Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.BÖLÜM "TUZAK"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Cem Adrian - Bir Kar Tanesi

4. BÖLÜM "TUZAK"

Kalbim, korkuyla göğüs kafesime vururken gözlerimi bir an bile olsun ekrandan ayıramıyor, etrafımda neler olup bittiğinin farkına varamıyordum. İçimdeki ses bir yandan bana gördüğüm şeyin başka bir anlamı olduğunu söylerken bir yandan da bağıra çağıra her şeyin son bulduğunu, yakalandığımı söylüyordu ve ben istemesem de olumsuz olana inanmaya yöneliyordum.

Ne de olsa en başından beri beklediğim şey bu değil miydi?

Tüm gücüm vücudumdan çekiliyormuş gibi hissederken ne kadardır baktığımı bilmediğim telefonun ekranı önce karardı sonra da kendiliğinden kapandı ve eşzamanlı olarak elimden düştü, parkede çıkardığı tok ses salondaki sessizliği bozdu.

Hemen ardından Yalçın'ın "N'oluyor burada?" diye sorduğunu duydum.

Gökhan ona cevap vermek yerine "İyi misin?" diye sordu endişeyle, her ne kadar ona bakmıyor olsam da gözlerini üzerimde hissedebiliyordum.

Benden o da cevap alamadığında "Ela," dedi Efsun ve görüş açıma girdi, oturduğum koltuğun önünde diz çöküp ellerimi tuttu. "İyi misin?"

Aynı soru ondan da geldiğinde sadece başımı olumlu anlamda sallamakla yetindim, sessiz kalmayı tercih ettim.

"Ne olduğunu söylemeyecek misiniz?" diye sordu Yalçın biraz öfkeli bir ses tonuyla ve ekledi. "Ela neden konuşmuyor? Ne yapıyordunuz siz burada? O buz torbası da ne?"

"Bir adam geldi," diye konuya girdi Gökhan, o an kendimi toparladım ve devam etmesine engel olup araya girdim.

"Sezgin'in borcu varmış," dememle birlikte hepsinin gözleri beni buldu, devam ettim. "Birine otuz milyon dolar borcu varmış." Yalçın da Efsun da şaşırırken "Paranın asıl sahibi geldi, parasını istedi, Sezgin'in ortadan kaybolduğunu öğrenince bana saldırdı," dedim, ikisi de şaşkınlıktan tepki dahi veremediler. "Öldürecekti beni, Gökhan kurtardı elinden."

"Otuz milyon dolar mı?" diye sordu Yalçın hayretler içinde. "Bunun ne demek olduğunun farkında mısın?"

"Farkındayım," dedim tereddüt etmeden. "Ve adam Sezgin'in bu borcu ödeyemeyeceğini bildiği için ortadan kaybolduğunu söylüyor. Nereye giderse gitsin bulurum dedi, öldürür yine de paramı alırım dedi."

"İnanmıyorum," diye mırıldandı Efsun.

"Kimmiş bu adam?" diye sordu Yalçın.

"İsminin Tuna olduğunu söyledi, başka bir şey bilmiyorum," dedim.

Yalçın, Gökhan'a baktı. "Adam Ela'ya saldırdı ve sen öylece gitmesine izin mi verdin?" diye sordu öfkeyle.

Gökhan da ayağa kalktı. "Bunu yaptığımı da nereden çıkardın?" diye sordu Gökhan da, sizli bizli konuşmayı bırakmıştı aniden ama şu an takıldığım tek şey bu değildi. Ne yani adam hâlâ burada mıydı? Neden bunu bana az önce söylememişti?

"Nerede peki?"

"Diğer güvenlikler dışarıya çıkardılar, sonrasında ne oldu bilmiyorum. Ben Ela ile ilgilenirken sesler kesildi ve çıkıp bakmaya fırsat bulamadan geldiniz zaten." Gökhan'ın sözleri Yalçın'ın kaşlarını çatmasına neden olmuştu ve muhtemelen bunun tek nedeni Gökhan'ın benden "Ela Hanım," diye değil de "Ela," diye bahsetmiş olmasıydı. Nedenini anlayamadığım bir şekilde bundan rahatsız olmuş gibi bir hâli vardı ama şu an bununla ilgilenecek durumda değildim. Aklımdaki tek şey; telefonuma gelen mesajdı.

"Sen daha iyi misin?" diye sordu Yalçın fark ettiğim rahatsızlığını dile getirmek yerine ve gözlerini bana çevirirken.

"İyiyim," dedim ve derin bir nefes alıp sertçe yutkundum. "Sadece biraz korktum."

"Biraz mı?" diye sordu Efsun anında. "Tir tir titriyorsun ve korkmakta haklısın da, bu korkunç bir şey! Dağ başında mı yaşıyoruz? Birinin evine girip ona saldırmak ne demek ya!" diye çıkıştı öfkeyle.

"Otuz milyon dolar söz konusu Efsun," dedi Yalçın.

Efsun gözlerini ona çevirdi. "Ne yani paranın miktarı fazla diye bunu yapmaya hakkı mı var?"

Yalçın derin bir nefes alırken "Öyle bir şey demedim," diye mırıldandı ağzının içinden huysuzca.

Efsun tartışmayı uzatmak yerine gözlerini bana çevirip "O adamdan mutlaka şikâyetçi olman gerekiyor," dedi.

Gökhan'la konuştuklarımızı hatırlayıp "Olacağım elbette," dedim.

Efsun beni gözleriyle onaylarken Yalçın "Tabii ki olacak, görmezden gelecek hâlimiz yok ya!" dedi ve Gökhan'a baktı. "Gidip şu adama ne yaptıklarına bakalım, sonra da Bülent'i arayıp durumu anlatalım," dedi.

Gökhan gözünün ucuyla bana bakarken Efsun ayaklandı, ben de hemen eğilip hızla yere düşen telefonumu aldım ve ayağa kalktım. Sanki Gökhan gitmek için benden bir şey duymayı bekler gibiyken "Ben su içeyim," dedim ve telaşla yanlarından ayrıldım. Gelen mesajı bir an önce Gökhan'a gösterip onu durumdan haberdar etmem gerekiyordu ama bunu kimsenin şüphesini çekmeden yapmam gerekiyordu. Bu yüzden acele etmemeli en uygun zamanı beklemeliydim.

Mutfağa girdiğimde beni çalışan kadınlardan biri karşıladı ve endişeyle "İyi misiniz?" diye sorup yanıma geldi.

"İyiyim," dedim belli belirsiz tebessüm ederek ve "Bir bardak su verir misin?" diye sordum, o hemen su vermek için yanımdan uzaklaşırken gelen mesajı düşündüm. Cevap vermeli miydim? Acaba mesaj atıp kim olduğunu sorsa mıydım? Ya yanlış bir yaparsam? Sanırım en doğrusu Gökhan'a haber vermeden bir şey yapmamaktı. O öğrendikten sonra o ne derse onu yapardım.

Aldığım bu karar yüzünden hiçbir şey yapmazken kadın suyumu getirdi. "Teşekkür ederim," deyip elinden alırken kapının açılıp kapanma sesini duydum ve Gökhan'la Yalçın'ın evden çıktığını anladım. Efsun muhtemelen şimdi yanıma gelir diye içimden geçirip suyu hızlıca içtim ve salona geçtim. İşte o an salonda beni bekleyenin Efsun değil de Gökhan olduğunu fark ettim.

İster istemez şaşırırken ve bunu saklayamazken "Sen, neden buradasın?" diye sorup yanına gittim.

"O şerefsizin annesiyle kız kardeşi gelmiş," dedi, kaşlarımı çattım. Şerefsiz derken Sezgin'den mi bahsediyordu? Tabii ondan bahsedecekti, başka kimden olabilirdi ki? "Havaalanında mı kalmışlar ne olmuş anlamadım, aceleyle yanlarına gittiler," dedi ve devam etti. "Sen şimdi boş ver onları, ne oldu bana onu anlat," dedi.

Gözümün ucuyla mutfağa doğru baktım, sesimin gitmeyeceğinden emin olamayıp "Bahçeye çıkalım," dedim ve önden yürüdüm. Sorgulamadan beni takip etti, birlikte bahçeye çıktık. Durmayıp ilerledim, adım seslerinden anladığım kadarıyla o da peşimden geldi.

Az sonra ise dayanamamış olacak ki "İstersen şehri terk edelim," dedi.

Telaşla durdum ve hızla ona dönüp aramızdaki birkaç adımlık mesafeyi kapattım. Bu yaptığım şaşırmasına neden olurken "Sana da mı aynı mesaj geldi?" diye sordum, şehri terk etme fikrini bir tek buna bağlayabilmiştim.

Kaşlarını çatarken "Ne mesajı?" diye sordu. Ne yani mesajdan haberi yok muydu?

"Neden şehri terk etmekten bahsettin?" diye sordum ben de sorusuna cevap vermek yerine.

"Şaka yaptım," dedi fazla düz bir ifadeyle, sanki yaptığına pişman olmuş gibi bir hâli vardı.

"Şaka mı? Ne şakası?"

"Sen çok uzaklaşınca ben de öyle," dedi ve sustu, yüz ifadesi değişirken "Biz ne yapıyoruz? Konumuz bu mu?" diye sordu.

Telaşla "Haklısın," dedim ve telefonumu cebimden çıkarıp ona uzattım. "Son gelen mesaja bak."

Tek kaşı kalkarken merakla telefonu aldı elimden ve ekranı açtı, mesajlara girdi, yabancı numaradan gelen son mesajı açtı, okudu. Okur okumaz yüz ifadesi değişti ve dişlerini sıkarak "Siktir!" diye mırıldandı.

"Gerçek olabilir mi?" diye sordum.

"Hemen telaş yapmaya gerek yok," dedi ilk verdiği tepkinin tam aksine sakince. "Belki de başka bir şeyden bahsediyordur."

"Sanmıyorum," dedim gözlerim dolarken. "Başka hiçbir konuda kimse bana böyle bir mesaj atmaz, atmalarına neden olacak hiçbir şey yaşanmadı çünkü."

Sessiz kaldı, yorum yapmamayı tercih etti.

Endişeyle "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum, onun sessiz kalması beni daha da korkutuyordu çünkü.

Başını olumsuz anlamda sallayıp "Bilmiyorum," dedi.

"Ne yapacağız o zaman?" diye sormaya devam ettim ben de.

"Düşünüyorum," diye mırıldandı ağzının içinden, aklını karıştırmak istemediğim için daha fazla bir şey sormazken çok geçmeden gözleri yeniden gözlerimi buldu. "Eğer biri gerçekten olanları biliyorsa onu tanıyorsun," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Tanıyor muyum? Nasıl tanıyabilirim ki?"

"Ben de yanındaydım Ela, eğer bu mesaj sadece sana geldiyse benimle değil, seninle uğraşmak istiyor sadece."

"Benimle neden uğraşmak istesin ki?"

"Bilmiyorum ama gerçekten bir şeylere şahit oldu ve polise gidip olayları anlatmak yerine sana bu mesajı attıysa senden bir şeyler isteyecek ya da seni korkutmaya çalışıyor."

Sözleri beni daha çok korkuturken ne diyeceğimi bilemeyip sessiz kaldım.

"Ya da belki aklımıza bile gelmeyen başka bir şey dönüyor," dedi.

Onun bu cümlesiyle aniden aklıma bir şey geldi ve bunu söylemekten hiç çekinmedim. "Ya benden şüphelenen biri beni tuzağa çekmeye çalışıyorsa?" diye sordum.

"Şimdilik birinin bunu yapmasına neden olacak kadar şüpheli göründüğün bir an olmadı," dedi.

"Başkomiser var," dedim, aklıma bir tek bu gelmişti. "Bu işin peşini asla bırakmaz, her şeyi kurcalar demiştin. Ben de sana sanki benden şüpheleniyor gibi davranıyor demiştim. Belki de o beni tuzağa çekmeye çalışıyordur, olamaz mı?

Dikkatle beni dinledikten sonra "Onu çok iyi tanıyorum, bir olayı aldığı zaman asla çözmeden bırakmaz ama bunu yaparken ne kadar çıkmazda olursa olsun yasal olmayan hiçbir işe kalkışmaz. Anlayacağın bizim için kötü bir durum olsa da işini çok iyi yapan bir polis ve sana böyle bir mesaj atması yasal olmadığı için asla böyle bir yola girmez."

Sözleri anında başkomisere olan şüphelerimi yok ederken merak duygumu da kabartmıştı ve bu yüzden kendime engel olamayarak "Onu nasıl bu kadar iyi tanıyorsun?" diye sordum.

Bu sorum ağır ağır yutkunmasına ve derin bir nefes almasına neden olduktan hemen sonra "İçinde olduğum bir olayla ilgilenmişti," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Ne olayı?"

"Şu an bunu konuşmanın sırası değil Ela, ne yapacağımızı düşünmeliyiz," diyerek konuyu değiştirdi. Bu konunun açılması onu rahatsız etmiş, hiçbir şekilde bundan bahsetmek istemiyor gibi bir hâli vardı. Bu hâli ister istemez beni daha da büyük bir merakın içine iterken bir yandan da ona hak verdim. Şimdi bunun hiç sırası değildi, onun eski hayatından çok daha önemli bir konumuz vardı. İkimizin şimdiki ve gelecekteki hayatı gibi...

"Bence cevap vermeliyim," dedim, gözleri yeniden beni buldu. "Tuzak da olsa gerçek de olsa sonuçta o mesajı aldım, bence hiç değilse kim olduğunu sormamda bir sorun yoktur. Şüphe çekici bir şeyler söylemediğim sürece sorun olmaz gibi."

Yine beni sonuna kadar dikkatle dinledikten sonra tek kelime etmeden gözlerini elindeki telefonuma çevirdi ve ekranı yeniden açtı. Doğrudan mesajın olduğu ekranın açıldığını fark ederken parmakları ekranın üzerinde gezindi, bir şeyler yazdı. Ne yazdığını merak edince biraz daha yanına yaklaştım ve okudum.

"Kimsiniz? Ayrıca neyden bahsettiğinizi anlayamadım?"

Yazdığı mesajı okuduktan hemen sonra başımı kaldırdım ve gözlerine baktım. "Sence cevap verecek mi?" diye sorarken ancak ona ne kadar yaklaştığımı fark ettim, ne ara bu kadar dibine girmiştim adamın?

Onun da bu yakınlığı düşündüğünü hissederken "Verecek," dedi kendinden emin bir tavırla ve benim yapmam gereken şeyi yapıp bir adım geri gidip benden uzaklaştı. Bu yaptığı utanmama neden olurken yalandan öksürüp boğazını temizledi ve ağzının içinden "Hem düşün diyorsun hem aklımı karıştırıyorsun," diye mırıldandı.

Bu söylediği utançla dudaklarımı ısırmama neden olurken ne söylediğini gayet net duyduğum hâlde "Ne?" diye sordum, duymamış gibi yapmak işime gelmişti.

"Yok bir şey," dedi hızla ve bir kez daha yalandan öksürdü. Dikkatle ona bakarken gergin davrandığını fark ettim. Bu durumdan onu kurtaran şey ise yeniden bildirim gelen telefonum olmuştu. İşte o bildirim sesi benim de aklımı dağıtmış, tamamen asıl konuya odaklanmama neden olmuştu.

Gökhan, hızla telefonun ekranını açıp okurken ben de yeniden ona yaklaştım ve gelen mesajı okudum.

"Neyden bahsettiğimi anlamamanın imkânı yok bence."

Okuduğum bu mesajla kaşlarımı çattım, gerçekten sanki birisi bir şeyler biliyor gibiydi. Bu düşünce beni bir kez daha korkudan tir tir titretirken Gökhan'la göz göze geldik. Söyleyecek bir şey bulamamış olacak ki ağzından tek kelime dahi çıkmamıştı.

"Eğer gerçekten biliyorsa bu korkunç bir şey," dedim korku dolu sesimle. "İkimiz için de," derken aslında kendimden çok onun için endişe ediyordum. Ben bir zindanda olmaya alışıktım ve her şey bir yana, eğer işler yolundan çıkarsa kendi yaptığımın bedelini ödeyecektim ama o, o sadece bana yardım etmek istemişti.

Hayatımda ilk kez, kendim dışında biri için endişeleniyordum.

Oysa kendim için bile endişe etmeyeli çok uzun zaman olmuştu...

"Korkma," dedi Gökhan güven verici bir ses tonuyla. "Halledeceğim."

"Nasıl?"

"Bilmiyorum ama bir yolunu bulacağım, sen korkma."

"Korkmuyorum," dedim, yalan söyledim. Oysa çok korkuyordum, her şeyin mahvolacak olması aklımı kaybettirecek kadar çok korkutuyordu beni ama bunu belli etmemeye çalıştım. O sürekli korkma derken korkularımla aklını karıştırmak istemedim. "Önce bu numaranın kime ait olduğunu bulmalıyız."

"Nasıl bulmayı düşünüyorsun?" diye sordum, polise durumu bildirmeden bu bilgiye ulaşıp ulaşamayacağımıza dair hiçbir fikrim yoktu.

Ben daha bunları düşünürken Gökhan'ın parmakları bir kez daha ekranda gezindi, ben de hızla yazdıklarını okudum.

"Sizi gerçekten anlamıyorum."

Yazdı ve gönderdi. Böyle yazmasının, sürekli karşıdakine onu anlamadığını söylememesinin bize bir faydası olup olmayacağından emin değildim ama hiçbir şey demedim bu konuda, her şeyi ona bıraktım. O sırada bir mesaj daha geldi, onun gibi ben de telaşla gözlerimi yeniden telefona çevirdim ve işte o an belki de hayatımızı mahvedecek olan o cümleyi okudum.

"Sezgin'i, kocanı, öldürdüğünü biliyorum."

Bu tek cümleyle yıkıldım. Dizlerimin bağı çözüldü ve düşecekmiş gibi hissedip ayakta kalmak için kendimle savaştım. Gökhan, o sırada yine sessiz kalmayı tercih etti. Ne de olsa o da en az benim kadar iyi biliyordu bu noktada elimizden bir şey gelmeyeceğini. Bitmişti işte her şey, biri biliyordu sırrımızı ve biz o birinin kim olduğunu bile bilmiyorduk.

Gözlerim dolarken gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım, tam o esnada Gökhan'ın gözleri yeniden beni buldu. Ne yapacağını bilmiyor gibiydi.

"Bitti her şey," dedim, gözümden bir damla daha yaş aktı.

"Ağlama," dedi yaşadığımız şeye rağmen sakince ve ekledi. "Ayrıca hiçbir şeyin bittiği yok."

"Biri her şeyi biliyor ama," dedim çaresizce.

"Ve o biri polise gitmek yerine bize yazıyor," dedi, az önce konuştuğumuz konuyu yeniden açmış oldu. "Bizden bir şey isteyecek, daha doğrusu senden. Bu yüzden önce derdinin ne olduğunu öğrenmemiz lazım."

"İstediğini verirsek peşimizi bırakır mı diyorsunuz?" diye sordum bundan emin olmak için.

"Hayır, tam aksini düşünüyorum. Eğer ona istediğini verirsek daha fazlasını isteyebilir. Bizi bununla tehdit ederek parmağında oynatır, her istediğini yaptırmaya çalışır. Bu yüzden önceliğimiz onu tanımak olacak, kim olduğunu öğrendikten sonra icabına bakacağım."

Bu cümle sertçe yutkunmama neden oldu. "İcabına bakmak?"

"Sen şimdi düşünme bunları," dedi açıklamak yerine, o an içime bir korku daha düştü. Ya bizi kurtarmak için o da ellerini kana bularsa? Ya saklamak zorunda olduğumuz ceset birden ikiye çıkarsa? Ya her şey biraz daha yolundan çıkarsa? Ya başkaları da gördüyse?

Sonu gelmeyen, ardı arkası kesilmeyen sorular zihnimi altüst edip mantıklı düşünme yetimi kaybetmeme neden olurken elimden geldiğince sakin kalmaya çalıştım. Bu konuda başarılı olduğumu söyleyemeyecektim ama...

"İyi misin?" Gökhan'dan gelen bu soruyla gözlerim yeniden onu buldu ve bu kez ona yalan söylemek istemedim, başımı olumsuz anlamda salladım. Eşzamanlı olarak gözlerim dolmuş ve kalbim acımıştı.

Aldığı bu cevapla destek vermek istercesine omzuma dokundu. "Bir kez daha söylüyorum sana; güven bana... Biliyorum, bu senin için çok zor ama hiç değilse dene ve biraz olsun güven bana. Halledeceğim ve sana söz veriyorum bu işin sonunda ikimiz de olmak istediğimiz yerlerde olacağız," dedi.

"Olmak istediğimiz yerler?" diye sorguladım, sanırım bu durumda takılmam gereken en son yere takılmıştım ama konuşmasında en çok dikkatimi bu cümlesi çekmişti.

"Ben olmak istediğim yeri biliyorum," dedi gözlerimin içine bakarak ve ekledi. "Sen de olmak istediğin yere kendin karar vereceksin, o zamana kadar düşünsen iyi edersin," dedi ve hafifçe bana doğru eğildi, sır veriyormuş gibi fısıldadı. "Ama benden sana tavsiye; elini çabuk tut, fazla zamanın yok çünkü."

Bu cümleyle belki de uzun süre sonra ilk defa gerçekten gülümsemek istedim ama yapamadım bunu, kendime çok gördüm bunu. O ise geri çekildi ve gözlerimin içine baktı, benden bir şeyler duymayı bekledi. Az önce kendince bana her şeyin en kısa sürede hallolacağını söylemişti, daha doğrusu ima etmişti.

Ona ayak uydurmak isteyip "Peki," dedim ben de gözlerinin içine bakarak. "Elimi çabuk tutacağım ama sen de sözünü tut, olur mu?" diye sorarken sesim bir kez daha çok çaresiz çıkmıştı.

Gökhan başını salladı. "Olur," dedi bir an bile olsun düşünmeye gerek duymadan ve telefonumu uzattı bana. "Hadi, içeriye gir artık. Hem hava soğudu hem de biraz dinlenmen lazım."

Uzattığı telefonu alırken "Cevap vermeyecek misin?" diye sordum, gelen mesajı cevapsız bırakmıştı çünkü.

"Hayır, bekleyelim biraz. Bakalım başka neler yazacak, hem o zamana kadar ben de numaranın kime ait olduğunu bulmaya çalışayım."

Anladım dercesine başımı salladıktan sonra söylediğini yapıp eve girmek yerine aklımdaki bir diğer şeyi sordum ona. "Bana saldıran adama ne olacak?"

"Güvenlikler ne yaptı bilmiyorum, belki de çoktan polise haber vermişlerdir. Vermedilerse de ben vereceğim zaten, herkes durumu biliyorken polisten saklayamayız. Hem bu olayda masum olan sensin, saklamak için bir nedenimiz yok," diye açıkladı uzun uzadıya... "Her neyse, hadi sen içeri gir. Ben de girip neler olduğuna bakayım," dedi ve eve girmemi beklemeden ayrıldı yanımdan.

Durup arkasından bakmak yerine eve girdim. Doğrudan banyoya gittim ve boynumdaki izlere baktım. O manyak herifin parmaklarının izi çıkmıştı ve neredeyse tüm boynum kızarıktı. Tırnak izlerini ise görmek dahi istemiyordum. Gözlerimi sımsıkı kapattım, bugün olanları kendime unutturmak istedim. Daha büyük sorunlarım varken bununla zihnimi meşgul etmek istemiyordum.

Aldığım bu kararla elimi yüzümü yıkayıp banyodan çıktım ve yeniden salona döndüm. Yalçın ve Efsun, Sezgin'in annesiyle kız kardeşini almaya gitmişlerdi ve onların geliyor olmalarından pek de memnun olduğum söylenemezdi. Normal bir zamanda da çok fazla anlaşamıyorken şimdi Sezgin kayıpken, daha doğrusu ölmüşken, muhtemelen her şeyden beni suçlayacaklar, üzerime geleceklerdi. Ve en kötüsü, bu kez bunu yapmakta haksız da olmayacaklardı.

Salona döndüğümde rahatsızca bir sağa bir sola gidip durdum. Bir yandan Sezgin'in annesiyle kız kardeşini düşünürken bir yandan da bana gelen mesajı düşünüyordum. Kim görmüş olabilirdi ve polise gitmediyse benden ne istiyordu? Kurtarabilecek miydim kendimi ondan? Hiç sanmıyorum ama yine de sonuna kadar deneyeceğim, pes etmeyeceğim ve bunu kendim için değil, kendi hayatını yok sayıp bana yardım etmeye çalışan Gökhan için yapacağım.

Bu düşünceler arasındayken salonda volta atmaya devam ettim. Ta ki cebimdeki telefona tekrar mesaj geldiğini duyana kadar. Telaşla telefonu cebimden çıkardım, aynı hızla ekranı açtım ve yine aynı numaradan gelen mesaja göz attım. Fakat bu kez hiçbir şey yazmamış, sadece konum atmıştı.

"Bu ne şimdi?" diye mırıldandım kendi kendime neden beni bir yere çağırıyordu ki? Kim olduğunu saklamayacak mıydı yani? Sanırım tam da Gökhan'ın dediği gibi istediği bir şeyler vardı ve onun için uğraşacaktı. Peki gidecek miydim? İşte onu ben de bilmiyorum. Buna da karar veren, diğer her şeye karar verdiği gibi Gökhan olacaktı.

Oyalanmadan bahçeye çıktım, etrafa bakındım ama Gökhan'ı göremedim. Nerede olabileceğini düşünürken zaman kaybetmek istemeyip hızlı adımlarla diğer güvenliklerin yanına gittim. Kendisine doğru gittiğimi gören adam ayaklandı ve yanıma geldi. Karşımda durduğunda "Bir şey mi istemiştiniz Ela Hanım?" diye sordu.

"Gökhan Bey'e bakmıştım."

"Güvenlik şefimizle birlikte size saldıran adamla ilgileniyorlar, polisi bekliyorlar sanırım," dedi, anladım dercesine başımı salladım. "Bir sorun varsa ben ilgilenebilirim."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Sorun yok, acilen bir şey söylemem gerekiyordu sadece. Lütfen çağırır mısın?"

"Elbette, hemen çağırıyorum," dedi ve yanımdan uzaklaştı, bahçeden çıktı.

Gergince tırnaklarımı yiyerek geri dönmesini beklemeye başladım. Bir yandan da diğer güvenliklerin dikkatini çekmemek için elimden geldiği kadar normal görünmeye çalışıyordum. Umarım gergin olduğum çok belli olmuyordur diye içimden geçirirken çok geçmeden giden güvenlik geri döndü. Yanıma gelmesini, bir açıklama yapmasını beklerken buna gerek kalmadan arkasından bahçeye giren Gökhan'ı fark ettim, koşar adımlarla yanına gittim.

Telaşlı hâlimi görünce endişeyle "Bir şey mi oldu, ne bu hâlin?" diye sordu, bir açıklama yapmak yerine elimdeki telefonu uzattım. Muhtemelen yeni bir mesaj geldiğini anlarken uzattığım telefonu aldı, tek kelime etmeden ekranı açtı ve gelen mesaja baktı.

Verdiği ilk tepki kaşlarını çatması oldu, ne düşünüyor bilemezken uzun uzun ekrana baktıktan sonra gözleri yeniden beni buldu. Daha ona "Gidecek miyiz?" diye bile sormaya fırsat bulamadan "Ben arabayı çıkarayım, sen de montunu al, çıkalım," dedi.

Afalladım. "Gidecek miyiz?"

"Gideceğiz," dedi, düşünmeye gerek dahi duymamıştı.

"Ya tuzaksa?"

"Gitmeden anlayamayız."

"Tuzak olduğunu anlamak için göz göre göre hiçbir tedbir almadan gidecek miyiz?"

"Tuzak olduğunu bilsek de alabileceğimiz bir tedbir yok zaten, unutma; masum olan biz değiliz, kimseden yardım isteyemeyiz. Hem merak etme, ben ne yaptığımı biliyorum. Hadi, montunu al, çıkalım," dedi ve telefonumu yeniden uzattı.

Derin bir nefes alıp bir kez daha hiç sorgulamadan ona inanmayı tercih ettim ve el mecbur başımı sallayıp uzattığı telefonu aldıktan sonra yanından ayrıldım. Eve girip portmantodaki montumu aldım, giydim ve evden yeniden ayrıldım. Bahçeye çıktıktan sonra durmayıp bahçeden de çıktım ve kapıda beni bekleyen arabaya bindim. Ben biner binmez Gökhan arabayı çalıştırdı, yola çıktık.

"Yalçın ve Efsun bizden önce dönerlerse onlara ne diyeceğiz?" diye sordum.

Gözünün ucuyla baktı bana. "Birincisi; sırf evden çıktın diye birilerine hesap vermek zorunda değilsin, ikincisi; eğer sorarlarsa hava almaya çıktım dersin, biter," dedi ve yeniden yola döndü. "Kendini herkese hesap vermek zorundaymış gibi hissetmekten vazgeçmelisin."

Söyledikleri karşısında sessiz kaldım, belki de haklıydı... Hatta belki değil, gerçekten de haklıydı. Onları bu kadar düşünmeme, ne diyecekler diye korkmama gerek yoktu. Ne de olsa benim değil, Sezgin'in arkadaşıydılar ve Sezgin artık yoktu. Yanımda olmalarına rağmen onları arkadaşım gibi görmemek belki bencilceydi ama içimden böylesi geliyordu. Ne de olsa yıllardır gözlerinin önünde acı çekiyordum ve ikisi de bunu fark etmemişlerdi. Ben söyleyemesem de onların fark etmelerini hep istemiştim ama beni hiç görmemişlerdi. İşte şimdi ben de onları arkadaşım gibi görmüyordum.

Gözlerimi kapatıp sıkıntıyla oflarken Gökhan "Konumu bir daha göstersene," dedi, gelen mesajı açtım ve ekranı ona çevirdim. Gözünün ucuyla baktıktan sonra yeniden yola çevirdi bakışlarını.

İkimiz de tek kelime etmezken mesajdaki adrese ulaştık ama burası öyle ıssız bir yer falan değildi, bayağı kalabalık bir kafeydi. Böyle bir yere gelmek tuhaf gelirken Gökhan arabayı park edip indi, ben de hemen peşinden indiğimde yanıma geldi.

"Sen de girecek misin?" diye sordum.

Gözleri beni buldu. "Gireceğim tabii, yalnız mı bırakacağım?" diye sordu o da.

"Ama eğer seninle uğraşmak gibi bir derdi yoksa..." Devam etmeme izin vermedi.

"Sen ben diye bir şey yok bu işte Ela," dedi ve gözlerimin içine baktı. "Biz varız ve seninle uğraşması benimle de uğraştığını düşünmem için yeterli bir sebep."

Bu sözleri, kendimi çok garip hissetmeme neden olurken gözlerimi kaçırdım. Neden bana değer veriyor gibi konuşuyordu? Bunun için bir nedeni yoktu ki... Tıpkı bu zamana kadar yaptığı şeyler için bir nedeni olmadığı gibi...

"Hadi, oyalanmayalım daha fazla. Kimmiş şu bizimle oynayan görelim," dedi ve önden yürüdü, kafeye girdi. Oyalanmadan ben de hemen peşinden gittim. Birlikte içeriye girdiğimizde gözlerim etrafta gezindi, kimi aradığımı bilmeden birini aradım ama öyle dikkat çekecek kimseyi göremedim.

"Nasıl bulacağız mesaj atanı?" diye sordum, Gökhan bana baktı.

"Bırakalım da o bizi bulsun," dedi ve göz kırptı. "Gel benimle," deyip kafenin içine doğru yürüdü, peşinden gittim.

İlerideki boş bir masanın yanında durdu ve sandalyesini çekip oturdu, ben de hemen karşısına oturduğumda gözlerim etrafta geziniyor ve hâlâ şüphe çeken birileri var mı diye bakınıyordum ama kimseler yoktu. Belki de henüz gelmemişti bize mesaj atan kişi ya da belki bizim gelmeyeceğimizi düşündüğü için hiç gelmeyecektir. Resmen buraya hiç düşünmeden gelmiştik.

"Hoş geldiniz efendim," diyerek yanımıza gelen garson dikkatimi dağıttığında gözlerimi ona çevirdim. "Ne alırdınız?"

"Sade bir Türk kahvesi," dedi Gökhan, şaşkın bakışlarım onu buldu. Ne yani şimdi bu durumda oturup kahve mi içecekti?

"Hanımefendi siz?" diye sordu garson, gözlerim yeniden onu buldu.

"Şey," dedim, gerginlikten ne diyeceğimi bilemezken "Aynısından," deyip geçiştirdim. Garson, yanımızdan uzaklaşırken yeniden Gökhan'a baktım. "Ya beklediğimiz kişi gelmezse? Ya bizimle dalga geçtiyse?"

Arkasına yaslandı ve gayet rahat bir tavırla "Kahvelerimizi içer, eve geri döneriz," dedi.

Kaşlarım çatılırken içimden geçirdiğim şeyi açıkça söylemek isteyip "Rahatlığın bazen sinir bozucu olabiliyor," dedim bu cümleyi yanlış anlamamasını umut ederek.

Dudağının bir tarafı hafifçe yana kıvrılırken "Bana da bazen öyle geliyor," dedi. Kızmak yerine, üstüne bir de böyle bir şey söylemesi şaşırmama neden olurken bunu fazlasıyla belli edecek bir tavırla baktım gözlerine. "Şu an yüz ifadeni görmeni çok isterdim," dedi alaycı bir üslupla.

Bu cümlesi yüzünden kendimi toparlama ihtiyacı hissedip yüz ifademi düzeltmeye çalıştım. Aynı zamanda yalandan öksürüp arkama yaslandım ve normal görünmek için uğraştım.

"Biraz daha zorlarsan başaracaksın," dedi.

"Neyi başaracağım?"

"Sıradan görünmeyi."

Bir kez daha yalandan öksürdüm. "Sıradanım zaten."

Başını salladı. "Belli oluyor," dedi, o sırada garson geldi ve kahvelerimizi bıraktı. Gökhan, sanki gerçekten sadece kahve içmek için gelmiş gibi kahvesini alıp bir yudum içerken ve her şey yolundaymış gibi davranırken ben etrafıma bakınmaya devam ettim. Neredeydi şimdi bu mesaj atan kişi? Neden hâlâ gelmemişti? Sanırım gerçekten de kandırılmıştık, kimsenin geleceği yoktu.

"Bakma öyle etrafa," dedi Gökhan, gözlerim onu buldu. "Bana bak bence sen, çok dikkat çekiyorsun."

"Mesaj atan kişi gelip gelmedi mi anlamaya çalışıyorum, bence kimse gelmeyecek."

"Bence çoktan geldi bile," dedi kendinden emin bir tavırla. Bunu demesi, yeniden etrafa bakma ihtiyacı hissetmeme neden olsa da bunu yapmadım, gözlerimi ondan çekmedim. "Muhtemelen kafeye girdiğimizi gördü hatta, yanımıza gelecek mi gelmeyecek mi bilmiyorum ama şu an bir yerlerde olduğundan ve bizi izlediğinden eminim."

Böyle demesi, daha çok etrafa bakmak istememe neden oluyordu ama bir yandan da o bakma dediği için gözlerimi ondan çekemiyordum. Bu yaptığım, garip gelmiş olacak ki yüzünde alaylı bir ifade oluştu ve hafifçe bana doğru eğildi, o da gözlerimin içine baktı. Bir şey söyleyecek gibi olduğundan dikkatle ona bakmaya devam ettim. Sabırla da konuşmasını bekledim ama tek kelime dahi etmedi.

En sonunda dayanamayıp "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordum.

"Bilmem, sen bakıyorsun diye ben de bakayım dedim," dedi.

Bu cümle bir kez daha kendimi toparlama ihtiyacı hissettirince hızla geri çekildim, arkama yaslandım ve gözlerimi de ondan çektim. Hatta daha da normal görünmek isteyip kahvemi aldım, ben de ondan bir yudum içtim. Bunu yaparken gözlerinin hâlâ üzerimde olduğunun ve aynı şekilde dikkatle bana baktığının farkındaydım, bu da fazlasıyla gerilmeme neden oluyordu. Buna rağmen gözümün ucuyla bile ona bakmadım, sanki bana baktığının farkında değilmiş gibi davrandım. Bunu yaparken de bir yandan kahvemi içmeye ve çaktırmadan da etrafa bakınmaya devam ediyordum

Az sonra Gökhan'ın "Sanırım başlıyoruz," dediğin duyduğumda ise dayanamadım ve gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Anlamadım?"

Gözleriyle arkamı gösterdi, hızla arkamı döndüm ve kafeye giren bir adam gördüm. Siyah bir takım, beyaz gömlek giymişti. Siyah gözlükleri yüzünden nereye baktığını göremezken gözlüklerini çıkardı ve ancak o an bu tarafa doğru baktığını gördüm. Yüzünde alaylı bir ifade vardı. Uzun boylu, yapılı bir adamdı.

"Bu adamı daha önce bir yerde gördüm," diye mırıldandığını duydum Gökhan'ın ama adamı incelemeye o kadar dalmıştım ki dönüp ona bakamadım, nerede gördüğünü sormadım bile.

"Kim bu adam ya?" diye mırıldandım ben de, o esnada adam bize doğru geldi. O yaklaştıkça kendimi daha da gergin hissettim ve daha fazla ona bakamadım, gözlerimi önüme çevirdim. İşte o an gördüğüm tek şey; gayet rahat bir şekilde kahvesini yudumlayan Gökhan oldu. Resmen umurunda değil gibiydi ama umurunda olmalıydı, böyle bir şey kimin umurunda olmazdı ki?

Gözlerimi bir anlığına kapatıp derin bir nefes aldım ve elimden geldiğince sakin kalmaya, rahatlamaya çalıştım. Çok geçmeden yanımda bir hareketlilik hissettiğimde gözlerimi açtım, başımı hafifçe kaldırdım ve başımızda dikilen adama baktım.

Alaycı bir tavırla "Ooo," dedi ve bir sandalye çekip oturdu, arkasına yaslanırken de ayak ayak üstüne attı. "Kahve söylemişsiniz, bayağı rahatsınız gördüğüm kadarıyla," dedi ve güldü. "Ama benden size küçük bir tavsiye; bu kadar rahat olmayın. Hayatınız iki dudağımın arasında çünkü."

"Ne yapalım yani?" diye sordu Gökhan ve elindeki kahveyi bıraktı, hafifçe ona doğru değildi. Hem çok rahat hem de bir o kadar tehditkâr görünüyordu. Bakışlarıyla resmen adamı tehdit ediyordu. "Bir şey yapma diye yalvaralım mı sana?"

Adam güldü. "Bana yalvarmanız, şu an yaptığınız şeyden çok daha fazla işinize yarar bence," derken kendinden emindi, bu hâli daha da gerilmeme neden olurken gözleri beni buldu. "Aslında burada asıl konu sensin, sen bir şey söylemeyi düşünmüyor musun?"

Gözümün ucuyla Gökhan'a baktım, bakışlarıyla bile beni sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi. Onun bu bakışlarından cesaret alıp soğuk kanlılığımı korudum ve yeniden adama baktım.

"Ne söylememi bekliyorsun?" diye sordum ve ben de arkama yaslandım, sanırım şu an fazlasıyla rahat görünüyordum, bu da onun gerilmesi için yeterli oluyordu. Yüz ifadesi çoktan değişmişti bile.

"Bilmem, sence de bir şeyler söylemen gerekmiyor mu?"

"Madem bu kadar bir şey söylemek istiyorsun," diye araya girdi Gökhan ve ekledi. "İsmini ve kim olduğunu söylemekle başlayabilirsin. Sonrasında da orada ne işin olduğunu, bize nasıl ulaştığını ve şimdi bizden ne istediğini söylemekle devam edebilirsin. Gördün mü? Bak, bir sürü anlatacak şeyin varmış. Bizim bir şey sormamıza gerek yok yani, hadi anlat dinliyoruz."

"Kim olduğum sizin için pek önemli değil, neden orada olduğumun da zaten konumuzla bir ilgisi yok. Asıl konumuz, istediklerim," dedi, bunu derken hiç de çekinir gibi bir hâli yoktu ve küçük bir şey istemeyeceği çok belliydi.

"Uzatma da ne isteyeceksen iste o zaman," dedi Gökhan, sabrı taşıyor gibiydi ve sanki adama her an saldıracak gibi bir hâli vardı. Umarım böyle bir hata yapmaz diye içimden geçirirken adam gözlerini bana çevirdi.

"Aslında istediklerim yalnızca seni ilgilendiriyor."

Kaşlarımı çattım. "Neymiş istediklerin?" diye sordum duyacağım şeyden korkuyor olsam da.

"Miras," dedi hiç eveleyip gevelemeden.

Afalladım. "Anlamadım?"

"Miras," diye tekrarladı. "Öldürdüğün kocanın mirasını istiyorum."

Şaşkınlığım giderek artarken tek kelime bile edemedim, sadece şaşkınca baktım gözlerinin içine. Ne diyordu bu adam? Aklını mı kaybetmişti, yoksa dalga mı geçiyordu benimle?

"Ne diyorsun lan sen?" diye araya girdi Gökhan, adam gözlerini ona çevirdi. "Dalga mı geçiyorsun lan sen bizimle?"

"Dalga falan geçtiğim yok," dedi adam gayet rahat bir tavırla. "Siz bana istediğimi verin, ben de sizinle uğraşmayı bırakayım, herkes kendi yoluna baksın."

"Sen gerçekten bunun mümkün olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Gökhan.

Adam, omuz silkti. "Evet, ne de olsa öldürdünüz adamı ve sonrasında gömdünüz. Bütün miras artık onu öldüren karısına kaldı, onun da bana vermesi çok zor olmaz herhalde," dedi ve bir kez daha güldü. "Hayatınızın mahvolması mı yoksa paranız mı? Biraz zor bir karar farkındayım ama en doğru kararı vereceğinizden eminim," dedi, adam resmen ses tonuyla bile dalga geçiyordu bizimle ve şu an öyle bir tavrı vardı ki ne istese yapacağımızı düşünüyordu. Hatta buna fazlasıyla inanmış gibi bir hâli de vardı.

"Ne o, yoksa parasız yaşayamaz mısınız? Ölmek daha mı kolay sizin için?" dedi ve gülüp ekledi. "Drama falan mı bağlayacaksınız yoksa?"

Dilini damağına çarpıtıp cıklayarak "Yok, drama bağlamaktan çok başka bir planım var," dedi Gökhan ve önündeki kahveyi iterek kendisinden uzaklaştı. Eşzamanlı olarak da burnunu çekti ve hiç beklemediğim bir anda ayağa kalktı, adamı da üzerindeki ceketinden tutup kaldırdı, ardından da kafasını adamın yüzünün ortasına geçirdi, adamı yere serdi. "Senin ağzını yüzünü dağıtmak gibi mesela," diyerek az önceki cümlesini tamamladı.

Gözlerim, yerlerinden çıkacakmış gibi irileşirken yerdeki adama şok olmuş bir tavırla baktım, yerimden bile kalkamadım. Benim aksime kafedeki diğer herkes ayağa kalktı, bazıları korkup kaçtılar, bazıları polisi aramaya bile kalktılar. Garsonlar yanımıza geldi, Gökhan'ı kollarından tutup uzaklaştırdılar.

O esnada yerdeki adam da kalktı, burnundan akan kanı silerken bir bana bir de Gökhan'a baktı ve öfkeyle "İkinizi de mahvedeceğim, yemin ederim ikinizi de doğduğunuza pişman edeceğim!" diye bağırdı, olduğum yerde oturmaya ve sessizliğimi korumaya devam ettim. Ne olacaktı şimdi? Adamla sakince konuşup anlaşmak varken vurmuştu adama ve daha da kışkırtmıştı, yapmamalıydı bunu.

Kalbim, korkudan deli gibi atarken Gökhan, kendini tutan garsonlardan kurtuldu ve yanıma geldi. "Gidiyoruz," deyip elini uzattı.

Başımı kaldırdım ve gözlerine baktım, söyleyecek o kadar şeyim varken sessiz kalmayı tercih ettim. "Hadi Ela," dediğinde masadan tutundum ve ayağa kalktım. Uzattığı elinin boşta kalması, bozuluyor gibi olmasına neden olurken yanından uzaklaştım ve arkama bile bakmadan kafeden ayrıldım.

Kafeden çıktığımda durdum, Gökhan da peşimden çıkıp yanıma geldiğinde "Bunu yapmamalıydın," dedim, kaşları çatılırken konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Bir orta yol bulup anlaşmalıydık ya da en azından bir başka yol bulana kadar onu oyalamalıydık. Şimdi adamı daha da kışkırttın, polise gidecek ve..." Gökhan, devam etmeme izin vermedi.

"Hiçbir şey yapamayacak, polise falan da gidemeyecek merak etme."

Sinirlendim. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun bundan?"

"Çünkü ne olursa olsun o mirası almak isteyecek, bundan öyle hemen vazgeçmeyecek."

"Belki de," dedim söylediği şeye itiraz etmek yerine. "Ama yine de anlaşma yoluna gidebilirdik, sonuç olarak hâlâ ona mahkûmuz! Onun da dediği gibi hayatımız iki dudağının arasında!"

"Öyle bir şey yok," dedi ve kendinden emin bir tavırla devam etti. "Adamın kim olduğunu hatırladım ve ondan nasıl kurtulacağımızı çok iyi biliyorum. Ona mahkûm falan değiliz yani, hatta bir şeyler biliyor olmasının bir önemi bile yok artık." Söyledikleri karşısında şaşkınca kaldım, nasıl bir önemi yok diyebilirdi ki? Hem kimdi bu adam? Nereden tanıyordu ve sırf onu tanıyor diye nasıl böyle konuşabiliyordu?

Bu sorular zihnimin içinde dönüp dururken Gökhan düşündüklerimi fark etmiş olacak ki "Anlayacaksın, gel benimle," dedi ve arabaya doğru yürüdü.

O giderken gözlerimi kapatıp "Sakin ol Ela, sakin," diye kendime teskin verdim. Her şey yeterince karmaşıkken onun yüzünden her şey daha da karışıyormuş gibi hissediyordum ama bir yandan da ondan başka çarem olmadığını da biliyordum. Bu yüzden ne yaparsa yapsın ona ayak uydurmak zorundaydım. Hem onun hem de kendim için.

Kendimi biraz olsun sakinleştirip ben de arabaya yöneldiğimde arabanın yanında beni beklediğini gördüm ve yanına ulaştım. Tam o sırada arkadan "Bu yanınıza kalmayacak!" diye bir ses geldi, hızla arkamı döndüm ve beyaz gömleği, burnundan akan kan yüzünden kan içinde kalan adama baktım. "İkinize de bunun hesabını sormaya devam edeceğim!" diye bağırmaya devam etti öfkeyle.

Ben, her zamanki gibi sessiz kalmayı tercih ederken Gökhan "Siktir git lan!" diye bağırdı öfkeyle, öyle bir bağırmıştı ki etraftaki çoğu insanın bakışları bizi bulmuştu. "Şimdi elimde kalacaksın!" diye eklediğinde adamın daha da öfkelendiğini fark ettim. Gökhan'ın söyledikleri yüzünden bu öfke bu kez beni pek de korkutmazken onu umursamadım ve yanında durduğum arabaya bindim, peşimden de hemen Gökhan bindi.

Arabayı çalıştırırken hâlâ ağzının içinden adama küfrediyor, söylenip duruyordu. Ben de elimden geldiğince onu duymamaya çalışıyordum. Zaten şu an umurumda olan tek şey, nereye gittiğimiz ve neler olacağıydı.

Kafenin önünden uzaklaştığımızda, girdiğimiz yön eve gitmediğimizden emin olmam için yeterli olmuştu. İşte ancak o zaman "Nereye gidiyoruz?" diye sorabildim.

Gökhan'ın gözleri beni bulurken "Bu adamı başımıza bela edenin yanına," dedi.

Şaşkınca tamamen ona döndüm. "Ne?"

"Bu adam, muhtemelen o gün orada tesadüfen bulunmuyordu. Biri sizi takip etmesini istemişti, o da takip ederken olanlara şahit oldu işte."

"O biri kim?" diye sordum, bu kadar şeyi bildiğine göre bunu da biliyor olması gerekiyordu.

Bu sorum, ona derin bir iç çektirdikten hemen sonra "O piçin öldürdüğü kızın babası," dedi, bir kez daha şok oldum.

"Ne?" diye sordum doğru duyduğumdan emin olmak için. "Öldürdüğü kızın babası mı?"

Başını salladı. "Evet, yani muhtemelen. Başka birinin sizi takip ettirmek için bir nedeni yok," dedi ve yoldaki gözleri beni buldu. "Muhtemelen sen onu öldürmemiş olsaydın, onun adamı Sezgin'in işini halletmiş olacaktı zaten."

Gözlerimi önüme çevirdim, düşündüm. Söyledikleri doğru olabilir miydi? O kadar zaman onun yaptığı her şeye sabretmiştim ve sabrım taşıp gözüm döndüğünde onu öldürmüş, hayatımı mahvetmiştim. Fakat şimdi onun söylediklerinin çıktığı nokta canımı yakıyordu. Biraz daha sabretmiş olsaydım eğer elimi kana bulamadan mı kurtulmuş olacaktım ondan? Benim yüzümden değil de kendi yaptığı pislikler yüzünden mi ölecekti?

Gözlerim doldu, dayanamadım ve gözümden bir damla yaş aktı. Neden biraz daha sabretmemiştim ki? Neden biraz daha sessiz kalmamıştım? Oysa o gün canım daha öncekilerden fazla yanmamıştı.

Bu düşünceler yüzünden gözyaşlarım daha şiddetli almaya başlarken Gökhan, arabayı durdurdu ve endişeyle "Ne oldu, neden ağlıyorsun?" diye sordu.

Ona cevap bile veremeden ağlamaya devam ettim. Bunu kabul etmek istemiyorum. O kadar eziyet çektikten sonra katlanamadığım bir an yüzünden hayatımın mahvolması haksızlık gibi geliyor. Neden dayanmamıştım ki biraz daha? Neden kendimi bu durumun içine mahkûm etmiştim? Sanırım bu yüzden kendimi hayatımın sonuna kadar affedemeyeceğim. Her aklıma geldiğinde, her ya yaptığım şey ortaya çıkarsa diye korktuğumda kendime olan öfkem katlanacaktı.

"Ela," dedi Gökhan bir kez daha, yaşlı gözlerimi ona çevirdim. Gözlerindeki endişeyi fark ederken "Neden ağlıyorsun?" diye yineledi sorusunu.

Gözyaşlarımı silmeye çalışırken "Bu zamana kadar her şeye katlandım ben," dedim, bakışlarına hüzün çökerken devam ettim. "Sadece birkaç gün, belki birkaç saat, hatta belki birkaç dakika daha dayansaydım hiçbir şey bu hâle gelmemiş olacaktı," derken bir kez daha gözyaşlarına boğuldum. "Ellerime kan bulaşmamış olacaktı, sen benim yüzünden bu işlere bulaşmamış olacaktı. Sadece birkaç dakika, belki de sadece birkaç tokata daha..." Daha fazla devam etmeme izin vermedi.

"Şşt," diyerek araya girdi. Sesi, anlam veremeyeceğim bir şekilde uyarıcı çıkmıştı. "Sakın o cümlenin sonunu getirme," derken bir şey onu öfkelendirmiş gibiydi. Onun bu tavrı, gözyaşlarımın biraz olsun durulmasına neden olurken "Hiçbir şeye dayanmak da katlanmak da zorunda değildin," dedi.

Gözlerimi önüme çevirdim, başımı hafifçe önüme eğdim. "Ama yine de..." Yine devam etmeme izin vermedi, araya girdi.

"Aması yok Ela, sonucu ne olmuş olursa olsun onun yaptığı hiçbir şeye katlanmak zorunda değildin sen. Zaten bu zamana kadar neden sustun, onu da anlamış değilim ya!" Son cümleyi kurarken sesi kızgın çıkmıştı, bu hâli artık bana çok garip gelmeye başlamıştı.

İnsan, tanımadığı birinin hayatıyla ilgilenir miydi? Bu zamana kadar tanıdıklarım bile benimle bu kadar ilgilenmemişlerdi. Şimdi onun bu hâli ister istemez tuhaf geliyordu bana.

Başımı önümden kaldıramazken "Konuşsam da kimsenin umurunda olmayacaktı," dedim, gözümden bir damla daha yaş akarken ekledim. "Aksine, konuştuğum için canım daha çok yanacaktı."

"O şerefsizin de o şerefsizin yanındakilerin de arkadaşımız diyerek senin yanında olanların da belasını sikeyim ben!" demesiyle şaşkın gözlerimin onu bulması bir oldu. "Böyle arkadaşlığa sokayım ben!" derken önüne döndü, arabayı yeniden çalıştırdı ve gaza bastı. Bir yandan da hâlâ öfkeyle küfretmeye devam ediyordu.

Onu duymamaya çalışırken bir yandan da gözyaşlarımı silmeye çalıştım. Tabii bir yandan da söylediklerini düşünüyordum. O adam kimdi bilmiyorum, Sezgin öldüğü hâlde benden ne istiyordu onu da bilmiyorum ama bazı şeyler çok anlamsızdı. Gökhan, o adamdan bahsetmişti biraz. Peki öyle bir adamın Sezgin'in mirasıyla ne gibi bir işi olurdu ki? Hem nasıl bir adam kızını öldüren bir adamın parasının peşine düşerdi ki? Bir insan bu denli karaktersiz, gurursuz olabilir miydi?

Bu düşünceler arasındayken arabanın durduğunu fark ettim ve kendimi toparlayıp etrafıma baktım. Geldiğimiz yer beni şaşırtırken bunu saklamaya çalışmadım. Gayet lüks bir villaya gelmiştik, o kadar gösterişli bir evdi ki burada yaşayan birinin Sezgin'in mirasının peşine düşmesi daha da saçma gelmeye başlamıştı.

"Böyle bir evde yaşayan biri neden Sezgin'in mirasının peşine düşer ki?" diye sordum merakla.

"Bilmem, onu da içeriye girince öğreneceğiz," dedi.

Kaşlarımı çattım. "İçeriye girecek miyiz?"

"Adamın evini göstermek için gelmedim herhâlde, tabii ki gireceğiz," dedi ve önden indi, ben de hemen peşinden inip yanına gittim.

"Kötü biri olduğundan bahsetmişin, ya bize bir şey yapmaya kalkarsa?"

"Yapacak olsaydı çoktan işini halletmiş olurdu, başka bir derdi var, biz de girip onun ne olduğunu öğreneceğiz işte," dedi ve önünde durduğumuz eve yaklaştı, zile bastı. Korkudan, dizlerim tir tir titrerken kapı açıldı ve siyah takım giymiş bir adam göründü.

"Buyurun, kime baktınız?" dedi ama bunu derken sanki bizi dövecek gibi sertti ses tonu.

"Asım Bey'e," dedi Gökhan, adamın gözleri ikimizin arasında gezindikten sonra konuştu.

"Sebep? Kimsiniz?"

"Siz ona Ela ve Gökhan gelmiş deyin, tanır," dediğinde adam başını salladı.

"İyi, bekleyin o zaman," dedi ve içeriye geçti yeniden. O gözden kaybolur kaybolmaz Gökhan'a biraz daha yaklaştım.

"Bu yaptığından emin misin? İçeriye girecek miyiz gerçekten?"

Tek kaşını kaldırdı. "Tam olarak ne zaman bana güvenmeye başlayıp yaptıklarımı sorgulamaktan vazgeçeceksin?" diye sordu.

Derin bir nefes aldım. "Her şeyi bana açıkça anlattığın zaman mesela," dedim.

Gergince minik de olsa bir tebessüm edip "Sen çok hazır cevap olmaya başladın," dedi ve ekledi. "Ve yapamayacağım şeyler istemeye de başladın."

Tek kaşımı kaldırdım. "İşte en çok bunu merak ediyorum. Bu işin içinde berabersek neden bana bir şey anlatamıyorsun? Ne saklıyorsun benden?"

Dudaklarını araladı, tam cevap verecek gibi oldu ama daha o bunu yapamadan önünde durduğumuz kapı yeniden açıldı ve aynı adam göründü. "Asım Bey sizi bekliyor," dedi.

İçeriye girmemizi bu kadar çabuk kabul etmiş olması beni şüpheye düşürse de bu kez hiçbir şey sormadım ve soruma cevap vermeyen Gökhan'ın peşine düşüp bahçeye girdim. Geniş bahçeden geçip eve girdiğimizde bizi geniş bir koridor karşıladı. O koridordan geçip de büyük bir salona ulaştığımızda tam karşıdaki tekli koltukta oturan bir adam gördüm. Yaşlı ama bir o kadar da dinç bir görünümü vardı. Saçları ve sakalları tıpkı teni gibi beyaz, hafif kilolu bir adamdı.

Koltuğun kenarlarından tutunup da ağır hareketlerle ayağa kalkarken "Ela Güçlü ve Gökhan Herez," derken sesi meraklı gibiydi. Ne Gökhan ne de ben ona bir şey söylemezken ağır adımlarla yanımıza geldi, karşımızda durdu, ellerini arkasında birleştirdi ve gözlerini ikimizin üzerinde gezdirirken konuştu. "Burada olmanızı neye borçluyum gençler?" diye sordu, öyle bir davranıyordu ki sanki bizimle uğraşan, tehdit eden, Sezgin'in mirasının peşine düşen kendisi değilmiş gibiydi.

"Buraya gelmememize şaşırmaman gerekiyor," dedi Gökhan, sesi öfkeliydi. Asım Bey, ona bakarken de "Bunu bekliyor olman gerekiyordu," diye ekledi.

Asım Bey'in kaşları çatıldı. "Neden sizi bekleyeyim?"

"Neden bizi tehdit ettiysen o yüzden," dedi Gökhan anında.

Asım Bey'in bakışları biraz daha sertleşti, Gökhan'ın neden bahsettiğini anlamamış gibi bir hâli de vardı. İşte ben de onun bu hâlini anlamamıştım. "Ben mi sizi tehdit ettim?" diye sordu, bilmemezlikten mi geliyordu yoksa gerçekten bilmiyor muydu? Neden bilmemezlikten gelsin ki? Bizden mi korkacaktı? Ama bilmemesi de çok saçma olmaz mıydı?

"Yanımıza gönderdiğin adamın..." diye konuya girdi Gökhan ama Asım Bey onun devam etmesine izin vermedi.

"Yanınıza kimseyi göndermedim."

"İnkâr etme boşuna, o adamı daha önce senin yanında gördüm," diyen Gökhan aklımı biraz daha karıştırdı. Asım Bey'le konuşma tarzına bakılırsa sanki önceden tanışıyor, hatta yakın gibiydiler. Böyle bir şey mümkün müydü acaba? Kendime sorduğum bu soruya hayır ya da evet diyemeyecek kadar tanımıyordum Gökhan'ı...

"Bak delikanlı," dedi Asım Bey az öncekinin aksine biraz sinirli bir tavırla. "Birincisi ve en önemlisi; ben bir şey yaparsam arkasında dururum, inkâr etmem. İkincisi; sizin yanınıza birini göndermek için bir nedenim var da benim mi haberim yok? Neden yapayım böyle bir şeyi?"

"Sezgin yüzünden," diye araya girdim daha fazla dayanamayarak.

Gözlerini bana çevirdi. "Sezgin," diye yineledi ve imalı bir ses tonuyla ekledi. "Kocandan bahsediyorsun sanırım."

"Ve siz onun başına ne geldiğini çok iyi biliyorsunuz," dedim.

Başını salladı. "Evet, onu öldürdüğünü ve sonrasında birlikte ormana gömdüğünüzü biliyorum."

"Ve bunu Sezgin'in mirasına sahip olmak için kullanıyorsunuz," dediğimde bir kez daha kaşlarını çattı.

"Biliyor musun bilmiyorum ama bildiğini tahmin ediyorum," dedi ve dişlerini sıkarak konuştu. "O piç benim kızımın ölümüne sebep oldu, onun parasının peşine düşecek kadar şerefsiz, haysiyetsiz bir adam gibi mi görünüyorum oradan?" diye sordu öfkeyle, sessiz kaldım. Asım Bey, gözlerini Gökhan'a çevirdi. "Belli ki benden habersiz bir şeyler olmuş, oturup doğru düzgün konuşalım," dedi ve yanımızdan uzaklaştı, az önceki yerine döndü.

O giderken Gökhan'a yaklaştım. "Lütfen gidelim buradan," dedim, kötü bir şeyler olacak gibi hissetmeye başlamıştım çünkü.

"Eğer gidersek neler olduğunu asla anlayamayacağız, korkma ve gel benimle," dedi ve adamın peşinden gitti. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım. Hiçbir sorun olmayacağına kendimi inandırmaya çalışıp biraz da kendimi iyi hissettikten sonra ben de onun peşinden gittim ve yanına oturdum.

"Şu işi baştan anlatın bana," dedi Asım Bey arkasına yaslanırken, gerçekten de olanlardan haberi yok gibiydi. Aslında haberinin olduğunu düşünen Gökhan olmuştu, sanırım yanılmıştı ya da bu işin içinde başka bir şey vardı.

Ben bu düşünceler arasındayken Gökhan bugün olan biten her şeyi baştan sona Asım Bey'e anlattı, Asım Bey ise onun sözünü kesmeden sonuna kadar dinledi onu ve Gökhan'ın konuşması bittiğinde artık fazlasıyla öfkeli bir görünüme sahipti. İşte bu hâli gerçekten de bugün olanlarla bir ilgisi olmadığından emin kılmıştı beni.

"O gün," diyerek konuya girdi, uzanıp bir bardak su aldı ve bir yudum içtikten sonra konuşmasına devam etti. "O adam sizi takip ediyordu, ben istediğim için." Kaşlarımı çattım, dikkatle dinledim onu. "Benden haber bekliyordu, o piçi o öldürecekti ama ben ona haber edemeden, ondan haber geldi," dedi ve gözlerini bana çevirdi.

"Senin onu öldürdüğünü söyledi." Gözlerimi kaçırdım, başımı önüme eğdim. "Önce onun sana saldırdığını sonra da senin onu bir taşla öldürdüğünü söyledi." Bu sözler, o anları tekrar yaşamam için yeterli olurken ellerim bu hissin rahatsızlığıyla titredi, boğazım düğümlendi ve gözlerim doldu.

"Sonra senin oraya geldiğinden bahsetti," dediğinde ona baktım ve Gökhan'a bakarak konuşmaya devam ettiğini fark etim. "Ve geri kalan her şeyi bir bir anlattı bana, tabii her şeyi kayıt altına da almıştı," dediğinde asıl konuya gelmiş olduk, daha da dikkatli baktım ona. "Her şeyi bir bir izledim, kendi gözlerimle gördüm ama gördüklerimi kullanmak aklımın ucundan dahi geçmedi," dedi ve yeniden bana baktı.

"Sana eziyet ediyordu o şerefsiz değil mi?" diye sordu, kirpiklerim ıslanırken yapabildiğim tek şey başımı sallamak oldu. "Belliydi, yoksa böyle bir şey yapacak birine benzemiyorsun," dediğinde yeniden gözlerimi kaçırdım.

"Peki bugün gelen adam?" diye sorarak araya girdi Gökhan.

"Ben göndermedim, ona tüm görüntüleri yok etmesini ve hiçbir şey olmamış gibi davranmasını söyledim. Zaten öldürmek istediğim bir adamı bir başkası öldürdü diye gidip polise şikâyet edecek değildim," dedi ve suyundan bir yudum daha içip devam etti. "Demek ki verdiğim emri yerine getirip görüntüleri yok etmek yerine size karşı kullanmış," diye ekledi, bu onu sinirlendirmiş gibiydi.

"Benim onu tanıyacağımı, senin adamın olduğunu öğrenip sana geleceğimi düşünememiş olmalı," dedi Gökhan.

İşte en çok merak ettiğim şey buydu. Gökhan o adamı nasıl tanımıştı? Daha önce Asım Bey'le görüşmüş olması gerekiyordu bunun için, peki neden görüşmüştü? Onun ve Sezgin hakkında bu kadar şeyi nasıl biliyordu? Bu sorularımın cevabını ondan başkası veremezdi ve sanırım o da istemediği ya da bana güvenmediği sürece asla böyle bir şey yapmayacaktı. Tam da bu yüzden ben de ona güvenmekte zorluk çekiyordum. Bir şeyleri benden saklaması, o bir şeylerin bana zarar vereceğini düşünmeme neden oluyordu ve kendimi bu düşünceden kurtarmak hiç de kolay değildi.

"Muhtemelen," diye onayladı onu Asım Bey.

Dayanamayıp "Peki ne olacak?" diye araya girdim. "Bizimle uğraşmasına izin verecek misiniz? Beni ilgilendirmez deyip kenara mı çekileceksiniz?" diye sordum.

Bakışları beni buldu. "Tabii ki hayır," derken arkasına yaslandı. "İyi ki buraya gelmişsiniz, size yardım edeceğim. Bizzat ben, o adamın elindeki görüntüleri alacak, susmasını sağlayacağım," dedi.

"Öldürecek misiniz onu?" diye sorarken elimden geldiğince soğukkanlı görünmeye çalıştım, oysa bu soru yüzünden tüm bedenimin titrediğini hissetmiştim ve alacağım cevap şimdiden beni soğuk soğuk terletmeye başlamıştı bile.

Benim aksime Asım Bey, bu soruya güldü. Gülünecek ne olduğunu anlamaya çalışırken "Belki de," dedi.

Bu tavırla vermiş olduğu bu cevap, mideme ağrı girmesine neden olurken dudaklarımı hafifçe araladım ve derin nefes aldım. Nasıl bir insan böyle bir soruya bu cevabı verirken gülebilirdi ki? Evet, belki bizim için kötü bir şey söylemiyordu Asım Bey, hatta bize yardım edeceğini söylüyordu ama yine de bu, ondan korkmama engel olmuyordu. Fakat bu korkuyu bilsin istemediğim için elimden geldiğince bunu gizlemeye çalıştım ve gözlerimi ondan çekip başımı hafifçe önüme eğdim, duygularımı saklamaya çalıştım.

"Verdiğim cevap seni mutlu etmedi mi?"

Asım Bey'den gelen bu soru, yeniden ona bakmama neden olurken gözlerim bir anlığına Gökhan'a da kaymıştı ve o an fark ettim ki o, benim gibi soğukkanlı görünmeye çalışmıyordu, gerçekten soğukkanlıydı.

Bu görüntü beni memnun etmezken yeniden gözlerimi Asım Bey'e çevirdim. "Öyle," dedim yalan söylemek yerine, sessiz kaldı. "Belki de sadece korktum," diye ekledim.

Dudakları hafifçe yana kıvrılırken şefkatle baktı gözlerimin içine. Bu bakışa anlam vermeye çalışırken kendimi çok savunmasız hissettim ve gözlerimin dolmasına engel olamadım.

"Korkma," dedi güven verici tavırla. "İyi biri değilim belki ama benden sana zarar gelmez, seni ilgilendiren kısmı zaten bir tek bu. Bunu bilmen, senin için yeterli. Bir başkasına yapacağım kötülük de benden başka kimseyi ilgilendirmez, suçluluk duyma bu yüzden."

Sözleri, çok garip bir şekilde kendimi iyi hissetmeme, korkularımın azalmasını sağlamıştı. Oysa böyle olmaması gerekiyordu. Ne de olsa iyi biri olmadığını gözlerimin içine bakarak söylüyordu ama neden buna rağmen iyi hissettiriyordu? Sanırım en çok suçluluk duymam gereken konu buydu. İyi biri olmayan biri sayesinde, iyi hissetmeye başlamak...

"Sen bir şey söylemeyecek misin?" Asım Bey'in, Gökhan'a sorduğu bu soruyla ben de düşüncelerimden sıyrılıp Gökhan'a baktım.

Arkasına yaslanırken gayet rahat bir tavırla "Madem bu işi çözeceksiniz, sorun yok demektir. Sizin de dediğiniz gibi çözme yönteminiz de bizi hiç ilgilendirmiyor. Ne de olsa ikinizin arasında yaşanacak bir şey," derken resmen adamı öldürecek olmasının umurunda olmadığını dile getiriyordu.

Gökhan, beni Asım Bey'den daha çok korkutuyordu ama sanırım bunun nedeni ondan daha kötü ya da daha soğukkanlı olduğunu düşünmem değildi, onu kendime daha yakın hissetmemdi. Belki de sadece kandırılmaktan, hayal kırıklığına uğramaktan ya da umduğumu bulamamaktan korkuyordum. Bana güven demişti ve haberi olmasa da, hatta istemesem de ona güvenmeye başlamıştım. İşte korkumun nedeni buydu, ona olan güvenimin boşa çıkacak olması...

O bunu bilmese çoktan ona hayatımda yer vermiş ve çok uzun bir zaman sonra güvendiğim birini kaybetmekten korkar hâle gelmiştim bile. Tüm bunların ne zaman olduğunu ben de bilmiyorum.

"Ela." Gökhan'ın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Efendim?"

"Bir şey mi oldu?"

Neden böyle bir soru geldiğini anlayamazken "Hayır," dedim.

"Yüzün bembeyaz oldu ve daldın gittin," dedi.

Ona cevap verecekken "Doktor çağırmamı ister misin?" diye araya girdi Asım Bey.

Onların ilgisi, kendimi garip hissetmeme neden oluyordu. Neden iyi olup olmadığımla bu kadar ilgileniyorlardı? Neden beni önemsiyormuş gibi davranıyorlardı?

Bir cevap beklediklerini fark edip başımı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok, iyiyim," dedim ve ayağa kalktım. "Ama artık gitmek istiyorum, madem sorunu çözdük daha fazla burada durmamıza gerek yok sanırım."

Aslında gitmek istemiyordum, kaçıyordum ve kaçtığım şey onlar değildi, kendimdim, kendi duygularım... Kendimi değerli hissetmeme neden olacak kadar beni önemsemiş gibi davranmışlardı bana. Bu duyguları hissetmeye alışık değildim, alışmak da istemiyordum. Çünkü bu hayat bana bir şeyi kafama vura vura öğretmişti; hiçbir zaman, hiç kimse tarafından değer görmeyecektim. Bunun aksine inanmak, umutlandırırdı beni ve bu zamana kadar sonu olmayan o umutlar, hep canımı yakmıştı.

Gökhan, ben ayağa kalktığım hâlde oturmaya devam edince "Gitmiyoruz muyuz?" diye sordum.

"Gidelim," dedi itiraz etmek yerine ve ayağa kalktı.

Ardından da Asım Bey kalkıp "Sizin bu konuyla daha fazla ilgilenmenize gerek yok, her şeyi halledeceğim, hiç endişeniz olmasın," dedi, o sırada Gökhan'ın telefonu çaldı.

Telefonu cebinden çıkarıp ekrana baktıktan sonra "Buna bakmam lazım," dedi ve gözleri beni buldu. "Arabada bekle istersen beni," deyip geldiğimiz yeri değil de bahçe kapısını kullanarak dışarıya çıktı, ben ve Asım Bey yalnız kaldık.

"Hoşça kalın," dedim gergin bir konuşma yapmış olmamıza rağmen ve kapıya doğru yürüdüm.

"Bir dakika," diye seslendiğinde durdum ve ona baktım.

"Buyurun," dedim, ağır birkaç adımda yanıma geldi.

"Bir şeye ihtiyacın olursa ya da yeniden zor durumda kalmanıza neden olacak bir şey olursa hiç çekinmeden bana gelebilirsin, elimden geleni yaparım."

Bunlar, duymayı beklediğim şeyler değildi. Acaba bu adamın, Gökhan'ın tüm suçu üzerine yıkıp bizi bu işten kurtarma planından haberi var mıydı? Böyle bir şeyi bilseydi bize asla böyle davranmazdı. Öğrendiği ya da eğer başarılı olursak yaşamak zorunda kaldığı zaman ne yapacaktı, nasıl bir tepki verecekti? Şu an bizim yanımızda gibiydi ama o zaman düşman olacaktı bize? Bir düşmanla, hem de onun gibi güçlü bir düşmanla baş edebilecek miydik? Hiç sanmıyorum.

Düşüncelerimden sıyrılıp "Sözleriniz aklımda olacak," dedim, tebessüm etmekle yetindi. Ben de başka bir şey söylemedim ve yeniden ona arkamı döndüm, arkama bile bakmadan evden çıktım.

Bahçeye çıkar çıkmaz derin bir nefes aldım. Hem üzerimden bir yük atmış hem de omuzlarıma yeni yükler yüklenmiş gibi hissediyordum. Fakat işin kötü yanı, bu kez omuzlarımdaki yükün ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, sadece böyle hissediyordum.

Başımı hafifçe önüme eğip bir kez daha derin bir nefes aldım ve kendimi daha iyi hissetmeye çalıştım. Fakat başarılı olamayıp kapıdan uzaklaştım, bahçede yürüyüp evden çıktım. Gökhan'ın beni çok bekletmemesini umut ederken arabaya doğru yürüdüm.

Ta ki arkamda birinin varlığını hissedene kadar.

İçimde tuhaf bir his baş gösterirken duraksadım, arkamdaki kişinin bana yakın olduğunu hissederken korkuyla dizlerim titremeye başladı ve cesaret edip arkama dönmek istedim. Fakat daha çok az bile olsun arkamı dönemezken birinin kollarının arasında buldum kendimi.

Eşzamanlı olarak korkuya çığlık atmak istedim ama ben daha bunu yapamadan arkamdaki her kimse elini ağzıma bastırdı, bağırmama engel oldu. Tekmelemek, ellerine vurmak istedim ama yaptığım hâlde başarılı olamadım. Bu yüzden elini ısırıp bir an için bile olsun bağırmak istedim ama bunu da yapamadan bu kez de ağzıma bir şey bastırdı. Her ne kadar kendimi ondan da kurtarmaya çalışsam da başarılı olamadım ve aldığım birkaç nefesin ardından gözlerimin kapandığını, bilincimi kaybettiğimi hissettim.

***

Başımdaki şiddetli ağrıyla gözlerimi araladım. Karnımın üzerinde bir ağırlık hissederken gördüğüm ilk şey beyaz bir tavan oldu. Nerede olduğumu, neler olduğunu anlamaya çalışırken olanlar bir bir aklıma geldi ve telaşla doğruldum. Eşzamanlı olarak ağırlık, karnımdan bacaklarıma geçti ve bacaklarıma baktığım an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti.

Bir anlık gaflete düşüp bacaklarımın üzerinde duran silahı aldım. Aklım giderek karışırken bir rüyanın içinde olduğumu bile düşündüm ve etrafıma bakınıp nerede olduğumu anlamak istedim. İşte o an gördüğüm şeyle gözlerim bir kez daha irileşti, avazım çıktığı kadar çığlık attım.

Elimdeki silahı şaşkınlıktan dolayı bırakamazken bile ayağa kalktım ve ilerideki cesede baktım. Korkudan vücudum tir tir titrerken yerdeki kanlar için adama şoke olmuş bir şekilde bakmaya devam ettim.

Neredeydim ben? Kim getirdi beni buraya? Bu silah nereden çıktı? Bu adamı kim öldürdü ve ben neden buradayım?

Gözyaşlarım korkuyla akmaya başladı, birkaç adım geri gidip o adamdan uzaklaştım. Bir kâbusun mu içindeyim yoksa bir gerçeğin mi anlayamazken girdiğim şoktan ne yapacağımı bile bilemedim.

"Kâbus görüyorum, kâbus, kâbus, kâbus," dedim üst üste ve kendimi buna inandırmaya çalıştım.

Ta ki biraz olsun aklımı toparlayıp da kanlar içindeki adamın bugün bizi tehdit eden o adam olduğunun farkına varana kadar.

Bunu fark ettiğim an dizlerim titremeye başladı. Düşecek gibi olup koltuktan tutundum, hâlâ elimdeki silahı bırakmak aklıma gelmezken ve kendi sessizliğim giderek büyürken beni bu sessizlikten kurtaran şey doğrudan salona açılan dış kapının büyük bir gürültüyle kırılması, içeriye polislerin girmesi oldu.

Ben daha ne olduğunu, neyin içinde olduğumu bilemezken içeriye giren polis bir anda silahını bana doğrulttu ve öfkeli bir tavırla bağırdı.

"Bırak silahı, kaldır ellerini!" Bu cümleye eşzamanlı olarak elimdeki silah yere düştü, parkede tok bir ses çıkardı. Polis bile bu yaptığım karşısında şaşırırken yanımdaki koltuktan destek almayı bıraktım ve dizlerimin üstüne çöktüm. Eşzamanlı olarak polisler üzerime geldi ve beni, belki de sadece birkaç dakika gördüğüm adamın katili olduğum için tutukladılar.

İşte o an benim için her şeyin bittiğini iliklerime kadar hissettim. Oysa bu işin buraya varacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti.

Çünkü tam da şu an işlediğim suçun gizemi devam ederken işlemediğim bir suçun mahkûmu olmuştum.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Ayyy o nasıl bir sondu öyle ya ehehehehehe

Sizce Ela'ya bunu yapan kim oldu?

Ela bu işten kurtulabilecek mi dersiniz?

Gökhan, olanlara nasıl tepki verecek dersiniz?

Asım Bey'i sevdiniz mi?

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%