Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM "OYUN KURUCU OLMAK"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Lana Del Rey - Cherry

5. BÖLÜM "OYUN KURUCU OLMAK"

Dışarıdaki bağırışlar kulaklarımı tırmalamaya devam ederken elimi yüzüme bastırıp gözlerimi ovaladım ve ardından derin bir nefes alıp biraz olsun kendime gelmeye çalıştım.

"Ela Hanım?" Halit başkomiserin sesiyle gözlerimi ona çevirdim, gözlerinin içine baktım. "İyi misiniz?" diye sordu gayet sakin ve samimi bir tavırla.

Ona cevap verecekken araya giren şey, yine dışarıdan gelen o bağışırışlardan biri oldu. "Abim o kadın yüzünden kayboldu! Siz hâlâ onu mu koruyorsunuz! Kadın katil ya katil! Belki abime de bir şey yaptı!"

Bu, Sezgin'in kardeşi Sinem'in sesiydi. Ne araya buraya geldiklerine dair bir fikrim yoktu ama ben karakola getirildiğimde buradaydılar ve bir başkasının katili olma şüphesiyle tutuklandığımı öğrendikleri ilk andan beri böyle bağırıyorlardı.

"Bir dakika," dedi Halit başkomiser ve ayağa kalktı, bulunduğumuz odanın kapısını açıp dışarıya baktı.

"Yeter!" diye bağırdı öfkeyle.

O an açılan kapı sayesinde Gökhan'ı gördüm ve çaresizce baktım gözlerinin içine. Bu bakışı fark ettiği an bana cesaret verecek şekilde baktı gözlerimin içine. Bu olay yüzünden Sezgin hakkında olanları anlatmamdan endişe ediyor gibi değildi, zaten benim de ona bunu yapmaya hiç niyetim yoktu. Böyle bir şeyi asla yapmazdım, fakat bu olaydan bahsetmeden diğer şeyleri nasıl anlatacağımı, kendimi nasıl aklayacağımı da bilmiyordum.

"Nerede olduğunuzun farkında değil misiniz siz?" diye bağırmaya devam etti Halit başkomiser ve yanındaki polise baktı. "Atın şunları dışarıya! Zorluk çıkarırlarsa da tutuklayın ikisini de! İşimiz gücümüz yokmuş gibi bir de bunların bağırmasını dinliyoruz!" dedi ve odaya girdi.

O an bir kez daha Gökhan'la göz göze geldim, eşzamanlı olarak Halit başkomiser kapıyı çarparak kapattı. Ardından da yanıma gelip karşıma oturdu. Artık dışarıdan bir çıt dahi gelmiyordu, Sezgin'in annesinin de kız kardeşinin de sesi çıkmıyordu.

"Artık konuşmaya başlayabiliriz sanırım," dedi ve gözlerimin içine baktı. "Ben bir şey yapmadım deyip durdunuz geldiğinizden beri, madem öyle olanı biteni en başından anlatın bana."

İşte en korktuğum soru buydu, ben ne anlatacaktım bu adama? Nasıl kendimi temize çıkaracaktım?

"Ben," diye konuya girdim, boğazım düğüm düğüm olurken yutkundum ve devam ettim. "Ne olduğunu anlayamadım, biri saldırdı bana. Kendimi kurtarmaya çalıştım ama başaramadım, bayılttı beni. Kendime geldiğimde o evdeydim, elimde bir silah vardı ve o adam kanlar içinde yerdeydi. Yemin ederim ben bir şey yapmadım, biri bana tuzak kurdu," derken gözyaşlarım yeniden akmaya başlamıştı.

"Halit Bey," dedim gözyaşları içinde. "O adamı ben öldürmedim, yemin ederim yapmadım."

"Ela Hanım bakın," dedi gözlerimin içine bakarak. "Şu an tüm kanıtlar, sizin İlyas Güner'i öldürdüğünüz yönünde. Bunun aksini söyleyen tek bir kanıt bile yok elimizde. Anlattıklarınız bizim için elbette önemli, sırf kanıtlar sizi gösteriyor diye anlattıklarınızı duymazlıktan gelip sizi suçlu ilan edecek değilim, sonuna kadar araştıracağım bu konuyu ama sizin de bana yardımcı olmanız gerekiyor. Size kim tuzak kurmuş olabilir? Kimden şüphe ediyorsunuz? Bana saldırıp bayılttı ve kaçırdılar dediniz, bunu yapanı gördünüz mü? Bu olay başınıza nerede geldi? Bana tüm bu soruların cevabını vermeniz gerekiyor."

"Şüphelendiğim hiç kimse yok," diye konuya girdim ve devam ettim. "Kim bana bunu yapar hiçbir fikrim de yok. Bana saldıran kişi, arkamdan saldırdığı için yüzünü görmedim."

Halit başkomiser derin bir nefes alırken arkasına yaslandı. "Bana yardımcı olamayacaksınız yani."

Başımı salladım sadece.

"Ela Hanım," dedi bir kez daha ve gözlerimin için baktı. "İçimden bir ses bana anlatmadığınız bir şeyler olduğunu söylüyor, yerine oturmayan birçok şey olduğunun siz de farkındasınız. Size yardımcı olmamı istiyorsanız her şeyi bana eksiksiz anlatın."

Gözlerimi kaçırdım, başımı önüme eğdim. Haklıydı, anlatacak çok şey vardı ama anlatamazdım. Çünkü anlatırsam Sezgin olayından da bahsetmek zorunda kalacaktım. Kendimi işlemediğim bir suçtan kurtarmak için işlediğim suçu anlatmam gerekiyordu. Eğer anlatırsam kendimle beraber Gökhan'ı da yakmış olacaktım, bunu yapamazdım. Madem sona geldik, biten bir tek ben olmalıyım. Sırf bu yüzden işlemediğim bir suçun üzerime kalmasına bile razıydım artık.

Bu yaptığım benim gözümde aptallık değil, beni kurtarmak için kendini feda eden bir adam için fedakârlık yapmaktı.

Onun için elimden bir tek bu gelirdi ve bunu yapacak, sessiz kalacaktım.

"Ela Hanım," dedi bir kez daha Halit Başkomiser, başımı kaldırıp yeniden ona baktım. "Anlatacak bir şeyiniz yok mu gerçekten?"

Dudaklarımı birbirine bastırırken kirpiklerimin bir kez daha ıslandığını hisettim. Aynı zamanda boğazımda bir yumru hissi belirdiğinde nefes alamıyor gibiydim. "Anlatacak hiçbir şey yok," dediğim an tüm suçu kabullenmiş olacaktım, çünkü bu cümleyi kurduğum an o da bana "Yapılacak hiçbir şey yok o zaman, suçlu sizsiniz," diyecek ve benim için her şey bitecekti. Bunu, çok iyi biliyordum.

"Halit Bey," dedim titreyen sesimle. "Üzgünüm, size anlatacak hiçbir şeyim..." dememle odanın kapısına birkaç defa vurulması bir oldu.

Halit başkomiser arkasına yaslanırken gözlerini benden çekti ve kapıya doğru bakıp "Gel," dedi, içeriye bir polis memuru girdi.

"Baskomiserim, Ela Güçlü'nün avukatı geldi." Duyduğum şeyle kaşlarımı çattım, avukat mı? Benim avukatım mı vardı? Gökhan ya da Yalçın göndermiş olmalıydı avukatı, şu an bunu benim için yapacak hiç kimse yoktu.

"Gelsin bakalım," dedi Halit Başkomiser, polis odadan ayrılırken de Başkomiser gözlerini bana çevirdi. "Siz bir şey anlatmadığınız sürece avukatınız da sizin için hiçbir şey yapamayacak. Bu yüzden benden size küçük bir tavsiye; bildiğiniz ne varsa eksiksiz bir şekilde anlatın."

Onun sözleri karşısında sessiz kalmayı tercih ederken odanın kapısına birkaç defa vuruldu ve hemen ardından genç bir kadın içeriye girdi. Siyah kalem bir etek, beyaz gömlek giymişti. Koyu kahve saçları kısa, kendinden emin bir duruşu vardı.

"Merhaba," diye bizi selamladıktan sonra yanıma geldi, o sırada Halit Başkomiser de ona "Merhaba," dedi, kadın gelip yanımdaki koltuğa oturdu ve gülümseyerek Halit Başkomiser'e elini uzattı.

"Avukat Tuğba Erden," diye kendini tanıttı.

Halit başkomiser Tuğba Hanım'ın uzattığı elini tuttu. "Baskomiser Halit Arhan."

"Memnun oldum," dedi Tuğba Hanım ve elindeki dosyaları aramızdaki sehpaya bırakırken "Rica etsem beni müvekkilimle yalnız bırakabilir misiniz? Kendisiyle ilk önce ben konuşmak isterim," dedi.

"Avukat Hanım bakın," dedi Halit Başkomiser ama Tuğba Hanım devam etmesine izin vermedi.

"Avukat Hanım'ı değil, Tuğba Hanım'ı tercih ederim," dedi sert bir tavırla ve ekledi. "Sorgudan önce müvekkilimle konuşma hakkım olduğunu siz de biliyorsunuz, bu yüzden şimdi lütfen bizi yalnız bırakın," deyip adamın itiraz etmesine bile müsade etmedi.

Halit Başkomiser hem bozulmuş hem de sinirlenmiş gibi görünmesine rağmen gayet sakin bir tavırla ayağa kalkıp "Elbette, sadece ön beş dakikanız var ama," dedi ve gözünün ucuyla bana baktıktan sonra odadan ayrıldı.

O giderken Tuğba Hanım yeniden ayaklandı, yanımdan kalktı ve karşıma, az önce Halit Başkomiserin oturduğu yere, oturup gözlerimin içine baktı. Hemen ardından gülümseyip samimi bir tavırla "Kendimi yeniden tanıtmama gerek var mı?" diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," dedim ve en az onun kadar kendimden emin görünmeye çalışıp "Sizi kim gönderdi?" diye sordum merakla.

"Gökhan Bey," dedi, bunu tahmin ettiğimden hiç şaşırmazken "Ve Asım Bey," diye ekledi, işte buna şaşırıp kaldım.

"Anlamadım?" dedim şaşkınca. "Asım Bey mi?"

Başını salladı. "Evet."

"O neden bana avukat göndersin ki?"

"Buradan çıktıktan sonra eğer istersen kendin sorarsın bunu, cevabı da bizzat ondan alırsın. Biz şimdi işimize bakalım."

"Buradan çıkarsam," dedim sesim titrerken. "Buradan çıkmam mümkün mü?"

Dudakları yana kıvrıldı. "Avukatın ben olduğum sürece senin için her şey mümkün."

Bu tavrı nedensiz bir şekilde hoşuma gittiğinde ona gülümsedim. Hem bu kadar kibirli hem de bir o kadar samimi görünen bir insanı ilk defa görüyordum. Bu ikisinin ortasında, kendine özgü bir havası vardı.

Bunları düşünürken "Ne anlatmam gerekiyor sana?" diye sordum, onun gibi ben de gayriresmi konuşmaya başlamıştım.

"Hiçbir şey," diye yanıtladı sorumu anında. "Olanlardan haberim var zaten, hatta gelene kadar senin bildiğinden bile daha fazlasını öğrendim. Bu yüzden bir şey anlatamana gerek yok, ben konuşurken sessizce dinle ve gerektiğinde beni onayla, benim için yeterli olacaktır."

Anladım dercesine başımı salladım ve merakla "Peki o zaman neden benimle yalnız konuşmak istediniz? Halit Başkomiseri neden gönderdiniz?"

"Daha inandırıcı olmak için diyelim."

Söylediğinden pek bir şey anlamasam da daha fazla soru sormak istemeyip sessiz kaldım.

"Umarım bir şeyler anlatmamışsındır benden önce," dediğinde bu konuda endişe eder gibiydi, bu yüzden ona geldiğimden beri konuştuğumuz ve anlattığım her şeyi bir bir anlattım.

Beni dikkatle dinledikten sonra rahat bir tavırla "Harika, benim anlatacaklarıma uymayan hiçbir şey yok," dedi keyifle ve ekledi. "Sezgin olayından bahsetmiş olman ya da bahsetmeye başlamış olman beni korkutuyordu."

Afalladım. "Sen," dedim, devam etmeme izin vermeyip araya girdi.

"Evet, her şeyi biliyorum."

Kaşlarımı çattım. "Nasıl yani? Gerçekten her şeyi biliyor musun?"

Başını salladı. "Evet, Asım Bey anlattı."

Elimden geldiğince sakin olmaya çalışırken "Endişelenmene gerek yok, sırrın bende güvende. Karşı tarafın avukatı olmadığım sürece benden korkmana gerek yok," dedi ve gülerken ekledi. "Ve onların avukatı olmamın bu dünya üzerinde küçücük de olsa bir ihtimali yok," deyip bir kez daha güldü. Ben ise sadece küçük bir tebessüm etmekle yetindim.

Artık birileri bir şeyleri öğrenmeye başlamışken ve bu karakolda bu durumdayken onun kadar rahat olamayacaktım. Çünkü bana göre bu durumdan kurtulmanın mümkünatı yoktu. Tabii eğer bilmediğim bir şeyler yoksa... Ama bir yandan da karşımdaki kadının tavırlarına bakınca bilmediğim bir şeyler değil de bilmediğim çok şey olduğunu düşünmeye başlıyordum.

"Her neyse, şu an konumuz bu değil. Senin bana sormak istediğin bir şey var mı?" diye sordu.

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Şimdilik hayır."

"Güzel, madem öyle, şu işi halledip çıkalım artık buradan," dedi, çıkacağımdan nasıl bu kadar emindi gerçekten aklım almıyordu. "Geliyorum şimdi," deyip ayağa kalktı ve odadan çıktı, neler olacağını kestirememek gerilmeme neden olurken Tuğba, Halit Başkomiser ile odaya döndü. Kendisi bu kez yanıma otururken Halit Başkomiser de karşımdaki yerini aldı.

"Sanırım artık gerçek sorguya başlayabiliriz," dedi Halit Başkomiser ve ekledi. "Ama bildiğim kadarıyla Ela Hanım'ın anlatmak istediği herhangi bir şey yoktu," derken sesi imalıydı.

"Yapmayın," dedi Tuğba hafifçe gülerek. "Böyle bir suç yüzünden karşınızda duran birinin anlatacak hiçbir şeyinin olmaması çok garip olmaz mıydı?" diye sordu, Halit Başkomiser'in tek kaşı kalkarken gözünün ucuyla bana baktı ve sessiz kalmayı tercih ettim. "Ela sadece olanlar yüzünden şokta olduğu ve ben gelmeden konuşmak istemediği için sessiz kalmış, kendisiyle konuştuğumda olayın tüm detaylarına hâkim oldum, ki zaten gelmeden önce de araştırmış, çözmüştüm."

"Sadece birkaç saat içinde mi?" diye sordu Halit Başkomiser bunun pek de mümkün olmadığını belli edecek bir tavırla.

"Görünce siz de bana hak vereceksiniz," dedi Tuğba.

"Görünce," diye tekrar etti Halit başkomiser.

Tuğba başını salladı. "Evet, bir dakika," deyip telefonunu çıkardı. "Şimdilik acelemiz olduğu için doğrudan telofumdan çektim ama kayıtların orijinali de elimde, teslim edeceğim size," dedi ve telefonundan açtığı bir videoyu Halit Başkomiser'e izletti, ekranı ben de görebildiğim için dikkatle baktım ekrana.

Asım Bey'in evinin önünde arabaya doğru yürürken aniden biri ortaya çıkıyor, bana saldırıyor, bayıltıyor ve bir arabaya bindiriyordu.

"Bu video, müvekkilimin size anlattığı şeyin bir kısmını doğruluyor," dedi, Halit Başkomiser sessizliğini korumaya devam ederken de Tuğba telefonun ekranını kendine çevirdi, bir şeyler yaptı ve yeni bir video açıp yeniden bize çevirdi.

"Bu da polisler tarafından cesetin ve yanında Ela'nın bulunduğu ev," dedi, dikkatle ekrana baktım ben de. Baygın şekilde bindirildiğim araba evin önünde duruyor, bir adam beni kucağında arabadan indiriyor, birlikte eve gidiyorduk. Hemen ardından kapıya başka bir araba duruyor, o arabadan da da o adam indiriliyordu. Adam, arabadan inerken bile kanlar içindeydi ve bu şekilde eve götürüyorlardı onu.

Çok geçmeden hepsi evden çıkıyor, kapıda bekliyorlardı. Hepsi olabildiğince yüzlerini saklamaya çalışmış, maske takmışlardı. Bu adamların kim, benden ne istiyor olabileceklerini düşünürken kameraya bir araba daha giriyor ve o arabanın içinden yüzü kamerada hiçbir şekilde görünmeyen bir adam iniyor.

Halit Başkomiser de benim gibi dikkatle ekrana bakmaya devam ederken o adam diğerleriyle konuşuyor ve birlikte eve giriyorlar. O adam tam eve girecekken etrafı kontrol etmek için arkasını dönüp de etrafa bakındığında yüzünün yarısı kamerada görüyor ve ben sadece o kısımdan bile tanıyabildiğim o adam yüzünden korkuyla iç çekip elimi ağzıma bastırdım.

Gözlerim irileşirken şoke olmuş bir sekilde ekrana bakmaya devam ettim. Doğru mu görüyordum ben? Hayır bu doğru olamazdı, mümkün değildi, hayal görüyor olmam gerekiyordu.

Mideme güçlü bir ağrı girerken ve tüm vücudumun tir tir titrerken kendimi bayılacakmış gibi hissettim. Bu gördüğüm şey doğru olamazdı, bu gerçekten mümkün değildi.

"Ela Hanım, iyi misiniz?" diye sordu Halit Başkomiser, ona cevap vermeyip şoke olmuş bir şekilde kameraya bakmaya devam ederken Tuğba destek vermek istercesine elimi tuttu.

"Sakin ol lütfen," dedi samimi bir tavırla.

Gözümün ucuyla ve korkuyla ona baktığımda bakışlarıyla beni sakinleştirmeye çalıştığını fark ettim. Gördüğüm şeyden sonra sakin kalmam pek mümkün değilken bizi izleyen Halit Başkomiser'e çevirdim bakışlarımı.

"Bu," dedim, sesim fısıltı gibi çıkarken boğazım düğümlendi. Midemdeki ağrı artık midemi bulundurmaya başlarken zorlukla "Bu, Sezgin," dedim.

Bu tek cümle, Halit Başkomiser'i bile bozguna uğratırken benim düşündüğüm tek şey -bu cümleyi kurmuş olsam bile- bunun mümkün olmadığıydı. O ölmüştü, ellerimle yapmıştım bunu. Sonra Gökhan, gözlerimin önünde gömmüştü onu. Yaşaması mümkün değildi, imkânsızdı hatta.

"Sezgin Bey mi?" diye sordu Halit Başkomiser şaşkınca. "Emin misiniz?"

"Elbette emin," diye araya girdi Tuğba benim cevap veremeyeceğimi anlamış olacak ki ve devam etti. "Müvekkilim Ela Güçlü'ye, bunu yapan bir süredir kayıp olan kocası Sezgin Güçlü," dedi ve çantasını açtı, çantayı bir süre karıştırdıktan sonra başka bir telefon çıkardı. Bu telefonun bana ait olduğunu anlarken konuşmaya başladı.

"Olaydan bir saat kadar önce müvekkilime yabancı bir numaradan şöyle bir mesaj geliyor," dedi ve benim telefonumu açıp bir şeyler gösterdi. Bana gelen o mesajı gösterdi mi gerçekten diye düşünüp ben de ekrana baktığımda farklı bir numara ve farklı bir mesaj gördüm.

0532***: Ela, ben Sezgin.

0532***: Olanlar için çok özür dilerim, biliyorum aklın çok karışık ama konuşmamız lazım.

0532***: Yemin ederim sana her şeyi anlatacağım.

0532***: Lütfen Gökhan dışında kimseye haber vermeden atacağım konuma gel.

Tüm bu mesajlardan sonra bir de konum gelmişti. Aklım giderek karışırken ve her şeye rağmen hâlâ düşündüğüm tek şey Sezgin'in yaşamasının mümkün olmadığı olurken Tuğba benim aksime gayet rahat bir tavırla konuşmaya devam etti.

"Müvekkilime bu mesajlar geldikten sonra koruması Gökhan Bey ile birlikte bu konuma gidiyor, gittiği yerde eşini görmeyi beklerken bugün cesedini bulduğunuz İlyas Güner'iyi buluyor. Ona Sezgin Bey'i sorduğunda İlyas Güner'i, Sezgin Bey'i onları iş insanı Asım Yıldırım'ım evinde olduğunu, orada kendilerini beklediğini söylüyor. Biraz ters bir konuşma olunca Gökhan Bey sinirlenip İlyas Güner'e saldırıyor ve ardından Ela Hanım ile Asım Yıldırım'ın evini bulup oraya gidiyorlar. Asım Yıldırım, hiçbir şeyden haberinin olmadığını söylüyor. Ela Hanım ve Gökhan Bey neler olduğunu anlamayıp evden ayrılmak istiyorlar, Ela Hanım evden önce çıkıyor ve bunlar yaşanıyor," deyip asla yaşanmamış şeyleri anlattı.

Ben ise sessizliğimi korumaya devam ettim, hâlâ sadece görüştüm şeyin doğru olup olmadığını düşünüyordum. Gerçekten Sezgin yaşıyor olabilir miydi? Yaşıyorsa bunu gerçekten yapan o mu olmuştu? Yaptığım şeyin hesabını benden bu şekilde mi sormuştu? Daha da ileriye gidecek miydi?

"Tüm bunları yapan, Ela Hanım'ın cinayetle suçlamasını isteyen eşi Sezgin Güçlü yani?" dedi Halit Başkomiser. "Bunu mi iddia ediyorsunuz?"

"Biz hiçbir şey iddia etmiyoruz, sadece olanları anlatıyoruz. Ki kanıtlarımızı da gördünüz zaten. Kamera kayıtlarını orijinali bölgede araştırma yapan polis arkadaşlarınızda da var zaten, bulmama onlar yardımcı oldular. Sadece ben onlardan önce karakola geldim, o kadar," dedi ve arkasına yaslandı.

"Sezgin Bey'in neler karıştırdığını biz de bilmiyoruz, Ela Hanım'a neden bunu yapmak istedi bir tahminimiz yok ama her şey ortada."

Tuğba sözlerini tamamladığında Halit başkomiser gözlerini bana çevirdi. "Sizin söylemek istediğiniz bir şeyler yok mu?" diye sordu.

Aklım yeterince karışık olduğundan tek kelime bile etmek istemeyip başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," dedim ve başımı hafifçe önüme eğdim. "Bana bunu yapanın o olduğunu ben de yeni öğreniyorum."

"Takdir edersiniz ki bunu kabullenmek kolay bir şey değil," diye araya girdi Tuğba. "Bu olaylar içerisinde Ela Hanım'ın tek hatası, kayıp birinden mesaj aldığında kimseye haber vermeden gitmiş olması."

"O zannettim," diye araya girdim daha fazla susmak yerine, bir an önce buradan gitmek istiyordum çünkü. "Gerçekten o gelecek, bir şeyler anlatacak, sorun çözülecek zannettim ve gelen mesajlara güvenip gittim," dedim.

Konuşmam, Tuğba'nın işine gelmiş gibiyken "Bu yüzden de suçlanamaz," dedi ve ekledi. "Yani onu burada tutmanız için bir sebep yok, suçsuzluğu kanıtlandı."

"Haklısınız," dedi Halit Başkomiser ve bana baktı. "Suçsuz olduğunuz ortada, İlyas Güner'i sizin öldürmeğiniz kesin." Duyduğum bu şeyler bile gördüklerimden sonra beni rahatlatmazken devam etti. "Ama Sezgin Bey hakkında konuşulacak daha çok şey var."

"Bunun farkındayız," dedi Tuğba. "Ama gördüğünüz üzere Ela Hanım pek iyi değil, biraz dinlenmesi gerekiyor. Yarın gelip yazılı ifadesini vermesi daha doğru olur, siz de sormak istediğiniz bir şeyler varsa o zaman sorabilirsiniz."

"Tabii," dedi Halit Başkomiser ve bir kez daha bana baktı. "Yarın sizi bekliyorum o zaman."

Sadece başımı salladım, o sırada Tuğba ayağa kalktı ve Halit Başkomiser'e elini uzattı.

"Teşekkür ederiz," dedi, Halit Başkomiser de ayağa kalkıp onun elini tuttuğunda ben de ayağa kalktım.

İkisi konuşmaya devam ederlerken sessizce dinledim onları, en sonunda Halit Başkomiser benimle de el sıkıştıktan sonra odadan ayrılabildik. Çıkar çıkmaz Tuğba'ya neler olduğunu, Sezgin'in nasıl ortaya çıktığını, böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söyleyecekken kendisi benden önce davrandı.

"Burası konuşmak için uygun değil, dışarıda konuşalım," dedi.

Etrafa bakındım, onlarca polis görüp ona hak verdim ve başımı salladım ama hemen ardından da merakla "Gökhan nerede?" diye sordum, çünkü etrafa bakındığımda onu görememiştim.

"Asım Bey'in evinde bizi bekliyor," dedi, beni bırakıp gitmesi normal miydi? Bu kadının beni buradan çıkaracağından bu kadar emin miydi? Her şey bir yana olanlardan, bu anlatılanlardan, Sezgin konusundan onun da haberi var mıydı? Belki de beni kurtarmak için bunu kurgulayanlardan biri de odur.

"Hadi çıkalım," dedi Tuğba ve birlikte karakoldan ayrıldık, bahçeye çıkar çıkmaz ileridekileri gördüm. Yalçın ve Efsun buradaydı, yanında da Sezgin'in annesi Nergis Hanım ve kız kardeşi Sinem vardı. Onları görmek, biraz daha gerilmeme neden olurken Tuğba durdu.

"Ne oldu, nereye bakıyorsun öyle?"

Gözlerimi ona çevirdim. "Sezgin'in annesi ve kız kardeşi burada."

Sabırla derin bir nefes aldı, neler olacağını o da tahmin etmiş gibiyken Nergis Hanım beni fark etti, ayaklandı ve hızla yanıma geldi. Diğerleri de peşimden gelirken yanıma geldiği an öfkeyle beni ittirdi, birkaç adım geri gittim.

"Ne yaptın oğluma!" diye bağırdı öfkeyle.

"Hanımefendi sakin olun! Ne yaptığınızı zannediyorsunuz!" diyerek araya girdi Tuğba.

"Sen kimsin be! Çık aradan da şu katile gününü gösterelim!" diye kızdı Sinem, tek kelime edemedim.

"Birincisi; siz benimle bu şekilde konuşmazsanız! İkincisi ve şu an için en önemlisi; birine katil demek, büyük bir ithamdır ve eğer kanıtınız yoksa iftira ve karalama suçuna girer. Hakkınızda bu yüzden dava açılmasını istemezsiniz değil mi?" deyip Sinem'i susturdu Tuğba ve Nergis Hanım'a baktı.

"Size gelince birine saldırmak daha büyük bir suçtur, bence hareketlerinize dikkat edin. Hâlâ karakoldayız ve her yerde kamera var!"

"Bir de bizi tehdit mi ediyorsunuz?" diye sordu Nergis Hanım.

"Ela ne oluyor?" diye araya girdi Yalçın. "Bu yaşananlar da ne? Senin böyle bir olayın içinde ne işin var ve bu yanındaki kadın kim?" diye sordu anlamsız bir tavırla.

"Ben Ela'nın avukatıyım," dedi Tuğba.

"O belli," diye araya girdi Sinem.

Tuğba ona baktı. "Seni hiç sevmedim," dedi açık sözlülükle. "Bu yüzden benden uzak dursan iyi edersin, yoksa başına çok büyük bela alacaksın!" deyip alttan alttan tehdit onu.

"Sizi onun avukatı olarak kim tuttu?" diye sorarak yine araya girdi Yalçın.

"Hiç kimse, kendisi arayıp çağırdı beni," dedi Tuğba, böyle bir şey yaşamadığı için dikkatle ona bakarken de ekledi. "Ela benim çocukluk arkadaşım, yardıma ihtiyacı olunca geldim ben de." O kadar profesyonel bir tavırla yalan söylüyordu ki yalan söylediğini anlamaları pek de mümkün görünmüyordu.

"Biz sizi daha önce Ela'yla hiç görmedik," dedi Efsun, Tuğba ona baktı.

"Görmeniz mi lazımdı?" diye sordu bir anda ters bir tavırla, Efsun hiçbir şey diyemezken Nergis Hanım yeniden araya girdi.

"Sen nasıl serbest kaldın? Polisler seni suç üstü yakalamışlar! Sen..." Tuğba, devam etmesine izin vermedi.

"O kısımda soru sormanız gereken tek kişi, oğlunuz," dedi, Nergis Hanım ile birlikte ben de ona baktığımda öfkeli bir tavırla devam etti konuşmasına. "Tüm bunlara o neden olmuş."

"Sen ne diyorsun ya!" diye araya girdi Sinem yine yüksek bir ses tonuyla.

"Sahiden sen ne diyorsun? Ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu Yalçın.

"Evet, farkındayım. Kamera kayıtlarını polise teslim ettik, Ela'ya tuzak kurup ceza aldırmak isteyen Sezgin olmuş. Adamı ölü bir şekilde getirip Ela ile aynı eve kapatmış, Ela ayıldığında da polis eve girmiş, doğal olarak onu suçlu görüp tutuklamışlar ama kamera kayıtları ortaya çıkınca serbest bırakıldı," dedi ve Nergis Hanım'a doğru bir adım atıp gözlerinin içine baktı.

"Katil diye bağırıyorsunuz ama asıl katil, oğlunuz olabilir. Bu yüzden o sesinizi biraz kısıp mahcup olsanız iyi olur," dedi ve bana baktı. "Hadi gidelim Ela," deyip önden yürüdü, herkese bir bir bakıp peşinden gitmek istediğimde Yalçın yine araya girdi.

"Eve gelmiyor musun? Nereye gidiyorsun?" diye sordu.

"Biraz işimiz var," dedim, ben de yalan söyledim. "Sonra..." deyip sustum, ne diyeceğimi bilemedim. Bu kadar şeyden sonra o eve dönecek miydim? Dönmeyip de ne yapacaktım ki? Gidecek başka bir yerim mi vardı? "Neyse, sonra konuşuruz," dedim başka bir şey söylemek yerine ve beni bekleyen Tuğba'nın yanına gittim.

Ben yanına ulaşınca yeniden yürümeye başladı, ben de durmadan yürümeye devam ettim. Biraz ilerledikten sonra "Neden gelmeyeceğim demedin?" diye sordu.

"Gitmeyip de ne yapacağım?" diye sordum ben de, durdu ve bana döndü. O durunca ben de durdum.

"O ne demek?"

"Gidecek başka bir yerim yok, mecburen gideceğim," dedim.

Birkaç saniye sessizce yüzüme baktıktan sonra anladım dercesine başını salladı ve yürümeye devam etti, ben de peşinden gittim. Karakolun bahçesinden çıktığımızda kapıda duran, siyah bir arabaya bindik. Emniyet kemerimi takarken Tuğba arabayı çalıştırdı.

Karakolun önünden uzaklaştığımızda önce onun konuşmasını bekledim ama ağzını açıp da tek kelime etmeyince en sonunda dayanamayıp "Artık anlatmayacak mısın?" diye sordum.

Gözünün ucuyla baktı bana. "Bence Asım Bey ve Gökhan'ın anlatması daha doğru olur," dedi, gözlerini yeniden yola çevirdi.

Gözlerimi ondan çekemezken içimden geçen şeyi söyleyip "Teşekkür ederim," dedim.

Bakışları yeniden beni buldu. "Ne için?"

"Hem oradan kurtulmama yardımcı olduğun hem de onlara karşı beni koruduğun için," dedim.

Dudaklarında küçük bir tebessüm oluşurken "Rica ederim," dedi ve yola odaklandı, konu kapandı diye düşünüp ben de önüme dönecekken bir anda yeniden bana döndü ve az önceki sakin hâlinin aksine öfkeyle "Ama kızım sen de biraz sesini çıkar ya!" dedi, yüksek çıkan sesin yüzünden afalladım. "Kadın sana söylemediğini bırakmıyor, sen susup kalıyorsun!" Hâlâ bağırmaya devam etmesi sessizce ona bakmama neden olurken "Sana bağırmıyorum bu arada, benim ses tonum yüksek," diye bir de açıklama yaptı.

Onun bu tavrı, küçücük de olsa beni gülümsetirken Nesrin Hanım ve Simge yüzünden söylenmeye devam etti. O söylenirken bir kez daha dayanamayıp "Sezgin gerçekten yaşıyor mu?" diye sordum ve ekledim. "Hiç değilse bana bunun cevabını ver, lütfen."

"Sen onu öldürmedin mi?" diye sordu.

"Öyle zannediyordum ama..." Devam etmeme izin vermeyip araya girdi.

"Gökhan onu gözlerinin önünde gömmedi mi?" diye sordu bu kez de.

"Evet," dedim bu kez sadece.

"O zaman yaşamasının mümkünatı yok, öyle düşünmüyor musun?"

"Evet," dedim yine.

"O zaman korkmana da gerek yok," dedi.

"Ama ya o kamerada gördüğümüz?"

Gözünün ucuyla baktı yine bana ve kendinden emin, biraz da muzip bir tavırla "Küçük bir oyun diyelim," dedi ve önüne döndü.

Verdiği cevaptan tatmin olmasam da daha fazla bir şey sormadım ve başımı diğer tarafa çevirdim, dışarıya baktım, sabırla Asım Bey'in evine ulaşmayı ve her şeyi bir bir öğrenmeyi bekledim.

Yarım saat kadar sonra sonunda o eve ulaştığımızda onu beklemeden arabadan indim, o da peşimden indi. Saatler önce Gökhan'la birlikte hesap sormak için geldiğim bu eve şimdi de adı dışında başka hiçbir şeyini bilmediğim bir kadınla gelmiştim.

Birlikte bahçeye girdik, korumalar hiçbir zorluk çıkarmazlarken bahçeden geçip eve girdik. Sabah Gökhan'la geçtiğimiz koridoru bu kez onunla geçtik, salona ulaştık. Salonun girişinde durduğumuzda bizi ilk fark eden Asım Bey oldu, Gökhan ise ellerini arkasında birleştirmiş, salonda bir sağa bir sola gidip volta atıyordu. Gergin, endişeli ve huzursuz olduğu her hâlinden belliydi.

"Delikanlı, bir saattir sakin ol diyorum ama anlamıyorsun beni, bak geldiler işte," dedi Asım Bey, eşzamanlı olarak Gökhan'ın gözleri hızla beni buldu ve yanıma gelmesi sadece birkaç saniye sürdü, yanıma gelir gelmez de kollarımdan tutup gözlerimin içine baktı.

"İyi misin?"

Bu kadar endişeli olmasını yadırgarken başımı salladım. "İyiyim," dedim. Bunu dememe rağmen endişeyle gözlerime bakarken bir anda kendimi onun kollarının arasında buldum.

"Özür dilerim Ela," dedi mahcubiyetle ve sessizce. Ses tonu o kadar kısıktı ki muhtemelen bir tek ben duymuştum. "Korktuğun için özür dilerim," diye ekledi.

O an zihnim beni geçmişe götürdü, Sezgin'in bana vurduğu o ilk gün saatler sonra yanıma gelip yine böyle bir salonun ortasındayken sımsıkı sarılıp benden özür dilediği o anı hatırladım.

Zihnimde canlanan bu anıyla dizlerim titrerken nefes alamadığımı hissettim bir kez daha ve bir anlık refleksle onu itip kendimden uzaklaştırdım, birkaç adım da geriye gittim. Bu yaptığıma ne tepki verdiğini bile gözüm görmezken o günü, Sezgin'in pişmanlıkla özür dilediği o anı düşünmeye devam ettim.

"Ela," diyerek yanıma geldi Tuğba, koluma dokunacak gibi oldu ama onun da bana dokunmasını istemeyip bir kez daha bir adım geri gittim ve ondan da uzaklaştım.

O, Gökhan ve Asım Bey bana şaşkınca bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırlarken Gökhan'la göz göze geldim. Neye uğradığını şaşırmış, muhtemelen sarıldığı için çoktan pişman olmuş gibiydi. Oysa ona böyle hissettirmeyi hiç istememiştim.

"İyi misin?" diye soran Tuğba oldu, kirpiklerim ıslanırken gözlerimi ona çevirdim ve çekingen bir tavırla başımı salladım.

"İyiyim," derken sesim fısıltı gibi çıkmıştı ve garip bir şekilde utanmaya başlamıştım.

"Neden..." diyerek bir soruya başladı Tuğba ama devam edemedi, Gökhan araya girdi.

"Boş verin şimdi," dedi, muhtemelen cevabı bildiği ve sorunun hoşuma gitmeyeceğini bildiği için sormasına izin vermemişti. Bu yüzden ona minnet duyduğumu hissederken "Asıl konumuza dönelim bence," diye tamamladı cümlesini.

"Bence de," diyerek ona ayak uydurdum ve merakla "Neler olduğunu anlatacak mısınız?" diye sordum.

"Bugün olan her şeyi biz yaptık," dedi Gökhan anında.

Kaşlarımı çattım. "Anlayamadım?" dedim.

O sırada Asım Bey yanımıza geldi. "Anlamayacak bir şey yok, her şeyi biz yaptık," dedi ve Gökhan'a baktı. "Başta Gökhan'ın da haberi yoktu ama sen ortadan kaybolunca anlattım her şeyi, aklına yattı, kabul etti," dedi, Gökhan'a baktım.

"Sen çoktan ortadan kaybolduğunu için sana olanları anlatmaya fırsat bulamadım," diyerek kendini açıkladı.

Tam bir soru daha soracakken Asım Bey, "Oturalım," dedi ve arkasını dönüp yanımızdan uzaklaştı, o giderken Tuğba da peşinden yürüdü.

"Beklemediğimiz bir sorun çıktı mı?" diye sordu Asım Bey yürürken.

"Hayır, her şey yolundaydı ama yarın gidip yazılı ifade vereceğiz," diye cevapladı Tuğba.

Onlar konuşurken yeniden Gökhan'la göz göze geldik. "Gel hadi," dedi ve kendisi de salona doğru yürüdü, derin bir nefes alıp elimden geldiğince sakin kalmaya çalıştım ve peşlerinden gittim.

Asım Bey ve Tuğba tekli koltuklara otururken Gökhan üçlü koltuğa oturdu, ben de gidip onun karşısındaki diğer koltuğa oturdum ve "Sizi dinliyorum," deyip sabırla anlatmaya başlamalarını bekledim.

"Her şeyi ben planladım," diye söze girdi Asım Bey. "Gökhan telefonla konuşmak için bahçeye çıktığında kapıdaki adamlarımdan birine seni bayıltmasını, evden uzaklaştırmasını istedim," dedi.

Kaşlarımı çattım. "O kadar kısa süre içinde mi?" diye sordum.

"Olayı öğrendiğim an bir şey yapmam gerektiğini anlamıştım, bunu yaparken seni de biraz rahatlatmak istedim, bir taşla iki kuş vurmuş olduk."

"Bu şekilde yaparak gerçekten beni rahatlattığınızı mı düşünüyorsunuz?" diye sordum.

Asım Bey'in dudaklarında küçük bir tebessüm peydah oldu. "Sen hâlâ neler olduğunun farkında değil misin?" diye sordu.

Tam konuşacaktım ki Tuğba araya girip "Bugün olanlardan sonra polisler Sezgin'in yaşadığına daha da güçlü inanmaya başlayacaklar ve kimse, kaybolduğu gün aslında onu öldürdüğünü bilmeyecek," dedi, aklımın karışıklığından dolayı böyle düşünemeyip ancak o söylediğinde fark ederken sessiz kaldım.

"Ayrıca Sezgin'in sana yaptığı şeyden sonra artık o kayıp diye, iyi bir eş rolüne bürünüp yalandan üzülmene gerek kalmadı. Sana iftira atmaya çalışan bir adam için üzülmen çok saçma olur zaten değil mi? Hatta şu an ona boşanma davası bile açabilirsin, kimse de seni yargılayamaz. Seni oynamak zorunda olduğun o oyunun içinden de kurtardık," dedi.

"Tabii bunu yaparken kurbanı İlyas olarak seçtik, İlyas'ın elindeki görüntüleri alıp hak ettiğini yaptık, artık seni tehdit eden hiç kimse yok ortada," diyerek Tuğba'nın sözlerini tamamladı Asım Bey ve devam etti. "Sana anlatacaktım başta ama iyi rol yapamamandan endişe ettim, anlatmamayı tercih ettim," dediğinde Gökhan'a baktım, onun da bir şeyler söylemesini bekledim.

"Bu delikanlının da engel olacağını çok iyi bildiğimiz için seni ortadan kaybettikten sonra anlattım her şeyi," dedi Asım Bey ve sustu.

"Neden yaptınız?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. "Tüm bunları neden yaptınız? Resmen beni kurtarmak için her şeyi yapmışsınız, evet başta korksam da doğruyu söylemem gerekirse şimdi siz anlatınca fark ediyorum ki beni birçok şeyden kurtarmışsınız ama bunu yapmak için bir nedeniniz yok."

"Çünkü bilmiyorsun," dedi Asım Bey.

Kaşlarımı çattım. "Neyi?"

"Oyun kurmayı, oyun kurucu olmayı."

"Bu ne demek şimdi?"

"Eğer bu işten kendini kurtarmak istiyorsan oyun kurucu olman, bunu öğrenmen lazım. Yeri geldiğinde gözünü bile kırpmadan gerekeni yapman lazım. Bak, sen bu evden çıkana kadar gerekeni yaptım, tüm sorunu çözdüm. Bunu yaparken hem seni kurtardım hem de oyun nasıl kurulur onu gösterdim. Tüm bunları öğren, öğren ki yeri geldiğinde kendin için bir şeyler yapabilesin."

"Bu çok saçma," dedim bastırmaya çalıştığım bir öfkeyle.

"Saçma değil, şimdi öyle görünüyor olabilir ama inan bana saçma değil. Yaşamak istiyorsan, daha doğrusu kurtulmak ve daha rahat yaşamak istiyorsanız tuzağa düşen değil, oyunu kuran olman gerekiyor," dedi.

"Neden bana bunu öğretmeye çalışıyorsunuz?" diye sordum ve daha açık olmak adına devam ettim. "Neden beni bu kadar önemsiyorsunuz?"

Asım Bey, cevap vermek yerine sustu. Sabırla ondan bir şeyler duymayı bekledim ama ağzını açıp da tek kelime etmedi. Ondan cevap alamayacağımı anlayınca önce Gökhan'a ardından da Tuğba'ya baktım.

"Sizin de mi söyleyecek bir şeyiniz yok?" diye sordum ve tam da tahmin ettiğim gibi ikisi de sustu, onlar da cevap vermediler.

Gözlerimi Gökhan'a odaklayıp "En başından beri benden bir şeyler saklıyorsun, sana güvenmeye çalışıyorum ben de, hatta belki de güveniyorum artık ama artık bu olanlar gerçekten aklımı karıştırmaya başladı," dedim, bu kez konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Kimsin sen? Asım Bey'i nereden tanıyorsun? Nasıl bu kadar yakınsın? Bugün buraya geldiğimizde tanışmadığınız çok belli, bu yüzden sakın bana yalan söyleme!" deyip baştan uyardım ve dikkatle baktım gözlerinin içine.

Gözlerini kaçırmak yerine, o da baktı gözlerimin içine. Söylemek istiyor gibiydi, daha öncekiler gibi kaçacak ya da geçiştirecek gibi bir hâli yoktu, bunu hissedebilmiştim ama bu hisse rağmen ondan cevap alamadım, dudaklarımdan tek bir cümle bile dökülmedi.

"Cevap yok sanırım," dedim ve ayağa kalktım. "Hepinize teşekkür ederim beni kurtardığınız için," dedim, anlamsız bakışlar atarlarken de ekledim. "Ama artık bu sessizliğiniz beni korkutmaya başladı," deyip bir şeyler söylemelerini beklemeden salondan ayrıldım, bahçeye çıktım. Bahçeden geçip evden de çıktığımda kapıda bir an için duraksadım. Nereye gidecektim şimdi? O eve dönecek miydim? Dönmeyip de ne yapacağım ki? Başka gidecek bir yerim yoktu.

Kirpiklerim ıslanıp gözümden bir damla yaş akarken hızla o yaşı sildim ve yeniden yürüyüp kapının önünden uzaklaştım, fakat henüz çok uzaklaşamamışken bir anda kolumdan tutuldu, daha önceki olay yüzünden bu korkmama neden olurken Gökhan'ı gördüm, korkularım dindi.

Nefes nefese kalmış bir şekilde karşımda dururken kolumu çekip kurtardım ondan ve bir adım geri gidip uzaklaştım.

"Nereye gidiyorsun?" diye sordu, koştur koştur geldiği çok belliydi.

"Eve," dedim.

Kaşlarını çattı. "O eve dönecek misin geri?"

"Gidecek başka bir yerim mi var ki?"

"Ela," dedi ama devam etmesine izin vermedim.

"Bana çok yardım ettin," dedim, konuşmak istedi ama yine izin vermedim. "Kendi feda ederek yardım ettin hem de, bunun için sana minnettarım ve sonsuza kadar da minnettar kalacağım. Bundan sonra ne yapacağıma dair bir fikrim yok ama bildiğim bir şey varsa o da seni asla kimseye şikâyet etmeyeceğim, senin adın bu olaya girmesin diye elimden geleni yapacağım," dedim.

Kaşlarını çattı. "Ne demek şimdi bu? Neden sanki bir daha hiç konuşmayacakmışız gibi konuşuyorsun?"

"Belki de en doğrusu budur," dedim, yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. "Çünkü ben gerçekten, gerçeklerin ortaya çıkmasından çok bilmediğim şeylerden korkmaya başladım," derken gözlerim yeniden doldu, Gökhan konuşmak istedi ama devam edip engel oldum. "Korkarak yaşamaya alışığım ama yoruldum da artık, üzgünüm," deyip yanından uzaklaşmak istedim ama önümde durup engel oldu bana.

"Ela," dedi gözlerimin içine bakarak ve kendinden emin bir tavırla devam etti. "Asım Bey'i önceden tanıyordum ve eğer bir an için bile olsun sana zarar vermeyi aklından geçirecek bir adam olduğunu düşünseydim ya da bilseydim değil seni buraya getirmek, önünden geçmeme bile izin vermezdim," dedi.

"Nereden tanıyorsun onu?" diye sordum.

Gözlerimin içine bakmaya devam ederken yutkunduğunu fark ettim. Sabırla bir cevap vermesini beklediğimde "Kızı öldüğünde tanıştık, kızının ölüm sebebinin Sezgin olduğunu da ondan öğrenmiştim," dedi.

Kaşlarımı çattım. "Kızını tanıyordun o zaman?" dedim emin olmak için.

"Hayır, tanımıyordum," dedi bir an bile olsun düşünmeye gerek duymadan.

"O zaman onlarla bağın ne? Neden aralarındasın? Bunu da söyleyebilecek misin bana? Neden Sezgin'in yanında koruma olarak işe başladın? Bu soruların cevabını da vermen lazım," dediğimde bu kez cevap vermek yerine sustu, konuşmayacağını anlayınca devam ettim. "Sanırım cevap vermeyeceksin," dedim, sessizliğini sürdürmeye devam etti.

"Onu öldürecek miydin?" diye sordum bir anda, afalladı ama yine ağzından tek bir kelime çıkmadı. "Onun yanında oluş sebebini başka hiçbir şekilde açıklayamıyorum. Ya ona zarar verecektin ya da başka kötü bir amacın vardı, dile getirmeyeceğin bir şey." Tüm bu sözlerden sonra ondan artık küçük de olsa bir şey duymak istedim ama yine istediğim şey olmadı, yine konuşmadı.

Gözlerim dolarken "Belki de şu an sana bunları söylediğim için bencil olduğumu düşünüyorsundur," derken gözümden b ir damla yaş düştü. "Ama bunları düşünmekte haksız olduğum söyleyemezsin, ikimiz de birbirimizi az da olsa tanıyoruz, masum ve iyi insanlar değiliz." Sessizliğini sürdürmeye devam etti, kendini savunmak için hiçbir şey söylemedi.

"Kızma bana, bu söylediğim yanlış bir şey değil. Ne de olsa, haklı olduğumu düşünsem de birini öldürdüm sen de gözünü bile kırpmadan gömdün onu. Biz iyi insanlar değiliz."

"İyi olmak kimin umurunda?" diye sordu umursamaz bir tavırla. "İyi biri olmak için bir çabam yok."

Başımı salladım. "Farkındayım," dedim ve derin bir nefes alıp "Zaten o yüzden onu öldürecek miydin diye sordum ya."

"Gerçekten bu sorunun cevabını merak ediyor musun? Yoksa cevabı zaten biliyor ve benden duymayı mı istiyorsun?"

"Ne fark eder?" diye sordum anında.

"Çok şey fark eder," derken sesi az önceki kadar gür değildi. "Tahmin edemeyeceğin kadar çok şey."

İmayla söylediği bu cümleyle gözlerimi kaçırdım ve aynı soruyu ben de kendime sordum. Merak mı ediyordum yoksa bildiğim şeyi duymak mı istiyordum. Onun gerçekten Sezgin'i öldürmek için geldiğine mi inanıyordum? Böyle düşünmek için çok sebebim vardı belki ama kalbim, bir türlü buna inanmak istemiyordu.

"Cevabı bilmiyorum," dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı. "Cevabını bildiğim bir soruyu sana sormam, sadece merak ediyorum cevabı, onu öldürmek için mi gelmiştin o eve?"

Verdiğim cevap, neden hoşuna gitti anlayamazken "Hayır," dedi bir an bile olsun tereddüt etmeden. "Hayır, öldürmek için gelmemiştim."

Bu cevap, beni bir yangının içinden çekip de serin sulara atmış gibi hissederken başka ne diyeceğimi bilemeyip sessizliğimi korudum. Aklımı kurcalayan hâlâ onlarca soru vardı ama biliyordum ki ondan daha fazla cevap alamayacaktım. Her şeyi öğrenmem için doğru bir zamanın olacağını biliyordum.

Gökhan da başka bir şey söylemeyip benden bir şeyler beklerken "Beni eve götürür müsün?" diye sordum, söyleyecek başka bir şeyim yoktu çünkü.

"Hâlâ oraya gitmeyi mi düşünüyorsun?" diye sordu ters bir tavırla, söylediğine rağmen bunu istemem onu sinirlendirmiş gibiydi.

"Benden bile habersiz bir oyun kurmuşsunuz," diye konuya girdim ve devam edip kendimi açıkladım. "O oyuna kocasının iftira atmaya çalıştığı bir kadınım." Kaşlarını çattı, bu konunun eve dönmek istememle ne alakası olduğunu tahmin edemediği çok belliydi. "Yani mağdur olan benim, kaçmam çok saçma olmaz mı? Neden suçlu gibi kaçıyorum, oraya dönmem daha doğru olmaz mı?"

Gözlerini kaçırdı, duydukları pek hoşuna gitmedi. Belki de söylediklerimin doğru olduğunu düşünmesi onun da canını sıkmıştı.

"Gideceksin yani," dedi ağzının içinden.

"Neden gitmem seni bu kadar sinirlendiriyor?" diye sorduğumda gözleri yeniden beni buldu. "Neden gitmemi istemiyor gibi davranıyorsun?"

"Çünkü gitmeni istemiyorum," dedi bir anda gözlerimin içine bakarak, afalladım. Sanki o bile ne söylediğini yeni fark ediyormuş gibiydi, çünkü benim şaşırdığımı fark edince de o da şaşırır gibi oldu ama kendini çok çabuk da toparladı. "O evde mutlu değilsin, gözlerine bakınca bunu anlamak çok zor değil. Mutlu olmadığın bir yere gitmen bana saçma geliyor. Hem mutlu ol, psikolojik olarak iyi ol ki birlikte hareket edip şu işten bir an önce kurtulalım," diye açıkladı kendini uzun uzun.

Başımı sallayıp "Anladım," dedim. "Bunun için yani."

"Hı," dedi uzatarak ve beni onaylamak için. "Bunun için," diye ekledikten sonra ilerideki arabasını gösterdi. "Hadi o zaman, madem gitmek istiyorsun, gidelim."

Hiçbir şey demeden ona arkamı döndüm, gösterdiği arabaya doğru yürüdüm. Yürürken arkamdan "Hiç değilse benimle gelmeyi kabul ettin," diye mırıldandı, bunu duyunca durdum ve ona baktım. Bir an için içeride olanlara, anlattıklarına sinirlenmiştim. O sinirle de aniden kalkıp çıkmış, hatta onunla bir daha görüşmemeyi bile düşünmüştüm. Oysa bu durumda bunun mümkün olmadığını en iyi ben biliyordum. Sadece bir anlık baskın gelen öfkem ve karışık aklım, öyle davranmama neden olmuştu.

Bu düşünceler arasındayken Gökhan yanıma yaklaştı. "Yalnız sen böyle her sinirlendiğinde beni arkanda bırakıp gitmeyi düşünürsen biz anlaşamayız," dedi, biraz ciddi biraz da alaylı bir tavırla.

"Dalga geçme benimle," diye uyardım onu.

Ellerini cebine sokarken, dudağının sağ kısmı hafifçe yana kıvrıldı. "Sen az önce bana veda mı ediyordun?" diye sordu alayla.

Kaşlarımı çattım, sorusuna cevap vermek yerine hem konuyu değiştirmek hem de üste çıkmak için "O karakolda korkuyla her şeyi anlatabilirdim," dedim, konuşmak için dudaklarını araladı ama devam edip engel oldum ona. "Ya anlatsaydım, o zaman ne olacaktı? Şu an ikimiz de içeride olacaktık!" Bunları söyleme amacım, hem içindekileri dökmek hem de az önce yaptığım şeyleri unutmasını sağlamaktı.

"Anlatmayacağını biliyordum," dedi kendinden emin bir tavırla.

Kollarımı göğsümün altında topladım. "Nereden biliyormuşsun?"

"İpin ucunda sadece kendin olsaydın, belki bir an bile olsun düşünmeden kurtulmak için her şeyi anlatırdım ama ipin ucunda ben de olduğum için susabildiğin yere kadar susacaktın. Asım Bey'in yaptıklarını öğrendiğim ilk an düşündüklerim bu olmuştu, bir an bile olsun anlatır mısın diye korkmadım."

Söyledikleri karşısında şaşırmadan edemedim ama elimden geldiği kadar da bunu belli etmemeye çalıştım. Söyledikleri doğruydu, o karakolda benim de düşündüğüm tek şey bu olmuştu. Anlatmak, bir an bile olsun aklımdan geçmemişti ve bunun tek nedeni onun da dediği gibi ipin ucunda onun olmasıydı.

Bu kadar kısa zamanda, beni bu kadar tanıyıp ne düşündüğümü çok iyi bilmesi kendimi çok garip hissetmeme neden olurken bu düşündüklerimi onun bilmesini istemeyip "Sen yine de bu kadar emin olma," dedim ve ona arkamı döndüm, arabasına doğru yürümeye devam ettim.

"Ne o, yoksa yanılmış mıyım?" diye sordu, durmadım ve arabaya bindim. Peşimden de hemen kendisi bindi.

"Belki de," dedim emniyet kemerimi takarken.

"Belki de," diye tekrar etti.

Başımı salladım, sessiz kaldım.

"İtiraf edecektin yani?" dedi bu kez de.

Gözümün ucuyla ona baktım ve normalde hiç yapmayacağım bir şeyi yapıp onunla uğraşmak istedim. "Tuğba birkaç dakika daha geç kalsaydı Halit Başkomiser her şeyi öğrenmiş olurdu," dedim ve başımı diğer tarafa çevirip yolları izledim.

Araba yavaşlarken gözlerinin bende olduğunu hissedebiliyordum. Sanırım ciddi miyim değil miyim onu anlamaya çalışıyordu. Bunu hissedince elimden geldiği kadar ciddi göründüm. Ona bakmamak için de elimden geldiği kadar da çabaladım ama en sonunda dayanamayıp yeniden gözlerimi ona çevirdim. Bir yola bir bana bakıyor ve hâlâ ciddi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu.

"Çok komik görünüyorsun," dedim dayanamayıp ancak o an ciddi olmadığımı anlamış olacak ki gözlerini yola çevirirken kaşlarını çattı. Bu küçük şaka onu kızdırdı mı anlayamazken dudağının bir kısmının yana kıvrıldığını fark edip kızmadığını anladım.

"Neden gülmüyorsun o zaman?" diye sordu.

Bu soru karşısında afallarken "Anlamadım?" dedim.

Bakışları beni buldu. "Komikmiş ya hani? Neden gülmedin?"

"Neden böyle bir şey soruyorsun şimdi?" diye sordum ben de.

"Merak ediyorum," dedi.

"Neden gülmediğimi mi?" diye sordum, bu sorunun cevabı onun için de benim için de belliydi aslında.

"Hayır," diye yanıtladı sorumu. İçimden, cevap hayırsa neyi merak ediyor diye geçirirken gözleri yeniden beni buldu ve bu soruyu sorarken duymayı beklemediğim o cevabı verdi. "Nasıl güldüğünü."

Şaşkınca kalakaldım karşısında, o ise sanki çok normal bir şey söylemiş gibi gayet rahat bir tavırla gözlerini önüne çevirdi. Her ne kadar bu cümleyi normal karşılamaya çalışsam da içimdeki ses bu cümlenin, onun açısından bile sıradan bir cümle olmadığını söylerken aniden frene basmasıyla öne doğru savruldum. Emniyet kemerim olmasına rağmen Gökhan, elini bana uzatıp beni korumaya çalışırken korkuyla iç çektim.

Araba durduğunda ve ben de kendimi toparladığımda istemsizce "Ne yapıyorsun?" diye kızdım. Gökhan, bana bakmak yerine tam karşıya doğru bakınca neye baktığını merak edip ben de baktım ve gördüğüm şeyle şaşkınca kalakaldım.

Eve kadar gelip bana saldıran adam, Tuna, polislerin yanında olması ve çoktan tutuklanmış olması gerekirken tam karşımda duruyordu. Elinde bir silah, arkasında onlarca adam vardı ve maalesef ki evde yarım bıraktığı işini tamamlamaya, suçlusu olmadığımız bir durumun hesabını sormaya gelmiş gibi bir hâli vardı.

Korkudan kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atarken gözlerimi Gökhan'a çevirdim ve güneşte parlayan gözleriyle temas etti gözlerim. Benim korku dolu bakışlarımın aksine gayet rahat görünürken beni karşımda duran adamın varlığından bile daha çok şaşırtacak olan o cümleyi kurdu.

"Ela," dedi ve derin bir nefes alıp ekledi. "Sanırım birazdan kim olduğumu öğrenmek zorunda kalacaksın."

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Ayy ben bu kitabı yazarken çok heyecanlanıyorum:)

Asım'ın kurduğu oyun hakkında ne diyeceksiniz?

Böyle bir şey yapıp neden Ela'yı kurtardı dersiniz?

Son sahneden sonra neler olacak sizce?

Ela ve Gökhan nasıl kurtulacak dersiniz?

Gökhan'ın sırrı ortaya çıkacak mı dersiniz?

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, sevgiyle kalın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%