Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM "YOLUN SONU"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: NF -Remember This

8. BÖLÜM "YOLUN SONU"

Gidilen her yolun bir sonu, alınan her kararın bir bedeli varmış meğerse ve ben, şimdi hem yolun sonuna geldiğimi hem de aldığım kararın en ağır bedelini ödemek zorunda kaldığımı hissediyorum. Âdeta bir çığ düşmüş gibi üzerime kapanan bu düşünceler içinde boğulurken her şeyin sonu gibi hissettiğim bu anlarda, içimdeki boşluk giderek büyüyordu.

Gökhan’ın dudaklarından dökülen bu iki kelimelik cümlenin bünyemdeki etkisi, onun bile tahmin edemeyeceği kadar yüksek olurken korkudan tir tir titrediğimi hissediyordum. Ellerim ve dizlerim titriyor, bu titreme bacaklarımı da sarsarak beni ayakta durmakta bile zorluyordu. Havanın ağır ve soğuk hissi, korkumun derinliğini daha da hissettiriyor, kalbim hızlı hızlı atıyordu.

“Ela,” dedi Gökhan endişeyle ve yanıma geldi. Kafasını eğerek bakışlarını gözlerime çevirdi. Elleri anında hareketlendi, bana dokunacak gibi oldu ama yapamadı, ellerini yeniden indirdi.

Daha fazla tutamadım kendimi, gözyaşlarım akmaya başladı. Gökhan, daha da endişelenirken “Ela,” dedi sakince beni rahatlatmak istercesine. “Sakin ol,” diyordu ama az önce söylediği şeyi düşündükçe ağlamaya devam etmek istiyordum. “Şaka yaptım, ciddi değildim.”

Gözyaşlarım akarken söylediği şeyleri bile zor anlıyordum. Kafamda dönen düşünceler, gerçeği kavrayamamama neden oluyordu. Bu yüzden daha fazla dayanamamış olacak ki az önce yapamadığı şeyi yaptı, kollarımdan tutup “Otur şöyle,” diyerek beni tekli koltuğa oturttu. Kendisi de hemen önüme diz çöktü. Gözlerindeki endişeyi fark etmemek mümkün değildi.

O an, istemsizce birinin benim için en son ne zaman böyle endişe ettiğini düşündüm ama kendime bir cevap veremedim. İçimdeki boşluk, belirsizlik ve korku karşısında, kimsenin benim için böylesine endişelendiğini hatırlayamıyordum.

Ben, bu düşünceler arasındayken “Özür dilerim,” dedi.

Ağlarken burnumu çektim. “Neden özür diliyorsun?” Sesim, hıçkırıklarla boğuk çıkıyordu.

“Böyle olacağını bilemedim, şaka yaptım sadece. Bitmek falan yok, sakin ol lütfen.”

Bu nasıl şakaydı böyle? İnsan, hiç böyle bir durum içindeyken böyle bir şaka yapar mıydı? Oysa benim korkum, Gökhan'ın şakasının ötesindeydi, gerçek bir endişe ve belirsizlikle birleşmişti.

“Ela,” dedi Gökhan yeniden sakince. “Ağlama artık lütfen.”

Gözyaşlarımı sildim. “Ağlamıyorum,” dedim ama bunu derken bile gözümden birkaç damla daha yaş aktı. Gökhan da bunu fark edince “Ağlamayacağım,” diye düzelttim.

Gökhan, hâlâ önümde diz çökmüş otururken kendimi biraz toparlamaya çalıştım. Bu çabalarım sırasında “Haberleri sen de gördün,” dedim ve ekledim. “Neler dediklerini duymadın mı?”

“Duydum ama saçma sapan birkaç magazin haberi bunlar Ela. Polisler ya da aklı başında insanlar bunu dikkate almayacaklar bile. Diğerleri de bizi ilgilendirmez zaten.”

“Nasıl bu kadar eminsin?” Sözlerinin ağırlığı, endişemin bir nebze olsun hafiflemesine yetmiyordu.

“O haberler yalan çünkü, söylediklerinde tek doğru bir şey bile yoktu.”

“Evet ama bunu sadece biz biliyoruz. Bu yüzden araştırmaya devam edecekler. Ya o zaman olanları...” deyip sustum, söylemeye bile cesaret edemedim.

Gökhan, bu sözlerime rağmen hâlâ çok sakindi. “Bizi ne kadar araştırırlarsa araştırsınlar ellerine hiçbir şey geçmeyecek. Çünkü o ormanda olanları ikimiz biliyoruz sadece ve onlara, olanları anlatacak başka hiç kimse yok. Ceset bulunmadığı sürece hiçbir şey olmaz ve şu an kimsenin ormana gidip de bir ceset aradığı yok. Unuttun mu? O video sayesinde Sezgin, hâlâ onlar için yaşıyor.”

Sessiz kaldım, haklı olduğunu biliyordum ama bunu bilmeme rağmen korkuyordum. Hem de çok. O ne derse desin bu korkudan kurtulamıyordum. İçimdeki bu derin korku, aklımı başımdan alacak kadar yoğundu. Bu yüzden ben bile kendime kızıyordum ama olmuyordu işte, korkumdan kurtulamıyordum.

“Korkmamız gereken tek şey İlyas’ın çektiği görüntülerdi. Onlar da çok yok edildi ve geriye o gün olanlara dair hiçbir iz kalmadı. Bu yüzden güven bana, hiçbir şey olmayacak.”

Sadece başımı salladım, sessiz kaldım. Bir yandan da gözyaşlarını silip kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Gözyaşlarımdan geriye kalan izler, bir kez daha içimdeki boşluğun ne kadar derin olduğunu hatırlatıyordu.

O esnada Gökhan’ın gözlerindeki endişeli ifade de sonunda yok olmuştu. Bakışları yumuşamış, rahatlamıştı. Onu böyle görmek, beni biraz daha rahatlatırken “Sen de amma sulu gözmüşsün,” dedi şakacı bir tavırla.

“Ne?”

“Bir şaka yaptık, geldiğimiz şu hâle bak,” dediğinde dayanamadım ve kısacık da olsa güldüm. Ben güldüğümde, onun da dudaklarında küçük bir tebessüm oluştu.

Hâlâ aynı yerde -önümde diz çökmüş- otururken gözlerimin içine uzun uzun baktı. Bakışları o kadar derin, o kadar anlamlıydı ki kalbim çoktan hızla atmaya başlamıştı bile. Boğazımın kupkuru olduğunu, avuçlarımın içinin terlediğini ve midemde sıcacık bir hissin belirdiğini hissederken “Neden böyle bakıyorsun?” diye sordum. Sesim, fısıltı gibi çıkmıştı.

Gökhan, bu sorumla birlikte yalandan öksürdü, hızla kendini toparladı ve ayaklandı. “Hiç, öylesine,” dedi sadece.

Ben de ayağa kalktım. Gerilmiş, ne yapacağını bilmez gibi olan hâlini sessizce izlerken “Ben en iyisi güzel bir kahvaltı hazırlayayım,” dedi aniden. Konuyu değiştirmeye çalışıyor gibiydi.

“Olur,” diyebildim ben de bir tek.

Yanımdan ayrıldı, mutfağa gitti, tam mutfağa girecekken durdu ve yeniden bana baktı. “Gitmemi fırsat bilip ağlayayım falan deme.”

Hâlâ dalga geçtiğini anlamak, beni güldürürken “Dalga geçme,” dedim.

Ben güldüğümde, o da güldü ve için rahatlamış gibi görünürken mutfağa girdi. Ben de arkamdaki tekli koltuğa oturdum yeniden ve televizyona baktım. Haber, çoktan değişmişti, başka bir haber veriyorlardı.

Gözlerimi televizyondan çektim. Bu yalan haberden nasıl kurtulacağımızı düşünürken mutfaktan sesler gelmeye başlamıştı bile. O an, o kahvaltı hazırlarken burada böyle oturmak garip gelince kendimi kötü hissettim ve yeniden ayaklanıp ben de mutfağa gittim.

Mutfak kapısının yanında durdum, onu izledim. Dolaptan kahvaltılıkları bir bir çıkarıyor, tezgâha bırakıyordu.

O beni fark etmeyince “Yardım lazım mı?” diye sorarak ben, kendimi fark ettirdim ve yanına gittim.

“Hayır, hallediyorum ben.”

Biraz daha yanına yaklaştım, ısrar ettim. “Ama yardım etmek istiyorum,” dedim, öylece oturmaktan rahatsız oluyordum çünkü.

“Pekâlâ,” dedi sonunda tost makinesini işaret ederek. “Bize tost yapabilirsin. Ben, pek beceremem.”

Sözlerini duyduğumda içimi bir heyecan kapladı. “Ben çok güzel yaparım!” dedim heyecanla.

Gökhan’ın yüzündeki gülümseme genişlerken “Tost yapmayı bildiği için sevinen birini ilk kez görüyorum,” dedi.

Ben de ona eşlik ederek güldüm. “Yemeyi de çok severim.”

“Eee, yap bakalım da yiyelim ellerinden bir tost o zaman,” dedi.

İşaret ettiği tost makinesinin yanına yöneldim. Kendisi malzemeleri önceden hazırlamıştı. Ekmekler, peynirler, sucuklar, her şey yerli yerindeydi. Hızla iki kişilik tostları hazırlamaya koyuldum. Arkamı döndüğümde, Gökhan’ın mutfaktaki masayı hazırladığını gördüm. Tabaklar, çatal-bıçaklar, diğer her şey üzerinde özenle çalışıyordu.

Bir an için duraksadım. Bu durumda olmak, bir yandan rahatlatıcı, bir yandan da garipti. Geçen birkaç hafta gözlerimin önünden geçti. O kadar şeyden sonra bu yeni normale nasıl bu kadar çabuk alışabildiğimi sorgularken kendimi toparladım. Düşünceleri bir kenara bırakıp tostlarla ilgilenmeye devam ettim.

On dakika kadar sonra tostlar hazırdı. Gökhan da çoktan masayı kurmuştu. Şimdi de ikimiz o masada oturuyorduk. O, hiçbir şey söylemeden doğrudan kahvaltısına başlamıştı. Günlerdir bir şey yemiyormuş gibi aç görünürken tostan bir ısırık aldı Ben ise onun aksine hiçbir şeye dokunmadım, onu izledim. Çünkü tostun tadını beğenip beğenmediğini merak ediyordum ve bir şeyler yemeden önce ondan bir şeyler duymak istiyordum. İyi ya da kötü… Garip bir şekilde bu, benim için çok önemliymiş gibi hissettiriyordu.

Gökhan, tostun ilk lokmasını alıp yuttuktan sonra heyecanla ona baktım. Ancak beklediğimin aksine herhangi bir yorum yapmadı. Bu yüzden merakla ona bakmaya devam ederken tosttan bir ısırık daha aldı ve üzerine bir yudum çay içti. Belki şimdi bir şeyler söyler diye bekledim ama yine ağzından tek kelime çıkmadı. Sabırla derin bir nefes aldım. Belki de beğenmemişti ve beğenmediğini söylemek istemediği için sessiz kalıyordu.

Bu, düşünce ona daha da dikkatle bakmama neden olurken sonunda bu bakışlarımı fark etmiş olacak ki o da gözünün ucuyla baktı Gayet ciddi görünürken gözlerinde bir anda muzip bir ifade oluştu. Bu ifadenin nedenini anlamaya çalışırken bir anda “Meraktan öleceksin, değil mi?” diye sordu.

Bu soruyla eşzamanlı olarak benimle dalga geçtiğini anlayıp kaşlarımı çattım. “Dalga mı geçiyorsun benimle ya?” diye sordum.

Gökhan, inkâr etmek yerine bir de başını sallayarak onayladı beni. Bu hareketiyle bilerek yüzümü düşürdüm ve kollarımı göğsümün altında toplayıp arkama yaslandım, kızdığımı belli edecek bir bakış attım. Ama bu tavrım bile Gökhan’ın gülümsemesini azaltmaya yetmemişti. “Kızdın mı?” diye sordu, bunu sorarken bile sesinde şakacı bir tavır vardı.

Cevap vermek yerine sessiz kaldım. Bu hâlim bile hoşuna gidiyor gibiyken konuşmayacağımı anlamış olacak ki elindeki tostu bıraktı. Uzandı ve bir peçete aldı, peçeteyle birlikte benim tabağımdaki tostu alıp hiç beklemediği bir şey yaptı, dudaklarına yaklaştırdı. Bu hareketi, beni ne yapacağımı bilmez bir hâle getirdi. “Hadi hadi, sen de bir şeyler ye,” dedi ve uzattığı tostu zorla ısırmamı sağladı. İşte o an, gülmemi tutamayıp gülmeye.

Gökhan, gülmemi görünce “Güzel olmuş, değil mi?” diye sordu kendisi de gülerken.

“Ben yaptım,” dedim, sesimde hafif bir gurur vardı.

“İşte o yüzden çok güzel olmuş.”

Bu cümle, vücudumdaki tüm kanı yanaklarıma hücum ettirdi. Heyecanlanmıştım, gözlerimi kaçırıp bir şey demek zorunda kalmamak için önüme bıraktığı tostumdan bir ısırık aldım.

Bir yandan hâlâ Gökhan’ın söylediği şey yüzünden heyecanlıyken bir yandan da kendimi mutlu hissediyordum. Bilerek beni kızdırması ve sonradan gönlümü almaya çalışması, hoşuma gitmeye başlamıştı. İşte beni en çok korkutan da buydu; ona dair bir şeylerin, hoşuma gitmeye başlaması...

Gökhan bana hissettirdiklerinden ve düşündürdüklerinden bihaber bir şekilde kahvaltısına devam ederken hiç yapmamam gereken bir şeyi yapıp içimden geçen bir düşünceyi sesli bir şekilde ifade ettim. “İyi ki seni tanımışım.”

Bu sözler ağzımdan döküldükten hemen sonra içimi, korkunç bir utanç duygusu sardı. Gökhan, bir tepki vermek yerine öylece duruyordu. Lokması ağzında kalmış, âdeta donmuştu. Bu hâli, beni daha da utandırırken gözleri, yavaşça bana döndü. “Hı?”

Verdiği bu tepkiyle içimde patlayan bir kahkaha krizini zor tuttum ve söylediğim şeyi tekrar etmek yerine “Duydun işte,” diyerek gözlerimi önümüze çevirdim. Sanki hiçbir şey olmamış gibi de tostumu yemeye devam ettim. Ancak Gökhan’ın üzerimdeki bakışlarının farkındaydım ve bu dikkat, beni daha da gergin hâle getiriyordu. Öyle ki bir tost yerken bile elim ayağım birbirine dolanıyordu.

Bu yüzden hiç ona bakmadan “Bakma bana öyle,” dedim uyarır gibi.

“Bakmıyorum,” dedi ama buna rağmen hâlâ bana baktığının farkındaydım. Bu yüzden dayanamadım ve bakışlarımı ona çevirdim tam kızacaktım ki “Ben de seni iyi ki tanımışım,” dedi bir anda.

Bu cümle, kalbimi daha önce hiç hissetmediğim bir utançla sarstı. Gökhan, bu utancı fark etmiş ve beni daha fazla utandırmak istememiş olacak ki başka hiçbir şey demeden kahvaltısına döndü. O cümleden sonra böyle yapması, içimdeki utanç duygusunu bir nebze olsun dindirirken ben de daha fazla ona bakmadım ve başımı önüme çevirip kahvaltıma devam ettim.

Karnımızı doyurduktan sonra mutfağı birlikte topladık, bulaşıkları yıkadık ve salona geçtik. Gökhan, doğrudan Astro’nun yanına giderken ben, dayanamayarak yine aynı konuyu açtım.

“Sence de artık konuşmamız gerekmiyor mu?” dedim, endişeli bir şekilde.

Astro’yu severken gözlerini üzerimden ayırmadan “Ne konuda?” diye sordu.

Bu sorunun umursamazlığı, beni biraz şaşırttı. “Haberler hakkında tabii ki.” Yanına gidip oturdum. “Bir şeyler yapmayacak mıyız?”

“Ben yaptım bile,” dedi gayet rahat bir tavırla.

Şaşkınca kaldım. “Nasıl yani? Ne yaptın?” diye sordum, kafam karışmış bir şekilde.

“Dün bahsettiğim gibi Sezgin’in sahte videosunu yaydım.”

Bu açıklama karşısında şaşkınlıkla sustum ve devamını bekledim.

“Herkes karısına iftira atmaya çalışan bir adamı konuşurken bu sabahki haberler kimsenin umurunda olmayacaktır,” dedi, sakin bir tavırla.

“Emin misin?” diye sordum, hâlâ endişeli bir şekilde.

Başını sallayarak “Eminim,” dedi ve ekledi. “Hatta şimdi sen de emin olacaksın.”

“Şimdi mi?” diye sordum, ne yapacağını merak ederek.

Bir cevap vermek yerine cebinden telefonunu çıkardı ve ekranı bana çevirdi. Sosyal medyanın açık olduğunu görünce daha da meraklı bir şekilde baktım telefonuna. O sahte video, çoktan yayılmıştı. Herkes, Sezgin hakkında bir şeyler yazıyordu ama sabahki haberler hakkında tek kelime yazan yoktu.

“Unutulmuş bile,” dedi Gökhan, gözlerim onu buldu. “Hem artık televizyon haberleri değil, buradaki haberler insanların dikkatini çekiyor ve burada, bize dair hiçbir şey yok.”

“Bu kadar basit olacağını düşünmemiştim,” dedim, şaşkınlık içinde.

“Bazı şeyler bu kadar basit Ela,” dedi ve ekledi, “Sen sadece sakin ol ve biraz rahatla.”

Sessiz kaldım.

Bu sessizliğim, ona derin bir iç çektirdi. “Ben ne dersem diyeyim rahat edemeyeceksin, değil mi?” diye sordu, beni artık iyi tanıdığını belirterek.

“Yanlış anlama,” dedim, endişe içinde. “Sana güveniyorum ama yine de korkuyorum, hem de çok korkuyorum.”

“Eğer bana gerçekten güveniyorsan, korkma,” dedi güven verici bir ses tonuyla. “Çünkü ben, sana korkulacak hiçbir şey olmadığına söylüyorum.”

Derin bir nefes aldım ve “Peki,” dedim, bu sefer gerçekten de onu dinlemeye ve korkularımdan kurtulmak için çaba göstermeye kararlıydım.

Gökhan, dikkatle beni izlerken gözlerimi önüme çevirdim ve olanları unutup biraz rahatlamaya çalıştım. Ancak aklıma gelen düşünceler, rahatlamamı engelliyordu. Evet, kararlıydım ama hiçbir şeyi düşünmemek benim için o kadar da kolay olmuyordu. Bu yüzden içim sıkıntıyla dolarken ofladım ve o sırada söylediği şeyi duydum.

“Yapamıyorsun, değil mi?”

Bu soruyla hızla yeniden ona baktım. “Hı?” dedim, kafa karışıklığı içinde.

Dudakları yana kıvrıldı ve muzip bir tavırla gözlerime baktı. Bu bakış, ne söylemek istediğini anlamam için yeterli olmuştu.

Bu sefer kızmak yerine başımı sallayıp, “Yapamıyorum valla, olmuyor bir türlü,” dedim.

Dayanamadı ve güldü.

Kaşlarımı çatarak “Gülme ya!” diye çıkıştım.

Dudaklarını birbirlerine bastırdı. “Tamam, gülmüyorum,” derken bile alttan alttan gülüyordu.

Onun bu hâli yüzünden ben de gülmek istesem de bunu yapmadım. O, kendini zorlayarak gülmemek için çabaladı. Hatta başını çevirip Astro ile ilgileniyormuş gibi göründü.

En ufak bir şey de yeniden gülmeye başlayacağını çok iyi bilirken gözlerimi kıstım. “Dayanamıyorsun, değil mi?” diye sordum.

Başını yeniden bana çevirdi. “Anlamadım?”

“Kesin anlamamışsındır,” dedim ve benim de gülesim gelirken pes edip, “İyi be, gül!” dedim.

Sanki bunu dememi bekliyormuş gibi gülmeye başladı. Başta yalandan da olsa ona kızgın bakmaya çalışsam da bunu yapamadım ve dayanamayıp ben de onunla birlikte gülmeye başladım. Son zamanlarda yaşananlara rağmen hâlâ gülebiliyor olmak, kendimi hem garip hem de çok iyi hissetmeme neden oluyordu.

Bu hisler, içimde giderek büyürken Gökhan’ın telefonu çaldı.

Telefon hâlâ elimde olduğundan ekrana baktım ve Asım Bey’in aradığını görüp telefonu Gökhan’a uzattım. “Asım Bey arıyor.”

Telefonu hemen aldı, ayağa kalktı ve aramayı açtı. “Dinliyorum.”

Asım Bey, ona her ne söylediyse, söyledikleri Gökhan’ın kaşlarını çatmasına neden oldu. Merakla ve dikkatle izlemeye devam ettim.

“Tamam, sorun yok,” dedi Gökhan telefondaki Asım Bey’e. “Halledeceğim ben.” Bu cümlelerden bir sorun olduğunu anlamak zor değilken daha da meraklandım. “Müsait olduğumda ararım o zaman ben seni,” dedi ve Asım Bey her ne söylediyse “Pekâlâ,” diyerek telefonu kapattı.

Hızla ayağa kalktım, yanına gittim. “Her şey yolunda mı?”

“Yolunda, endişelenme. O da haberleri görmüş, ne yapacaksınız falan diye sordu. Ben de halledeceğim dedim.”

Her şeyi anlattığı için ne soracak ne de söyleyecek bir şeyim vardı, bu yüzden sessiz kaldım.

“Şimdi benim dışarıda bir işim var, çıkmam lazım bu yüzden. Sen de gelmek ister misin?” diye sorarak konuyu değiştirdi.

Ne işi olduğunu merak etsem de bunu soramadım ve onunla gitmeyi çok istesem de bu teklifi kabul edemezdim. Çünkü bu teklifi sadece kibarlıktan yaptığını biliyordum ve çocuk gibi peşine takılmak istemiyordum. “Yok, ben gelmeyeyim.”
“Emin misin?”

“Eminim,” dedim, oysa gitmeyi istiyordum.

“Peki, sen bilirsin o zaman.”

“Ama şey, her nereye gideceksen önce beni eve bırakabilir misin?” diye sordum, kendi başıma gitmek istemiyordum çünkü.

“Eve mi gideceksin?” diye telaşla sordu.

Omuz silktim. “Evet, hep burada kalacak değilim ya.”

“Ama şu an gitmen doğru olmaz, eminim hâlâ oradalardır,” dedi, endişeli görünürken.

“Biliyorum ama sonsuza kadar kaçamayacağımı da biliyorum.”

“Ama ortalık biraz sakinleşene kadar kaçabilirsin,” dedi anında.

Sessiz kaldım.

“Yine de eğer gitmek istiyorsan, götüreyim seni ama eğer beni dinlersen, kalmaya devam etmelisin. Bir süre görünmesen daha iyi olur.”

Her ne kadar çekiniyor olsam da, doğruları söylemek isteyip “Aslında gazetecilerle muhatap olmak istemiyorum,” dedim.

“Eee, o zaman sorun ne? Neden gitmek istiyorsun?”

Hiç eveleyip gevelemeden “Sana yük olmak istemiyorum,” deyip asıl derdimi söylemiş oldum.

Gökhan, bu sözlerimi duyduğunda anında kaşlarını çattı ve yüz ifadesi, sertleşti. “Bence bunu hiç duymamış gibi yapayım,” dedi, bir an bile tereddüt etmeden.

Yüzündeki bu tavır, endişemi bir nebze olsun hafifletti.

“Konu kapandığına göre burada kalıyorsun,” dedi emin olmak istercesine.

Uzatmak istemedim ve tebessüm edip başımı salladım.

Aldığı bu cevaptan fazlasıyla memnun olurken yanımdan uzaklaştı. Portmantodan montunu aldı ve üzerine geçirdi. “Birkaç saatte dönmüş olurum,” dedi, montunun fermuarını çekerken. Sonra eğilip ayakkabılarını giydi. “Sen rahatına bak,” dedi ve ardından kapıya yöneldi.

Çıkmadan önce durdu ve bana baktı, gülümsedim ona. O da gülümsediğinde “Görüşürüz,” dedim.

“Görüşürüz” diye yanıtladı ve evden çıktı. Kapıyı kapattığında, arkamdaki tekli koltuğa oturdum ve yalnız başıma kalınca kendimi garip bir boşluk içinde buldum.

“Eee ne yapacağım ben?” diye mırıldandım, etrafa bakındım. Sıkıntıyla oflayarak yeniden ayaklandım ve pencerenin kenarına yöneldim, dışarıya baktım.

Gökhan’ın kapının önünde telefonla konuştuğunu gördüm. Telefon konuşması bitince arabasına bindi ve uzaklaştı. Gözlerim, dikkatle hareketlerini takip ederken köşede duran siyah bir araba dikkatimi çekti. Araba, Gökhan’ın ardından hareket etmişti.

İçimi kaplayan bir telaşla doğru düzgün düşünmeden telefonumu masanın üzerinden aldım ama şarjının bittiğini görünce daha da endişelendim. Elim ayağım birbirine girmiş bir şekilde ne yapacağımı bilemezken arabanın durduğunu gördüm ve anında kendime kızdım. “Salak Ela! Ne diye hemen endişe edip korkuyorsun ki? Sanki dünyadaki herkes sizin peşinizde!”

Kendime kızarken Gökhan’ın neden sürekli “Rahat ol, sakin ol,” dediğini daha iyi anlamaya başlamıştım. En ufak bir şey de ortalığı ayağa kaldırmaya kalkıyordum çünkü.
Bu yüzden içten içe kendime kızmaya devam ederken duran arabanın içinden üç adam indiğini gördüm. Üçü de siyah takım giymişti. O an her ne kadar hâlâ kendime kızmaya devam etsem de içimdeki o kötü düşüncelerin yeniden gün yüzüne çıkmasına engel olamadım.

Buna rağmen elimden geldiğince sakin kalmaya çalışırken adamlar, etrafa dikkatlice bakarak apartmana girdiler. Bu durum, içimde kötü bir his uyandırdı. “Ya benim için geldilerse?” diye mırıldandım, sakin kalmaya çalışarak ama sadece birkaç saniye içinde vücudum korkudan titremeye başladı.

“Hayır Ela,” dedim kendi kendime. “Kimsenin senin için geldiği yok,” deyip kendimi rahatlatmaya çalıştım. Ancak bunu da başaramadım ve her ne kadar saki kalmak için çabalasam da içimdeki o hislere yenik düşüp korkarak kapıya doğru koştum.

Ayakkabılarımı giymeyip elime aldım ve telaşla ama bir o kadar da sessizce evden çıktım. O sırada merdivenlerden ayak sesleri geldiğini duydum. Bu yüzden hızla evin kapısını kapatacakken Astro peşimden çıktı. Bu beklenmedik hareketiyle beni daha da telaşlandırdı. Derin bir nefes alarak ona dönüp sessizce “Lütfen eve gir,” dedim ve onu içeri sokmaya çalıştım ama Astro gözleri kararlı bir şekilde bana bakıyor, yerinden kımıldamıyordu. Ayak seslerinin daha da yaklaştığını fark edince sonunda pes ettim ve kapıyı sessizce kapattım.

Ardından da hafifçe eğilip Astro’nun gözlerine baktım. Beni dinlemesini umarak “Hadi, peşimden gel,” dedim sessizce ve adımlarımı olabildiğince sessiz atarak çatıya açılan üst kata doğru ilerledim. Astro’nun patileri zeminde neredeyse hiç ses çıkarmadan beni takip ediyordu.

Telaşla çatıya çıktım, gözlerim hızlıca etrafta gezindi. Astro yanımdaydı, sadık bir gölge gibi. Dizlerimin üzerine çöktüm ve “Astro, lütfen sessiz ol,” dedim fısıldayarak. Şimdilik sessizdi ama içimdeki endişe dinmek bilmiyordu. Her an havlayabilir ve yerimizi belli edebilirdi.

Yavaşça ayağa kalktım, kalbim deli gibi çarpıyordu. Aşağıya doğru baktım, ayak sesleri bir anda kesilmişti. Ancak kapıya vurulma sesleri yükseliyordu. Seslerin yakınlığından Gökhan’ın evinin kapısı olduğunu anlamak zor değildi. Korkuyla dolan kalbim, sanki göğsümden dışarı fırlayacak gibiydi.

Bu yüzden hızlı ama sessiz nefesler alırken adamların konuşmalarını duydum. “Geldiğimizi görmüş olabilir,” dedi biri. Bu sözler, korkumu daha da derinleştirdi.

Başka bir ses, “Ben hallederim şimdi,” dedi kararlılıkla. Ardından çok geçmeden bir gürültü koptu, adamın kapıyı kırmaya çalıştığını anladım. Korku, içimi sardı. Ben şimdi bu durumdan nasıl kurtulacaktım?

Bu soruya cevap veremezken gürültü tekrarlandı ve ardından kapının açıldığını duydum. Soluk almadan dinlemeye devam ettim. Adamlardan biri, “Her yeri arayın,” diye emretti. Sonrasında yeniden bir kapı sesi yankılandı. Telaşla birkaç merdiven indim ve kapıya baktım. Kapının kapanmış olduğunu gördüm. İçeriye girdiklerini anladım.

Şimdi daha da dikkatli olmam gerekiyordu. Astro’nun sakinliği bana biraz cesaret veriyordu ama risk almaktan başka şansım yoktu. Bu yüzden cesaretimi toplayarak merdivenleri hızla indim. Her adımda kalbimin çarpıntısını daha yoğun hissediyordum, çünkü tehlike her an kapımı çalabilirdi. Gökhan’ın evine vardığımda hızımı artırarak daha da hızla indim. Astro’nun patileri arkamda sessizce yankılanıyordu. Peşime takılmıştı ama hiç değilse söz dinliyordu. Hatta belki tuhaf ama onun varlığı bana güven bile vermeye başlamıştı.

En alt kata ulaştığımda, apartman kapısını araladım ve dışarıdaki arabayı dikkatle inceledim. İçinde kimse olmadığından emin oldum. Bundan emin olduğum an bir an bile duraksamadan kendimi hızla dışarıya attım. Hâlâ ayakkabılarım elimdeydi ama bununla ilgilenmeye vaktim yoktu. Bu yüzden umursamadan sokağın diğer ucuna doğru koşmaya başladım.

Koşarken arkamı bir an olsun kontrol etmedim. Astro’nun peşinden koştuğunu hissetmek, biraz olsun içimi rahatlatıyordu. Sokağın diğer ucuna ulaştığımda durdum ve Gökhan’ın evine doğru bakmamla o an pencereye yaklaşan adamın beni fark etmesi bir oldu. Hiç tanımadığım bu adam beni tanımış olacak ki anında gözleri irileşti, pencerenin önünden uzaklaştı. Peşimden gelecekleri anladığım an kalbim, hızla çarpmaya başladı ve bu tehlikeli işaret beni daha hızlı koşmaya teşvik etti.

Sokağın köşesinden sağa döndüm, nefes nefese koşmaya devam ettim. Koşarken bir apartmanın kapısını açık gördüm ve bir an bile olsun düşünmeden hızla içeriye girdim, kapıyı aralık bıraktım. Astro hemen yanımdaydı, o da benim gibi nefes nefese kalmıştı. Onu izlerken yere çöktüm ve ayakkabılarımı hızla giydim. Ayağa kalkıp dışarıya hafifçe uzandım, bir arabanın geçtiğini gördüm. Telaşla geri çekildim ve kapıyı kapattım.

Çok geçmeden arabanın kapının önünden geçtiğini duydum. Telefonumu çıkardım, Gökhan’ı aramalıyım diye düşündüm ama şarjımın bittiğini o an bir kez daha fark ettim. Bir an için bu, aklımdan çıkmıştı. Kendi kendime söylenirken apartmanda yaşayanlardan yardım mı istesem diye düşündüm. Telefonlarını kullanabilirdim belki ama ne yazık ki Gökhan’ın numarasını ezbere bilmiyordum. Kendi telefonumu şarja takacak kadar da burada kalmak istemiyordum. Çünkü burası geçen her saniye benim için daha da tehlikeli bir hâl alıyordu. Bu yüzden en iyisi ilk önce bu mahalleden kurtulmak diye düşünüp buradan ayrılmaya karar verdim.

Fakat eve dönmenin bir seçenek olmadığını biliyordum. Çünkü gazeteciler hâlâ evdeydi ve bu adamlar her kimlerse beni orada da bekliyor olabilirlerdi. Sanırım bu durumda da gidilecek tek bir yer kalıyordu benim için. “Başka çarem yok,” diye mırıldandım ve tekrar dışarıya baktım, kimseyi göremedim. Bundan cesaret alıp hızla apartmandan çıktım, hemen koşmaya başladım. Arkadan bir havlama sesi duyup döndüğümde Astro’yu gördüm. Orada öylece durmuş, bana bakıyordu.

Derin bir nefes aldım ve “Hadi, sen de geliyorsun,” dedim. Astro sevinçle havlayınca tebessüm ettim. “Hadi gel peşimden,” dedim ve yeniden koşmaya devam ettim. Astro hemen yanımdaydı. Birlikte mahalleyi geçip bir caddeye ulaştık. Caddeye ulaştığımda yakalanmaktan korkarak hızlıca bir taksi durdurmaya çalıştım ve geçen dakikaların ardından bir taksi durdurmayı başardım.

Hızla taksinin arka koltuğuna atladım ve hemen Astro’yu da yanıma aldım. Taksiye binerken tedirgin gözlerle etrafa baktım. Taksici, Astro yüzünden mırın kırın etse de en sonunda onu ikna etmeyi başardım ve gideceğimiz yerin adresini bilmediğim için “Siz ilerleyin, yolu tarif edeceğim,” dedim.

Bir yandan yolu tarif ederken bir yandan da olanları düşünüp o adamların kim olabileceklerini anlamaya çalışıyordum ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu.

Dakikalar sonra istediğim eve ulaştığımızda rahat bir nefes aldım. Burası, Asım Bey’in eviydi. Aklıma, buradan başka gidecek hiçbir yer gelmemişti. Taksiden inmeden önce yanımdaki paranın bir kısmıyla ücreti ödedim ve kapıdaki adamlara yaklaştım. Umarım içeriye alırlar diye düşünürken kendimi tanıtmama bile gerek kalmamış ve adamlar kapıyı açmışlardı.

Astro hâlâ peşimdeyken bahçeye hızlıca girdik. Bahçeden geçip de eve girdiğimizde daha önce gelmiş olduğumdan doğrudan salona yöneldim. Salona girdiğimde Tuğba da buradaydı. Dışarıdan haber almış olacaklar ki aniden bizi görmelerine hiç şaşırmazlarken Tuğba, "Aaa Astro de burada!" dedi ve heyecanla yanımıza geldi, Astro'yu sevdi.

O, Astro ile ilgilenirken Asım Bey, yanıma geldi. “Seni buraya hangi rüzgar attı?” diye sordu.

Gökhan'ın ona güveniyor olduğunu ve daha önce bize yardım ettiğini düşünüp hiç korkmadan olanı biteni hızla anlattım ve ardından da "Eve gidemedim, Gökhan'ın evinden de kaçtım zaten, aklıma bir tek burası geldi," dedim.

Asım Bey, anlattıklarım yüzünden huzursuzlanırken “İyi yapmışsın,” dedi. "Hatta en doğrusunu yapmışsın."

Anlattıklarım yüzünden Tuğba Astro ile ilgilenmeyi bile bırakmış ve dikkatle beni dinlemişti. "Kim olabilir ki bu adamlar?" diye sordu, ne ben ne Asım Bey ona cevap veremedik. Elini cebine attı ve telefonunu çıkardı. "Ben, hemen Gökhan'a haber veriyorum," deyip telefonla konuşmak için uzaklaştı.

"Biz de salona geçelim," ded Asım Bey salona doğru yürürken, ben de peşinden gittim. İkimiz de karşılıklı oturduk. Her ne kadar buraya kendi isteğimle gelmiş olsam da burada olduğum için gerilirken Tuğba, çok geçmeden geri döndü.

"Olanları çok fazla anlatmadım ama çağırdım, geliyor," dedi karşıma otururken.

Sessiz kaldım.

O sırada Asım Bey "Sence gelenler kimdi?” diye merakla sordu.

“Bilmiyorum, belki yine Tuna’nın adamları olabilir,” dedim, aklıma bir tek bu geliyordu.

Tuğba, “Mümkün değil, başı yeterince belada, bu durumda yeni bir hamle yapmaz,” dedi.

“Peki kim, neden böyle bir şey yapmaya kalksın o zaman?” diye sordum. Kimse cevap veremedi. Sessizlik, odanın içinde yayıldı.

Az sonra Tuğba, bu sessizliği sevmemiş olacak ki “Ben, mutfaktan içecek bir şeyler getireyim sana, yorgun görünüyorsun,” dedi ve ayağa kalkıp mutfağa doğru yöneldi.

O giderken Asım Bey, “Buraya gelmekle en doğrusunu yapmışsın,” dedi.

Doğruyu söylemek isteyip “Başka gidecek yerim yoktu," dedim.

"Başka bir yere ihtiyacın yok,her istediğinde buraya gelebilirsin,” dedi.

Bu cümlesi, her ne kadar ona minnet duymama neden olsa da "Neden bana bu kadar iyi davranıyorsunuz?” diye sordum.

Asım Bey, yüzünde bir belirsizlik ifadesiyle sessiz kaldı. Cevap vermedi, bu sessizlik içimi daha da kararttı.

Minnettarlığımı ifade etmeye çalışırken, içimdeki huzursuzluğu da dile getirmek istedim. “Bu konuda minnettarım size ama anlamıyorum,” dedim, içimdeki karmaşayı belirterek. “Neden bana bu kadar iyi davranıyorsunuz?” sorusunu yeniden sordum. Asım Bey'in sessizliğinin, her geçen saniye içinde daha da derinleştiğini hissettim. “Cevap bile veremiyorsunuz,” dedim, gözlerimi yere indirerek. “İşte bu da beni korkutuyor.”

“Ben korkman gereken biri değilim,” dedi, sesinde belirgin bir güven vardı.

“Biliyorum,” dedim, sesimde bir titreme vardı. “Bana olan davranışlarınızdan belli. Bana zarar vermeyeceğinizden eminim ama en çok da bunu merak ediyorum. Herkesin korkması gereken birisiniz, benim neden korkmam gerekmiyor? Neden bu kadar iyilik yapıyorsunuz?” dedim, sorularımın ağırlığı her geçen an daha da hissediliyordu ama Asım Bey, bu sorularıma karşılık vermedi. Yüzündeki ifade, bir sır gibi derinleşmişti.

Gökhan’ın da bu soruya yanıt vermediğini düşünerek arkama yaslandım. İçimde bir belirsizlik ve endişe dalgası vardı. Sessizlik, odayı âdeta kaplayan ağır bir örtü gibi üzerimize serilmişti. Bu sessizliğin, içimdeki karanlığı daha da artırdığını hissettim.

Sessizlik giderek büyürken Tuğba, elinde içeceklerle salona döndü. Hepimize birer limonata getirmişti. Teşekkür edip aldım ve bir yudum içtim.

İçerken, rahatlamaya ve biraz sakinleşmeye çalıştım. O sırada salona Gökhan girdi. Gözlerim hemen ona buldu. Nasıl bu kadar çabuk geldi anlayamazken telaşla yanıma geldi. Gözleri, endişeyle yanıyordu. "İyi misin?" diye sordu nefes nefese.

"Evet, iyiyim,” dedim onun aksine sakince.

Gözünün ucuyla Tuğba'ya ve Asım Bey'e baktıktan sonra yeniden bana çevirdi bakışlarını. “Neler oldu?”

"Otursana," dedim önce, başını salladı ve az önce benim oturduğum koltuğa oturdu. Ben de aynı koltuğun diğer ucuna oturduğumda olanı biteni bir bir anlattım ona.

O da beni dikkatle dinledikten sonra "Keşke bir şekilde beni arasaydın," dedi.

"Yine de buraya gelerek en doğrusunu yapmış,” dedi Asım Bey.

Gökhan, bu ifadeyi kabul ederek, “Orası doğru,” dedi ve Asım Bey'e baktı. “Gelen adamların kim olduğunu hemen öğrenmeliyiz,” dedi, bu konunun ciddiyetini vurgulayan bir tonla.

Asım Bey, “Adamları gönderdim bile,” dedi.

O anda salona bir adam girdi. “Asım Bey, bir beyefendi geldi,” dedi.

Asım Bey'in kaşları çatıldı. "Kimmiş?"

"Başkomiser olduğunu söylüyor, ismi Halit."

Adamın verdiği cevapla şaşkınca kalırken Gökhan'la göz göze geldim. "Bu, Halit Başkomiser."

Başını salladı. "Muhtemelen," dedi, belirsizlik ve endişeyle.

“Ne işi var burada?” diye sordum, içimde merak ve kaygı vardı.

“Bilmiyorum,” dedi Gökhan, aynı şekilde belirsiz ve endişeliydi.

Asım Bey, “Sizi burada görmesin,” dediğinde Gökhan ayağa kalktı. “Haklı, biz görünmeyelim,” dedi.

Ben de hemen ayağa kalktım.

Tuğba bize ayak uydurup “Beni de görmese iyi olacak,” dedi.

Hep birlikte salondan ayrıldık. Tuğba, hızlı adımlarla üst kata çıkarken, Gökhan mutfağa doğru yöneldi. Ben de Gökhan’ın peşinden mutfağa girdim.

Gökhan, “Buradan içeriye de duyarız,” dedi kapının yanına geçip salona kulak verdi. Ben de tıpkı onun gibi kapıya, içeriyi duyabileceğim kadar yakın durdum.

Kısa bir süre sonra Halit Başkomiser'in içeri girdiğini duyduk. Sesler, salondan yankılanarak mutfağa kadar ulaşıyordu. Önce Asım Bey'le selamlaştılar. Ardından Asım Bey, Halit Başkomiser'e “Neden geldiniz?” diye sordu.

Halit Başkomiser, bu soruyla Sezgin’in kaybından bahsetti ona.

Sözleri bittiğinde Asım Bey, “Bu, beni neden ilgilendiriyor?” diye sordu, sesi hafif bir merak ve rahatsızlık taşıyordu.

Bu sorusuna karşılık Halit Başkomiser, ona videonun çekildiği gün Gökhan ve benim neden burad olduğumuzu sordu ona.

Asım Bey, “Gökhan benim için önemli biri,” diye gayet rahat cevap vermişti ona. “O gün tam anlayamadım ama biri onları bana yönlendirmişti, onlar da gelmişti.”

Halit Başkomiser anında “Yönlendiren kişi daha önce yanınızda çalışan bir adamdı,” dedi.

Asım Bey, “Evet, öyleymiş,” demekle yetindi.

“Ve sonra onun cesedini bulduk,” diyen Başkomiser'in sesi az öncekinden daha ciddiydi.

“Sezgin yapmış diye biliyorum,” diye karşılık verdi Asım Bey ona.

“Sizin gibi biri bilmekle yetindi mi, hiç araştırmadınız mı?” diye sordu Başkomiser.

“Araştırmaya gerek duymadım. Yanımda çalışan her kişinin yaptıklarının peşine düşemem.”

“Ama bu, değer veriyorum dediğiniz Gökhan Bey ile ilgili bir durumdu. Buna rağmen araştırmadınız mı?" diye sordu Halit Başkomiser, sorularıyla Asım Bey'i köşeye sıkıştırmaya çalışıyor gibiydi.

“Değer veriyorum dedim, hayatının her alanında yanındayım demedim,” diye cevap verdi Asım Bey ona, Halit Başkomiser'e hiçbir şekilde istediğini vermiyordu. “Ne de olsa o da bir polis, başının çaresine bakardı. Hem siz neden beni sorguya aldınız, anlamıyorum.”

“Sorgu değil, sadece aklıma takılanları soruyorum."

“Sezgin’i herhâlde bulamadınız daha,” dedi Asım Bey, sesinde alaylı bir ton vardı.

“Bu yüzden buradayım,” dedi Halit Başkomiser. “Onu artık bulmak için.”

“Bence yanlış yerdesiniz. Tanımadığım bir adamın kaybıyla ilgili olmam çok saçma. Sizce de öyle değil mi?”

“Bunu bilemeyiz Asım Bey. İlginiz var mı yok mu zamanla anlayacağız.”

“Bence bu ziyaret yeterince uzadı,” dedi Asım Bey rahatsız olduğunu belli edecek bir tavırla.

Halit Başkomiser, “Endişe etmeyin, bundan sonra gelmeye niyetim yok. Bana daha çok, bundan sonra ben sizi karakolda ağırlayacakmışım gibi geliyor," dedi.

Asım Bey, sessiz kalmıştı. Bu sessizlik, benim bile gerilmeme neden olurken Halit'in "Tekrardan görüşmek üzere," dediğini duydum ve hemen ardından ayak sesleri duyuldu.

Başkomiser'in gittiğini bu seslerden anlarken hızla Gökhan'a döndüm, eşzamanlı olarak onun da bana dönmesiyle burun buruna geldik.

Aldığı nefesi, tenimde hissedecek kadar çok yakın olduğumuzdan kalbim, yerinden çıkacakmış gibi atarken Gökhan, gözlerimin içine baktı.

Boğazımın kupkuru olduğunu, soğuk soğuk terlediğimi hissederken Gökhan'ın hareket eden âdemelmasından yutkunduğunu fark ettim. Geri çekilsem mi yoksa onun mu geri çekilmesini beklesem bilemeyip öylece durmaya devam ederken salondan Asım Bey'in "Gelebilirsiniz," diye seslendiğini duydum.

İşte beni bu bilinmezden kurtaran, bu seslenme oldu.

"Salona gidelim," dedim telaşla ve yanından ayrıldım, hızla salona gittim.

Kalbim, hâlâ hızla atarken salona ulaştım. Gökhan da hemen benden sonra gelmişti.

Asım Bey bizi görünce "Anlatmama gerek yok sanırım, dinlediniz,” dedi.

Gökhan, başını sallayarak onayladı onu. "Senden şüphelenmeye başlamış."

Bu cümle, beni korkuturken Asım Bey "Öyle," dedi sadece.

Kaşlarımı çattım. Asım Bey’in neden bu kadar rahat olduğunu anlayamadım. Sonra da ona hak verdim, tabii ki rahat olacaktı. Ne de olsa bir suçu yoktu. Suçlu olan, bendim ve bu, beni şu an daha çok korkutmaya başlamıştı. Ne olacaktı şimdi? Asım Bey'den şüphe etmesi, bizden şüphe etmesi demekti. Eğer şüphe ediyorsa da sonuna kadar araştıracak ve bir gün elbet bir şeye ulaşacaktı. Bu, benim için korkunç bir ihtimaldi.

Düşüncelerim giderek yoğunlaşırken Gökhan’ın telefonu çaldı. Gözlerim, hemen onu buldu. Cebinden telefonunu çıkardı. Ekrana baktı ve kaşlarını çattı. “Şimdi de beni arıyor."

Endişelendim. “Belki de burada olduğunu fark etti,” dedim.

“Mümkün değil, araba bile bahçede değildi,” dedi ve daha fazla oyalanmadan telefonu açtı.

"Alo?" dedi ve bir süre bekledim. Halit Başkomiser ona her ne dediyse “Evet, benim yanımda," diye devam etti konuşmasına ve gözünün ucuyla bana baktı. Ne yani beni mi soruyordu Başkomiser? Neden ki? Bir şey anlamış olabilir miydi? "Peki tamam, olur. Söyleyeceğim," dedi Gökhan ve ardından telefonu kapattı.

Merakla ona bakarken gözleri, yeniden beni buldu. “Sana ulaşamadığını söyledi, en kısa zamanda konuşması gerektiğini belirtti. İki saat içinde evde olacak, ben de kabul ettim."

Korku, içimde daha da büyürken sessiz kaldım
Asım Bey "Siz gidin, derdi neymiş öğrenin. Ben de bugünkü adamların kim olduğunu öğrenmeye çalışayım, bir gelişme olursa sizi ararım.”

Gökhan, Asım Bey'i onayladı. Bana "Gidelim," dedikten sonra yeniden Asım Bey'e baktı. “Astro burada kalsın, akşam geçerken alırım.”

Asım Bey başını salladığında Gökhan'la birlikte evden ayrıldık. Garajdan getirilen arabaya bindik ve hemen eve doğru yola çıktık. Yolda, içimdeki korku ve endişe bir türlü azalmıyordu.

“Bence sadece Asım Bey’den değil, bizden de şüphe ediyor,” dedim.

“Eline bir şey geçmeyecek ama."

“Ben senin kadar rahat değilim. Bir şeylere ulaşacakmış gibi hissediyorum.”

"Biz de ona engel olmak için elimizden geleni yapacağız,” dedi ve sözlerine devam edecek gibi oldu. Ne söyleyeceğini bildiğim için onunla aynı anda "Bana güven, Ela," dedim.

Anında bakışları beni buldu. Dudakları yana kıvrıldı. Gergin ve korkuyor olsam da bu duruma ben de güldüm.

"Ezberlemişsin artık, bence biraz da uygula," dedi imayla ve yeniden yola baktı.

Onun için söylemesi, kolaydı tabii.

Yol boyunca aramızda başka konuşma geçmedi, sessizce eve ulaştık. Evin önüne vardığımızda kimse olmadığını fark ettim, şaşırdım. "Gazeteciler gitmişler," dedim, buna biraz olsun sevinerek.

"Asım abi sayesinde," dedi ve arabadan indi, ben de hemen peşinden indim.

"Asım Bey mi?" diye sorarak yanına gittiğimde Asım Bey’e bu durumdan bahsettiğini, onun da hemen hallettiğini, anlattı. Sanırım Asım Bey'e bir teşekkür borcum vardı. Beni, büyük bir dertten şimdilik de olsa kurtarmıştı.

Gökhan, önden yürüdüğünde ben de hemen peşinden gittim. Kapıya ulaştığımızda cebimden anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve eve girdim, o da peşimden girdi. Gökhan, doğrudan salona giderken "Ben üzerimi değiştirip geliyorum," dedim, iki gündür aynı kıyafetler içinde sıkılmıştım artık.

"Tamam," dedi Gökhan sadece. O, salondaki koltuklardan birine otururken ben doğrudan yukarıya çıktım, yatak odasına girdim.

Hızlıca üzerimi değiştirdim. Saçlarımı tarayıp toplarken bahçeden araba sesi geldiğini duydum. Pencereye yaklaşıp dışarıya baktım ve siyah bir araba gördüm. Araba, kapının önünde durduktan sonra içinden Halit Başkomiser inmişti.

Beni görsün istemeyip geri çekildim. "Yine başlıyoruz," diyenl mırıldandım, içimdeki gerginliği hafifletmeye çalışarak.

Hemen inmek istemeyip biraz oyalandım. Daha sonra da çok vakit kaybetmek istemeyip ağır adımlarla odadan çıktım ve salona indim. Halit Başkomiser çoktan eve girmiş, salondaki koltuklarda Gökhan'la karşılıklı oturuyorlardı.

"Hoş geldiniz," diyerek ben de yanlarına gittim, Gökhan'ın yanına oturdum.

"Hoş buldum," dedi Halit Başkomiser.

Doğrudan konuya girmek isteyip “Bir gelişme var mı? Neden buradasınız?” diye sordum,

“Sezgin Bey’i en son gördüğünüz dağ evinin çevresindeki tüm mobese kameraları incelendi. Ancak sizin bahsettiğiniz arabaya rastlanmadı,” dedi.

Cevabını duyar duymaz, kalbim hızlı bir şekilde çarpmaya başladı. İçim gerginlikle doldu ve ne diyeceğimi bilemedim. Elimden geldiğince rahat davranmaya çalıştım.

Ne söyleyeceğimi bilemediğim için sessiz kalırken Gökhan, "Bir şey mi ima etmeye çalışıyorsunuz? Yalan söylediğimizi falan," dedi.

Halit Başkomiser, ona baktı. "Sizi herhangi bir şeyle suçlamıyorum. Sadece gelişmeleri haber veriyorum. Hem bilmeniz gereken bir şey daha var."

"Öyle mi?" diye soran ben oldum. "Neymiş?"

"Kaçırıldığınız gün ortaya çıkan görüntülerin sahte olduğuna dair bir bilgi aldık. Kriminal incelemede, görüntülerdeki kişinin Sezgin Bey olmadığı anlaşılmış.”

Bunu duyduğumda afalladım. Her şeyin bu kadar kolay çözülmüş olması beni şaşırttı. Gökhan’a baktım. Rahat görünüyordu, belki de sadece soğukkanlılığını koruyordu.

"Kim, neden böyle bir şey yapsın ki?" diye sordum, hâlâ mağdur rolüne devam ediyordum.

"Bilmiyorum ama bir tahminimiz var," dedi, korkuyla kalbim hızla atmaya devam ederken sessizce devam etmesini bekledim. "Sezgin Bey iflas etmiş,” dediği an, göz bebeklerim büyüdü.

"Ne?" diye sorarken sesimin yüksek çıkmasına engel olamamıştım.

“Çok borçlanmış, ödeyemediği takdirde uzun yıllar hapis yatması gerekecek kadar büyük bir borç."

"Bu yüzden kaçtı mı diyorsunuz yani?" diye sordum.

"Daha çok iki ihtimal üzerinde duruyoruz. Sezgin Bey’in öldürülmesi veya intihar etmesi.”

Boğazım düğümlendi, sessiz kaldım ve devam etmesini bekledim.

"Ama intihar etmesi fikrinden de uzaklaştı. Çünkü siz, onu birilerinin götürdüğünden bahsettiniz. Bu durumda intihar ettiği için ortadan kaybolnus olamaz. Tabii bir de sonrasında yaşadığını düşünelim diye sahte bir video hazırlandı. Öyle ki sırf bu yüzden biri öldürüldü."

Yüz ifademi, olabildiğince sabit tutmaya çalışıyordum.

"Ela Hanım," dedi daha kısık bir ses tonuyla. “Bunu size söylemek istemezdim ama Sezgin Bey’in öldürüldüğünü düşünüyoruz.”

Tüm vücudum buz kesti, damarlarımda akan kanın bile soğuduğunu hissettim.

“Ve başına her ne geldiyse, hâlâ o dağ evinin oralarda olduğunu düşünüyoruz,” diye devam etti sözlerine Halit Başkomiser ve bu cümleyle, endişem dahanda arttı.

Tüm gerçeklere bir bir yaklaşıyordu.

“Bu sadece sizin düşünceniz mi, yoksa bir kanıt var mı?” diye sorarak araya girdi Gökhan.

Halit Başkomiser, ona baktı. “Şimdilik bir kanıt yok ama olanlar bizi bu düşünceye yönlendirdi ve yarından itibaren araştırmaya başlayacağız bunu.”

Telaşla "Ne demek bu?” diye sordum. “Ne yapacaksınız?”

“Ormanda arama başlatacağız,” diye yanıtladı Halit Başkomiser ve o an, düşündüğüm tek bir şey oldu.

Sanırım artık gerçekten endişe edebileceğim ve gerçekten korkmam gereken bir şey vardı.

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum♡

Ayyy bomba bir son oldu yine agsjaakksk

Sizce Halit bizimkilerden neden şüphe etmeye başladı?

Ormandaki araştırmada neler çıkacak dersiniz?

Bizimkiler yakalanacak mıdır?

Ela'nın peşindeki adamlar kimdi sizce?

Bir sonraki bölüm hakkındaki tahminlerinizi bekliyorum ♡

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın ♡

Duyuru ve alıntılar için;

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%