Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7.BÖLÜM "GEÇMİŞTE YAŞANANLAR"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Demi Lovato - Heart Attack

7. BÖLÜM "GEÇMİŞTE YAŞANANLAR"

Duyduğum şeyin şaşkınlığını tüm uzuvlarımda hissederken bu şaşkınlıkla Gönül'ün gözlerine bakmaya devam ediyordum. Doğru mu duydum, yoksa yanlış mı anlamaya çalışırken Gönül, sanki çok normal bir şey söylemiş ve çok iyi bir şey başarmış gibi karşımda gururla duruyordu. Sanki bir savaştaymışız da kendi kazanmış gibi gururlu görünüyordu hatta.

Benden bir şey duymamak, canını sıkmış olacak ki "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.

Şaşkınlığımı da ona olan öfkemi de bir kenara bıraksam da söyleyebildiğim ilk şey "Anlamadım?" oldu. "Ne dedin sen?"

"Hamileyim," diye yineledi, eli hâlâ karnının üzerindeydi, yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı ama bu gülümsemeye rağmen kendisine bir şey yapacağımı düşünüyor olacak ki gergindi de. Her ne kadar bunu saklamaya çalışsa da gözleri, kendini ele veriyordu.

Ona daha fazla bakmak istemeyip gözlerimi Gökhan'a çevirdim ve onun da şaşırmış olduğunu gördüm ama benim aksime bu durumu pek de umursamış gibi durmuyordu, hatta bayağı ilgilenmiyordu.

Ben daha bunu düşünürken birinin "İnanamıyorum!" dediğini duydum ve kapıya doğru baktım, Nesrin Hanım'ı gördüm. Sanırım o da her şeyi duymuştu.

Nesrin Hanım, neşeli bir tavırla evden çıktı ve Gönül'ün yanına gitti. O an acaba daha önce tanımışlar mıdır yoksa ilk kez mi birbirlerini görüyorlar diye sormadan edemedim.

Ve bu sorumun cevabını Gönül'ün dudaklarından dökülen soru verdi. "Siz kimsiniz?" Bu soruyla anladım ki tanışmıyorlardı.

"Sezgin'in annesiyim ben," diye tanıttı kendini Nesrin Hanım ve sordu. "Gerçekten hamile misin?"

Gönül heyecanlanmış gibiyken "Hamileyim," dedi ve gülümsedi. "Babası da oğlunuz."

Bu cümlenin hemen ardından Nesrin Hanım, keyifle güldü. "Harika!" dedi gülerken, tepkisi karşısında şaşırıp kaldım. "Babaanne oluyorum!"

Nesrin Hanım'ın bu durum karşısındaki umursamazlığı sinirimi bozarken Sinem de Gönül'ün yanındaki yerini aldı. "Ben şimdi hala mı oluyorum?"

Daha fazla dayanamadım ve göz devirdim. "İnanamıyorum size!" dedim çok umursayacaklarmış gibi sitemkâr bir tavırla.

Hepsinin gözleri bir anda beni buldu ve Nesrin Hanım, nispet yaparcasına tam olarak neye inanamıyorsun?" diye sordu. "Bir torunum olduğuna mı yoksa buna sevindigimize mi inanamıyorsun?"

Her ne kadar sinirli olsam da dudaklarım, alayla yana kıvrıldı. Bir kez daha anladım ki karşımda, gerçekten aşağılık insanlar vardı ve bu düşüncemi, yüz ifademle belli etmekten hiç çekinmedim.

"Yazık," dedim alaylı bir tavırla ve onlarla daha fazla muhatap olmak istemeyip gözlerimi Gönül'e çevirdim. "Umurumda bile değilsin." Kaşlarını çattı. "Hamile olman da diğer hiçbir şey de umurumda değil! Bir gün Sezgin dönerse derdini onunla halledersin! Bir daha sakın bu evin önüne gelme!"

Umursamaz tavrım, sinirlerini bozar gibiyken gözlerinin içine alayla bakmaya devam ettim. Amacım, onu biraz daha sinir etmekti. Başarılı da oldum, öfkelendi ama bu da umurumda olmadı. Buraya geliş nedeni, bu haberi vermek olmadığı çok belliydi. Tek derdi beni üzmekti, bunu başaramamak da onu kızdırmıştı. Ama bilmiyordu ki böyle bir şeyle beni üzemezdi, mümkün dahi değildi. Her şeyi geçtim, onun hamile olması da pek olası değildi.

Daha fazla karşılarında durmak istemeyip "Ne hâliniz varsa görün," dedim ve onlara arkamı döndüm, Gökhan'la göz göze geldim. Duvara yaslanmış, dikatle bana bakıyordu. Büyük bir tepki vermemiş, üzülmemiş olmamdan dolayı gayet memnun gibiydi.

Bunu fark edince gülümsedim ona, o da bana hafifçe ona gülümsediğinde yanından ayrıldım, bahçeye girdim ve duraksadım, söylediklerini düşünmeden edemedim. Acaba doğru söylüyor olabilir miydi? Gerçekten hamile midir ki? Hayır, bu mümkün değildi ki. Demek ki yalan söylüyordu ama ortaya çıkacağını bildiği bir yalanı da neden söylesin ki? Bu, hiç mantıklı değil.

"Karnı da şiş gibiydi sanki," diye mırıldandım ve sıkıntıyla ofladım. "Demek ki gerçekten hamile ama bu mümkün değil ki."

Kendi kendime konuşmaya devam ederken bir yandan da yürüdüm, eve girdim ve doğrudan üst kata yöneldim. Gönül'ün, Sezgin'den hamile olmasına bir türlü inanamazken yatak odasına ulaştım, odaya girdim ve kilitledim.

İşte tam o an durup "Gerçekten hamile gibi ama babası Sezgin olamaz, demek ki o da Sezgin'i aldattı," diye mırıldandım bir kez daha ve yüzümü buruşturdum. "Çok iğrenç."

Düşündüğüm şeyin gerçek olma ihtimali, midemi bulandırırken pencereye gittim ve dışarıya baktım, hâlâ orada olduklarını gördüm. Gökhan ise yanlarından ayrılmış, görünürlerde yoktu. Onları izlediğimi, bu durumun beni etkilediğini düşünüp keyiflenmelerini istemeyip pencerenin önünden uzaklaştım, perdeyi de çektim.

Odanın ortasında öylece dururken istemsizce gardıroba doğru yürüdüm, açtım ve diz çöküp gardırobun altındaki kasaya baktım. Derin bir nefes alıp şifresini yazdım ve açılan kasanın içindeki dosyayı aldım. Ardından da yeniden ayağa kalkıp yatağın kenarına oturdum.

Dosyayı açtım, ilk sayfayı geçip diğer sayfada durdum ve elimdeki raporu aylar sonra bir kez daha inceledim. Bu rapora göre Sezgin'in doğal yollarla baba olmasının, bir çocuğunun olmamasının mümkünatı yoktu ama o kadın karşıma geçmiş, babasının Sezgin olduğunu söylüyordu.

Derin bir iç çektim, raporu incelemeye devam ettim. Aslında benim için her şey bu rapordan sonra başlamıştı.

Hatırladığım şeylerle gözlerim doldu, elimdeki dosyayı istemsizce sıktım ve her ne kadar istemesem de gözümden bir damla yaş aktı.

O, baba olmak isteyen bir adamdı. Evlendiğimizde her şey yolunda olsa da bir süre sonra bu isteği aramızdaki her şeyin önüne geçmişti ve çoğumuz olmadığı için beni suçlar olmuştu. Kısacası, şiddete ilk olarak psikoloji şiddetle başlamış, kendimi yetersiz hissetmeme neden olmuştu. Sırf bu histen kurtulmak için tedavi olmam gerektiğini düşünmüş, hastaneye gitmiştim ve doktorun bana söylediği tek şey, anne olmama engel hiçbir şeyin olmadığı, gayet sağlıklı olduğumdu.

Bu, beni hem sevindirmiş hem de onun bana hissettirdiği yetersizlik hissinden kurtarmıştı beni. Bunu öğrendiğim o gün, gayet mutlu bir şekilde dönmüştüm eve ve bunu onunla paylaşmıştım. Sevineceğini, yeniden umutlanacağını ve her şeyin eskisi gibi olacağını düşünmüştüm ama maalesef her şey tam aksi yönde ilerlemişti.

Anne olmak için hiçbir sağlık sorunumun olmaması, pek de hoşuna gitmemişti. Çünkü bu, onun bir sağlık sorunu olduğu anlamına geliyordu. Ki öyle de olmuştu, zar zor ikna edip onu da hastaneye gitmeye ikna edebilmiştim ve gittiğimiz o gün anlamıştık ki o çok istediği çocuğun olmamasının sebebi, onun bir sağlık sorununun olmasıydı.

Bunu öğrendiğimiz gün her şey bir daha mahvolmuştu, kendini tamamen kaybetmişti. Kendi hastalığı yüzünden beni suçlamıştı. Belki de tek derdi bu hastalığı benim, bir kadının, biliyor oluşuydu. Çünkü bunu bilmiyorken kolaylıkla karşıma geçip gözlerimin içine bakarak her şeyden beni suçlayıp içini rahatlatabiliyordu. Fakat ben öğrendikten sonra bunu yapamamaya ve başlamıştı, bu yüzden de başka şeylere başvurmaya başlamıştı.

Bana vurmak, eziyet etmek, canımı yakmak gibi...

Bununla da yetinmemiş, başka bir kadına gitmişti ve o kadın hayatına girdiğinde benim canımı daha çok yakmaya başlamıştı. Aslında bu hastalığı yüzünden, bu hastalığını bilmem yüzünden yanımda erkek gibi hissedemiyordu kendini ve hissedebilmek için gücünü bana kanıtlamaya, hastalığını bilmeyen başka bir kadına giderek kendini daha iyi hissetmeye çalışıyordu.

Bunlar benim düşüncelerim değildi, ben hiçbir zaman kadar bu kadar aşağılıkça düşünen bir kadın değildim, olmamıştım da. Bu onun düşünceleriydi, bu sözler bizzat onun dudaklarından dökülmüştü. Bir gece sarhoşken eve geldiğinde tüm bunları söylemişti bana ve o gün, biraz daha nefret etmiştim ondan.

Düşüncelerim, giderek yoğunlaşırken gözyaşlarıma daha fazla hâkim olamadım ve akmaya başladılar. Ağlıyor olmak, sinirlerimi bozarken daha fazla burada böyle oturmak istemedim ve dosyayı yeniden kasaya koyup banyoya girdim. Biraz olsun rahatlamak için güzel bir duş alıp saçlarımı kuruladım ve banyodan çıktım. Dolaptan pijamalarımı alıp giydikten sonra pencereye gittim, dışarıya baktım ve kimselerin olmadığını gördüm. Sanırım Gönül gitmişti, diğerleri de eve girmiştir herhâlde.

"Umarım burada oldukları sürece sorun çıkarmazlar," diye mırıldanıp pencerenin önünden çekildim, yine yatağa girmek istemeyip koltuğa sırtüstü uzandım.

Ne yapacaktım şimdi ben? Gönül'ün yalan söylediğini, Sezgin'den hamile olamayacağını ortaya çıkaracak mıydım? Ama şimdilik bunu yapmak için bir nedenim yoktu ki, hem ne kadar ileriye gideceğini de çok merak ediyordum. Ayrıca yalan söylediğini istediğim her an kanıtlayacak belge elimdeyken acele etmeye lüzum yoktu. Belki bu durum işime bile yarayabilirdi. Bu yüzden bu konuyu şimdilik geri plana itmek, benim için en doğrusu gibiydi.

Aldığım bu kararla zihnimden o kadına ait tüm düşüneceleri attım, işte o an aklımda kalan sadece Gökhan oldu ve istemsizce tebessüm ettim. Tüm gün olan o kadar şeye rağmen onu hatırlayınca gülümsemek istiyordum. Çünkü onu hatırladıkça kendimi mutlu hissediyordum ve bunun nedenine dair hiçbir fikrim yoktu.

Bu his, kendimi garip hissetmeme neden olurken gülümsemeye devam ediyordum. Bu gülümsemeye engel olmak hiç içimden gelmezken yan döndüm, pikeyi üzerime çektim ve uyumaya çalışmaya devam ettim. Tüm günün yorgunluğu yüzünden de zaten uykuya dalmak, çok uzun sürmemişti.

***

Sırtımdan soğuk bir ter aktığını hissederken gözlerimi araladım. Uzun zaman sonra ilk kez uykumu almış gibi hissediyordum. Bu his, aynı zamanda kendimi dinç de hissetmeme neden oluyordu.

Gözlerimi tamamen açarken sırtüstü pozisyona geldim, uzanıp telefonumu aldım ve saatte baktım, gördüğüm şeyle afalladım. Çoktan öğlenin on ikisi olmuştu bile. Nasıl bu kadar çok uyuduğumu anlayamazken doğruldum. Aklıma gelen ilk şey, ister istemez Gönül olurken onu düşünmemeye çalışıp ayağa kalktım ve banyoya girdim. Elimi yüzümü yıkayıp kendimi toparladıktan sonra banyodan çıktım. Dolabıma gidip her zaman giydiğim siyah taytlardan birini aldım. Üzerine de beyaz sweatimi alıp ikisini de giydim. Beyaz spor ayakkabılarımı da giydikten sonra aynanın karşısına geçtim, saçlarımı sıkı sıkı atkuyruğu yaptım.

İyi göründüğüme kanaat getirdikten sonra odadan çıktım ve duraksadım. "Bakalım bugün neler olacak," diye mırıldandım, geldiğim hâl beni güldürürken yalandan öksürdüm, kendimi toparladım ve salona indim.

Salonda kimseyi göremeyip evde değiller mi acaba diye düşünürken mutfağa yöneldim. Tam mutfağa girecektim ki duyduğum seslerle bir kez daha duraksadım.

"Biraz da şundan ye hadi kızım." Bu, Nesrin Hanım'ın sesiydi.

Ben daha muhtemelen Sinem ile konuşuyordur diye içimden geçirirken Gönül'ün "Yiyorum anneciğim," dediğini duydum, gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Öfke, anında uzuvlarımda gezinirken ellerimi yumruk yaptım.

Durup kendimi sakinleştirmek yerine hesap sormak için tam içeriye girecekken söylenilen şeyi duyup olduğum yerde kaldım. "Aslında ben bu olanlara hiç şaşırmadım." Bu, Efsun'un sesiydi. Onun da burada olması beni şaşırtırken devam etti konuşmaya. "Ela iyi kız falan ama Sezgin'in yanına yakışmıyordu."

Gözlerimi sımsıkı kapattım, öfkemi bastırmaya çalıştım. Söylediği şey pek de umurumda değildi aslında, onun yanına yakışmak gibi bir çabam yoktu çünkü hiçbir zaman. Zaten uzun zamandır yaptığım tek şey, ondan kurtulmaya çalışmak olmuştu. Beni sinirlendiren şey bunu söyleyenin o olmasıydı. İki yüzlülüğü yüzünden öfkeliydim.

"Kızın yüzünün güldüğü yok ki, Sezgin'e bile hep surat asardı, defalarca şahit oldum bu duruma. Kim dayanır ki buna? Sezgin'de dayanamamış işte ve bulmuş kendine başka birini," diye devam etti konuşmasına, ben de sessizce dinlemeye. Neyse ki onun da gerçek yüzünü görmüştüm artık.

"Canım sen alınma lütfen," diye devam ettiğini duydum Efsun'un. Muhtemelen bunu Gönül'e söylediğini düşünürken "Ben sadece onların aralarındaki ilişkiden bahsediyorum. Demek ki Sezgin senin yanında mutluymuş ki, onun yerine seni tercih etmiş," dedi.

"Yok, üzerime alınmıyorum ben," dedi Gönül.

"Ben en başından tüm bunları söyledim Sezgin'e ama dinlemedi, anlamadı beni bir türlü. Evlendi o kadınla, verdi soyadını. Bak işte kendi de pişman olmuş, en sonunda kurtulmak için kaçıp gitti işte!" diye söylendi Nesrin Hanım.

"Abimin de başını yaktı, kim bilir daha neler olacak?" dedi Sinem.

Daha dinlemeye devam etsem mi gitsem mi bilemezken Nesrin Hanım, "Sezgin'in bu bebekten haberi var mı?" diye sordu, alayla dudaklarım yana kıvrıldı. İşte bu mümkün değildi, eğer Sezgin'e bunu söylemiş olsaydı, o da bunun mümkün olmadığını bildiğinden çoktan kıyamet kopmuş olurdu ve Gönül, buraya gelmeye asla cesaret edemezdi.

"Söylemeye fırsat bulamadım," dedi Gönül. "Sürpriz yapacaktım ama bu olanlar yüzünden olmadı."

"Sen hiç canını sıkma, ben oğluma güveniyorum. Birkaç güne dönecek o," dedi Nesrin Hanım, daha fazla onları dinlemek istemeyip gidecekken Sinem'in söylediği şeyi duyup durdum bu kez de.

"Siz ne derseniz deyin ben yine de abimin Ela'yı aldatmasını beklemiyordum. Sen üzerine alınma Gönül lütfen, ben sadece düşündüğüm şeyi söylüyorum. Abimin Ela'yı sevdiğini zannediyordum."

"Bir çocuğu bile olmadı!" diyerek araya girdi Nesrin Hanım, öfkeyle ellerimi yumruk yaptım. "İnsan aile kurmak, çocuk yapmak, anne baba olmak için evlenir ama o oğluma bir çocuk bile veremedi! Hak etti bu yaşadığını, iyi yapmış oğlum!"

Sinirlendim, daha fazla durmak istemedim ve mutfağın önünden uzaklaştım, kapıya doğru gittim. Fakat daha kapıya ulaşmadan aklıma gelen şeyle olduğum yerde kaldım.

Neden onlardan kaçıyorum? Söylenenlere susmak zorunda değilim ki artık. Sezgin'in gelip de annemlere nasıl böyle davranırsın diye bana hesap soracak hâli yoktu, ne de olsa o artık yoktu.

Buna alışmam zordu ama özgürdüm ben artık. İstediğim her şeyi yapıp her şeyi söyleyebilirdim.

Düşündüğüm bu şeylerle gerisin geri döndüm ve bir an bile olsun tereddüt etmeden mutfağa girdim. Hâlâ konuşmaya devam ediyorlardı ama beni görünce sustular, hepsinin gözlerine bir bie öfkeyle baktıktan sonra gözlerimin son durağı Gönül oldu ve "Senin ne işin var bu evde?" diye çıkıştım.

Nesrin Hanım ayaklandı. En az benim kadar öfkeli bir tavırla "Sana ne!" derken karşımda dikildi. "Oğlumun evi burası, istediğimi misafir ederim!"

"Edemezsiniz!" diye çıkıştım ve korkusuzca gözlerinin içine baktım.

"Terbiyesize bak! Nasıl da utanadan sıkılmadan konuşuyor!"

Göz devirdim. "Nasıl konuşacağımı sizden öğrenecek değilim!"

Sinem geldi yanımıza. "Haddini bil!"

Gözlerimi ona çevirdim. "Asıl sen haddini bil!" dedim ve yeniden Gönül'e baktım. "Defol git hemen bu evden!"

"Ela sakin ol," diyerek Efsun araya girdi.

Gözlerim, hemen onu buldu. "Sen kes sesini!" Afalladı, onun bu hâlini umursamayıp tiksinircesine "İki yüzlü!" diye devam ettim sözlerime.

Sinirlendi. "Ne diyorsun sen ya?"

Onunla daha fazla muhatap olmak istemeyip gözlerimi Nesrin Hanım'a çevirdim. Ardından da diğerlerine baktım ve "Hatta hepiniz defolun şimdi bu evden!" dedim.

Hepsi şaşkınca kaldılar karşımda, onların aksine fazlasıyla kendimden emin durdum karşılarında. Geri adım atmaya hiç niyetim yoktu. Çünkü hepsinden kurtulmam gerektiğini biliyordum. Onların burada olması beni daha çok rahatsız ederdi. Hem her şeyden önce onlara katlanmak için bir nedenim yoktu.

Bir kez daha özgür olduğumu iliklerime kadar hissederken aynı zamanda kendime güvendiğimi de hissediyordum ve bu hisler, daha önce beni hiçbir şeyin mutlu etmediği kadar mutlu ediyordu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu Nesrin Hanım.

Gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Farkındayım ve hiçbirinizi daha fazla görmek istemiyorum."

"Ağzından çıkanlara dikkat et!" diye çıkıştı Sinem. "Burası abimin evi, istediğimiz kadar kalırız, sen de karışamazsın!"

"Aynen öyle!" diyerek kızına onay verdi Nesrin Hanım. "Ayrıca tavırlarına da dikkat etsen iyi olur, Sezgin döndüğü zaman bunların hesabını veremezsin ona."

Biraz alayla, biraz da sinirle güldüm. "Siz dün olanlardan sonra ona hesap vereceğimi mi düşünüyorsunuz?" Bu sorum karşısında tek kelime edemedi, hepsi sustular. "Oğlunuz umurumda bile değil!" dedim ve gözlerimi Sinem'e çevirdim, bilerek onun gözlerine bakarak devam ettim. "Burası da onun evi falan değil! Defolun şimdi!"

"Ne demek oğlunun evi değil?" diye sordu Nesrin Hanım.

"Burası benim evim, oğlunuz bu evi bana almıştı," dedim bir an bile olsun tereddüt etmeden ve bunu derken bile onun parası yüzünden bunları diyebildiğimden nefret ettim ama şu an bunu kullanmaktan başka çarem yoktu.

"Sen ne diyorsun ya? Ne demek benim evim? Sezgin asla böyle bir şey yapmaz!"

Alayla güldüm, oğlu bana yaptığı şeyleri unutturmak için hep maddi yollara başvurmuştu. Ev almak, araba almak, mücevher almak gibi... İstemesem de tüm bunları almıştı ama içimdeki nefreti zerre kadar azaltamamıştı. O ise bunun tam aksini düşündüğü için hep yapmaya devam etmişti.

"Duydunuz işte," dedim karşısında kendimden emin dururken. "Şimdi bu yüzden sizi yaka paça dışarıya attırmamı istemiyorsanız gidin hemen!" dedim, bunu defalarca kez söylememe rağmen gitmiyor olmamaları sinirimi bozmaya başlamıştı.

"Bu yanına kalmayacak!" diye bağırdı Nesrin Hanım, sıkıntıyla oflayıp göz devirdim. "Sezgin'e her şeyi anlatacağım!"

Bir an bir olsun düşünmeden "Anlatın lütfen," dedim ve alaycı bir tavırla devam ettim. "Anlatırken de en yakın zamanda ondan boşanacağımı söylemeyi de unutmayın!"

Hepsi şaşkınca karşımda kaldı, tek kelime edemediler. O an onların aksine Sezgin hâlâ yaşıyormuş gibi davranabildiğim için çok mutluydum.

"Sezgin'in neden seni bırakıp da bana geldiğini anladım," diyen Gönül'ü buldu gözlerim. Ayağa kalktı ve yanıma geldi. "Demek ki senin bu iğrenç yüzünü o da görmüş."

Kollarımı göğsümün altında toplayıp alay edercesine baktım ona, söylediği karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştim.

"Bazen düşünürdüm, hatta çoğu zaman düşünürdüm bunu. Kendi kendime neden karısını bırakıp bana geliyor diye sorar ama cevap veremezdim, seni yakından tanıyınca aldım cevabımı."

Alayla ve sessizce gülüp ağzımın içinden "Geri zekâlı," diye mırıldandım.

"Ne dedin sen?" diye çıkıştı.

Gözlerinin içine bakarak "Sen salak mısın?" diye sordum. "Neyle övündüğünün farkında mısın?"

Sessiz kaldı, cevap veremedi.

Ne tepki vereceğini zerre umursamadan "Sen metressin," dedim açıkça. Öfkelendi, konuşacak gibi oldu ama devam edip engel oldum ona. "Ve bununla övünüyorsun resmen. Bir de geçmiş karşıma hamile olduğun için gurur duyuyorsun, sence bu gurur duyulacak bir şey mi?"

Sessiz kaldı yine, tek kelime edemedi. Ben de gözlerimi yeniden Nesrin Hanım'a çevirdim.

"Siz de gayet mutlulusunuz bakıyorum da," dedim yine alayla ve yine konuşmasına fırsat vermeyip devam ettim. "Ama siz de haklısınız, herkes kendi seviyesinde olan insanla mutlu olur. Siz de kendi seviyenizde olan birini buldunuz işte."

Konuşmak istedi ama ondan önce davranıp yine engel oldum ona.

"Hani hep diyordunuz ya ailemize yakışan biri değilsin, seni o yüzden istemiyorum diye?" diye sorduktan sonra gözlerinin içine bakarak alayla güldüm ve devam ettim. "Haklıymışsınız, sizin ailenize yakışan gerçekten de ben değilmişim. Evli bir adamla birlikte olup çocuk yapan, bir de bununla övünen bir kadınmış. Tebrik ederim, sonunda kendinize layık birini bulmuşsunuz!"

"Sen ne diyorsun ya?" diyerek Gönül üzerime gelmeye çalıştı ama Efsun ona engel oldu. Sinem ve Nesrin Hanım da kulağımın dibinde bir şeyler söylemeye, kendilerince bana hakaret etmeye çalışırlarken buna daha fazla dayanamadım.

"Yeter!" diye bağırdım öfkeyle. "Yeterince muhatap oldum sizinle! Şimdi hadi, defolun evimden!"

Bu cümleyi kurmamla, Nesrin Hanım'ın üzerime yürümesi bir oldu. Eşzamanlı olarak da "Sen haddini yeterince aştın!" diye bağırdı, vurmak için elini kaldırdı. Öfke, anında tüm uzuvlarımı etkisi altına alırken yüzüme inmek üzere olan elini, havada tuttum. Ardından da tuttuğum elinden ittim onu ve kendimden uzaklaştırdım.

"Sakın bir daha bunu yapmaya cesaret etmeyin, yemin ederim sizi buna pişman ederim!" diye bağırdım ve ardından mutfaktan ayrıldım, Nesrin Hanım arkamdan bağırırken umursamadım ve evden çıktım. Kapının önünde durup ilerideki güvenliklere baktım.

Gökhan da ileride oturuyordu, beni gördüğü an ayağa kalktı. Kalkar kalkmaz da ellerini arkasında birleştirdi, dikkatle bana doğru baktı. Bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi.

Onun varlığından biraz daha güç alıp "Birileri buraya bakabilir mi?" diye seslendim, birkaç güvenlik hızlıca yanıma geldiler.

İçlerinden biri "Buyurun Ela Hanım," dedi.

Ona bakarak muhtemelen arkamda duranları gösterdim. "Hepsini dışarıya atın!"

O sırada Gökhan yanıma gelmiş ve sessizce "Ne oluyor?" diye sormuştu.

Gözlerimi ona çevirdim. "Bir şey olduğu yok, evimden istemediğim insanları kovuyorum."

Bu söylediğim, onu şaşırtırken yeniden güvenliklere baktım. "Hadi, dediğimi yapın," dedim az öncekinden sakin bir ses tonuyla.

Adamlar, ne yapacaklarını şaşırmış bir hâlde birbirlerine baktılar. Beni dinlemiyor olmaları yavaş yavaş onlara da sinirlenmeme neden olmaya başlarken Gökhan, durumu fark etmiş olacak ki olaya müdahale etti, Nesrin Hanım'ların yanına giden ilk o oldu.

"Zorluk çıkarmadan çıkın, yoksa atmak zorunda kalacağız," dedi, diğer güvenlikler de ondan cesaret almış olacaklar ki onlar da kadınların yanına gitti, dışarı çıkarmak için hazırda beklediler.

Nesrin Hanım ve Sinem, öfkeyle söylenmeye başlarlarken Gökhan'ın göz hareketiyle eşzamanlı olarak güvenlikler hepsinin kollarından tuttu, onları dışarı doğru çekiştirdiler. Bununla birlikte hepsi bağırmaya, söylenmeye, beni tehdit etmeye başladılar ama hiçbiri umurumda olmadı.

Bu durum, Yalçın içeriye girene kadar sürdü. İçeriye girdiği an şaşkınca kalıp karmaşaya baktı, ardından da öfkeyle güvenliklere yaklaştı ve "Durun, ne yapıyorsunuz?" diye bağırarak onları Nesrin Hanım'lardan uzaklaştırdı. Ardından da öfkeyle "Ne yapıyorsunuz siz? Ne bu saygısızlık!" diye bağırdı.

Efsun, biraz öfkeli biraz da ağlamaklı bir ses tonuyla araya girdi. "Ela hepimizi evden kovdu!"

Yalçın'ın şaşkın gözleri beni buldu. "Gerçekten yaptın mı bunu?"

Efsun'a baktım göz ucuyla, iki yüzlülüğü beni biraz daha öfkelendirirken yeniden gözlerimi Yalçın'a çevirdim.

"Sen iyi bir insansın," diye girdim konuya, kaşlarını çattı. "Buraya da istediğin zaman gelebilirsin ama bunlar bu eve bir daha adımlarını bile atmayacaklar!"

"Ne demek şimdi bu? Neden böyle bir şey yapıyorsun Ela?"

"Nedenini sana karın anlatsın!" deyip güvenliklere baktım. "Siz de artık işinizi yapın, yoksa hepiniz kendinizi kapının önünde bulursunuz!" deyip yanlarından ayrıldım, gidip uçlu koltuğun arkasına oturdum. Onlar da arkamda kalmış oldular, işte bu yüzden kendimi az öncekinden daha rahat hissediyordum.

Arkamdan gelen sesleri duymamaya, duysam da umursamamaya çalışırken bağırışlar gelmeye devam ediyordu.

"Şundaki rahatlığa bak ya! Resmen abimin yaptıklarının acısını bizden çıkarıyor!" diye bağırdı Sinem. Ona bakmıyor olsam da hemen ardından attığı küçük çığlık sayesinde güvenliklerin onu dışarıya çekiştirdiğini anlamıştım.

Az sonra sesler uzaklaştığında evden çıktıklarını, yalnız kaldığımı anladım. Bu yüzden arkama yaslandım ve gözlerimi kapattım. Her ne kadar onların karşısında güçlü durmaya çalışsam da kendimi pek iyi hissetmiyordum.

"Neden bunu yaptın?" diye aniden gelen bu soruyla hızla gözlerimi açtım, arkamı döndüm ve Gökhan'ı gördüm. O, diğerlerinin aksine çıkmamış ve karşımda duruyordu.

Aniden onu görmenin şaşkınlığını yaşarken o bunu umursamadı ve ağır adımlarla yanıma geldi, oturdu, gözlerimin içine baktı. "Ne oldu da kovdun onları?"

"Çünkü onlara katlanmak zorunda değildim," dedim bir an bile olsun düşünmeye gerek duymadan.

Kaşlarını çatar. "Doğruyu söyle Ela," dedi, neden yalan söylediğimi düşündüğünü anlayamazken de devam etti. "Sadece bu yüzden mi yoksa başka bir şey mi oldu?"

Önüme döndüm. "Başka bir şey olduğu yok," deyip derin bir nefes aldım. "Saçma sapan konuşuyorlardı. Tüm olanlardan benim suçlu olduğumu söylüyor, beni aşağılıyorlardı. Ben de kurtuldum onlardan. Az önce de dediğim gibi onlara katlanmak zorunda değildim," derken bile benim için söylediklerini düşünüyor, öfkeleniyordum. Çünkü o sözlerin hiçbirini hak etmediğime inanıyorum.

"İyi misin peki?"

Bu soruyla yeniden ona baktım. "İyiyim tabii ki, hem de çok iyiyim. Hem inan bana, onların burada olmaması daha iyi olacak."

"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin," dedi gayet yumuşak bir ses tonuyla. "Sadece neler olduğunu merak ettim ve iyi olduğundan emin olmak istedim. Hem burası senin evin, istemediğin insanları kovmakta senin kararın. Kimse sana bunun için hiçbir şey diyemez."

Telaşla "Burası benim evim değil!" dedim, Gökhan aniden verdiğim tepki yüzünden afallar gibi olurken devam ettim. "Buradan da kurtulacağım yakında, bu evde kalmaya devam edecek kadar gurursuz değilim!"

Gökhan, söylediklerim karşısında sessiz kaldı. Bunları duyduğuna pek de şaşırmış gibi değildi. Sadece şu an ne diyeceğini bilemez gibi bir hâli vardı.

"Neyse," dedim daha fazla uzatmak yerine. "Hadi biz de gidelim."

"Nereye?"

"Karakola, hani ifade vermeye gidecektik ya? Gidelim ve verelim, bu da bitsin artık."

Söylediklerimi duymamış gibi "Kahvaltı yaptın mı sen?" diye sordu.

"Canım bir şey istemiyor, sonra yerim," dedim ve ayağa kalktım. "Bu iş de bir an önce bitsin istiyorum."

"Tamam, sakin ol," derken ayağa kalktı. Kahvaltı konusunu uzatmak yerine "Madem bu kadar gitmek istiyorsun, gidelim," dedi.

"Olanları olduğu gibi anlatacağım değil mi?" diye sordum emin olmak için.

"Dün olanlar hariç evet, her şeyi anlatacaksın."

Bu söylediği beni şüpheye düşürüp endişelendirdi. "Peki ya Tuna her şeyi anlattıysa?"

"Endişelenme, hiçbir şey anlatmadı."

"Nasıl bu kadar eminsin?"

"Öğrendim ben, merak etme. Yoksa bu kadar büyük bir risk almazdım. Tuna, düne dair bizimle ilgili hiçbir şey anlatmadı polislere. Arkadaşım da arayıp ihbar edenin ben olduğumdan bahsetmedi kimseye. Her şeyi kılıfına uydurduk."

Söyledikleri içimi rahatlatırken sessizce anladım dercesine başımı salladım.

"Hadi gidelim," deyip önden kendisi yürüdü, ben de hemen peşine takıldım.

Birlikte evden çıkıp arabaya bindik, karakola doğru yola çıktık. Yoldayken Gökhan, Tuğba'yı arayıp onu da çağırmıştı.

Karakolun önüne ulaştığımızda Tuğba çoktan gelmişti. Onunla selamlaşıp Gökhan'ı arabaların yanında bırakıp karakola girmiş ve doğrudan Halit Başkomiser'in yanına gitmiştik. Yanındaki iki polisle birlikte Asım Bey'in iyi niyetle de olsa beni kaçırıp bir cesetle yalnız bıraktığı olaya dair yazılı ifademi almıştı. Ardından da Tuna'nın eve gelip bana saldırma olayından bahsetmiş, şikâyetçi olmuş ve karakoldan ayrılmıştık.

Sorunsuz ve hızlı bir şekilde her şeyi halletmiş olmak keyfimi yerine getirirken Gökhan'ın yanına ulaşmıştık bile.

"Nasıl geçti?" diye sordu gergin bir tavırla.

"Çok iyiydi," dedi Tuğba benim yerime.

"Yardımcı olduğun için teşekürler ederim," dedim ben de Tuğba'ya.

Gözleri beni buldu, gülümsedi. "Hiç önemli değil," dedi samimiyetle ve bir bana bir Gökhan'a baktıktan sonra devam etti. "Bundan sonra yapacağımız hiçbir şey kalmadı, bir süre rahatsınız."

"Nasıl yapılacak bir şey yok?" diye sordum şaşkınca.

Tuğba omuz silkti. "Bundan sonra sadece bekleyeceğiz. Polisler Sezgin'i bulmaya çalışacaklar, bize de herhangi bir haber gelirse ancak o zaman bir şey yapacağız."

Anladım dercesine başımı salladım, haklı gibiydi. Sahiden de yapacağımız bir şey kalmamıştı.

"Benden başka bir isteğiniz yoksa gidiyorum o zaman, bir davaya yetişmem gerekiyor daha," dedi Tuğba saatine bakarken.

"Şimdilik herhangi bir şey yok," dedi Gökhan.

"Görüşürüz o zaman," dedi Tuğba ve tam gidecekken durdu, yeniden Gökhan'a baktı. "Bu arada Asım abi seni çağırdı, müsait olduğunda yanına bir uğra."

Gökhan başını salladı ve sadece "Uğrarım," dedi.

"Kardeşine de selam söyle," dedi Tuğba biraz heyecanlı bir tavırla ve sitem edercesine ekledi. "Tabii görüşürseniz," dedi ve uzaklaştı.

Merakla "Senin kardeşin mi var?" diye sordum Gökhan'a.

Bakışları beni buldu. "Evet, var."

Bu çok normal bir şeydi ama nedenini anlayamadığım bir şekilde şaşırmıştım. Belki de bu zamana kadar onun ailesini hiç düşünmediğim için böyle şaşırmıştım. Bunu düşünürken içimde ona karşı anlamsız bir merak oluştu. Onu da ailesini de hatta tüm hayatı merak etmeye başlamıştım. Acaba ailesi de onun gibi iyi insanlar mıydı?

Düşüncelerim, giderek yoğunlaşırken "Hayırdır ne düşünüyorsun öyle?" diye sordu.

Düşündüklerimi söylemeye çekinip "Hiç, öyle daldım bir an," dedim.

Gökhan, sormaya devam etmeyip "Hadi gidelim artık," dedi ve yine önden yürüdü, ben de yine peşine takıldım.

Birlikten arabaya bindiğimizde az önce düşünemediğim şeyi merak edip "Tuğba senin kardeşini nereden tanıyor ki?" diye sordum.

Gökhan, arabayı çalıştırırken gözünün ucuyla bana baktı. "Emin ol, benden daha iyi tanıyordur."

"Neden ki?"

Gözlerini yeniden yola çevirdi. "Âşık ona.

Duyduğum şeyle afalladım, ne diyeceğimi bilemedim.

"Üç-dört yıl önce tanışmışlardı, o zamandan beri de ilgileniyor işte."

"Kardeşin peki?" diye sordum merakla, neden bu konuya bu kadar ilgi duyduğumu ben bile anlayamamıştım.

"O pek ilgilenmez böyle şeylerle, umurunda bile değildir eminim ki." Sözleri, istemsizce Tuğba için üzülmeme neden olurken Gökhan'ın gözleri yeniden beni buldu. "Biraz farklı biridir kardeşim, yanında birinin olmasını sevmez, kendi hâlinde takılır."

Bakışlarımı yeniden önüme çevirdim, Tuğba'ya üzülmeden edemiyordum ama bir yandan da üzülecek bir şey yok ki diye düşünüyordum. Ne de olsa aşk, gerçek bir duygu değildi artık bana göre ya da ben gerçeğiyle karşılaşmamıştım. Zamanında Sezgin'e âşıktım, daha doğrusu âşık olduğumu düşünüyordum. Bu düşünce, gözümü öyle bir kör etmişti ki onunla evlenirken bir gün bu durumda olacağımız aklımın ucundan bile geçmemişti.

Başımı önüme eğdim, ister istemez kendi hâlime üzülürken geçmişi düşünmeye devam ettim. Nasıl bu hâle gelmiştik? Neden şimdi her şey bu durumdaydı? Bunları bile bilmiyordum, anlamamıştım. Aslında pek de umurumda değildi artık, umurumda olan tek şey artık bir katil olmamdı. Bunu düşündükçe aklını kaybedecek kadar üzülüyordum.

"Bir şey mi oldu?" Gökhan'dan gelen soruyla düşüncelerimden sıyrıldım, ona baktım.

"Hayır."

"Moralin bozuldu da bir anda."

"Sana öyle gelmiş," dedim konu kapansın diye ve yola baktım. Umarım bir an önce eve ulaşırız diye düşünürken ev yolunda olmadığımızı fark ettim, yeniden ona baktım. "Nereye gidiyoruz?"

"Kahvaltıya," dedi bir tek.

Şaşırdım, gözleri bende olmadığından fark etmeyip devam etti.

"Çok acıktım ben, seni eve bırakana kadar dayanamam, bir yerde bir şeyler yiyelim."

İstemsizce tebessüm ettim, bunun bahane olduğunu anlamam zor olmadı. Kendi için değil, benim için gidiyordu. Gülümsemeye devam ederken bunu fark ettiğim an hızla kendime engel oldum ama ona olmadım, gitmeye itiraz etmedim. Ne de olsa evde bir işim yoktu.

Dakikalar sonra kahvaltı salonuna ulaştık, hemen bir yere oturup sipariş verdik. Siparişi alan garson yanımızdan uzaklaşırken Gökhan, "Halit Başkomiser ne sordu sana?" diye sordu.

"Hiçbir şey sormadı, sadece anlatmamı istedi. Ben de Asım Bey olayından, Tuna'ya kadar her şeyi anlatmam gerektiği gibi anlattım. Sonra bittiğini söyledi, ayrıldık yanından."

Anladım dercesine başını salladı, sessiz kaldı.

Tavrı, garip gelince "Bir sorun mu var?" diye sordum.

"Hayır," dedi geçiştirici bir şekilde ve o sırada iki garson yanımıza döndü, kahvaltılıkları masaya bıraktılar.

Garsonlar uzaklaştıktan sonra bir şeyler yedik sessizce. Ne o konuştu ne de ben... Ama konuşmak, ona bir şey sormak istiyordum. Aklımı kemiren, içimi yiyip bitiren bir soru vardı, fakat duyacağım şey beni korkuttuğu için de sormak istemiyordum.

Kahvaltıdan sonra çay içerken daha fazla dayanamayıp "Bir soru aklımı kurcalıyor," diyerek konuyu açtım.

"Neymiş o?"

"Sezgin'in öldüğü gün bana Sezgin'in öldürdüğü kızdan bahsettin, babasının onu aradığını söyledin. O baba Asım Bey ve sen Asım Bey ile yakınsın ama o gün bana suçu onun üzerine atmaktan, bu şekilde kurtulmaktan bahsettin. Onunla bu kadar yakın olduğun hâlde böyle bir şey yapmayı düşünüyor muydun yoksa yalan mı söyledin bana?"

Derin bir nefes aldı. "Hâlâ söylediğimin arkasındayım."

Afalladım. "Nasıl yani, suçu Asım Bey'in üzerine mi atacağız?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır."

Anlamsızca baktım ona, devam etti.

"Suçu, bir başka suçlunun üzerine atacağız ama bu Asım Bey olmayacak. Ben sadece tüm bunları sana anlatıp aklını karıştırmak, seni korkutmak istemediğim için ve hiçbir zaman onunla tanışacağını düşünmediğim için onun ismini verdim."

Anladım dercesine başımı salladım, bu konuda başka bir şey sormak istemedim ama farklı bir konuda sormaya devam ettim. "Peki bundan sonra ne olacak?"

"Ne, ne olacak?"

"Yapacağımız bir şey yok mu? Tuğba'nın dediği gibi öylece oturacak ve polislerin araştırmasını mı bekleyeceğiz?"

Gayet rahat bir tavırla "Evet," dedi. "Çünkü bu konuda artık beklemekten başka yapacağımız bir şey kalmadı Ela ama eğer senin yapmak istediğin herhangi bir şey varsa yapabiliriz."

"Anlamadım?"

Hafifçe bana doğru eğildi. "O şerefsiz yüzünden bir zindandan çıkmış, kurtulmuş gibisin," dediği an gözlerim doldu. "Ama artık bitti Ela, gerçekten bitti. Sana karışacak, sana engel olacak, zarar verecek hiç kimse yok. Sen, artık özgürsün."

Buruk da olsa gülümsedim, sessiz kalmaya devam ettim.

"Hayatına yeniden başlıyorsun yani, bu hayatta yapmak istediğin bir şey yok mu?"

Ne demek istediğini çok iyi anlıyordum ama bunu neden dediğini anlamıyordum.

Bu merak içimde kalsın istemedim ve "Neden soruyorsun bunu bana?" diye sordum.

Omuz silkti. "Ne yapacaksan, ne yapmak istiyorsan yapabilmen için sana yardım etmek için."

Afalladım, neden böyle bir şey istediğini anlayamadım. Onun bu tavırları artık kendimi garip hissetmeme neden oluyordu.

Değerli, önemli, uğruna bir şey yapılmak istenecek biri gibi...

Bu düşünceler arasındayken ona çok dikkatli bakmış olacağım ki "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordu.

"Anlamaya çalışıyorum."

"Neyi anlamaya çalışıyorsun?"

"Neden böyle bir şey istediğini."

Bu cümlemle gözlerindeki anlamsızlık büyüdü.

"Neden böyle bir şey istiyorsun?" diye sordum gözlerinin içine bakarak.

Gerilir gibi olduğunu hissederken arkasına yaslandı, derin bir nefes aldı. Sanki tüm bunları yaparken tek amacı vakit kazanıp ne söyleyeceğini düşünmekti. Bunu fark edince üzerine gitmedim, sözlerini toparlamasını ve öyle cevap vermesini bekledim.

Beni çok bekletmeden, sadece birkaç saniye sonra "Çünkü biz arkadaşız," dedi.

Afalladım. "Arkadaş mı?"

"Evet, benim için öyle. Şimdilik de olsa arkadaşız, senin için öyle değil mi?"

Ne diyeceğimi bilemeyip "Öyledir sanırım," dedim.

"Ben de arkadaşın olarak soruyorum işte."

"Anladım," dedim ve soruyu sorma amacını değil de soruyu düşündüm. Ona bu konuda küçük de olsa bir cevap vermek istedim ve az sonra aklıma gelen tek bir şey oldu "Para," dedim.

Kaşlarını çattı. "Anlamadım?" Sahiden de anlamamış gibiydi, bu tek kelimelik cümleyi kurmasa bile yüzündeki ifadeden anlamadığını, anlayabilirdim. O kadar komik yani...

"Para kazanmam lazım önce. İstediğim diğer şeyleri, hatta en ufak bir şeyi bile olsun yapabilmek için para kazanmam lazım."

Sessiz kaldı.

"Hayatımda ona dair hiçbir şey kalmasın istiyorum. Öldüğü ortaya çıktığında, hatta çıkmasa bile mirasın çoğu bana kalacak ama bunu istemiyorum, ona dair hiçbir şey istemiyorum. Hayatımı sadece kendime ait şeylerle yeniden kurmak istiyorum, bu yüzden de kendi paramı kazanmam lazım."

"O zaman hemen sana bir iş bulalım."

Bir kez daha afalladım. "Hemen mi?"

"Hemen çalışmak istemiyor musun?"

"Bilemedim," dedim gergince ve çayımdan bir yudum alıp arkama yaslandım. "Aslında ben ne yapabilirim bilmiyorum. Hayatım boyunca hiç çalışmadım."

"Herkes ilk işe başladığında hayatı boyunca hiç çalışmamış oluyor Ela."

Sanırım haklıydı.

"Eğer bir yerden başlamak istiyorsan ve başlamak istediğin yerin para kazanmak olduğundan eminsen sana bir iş bulalım."

Gözlerimi kaçırdım ve biraz düşündüm. Hayata yeterince geç kalmıştım ve düşününce daha fazla geç kalmak için bir neden göremiyordum. Madem hayatımın karanlık olduğunu düşündüğüm kısımda, Sezgin'e dair yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu ben de o zaman hayatımın diğer kısmını aydınlatmak için bir şeyler yapmalıydım. Hem de daha fazla vakit kaybetmeden.

Bu düşünceyle gözlerimi yeniden ona çevirdim ve kendimden emin bir tavırla "Olur," dedim heyecanla. "Bulalım."

"O zaman bu iş bende."

"Nasıl yani?"

"Çalışabileceğin bir iş bulacağım. Bulduğum iş senin de aklına yatarsa bir denersin. Tabii sen de o sırada ilanlara bakabilirsin, bir şeyler bulursan bir bakarız. Birlikte en kısa zamanda sana bir iş buluruz."

Bu konuda, hatta diğer her konuda yardıma ihtiyacım olduğunu bildiğim için hiç itiraz etmedim, başımı salladım ve "Olur," dedim.

Aldığı cevap onu mutlu etti, bunu belli etmekten de hiç çekinmedi. Onun bu hâli, beni de mutlu ederken bir süre daha oturduk ve ardından hesabı ödeyip kalktık. Hemen kapıda duran arabaya binip sonunda eve doğru yola çıktık.

Yol boyunca acaba nasıl bir işte çalışabilirim, hangi işin altından kalkabilirim diye düşünürken Gökhan, sessiz kaldı. Kendime bir türlü bir iş fikri bulamıyor olmak, sinirimi bozarken geçtiğimiz yolda bir ağacın üzerinde sadece birkaç saniyeliğine gördüğüm ve hızla yanından geçtiğimiz şeyle şaşkınca kaldım.

Telaşla "Dur, durdur hemen arabayı!" dedim.

Gökhan, telaşla arabayı sağa çekip "Ne oldu?" diye sorarken cevap vermedim, arabadan indim ve az önceki ağaca doğru yürüdüm.

Birkaç dakika sonra ağaca ulaşıp da gördüğüm şeyin doğru olduğundan emin olduktan sonra sıkıntıyla ofladım. O sırada Gökhan da geldi ve yanımda durdu.

"Neye bakıyorsun öyle?" dedi, gözlerimi ona çevirdiğimde ağaca baktığını ve aynı şeyi onun da görüp şaşırdığını fark ettim.

"Bunu kim yapmış olabilir?" diye sordu gözlerini yeniden bana çevirirken.

"Bilmiyorum," dedim ve ağaçtaki ilana baktım bir kez daha. Resmen biri, Sezgin için kayıp ilanı vermişti. Bu, sinirlerimi bozarken aklıma gelen şeyle "Sinem yapmış olabilir," dedim. "Bir tek o böyle şeyler yapar."

"Senin neden moralin bozuldu peki? Bizim için önemli bir durum değil bu."

"Sezgin bir iş insanı," diye girdim konuya. "Tanınan biri."

"Ve sen de gazetecilerden korkuyorsun."

"Korkmak değil," dedim sadece ve derin bir nefes aldım. Ardından da keyifsizce devam ettim konuşmaya. "Sadece biraz nefes almak istiyorum ama her şey üstüme geliyor. Şimdi de belki onlarca insan üstüme gelecek."

"Anladım," dedi ve gayet rahat bir tavırla devam etti. "O zaman biz de onun haberini yayarız."

"Anlamadım?"

"Polise oynadığımız oyunu ne çabuk unuttun? Yalan da olsa elimizde Sezgin'in hâlâ yaşadığına, hatta sana iftira atmak uğruna katil olduğuna dair bir video var. O videoyu yayarız bir şekilde ve insanlar onun kayıp olduğunu değil, firari olduğunu düşünürler. Karısının üzerine suç yıkmaya çalışan bir firari olur yani ve kimse senin hakkında atıp tutamaz."

"İşimize yarar mı peki bu?"

"Hiç değilse insanların senden şüphe ediyormuş gibi konuşmalarına engel olur. Herkes mağdur olarak seni bilecek, kimse üzerine gelmeyecek."

"Anladım," dedim, zaten sanırım şu an için yapılabilecek en doğru şey buydu. "Nasıl yapacağız peki?"

"Sen onu bana bırak, akşama kadar halletmiş olacağım."

Başımı salladım, sessiz kaldım.

"Anlaştığımıza göre bir sorun yok, hadi gidelim."

Yine başımla onayladım onu ve yeniden arabaya gittik, bindik. Her ne kadar çok çabuk bir çözüm bulmuş olsak da hâlâ kendimi kötü hissediyordumm

"Tamam, bozma moralini artık. Bir şey olmayacak."

Ona baktım, zorla da olsa tebessüm edip "İyiyim ben," dedim.

Başka bir şey demedi, sessizlik oldu ve gözlerini önüne çevirip arabayı çalıştırdı, yeniden eve doğru yola çıktık. Tüm yol, umarım bu ilan işi başımıza beklemediğimiz bir iş açmaz diye düşünürken evin olduğu sokağa girdik ama daha eve ulaşamadan Gökhan, arabayı durdurdu.

"Neden durdun?" diye sordum ve o an gördüğüm şeyle ondan cevap almama gerek kalmadı. Çünkü cevap, tam karşımda duruyordu. Gazeteciler çoktan evin önüne akın etmişlerdi bile.

Gerildim, ne yapacağımı bilemeyip sakinleşmek için derin bir nefes aldım.

"Sanırım haber beklediğimizden çabuk yayılmış," diye mırıldandı Gökhan.

"Bunu da Sinem yapmıştır," dedim kendimden emin bir tavırla. "Belli ki evden kovduğum için intikam almaya çalışıyor."

"Olabilir," dedi, bana baktığını hissedip ben de oma baktım. "Ne yapmayı düşünüyorsun? Konuşmak istiyor musun?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır," dedim anında. "Değil konuşmak, oraya gitmek bile istemiyorum," derken aslında bundan başka çarem olmadığını da biliyordum.

"O zaman onlar gidene kadar gitmeyeceğiz."

"Bekleyecek miyiz?"

"ikimizin de bir işi yok ne de olsa. Bekleyelim biraz, elbet gidecekler."

"Peki," dedim, gitmeyi hiç istemediğimden hiç itiraz etmedim. Hatta ondan böyle bir teklif gelmiş olması, işime bile geldi.

"Burada beklemeye gerek yok, hem dikkat çekeriz. Sahile gidelim, zaman geçiririz biraz. Sonra da güvenliklerden birini arar, gittiklerini öğrendiğimizde döneriz biz de."

"Tamam," dedim sadece, şu an herhangi bir şeye itiraz edecek durumda değildim.

Gökhan, benden aldığı cevapla yeniden arabayı çalıştırdı ve bu kez de sahile doğru yola çıktık. Sahile ulaştığımızda arabadan indik, ilerideki banklara yürüdük ve boş bir banka oturduk. Her şey bir yana, temiz hava almak çok iyi gelmişti.

Hiç konuşmak istemeyip gözlerimi kapattım, temiz havayı içime çektim. Olanları zihnimden silmeye çalışıp kendimi iyi hissetmek için uğraşırken beklenmedik bir soruyla karşılaştım.

"Onunla zorla mı evlendin?"

Gelen bu soru, mideme güçlü bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken gözlerimi ağır ağır araladım ve onun koyu siyah gözlerinin içine baktım.

Bu soru, her ne kadar kendimi kötü hissetmeme neden olsa da ona cevap vermek isteyip "Hayır," dedim.

"Onu sevdin yani?" derken sesinde farklı bir ton vardı, hayal kırıklığı gibi. Bu yüzden cevap veremedim ona, sessiz kaldım. O ise susmak yerine sormaya devam etti. "Nasıl tanıştınız peki?"

Gözlerim dolarken derin bir nefes aldım. Bunları sorduğu için ona kızmak, neden sorduğunu sorgulamak, sorularını duymamazlıktan gelmek ya da geçiştirici cevap vermek yerine onunla konuşmak istedim. Gerçekten konuşmak.

"Gerçekten her şeyi en başından anlatmamı ister misin?" diye sordum.

Bir şeyler anlatacak olmamdan dolayı memnun olmuş gibiyken arkasına yaslandı. "Seni dinlemek için yeterince vaktim var."

"Onunla tanıştığımda on yedi yaşındaydım." Bu cümlem, onu şaşırttı. Hikâyemizin bu kadar geçmişe dayanmasını beklemiyordu muhtemelen. "Babam, annem bana yedi aylık hamileyken bir kazada vefat etmiş. Annemi de on altı yaşındayken bir hastalık yüzünden kaybettim. Tek başıma yaşayamazdım, beni kabul eden bir akrabamız da olmadı. Bu yüzden yetimhaneye gönderildim."

Dudaklarımdan dökülen her cümle, onu biraz daha şaşırtıyordu. Buna rağmen devam ettim anlatmaya.

"Yetimhanede bir yıl kaldıktan sonra on yedi yaşındayken onunla tanıştım, o sıralar da o da on dokuz yaşındaydı. Başta uzak durmak istedim, hatta kaçtım ondan ama peşimi hiç bırakmadı. Bana o kadar iyi davranıyordu ki ister istemez zamanla ben de hep yanımda olmasını istemeye başladım. Her konuda yardım ediyordu, derslerim konusunda bile. Yetimhaneden çıkabildiğim her an onunla birlikteydim. Birlikte ders çalışır, bir şeyler yer, zaman geçirirdik. Ben, çok mutluydum o zamanlar. Tüm hayatımı annemin sevgisiyle geçirmiştim ve ondan sonra içimde çok büyük bir boşluk oluşmuştu, bir daha hiç kimse beni sevmeyecek gibi hissediyordum ama o, o boşluğu doldurdu."

Gökhan, tepkisiz kaldı bu sözlerime karşılık. Yaptığı tek şey, dikkatle beni dinlemekti.

"On sekiz yaşımı doldurduğumda ve artık yetimhaneden ayrılmam gerektiğinde hiç beklemediğim bir şekilde bana benimle evlenmek istediğini söyledi. Evlilikten korktum, kabul etmedim. Zaten üniveristeye gitmeyi düşünüyordum. Amacım üniversiteyi kazanmak, iyi bir yerde okumak ve bir öğrenci yurdunda kalmaktı. Bir yandan da çalışıp kendi paramı kazanacaktım."

"Neden yapmadın peki? Ne engel oldu sana?" diye sordu.

"Yapamadım, kazanamadım," dediğimde gözlerine hüzün çöktü, sessiz kaldı, o sırada ekledim. "Onun yüzünden."

"O, nasıl böyle bir şeye neden olmuş olabilir ki?"

Hatırladığım şeyle gözlerim doldu, canım yandı ama buna rağmen devam ettim.

"Başarısız olduğum için değil, o hayatımda olduğu ve onun teklifini kabul etmediğim için yapamadım. Tüm bunları sonradan öğrendim ama kazanmama engel olan oymuş meğerse."

Kaşlarını çattı. "Tamam ama nasıl?"

"Sınav puanım dört yüz üzeriydi, tercihlerimi onunla birlikte yapmıştım. Ona o kadar güveniyordum ki benim için en iyisini istediğini, eğer başarırsam benimle birlikte benim için onun da mutlu olacağını düşünüyordum. Çünkü böyle düşünmem için elinden geldiği kadar iyi davranıyordu ama meğerse tek derdi, beni kendine mecbur bırakmaya çalışmakmış. Tercih hakkımızın biteceği son gün, hatta son saatlerde sisteme girerek hepsini iptal etmiş. Puanımın yetmeyeceği, kazanamayacağım birkaç yeri yazmış. Doğal olarak kazanamadım."

"Sonradan anladım her şeyi dedin, kazanamadığın zaman bunu fark etmedin mi?"

"Ettim elbette, birinin tercihleri değiştirdiğini sonuç açıklandığında tekrar sisteme girdiğimde fark etmiştim ama bunu, onun yapacağı aklımın ucundan dahi geçmedi."

Bir şey söyleyecek gibi oldu ama devam edip engel oldum ona.

"Onu suçlamadığım, onun yaptığını fark etmediğim için salak olduğumu düşünüyorsun belki ama o zaman öyle şeyler yaptı ki aklımın ucundan bile böyle bir ihtimal geçmemişti. Benimle birlikte karakola gidip şikâyette bile bulunmuştu. Kimin yaptığını benimle birlikte aramıştı ama tabii ki bulamamıştık, çünkü yapan oydu zaten. Bu yüzden hep benden gizli gizli nefret eden birinin bunu yaptığına inanmış ama kim olduğunu uzun bir süre bulamamıştım."

"Sonradan nasıl anladın peki onun yaptığını?"

"Yine bir gün sarhoş olduğunda itiraf etmişti."

"Hiçbir şey yapmadın, söylemedin mi?"

"İyi olduğumuzu düşündüğüm zamanlarda değil, bana zarar vermeye başladığı dönemde itiraf etmişti. Bunu öğrenmiş olmamın öfkesiyle bana bir kez daha zarar vermesinden korktum, sustum."

Derin bir nefes aldı, sakin kalmaya çalışıyor gibiydi. Sezgin'e bir kez daha öfkelenmiş gibi bir hâli vardı.

"Tabii kazanamadığın için sana bir kez daha evlenme teklifi etti," dedi.

Başımı salladım. "Evet, bir düzen kurarız dedi. Daha iyi ders çalışırsın dedi. Kısıtlı imkanlarla bile bu kadar iyi bir sonuç aldın, daha iyi imkanlarda daha iyi sonuç alırsın dedi. Buna rağmen kabul etmek istemedim ama ne gidecek bir yerim vardı ne de ondan başka güvenecek kimsem."

"Bu yüzden de gerçekten her şeyin senin için daha iyi olacağına inandın ve kabul ettin," dedi.

"Evet," dedim gözümden bir damla yaş akarken ve hızla o yaşı sildim. "Sonra annesi istemediği hâlde evlendik. Şimdi keşke diyorum, keşke bize engel olmayı başarabilseydi. Belki o zaman her şey daha farklı olurdu bizim için."

Sessiz kaldı, bir şey diyemedi.

"Evlendikten sonra her şey yolundaydı ama zamanla ders çalışmak istememin saçma olduğundan bahsetmeye başladı. Kendisinin durumunun yeterince iyi olduğundan, istediğimi alabileceğimden, bunun için çalışmak zorunda olmam gerekmediğinden falan bahsediyordu."

"Sen peki, sen ne düşünüyordun?"

"Her şeye rağmen hayal ettiğim şeyi yapmak için ders çalışıyordum."

"Sonra ne oldu peki, neden olmadı?"

"Onun da söylediği gibi istediğim her şeyi yapabiliyor, her istediğimi alabiliyordum. Bu yüzden ben de rahat davranmaya başlamıştım, salaklık yapmıştım anlayacağın. Bu sefer de benim yüzümden olmamıştı, istediğim kadar puan alamamıştım. Hatta aldığım şeye puan bile diyemezdim."

Sessiz kalmaya devam etti.

"Daha sonrasında nasıl oldu bilmiyorum ama zamanla başarısız olduğuma, bir işe yaramayacağıma inanmaya başlamıştım."

"Muhtemelen sana böyle hissettirdi," dedi anında.

"Belki de," dedim hüzünle. "Eğer öyleyse başarılı da olmuştu, öyle hissediyordum. Bu yüzden çabalamayı da bırakmıştım."

"Ve her şey onun istediği gibi ilerlemeye başlamıştı," dedi bu kez de.

Başımı salladım. "Öyle," dedim ve gözlerimi ondan kaçırıp devam ettim. "Aslında benim de çok suçum var, ne olursa olsun kendim için bir şeyler yapmaya devam etmeliydim. Ne zaman ki kendimden vazgeçtim, o da istediğini ulaşmıs, beni kendine mecbur bırakmış olmuştu. Sonra da her şey sırayla gelişti. Önce giydiklerime, sonra arkadaşlarıma, daha sonra gittiğim yerlere ve en sonunda ağzımdan çıkan her kelimeye karışmaya başlamıştı. O ne isterse onu giydim, o kiminle isterse onunla görüştüm, o isterse bir yere gidebildim ve hatta o isterse bir şeyler söyleyebildim birilerine," dedim ve yeniden ona baktım.

"Tüm bunlara rağmen her şeyi benim için yaptığını söylemeye devam ediyordu ama."

Derin bir nefes aldı, yine sessiz kaldı, devam etmemi istiyor gibiydi. Ben de bunun için onu çok bekletmedim.

"Yirmi yaşına geldiğimde bana baba olmak istediğini söylemişti. O kadar aptaldım ki madem kendi hayatım yok, o benim için bu kadar şey yapmışken onun hayatında istediği şeyler olsun diye düşündüm ve zamanla ben de bir çocuk sahibi olmayı düşündüm ama bir türlü olmadı," deyip ona bu konuda olanları, dün gece hatırladığım şeyleri, bir bir anlattım ve anlatacaklarım bittikten sonra "Gönül'ün, Sezgin'den hamile olması, mümkün değil yani," diyerek sözlerimi tamamladım.

Gökhan, her şeyi dikkatle dinledikten sonra büyük bir şaşkınlıkla kaldı karşımda. Hem yaşadıklarıma üzülmüş hem kızmış hem de bu kadar şeyin yaşanmış olmasına şaşırmış gibiydi.

Ne kadar beklesem de bir şey söylemeyince "Bir şey söylemeyecek misin?" diye sordum merakla.

Gözlerini benden çekti, boğaza doğru bakıp derin bir nefes aldı. Dikkatle onu izleyip sabırla bir şeyler söylemesini bekledim. Neyse ki çok geçmeden yeniden beni buldu. "O psikopatla o kadar zaman geçirdikten sonra hâlâ yaşamanın mucize olduğunu düşünüyorum."

Yüzümde buruk, bir o kadar da hüzünlü bir tebessüm oluştu ve söyleyecek bir şey bulamayıp sessiz kaldım.

Sessizliğimi yanlış anlamış olacak ki "Özür dilerim," dedi bir anda. "Seni üzmek istemedim, sadece bir an öfkeyle..." Devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

"Üzülmedim, yani söylediğin şeye üzülmedim. Hatta hak verdim, sanırım hâlâ yaşıyor olmam mucize," dedim ve derin bir iç çektim. "Bir keresinde ya o ölünce ya da ben ölünce bu işin biteceğini düşünmüştüm ve ölenin hep ben olacağıma inanmıştım. Senin de dediğin gibi, yaşamam mucize olacaktı benim için. Öyle de oldu. O öldü, ben yaşıyorum ve bu hikâyede yanlış olan tek şey; onun ölümüne sebep olmam."

"Düşünme artık bunları," dedi, dizinin üzerindeki eli hareketlendi ama sonra fark ettiğim kadarıyla kendine engel oldu, elini yeniden dizine koydu. Sanki elimi tutmak istemiş de vazgeçmiş gibiydi. "Her şey geçti artık, bitti. Bundan sonra olacaklara bakalım biz."

Bir kez daha derin bir nefes aldım ve ıslak kirpiklerimi sildim. "Öyle, haklısın," diyebildim sadece ve boğaza baktım, iyi hissetmeye çalıştım. O da bunu fark etmiş olacak ki hiçbir şey söylemedi, sessiz kaldı.

Bir süre böyle vakit geçirdik, ikimiz de hiç konuşmadık. Sonra sıradan şeylerden konuştuk bir süre ve neredeyse iki saatte yakın zaman geçirdik. Geçen bu zamanın ardından artık gitmişlerdir diye düşündük, Gökhan da bu düşüncemizi doğrulamak için güvenlikleri araladı, arayınca da yanıldığımızı anladık. Meğerse gazeteciler, hâlâ evin önündeymiş.

Bunu öğrenince yeniden beklemeye başladık, bir süre sonra ikimiz de acıkıp gidip bir yerlerde öğle yemeği yedik. Yemekten sonra Gökhan bir kez daha evi aradı ve maalesef bir kez daha aynı cevabı aldık. Bu yüzden yine eve dönemedik, yine sahile dönüp vakit geçirdik. Hatta o kadar vakit geçirdik ki hava karardı, akşam oldu.

"Bu saatte kadar kimse beklemez, artık gitmişlerdir herhâlde," diyerek Gökhan, bir kez daha evi aradı ve aldığımız cevap, yine değişmedi. Hatta güvenliklerden bu kez tüm gün bekleyen gazetecilerin ayrıldığını, yerlerine bir başkalarının geldiklerini öğrendik. Resmen haber yapabilmek için nöbetleşe bekliyorlardı evin önünde.

Bunu öğrenince "Sanırım artık gitmekten başka şansım kalmadı," dedim gergince. Onların karşısına çıkıp tek kelime edecek olmak bile, mideme ağrılar girmesi için yeterli oluyordu.

Gökhan, gözlerimin içine bakarak "Gitmek zorunda değilsin," dedi.

"Sabaha kadar bekleyecek miyiz böyle? Elbet gideceğiz," dedim yine gergince.

"Eğer beni yanlış anlamazsan sana bir şey söyleyeceğim," dedi, neyi yanlış anlayacağımı anlayamazken merakla ona bakıp devam etmesini bekledim. "İstersen benim eve gidelim."

Heyacandan kalbim, hızla atmaya başladı. Aynı zamanda boğazım kurudu, yutkunma ihtiyacı hissettim. Gayet sıradan olan bu teklif, bende büyük bir etki yaratırken devam etti konuşmasına.

"Eve gitmek istemiyorsun diye dedim, yanlış anlama," dedi bir kez daha. "Tek yaşıyorum zaten, rahatsız olacağın kimse olmaz yani. Hatta ben bile bir arkadaşıma gidip kalabilirim. Sen de rahat edersin, oraya dönmeye mecbur değilsin."

Yutkundum, sesimin düzgün çıkmasını umut ederek konuştum. "Yok, sen benim yüzümden rahatsız olma hiç."

"Saçmalama Ela, seni o evde yalnız bırakırsam daha çok rahatsız olurum."

Sessiz kaldım.

"Hem biz arkadaş değil miyiz? Öyle dememiş miydin?"

"Öyleyiz ama..." deyip sustum, devam edemedim.

"Aması yok bence," dedi.

Gergince gülümsedim. "Öyle."

"Gidiyoruz o zaman."

"Rahatsız olmayacağından emin misin?" diye sordum, asıl emin olmak isteyen bendim.

Derin bir nefes aldı. "Böyle bir şey söz konusu bile değil Ela."

Bir kez daha gülümsedim ona ve "Peki," dedim.

Aldığı cevaptan fazlasıyla memnun oldu. "O zaman hadi, gidelim. Zaten hava karardı ve iyice soğudu."

Başımı salladım sadece, Gökhan ayağa kalktı. Ardından da ben kalktım ve gidip yolun kenarında duran arabaya bindik, onun evine doğru yola çıktık.

Yol boyunca ikimiz de hiç konuşmadık, zaten yaklaşık kırk dakika sonra evine ulaşmıştık. İkimiz de arabadan indiğimizde istemsizce durup etrafa bakındım. Üç -dört katlı evlerin olduğu, sessiz, sakin bir mahalleydi.

"Geliyor musun?" Gökhan'ın sesiyle kendime geldim, önünde durduğumuz apartmanın kapısını açtığını fark ettim.

"Geliyorum," deyip yanına gittim, birlikte apartmana girdik, asansöre bindik. Dördüncü katın düğmesine bastığında en üst katta oturduğunu anladım.

Her ne kadar gelmeyi kabul etmiş olsam da ister istemez gerilirken o sessizliğini sürdürmeye devam etti. Bu sessizlik, acaba hiç gelmese miydim diye düşünmeme başlamamı sağlarken asansör durdu, kapı açıldı.

Asansörden indiğimizde sağdaki kapıya yöneldi, peşinden gittim. Kapıyı açıp içeriye ilk kendi girdi ve hemen ışıkları açtı, bana baktı.

"Gel hadi."

Hiçbir şey demedim, ağır adımlarla içeriye girdim. Ne yapacağımı bilemeyip kapının yanında öylece dururken salonu gösterdi. "Otursana."

Başımı salladım, ayakkabılarımı çıkarıp verdiği terlikleri giydim ve salona geçtim. Peşimden de hemen kendisi gelirken etrafa bakındım. Salonda bir üçlü, bir de tekli koltuk vardı. Tekli koltuğun hemen karşısında büyük bir televizyon, koltuğun arka kısmında ise küçük bir yemek masası vardı. Az eşyalı, sade bir salondu.

Dikkatle salonu incelemeye devam ederken bir hırlama sesi duydum ve hızla arkamı döndüm, arka odalardan gelen siyah bir köpek gördüm. Köpek, bizi görünce havlamaya başlayıp hızla yanımıza geldi. Beni geçip tekli koltukta oturan Gökhan'ın yanına gitti ve kendini sevdirmeye çalıştı.

Uzanıp köpeğin tüylerini okşadım ve gülümseyip "Bir köpeğin olduğunu bilmiyordum," dedim, köpek sevildiğinden dolayı daha çok hırlamaya başlarken ben de daha çok gülümsedim.

"Benim değil, kardeşimin köpeği ama bu gece işi varmış, bana bıraktı."

"Çok tatlı," dedim köpeği sevmeye devam ederken. "İsmi ne?"

"Astro," dedi ve ekledi. "Yıldız demek."

"Değişik bir isim olmuş."

Sessiz kaldı, yorum yapmadı.

O sırada Astro, elimin altından kaçıp balkona geçti. O giderken Gökhan, "Kahve içer misin?" diye sordu.

"İçmesem daha iyi olur aslında," dedim, yoksa sabaha kadar asla uyuyamazdım.

"Peki, o zaman ben sana yatacağın yeri göstereyim. Sonra da gideceğim zaten."

Afalladım. "Gidecek misin?"

Başını salladı. "Evet, sen de daha rahat edersin hem. Kardeşimin evi yakın buraya, bu gece onda kalırım. Yarın sabah erkenden gelirim geri."

"Gitme," dedim telaşla, o da afalladı. "Rahatsız olmam ben, sorun olmaz yani."

"Emin misin?"

"Eminim," dedim hiç düşünmeden, hem o rahatsız olsun istemiyordum hem de yalnız kalmaktan korkuyordum. Olanlardan sonra daha önce hiç kalmadığım bir evde tek başıma kalacak olmak, beni korkutuyordu. Bu yüzden onun kalması, daha iyi olurdu benim için.

"Peki, nasıl istersen," dedi, kabul etmesinden dolayı rahat bir nefes aldım. "O zaman yatak odasında..." Ne söyleyeceğini anladığım an araya girdim.

"Yok olmaz, sen odanda uyu lütfen. Ben burada koltukta uyurum."

"Ama..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Eğer gerçekten rahat rahat uyumamı istiyorsan burada uyumama müsaade edersin," dedim oturduğum koltuğu göstererek. "Yoksa uyuyamam."

Sabırla derin bir nefes aldı. "Peki, ona da tamam."

Gülümsedim ve nedenini anlayamadığım bir şekilde "Teşekkür ederim," dedim.

"O zaman ben sana bir şeyler getireyim," dedi ve ayaklandı, anladığım kadarıyla odasına doğru gitti.

O giderken bir kez daha etrafa bakındım. İleride, komodinin üzerinde kardeşiyle olduğunu tahmin ettiğim fotoğrafları vardı. Kardeşinden bahsederken tuhaf şeyler söylemişti ve sanırım haklıydı da tuhaf birine benziyordu. Neredeyse her fotoğrafta yüzü gözü yara bere içindeydi genç adamın. Normal olduğu sadece birkaç fotoğrafları vardı.

Bu, bana garip gelirken Gökhan, salona döndü. Onu görünce ayağa kalktım. Yanıma geldi ve elindeki çarşaflı, yastığı, battaniyeyi koltuğun üzerine bıraktı. Ardından da elindeki, muhtemelen kendine ait olan, eşofmanları uzattı.

"Üzerindekilerle rahat edemezsen bunları giyersin."

Gülümseyerek aldım eşofmanları. "Teşekkür ederim."

O da sadece gülümsemekle yetindi. "Ben de odaya geçeyim o zaman, sen rahat et."

Başımı sallamakla yetindim.

"Sabaha kadar hiç çıkmam odadan, rahat rahat uyuyabilirsin," dediğinde dayanamayıp alttan alttan güldüm. Beni rahatsız edecek olmaktan fazlasıyla korkuyor gibi bir hâli vardı.

"Peki," dedim söylediği şeye karşılık sadece.

"İyi geceler o zaman sana."

Yine gülümsedim ona. "İyi geceler."

Önce birkaç adım geri geri gitti, ardından bana arkasını dönüp odasına doğru yürüdü. O giderken arkasından baktım, odasına ulaşınca durdu ve yeniden bana baktı, bir kez daha gülümsedi. Ben de ona gülümsediğimde de odasına girdi, kapıyı kapattı.

O gözden kaybolduğu hâlde gülümsemeye devam ederken yaptığım şeyi fark edip hemen yüz ifademi toparladım. "Kendine gel Ela!" diye kendime kızıp hızlıca yatağımı hazırladım, salonun ışığını kapattım ve koltuğa hazırladığım yatağa uzandım.

O an, bir an için kendimi çok garip hisettim. Birkaç ay önce sadece birkaç gündür tanıdığın bir adamın evinde kalacaksın, Sezgin yanında olmayacak, hatta artık o hiç olmayacak deselerdi bunun sadece bir mucize olduğunu düşünüp güler geçerdim ama şimdi, yaşıyordum bunu ve bu, çok garip hissetmeme neden oluyordu. Aynı zamanda çok da iyi...

Dudaklarımda belli belirsiz bir tebessüm oluşurken salonun tavanını izlemeyi bırakıp yan döndüm ve battaniyenin altına iyice girip uyumaya çalıştım. Her ne kadar düşünceler peşimi bırakmasa da çok geçmeden gözlerim ağır ağır kapandı, uykuya yenik düştüm ve uyuyakaldım.

Kendime geldiğimde çoktan hava aydınlanmış, güneş doğmuştu. Bu kadar rahat ve huzurlu uyumamı yadırgarken bir yandan da uzun bir süre sonra ilk defa kâbus görmediğimi düşünüyordum.

Bu düşünceyle gülümserken doğruldum ve saate baktım, dokuz buçuk olduğunu gördüm. Bu kadar uyumuş olmak, kendimi dinç hissetmeme neden olurken Gökhan'ın odasına doğru baktım. Hâlâ uyuyor olacak ki ses seda yoktu.

Gözlerimi yeniden önüme çevirdim, o uyuyana kadar sessiz kalmaya karar verip ayaklandım ve banyo olduğunu düşündüğüm yere gittim, girdim. Tam da tahmin ettiğim gibi banyo olduğundan emin olup daha rahat davrandım, lavabonun karşısına geçtim, elimi yüzümü yıkayıp saçlarımı güzelce topladım. Ardından yeniden banyodan çıkıp salona döndüm, Gökhan'ın odasından hâlâ ses gelmiyordu.

Salonda bir süre bir başıma vakit geçirdim, en sonunda canım sıkıldı ve uzanıp kumandayı aldım, televizyonu açtım. Vakit geçirecek bir şeyler bulmaya çalışırken acaba Sezgin'den bahsediliyor mudur diye düşünüp bir haber kanalını açtım. Herhangi bir haber göremeyip internete bakmaya karar verdim, uzanıp telefonumu aldım. İnternete girmek isterken şarjımın bittiğini fark ettim.

Etrafa bakındım, acaba Gökhan'ın şarj makinesini bulabilir miyim diye düşünüp ayaklandım. Her ne kadar etrafı karıştırmak beni rahatsız ediyor olsa da birkaç çekmeye baktım.

Ta ki ekranda bir anda Sezgin'in resmini görene kadar.

Televizyon ekranında gördüğüm resimle telefonu falan unuttum, telaşla yeniden kumandayı alıp sesi biraz açtım ve dikkatle izlemeye başladım haberi.

Spiker, önce Sezgin'i tanıtmış ve ardından kaybından bahsedip polisin onu aradığını söylemişti. Şimdilik her şey yolunda diye düşünürken ekranda bir anda hiç olmaması gereken bir şey belirdi.

"Ne oluyor ya?" diye sordum endişeyle ve şaşkınca ekrana bakmaya devam ettim. Çünkü şu an resmen dün Gökhan'la sahilde otururken çekilmiş fotoğraflarımız vardı ekranda.

"Sezgin Güçlü'yü arama çalışmaları son hız devam ederken eşinin rahat tavırları dikkatten kaçmadı," diyordu görüntünün arkasındaki ses ve devam ediyor, Gökhan'la yakınlığımızdan bahsediyor, eşim kayıpken bunun şüpheli bir davranış olduğundan söz ediyorlardı.

"Ela?" Duyduğum sesle hızla arkamı döndüm, Gökhan'ı gördüm. "Ne yapıyorsun öyle ayakta?"

"İzlemen gereken bir şey var."

"Neymiş o?" diye sorarken yanıma geldi, televizyona baktı ve tekrar eden haberi bir de o dinledi.

Haber bitmeye yakınken Gökhan, öfkeyle "Ne diyor lan bunlar? Bu ne biçim haber?" diye çıkıştı.

"Sinem," dedim telaşla. "Sinem yaptırmış olmalı bu haberi, yoksa böyle bir şey yayınlamazlar," derken Gökhan'ın gözleri, beni buldu ve söyleyecek bir şeyi olmayacak ki sessiz kaldı.

"Resmen," deyip sustum, her ne kadar bunu söylemeye utansam da zaten az önce izlediği için dayanamadım ve söyledim. "Resmen seninle aramızda bir şey olduğunu ima ediyorlar!"

Gözlerini ekrandan yeniden bana çevirdi ve yine sessiz kaldı.

"Bunu nasıl toparlayacağız?" diye sordum.

Gözlerini kapattı, başını hafifçe öne eğdi. Sıkıntıyla iç geçirdi ve yeniden başını kaldırdı, gözlerime baktı.

Ondan küçücük de olsa umut verici bir şey duymayı beklerken "Ela," dedi bu zamana kadar olduğunun aksine gergince ve ekledi. "Biz bittik."

Bölüm Sonu!

Çoooook uzun bir bölümün sonunda herkese merhaba! Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Sizce gazetecilere haber verip televizyon haberini yaptıran gerçekten Sinem olabilir mi?

Gökhan, son sahnede neden öyle bir tepki verdi dersiniz?

Bundan sonra neler olacaktır?

Ayy bu arada bu bölüm sık sık Gökhan'ın kardeşine değindik, bunun öylesine yazılmış sahneler olduğunu düşünmüyorsunuz herhâlde değil mi ashajajsj Gökhan'ın kardeşi, sıradaki kitabımızın başrolü olacak 🥹

Bunu da söylediğime göre artık kalabilirim ehehehheheheh

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%