alıp hızlıca giyindim. Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra aynanın karşısına geçip saçlarımı taradım ve sıkı bir at kuyruğu yaptım. Berbat görünen gözlerim, kuruyan dudaklarım, şiş göz altlarım umurumda bile olmazken cesaretimi topladım ve salona indim.

Yalçın ve Efsun salonda oturuyorlardı. Efsun, telefonuyla ilgilenirken Yalçın öne doğru hafifçe eğilmiş ve gözlerini yere odaklamış, düşüncelere dalmıştı. En yakın arkadaşının öldüğünü ve katiliyle aynı çatı altında oturduğunu bilseydi bu kadar sakin olur muydu acaba?

Bu düşünceler beni dipsiz bir kuyuya çektiğinden hemen kendimi onlardan kurtarıp "Günaydın," dedim, ikisinin de gözleri anında beni buldu.

Aynı anda "Günaydın," diye karşılık verdiklerinde yanlarına gittim, salondaki tekli koltuğa oturdum.

"Hiç uyumadın mı?" diye sordu Efsun şaşkınca, tüm gece ağladığımdan bihaber kızarık gözlerimi kendince uyumamış olmama yormuştu. Ne de olsa onlara göre henüz bu kadar ağlamam için bir neden yoktu.

"Uyku tutmadı," deyip yalan söyledim ve gözlerimi ondan çekip Yalçın'a baktım. "Bir haber var mı?"

Çaresizce başını sağa sola salladı. "Hayır."

"Ne olacak şimdi? Ne zaman gideceğiz karakola?"

"Bülent haber verecek," dedi sadece, uzatmak yerine başımı salladım sadece.

"Ben bir şeyler hazırlamalarını söyleyeyim, kahvaltı yapalım," dedi Efsun ve mutfağa gitti.

O giderken Yalçın'ın bakışları yeniden beni buldu. "Dün geceden beri düşünüyorum, Sezgin'in böyle aniden ortadan kaybolmasına bir neden bulamıyorum," derken bu konuda bir yorum yapmamı beklediği çok belliydi. Ben ise yanlış bir şey söylememek için tek kelime bile etmek istemiyordum ama susmam da doğru olmazdı. "Sana bugünlerde hiç olumsuz bir şeylerden bahsetti mi?"

Bu soru işimi kolaylaştırmıştı. "İşle ilgili bana hiçbir şey anlatmazdı zaten, ben de hiçbir şey sormazdım. İş dışında bir konuyla ilgili de olumsuz hiçbir şey anlatmadı," dedim, anladım dercesine başını salladığında başımı yeniden önüme eğdim. Kimsenin gözlerine uzun süre bakamıyordum artık.

Efsun yeniden salona döndüğünde kahvaltının birazdan hazır olacağını söylemiş ve eski yerine oturmuştu. Çok geçmeden de zaten kahvaltı hazır olmuş ve kalkmış, bir şeyler yemiştik. Açlıktan artık kendimi çok kötü hissetmeye başladığımdan ben de bulanan midemin izin verdiği kadar bir şeyler yemiştim. Sonra yeniden hep birlikte salona geçmiş Bülent'in arayıp bizi karakola çağırmasını beklemeye başlamıştık.

Zaman geçtikçe ve aramızdaki sessizlik büyüdükçe gergin bir hava esir almıştı evi. Bunu benim gibi onlar da hissetmiş olacaklar ki kimse sesini çıkarmıyordu. Yaklaşık yarım saat sonra ise bu sessizliği bozan mutfaktaki kadınlardan biri olmuş, salona gelmiş ve bir şeyler isteyip istemediğimizi sormuştu. Yalçın ve Efsun ondan kahve isterlerken ben dönüp bakmaya bile gerek duymamış ve başımı olumsuz anlamda sallamakla yetinmiştim.

Kadın gitmiş, az sonra kahveler gelmiş, kahveler içilmiş ve zaman biraz daha geçmişti. Bu kez içeriye bahçedeki güvenliklerden biri girmiş, bir şeyler söylemiş, Yalçın onunla ilgilenmişti ama ben ona da dönüp bakmaya gerek duymamıştım. Yaptığım tek şey; tekli koltukta oturmak, dizlerimi karnıma kadar çekmek ve başımı koltuğun kenarına koyup düşünmekti.

Yalçın güvenlikle konuştuktan sonra o da ayrılmıştı salondan ve bu kez de Sezgin'in şirketinden birileri gelmiş, ona ulaşamadığından bahsetmişti ama onlarla ilgilenen yine Yalçın olmuştu. Ne birinin gelişi umurumdaydı ne de bahsettikleri şeyler...

Şirketten gelenler de gittikten dakikalar sonra bir kez daha kapı çalmış, çalışanlardan biri tarafından açılmıştı kapı. Bu artık sinirimi bozmaya, neden gelen giden bitmiyor diye düşünmeme neden olurken sinirle gözlerimi kapattım ve bu gelene de dönüp bakmaya gerek duymadım.

Ta ki birinin "İyi günler," dediğini duyana kadar...

Gökhan'ın sesini duyduğum an hızla başımı koltuğun kenarından kaldırdım ve arkama baktım. Onu gördüğüm an her şey bir bir yeniden gözlerimin önünde canlandı, ellerimi yumruk yaptım ve zihnimdeki o görüntülerle başa çıkmaya çalıştım. O esnada Gökhan'ın gözleri bende değil, Yalçın'daydı.

"İyi günler," derken Yalçın bir kez daha ayağa kalkmış ve onun yanına gitmişti.

"Dün olanlardan sonra neler olduğunu merak ettim," dedi Gökhan, uzun süre hiç kimseden ses çıkmamış olması onu endişelendirmiş gibiydi. Her şeyi mahvettiğimi düşünmüş bile olabilirdi.

"Şimdilik bir gelişme yok," dedi Yalçın ve telefonu çaldı. Eşzamanlı olarak Gökhan'ın gözleri beni buldu ve fark ettiğim kadarıyla her şeyin yolunda olup olmadığını anlamaya çalıştı. Onu belirsizlik içinde bırakmak yerine gözlerimi açıp kapadım ve ben de kendimce her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Aldığı cevapla belli belirsiz başını sallayıp Yalçın'a çevirdi bakışlarını.

Telefon görüşmesini bitiren Yalçın ise ilk bana bakıp "Bülent aradı, karakola gidiyoruz," demesiyle midemdeki ağrının yeniden gün yüzüne çıkması bir oldu. "Senin de bizimle gelmen lazım," dedi Yalçın gözlerini Gökhan'a çevirirken. İşte bu iyi olmuştu, onun bizimle olması bana güç verebilirdi.

"Sıkıntı yok, gelirim," dedi Gökhan rahat bir tavırla, hareketleri o kadar sakin ve o kadar rahat görünüyordu ki sanki böyle görünmek için özel bir çaba sarf ediyor gibiydi. Belki de sadece soğuk kanlıydı... İkisi de mümkündü.

"Gidelim o zaman," dedi Yalçın ve ben de ayağa kalktım, saate baktığımda öğlenin ikisi olduğunu gördüm. Zamanın bu kadar hızlı geçmesi beni düşündürürken portmantodan krem rengi montumu alıp giydim ve diğerleriyle birlikte ben de evden ayrıldım.

Efsun ve Yalçın kendi arabalarına bindiklerinde ben de Gökhan'ın süreceği arabaya bindim. Biner binmez de gözlerinin içine baktım.

"İyi misin?" diye sordu endişeyle, başımı salladım. "Neler oldu tüm gece? Bir şey konuştunuz mu?"

"Hayır, zaten hemen odaya çıktım ve sabah indim yanlarına. Hiçbir şey sormuyorlar neredeyse, sanırım beni üzmekten korkuyorlar," dedim, anladım dercesine başını salladı. "Karakolda ne yapacağız? Ya bir şey anlarlarsa?"

"Bu düşünceyi aklından çıkar, hiçbir şey olmayacak. Dün sana anlattıklarımı sen de onlara bir bir anlatacaksın ve bitecek."

"Biteceğini hiç sanmıyorum," dedim, derin bir iç çekerken hiçbir şey diyemedi ve başını önüne çevirip arabayı çalıştırdı.

Birkaç dakika sonra dayanamayıp yine ilk konuşan ben oldum. "Sence polisler farklı bir şeyler soracaklar mı?"

"Muhtemelen soracaklar," derken gözünün ucuyla baktı bana. "Yapman gereken tek şey her şeye en mantıklı cevapları vermek. Şüphe çekme, o ölmüş gibi konuşma, hatta döneceğine inanıyormuş gibi konuş yeterli olacaktır. Şu an şüpheli durumda değilsin, unutma sen de neler olduğunu bilmiyorsun. Bu yüzden çok fazla üzerine gelmeyeceklerdir," dedi, anladım dercesine başımı salladım ve gözlerimi yola çevirdim.

Karakoldan dönene kadar rahat bir nefes almam mümkün değildi. Biliyorum oradan dönsem bile hiçbir şey bitmeyecek, hatta belki çoğu şeyin başlangıcı olacak ama bugünlük de olsa bir şeyler bitmiş olacaktı. Bu yüzden bir an önce oraya ulaşmayı ve hemen dönmeyi diliyorum. Elimden de her şeyin yolunda gitmesini umut etmek dışında bir şey gelmiyordu.

"İyi görünmüyorsun." Gökhan'ın sesiyle gözlerimi yeniden ona çevirdiğimde bakışlarımız kesişti. "Tüm gece ağladın değil mi?" Bu bir soru cümlesi değildi, aksine bundan eminmiş gibi kurmuştu bu cümleyi.

"Korkma," derken sesim titremişti. "Karakolda iyi görünmeye çalışırım, o ölmüş gibi davranmamak için elimden geleni yapacağım."

Derin bir nefes aldı. "Derdim bu değil," dedi ve ağzının içinden mırıldanarak ekledi. "Sensin."

Afalladım, doğru duyup duymadığımdan emin olmak isterken "Anlayamadım?" dedim bir açıklama yapması için.

Gözlerini yoldan ayırmazken "Yani iyi olman lazım," deyip kısacık bir bakış attı ve yeniden yola çevirdi gözlerini. "İyi ol ki diğer her şey de yolunda gitsin," derken parmaklarıyla direksiyona hafifçe vurmaya başlamıştı.

Bu dikkatimden kaçmazken "Hem," dedi ve yeniden bana baktı. "Şu diğer kadın hakkında ne yapmayı düşünüyorsun, onu söyle bana," deyip konuyu değiştirdi.

"Diğer kadın?"

"O şerefsizin sevgilisi," dediğinde başımı önüme çevirdim, sıkıntıyla nefesimi bıraktım. Neden açmıştı şimdi bu konuyu? Ben o kadına ne yapabilirdim ki? İntikam almak isteyip onu da öldüreceğimi falan mı zannediyordu acaba? "Eğer o şerefsizin arama geçmişinde numarasını bulurlarsa muhtemelen onunla da konuşmak isteyecektir polis, o da aralarındaki ilişkiden bahsedecektir ve polis bunu sana söylemekten hiç çekinmeyecek."

"Hiçbir şey yapmayacağım, hatta bilmiyormuş gibi yapacağım. Hem bildiğimi belli edersem iyi bir evliliğimiz olduğuna inanmazlar. Sen buna inanmalarının önemli olduğunu söylemiştim. Bu yüzden salak gibi davranacağım, uzun zamandır beni aldattığını anlamamış gibi, mutlu bir evliliğimiz olduğuna inanıyormuş gibi," dedim, bu durumda en doğrusu bu gibiydi.

Muhtemelen bu söylediklerim aklına yattığını ve bana hak vereceğini düşünürken sözlerimin onu hiç de tatmin etmediğini fark ettim.

"Onun seni aldattığını biliyordun, hatta bu yüzden sana zarar vermeye başlamıştı," derken direksiyonu biraz daha sıkmıştı. "Peki o kadın senin her şeyi bildiğini biliyor muydu?" diye sorduğu an içime korkunç bir şüphe düştü.

"Bilmiyorum, bunu ona soracak değildim," dedim.

"Yani bundan emin olamayız, kadını sorguya aldıklarında Ela bizi biliyordu diyebilir ve yalanımız ortaya çıkar. Bu da tüm şüpheyi üstümüze çeker," derken konuyla çok alakasız bir şey dikkatimi çekmişti.

Asla sen diye konuşmuyor, hep biz diyordu. Biz kaybedeceğiz, biz şüphe çekeceğiz...Bu, kendimi garip hissetmeme neden olmuştu.

Bu düşüncelerden kendimi kurtarıp "Ne yapacağım peki?" diye sordum.

"Risk almayacağız ve polise bunu ilk anlatan sen olacaksın," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Ama o zaman onları iyi bir evliliğim olduğuna ikna edemem ki."

Karakolun önüne ulaştığımızda durdurdu arabayı ve tamamen bana odaklandı. "Bu olayı ne zaman öğrendiysen ve nasıl öğrendiysen polise bunu eksiksiz bir şekilde anlatacaksın. Onlar sormasa bile bir şekilde konuyu buraya getir ve anlat. Sonrasında onun her şey için yeniden çabaladığından bahset, o kadını hayatından çıkardığını söylediğini iddia et ve zor olsa da barıştığınızı anlat. Bir ilişkisi olduğunu öğrendin, ayrılmak istedin, o seni kaybetmek istemedi, çabaladı ve sonunda afettin. O ilişkinin devam ettiğinden haberin yok ve elinden geldiğince böyle davran," dediğinde başımı salladım.

Bir şeyleri sorgulayacak durumda değildim, bu yüzden o ne isterse onu yapmaya razıydım. Kendimden de çok onun için... Bana yardım etmek için bu kadar çabalayan adamın hayatını mahvedemezdim. Mahvetmemek için elimden geleni yapmalıydım. Zaten kendimden vazgeçeli uzun zaman oluyordu ama bana elini uzatan ve beni kurtarmak için elini kirleten bu adam için savaşmaya da çabalamaya da devam etmeliydim.

"Hadi, inelim artık," dediğinde dikkatle ona baktığımı fark edip gözlerimi kaçırdım telaşla ve indim arabadan. Kendisi de peşimden indiğimde hemen yanıma gelmişti ve o daha bir şey söylemeye fırsat bulamadan Yalçın ile Efsun da yanımıza gelmişti.

Hep birlikte karakola girdiğimizde bizim bulmamıza gerek kalmadan Bülent bizi bulmuştu ve kayıp başvurusunda bulunmuştuk. Sonra yanımıza bir polis gelmiş ve Gökhan'ı olayla ilgili bildiklerini anlatması için bir odaya götürmüştü. Bu, gerilmeme neden olurken bir polis de benim yanıma gelmişti.

"Benimle gelin lütfen," deyip önden yürüdüğünde dizlerimin bile titrediğini hissediyordum. Buna rağmen oturduğum yerden kalkıp peşine düştüğümde bir başka polisin de Yalçın'ın yanında olduğunu fark ettim. Bunun Gökhan ile bana yapılan özel bir muamele olmadığını anlamak biraz olsun rahatlamam için yeterli olmuştu.

Karakolun uzun ince bir koridorundan geçip en sonunda bir odaya girdiğimizde bir anlığına duraksadım. Gri duvarların çevrelediği odanın ortasında bir masa, karşılıklı iki sandalye duruyordu. Duvarın bir tanesinde büyük kare bir cam vardı, dışarısı görünmüyordu ama muhtemelen diğer taraftan içerisi görünüyordur.

"Oturun lütfen," dedi polis, küçük bir tebessüm edip gösterdiği yere oturdum. Onun da karşıma oturmasını bekledim ama o "Birazdan başkomiserim sizinle konuşmak için gelecek," dedi ve odadan ayrıldı.

Gözlerimi önüme çevirdim, odada bir kamera vardı. Bu yüzden kimse olmasa da hareketlerime dikkat etmem gerekiyordu ama anlamıyordum. Neden buradaydım? Burası bir sorgu odası ve onlara göre ben sorgulanacak bir suçlu değildim ki... Eşi kaybolmuş bir kadındım sadece. Burada olmak ya bir şey biliyorlarsa diye düşünmeme neden oluyor ve kendimi rahatsız hissediyordum.

Nefes alamıyor gibi hissedince montumun fermuarını açıp derin bir nefes almaya çalıştım. O sırada odanın kapısı açıldı ve bir adam içeriye girdi. Gözlerim merakla üzerinde gezindi. Mavi bir kot pantolon, siyah boğazlı bir kazak giymişti. Uzun boylu, iri yapılı biriydi. Beyaz bir teni, simsiyah saçları ve kahve gözleri vardı. Onu izlemekten kendimi alamazken karşıma oturup elindeki mavi kaplı dosyayı masaya bırakıp gözlerime baktı.

"Merhaba, ben başkomiser Halit Arhan," diye kendini tanıtırken arkasına yaslandı.

Ben de kendimi tanıtma ihtiyacı hissedip "Ela," dedim ve ekledim. "Ela Güçlü," dedim, Sezgin'in soyadını kullanmak zorunda kaldım.

"Eşiniz hakkında kayıp başvurusunda bulunmuşsunuz," derken onaylamamı bekler gibiydi, bu yüzden başımı salladım. "Onu en son ne zaman gördünüz?"

"Dün sabah dört ya da beş olmalı, tam hatırlamıyorum."

"Her zaman o kadar erken uyanır mısınız?"

"Hayır, aksine o gün o saatte uyumuştuk ve uyurken yanımdaydı ama uyandığımda yoktu."

Kaşlarını çattı. "Neden o saate kadar uyanıktınız?"

"16 Kasım gecesi her zaman gittiğimiz dağ evine gitmiştik, 17 Kasım ise benim doğum günüm. Erken kutlamak istemiş meğerse ve beni oraya götürmüştü. Arkadaşlarımız da bizimleydi hatta ama vakit biraz geçince onlar ayrıldılar yanımızdan, biz orada kalmayı tercih ettik ve hemen uyumak istemedik, birlikte vakit geçirdik, sabaha karşı uyuduk."

"Anlıyorum," derken ellerini masanın üzerine koydu ve parmaklarını birbirlerine kenetleyip gözlerimin içine bakarak devam etti. "Peki dikkatinizi çeken bir şeyler oldu mu hiç? Olumsuz herhangi bir şey?"

"Hayır hiçbir şey olmadı, her şey yolundaydı. Yani öyle görünüyordu."

"Peki sadece o gece için değil de son zamanlarda dikkatinizi çeken bir şeyler var mıydı?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır."

"Eşinizin kaybolduğunu nasıl anladınız peki?" Soruları o kadar hızlı soruyordu ki karıştırmaktan yanlış bir şeyler söylemekten çok korkuyordum.

"Uyandığımda saat iki gibiydi ve evde değildi. Aramak istedim ama arayamadan telefonunu salonda buldum. Bahçeye çıkmış olacağını düşündüm, ona bakınmak için çıktığımda Gökhan Bey'le karşılaştım."

"Gökhan Bey?" diye araya girdi.

"Şoförümüz," diye açıkladım ve Gökhan'ın anlattıklarını hatırlayıp "Aslında korumaymış," diye düzelttim.

Halit başkomiser bir kez daha kaşlarını çattı. "Anlayamadım, nasıl yani?" diye sorduğunda Gökhan'ın anlattığı her şeyi ona bir bir anlattım, sonrasında da sorusuna yönelik Sezgin'in nasıl kaybolduğunu anladığımı da Gökhan'ın istediği şekilde anlattım ve cümlemi tamamlamadan hemen önce "Gökhan Bey de burada, ifade veriyor zaten," dedim.

"İfadesini kontrol edeceğim," dedi ve yeniden arkasına yaslandı. "Eşiniz sizin için bir koruma tutacak kadar bir şeyden endişe ediyormuş ama siz son zamanlarda her şey yolundaydı demiştiniz," dedi ve bir açıklama bekledi benden.

"Koruma olduğunu bilmiyordum, şoförüm zannediyordum. Her ne olduysa ve ne için endişe ediyorsa benden gizliyormuş bu durumu, ben de dün Gökhan Bey gerçeği anlatınca anladım bunu. Bana yansıtmamak için elinden geleni yapmış Sezgin, bu yüzden her şeyin yolunda olduğunu düşünüyordum," dedim.

"Anlıyorum," dedi bir kez daha ve devam etti. "Eşinizle aranız nasıldı peki?"

İstemsizce kaşlarımı çattım. "Neden bunu soruyorsunuz?"

"Yanlış anlamayın," dedi anında. "Daha önce bu tarz birkaç durumla karşılaştık, eşlerden biri bunalıyor ya da kavga ediyorlar ve hiç kimseye haber vermeden, yanına hiçbir şey almadan kafasını dinlemek için bir yerlere gidiyor. Geride kalan da hemen bize geliyor eşim kayboldu diye, bu yüzden ne olduğunu anlamak için her şeyi sormak zorundayım," diye açıkladı kendini.

"Aramız son zamanlarda iyiydi, dediğim gibi doğum günümü kutlamak için götürmüştü zaten beni oraya ve sabaha kadar birlikte vakit geçirdik. Bir sorun yoktu yani."

"Son zamanlarda dediniz," dedi, tam da istediğim yere takılmıştı. Gökhan'ın istediğini yapma zamanı gelmişti. "Neden özellikle son zamanlarda dediniz?"

"Kusursuz bir evliliğimiz yoktu," dedim anında ve ekledim. "Ama eski bir mesele, bu konuyla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum."

"Siz yine de anlatın," dedi, meraklanmış gibiydi.

Anlatmak için hevesliymiş gibi davranmak istemeyip "Biraz özel bir mesele bizim için, en yakın arkadaşlarımızın bile haberi yok. Hem kaybolmasıyla bir ilgisi olduğunu da sanmıyorum," dedim.

"Ela Hanım," dedi Halit başkomiser, sabırsızlanmış gibiydi. "Kocanızı bulmak istiyorsanız her şeyi bize anlatmalısınız, emin olun kişisel meselelerinizi başkasıyla paylaşmaya niyetimiz yok."

Hafifçe başımı önüme eğdim, derin bir nefes aldım. Gözlerini üzerimde hissederken yeniden ona baktım ve yutkundum, hemen ardından da "Beni aldatmıştı," dedim, şaşırır gibi olsa da tepkilerini kontrol altına almayı başardı. "Bir şekilde öğrenmiştim bunu, hatta ayrılmak istemiştim ama sonra bir şeyleri düzeltmeye çalıştı. Ayrılmamak için çok çabaladı, o kadınla ilişkisini bitirdi, ben de zor olsa da afettim onu ve konu bizim için kapandı."

Hiçbir şey demeyip sessiz kalmayı tercih ettiğinde "Bunun kaybolmasıyla bir ilgisi olduğunu sanmıyorum ama," dedim, düşünmek için yere çevirdiği gözleri yeniden beni buldu.

"Peki diğer hanımefendinin bu durumu nasıl karşıladığını biliyor musunuz?"

"Hayır tabii ki," dedim ben de arkama yaslanırken. "Oturup bunu onunla konuştuğumuzu düşünmüyorsunuz herhalde değil mi? Olanlardan sonra onu affetmek bile benim için zorken oturup da onunla o kadını konuşmadım," derken sinirliymiş gibi davrandım.

Oysa bu duruma sinirlenmeyi bırakalı uzun zaman oluyordu. Hatta çoğu zaman o kadına delicesine âşık olmasını dilerdim, belki o zaman benden vazgeçer diye.

"Sezgin Bey'in bahsettiğiniz hanımefendiyle bir daha görüşmediğinden emin misiniz?"

"Evet, eminim," derken elimden geldiğince soğuk kanlı olmaya çalıştım.

"Sizi aldattı, bunu öğrendiniz ve buna rağmen bitti dediğine inanıp güvendiniz mi?" Bu çok riskli bir soruydu ve nasıl cevap vereceğime dair bir fikrim yoktu.

"Biliyorum garip geliyor," diyebildim bu yüzden ve doğaçlama devam ettim. "Ama her şey değişmişti. Eskisinden daha ilgiliydi, daha çok benimleydi. Çoğu işini evden halletmeye bile başlamıştı. Neredeyse sürekli yanımda olduğundan bir daha hiç şüphe etmedim ondan," dedim ve hafifçe başımı önüme eğip mırıldandım. "Etmek istemedim, onu affetmek istiyordum çünkü," derken ellerimi yumruk yapmıştım.

"Sanırım o hanımefendiyle de görüşmemiz gerekecek."

Sanki biraz daha sinirlenmiş gibi davrandım. "Onun yanında olduğunu mu düşünüyorsunuz?"

"Her ihtimali değerlendirmemiz gerekiyor."

Sıkıntıyla derin bir nefes aldım, sessiz kaldım. Bu beni rahatsız etmiş gibi davrandım çünkü şu an en mantıklısı bu gibiydi.

"Bize o hanımefendinin ismini verebilir misiniz?"

Tiksinircesine "Gönül," dedim ve ilave ettim. "Soyadını bilmiyorum, zaten onu hiç görmedim. Nerede bulursunuz onu da bilmiyorum."

"Merak etmeyin biz buluruz," dedi kendinden emin bir tavırla. "Neyse devam edelim." Ne yani daha bitmemiş miydi bu sorgu? Daha ne sorabilirdi ki? "Şüphelendiğiniz herhangi bir durum var mı? Şöyle bir şey olmuş diyebileceğiniz bir olay?" Sanki bir şeyler bildiğimi düşünüyor ve ağzımdan laf almaya çalışıyor gibiydi. Bakışlarından bile belliydi bu.

"Özel hayatımızla, arkadaşlarımızla ya da ailemizle ilgili bir konu olsaydı bunu elbet bilirdim," dedim, konuşmak artık zor gelmeye başlamıştı bana ve bir an önce buradan çıkmak istiyordum. "İşiyle ilgili hiç konuşmazdık ama, bu yüzden işle ilgili bir şeyler olabileceğini düşünüyorum."

"Ne gibi bir şey?"

"Bilmiyorum ama aklıma sadece iş hayatında bir sorun olabileceği geliyor, dediğim gibi özel hayatımızla ilgili bir sorun olsaydı bilirdim zaten."

"O zaman eşinizin iş yerindekilerle de konuşmamız gerekecek," dedi, sessiz kalırken bir kez daha derin bir nefes aldım. Halit başkomiser bunu fark edip "Siz iyi misiniz?" diye sordu.

"Pek sayılmaz," deyip hiç değilse bu konuda doğruyu söyledim. "Ben böyle dar, kapalı yerlerde çok fazla kalamıyorum. Bu yüzden kötü hissetmeye başladım," dedim, bu söylediğimde yalan yoktu. Gerçekten de buranın atmosferi yüzünden az öncekinden de kötü hissetmeye başlamıştım kendimi.

"O zaman sizi daha fazla yormayayım, şimdilik bu kadar yeterli. Ben eşinize ne olduğunu araştırmaya başlayacağım. Eğer bir gelişme olursa ya da yeniden konuşmamız gerekirse sizinle iletişime geçeceğim."

"Sizden haber bekliyorum o zaman," dedim.

Tebessüm etti. "Dışarıda memur arkadaşım sizi bekliyor, size eşlik edecek," dediğinde ayaklandım.

"Görüşmek üzere," dediğimde yine sadece tebessüm etti, yanından ayrıldım.

Söylediği gibi dışarıda beni bir polis memuru karşıladı ve sorgu odalarının olduğu kısımdan uzaklaştık. Bülent'in masasının olduğu yere yeniden döndüğümde Gökhan'ın, Yalçın'ın ve Efsun'un burada olduklarını gördüm. Sanırım işleri benden önce bitmişti.

"Neler oldu?" diye sordu Yalçın anında, göz ucuyla Gökhan'a baktım ve gayet rahat göründüğünü fark ettim. Onun için de her şey yolunda gitmiş olmalıydı.

"Bir şey olduğu yok, onu en son ne zaman gördün falan diye soruldu, ben de her şeyi anlattım. Araştırmaya başlayacaklarını söylediler ve bir şey olursa arayacaklarmış."

"Bize de öyle dediler," dedi Efsun ve ofladı. "Sanırım biraz uzun sürecek bu olay."

Sessiz kalmayı tercih ettim. Diğerleri de başka bir şey demezlerken hep beraber karakoldan ayrıldık. Hep beraber bize gideceğiz diye düşünürken Yalçın "Biz önce bir eve uğrayalım, üstümüzü falan değiştirelim. Birkaç saate yeniden yanına geliriz," dedi, bu işime gelmişti.

Yanlış anlaşılmamak için bunu elimden geldiği kadar elli etmezken Efsun yanıma geldi ve sarıldı, ben de ona karşılık verirken "Her şey düzelecek," diye fısıldadı kulağıma.

Gözlerim acıyla dolarken "Umarım," dedim, geri çekildi ve güven vermek istercesine tebessüm etti.

Yalçın ve Efsun arabalarına binip gittikleri an Gökhan gözleriyle bana arabayı gösterdi ve kendisi de hızla bindi. Ben de peşinden bindiğimde "Nasıl geçti?" diye sordu telaşla.

"Bilmiyorum, iyi gibiydi," dedim.

Kaşlarını çattı. "Bir şey mi oldu?"

"Hayır ama polis sanırım bir şeyler bildiğimi ve sakladığımı düşünüyor. Sanki benden bir şeyler öğrenmeye çalışıyor gibiydi."

Sıkıntıyla ofladı. "Diğer mesele peki? Açabildin mi konuyu?"

Başımı salladım. "Evet bir şekilde bahsettim, hatta o kadınla konuşmaları gerektiğini bile söyledi. Muhtemelen onu da karakola çağıracaklar ve bitmemiş bir ilişki olduğunu anlayacaklar."

"Sorun değil bu, bir kere daha kandırılmış gibi davranacaksın sadece," dedi ve merakla "Konuştuğun polisin ismi neydi?" diye sordu.

"Başkomiser Halit diye tanıttı kendini, soyadını da söyledi ama aklımdan çıktı."

Sorusunun cevabını alır almaz ağzının içinden "Siktir!" deyip önüne döndü ve direksiyona vurdu.

"Ne oldu?" diye sordum korkuyla. "Tanıyor musun onu?"

"Biraz."

"Nasıl biri peki?"

Gözleri beni buldu. "Bu işin peşini bırakacak biri değil, her şeyi kurcalayacaktır."

İçim korkuyla doldu. "Ne olacak peki şimdi? Ne yapacağız?"

"Korkma, bizi suçlayabilecekleri bir delilleri olmadığı sürece sıkıntı çıkmaz," dedi ve gözlerimin içine baktı. "Ayrıca onun cesedini bulmadıkları sürece kimseyi birini öldürmekle suçlayamazlar. Unutma cesetse yoksa cinayette yok ve olmayan bir cinayet için kimse katil aramaz."

"Ya bulurlarsa?"

"Gidip tüm ormanı kazacak halleri yok."

Her şeyden bu kadar emin olması ve çok soğuk kanlı görünüyor olması artık beni rahatsız etmeye başlamıştı ama bir şey demedim, bana yardım etmeye çalışırken sırf soğuk kanlı göründüğü için onu suçlayamazdım.

"Neden bana öyle bakıyorsun?"

Bu soruyla gözlerimi ondan çektim. "Sadece düşünüyordum."

"Neyi?"

"Bundan sonra olacakları, en başından beri bu kadarına hazırdık sadece," dedim, daha doğrusu sanırım sadece ben bu kadarına hazırlamıştım kendimi ve bundan sonra olacaklar beni korkutuyordu. Hatta beni her şey korkutuyordu.

Gökhan, bu kez beni rahatlatmak için bir şeyler söylemek yerine gözlerini önüne çevirdi ve arabayı çalıştırdı, eve doğru sürdü. Kırk dakika kadar sonra eve ulaşıp da arabadan indiğimizde benimle içeri girip girmeyeceğini merak ettim. Bu yüzden eve girmek yerine yanına gittim.

"Sen gelecek misin?" diye sordum.

Ellerini arkasında birleşirdi. "Nereye?"

"İçeriye?"

"Neden geleyim? Bir şey mi oldu ki?" Ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım, yalnız kalmak beni korkutur diyemedim.

"Hayır, öylesine sordum sadece."

"Buralarda olacağım, bir şeye ihtiyacın olursa seslenirsin."

"Peki," dedim, yanından ayrılmak için hazırlanırken güvenliklerden biri yanıma geldi.

"Ela Hanım, bir beyefendi geldi. Sezgin Bey'in iş arkadaşlarından biri olduğunu söylüyor. Kendisine Sezgin Bey'in evde olmadığını söyleyince bir an önce sizinle görüşmek istedi."

Kaşlarımı çattım, kimdi şimdi bu? Hem Sezgin evde değil denildiyse gitsin, neden benimle görüşmek istiyor ki?

"Kimmiş bu adam?" diye sordu Gökhan benim yerime.

"Sadece Sezgin Bey'in iş arkadaşı olduğunu söyledi," dedi aynı güvenlik.

Gökhan benim cevap vermemi beklemeden "Almayın kimseyi içeriye, söyleyin gitsin," dedi.

Güvenlik, Gökhan'ın kendisine neden emir veriyormuş gibi konuşmasına anlam veremiyor gibiyken bana bakarak "Defalarca söyledik ama mutlaka sizinle konuşması gerektiğini söyledi," dedi.

Uzatmak istemedim ve "Tamam, alın içeriye, bakalım kimmiş," dedim, güvenlik yanımızdan ayrılırken Gökhan bana doğru bir adım attı.

"Neden almalarını söyledin? Kim olduğunu bilmiyoruz, derdinin ne olduğunu bilmiyoruz ama..." Devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

"Her şey normalmiş gibi davranmaya çalışıyorum sadece," dedim, konuşacak gibi oldu ama engel oldum ona. "Hem iş arkadaşıymış sonuçta, yakında onlarla da konuşmak isteyeceklerdir. Kapıdan çevrildiğini polise söylemesi iyi olmaz." Sessiz kaldı, rahat tavırları yok olmuştu. "Sorun ne? Neden rahatsız oldun?"

"Sorun yok," derken bile bir sorun olduğunu haykırıyordu yüz ifadesi. "Madem konuşacaksın dikkatli ol o zaman, gerçekten iş arkadaşı olup olmadığından emin ol," dedi.

"Ne demek şimdi bu?" diye sordum, o sırada bahçe kapısı açıldı ve içeriye siyah bir araba girdi.

Gökhan gözünün ucuyla o arabaya bakıp bakışlarını yeniden bana çevirdi. "İçeriye girsen iyi olacak," dedi ve yanımdan uzaklaştı.

Onun tavırları fazlasıyla gerilmeme neden olsa da elimden geldiği kadar sakin kalıp eve girdim. Montumu çıkarıp astıktan sonra salona geçtim ve volta atarak beklemeye başladım. Sadece birkaç saniye sonra kapı çalmış, çalışanlardan biri tarafından da açılmıştı. Yalandan birkaç kez öksürüp boğazımı temizlerken elimden geldiğince kendimden emin ve güçlü durmaya çalıştım.

Birkaç saniye sonra salona uzun boylu, sarışın bir adam girdi. Gri bir takım elbise giymişti, beyaz tenli ve mavi gözleri vardı. Bu adamı daha önce görmediğimden eminim diye içimden geçirirken yaklaştı ve karşımda durdu.

"Ela Hanım, değil mi?" diye sordu.

"Evet, ama ben sizi tanıyamadım," dediğimde elini uzattı.

"Tuna," diyerek kendini tanıttı, uzattığı elini parmaklarımın ucuyla tutup hafifçe sıktıktan sonra hızla çektim geri elimi.

"Sezgin evde değil, bunu söyledikleri hâlde benimle görüşmek istemişsiniz," dedim ve "Neden benimle görüşmek istediniz?" diye sordum.

Yüzünde anlamsız bir öfke belirirken ürkütücü bir şekilde tebessüm etti. "Lafı hiç uzatmadan konuya gireceğim," dedi.

Başımı salladım. "Sizi dinliyorum."

"Sezgin nerede?" diye sorarken öfkesini bastırmaya çalışıyor gibiydi.

Ona bir şeyleri anlatmaya gerek duymayıp "Bir iş için," dememle sözümü kesmesi bir oldu.

"Bana sakın yalan söylemeyin," derken bu kez öfkesini gizlemeye gerek duymamıştı. "Sezgin nerede?"

Korku tohumları içimde filizlenirken bu adamın bir şeyler bildiğini düşünmeden edemedim. Yoksa neden böyle davransın ki? Ama bir şeyler bilmesi çok saçma olurdu. Nereden bilebilirdi ki gerçeği?

Bu düşüncelere rağmen sakin kalmaya çalışıp "Kimsiniz bilmiyorum ama size bir şeyler anlatmak zorunda değilim," dedim, kaşlarını çattı. "Şimdi lütfen evimden çıkın, Sezgin döndüğü zaman..."

Cümlemi bile tamamlayamadan bir anda aramızdaki mesafeyi kapattı ve boğazıma yapıştı. Tüm gücüyle boğazımı sıkması nefes almama engel olurken öfkeyle gözlerimin içine bakıp "O piç hangi deliğe girdiyse vereceksin onu bana!" dedi dişlerini sıkarak, boğazımdaki ellerini tutup kendimden uzaklaştırmak istedim ama gücüm yetmedi buna. "Şimdi söyle o şerefsizin yerini, hemen!" derken boğazımdaki elini biraz gevşetmişti konuşmam için.

"Bi..." derken nefesim kesildi, küçük bir nefes alıp "Bilmiyorum," diye ekledim ve elinden kurtulmaya çalıştım ama boğazımı daha güçlü sıkıp bir kez daha nefesimi kesti.

"Salak mı zannediyorsun lan sen beni?" diye sorarken üzerime yürüdü ve beni arkadaki duvara yasladı. Nefes alamamak başımın dönmesine neden olurken korkuyla gözlerim doldu. "O sakladığın piç otuz milyon dolarımın üzerine yattı! Saklanınca peşine düşmeyeceğimi mi sandı? Onu gebertir yine de alırım paramı!"

Neyden bahsettiğine dair hiçbir fikrim yoktu, aslında umurumda da değildi. Şu an tek derdim ellerinden kurtulmaktı ama gücüm yetmiyordu. Bu yüzden çığlık atıp yardım istemek istiyordum ama bunu yapabileceğim kadar nefes almama izin vermiyordu.

Nefes alamazken "Bırak," dedim fısıltı gibi çıkan sesimle, bu onu öfkelendirdi ve boğazımı biraz daha sıktı.

"Söyle kocanın yerini yoksa yemin ederim şuracıkta alırım canını!"

Tüm sözlerine rağmen yine sadece "Bırak!" diyebildim ve bu onu daha da öfkelendirdi.

Nefessizlik başımı döndürmeye devam ederken korkudan dizlerim tir tir titriyodu. Biraz daha bunu yapmaya devam etmesin diye onu öldürdüğümü bile söyleyebilecek gibi hissederken beni bunu yapmaktan kurtaran şey aniden salonun girişinde beliren Gökhan oldu.

Onu görmek içimin umutla dolması için yeterli olurken bizi gördüğü an önce şoka uğradı ardından bu şoku hızla üzerinden attı ve "Şerefsiz!" diye bağırıp birkaç saniyede yanımıza ulaştı. Ulaşır ulaşmaz da adamı ceketinden tutup benden uzaklaştırdı ve eşzamanlı olarak yüzünün ortasına kafasını geçirip adamı boylu boyunca yere serdi.

Ayakta duramayıp dizlerimin üzerine çökerken hem öksürüyor hem de nefes almaya çalışıyordum. Ağlamaya başlamam da çok uzun sürmemişti.

Gökhan, adamın konuşmasına bile fırsat vermeyip üzerine oturduğunda ve yumruklarını art arda adamın yüzüne indirdiğinde adamın bağırışlarını duyuyordum. Bu sese daha fazla katlanamayıp elimi kulaklarıma bastırdım, onu duymak istemedim ve başarılı da oldum ama bu kez de zihnimin içinde kendi sesimi duymaya başladım.

Kendi bağırışlarımı, haykırışlarımı...

Gözyaşlarım akmaya başladı, tüm vücudum korkuyla tir tir titrerken zihnimin içindeki o sesler giderek arttı. Sezgin'in sesini, onu bana bağırmasını duydum. Üzerime geldiğini, vurduğunu hayal ettim. Sanki bir kez de o nefesimi kesiyormuş gibi hissedip nefes alamadım. Etrafımdaki kargaşa giderek büyürken birinin koluma dokunduğunu hissettiğim an yıllardır yapmak istediğim ama yapamadığım şeyi yapıp korkuyla avazım çıktığı kadar bağırdım ve gözyaşlarına boğuldum.

Bana dokunan kişiden kendimi kurtardığım hâlde bağırmaya ve ağlamaya devam ettim. Gözlerimi açmadım, etrafımda neler oluyor bakmadım, beni duydular mı bilmedim ve sadece bağırdım.

Bağırırken onun kafasına taşla vurduğum o an geldi gözlerimin önüne, o an yapamadığım şeyi yapıp daha güçlü bir çığlık attım. Sonra bir dahaki vuruşum geldi gözlerimin önüne ve Gökhan'ın onun öldüğünü söylediği o anı düşünüp bir kez daha bağırdım.

Bağırdıkça yeniden nefes aldığımı hissettim.

Çığlıklarımın arasında birinin "Ela," dediğini duydum, bunu onun sesine benzetip korkuyla daha da çok ağlamaya başladım. Eşzamanlı olarak birinin kollarımı tuttuğunu hissettim. Birinin bana dokunduğunu hissetmek daha çok bağırmama neden olurken ellerini itip kendimden uzaklaştırdım ve sırtımı duvara yaslayıp dizlerimi karnıma çektim. Zihnimdeki sesleri bastırmak istercesine de ellerimi kulaklarıma bastırdım.

Buna rağmen peşimi bırakmadı, bu kez engel olmama izin vermeden ellerimi kulaklarımdan uzaklaştırdı. Bu, daha çok korkmama ve ağlamamın şiddetlenmesine neden olurken yüzümü avuçlarının arasına aldı, kendisine bakmamı sağladı.

İşte o an gördüğüm bir çift gözün Sezgin'e ait olduğunu değil de Gökhan'a ait olduğunu fark ettim.

Bunu fark ettiğim ilk an kalbimin atışı yavaşladı, gözyaşlarım durdu. Öylece ona bakarken uzun süredir hissetmediğim kadar güvende hissettim kendimi ve bu beni korkuttu. İnsan hiç güvende hissettiği için korkar mıydı? Ben korkuyordum, çünkü bu duyguyu bana ilk hissettiren kişi Sezgin olmuştu.

"Sakin ol," dediğini duydum Gökhan'ın ama ne bir şey söyleyebildim ne de bir tepki verebildim ona. "Derin nefes al."

Sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuş gibi derin bir nefes aldım.

"Geçti," dedi güven verici bir tavırla ve gözlerimin içine bakarak. Ancak o an gözlerimi ondan çektim ve arkasına doğru baktım. Salonda ondan ve benden başka kimse yoktu, o adam bile yoktu. Nereye kaybolmuştu? Az önceki kargaşa nasıl bu kadar çabuk son bulmuştu?

"Ela." Gökhan'ın sesiyle gözlerimi yeniden ona çevirdim ve bir şeyler söylemesini bekledim. "İyi misin?" diye sordu, oysa duymayı beklediğim şey bu değildi.

Yine de onu cevapsız bırakmayıp başımı salladım ve kendimce "İyiyim," demiş oldum.

Gökhan aldığı bu cevapla ellerini yüzümden uzaklaştırdı ve boynuma doğru baktı. Muhtemelen kızarmış olan boynum yüzünden kaşlarını çattığını fark ederken öfkelenmişti ama bu öfkesini bastırmaya çalışıyor gibiydi.

"O adam," dedim zorlukla, sanki hâlâ biri boğazımı sıkıyor gibi hissediyordum. "Nerede?"

Bu sorum onu afallattı. Neden böyle bir tepki verdi anlayamazken "Görmedin mi?" diye sordu. Gözlerimi sımsıkı kapatmış, bakmamıştım ki onlara... Hatta duymamıştım bile...

Ona cevap vermek yerine başımı olumsuz anlamda salladığımda yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. Bir şeyler görmemiş olmam onu şaşırtır gibiyken "Bahçedeki güvenlikler çıkardı onu dışarıya," diyerek soruma cevap vermiş oldu. "Neden saldırdı sana? Ne konuştunuz?"

Merakla sorduğu bu sorular gözlerimi doldururken az önceki gibi hüngür hüngür ağlamak istedim ama bu kez yapamadım bunu. Gökhan ise dolu gözlerimi fark edince sorusuna bir cevap beklemedi ve koluma dokunup kalkmama yardımcı oldu. Ardından da üçlü koltuğa beni oturtup kendisi de yanıma oturdu.

"İstersen bir elini yüzünü yıka, toparla kendini," dedi.

"Hayır," dedim düşünmeye bile gerek duymadan ve olanları anlatmak istedim. "O adam Sezgin'in kendisine borcu olduğunu söyledi, otuz milyon dolardan bahsetti. Ortadan kaybolduğunu öğrenmiş ve bu yüzden kaybolduğunu düşünüyor."

"Bu yüzden mi saldırdı sana?"

Gözümden bir damla yaş akarken hızla onu silip "Evet," dedim ve sertçe yutkunup devam ettim. "Saklandığı yeri bildiğimi düşünüyor, onun yerini öğrenmek istedi benden. Ben de bilmiyorum deyince yalan söylediğimi düşünüp saldırdı."

"Böyle bir borçtan haberin var mıydı peki?"

"Yoktu tabii ki," dedim, onun işiyle ilgili gerçekten de hiçbir konuya hâkim değildim. Hayatımda olmasından nefret ettiğim, varlığından bile tiksindiğim bir adamın kendisiyle bile ilgilenmiyorken işiyle neden ilgileneyim ki?

Gökhan başka bir şey demeyip arkasına yaslandığında sessiz kalmasına bir anlam veremeyip "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum.

Gözleri beni buldu. "Bu adamdan kurtulmamız lazım," dedi, kaşlarımı çattım. "Bu kadar derdin içinde bir de bununla uğraşamayız." Öyle bir kurmuştu ki bu cümleyi sanki onu da öldürmek istiyor gibiydi.

Böyle düşününce tüylerimin diken diken olduğunu hissettim.

"Kurtulmak derken?" Sesimin korku dolu çıkmasına engel olamamıştım.

"Bilmiyorum, bir şeyler bulacağım," dedi ve yeniden tamamen bana döndü. "O adamın buraya geldiğini saklayamayız, en kısa zamanda gidip polise anlatacaksın ve sana saldırdığı için şikâyet edeceksin. Bu bir süre onu durdurur, sonrasına da sonra bakacağız."

Her şey giderek daha karmaşık bir hâl almaya başlamıştı ve ben bunun altından kalkamayacak gibi hissediyordum.

"Eğer böyle bir şey yaparsak daha da sinirlenir, eve kadar girip saldırdı bana. Daha da ileriye gidebilir."

"O adamı eve almamanı söylemiştim sana ama aldın," derken sesi biraz yüksek çıkmış ve ayağa kalkmıştı. Kalkar kalkmaz da gergin bir tavırla volta atmaya başladı.

"Şimdi de benim mi suçum oldu?" diye sordum, ben de sinirlenmiştim.

"Seni suçlamadım," dedi, oysa dışarıdan hiç de öyle görünmüyordu ama bunu dile getirmedim. Şu an bunun bana bir faydası olmazdı çünkü.

Ona bir şeyler söylemek yerine başımı önüme eğdim ve derin bir nefes aldım. Boğazımın acıdığını hissedip boğazıma dokunduğumda "İyi olduğundan emin misin?" diye sordu.

Başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. "Canımın daha çok yandığı zamanlar olmuştu," dedim acıyla.

Hareket eden âdemelmasını fark ettiğimde yutkunduğunu anladım. Kurduğum cümlenin onu rahatsız ettiğini anlarken geldi ve yeniden yanıma oturdu.

"Sesimi yükseltmek istemedim," dedi, bir anda bu kadar sakinleşmesi garip gelirken devam etti. "Sana değil, kendime öfkeliyim. Eğer biraz daha geç kalsaydım adam öldürecekti seni."

Kendini suçlaması için ortada bir neden olmadığı hâlde bunu yapıyordu. Az önceki sinirim bir anda yok olurken "Senin suçun değildi," dedim ve gözlerimi kaçırdım. "Seni dinlemeliydim, her şey yeterince karışıkken başımıza yeni belalar açıyorum," deyip mahcubiyetle tamamladım sözlerimi. "Özür dilerim."

"Özür dilenecek bir şey yapmadın," dedi anında. "Sana zarar vermesi dışında aslında o adamın buraya gelmesi bizim için iyi oldu."

Gözlerim onu buldu. "Nasıl yani?"

"Yarın gidecek, o adamın sana söylediklerini ve saldırdığını polise anlatacaksın. Bu da işimize gelecek, çünkü ortada artık ortadan kaybolması için bir neden olacak." Ne demek istediğini tam anlamıyla olmasa da anlamış gibiydim. "Bu olayın içine ne kadar kişi karışırsa bizim için o kadar iyi olur. Polis onlarla uğraşırken bizim bir şeyler yapmak için vaktimiz olur."

"Yapılacak bir şeyler var mı ki?" diye sordum, çünkü bana göre yapılacak hiçbir şey yoktu. Öldü, gömdük ve şimdi sadece susmamız gerekiyordu.

"Her zaman yapılacak bir şeyler vardır," dedi, bu kez bu söylediği karşısında sessiz kalmayı tercih ettim. Bu olaydaki tüm kararları ve planları ona bıraksam iyi olacaktı.

O gözlerimin içine bakarken elim bir kez daha boğazıma gitti. Çok fena sıkmıştı ve muhtemelen tırnakları derime geçmişti. Çünkü minik minik yanma hissediyordum.

"Buz getireyim, belki biraz iyi gelir," dedi Gökhan.

Tam ayağa kalkacak gibiyken "Gerek yok," deyip ona engel oldum ve elimi boğazımdan çektim. "Geçer birazdan."

Bunu demiş olmama rağmen ayağa kalktı. "Geçer ama canın da yanmaya devam eder," dedi ve cevap vermemi beklemeden mutfağa doğru yürüdü.

Bu kez engel olmak yerine gitmesine izin verdim ve acıyan canım yüzünden yüzümü buruşturdum. Bunu yaparken adamın söylediklerini de düşünmeyi ihmal etmedim. Otuz milyon dolarlık bir borçtan bahsetmişti. Sezgin'in gerçekten de böyle bir borcu olabilir miydi? Hem o kadar parayla ne yapmış olabilirdi ki bu adam? Aslında umurumda değildi ama korkuyordum. Çünkü artık o yoktu ve o adam o paranın peşini bırakacak birine benzemiyordu.

İçimdeki sıkıntı giderek büyürken Gökhan elinde bir buz torbasıyla yanıma döndü. Yeniden yanıma oturduğunda buz torbasını elinden alıp boynuma hafifçe bastırdım. Soğukluk ürpermeme neden olurken biraz daha bastırmaya devam ettim. Bu canımı yaksa da çok umurumda olmadı.

"Kızarıklar moraracak gibi görünüyor," diye mırıldanırken ellerini yumruk yapmıştı. Böyle bir şeyin yaşanması onu sinirlendirmişti ya da daha doğrusu engel olamamak onu sinirlendirmiş gibiydi.

"Korkma," dedim histerik bir tavırla ve ekledim. "Vücudumda morluk görmek yabancısı olduğum bir durum değil."

Bu sözlerim bir kez daha yutkunmasına ve derin bir iç çekmesine neden olduğunda "Sürekli aynı yere bastırma," dedi ve elimden buz torbasını aldı. Ardından da boynumun diğer tarafına hafifçe bastırdı. "Burası daha kötü görünüyor."

Buz torbasını ondan almak gibi bir çabaya giremesem de bundan memnun olmadım, çünkü çok yaklaşmıştı ve bu kendimi garip hissetmeme neden olmuştu. Buna rağmen ona engel olmaz, kendimden uzaklaştırmazken "Başını biraz sağa doğru eğsene," dedi, dediğini yaptım. Bu şekilde buz torbasının tamamını boynuma temas ettirebilmişti.

"Çok acıyor mu?" diye sorarken benden çok kendisinin canı yanıyormuş gibiydi.

"Hayır," dedim, sesim gür çıkmamıştı.

Gökhan başka bir şey demeyip boynuma buz torbasını uygulamaya devam ederken duyduğum ayak sesleriyle başımı hafifçe salonun girişine doğru çevirdim ve gördüğüm şeyle bir an için ne yapacağımı bilemedim.

Yalçın ve Efsun gelmişti ve ikisi de salonun girişinde durmuş şakınca bize bakıyorlardı. Gökhan'ın da bakışlarının onlarda olduğunu az çok tahmin ederken Yalçın'ın kaşları bir anda çatıldı ve öfkelendiğini hissedebildim. Bu öfkesinin nedeninin bakışlarında suçlayıcı ifade olduğunu anlamak hiç de zor olmazken aynı suçlayıcı ifade Efsun'un da yüzüne yansıdı.

Bulunduğumuz durumu çok yanlış anlamış gibiydiler.

Bu düşüncenin rahatsızlığı içime korkunç bir sıkıntının çökmesine neden olurken yanımda olduğunu bile bilmediğim telefonun titrediğini hissettim. Bu dikkatimi dağıtırken bacağımın altındaki telefonu aldım ve bana ait olduğunu gördüm. Bana kim mesaj atabilir ki diye düşünmeden edemezken ekranı kaydırdım ve gelen mesajın üzerine tıklayıp okudum.

0543***: Ne yaptığını biliyorum.

Okuduğum bu mesajla damarlarımda akan kanın bile soğuduğunu hissedip kaskatı kesilirken çoktan ellerini benden uzaklaştırmış olan Gökhan'ın gözlerinin içine baktım. Aldığım mesajdan bihaber muhtemelen Yalçın ve Efsun olayı yüzünden bu hâlde olduğumu düşünüyor ve rahat davranıyordu.

Oysa sonumuz gelmişti...

Ve ben her şeyin bu kadar çabuk biteceğini düşünememiştim bile...

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Sizce mesaj atan kimdi?

Sizce gerçekten bir şeyler biliyor olabilir mi mesaj atan kişi?

Gökhan ve Ela bu durumda ne yapacak dersiniz?

Ela'ya saldıran adamdan kurtulabilecekler mi dersiniz?

Başkomiser sorun yaratacak mıdır?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere, kendinize iyi bakın, sevgiyle kalın ♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%