Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.BÖLÜM "GÜLÜMSEMEK"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Sezen Aksu - Haydi Gel Benimle Ol

6. BÖLÜM "GÜLÜMSEMEK"

Korku dolu gözlerle etrafıma bakındım. Nerede olduğunu bile bilmediğim bir depodaydık. Bizi arabadan zorla indirdikten sonra zorla başka bir arabaya bindirmiş, buraya getirmişlerdi. Ben her ne kadar buraya gelmemek için elimden geleni yapmış, hatta bir şekilde kaçmayı dahi düşünmüş olsam da Gökhan'ın hiçbir şey yapmamasından ve yapmayacak gibi durmasından dolayı benim de elimden bir şey gelmemişti ve işte şimdi buradaydık. Bundan sonra da ne olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.

Korkudan dizlerimin titrediğini hissederken bir yandan da tüm bu olanlara rağmen Gökhan'ın bana arabada söylediği şeyi düşünüyordum. Kim olduğumu öğreneceksin demişti ama bunu öyle bir söylemişti ki sanki çok kötü bir şey öğrenecekmişim gibi hissetmiştim. Hâlâ bu hissin, kalbimde varlığını koruması ise beni fazlasıyla rahatsız ediyordu.

Bu düşüncelerimden beni kurtaran, Tuna'nın keyifle gülmesinin sesi oldu. Onun sesiyle aklım dağıldı ve ona odaklandım. Kazanmış olmanın verdiği sevinçle bir Gökhan'a bir bana bakarak keyifle sırıtırken "Gerçekten beni tutuklatıp rahat edeceğinizi mi düşündünüz?" diye sordu.

Söyleyecek bir şeyim olmadığı için sessiz kaldım, Gökhan da benim gibi sessiz kalmayı tercih etmişti. Onun neden bu kadar rahat olduğunu anlayamasam da sorgulamak için uygun bir ortamda olmadığımızdan sesimi çıkaramıyordum.

"Sinirlendiğim zaman gözümün döndüğünü en iyi sen biliyorsun artık," diyen Tuna'nın sesiyle bir kez daha kendime geldim ve gözlerimi Gökhan'dan çekip ona baktım. İma ettiği şey yüzünden öfkelenirken o bunu umursamadı ve alay edercesine devam etti. "Bu yüzden beni daha fazla sinirlendirme ve kocanın nerede saklandığını söyle!"

"Bak," dedim elimden geldiğince sakin kalmaya çalışırken. "İster inan ister inanma ama Sezgin'in şu an nerede olduğunu bilmiyorum," derken Gökhan'ın dikkatle bana baktığını hissettim, bu biraz olsun gerilmeme neden olsa da ona hiç bakmayıp Tuna'ya bakarak konuşmaya devam ettim. "Ama birkaç gün sonra muhtemelen karakolda, polislerin yanında olacak ve tutuklanacak."

Tuna'nın kaşları anında çatıldı. "Ne demek şimdi bu?" diye sordu biraz şaşkın biraz anlamsız bir tavırla.

Ben daha ona cevap verecekken Gökhan, "Birini öldürdü," diye girdi araya.

Gökhan'ın sonunda bir şeyler söylemiş olması rahatlamama neden olurken "Suçu da benim üzerime yıkmaya çalıştı," diyerek sözlerimi tamamladım.

Tuna, bu cümlemle daha da şaşırsa da ağzını açıp da tek kelime bile etmedi, sessizliğini sürdürmeye devam etti. Onun bu tavrı ise beni daha fazla konuşmaya, daha çok açıklama yapmaya itti.

"Sen onu benim yanımda arıyorsun ama ben, artık karşısına çıkacağı son kişi bile değilim," dedim ve umursamaz bir tavırla omuz silkerek ekledim. "Adam beni ayağının altından çekmek için içeri attırmaya çalıştı."

Tüm bunları söylemek, aslında benim için çok büyük bir şeydi. Susmak yerine konuşmak, korkuyor olsam da söylemem gerekenleri içimde tutmamak daha önce yaptığım şeylerden biri değildi. Fakat şimdi yapabiliyordum bunu ve sanırım bunun tek nedeni; Gökhan'ın yanımda olması, eğer kötü bir şey olursa beni koruyacağına inanıyor olmamdı.

Bu düşünceler normalde beni rahatsız edecekken şimdi sadece kendimi daha rahat hissetmeme neden oluyordu. Bunun nedenini ben bile anlayamazken sessizliği bozmak adına Tuna'ya bakarak konuşmaya devam ettim.

"Şu an beni burada peşinde olduğun o para yüzünden öldürsen de Sezgin'in umurunda olmayacak, hatta belki kendisinin yapamadığı şeyi yapıp da onu benden kurtardığın için mutlu bile olabilir," dedim, Tuna hâlâ sessiz kalmaya devam ettiğinde ise "Kısacası boş yere benimle uğraşıyorsun," diye ekledim ve susup artık ondan bir şeyler duymayı bekledim.

Tuna, birkaç saniye hem bana hem de Gökhan'a boş boş baktıktan sonra bir anda hiç beklemediğim bir şey yaptı ve güçlü bir kahkaha attı. Onun bu tepkisi kaşlarımı çatmama neden olurken istemsizce Gökhan'a baktım ve onun da Tuna'ya baktığını, benim gibi neden güldüğünü anlamaya çalıştığını fark ettim. Bu durumu yadırgayanın bir tek ben olmadığımı anlamak rahatlamama neden olurken gözlerimi yeniden Tuna'ya çevirdim, hâlâ gülüyordu.

Sinirlerimin bozulduğunu hissederken elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışıp "Komik bir şey söylemedim," dedim onun aksine fazlasıyla ciddi bir tavırla ama o bu tavrımı da umursamadı ve gülmeye devam etti.

Umarsızca gülmeye devam ediyor olması sinirlerimi biraz daha bozarken sonunda buna bir son verdi, kendin toparladı ve "Siz beni salak mı zannediyorsunuz lan!" diye bağırdı az önce gülen kendisi değilmiş gibi öfkeyle. "Buna inanacak kadar aptal mı görünüyorum?" diye bağırmaya devam ettiğinde bir kez daha Gökhan'a baktım. Hiçbir şey yapmadan öylece durmuş, sadece Tuna'yı izliyordu. Arabadayken bana kurduğu cümle sanki bir şey yapacak ve ben onun kim olduğunu anlayacakmışım gibi bir izlenim vermişti bana ama şimdi ciddi ciddi hiçbir şey yapmadan duruyordu.

Böyle düşünüp içten içe ona kızarken bir yandan da ona haksızlık ettiğimi düşündüm. Karşısında elinde silah olan bir adam, arkasında diğer adamlar, dışarıdaki adamlar derken karşısında silahlı bir sürü adam vardı. Bu durumda ne yapabilirdi ki? Hatta sadece o değil, hiç kimse bu durumda bir şey yapamazdı. Bu yüzden en doğrusu konuşarak akılcı ve ikna edici bir yolla kurtulmaya çalışmaktı. İkimizin de buradan kurtulmak için başka çaremiz yoktu.

Ben daha bunları düşünürken Gökhan, "İster inan ister inanma ama doğrular bunlar," diyerek bir kez daha konuya girdi.

Ben de bir kez daha onun konuşmasından cesaret alıp konuşmaya devam ettim. "Bize ne yapmayı düşünüyorsun bilmiyorum ama emin olun ne yaparsan yap sana verebileceğimiz hiçbir şey yok," dediğimde konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Sanırım beni kullanarak onun sana gelmesini sağlayacaktım ama üzgünüm, karısını hapse yollamaya çalışan bir adamın onu kurtarmak için buraya geleceğini hiç sanmıyorum."

Cümlemi tamamlar tamamlamaz Tuna, "Size neden inanayım?" diye sordu.

Bu soruya verecek cevap bulamayıp Gökhan'a baktığımda etrafa bakındığını fark ettim. Şu an konuştuklarımızı bile dinlemiyor gibi bir hâli vardı. Artık bu tavrı bana çok garip gelmeye başlasa da hiçbir şey söyleyemedim ve bizden cevap bekleyen Tuna'ya baktım yeniden.

Tuna'nın gözlerini endişe esir alırken bana değil de Gökhan'a bakıyor ve sanırım ondan da bir şeyler duymayı bekliyordu. Bu yüzden ben de merakla Gökhan'a bakıp artık bana destek çıkmasını beklerken Gökhan kendisine baktığımızı fark edip ters bir tavırla Tuna'ya "Ne bakıyorsun bana öyle? Kız sana her şeyi anlattı işte," dedi.

Bu tavrı yüzünden bir kez daha kaşlarımı çattım, umarım böyle davranıyor olmasının bir nedeni vardır diye içimden geçirirken ellerini arkasında birleştiren Tuna'nın ellerini öne çıkardığını fark ettim. İşte o an bir kez daha elindeki silahı gördüm ve kalbim, bir kez daha korkuyla hızla atmaya başladı. Bu korku, mideme güçlü bir ağrı girmesine neden olurken Gökhan, Tuna'ya yaklaştı.

"Bu yüzden şimdi adam ol ve kime borç verdiysen onun peşine düş, şerefsizlik yapıp suçsuz bir kadının değil," dedi, gözlerim irileşti. Adamın elinde silah vardı ve o karşısına geçmiş, onu kışkırtacak şeyler söylüyordu. Ne yaptığının farkında değilmiş gibi de bir hâli vardı.

"Sen kimsin lan?" diye bağırdı bir anda Tuna, irkildim. Bu yüzden istemsizce bir adım geri gidip kendimce kendimi korumaya almaya çalıştım. "Hangi cesaretle benimle böyle konuşuyorsun sen lan!" diye bağırmaya devam etti Tuna ve Gökhan'a yaklaştı.

Gerilmeleri beni daha da korkuturken Gökhan'ın Tuna'nın elindeki silah yüzünden geri adım atmasını bekledim, fakat o beklediğim şeyi yapmak yerine o da Tuna'ya yaklaştı. Bu, kötü bir şey olacağından endişe etmeme neden olurken Tuna, "Sen kime güveniyorsun lan!" diye sordu dişlerini sıkarak.

Gökhan, ellerini arkasında birleştirdi. "Hiç kimseye," dedi kendinden emin bir tavırla.

Daha fazla dayanamadım ve ona doğru bir adım attım. "Gökhan," dediğimde anında gözleri beni buldu. "Sakin ol lütfen," dedim uyarıcı bir tavırla ve beni dinlemesini umut ederek.

Güven verici bir şekilde gözlerimin içine bakarak "Korkma," dedi sakince ve ekledi. "Korkulacak bir şey yok," derken gözlerimin içine bakıyor ve uzaklaşmamı istiyor gibiydi. Bunu anlamak, bir adım geri gidip yeniden onlardan uzaklaşmama neden olsa da onun kadar rahat olamadım, endişeyle ona bakmaya devam ettim.

O ise gözlerini benden çekti ve yeniden Tuna'ya baktı. Tuna, alay edercesine Gökhan'a bakarken ben onun elindeki silaha ve arkasındaki iki adama bakıyordum.

"Sen canına susadım galiba," derken Tuna bir kez daha güldü, ben de yeniden onlara baktım. Sanki böyle yaparak her halükârda kendinin üstün olduğunu kanıtlamak istiyor gibi bir hâli vardı. Bu yüzden bu tavırlarını çok umursamayıp buradan nasıl kurtulabiliriz diye düşünürken bir anda hiç beklemediğim bir şey oldu. Gökhan, Tuna'nın daha gülmesi bile durmadan ona saldırdı. Yaptığı ilk şey elindeki silahı almak olmuştu. Neye uğradığını şaşıran Tuna, kendini çok çabuk toparlayıp Gökhan'a vurmak istedi ama Gökhan, onun yumruğundan kurtuldu ve hemen ardından kendisi ona vurup yere serdi.

Yere düşen Tuna önünden çekildiği için Gökhan, deponun içindeki iki adamın açık hedefi oldu. Fakat daha o iki adam harekete dahi geçemeden Gökhan, ikisinin de bacağına sıktı. Silah sesleri yüzünden korkuyla çığlık attım, ellerimi kulaklarıma bastırdım.

Saniyeler içinde olup bitenler korkudan tir tir titrememe neden olurken Gökhan telaşla bana baktı ve yerdeki Tuna'yı gösterip "Sakın yerden kalkmasına izin verme!" dedi.

Gözlerim irileşirken "Ben mi? Ben ne yapacağım, nasıl..." dememe kalmadan yanımdan ayrıldı, vurduğu iki adamın yanına gitti. Korkuyla bir ona bir yerdeki Tuna'ya baktım. O sırada Gökhan, vurduğu adamların silahlarını aldı. O an aklıma dışarıdaki adamlar geldi, silah seslerini duymuşlardır, şimdi onlar da içeriye girer diye düşünürken kendini toparlayan Tuna'nın yerden kalkmaya çalıştığını fark ettim.

Önce korkup bir adım geri gidip ondan uzaklaştım, fakat ardından Gökhan'ın söylediği şeyi hatırladım ve korkmak yerine hiç değilse biraz olsun yardımcı olmam gerektiğini düşündüm ve bu düşünceyle yapabileceğim tek şeyi yapıp büyük bir cesaretle Tuna'ya yaklaştım, ardından da yüzünün ortasına atabileceğim en sert tekmeyi attım.

Tuna, acıyla bağırıp yeniden yere düşerken korkuyla birkaç adım geri gidip yeniden ondan uzaklaştım. Zaten o sırada Gökhan, vurduğu adamların silahını almış ve yeniden yanıma dönmüştü. Eşzamanlı olarak da deponun kapısı açılmış, dışarıdaki adamlar da içeriye girmişlerdi. Fakat daha onlar harekete geçemeden Gökhan, yerde acı içinde inleyen Tuna'yı gömleğinden tutup kaldırmış, arkasından boğazına sarılıp başına silahı dayamıştı. Adamlar da bunu fark ettikleri an, silahlarını çıkartıp Gökhan'a doğrulttular.

İçlerinden biri "İndir lan silahını!" diye bağırdı bir adım öne çıkarken.

Gökhan onu umursamak yerine telaşla bana baktı ve dudaklarının arasından sessizce "Arkama," dedi, bu söylediğini anladığım an bir saniye bile olsun oyalanmadan arkasına geçtim, daha doğrusu saklandım.

Gökhan, beni de korumaya almış olduğunu düşünüyor olacak ki daha da rahat bir ses tonuyla Tuna'ya "Söyle adamlarına çıksınlar dışarıya, yoksa bir saniye bile düşünmem sıkarım kafana!" dedi, bunu duyduğum an düşündüm tek şey söylediği bu şeyi gerçekten yapabilecek biri olup olmadığıydı. Zaten ormanda yaşadığımız o anlardan beri merak ettiğim ve öğrenmek istediğim tek şey buydu.

Düşüncelerimi bölen şey yine Tuna'nın alay edercesine gülmesi oldu. Bu tavırları artık gerçekten fazlasıyla sinirlerimi bozarken "Sıksana lan," dedi umursamaz bir tavırla, işte bu beni korkuttu. Ciddi anlamda hiçbir şeyden korkusu olmayan bir adamdı ve sanırım bu da bizim korkmamız gereken tek şeydi ama maalesef Gökhan'ın pek de umurunda değildi.

"Aklınız varsa çıkın, gidin buradan," diyen Gökhan'ın karşıya baktığını fark ettiğimde adamlara baktığını anladım.

O sırada Tuna yine gülerek "Bu kadar adama karşı tek başına hiçbir şey yapamazsın, asıl senin aklın varsa bırak beni," dedi ve hareketlenirken ekledi. "Söz, affedeceğim sizi," dedi bir de ve bunu söylerken bile alay ettiği her hâlinden belliydi.

"Eğer seni burada gebertmemi istemiyorlarsa hareket dahi edemezler," dedi Gökhan da alaylı bir tavırla ve devam etti. "En ufak bir yanlışlarında ben de yanlışlıkla kafanda bir delik açabilirim, bu yüzden bence gitmeleri ikimiz için de iyi olur."

"Sen beni salak mı zannediyorsun lan? Neden onlar göndereyim ki? Gittikleri zaman da yapacağın ilk şey kafama sıkmak olmayacak mı? Neden sana kurtulma fırsatı vereyim?" diye sordu Tuna, aslında böyle düşününce haklıydı ama içimden bir ses hâlâ bana Gökhan'ın bunu yapabilecek bir adam olmadığını söylüyordu. Gözlerimin önünde iki adamı vurmamış ve Sezgin'i gömmemiş gibi...

"Seni öldürmek için bir sebebim yok," diye yanıtladı Gökhan Tuna'nın sorusunu. "Bu yüzden benden sana bir tavsiye; gönder bu adamları, gönder ki ne sizin ne de bizim canımız yanmasın."

"Ne o korkuyor musun yoksa?" Tuna'nın bu sorusuyla daha fazla dayanamadım ve göz devirdim. Eşzamanlı olarak da Gökhan'ın elindeki silahla Tuna'nın kafasına vurduğunu gördüm.

Ardından da "Şu arkamdaki kız olmasaydı ben senin belanı sikmesini çok iyi bilirdim ama sen ona dua et," dediğinde istemsizce arkasından bir adım çıkıp karşısındaki adamlara baktım. Hâlâ aynı pozisyonda duruyorlardı ve emir bekler gibi hâlleri vardı. Bize doğrulttukları silahlar, korkmama neden olunca yeniden Gökhan'ın arkasına geçtim ve derin bir nefes alıp korkumu bastırmaya çalıştım.

O esnada Tuna, Gökhan'ın kendisine vurmasından dolayı hareketlenmiş, elinden kurtulmaya çalışmıştı ama Gökhan onu bir şekilde zapt etmeyi başarmış ve yeniden başına silahı dayamıştı.

"Bu yaptığın yanına kalmayacak, biliyorsun bunu değil mi?" diye sordu Tuna öfkeyle, yüzünü görmüyordum şu an ama az çok hayal edebiliyordum ve öfkeden kıpkırmızı olduğuna yemin edebilirdim.

"Çok konuşma lan, kes sesini," dedi Gökhan ve fark ettiğim kadarıyla onu sıkı sıkı tutmaya devam etti, o da kurtulmak için uğraşmaya devam edince bir kez daha kafasına vurdu.

Tuna, buna daha çok sinirlenmiş olacak ki daha yüksek bir ses tonuyla "Tamam lan, madem öyle teke tek halledelim işimizi," dedi, bunun ne anlama geldiğini anlamaya çalışırken adamlarına "Çıkın lan hepiniz dışarıya, hatta gidin buradan, şirkete dönün," dedi, afalladım. Bu kadar çabuk kabullenmesi, adamları buradan tamamen göndermesi pek de normal değildi. Bir şeyler planlıyor olmasın bu?

Adamlar, Tuna'nın emrini yerine getirmek yerine durmaya devam ederlerken aralarından biri bir adım öne çıkıp "Nasıl gidelim abi? Herif..." dedi ama Tuna devam etmesine izin vermedi.

"Gidin dedim lan size! Kalanı ben gebertirim!" dediğinde bir kez daha Gökhan'ın arkasından çıktım, adamlara baktım ve birbirlerine batıklarını gördüm. Şu an onların da Tuna'nın bir planı olduğunu düşündüklerinden adım kadar emindim.

"Çıksanıza lan!" diye bağırdı Tuna adamlar düşünmeye devam ederlerken ve onun bağırmasıyla birlikte adamlar arkalarına bile bakmadan depodan çıktılar. Çıkarken bacaklarından vurulan adamları da almayı ihmal etmemişlerdi ve o adamlar yerden kalkınca yerin resmen kan gölüne döndüğünü fark ettim, midem bulandı.

Zihnim beni hiç istemesem de yine o ormanda olanlara götürdü, o kan ellerimdeymiş gibi hissedip ellerime baktım. Temiz ellerimi gördüğüm hâlde içimde yeşeren o histen kurtulamazken Gökhan, bir kez daha Tuna'nın kafasına silahla vurdu ve bu kez onu bırakıp yere düşmesini sağladı. Ardından da koşar adımlarla kapıya gitti, kapıyı kilitledi ve yeniden yanımıza döndü.

Yaşadığı acıyla yerde bağıran Tuna, "O silahı senin g..." demesiyle birlikte Gökhan'ın öfkeyle karnına tekmeyi geçirmesi bir oldu, Tuna cümlesini tamamlayamadı ve şiddetli bir öksürük krizine girdi.

Gökhan ise yanıma gelip "İyi misin?" diye sordu.

Başımı sallayıp "İyiyim," derken sesimin korku dolu çıkmasına engel olamamıştım.

Benden aldığı cevapla yanımdan uzaklaştı, Tuna'nın yanına oturdu ve Tuna her ne kadar engel olmaya çalışsa da cebinden telefonunu aldı, ekrana baktı ve açabilmiş olacak ki rahatlıkla ayağa kalktı. Tuna da o sırada oturur pozisyona gelmişti ama ayağa kalkamıyordu. Zaten şu an pek de iyi görünmüyordu. Kafası kırılmış, yüzü gözü kan içinde kalmıştı. Kendisiyle uğraşmaktan bizimle uğraşmak aklına dahi gelmiyor olabilirdi.

Onun bu hâli yüzünden daha fazla yüzüne bakamadım, gözlerimi kaçırdım. Artık en ufak bir kan bile gözlerimin önüne Sezgin'in cansız bedeninin gelmesine neden oluyordu ve bu, benim için işkence gibiydi. Sanırım hayatım boyunca zihnimden silip atmak istediğim o görüntü, hep gözlerimin önünde olacaktı.

Bu düşünceler, beni bu durumda bile ele geçirip gözlerimin dolmasına neden olurken Gökhan'ın birini aradığını fark ettim. Merakla ona bakarken aradığı kişi telefonu açmış olacak ki "Sana bir konum atacağım," dedi, o sırada Tuna ayağa kalktı. Bunu fark ettiğim an korkuyla Gökhan'a yaklaştım, Gökhan ise hiç telaş yapmadan elindeki silahı ona doğrulttu ve yaklaşmasına izin vermeyip konuşmaya devam etti. "Hemen buraya gelmeniz lazım," deyip telefonu kulağından indirdi.

Her an saldırma ihtimali yüzünden gözlerimi bir an bile olsun Tuna'dan çekemezken "Kimi aradın?" diye sordum Gökhan'a.

"Anlatacağım," dedi ve ekledi. "Önce şunun işini bir halledelim," deyip elindeki silahı beline yerleştirdi.

Tuna, bunu duyunca "Sen mi halledeceksin lan işimi, ben..." dedi ama devam edemedi, çünkü Gökhan ona yaklaştı ve yüzüne yumruğunu geçirdi. Tuna, zaten iyi olmadığından tek bir yumrukla yere serildi. Gökhan, onu bu hâlde bile bırakmadı ve birkaç defa daha vurdu, bayılttı. Ardından da etrafa bakındı, bir tel buldu ve yeniden Tuna'ya yaklaşıp ellerini telle bağladı.

"Neden bağlıyorsun?" diye sordum. "Kaçıp gidelim işte," derken hâlâ o adamların yeniden geleceğini düşünüyor ve korkuyordum.

Gökhan, "İşimizi garantiye alalım," derken yanıma geldi "Hadi gidelim artık."

Bir an bile olsun düşünmeden kapıya doğru yürüdüm, o da peşimden geldi. Kapıya ulaştığımızda beni beklemeden kapıyı kendisi açtı, çıkmak yerine dışarıya göz attı. Her şey yolunda görünüyor olacak ki kapıyı tamamen açıp "Çıkabiliriz," dedi, ona güvenip hızla dışarıya çıktım.

Çıkarken de "Onu burada böyle mi bırakacağız?" diye sordum.

"Polis onu almaya gelecek, birazdan burada olurlar."

Kaşlarımı çattım, az önce aradığı polis miydi? Bu ister istemez beni şaşırttı, kendisi de iki adamı vurmuştu ve hiç tereddüt etmeden polisi mi aramıştı yani?

"Hadi Ela, acele etmeliyiz," dediğinde düşünmeyi bıraktım, hızlı hızlı yürüdüm.

Birlikte epey bir uzaklaştıktan sonra ağaçlık bir alanda durdu. "Polisler gelene kadar burada bekleyelim. Ne olur ne olmaz kaçmaya çalışmasın," dedi, az önce çıktığımız depoya doğru baktım. Epey uzaklaşmıştık ama hâlâ depoyu net görebileceğimiz bir yerdeydik. Fakat bu olanlardan sonra nerede olduğumuz da ne yaptığımız da umurumda değildi. Bu yüzden depodan gözlerimi çektim ve dikkatle ona baktım.

Çok geçmeden o da bu bakışlarımı fark etmiş olacak ki gözlerini bana çevirdi. "Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye çıkıştım.

"Dalga geçtiğim yok Ela, şu adam..." Devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

"Sen gerçekten artık beni salak yerine koyuyorsun."

"Öyle bir şey yok, bak sadece..." dedi ama yine devam etmesine izin vermedim.

"Madem bana bir şey anlatmıyorsun, madem sadece yanında böyle her şeyden habersiz gezeceğim yanında olmama da gerek yok sanırım." Konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Ne yapıyorsan tek başına yapabilirsin, zaten yaptığın tek şey bu," dedim ve yanından uzaklaştım.

"Ela!" diye seslendi arkamdan ama umursamadan yürümeye devam ettim.

Çok uzaklaşmamıştım ki polis arabalarının siren seslerini duydum, çağırdığı polislerin geldiğini anladım ama bu bile beni durdurmadı, yürümeye devam ettim. Oysa nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Bunun farkına varmak durmama ve etrafıma bakmama neden oldu. Etrafta neredeyse hiçbir şey yoktu. Yer yer ağaçların olduğu dağlık bir alandı.

Durmaya ve etrafıma bakınmaya, ne taraftan gitsem diye düşünmeye devam ederken Gökhan'ın "Sağdan," dediğini duydum.

Arkamı döndüğümde ve onunla göz göze geldiğimde peşimden gelmiş olmasına sakinleşmek yerine "Ne geliyorsun peşimden?" diye çıkıştım.

"Ne yapsaydım, yalnız mı bıraksaydım seni?"

"Bıraksaydın," dedim ve yürümeye devam ettim.

"Kızım dursana!" diye seslendi bir kez daha arkamdan ama dönüp bakmadım bile ona.

Nereye gittiğimi, yürüdüğüm bu yolun nereye çıktığını bile bilmeden beni ele geçiren öfkem yüzünden durmadan yürümeye devam ederken Gökhan bana yetişti ve önümde durup daha fazla ilerleme engel oldu.

"Dur artık," dedi sabır dilercesine ve ters bir tavırla devam etti. "Ben anlamıyorum ki senin derdin ne?"

Sinirle dişlerimi sıktım. "Gözlerini bile kırpmadan iki kişiyi vurdun!"

Bu cümlemle onun da sinirlendiğini hissettim. "Eğer ben bunu yapmamış olsaydım vurulan o iki kişi biz olabilirdik."

"Biliyorum"

"O zaman niye sinirlisin?"

"Hiç anlamıyorsun değil mi?" diye sordum öfkeyle. "Ben sana bunun hesabını sormuyorum, hatta bunun için minnettarım bile sana."

"Sorun ne o zaman?"

"Sorun senin bunu yapabilmiş olman. Sen gözünü bile kırpmadan iki kişiyi vurdun Gökhan, arabadayken de bana 'Kim olduğumu öğreneceksin,' dedin, sanki bu çok kötü bir şeymiş gibi bahsettin!" Daha söyleyecek çok şeyim varken kurduğum ilk cümlenin ardından yüzünde oluşan o imalı ifade devam etmeme engel oldu. Bu yüzden gözlerimi kısıp bu ifadeye bir anlam vermeye çalışırken ne düşündüğünü anlamam çok da uzun sürmemişti ve anladığım ilk an sinirle işaret parmağımı kaldırıp tehditkâr bir tavırla devam ettim. "Ne düşündüğünü biliyorum, sakın bana öyle bakma!"

"Ne düşünüyormuşum?"

"Gözünü kırpmadan iki kişiyi vurdun dedim, sen de muhtemelen şimdi benim Sezgin'e yaptığım şeyi..." Sözümü kesti.

"Aklımın ucundan bile geçmedi."

Bu cümleyi bile benimle alay ediyormuş gibi kurmasından dolayı daha da sinirlendim ve bir anlık refleksle yere eğilip elime geçen ilk taşı aldım.

Bunu fark ettiği an telaşla "Dur, dur, dur!" dedi üst üste, istemsizce durdum. Yalandan bir korkuyla "Sen eline taş alınca hiç iyi şeyler olmuyor. Bu yüzden bence sen onu bırak, konuşarak halledelim," dedi, zaten demesiyle taşı ona fırlatmam bir oldu.

Gökhan, her ne kadar taştan kurtulmaya çalışsa da başarılı olamadı ve taş göğsüne çarptı, küçük bir taş olduğundan ve canının acımayacağını çok iyi bildiğimden dümdüz, duygusuz bir ifadeyle ona bakarken "Hay ben senin elinin ayarını," dediğini duydum ve sonrasında ağzının içinden mırıldanarak bir şeyler söylediğini fark ettim.

Küfür ettiğini anlamak pek de zor olmazken "Ne dedin sen?" diye sordum.

Gergince "Sana demedim," dedi, bunun doğru olmadığını çok iyi bildiğimden bir kez daha sinirle yere eğildim ve elime geçen ilk taşı aldım.

"Bak sakın, Ela sakın!" diye Gökhan uyarsa da beni engel olamadı, bir kere daha taşı ona fırlattım, taş bu kez elimden orantısız bir şekilde ayrıldığından sağ bacağına değmişti.

Gökhan, "Lan!" deyip taşın çarptığı yeri ovalarken daha fazla burada durmak istemeyip yolu bilmesem de yürümeye devam ettim. Arkamdan "Nereye?" diye sordu ama tabii ki cevap alamadı, hatta yine dönüp bakmadım bile ona. Ne de olsa peşimden geleceğini çok iyi biliyordum, günlerce orada öyle duracak hâli yoktu sonuçta.

Birkaç saniye sonra tam da tahmin ettiğim gibi peşime takıldı, bunu ayak seslerinden anlayabildim. Bu yüzden daha rahat yürümeye devam ederken çok geçmeden durmak zorunda kaldım. Çünkü şu an bir yol ayrımındaydım. Sağa ve sola giden iki ayrı patika yol vardı.

Doğru yolun hangisi olduğunu düşünüp mantıklı bir tahminde bulunmaya çalışırken beni şok edecek olan o şeyi duydum. "Polisim."

Olduğum yerde öylece kalakaldım, tüm vücudumun duyduğum şeyin etkisiyle titrediğini hissederken birkaç adım sesi duydum. Hemen ardından Gökhan bir kez daha karşımda belirdi ve gözlerimin içine baktı. Anladığım kadarıyla benden bir şeyler duymayı bekledi ama tek kelime dahi edemeden sadece öylece durup ona bakmaya devam ettim.

"Bir şey söylemeyecek misin?"

Derin bir nefes aldım, biraz olsun kendimi toparladıktan sonra "Bak eğer benimle dalga geçiyorsan..." dedim ama devam etmeme izin vermedi.

"Dalga geçtiğim yok."

Dikkatle baktım yüzüne, gerçekten de hiç de dalga geçer gibi bir hâli yoktu. Hatta o kadar ciddiydi ki gerilmeme bile neden olmuştu.

"Biliyorum, inanması güç geliyor, hatta muhtemelen böyle bir şeyin olması imkânsız geliyor ama doğrusu bu Ela."

Sessiz kalmaya devam ettim.

O ise bu sessizliğime dayanamayıp "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

"Polissin," diye tekrar ettim söylediği şeyi.

Herhangi bir şey söylemek yerine beni onaylamak için başını sallamakla yetindi.

Kekeleyerek "Yalan söylüyorsun," dedim ve çaresizce devam ettim. "Böyle bir şey mümkün değil."

"Mümkün."

Bir adım atıp yanına yaklaştım. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sorarken biraz daha yaklaşmıştım ona. "Biz bir suç işledik. Basit bir şey değil, bir cinayet hem de. Ben öldürdüm, sen de gömdün. Şimdi karşıma geçmiş ben polisim diyorsun, sence bu mantıklı mı?" Konuşmak için dudaklarını araladı ama konuşmasına fırsat vermedim. "Bak eğer senden korkmayayım, güveneyim diye böyle bir yalan söylediysen hemen şimdi doğruyu söyle bana. Söz veriyorum kızmayacağım, hatta hiç duymamış gibi davranacağım."

Derin bir nefes aldı. "Ela," dedi sakince. "Ben polisim."

Gözlerimi ondan çektim, elimden geldiği kadar sakin kalıp doğruyu söylüyor olabilir mi diye düşündüm ve o an fark ettim eğer doğruyu söylüyorsa bu gerçekten korkunç bir şeydi. Bu düşüncemi ondan saklamak istemeyip yeniden ona çevirdim gözlerimi. "Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunun farkında mısın?"

Bir şeyler söylemek, bir tepki vermek yerine sessiz kalmayı tercih etti.

Cevap vermeyeceğini anlayınca yeni bir soru yönelttim ona. "Neden Sezgin'in yanındaydın o zaman? Bir polis neden korumalık yapar ki?"

İşte bu soruya cevap vermek için bir an bile olsun düşünmedi. "Her şeyin mantıklı bir açıklaması var."

"Dinliyorum," dedim anında. "İkimizin de yeterince vakti var nasıl olsa."

"Pekâlâ, onları da anlatayım," dedi, sessiz kalıp merakla ve sabırla devam etmesini bekledim. "Dört-beş ay öncesine kadar polis olarak görev yapıyordum." Kaşlarımı çattım, neden geçmiş zamana yönelik konuşmuştu ki? "Sonra İdil öldü."

"İdil?"

"Asım Bey'in kızı," dedi hüzünle. "Sezgin'in öldürdüğü kız."

Öfkelendim. "Onu tanımadığını söylemiştin bana!"

"Tanımıyorum zaten." Yalan söylediğini düşünürken devam etti. "Hayatımda bir kez olsun yüzünü görmedim, öldükten sonra fotoğraflarını gördüm sadece. Asım Bey göstermişti."

"Kızını değil ama onu önceden tanıyordun değil mi?"

Derin bir nefes aldı, hemen ardından hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. Bu tavrı, bir şeyin onu üzdüğünü anlamam için yeterli olurken kendimi çok garip hissettim. Bunları anlatmaya zorlayarak ben mi onu üzmüştüm? Tamam ama bu çok saçmaydı, Asım Bey'in konusu onu neden üzsün ki?

"Tanıyordum," dedi kendini biraz olsun toparladıktan sonra. "Çok yakından hem de."

Anladım dercesine başımı salladım ve sessiz kaldım. Oysa delicesine nereden tanıdığını sormak istiyordum, her şeyi anlatsın istiyordum ama fark ettiğim kadarıyla bu, ona iyi gelecek bir şey değildi. Henüz nedenini anlamsam da bana bahsetmek bir yana dursun, kendisinin düşünmesi bile onu rahatsız etmiş, üzmüş gibiydi.

"Ama emin ol, bunun bu konuyla hiçbir ilgisi yok," diye açıkladı kendini, ben de sessizliğimi sürdürmeye devam edip üzerine gitmedim ve sabırla asıl konuya dönüp anlatmaya devam etmesini bekledim. O da bunun için beni çok bekletmedi.

"Polis daha olayı araştırırken Asım Bey tüm olayı öğrenmiş, hatta Sezgin'i bulmuştu bile. Onun yaptığından emindi ama elinde kesin bir delil yoktu. Onu öldürmeyi düşünmüyordu başta, hayatı boyunca acı çekeceği bir ceza alsın istiyordu. Benden yardım istedi, Sezgin'in İdil'i öldürdüğünü kanıtlamamı istedi."

"Sen de kabul ettin."

"Kabul ettim, hatta polislikten ayrıldım bu yüzden."

Afalladım. "Ne demek ayrıldım?"

"Bir süreliğine bıraktım yani, uzun bir izin gibi düşünebilirsin."

"Hâlâ polis sayılırsın yani."

Soruma karşılık yine sadece başını sallamakla yetindi.

"Peki sonra ne oldu?" diye sordum merakla.

"Her şeyi kanıtlamak için o şerefsize yakın olmalıydım."

"Sen de bu yüzden koruma olarak yanında işe başladın ama ben seni şoför olarak bildim."

"Evet, tam olarak öyle yaptım, onun yanında koruma olarak işe başladım ama sonra bir anda seninle çalışmamı istedi benden. Zaten seni gördüğüm ilk gün o piçin sana yaptıklarını anlamıştım."

"Bunu belli edecek hiçbir şey yapmamıştım ama ben."

"Biliyorum ama anlamam için illa söylemen ya da bir şey yapman gerekmiyordu, gözlerine bakmak yeterliydi."

Bu sözlerle kendime engel olamadım ve bir kez daha gözlerim doldu, kirpiklerim ıslandı. "Öyle mi?" diye sordum histerik bir tavırla, sesimin titremesine engel olamamıştım. "Peki bu zamana kadar neden başka kimse anlamadı?"

"Gözlerine o kadar da dikkatli bakmamışlar demek ki."

Aldığım bu cevap beni sessizliğe sürükledi, bakışlarımı kaçırdım.

"Sonra da olanları biliyorsun zaten, ormanda yaşananları."

Yeniden ona baktım bu cümleyle ama sessizliğimi sürdürmeye devam ettim, o ise konuşmaya.

"O gün ormanda sizi o hâlde gördüğümde aslında çok da şaşırmadım. Onun nasıl bir adam olduğunu, sana ne yaptığını, senin ona neden bunu yaptığını çok iyi biliyordum. Zaten bu yüzden yardım ettim sana, kendi isteğimle. Asım Bey'in bile olanlardan haberi yoktu."

Bu konuya gelmiş olması içimde yeni bir merakı filizlendirmişti. "Peki Asım Bey senden böyle bir şey istediği hâlde neden bir başkasını onu öldürmek için gönderdi? Az önce bana onu öldürmek istemiyordu demiştin, sen de bu işe bu yüzden girmiştin hatta."

"Seni sahile götürdüğüm günü hatırlıyor musun?"

"Evet, tanıştığımız ilk gün."

Başını salladı. "Evet, o gün. O günden bir gün önce o şerefsizle birinin konuşmasını duydum, telefonla konuşuyordu. Bütün delilleri çoktan yok ettiğinden, her şeyden kazanın olduğu o gece kurtulduğundan bahsediyordu. Ben de bunu Asım Bey'e anlattım. O da madem acı çekmeyecek, gebersin diye peşine adam takmış. Buna engel olacağımı bildiğinden bana bile söylememiş. Hatta peşimize taktığı adamın da benden haberi yokmuş. Ben de tüm bunları seninle birlikte karşısına çıktığımızda öğrendim, seninle birlikte hesap sordum.

"Karşısına çıktığımız o gün birbirinizi tanımıyormuş gibi yaptınız ama," dedim şüpheyle, umarım bunun için de mantıklı bir açıklaması vardır diye de içimden geçirmeyi ihmal etmedim.

"Tüm bunları sana anlatmak zorunda kalmamak için öyle davranmaya mecburdum."

"Anlatmak istemiyordun yani bana."

"Evet," dedi düşünmeye gerek duymadan. "Daha çok aklın karışmasın diye."

"Şimdi neden anlattın o zaman?" diye sordum gözlerinin içine bakarak. "Daha önce de çok defa sordum sana bunu ama hepsinde direndin, anlatmaktan kaçtın. Şimdi niye anlatıyorsun?"

"Çünkü artık bana güvenmeni istiyorum," dedi doğrudan ve gözlerimin içine bakarak. O an midemde garip bir his belirdi. Hızla atan kalbimin etkilediği küçük bir ağrı da denilebilirdi bu hisse ve aynı zamanda avuçlarımın da terlediğini hissettim. Tüm bu hisler aşırı terlememe neden olurken iyi hissetmek için derin bir nefes aldım ve Gökhan tüm bunlardan habersiz konuşmasını sürdürdü.

"Gözlerime şüpheyle bakmanı istemiyorum. Korkmanı, endişe etmeni istemiyorum. Her şeyi bil ve bana güven istiyorum."

Söyleyecek hiçbir şeyim olmadığından sessiz kaldım.

"Ela," dedi yumuşacık çıkan sesiyle. "Ben sadece sana yardım etmeye çalışıyorum. Seni kurtarmak istiyorum. Seni mutlu görmek istiyorum. Gözlerindeki o korkuyu silmek istiyorum." Sözleri, içimdeki o yoğun hisleri daha da güçlendirirken "Ben sadece senin için her şeyi yoluna sokmak istiyorum," diye devam etti konuşmasına. "Lütfen Ela," derken sesindeki o çaresizlik gözlerimi kaçırmama neden oldu. "Lütfen izin ver, yapayım."

Sözleri karşısında söyleyecek hiçbir şey bulamayıp yine sessizliğe sığındım ve kendimi bir şeyler söylemek zorunda hissetmemek için gözlerinden başka her yere baktım.

O ise buna fırsat vermeyip "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

Bu soru, işime gelmediğinden pek de memnun olmazken çaresizce yeniden gözlerimi ona çevirdim ve göz göze geldiğimiz ilk an derin bir nefes aldım. "Hala şaşkınım," dedim sadece ve bunun yeterli olmadığını düşünüp devam ettim. "Bir yandan polis olduğunu düşünüyorum, bir yandan yaşananları ve..." Sustum, nasıl devam edeceğimi bilemedim. O da bunu fark etti ve daha fazla bir şey sormadı. Ben ise sıkıntıyla iç geçirip "Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordum. "Bir katili koruyup hatta ona yardım edip birini gömdükten sonra polislik yapmaya devam edebilecek misin?"

Bu sorumla az önce kendinden emin olan hâli yok oldu ve cevap dahi veremedi.

"Sanırım cevabı sen de bilmiyorsun."

Sadece başını salladı, tek kelime etmedi.

O sırada aklıma karakolda olanlar geldi. "Karakolda ifade verdiğimizde nasıl oldu da bu durum ortaya çıkmadı? Polisler bunu neden fark etmediler?" diye sordum merakla.

"Fark ettiler, hatta Halit Başkomiser'in fark etmesine dahi gerek yoktu, biliyordu." Onu tanıdığını söylediğini hatırlayınca hiç şaşırmadım, bilmemesi garip olurdu zaten.

"Peki nasıl açıkladın bu durumu ona?"

"Sezgin bana ulaştı, bir süre koruması olmamı teklif etti, paraya ihtiyacım vardı, kabul ettim dedim, o da inandı. Sonra da sana polise ne anlat dediysem onları anlattım ve konu kapandı.

"Hiç sorgulamadan inandı mı gerçekten?" diye sordum, düşününce bu pek de mantıklı gelmiyordu çünkü.

"İnandı," dedi tereddüt etmeden. "Hatta bu yüzden sorgulamadı bile beni. Anlatacaklarımı anlattım, o da dinledi. Beni tanıdığı için inanması da daha kolay oldu sanırım." O konuşurken polis arabalarının sesini bir kez daha duydum, buradan gittiklerini anladım.

"Sanırım Tuna tutuklandı," diye mırıldandım.

Söylediğim şeyi duymuş olacak ki "O işler öyle olmuyor maalesef," dedi.

"Nasıl yani? Tutuklanmayacak mı şimdi?"

"Tutuklanması için önce gidip şikâyetçi olmamız lazım. Polisler şu an sadece onu oradan kurtarmaya geldiler."

Ne demek istediğini anladığım an "Ve biz ondan şikâyetçi olamayız, çünkü sen iki kişiyi vurdun ve sanırım bu yüzden de polisin gelmesini beklemeden oradan uzaklaşmak zorunda kaldık," dedim.

Başını salladı. "Aynen öyle."

"Yaptığı yanına kalacak yani?"

"Bizi kaçırdığı yanına kalacak ama eve gelip sana saldırması tabii ki yanına kalmayacak. O konuda saklamamız gereken bir şey olmadığı için gidecek ve şikâyet edeceksin. Hatta yarın ifade vermeye gidecekmişsin sanırım, Tuğba söylemişti. Onun için gittiğimizde bu konuyu da hallederiz. O şerefsizi almaya gelen de benim arkadaşım zaten, yarına kadar peşinden ayrılmayacak, kaçamaz yani, endişe etme."

"Peki," dedim tüm söylediklerine karşılık.

"Neyse, hadi biz de gidelim artık."

Gözlerimle onayladım onu ve yeniden etrafıma bakındım. Hâlâ sağa ve sola ayrılan o patika yolun başındaydık ve ben hâlâ hangi tarafın doğru yol olduğunu bilmiyordum. Bu yüzden yeniden ona döndüm. "Ne taraftan gideceğiz?"

Anında yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Az önce bir başına gidiyordun, bilmiyor muydun yolu?"

Gözlerimi kıstım, öldürücü bakışlar attım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun yine?"

"Yoo az önce nereye gittiğini merak ediyorum sadece."

"Nereye gideceğim? Düzgün bir yola çıkmaya çalışıyordum, ayrıca yolu da biliyorum ama hava çok karanlık olduğu için bir an karıştırdım," dedim geri adım atmak yerine ve yeniden patika yollara döndüm. Bir sağa bir sola bakıp "Yüzde elli şansım var," diye içimden geçirdim ve küçük bir risk alıp sanki gerçekten yolu biliyormuş gibi sağ tarafa doğru yürüdüm.

Fakat henüz birkaç adım atmıştım ki "O taratan değil yalnız," dedi Gökhan, olduğum yerde kaldım ve dudaklarımı ısırdım. Yüzde elli şansmış! Ben de şans olsaydı Sezgin'le tanışmazdım!

Ağzımın içinden söylenirken hiç bozuntuya vermeden yeniden ona baktım. "Biliyorum herhalde, dediğim gibi karanlık olduğundan aklım karıştı biraz," dedim yine geri adım atmak yerine ve artık doğru olduğundan emin olduğum için gayet rahat bir tavırla sola yöneldim bu kez de.

Çok uzaklaşmamıştım ki arkamdan gelmediğini fark edip duraksadım. "Neden gelmiyor bu?" diye içimden geçirirken ağır hareketlerle ona döndüm ve gördüğüm şeyle şaşkınca kaldım. Hâlâ onu bıraktığım yerde duruyordu. Ellerini arkasında birleştirmişti ve dudaklarında peyda olan küçük gülümsemesiyle bana bakıyordu. Olanlara rağmen bugün keyfi gayet yerinde gibiydi.

Şu an neden bu hâlde olduğunu, keyfinin nasıl bu kadar yerinde olduğunu hemen anlarken yalandan öksürdüm ve ilk başta seçtiğim sağ yolu gösterdim. "Doğru yol bu taraftı değil mi?"

Gülmemek için kendini tutuyor gibiydi. "Evet."

Oyuna düştüğümü anladığım ilk an sabırla derin bir nefes aldım ve sakince baktım gözlerine. Sakince bakmam yüzündeki o küçük gülümsemeyi yavaş yavaş soldurup ne olduğunu anlamak istercesine gözlerime bakmasına neden olurken hızla yere eğildim ve elime geçen ilk taşı aldım.

"Lan! Yine mi?" dediğinde taşı ona doğrulttum. "Bak sakın! Kızım şaka yaptım sadece!" dedi ama bu sözlerle de kendini kurtaramadı ve taşı fırlattım, taş bu kez karnına çarptı.

Canı hiç acımamış olacak ki zerre tepki göstermeyip işaret parmağını kaldırdı "Bak bu üç oldu!" dedi uyarıcı bir tavırla, ben de umursamaz bir tavırla omuz silktim. Bu umursamaz tavrımın onu kızdıracağını düşünürken yaptığı tek şey gülmek oldu. Bu, başta şaşırmama neden olsa da sonradan hoşuma gitti ve uzun zaman sonra böyle bir durumdayken bile mutlu olduğumu hissettim ama bunu gizlemek için de elimden geleni yaptım.

O, hâlime bakıp gülmeye devam ederken sağ tarafı gösterdim. "Emin misin, buradan mı?"

Başını salladı. "Eminim."

İster istemez "Yine mi beni kandırmaya çalışıyor acaba?" diye düşünürken "Bak gidiyorum," dedim.

Bu söylediğime de gülüp "Eminim," dedi keyifle.

"İyi," deyip daha fazla üzerine düşünmeden sağ tarafa doğru yürüdüm, zaten çok geçmeden kendisi de yanıma ulaşmıştı ve şimdi birlikte yürüyorduk.

"Arabada yol ortasında kaldı öyle," diye mırıldandım yürürken.

"Yarın bir ara hallederim ben, merak etme."

Hiçbir şey demedim, sessiz kaldım. Araba bana değil, Sezgin'e aitti ve eğer annesini çok azıcık da olsa tanıyorsam Sezgin'e ait her şeyin peşine düşerdi. Bu yüzden başına bir şey gelmemesi önemliydi. O pisliğin parasıyla ya da ona ait herhangi bir şeyle bir şeyler yaptığımı düşünmeleri sinirimi bozardı.

Hatta bunun düşüncesi bile sinirimi bozuyordu, bu yüzden kendimi o düşüncelerden kurtardım ve "Saat kaç oldu acaba?" diye sordum.

Gökhan kolundaki saate baktı. "On bir olmuş bile."

"Çok geç olmuş," deyip sıkıntıyla ofladım. "Tüm gün yaşamadığımız şey kalmadı, hayatımın en uzun günü oldu bugün," deyip tün gün olanları düşündüm ve düşündüğüm şeyler yüzümde alaylı bir ifade oluştu, hatta dayanamayıp kıkırdadım. Sonra da bunu yaptığım için anında kendimi mahcup hissettim. "Kusura bakma, sinirlerim bozuldu."

"Neden, ne oldu ki?"

Söyleyeceğim şeyin ona da garip geleceğini çok iyi biliyordum. "Bir gün içinde iki kere kaçırılan ilk insan olabilirim."

Bu söylediğim karşısında başta ciddi kaldı, sırf bu yüzden gerildiğimi bile hissederken gülmeye başlaması uzun sürmedi. O güldüğü an kendimi daha rahat hissettim ve bu kez zerre mahcubiyet hissetmeden ben de onunla güldüm. Ben güldükçe daha çok güldü, o daha çok güldükçe ben de gülmeye devam ettim.

Ta ki birkaç dakika kadar sonra gülmesini bir anda durdurana kadar, o aniden durmuş olsa da ben gülümsemeye devam ederken "Güzelmiş," dedi.

"Ne güzelmiş?" diye sordum hâlâ gülmeye devam ederken.

"Gülüşün," dediği an öylece kalakaldım, gülümsemem hafifçe soldu ve az öncekinin aksine kendimi gergin hissettim. Fakat işin garip tarafı bu gerginliğimin nedeninin söylediği şeyin aslında beni heyecanlandırmış olmasıydı.

Gökhan, bu heyecanımı ya da gerginliğimi fark etmiş olacak ki "Neyse," dedi ve konuyu değiştirdi. "Hadi gidelim, yolumuz uzun daha."

Bu, işime geldiğinden hiç sesimi çıkarmadan peşine takıldım ve birlikte epey bir sessizce yürüdük. Bu sessizliği bozan ise karnımdan gelen guruldama sesleri oldu. Bunu duyduğum an vücudumdaki tüm kan yanaklarıma hücum etti ve muhtemelen utançtan kıpkırmızı oldum. İçten içe Gökhan'ın duymamış olmasını dilerken gözlerinin beni bulmasıyla duyduğunu anladım.

Onun bakışı daha çok utanmama neden olurken ve "Muhtemelen bununla da dalga geçecek," diye içimden geçirirken gayet normal bir tavırla "Acıktın mı?" diye sordu.

Her ne kadar utansam da "Kahvaltı bile yapmadım," dedim.

Kaşlarını çattı. "Saat gecenin on biri ve sen kahvaltı bile yapmadığını mı söylüyorsun?"

"Bir şey yemeye fırsat olmadı. Neyse, hadi devam edelim yürümeye. Eve gidince yerim bir şeyler."

Uzatmak yerine "Hadi o zaman, bir an önce gidelim," dedi ve yürümeye devam ettik.

"Daha çok yolumuz var mı?" diye sordum merakla.

"Yol üzerinde bir petrol olacaktı, tam olarak nerede bilmiyorum ama çok uzak değil bence. Oraya ulaşırsak bir telefon bulur, taksi çağırırız."

"Keşke telefonu orada bırakmasaydık, taksiyi buraya çağırırdık."

"Öyle ama onun telefonun biz de olması iyi olmazdı, başımıza biraz daha iş alırdık."

Hiç böyle düşünmemiştim ama sanırım haklıydı. "Neyse zaten çok yolumuz kalmamış," deyip biraz daha hızlı yürüdüm, o da bana ayak uydurdu.

Epeyce sessizce yürüdükten sonra karnımda sızlamalar hissetmeye başlamıştım. Karın bölgemdeki morlukların olduğu yerler sızlıyordu ve yürümeye devam ettikçe de o sızlamalar artıyordu. Bu durumda onun da elinden bu konuda bir şey gelmeyeceğini bildiğimden ona söylemek, sızlanmak yerine sessizce yürümeye devam ettim.

Biraz daha yürüyünce ve ağrı artmaya başlatınca dayanamadım ve elimi karnıma koydum, yüzümü buruşturdum. Bu yüzden adımlarım da yavaşlamış ve sessizce ilerleyen Gökhan'ın bir adım gerisinde kalmıştım. Bunu fark etmiş olacak ki "Yoruldun, biliyorum ama..." diyerek bana döndü, elimi karnımda gördü ve "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim."

"Emin misin?"

Ondan saklamaya gerek duymayıp "Çok fazla yürüyünce karnım ağrımaya başladı biraz ama sorun yok, çok da önemli değil," dedim.

Gözlerini, endişe esir aldı. "Hâlâ iyileşmedi mi o yaralar?"

Afalladım. "Hâlâ derken? Sen biliyor..." Sormama gerek kalmadan cevapladı sorumu.

"O gün montunu düşürdüğünde ve eğilip alamadığında anlamıştım."

Gözlerinin içine öylece bakakaldım. Onun yüzünden bu kaçıncı şaşırışımdı? Daha kaç kere böyle şaşırtacaktı beni? Ve daha kaç kere söylemediklerimi bile anladığını, bildiğini fark edecektim? Her şey bir yana bu, neden bu kadar garip hissettiriyordu?

"Hatta ben o gün sana sordum, bana söylemek istediğin bir şey var mı dedim ama sen beni tehdit edip gittin." Sesi, sitem eder gibiydi.

O günü hatırlayıp derin bir nefes aldım. "O gün seni tanımıyordum," derken içimden "Aslında şimdi de seni tanımıyorum," diye geçirdim. "Böyle bir şeyi sana güvenip söyleyemezdim, çünkü bunu o duysaydı daha çok canım yanardı."

Sıkıntıyla iç geçirdi, sözlerimin onu öfkelendirdiğini anlamak zor olmazken sakin kalmak için de elinden geleni yaptığının farkındaydım ve şu an içinden de olsa Sezgin'e saydırdığına yemin edebilirdim.

Onun bu tavırları, içimdeki o garip hissin büyümesine neden olurken "Neden?" diye sordu bir anda. Ne sormak istediğini anlayamazken de daha açık oldu. "Ben gerçekten anlamıyorum, neden katlandın o adama? Neden kimseye söylemedin?"

Gözlerimi kaçırdım, hiçbir şey demedim.

"Benim aklım gerçekten almıyor Ela, bir insan neden böyle bir şeye susar ki?"

Gözlerim doldu, kirpiklerim ıslandı. Ona kendimi anlatmayı çok istedim ama bunu daha önce hiç yapmadığımdan nasıl yapacağımı bilemedim ve sessizliğe sığınmaya devam ettim. O esnada her ne kadar ona bakmıyor olsam da gözlerinin bende olduğunun ve cevap beklediğinin farkındaydım. Buna rağmen sessiz kalmaya devam ettim. İşte tam o anda bir ses duydum, ileriye doğru baktım.

Gördüğüm şeyle sevinçle "Kurtulduk! Araba geliyor," deyip yeniden ona baktım. Ne gelen araba umurundaydı ne de başka bir şey, şu an sadece benden alacağı cevap umurunda gibiydi. Her ne kadar bunun farkında olsam da değilmiş gibi davranıp yanından uzaklaştım, yola çıktım ve henüz çok uzakta olan arabaya el kol işareti yapıp durmasını sağlamaya çalıştım.

Fakat daha araba yanımıza yaklaşamadan Gökhan, kolumdan tutup beni geriye çekti. "Gel şöyle, karanlıkta fark etmeyip çarpacak şimdi," deyip yol kenarında durup kendisi arabaya el işareti yapıp durdurmaya çalıştı.

"Umarım durur da daha fazla yürümekten kurtuluruz," diye içimden geçirirken araba yavaşladı, ardından yanımıza ulaştı ama yanımıza durmadı, yanımızdan geçip birkaç metre ileriye durdu.

Sevinçle "Durdu!" deyip aceleci davrandım ve arabaya yaklaştım. O sırada şoför tarafının camının indiğini fark edip adımlarımı hızlandırdım, oraya ulaştığımda ise genç bir kadın gördüm.

Elimden geldiğince samimi görünmeye çalışarak "Merhaba, iyi geceler," dedim, o sırada Gökhan da gelmişti yanıma.

"İyi akşamlar," diye karşılık verdi kadın da. Kumral, kısa saçları olan, genç ve güzel bir kadındı.

"Biz yolda kaldık da bizi ilerideki petrole kadar götürebilir misiniz acaba? Oradan bir taksi bulmaya çalışacağız," diyerek araya girdi Gökhan.

Kadın, gözlerini ona çevirdi. Küçük de bir tebessüm etti ama her hâlinden belliydi tereddüt ettiği. Hayır demesinden korkup "Saatlerdir yürüyoruz, lütfen," dedim, kadın yeniden bana baktı.

Gökhan da kadının tereddütünü fark etmiş olacak ki "Aslında sadece telefonunuzu da kullanabiliriz, buraya bir yere çağıralım taksiyi ya da bir arkadaşımızı," dedi.

Kadın, daha fazla düşünmeye gerek duymamış olacak ki "Petrole taksi gelmez ama biraz daha ileride tesisler var, oraya gelir. İsterseniz oraya bırakayım sizi," dedi.

"Olur," dedim anında, bir an bile olsun düşünmedim. "Çok teşekkür ederiz."

Kadın sadece gülümsemekle yetindi.

"Binelim o zaman," dedim ve Gökhan'a hiç fikrini sormadan şoför tarafının arkasında kalan kapıyı açıp arabaya bindim. Gökhan da arkaya oturursa durum tuhaf olacağı için arabanın etrafında döndü ve gidip öne oturdu. O an istemsizce kendime kızdım. Neden aceleyle buraya binmiştim ki? Keşke öne otursaydım, umarım Gökhan kendini garip hissetmemiştir.

"Seda ben," diyerek kendini tanıttı kadın arabayı yeniden çalıştırırken.

"Gökhan," dedi Gökhan da sadece.

Sessiz kalmak garip duracağı için "Ela," dedim ben de, sesim az öncekinden çok daha kısık çıkmıştı.

"Arabanız nerede bozuldu? Yol üstünde hiç araba görmedim," dedi Seda.

İstemsizce dudaklarımı ısırdım, Gökhan ise soğuk kanlı bir tavırla "Bu yol üzerinde değildi, bağ evimiz var, o taraflarda bozuldu ve maalesef ikimizin de şarjı bitmişti, kimseye ulaşamadık," dedi.

Seda, anladım dercesine başını salladı ve meraklı bir tavırla "Evli misiniz?" diye sordu.

Bu soru neden geldi pek anlamazken telaşla "Hayır," dedim, Gökhan gözünün ucuyla arkasına baktığında ise göz göze geldik. "Arkadaşız sadece," diye ekledim.

"Anladım," dedi Seda.

"Siz nereden?" diye sordu Gökhan, sanki konunun değişmesini istiyor gibiydi.

"Arkadaşlarımla günü birlik bir piknik yaptık, oradan dönüyorum. Onlar kaldılar orada, ben yarın işlerim olduğu için dönmek zorunda kaldım," dedi ve güldü. "İyi ki de dönmüşüm, size rastladım."

Gözlerimi kıstım, Gökhan'a imalı bir şey mi söylemişti o? Yok canım neden öyle bir şey yapsın ki?

"Şanslıymışız," dedi Gökhan.

"Ben daha şanslıyım bence," dedi Seda ve yine güldü, yok yok ciddi ciddi imayla bir şeyler söylemeye çalışıyordu, hatta çalışmıyor bayağı söylüyordu.

Kaşlarımı çattım, kollarımı göğsümün altında birleştirip arkama yaslandım. Sessizce durmaya ve bir Gökhan'a bir Seda'ya bakıp konuşmalarını dinlemeye devam ediyordum.

"Bahsettiğiniz tesisler çok uzakta mı?" diye sordu Gökhan.

"Beş kilometre olmalı," dedi Seda ve ekledi. "Yürüyerek saatler sürebilirdi."

Gökhan, "Öyle," dedi sadece ve neredeyse tüm yol botunca böyle şeylerden konuşup durdu, sohbet etti, hatta samimiyeti bile ilerlettiler. Bahsedilen tesislere ulaştığımızda ise maalesef ki hoş sohbetleri bölünmek zorunda kalmıştı.

"Bir taksi bulabileceğinizden emin misiniz? Eğer isterseniz şehre beraber gidebiliriz," dedi Seda.

Gökhan, konuşacak gibi olduğunda izin vermeyip ona cevap veren ben oldum. "Gerek yok, biz hallederiz gerisini. Buraya kadar getirdiğiniz için çok teşekkür ederiz ama."

"Peki, siz bilirsiniz."

"Hoşça kalın," dedim ve Gökhan'ın bir şey demesini beklemeden arabadan indim, ben indiğim hâlde o inmedi, çünkü Seda ona bir şeyler söyledi ve fark ettiğim kadarıyla o da ona cevap verdi.

En sonunda yeni arkadaşından ayrılıp da arabadan indiğinde yanıma geldi, o sırada Seda'nın arabası da uzaklaştı yanımızdan.

"Sen iyi misin?" diye sordu.

"İyiyim, dinlenmek iyi geldi."

"Ondan bahsetmiyorum, biraz sinirli gibisin de."

"Yoo, ne alakası var? Neden sinirleneyim ki?" diye sordum telaşla.

"Bilmem, kız bize yardım ettiği hâlde ters davrandın da."

"Ters falan davranmadım, teşekkür ederek indim arabadan, duymadın mı?"

"Duydum da..." Devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

"Ay özür dilerim ya," dedim yalandan üzgün bir tavırla. "Sen birlikte gitmeyi düşünüyordun herhâlde, ben de hiç sana sormadan indim, bu yüzden bozuldun galiba?"

Derin bir nefes aldı. "Bozulmadım Ela, ayrıca öyle bir niyetim yoktu, izin verseydin eğer ben de aynı şeyi söyleyecektim."

"Hiç öyle görünmüyordu ama," dedim imayla. "Bayağı iyi anlaştınız ya hani? Ondan bahsediyorum." Konuşacak gibi oldu ama izin vermedim. "Bence çok beğendi seni."

Anında yüz ifadesi değişti. "Saçmalama istersen, ne alakası var? Kadın sohbet ediyordu sadece."

"Evet, sadece seninle ama."

Yüzünde anlamsız bir keyif peyda oldu. "Sen buna mı kızdın?"

"Ya neden kızayım ben böyle bir şeye? Sadece gördüğümü söylüyorum, kadın seni beğendi ve ilgilendi. Hem niye bu kadar büyük tepki veriyorsun ki? Gayet normal bir durum bu, olabilir yani." Tüm sözlerimi yüzündeki o ifadeyle dinliyordu. "Ayrıca ben konuşmayı hiç sevmem, bu yüzden sohbete dahil olmadım, başka bir nedeni yok."

"Belli," dedi son söylediğim şeye karşılık.

Kaşlarımı çattım. "Belli olan ne? Sen bir şey mi ima etmeye çalışıyorsun?"

"Ben bir şey ima etmeye çalışmıyorum da acaba sen böyle şeyleri bahane ederek sinirini benden çıkarmaya çalışıyor olabilir misin?"

"Hıh!" diye güldüm kısacık. "Ben sinirli değilim ki."

Dudakları yana kıvrıldı. "Belli," dedi bir kez daha. "Çok sakinsin hatta."

"Bence biz bir an önce bir taksi bulalım ya da çağıralım," dedim sırf konuyu değiştirmek için.

"Önce yemek yiyelim."

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Gerek yok, birazdan evde oluruz zaten, orada yeriz."

"Hiç sinirli değilsin gerçekten," diye mırıldandı ağzının içinden.

Söylediği şeyi gayet net duyduğum hâlde "Anlamadım, ne dedin?" diye sordum.

"Eve kadar dayanamam, çok acıktım. Sen istersen yeme ama ben yiyeceğim," dedi ve önden yürüdü.

"E taksi ne olacak?" diye seslendim arkasından.

Dönüp bakmadan "İçeride bir telefon bulur, çağırırız. O gelene kadar da ben yemeğimi yemiş olurum," dedi ve yürümeye devam etti.

Dudaklarımı ısırdım, gözümün ucuyla karnıma doğru baktım. Açlıktan bayılmak üzereydim. "Madem öyle, ben de yiyeyim bir şeyler ya," diyerek önce kendimi ikna ettim, ardından da arkasına bakmadan giden Gökhan'a baktım.

"Hey! Beni de bekle, ben de yiyeceğim," dedim ve koşarak yanına ulaştım.

"Hayırdır, fikrini mi değiştirdin?" diye sorarken tesisin içerisinde yer alan restoranlardan birine girmiştik.

"Madem mecburen bekleyeceğiz, hiç değilse aç aç beklemeyelim."

"İyi bakalım," derken de boş bulduğu bir masaya oturdu, ben de hemen karşısına.

Zaten birkaç saniye içinde de garson yanımıza gelmişti. "Hoş geldiniz efendim, ne arzu edersiniz?"

Hiç çekinmeden "Var olan en güzel ve en doyurucu yemeği," dedim.

Garson güldü, Gökhan ise hafifçe sırıtıp başını önüne eğdi.

"Peki," dedi garson ve Gökhan'a baktı. "Beyefendi siz?"

Gökhan başını kaldırdı, hâlâ alttan alttan sırıtıyordu. "Aynısından."

"Hemen getiriyorum," dedi garson ve uzaklaştı yanımızdan.

O giderken Gökhan'la göz göze geldik. "Ne, ne bakıyorsun öyle? Acıktım işte," diye söylendim.

"Bir şey demedim Ela, bakıyorum öyle sadece."

"Öylesine bir bakış değil ama o."

Arkasına yaslandı, kollarını göğsünün altında topladı ve gözlerini üzerime dikti. "Nasıl bir bakışmış peki?"

Bu tavrı, ister istemez gerilmeme neden olsa da içimden geçirdiğim şeyi söylememe engel olmadı. "Tam olarak 'Öyle şey mi denir? Rezil!' dercesine bir bakıştı."

Güldü. "Aklımın ucundan bile geçirmedim böyle bir şeyi," dedi ve gülümsemeye devam ederken hafice bana doğru eğildi, bir sır veriyormuş gibi fısıldadı. "Ve emin ol, şu an gerçekten ne düşündüğümü, aklımdan neyi geçirdiğimi hiç bilmek istemezsin."

Kendimi hafifçe geri çekip koltuğa sinerken "Ne geçiyor ki?" diye sordum fısıltı gibi çıkan sesimle.

Soruma cevap vermek yerine "Ben bir telefon bulayım en iyisi," dedi ve ayağa kalktı. "Taksi işini halledelim," dedikten sonra da yanımdan ayrıldı.

Tuttuğum nefesimi bırakıp ardından da derin bir nefes aldım ve "Ne ima etti şimdi bu bana? Ne düşünüyor olabilir ki?" diye sordum kendi kendime ve tam o sırada masada duran ekmek sepetini görüp "Ay ekmek!" dedim heyecanla ve hızla bir dilim ekmek aldım, bir parça kopardım, yedim. Sonra da bu bir parçayla yetinmeyip Gökhan yanıma dönene kadar o bir dilim ekmeği yiyip bitirdim. Ardından ikinci ve üçündü dilimi de yedim ama hâlâ sanki hiçbir şey yememiş gibi açtım.

Her ne kadar yemeye devam etmek istesem de Gökhan'ın yanıma döndüğünü fark etmek, bunu yapmama engel oldu ve sanki hiçbir şey yememiş gibi oturmaya devam ettim.

Gökhan karşıma oturduğunda ise "Halledebildin mi?" diye sordum merakla.

"Ettim, yakınlarda taksi durağı varmış zaten, yirmi dakikaya biri gelir dediler."

Rahat bir nefes aldım. "Eve dönebileceğiz yani," dedim ama dememle birlikte evde beni bekleyenleri hatırladım, bütün heyecanım yok olup gitti. Fakat bunu elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım ve işte tam o sırada aklıma çok başka bir şey geldi. Benim, param yoktu ki... Bunu hatırladığım an dudaklarımı ısırdım.

Gökhan bu yaptığımı fark edip "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Hafifçe ona doğru eğildim, merakla ve sanırım refleksle o da bana doğru eğildi, gayet ciddi bir yüz ifadesiyle söyleyeceklerimi bekledi.

"Bir şey söyleyeceğim ama sakın beni yanlış anlama, tamam mı?"

Başını salladı. "Tamam, söyle bakalım."

"Şey," dedim ve utanıp sustum ama söylemem gerekiyordu, çünkü benim gibi onun da yanında para yoksa başımıza bela alırdık. Ne de olsa o da benimle birlikte kaçırılmıştı ve onun da yanında benim gibi hiçbir şey olmayabilirdi.

"Şey ne? Söylesene Ela," dedi, kötü bir şey olduğunu düşünüyor gibiydi.

Utançla "Benim yanımda para yok," dedim.

Kaşlarını çattı. "Yani?"

"Yemek yiyeceğiz ya hani? Bedava vermiyorlardır herhâlde," dedim alayla.

"Hı," dedi yeni anlamış gibi ve arkasına yaslandı. "Hiç mi yok?" diye sordu.

Kaşlarımı hayır anlamında kaldırırken dilimi damağıma çarpıtarak cıkladım. "Yok valla, kaçırılırken durun ben bir çantamı alayım diyemedim."

Gülecek gibi oldu ama kendine engel olmayı da başarıp "O zaman şey yapalım," dedi.

"Ne?" diye sordum.

"Ben gidip yemeği tek kişiliğe indireyim, madem senin paran yok, sen yeme."

Duymayı beklediğim son şey bile bu olmadığından şaşkınca kalırken dudaklarımı da hafifçe büzdüm.

O ise gayet rahat bir tavırla ekmek sepetini hafifçe önüme ittirdi. "Sen de birkaç dilim ekmek ye, eve kadar idare eder o seni. Az önce götürüyordun zaten."

Gözlerim irileşti. "Sen onu gördün mü?" diye sorarken utançtan ölmek üzereydim.

"O manzarayı görmemek mümkün müydü sence?" diye alayla sormasıyla dalga geçtiğini anlamam ve önümdeki peçetelikten bir tane peçete çekip almam, sanki bir işe yarayacakmış gibi ona fırlatmam bir oldu.

"Pislik!" deyip arkama yaslandım, kollarımı göğsümü altında toplayıp yüzümü astım.

"Tamam tamam asma yüzünü, dalga geçmiyorum, takıldım sadece biraz," dedi gönlümü almak için, ben de hemen yumuşayıp tatlı tatlı gülümsedim ona. "Ama yemek konusunda ciddiydim, bir kişiye indireyim ben onu."

Anında gülümsemem soldu ve "Valla mı?" diye sordum istemsizce.

Bunu duyduğu an daha çok güldü, gülerken kısılan gözlerine bakarken arkasına yaslandı. Bir yandan mutlu olduğumu hissederken bir yandan da bunu gizleme çalışıp yalancı bir kızgınlıkla baktım ona. "Uğraşma artık benimle! Resmen dakika başı alay ediyorsun benimle ya! Yazık değil mi bana?"

"Yazık mı?" diye sordu.

"Yazık tabii ki," deyip kendi soruma kendim cevap vermiş oldum. "Her seferinde salak gibi hissediyorum kendimi."

Bu kez sesli bir şekilde güldü, keyfi gayet yerindeydi.

Bozulmuş bir tavırla baktım gözlerine. "Salak hissetmemin seni bu kadar mutlu edeceğini tahmin edememiştim, insan bir estağfurullah falan der." Ben konuşurken gülmeye devam ediyordu hâlâ. "Farkında mısın bilmiyorum ama ben gülmüyorum."

"Gülmek istiyorsun ama," dedi anında, bir kez daha karşısında öylece kalakaldım. Çünkü bir kez daha ne hissettiğim konusunda doğru tahminde bulunmuştu.

Böyle düşünüyor olmama rağmen yalandan öksürüp "Gülmek istesem gülerdim," dedim ve bir kez daha arkama yaslandım, kollarımı da göğsümün altında topladım. Hatta bu kez başımı çevirip hemen yanında oturduğum camekandan dışarıya baktım, tesiste mola verenleri izledim. Bun yaparken onun hâlâ bana baktığının farkındaydım, hatta görüyordum da. Camekandaki yansımasından...

"Ela," dedi ona bakmam için.

Bu yüzden inat edip bakmadım ona. "Efendim."

"Ekmek lezzetli miydi?" diye sormasıyla gülme isteği bastırdı ve ben yine kendime engel olmaya çalıştım. Hatta gülmemek için dudaklarımı birbirlerine bastırdım, yanaklarımı ısırdım kendimi zorladım ama en sonunda dayanamadım, yeniden ona bakıp içimden geldiği gibi gülmeye başladım. O da bana eşlik etmekten hiç çekinmedi.

Gülerken "Bayattı," dedim, bunu dememle daha çok güldüm. "Ama çok açtım umurumda bile olmadı."

Bu söylediğimle daha çok güldü ve "Ağzında ceviz biriktiren sincap gibi görünüyordun," dedi.

Saklamaya gerek duymayıp "Sen gelmeden yiyebildiğimi yemeye çalışıyordum," dedim ve elimi gülerken kasılan karnıma koydum, o sırada bize doğru gelen garsonu fark ettim. "Garson geliyor," deyip gülmeme engel olmaya, kendimi toparlamaya çalıştım. O da aynı şeyi yaparken garson yanımıza geldi ve salataları bıraktı. Peşinden gelen garson da yemeklerimizi ve içeceklerimizi bıraktı. İkisi de uzaklaşırken teşekkür ettik.

"Hadi bakalım, ekmekten yer kaldıysa biraz da düzgün bir şeyler ye," dedi.

"Kaldı kaldı," dedim heyecanla ve yemeye başladım, o da benden sonra başladı.

İkimiz de bir güzel karnımızı doyurduktan sonra ve mecburen o tek başına hesabı ödedikten sonra belki de hayatımın en güzel yemeğini yediğim restorandan ayrıldık. Ve çok iyi biliyordum ki hayatımda yediğim en güzel yemek olduğunu düşünmemin nedeni, yemeğin lezzetiyle ilgili değildi.

Restorandan çıktıktan sonra bizim için gelen taksiyi bulduk, bindik. Yine önde oturan Gökhan, taksiciye gideceğimiz yeri anlatırken elimi ağzıma bastırıp esnedim. Tüm günün yorgunluğunun üzerine güzel bir yemek yemek, üzerime ağırlık çökmesine ve uykumun gelmesine neden olmuştu ama neyse ki eve kadar uyumamayı başarmıştım.

Yine mecburen taksinin ücretini tek başına üstlenip öderken arabadan indim, o da peşimden indiğinde ve taksi uzaklaştığında yanıma geldi.

"Çok teşekkür ederim," dedim gözlerine bakarak.

"Ne için?"

"Bugün olan her şey için. İki defa hayatımı kurtardığın, her konuda bana yardım ettiğin, her şeye katlandığın, yanımda olduğun, gerçekleri anlattığın ve yemek ısmarladığın için teşekkür ederim," dedim ve içimden de olsa ekledim.

"Ve tüm bu olanlara rağmen beni güldürdüğün, mutlu ettiğin için."

"Ben de teşekkür ederim," dedi.

"Ben, bana teşekkür edeceğin hiçbir şey yapmadım ki."

"Yaptın," dedi anında ve derin bir nefes aldı. "Yanında olmam için izin verdin bana."

Gülümsedim, bunun onun için neden bu kadar önemli olduğunu anlayamıyordum. "Neden..." deyip soracakken ileride duran kişiyi gördüm, öylece kalakaldım.

"Ne oldu? Nereye bakıyorsun öyle?" diye sorup arkasını döndü ve o da aynı kişiyi gördü. "Siktir!" diye küfretti ağzının içinden. "Doğru ya o da tanıyor o kadını," diye düşünürken yeniden bana döndü. O sırada kadın da bize doğru geliyordu. Sezgin'in sevgilisi yani...

"Ne işi var bu kadının burada?"

Gökhan'ın bu sorusuyla kaşlarımı çattım. "Bunu bana mı soruyorsun gerçekten?"

"Sen de haklısın," dedi ve sıkıntıyla ofladı.

"Bakıyorum da Sezgin'in ortalardan kaybolması işine gelmiş gibi, gayet rahatsın," diyerek yanımıza geldi Gönül.

"Git buradan, seninle uğraşamayacağım," dedim, bütün keyfim bir anda kaçmıştı ve bunun nedeni kıskançlık falan değil, öfkeydi.

"Maalesef bir süre daha uğraşmak zorundasın," dedi, Gökhan kenara çekilmiş, müdahale etmek istemiyor gibiydi. Haklıydı da.

Gönül'ün bu söylediğine rağmen onu duymamış gibi yapıp Gökhan'a baktım ve "Ben içeriye girsem iyi olacak," dedim.

Başını salladı. "İyi geceler."

Kapıya yöneldim ama daha birkaç adım atmışken Gönül'ün söylediği şeyi duyup duraksadım. "Polise beni anlatmışsın."

Sabırla derin bir nefes aldım, ona döndüm. "Her şeyi bilmek istediler, ben de her şeyi anlattım."

Söylediğime karşılık bir şey demek yerine "Onun başına bir şey geldiğini düşünüyorum," dedi.

"Bunu bana değil, polise söyleseydin o zaman."

"Söyledim zaten."

"O zaman neden buradasın?"

"Anlamak için."

Sıkıntıya ofladım. "Neyi?"

"Düşündüğüm şeyin doğru olup olmadığını."

"Buraya gelerek mi onun başına bir şey gelip gelmediğini anlayacaksın?"

Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Hayır, senin yüzünden mi değil mi onu anlayacağım sadece."

Kaşlarımı çattım, sessiz kaldım.

"Çünkü onun başına senin yüzünden bir şey geldiğini düşünüyorum."

Bu sözlerin umursayacak ya da bu sözler yüzünden korkacak değildim. Bu yüzden de "Ee sonuç? Benim yüzümden miymiş? Anlayabildin mi?" diye sordum alay ederek.

"Anladım," dedi öfkeyle. "Buraya kadar gelirken de saatledir seni burada beklerken de bu benim için küçük bir ihtimaldi ama şimdi emin oldum, onun başına senin yüzünden bir şey geldi."

Alay edercesine baktım gözlerine. "İyi, yarın gidip bunu da anlat o zaman polise. Nereden anladın diye sorarlarsa da hissettim dersin onlara, umarım delinin biri olduğunu düşünmezler," deyip yeniden ona arkamı döndüm ve Gökhan'la göz göze geldim.

Susmak yerine konuşmam, kendimi ezdirmemem hoşuna gitmiş gibiydi. Zaten sanırım tam da bu yüzden müdahale etmiyordu.

"Bu işin peşini bırakmayacağım Ela."

Sinirlenip ona baktım. "Elinden geleni ardına koyma, benim korkacağım hiçbir şey yok." Yapmaya çalıştığım tek şey; rahatlığımla aklını karıştırmaktı.

"Güzel, buna sevindim," derken o da alay ediyor gibiydi. Bu yüzden daha fazla konuşmak istemeyip gidecekken bir kez daha konuşarak engel oldu bana. "Bilmen gereken bir şey daha var."

Bir kez daha sabırla derin bir nefes aldım. "Senin hakkında bilmem gereken ne olabilir ki?"

Gururlu bir ifade oluştu yüzünden ve hemen ardından ellerini karnının üzerine koydu, kendinden emin bir tavırla gözlerimin içine bakarak benim de Gökhan'ın da hikâyesini tümüyle değiştirecek olan o cümleyi kurdu.

"Hamileyim, Sezgin'le bir bebeğimiz oluyor."

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum <3

Ay bunlar çok tatlı olmadılar mı sizce de ahahahhaaajska son kısımları yazarken aşırı güldüm :)

Sizce Gönül'ün hamile olması hayatlarında neleri değiştirecek?

Peki Gökhan'ın polis olması :) Bazılarınız tahmin ediyordu zaten bunu, tahmin edemeyen var mıydı?

Yeni bölümde neler olacak dersiniz?

O zaman bir sonraki bölümde görüşürüz, sevgiyle kalın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%