Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.BÖLÜM "KÖTÜ BAŞLANGIÇLARIN HABERCİSİ"

@gizzemasllan

Merhaba ♡

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen, yorumlarınız bana ilham veriyor <3

Keyifli okumalar!

🩸

KANA BULANMIŞ SIRLAR

Bölüm Şarkısı: Çağan Şengül- Yansın

9. BÖLÜM "KÖTÜ BAŞLANGIÇLARIN HABERCİSİ"

Zihnimin içinde binbir tane düşünce gezinirken gergince evin içinde bir sağa bir sola gidip duruyordum. Halit'in söyledikleri aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Söylediklerini düşününce oturup ağlamak bile istiyordum ama bunu da yapamıyordum.

Her şey bitmişti bizim için. O ormanda arama başladığı an hayatımız mahvolacaktı. Aslında hayatımızı mahvolalı uzun bir süre oluyordu. Biz, sadece bu mahvoluşun ortaya çıkmasını biraz geciktirmiştik sadece.

Volta atmaya devam ederken gözümün ucuyla Gökhan'a baktım. Aç olduğunu söyledikten sonra kendine yemek sipariş etmişti. Yemeği de az önce gelmişti. O da şimdi yemeğini yiyordu ve bunu yaparken gayet rahat görünüyordu, hatta bayağı iyi.

"Afiyet olsun," dedim imayla.

Bakışları hemen beni buldu. Lokmasını yuttuktan sonra "Sağ ol," dedi ve pizzasından bir ısırık daha aldı. Yaptığım imayı bile anlamamış olmasından dolayı şaşkınca ona baktım.

En azından bu bakışlarımı fark etti. Hatta öyle ki lokması ağzında kaldı, çiğnemeyi bıraktı. Fazlasıyla gergin görünürken ağzı dolu dolu "Neden bana öyle bakıyorsun?" diye sordu.

Onun bu hâline gülmek istesem de yapamadım. "Sence de bir şeyler yapmamız gerekmiyor mu?"

Ağzındaki lokmayı yuttu bir kez daha ve ardından ellerini temizleyip karşısındaki koltuğu gösterdi. "Otursana."

Bir anda fazlasıyla ciddileşmişti. Neden böyle oldu anlayamazken istediğini yaptım ve karşısına geçip oturdum. Sessizce ondan bir şeyler duymayı bekledim.

"Asım abiden yardım isteyeceğiz," dedi kendinden emin bir şekilde.

Kaşlarımı çattım, o esnada devam etti.

"Bu gece gidip oradan çıkarırlar o şerefsizi."

Tüylerimin ürperdiğini hissederken tüm bedenim buz kesti.

"Sonra da başka bir yere, daha uygun bir şekilde gömülür ve biter."

Söyledikleri yüzünden kendimi rahatsız hissederken başımı önüme eğdim.

"Biz," dedim sesimin titremesine engel olamazken. "Bu kadar kötü insanlar değiliz. Bu çok korkunç bir şey," derken düşündüğüm tek şey, bu işin içinde o olmasaydı eğer artık teslim olmak istediğimdi.

"Yine mi aynı şeyi düşünüyorsun?"

Sorusuyla kendime geldiğimde başımı kaldırıp gözlerine baktım. "Ne düşünüyormuşum?"

"Teslim olmayı."

Afalladım. Bu adam nasıl düşündüklerimi anlayabiliyordu?

"Ela," dedi Gökhan yumuşacık sesiyle. "Sakın bir daha aklından böyle bir şey geçirme."

Gözlerimi kaçırıp sessiz kalmayı tercih ettim.

"Hadi diyelim kendini hiç düşünmüyorsun," dedi bir anda. "Beni de mi düşünmüyorsun?"

Bunu duymayı beklemediğim için afalladım, Ne diyeceğimi bilemedim.

"Sen teslim olursan benim de başım belaya girecek, beni de yakalayacaklar."

Anladığım şeyle gözlerimi kıstım. O, asla böyle şeyleri düşünecek ve söyleyecek biri değildi. Şu an tüm bunları bilerek söylüyordu.

"Eğer teslim olursan ikimiz de ceza alacağız, bunu biliyorsun değil mi?"

Kaşlarımı çattım. Resmen beni manipüle etmeye çalışıyor diye içimden geçirirken yüzünde alaylı bir ifade oluştuğunu fark ettim ve hemen ardından konuşmaya devam etti.

"Hem içeriye girersem, nereden bulacağım ben bunları?" deyip gözleriyle önündeki pizzayı gösterdi. "Bak, ben yemek yemeyi çok seven bir adamım," dedi ve pizzadan bir dilim alıp ısırdı.

"Resmen beni manipüle etmeye çalışıyorsun!"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Yok, etmiyorum. Kelime manasını bile bilmiyorum. Ne demek o? Manili bir şeydi ama."

Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Bilmediğim bir şeyi yapamam sonuçta," diye ekledi sözlerine ve daha fazla dayanamayıp güldüm.

Ben güldüğüm an dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "Ha şöyle gül biraz! Geri kalan her şeyi de bana bırak, hiçbir sorun çıkmayacak."

Uzunca bir nefes aldım, ona güvenme konusunda kararlıydım. Bu yüzden daha fazla bu durumu sorgulamayı devam etmek istemedim.

"Bu arada, bak ne diyeceğim," dedi pizzasını bırakıp elini silerken merakla gözlerine baktım. "Sana iş buldum."

Şaşkınca kaldım. "İş mi?"

Başını salladı. "Evet, çalışmak istemiyor muydun? Ben de sana iş buldum. Tabii gidip konuşacaksın sadece. İster çalışırsın, ister çalışmazsın. Orası tamamen sana kalmış bir şey."

Bir şeyler söylemek istedim ama konuşmasına o kadar hızlı bir şekilde devam etti ki fırsat bulamadım.

"Yani öyle sırf buldum diye çalışmak zorunda değilsin. Ben, seni benim istediğim yerde çalış falan diye de zorlamıyorum. Yardımcı olmak maksadı ile iş buldum."

Yine aynı şekilde bir şeyler söylemek istedim ama yine o kadar hızlı bir şekilde devam etti ki fırsat bulamadım.

"Senin için iş falan da aramadım, işine karışmadım yani. Öyle tesadüfen arkadaşımla konuşurken oldu."

Daha fazla kendimi tutamayıp güldüm. Sanırım bu kadar hızlı ve telaşlı konuşmasının tek nedeni; kendisini yanlış anlamamdan korkmasaydı.

Hâlâ konuşmaya devam edecek gibiyken güldüğümü fark edince duraksadı. "Ne oldu? Neden gülüyorsun?"

"Neden benden korkuyormuş gibi davranıyorsun?"

Ne diyeceğini bilememiş gibi baktı gözlerime. Ondan bir cevap alamayacağımı anlayınca devam ettim.

"Benden korkuyor gibisin," deyip istemsizce bu hâline gülmeye devam ettim.

"Ne korkacağım kızım senden?" diye çıkıştı bir anda.

Böyle bir tepki beklemediğim için şaşırırken devam etti.

"Ben sadece," dedi ve sustu nasıl devam edeceğini bilememiş gibiydi. Onun bu hâlinin hoşuma gittiğini düşünürken sessiz kaldım ve sabırla devam etmesini bekledim.

O sırada söyleyeceği şeyleri düşünüyor gibiydi. Gülmemek için kendimi tutmaya devam ettim.

"Seni zorluyormuşum gibi görünmek istemedim," diye açıkladı kendini. "Kendini kötü hissetme diye açıkladım yani."

Anladım dercesine başımı sallayıp sessiz kaldım.

"Hem ben senden niye korkayım?" diye sordu bir anda, güldüm. "Bak hâlâ gülüyor!"

Gülmeme engel olmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Bir süre sessizce izledi beni, gözleri yüzümde dikkatle gezindi. Bunu fark edince gerildim, gülümsemem bile sordu.

"Ne güzel gülüp dalga geçiyordun benimle, niye soldu yüzün bir anda?" diye sordu bu değişimi fark edince.

Bu kez ne diyeceğini bilemeyen ben oldum. O esnada hafifçe bana doğru eğildi ve gözlerimin içine baktı. Bu hareket bile heyecanlanmam için yeterli olurken "Senden korkmam hoşuna gittiyse, hayatımın sonuna kadar senden korktuğumu söyleyebilirim," dedi.

Bu tek cümle, kalbimin delicesine atmasına neden olurken gerginlikten boğazımın kupkuru olduğunu hissettim. O esnada hâlâ gözleri, gözlerimdeydi. Sanki benden bir şeyler duymak istiyor gibiydi ama benim ağzımdan tek kelime bile çıkmadı. Bu yüzden de saçma bir sessizlik oluştu.

Sırf bunu bozabilmek için yalandan öksürüp boğazımı temizledim. "Ben bir su içeyim," dedim ve hızla ayağa kalktım.

Arkasına yaslandı. "İç bakalım."

Gitmek yerine durdum, gözlerimi kısarak ona baktım. Benimle dalga geçtiğini çok iyi biliyordum. Fakat buna rağmen hiçbir şey söyleyemedim ve o daha da dikkatli bakınca telaşla arkamı dönüp mutfağa gittim.

Bir bardak su alıp içtim. Su içtikten sonra istemsizce gülümsedim. Salonda olanları düşündükçe daha da gülümseyesim geliyordu. Buna engel olmak içimden gelmezken gülümsemem giderek genişledi.

Ta ki bir anda yaptığım şeyi fark edene kadar.

Hızla kendimi topladım. Şu an öyle bir durumun içindeydik ki gülümsemeye de iyi hissetmeye de hakkım yoktu. Belki böyle düşünmem yanlıştı ama yine de böyle düşünmekten ve hissetmekten kendimi alamıyordum.

Bu düşünce bile beni derin bir mutsuzluğa yeniden sürüklerken az önce Gökhan'a iş konusunda bir cevap vermediğimi fark ettim. Bu yüzden de elimdeki bardağı tezgâhın üzerine bıraktım ve yeniden salona döndüm, karşısına oturdum.

Bir şeyler söyleyeceğimi anlamış gibi dikkatini doğrudan bana verdi.

"Aslında iş konusunda bana yardım etmeye çalışmandan mutlu oldum," diyerek gerçek düşüncemi söyledim ve devam ettim. "Hatta teşekkür ederim bunun için ama sanırım şimdilik böyle bir şey yapamayacağım."

Kaşlarını çattı. "Neden?"

"Her şey çok karışıkken başka bir şeyle meşgul olmak istemiyorum. Çalışmayı çok istiyorum ama sanki şimdi doğru zaman değil gibi."

Sessiz kaldı.

"Tembel olduğumu düşünüyorsun belki ama ben gerçekten sadece şimdilik bu durumla ilgilenmek istiyorum."

"Aklımın ucundan bile böyle bir şey geçmedi," dedi ve ekledi. "Sen nasıl istiyorsan, kendini nasıl rahat hissedeceksen öyle olsun."

Sadece başımı sallamakla yetindim.

Gökhan ayağa kalktı. "Hadi, gidelim artık."

"Nereye?"

"Daha çözmemiz gereken bir sürü şey var. Evime gelen adamlar, polisin ormanda yapacağı arama ve daha bir sürü şey. Tüm bunlar evde oturularak çözülecek şeyler değil."

Ona hak verince ben de hemen ayağa kalktım. "Peki gidelim ama nereye gideceğiz? Ne yapacağız yani?"

"Asım abinin yanına dönelim. Bir gelişme varsa öğrenelim. Yoksa da gelişmeyi biz yaratalım ve bir şeyleri çözelim," dedi bunu yapabileceğinden fazlasıyla emin gibi görünürken.

"Peki," dedim sadece ve birlikte evden ayrıldık, onun arabasına bindik.

Sessizce yol alırken midemin bulandığını hissettim. Başta bu durumu önemsememeye çalıştım ama araba hızlandıkça mide bulantım daha da arttı. En sonunda dayanamayıp "Biraz yavaş gidebilir misin? Midem bulandı da," dedim.

Anında araba yavaşladı. Ardından da "Tabii ki bulanır!" diye çıkışta bir anda. "Yemek yemedin, açlıktandır. Sana o kadar sen de bir şeyler ye dedim ama dinlemedin beni," diye kızdı.

"Ya midem bulanıyor diye resmen azar işitiyorum senden!" diye söylendim ben de.

"Azar falan değil, seni düşünüyorum ben," dedi ve yoldaki gözlerini bir anlığına bana çevirdikten sonra devam etti. "Hemen hastaneye gidelim, bir ilaç falan bir şeyler verirler."

"Hayır, gerek yok, Yani o kadar abartılacak bir şey yok," deyip sırf hastane konusunda ısrarcı olmasın diye alaylı bir tavırla devam ettim. "Ya senin bir ayarın yok farkında mısın? Ya kızıyorsun ya da çok ilgileniyorsun."

Gözünün ucuyla baktı bana."Ben, kızarken de seninle ilgilenebiliyorum."

Bu tek cümle utandığımı hissettirirken gözlerimi ondan kaçırıp sessiz kaldım.

O esnada bir anda "En sevdiğin yemek ne?" diye sordu.

"Neden soruyorsun ki?"

"Merak edemez miyim?"

Bu merakı biraz garip bulsam da cevap verdim. "Bence mantı."

Kaşlarını çattı. "Bence mi?"

Başımı salladım. "Evet, emin değilim çünkü."

"Ne demek emin değilim? İnsan hiç sevdiği yemeği bilmez mi?"

"Aslında biliyorum," dedim hemen. "Ama hem mantıyı hem sarmayı çok seviyorum. Hayatım boyunca hangisini daha çok sevdiğime karar veremedim."

Bu cevabım onu güldürdü.

"Gülme ya!" dedim ben de gülmek isterken ve devam ettim. "Vallahi öyle."

"Tamam, gülmedim. Demek ki en sevdiğin yemek iki taneymiş."

"Öyleymiş," dedim ve merakla ben de sordum. "Peki senin en sevdiğin yemek ne?"

Bir an bile olsun tereddüt etmeden cevap verdi. "Biber dolması."

Benim aklıma hemen cevap verebildiği içimden geçirirken ona bir şeyler daha sormak istediğimi hissettim, onun hakkında bir şeyler daha öğrenmek istiyordum ama yapamadım, soramadım. Hatta ağzımdan tek kelime dahi çıkmadı.

Neden bunu merak ettiğimi anlayamazken gözlerimi ondan çekip başımı diğer tarafı çevirdim ve yolları izledim. Zaten o da başka bir şey söylememiş, sormamıştı.

Az sonra Asım Bey'in evine ulaştığımızda arabadan indim. Gökhan da hemen peşinden iner inmez eve yöneldi. Onun aksine olduğum yerde durdum.

Kendimi bir an için çok garip hissetmiştim. Sanki arabadayken mutlu ve her şeyden uzak gibiydim. Fakat arabadan indiğim an kendimi yeniden mutsuz hissetmeye başlamıştım. Neden böyle olduğunu anlayamazken eve girmek üzere olan Gökhan durdu ve bana döndü.

"Bir şey mi oldu?"

Hemen kendimi toparladım, başımı unuttuğu zamanlarında salladım ve yanına gittim. "Yok, bir şey düşündüm sadece. Hadi, içeriye girelim," deyip ondan önce bahçeye girdim, o da hemen peşimden girdi.

O esnada evden çıkan Asım Bey'i gördük ve ikimiz de durduk, o yanımıza geldi. "Çabuk dönmüşsünüz."

"Konuşup gitti sadece," diye açıkladı Gökhan.

"Ne söyledi?"

Asım Bey'in bu sorusuyla Gökhan, evde olup biten her şeyi ona anlattı ve sözleri bittiğinde "Ormanda arama yapılacakmış," diye ekledi.

Asım Bey derin bir nefes aldı. "Siz de o şerefsizi ormana gömmüştünüz."

Konuştukları bu konu yüzünden kendimi çok kötü hissederken midemin hâlâ bulanmaya devam ettiğini fark ettim.

"Öyle," diye onayladı Gökhan onu ve devam etti. "Muhtemelen yarın sabah arama başlayacak."

"Bir gece vaktimiz var yani," diye mırıldandı Asım Bey.

Gökhan da ben de sessiz kaldık, Asım Bey'in gözleri beni buldu. "Korkma, bir şey olmasına izin vermeyeceğiz."

Sessiz kaldım, sadece zorla da olsa tebessüm ettim ona.

Asım Bey yeniden Gökhan'a baktı."Hatta siz hiçbir şeye karışmayın, gerisini ben halledeceğim."

İstemsizce kaşlarımı çattım. Hâlâ onu neden bana bu kadar yardım ettiğini anlayamıyordum. Bu soru içini kemirip durdukça da kendimi çok daha kötü hissediyordum. Çünkü bu soru aklıma geldikçe bilmediğim bir şeyler olduğundan daha da emin oluyordum.

Onlar konuşmaya devam ederlerken Gökhan'a baktım. Benim aksime onun her şeyden haberi olduğunu biliyordum ama o da bana hiçbir şey söylemiyordu. Fakat ona güveniyordum, yani güvendiğimi hissediyordum. O, bana zarar verecek bir şey yapmazdı. Artık buna tüm kalbimle inanmaya başlamıştım.

Bir anda koluma dokunulmasıyla irkildim, Hatta korkuyla birkaç adım geri gittim. Eşzamanlı olarak Gökhan, kolumda kendini geri çekti. Neden korktuğumu anlayamamış gibi baktı gözlerime. Hiçbir şey diyemedim, neden korktuğumu ben bile açıklayamadım o an.

"Ben," dedim sadece. "İrkildim bir an."

Gökhan, hâlâ havada olan elini hafifçe indirdi. Beni korkuttuğu için kötü hissetmiş gibi bir hâli vardı, bunu yüz ifadesinden kolaylıkla anlayabiliyordum. Onun böyle hissettiğini fark etmek, benim de kendimi kötü hissetmeme neden olurken sessizliğimi korumaya devam ettim.

Ne olursa olsun, birine ne kadar güvenirsem güveneyim, bu ani korkulardan kurtulamıyordum. Aniden biri bana dokununca kendimi kötü hissediyor, hemen ondan uzaklaşma iç güdüsüyle hareket ediyordum.

Gökhan'ın da Asım Bey'in de garip bir şekilde bana baktıklarını fark edince kendimi toparladım. "Bir şey mi söyleyecektin?" diye sorarak konuyu değiştirdim.

"Konuştuklarımızı duymadın mı?"

"Duymadım."

Gökhan'ın gözlerinin kenarı kısıldı ve şüphe ile baktı yüzüme. Bu bakış yüzünden rahatsız olurken kendimi biraz daha toparlamaya çalıştım ve "Duymadım işte," dedim.

Küçük bir dil hareketiyle dudaklarını yaladı. "Asım abi," dedi sesi az önceki kadar gür çıkmazken. "Bugünkü adamları bulmuş."

"Kimlermiş?" diye sordum heyecanla.

"Bilmiyoruz, gidip öğreneceğiz işte. Ben de sen de gelmek ister misin diye sordum."

Düşünmeye bile gerek duymadan başımı olumsuz anlamda salladım. "İstemiyorum," dedim, kendimi bunun için pek iyi hissetmiyordum çünkü.

"Emin misin?"

O da cevap verecekken Asım Bey "Siz konuşun, ben arabada bekliyorum," deyip yanımızdan ayrıldı.

O giderken Gökhan'a cevap verdim. "Eminim."

"Burada beklemek ister misin, yoksa seni eve mi bırakayım?"

"Eğer sorun olmazsa burada bekleyebilirim."

"Sorun olmaz, bekleyebilirsin burada. Telefonum açık olacak, ararsan ulaşabilirsin. Sen de telefonunu şarja tak."

"Peki," dedim sadece.

"Gidiyorum o zaman."

"Tamam," dediğim hâlde gitmedi, bir şey mi söyleyecek neden gitmiyor anlayamazken birkaç adım geri gitti. Sanki hiç gitmek istemiyor gibi görünüyordu. Ben bunu düşünürken arkasından döndü ve ağır adımlarla uzaklaştı.

Onun bu hâli yüzünden tebessüm ettim.

Arabanın yanına ulaşıp da bindiğinde ise evden ayrılmalarını beklemeden eve girdim, salona geçtim.

Kendimi buraya yabancı hissediyordum ama kimse olmadığı için bu his yüzünden rahatsız olmuyordum. O yüzden bu yabancılık hissi, beni çok da etkilemezken gidip koltuğa oturdum ve bir an önce dönmelerini beklemeye koyuldum.

O esnada Gökhan'ın telefonumun şarja takmam gerektiğini söylediğini hatırladım. Haklıydı, ya bir şey olur da acilen lazım olursa diye düşünürken yeniden ayaklandım. Umarım birkaç yere bakmam sorun olmaz diye içimden geçirip etrafa biraz bakındıktan sonra çekmecelere yöneldim.

Birkaç çekmeceye baktım ama şarj makinesi bulamadım. Buna rağmen bakınmaya devam ederken son bir çekmeceyi açtım, burada da birkaç kâğıt dışında hiçbir şey yoktu. Bu yüzden tam çekmeceyi geri kapatacakken gördüğüm şeyle duraksadım.

Kâğıtta yazanlar dikkatimi çekince doğru olmadığını bilsem de onları aldım. İdil Yıldırım hakkında, yani Asım Bey'in kızı ile ilgili şeyler yazıyordu. Biraz daha dikkatli inceleyince elimdeki kâğıtlardan birinin kızın ölüm raporu olduğunu fark ettim. Bu, mideme bir yumruk yemişim gibi hissetmeme neden olurken buna neden olanın Sezgin olduğunu düşünmek, ben de suçluymuşum gibi hissettirdi.

O yüzden gözlerim doldu ve gözümden akan bir damla yaşa engel olamadım. İşte o an içimdeki merak, daha da arttı. Çünkü Sezgin kötü biri de olsa, ondan nefret ediyor da olsam, hatta ellerimde ölmüş de olsa ben onunla evliydim. Asım Bey nasıl oluyor da bana bu kadar iyi davranıyor? Kendime cevabını veremediğim onlarca sorudan en önemlisi buydu benim için.

Bu sorunun bilmediğim cevabı, beni çok korkutuyordu.

Bu korkuyla baş etmeye çalışırken diğer kâğıda baktım. Yine İdil hakkında bir şeyler vardı. Hep kızıyla ilgili bir şeyleri araştırmıştı. Muhtemelen Sezgin'i bulmaya çalışırken araştırmıştı bunları.

Bu yüzden daha fazla bakmak istemezken tam kâğıtları bırakacaktım ki aslında sırada Sezgin'e ait olduğunu, onun bilgileri olan bir kâğıt olduğunu fark ettim. Bu yüzden bırakmaktan vazgeçip o kâğıdı inceledim ama pek de önemli bir şey yoktu. Sezgin ile ilgili sıradan bilgiler vardı.

Onu geçip diğer kâğıda baktım. Yazanlar çok karmaşık şeylerdi. Sezgin'in iş yaptığı kişiler ile ilgili bilgiler vardı aralarında. Hatta Tuna ile ilgili bir şeyler bile vardı. Sanki o işler bozulmaya çalışılmış gibiydi. Bunu içimden geçirdiğim an korkunç bir şeyle yüzleştim. Belki de Sezgin'in iflas etmesine Asım Bey sebep olmuştu. Bu, doğruluğu çok yüksek bir ihtimal olduğu için buna inanmak isterken diğer kâğıtlara bakmaya devam ettim ve sonunda denk geldiğim bir kâğıtta kendim ile ilgili bir şeyler gördüm. Beni bile araştırmıştı.

İçimde kötü bir his peyda oldu, bu his yüzünden korkmaya başlamıştım bile. Bu zamana kadar bana zarar verecek bir şey yapmamış, hatta hep yardım etmişti. Şimdi ona karşı böyle düşünmek, ona yaptığım büyük bir haksızlık oluyordu ama yine de korkmadan edemiyordum.

Bu korkuyla belki kâğıtlarda sorularıma cevap olacak bir şeyler vardır diye incelemeye devam ettim ama işe yarar hiçbir şey bulamadım.

O sırada kapı çaldı.

Korkuyla ve telaşla kâğıtları aldığım yere bıraktım ve hızla kapıya gidip açtım, bir kurye gelmişti.

"Ela Güneş," deyince afalladım.

Burası benim evim değildi, nasıl bana bir şey gelebilirdi ki? Ayrıca Sezgin'in değil, kendi soyadımı kullanılarak?

Şaşırsam da "Benim," dedim.

Adam elindeki paketleri uzattı. "Yemek siparişinizi getirdim, efendim."

Afalladım. "Yemek mi? Ben sipariş etmedim ki."

Adam elindeki kâğıdı kontrol etti ve yeniden gözleri beni buldu. "Bu adrese Ela Güneş adına yemek sipariş edilmiş."

Bunu, Gökhan'ın yaptığını anlarken tebessüm ettim ve kuryenin hâlâ uzatıyor olduğu paketleri aldım. "Teşekkür ederim."

"Rica ederim, afiyet olsun," deyip gitti adam.

O giderken içeriye girdim, yemekleri masanın üzerine koydum ve kontrol ettim. Sarma ve mantı gelmişti.

Dudaklarımda kocaman bir gülümseme belirirken içimin sıcacık olduğunu hissettim. O kadar işin içinde, bunu düşünüyor olması arabada söylediği şeyi hatırlattı bana.

"Ben kızarken de seninle ilgilenebiliyorum."

Bu cümle, şimdi bile tebessüm etmeme neden olurken mutfağa gittim. Yemek tabağı ve çatal kaşık alıp yeniden salona döndüm, masaya oturup gelen yemekleri güzelce yedim.

Sanırım ilk defa yemek yerken yemek bitene kadar kendi kendime gülümsemiştim.

Fakat bir yandan da bu yüzden mutlu olduğum için kendimi suçlu hissetmiştim. Çünkü hâlâ sanki buna hakkım yokmuş gibi bir his vardı içimde. Bu his, her güzel anımda kendini belli ediyordu.

Bu düşünceler içinde karnımı doyurdum ve sanki karnım doyunca kendimi daha iyi hissettim. Yemekten sonra masayı topladım, mutfağı da topladım ve yeniden salona geçtim, beklemeye devam ettim.

Tek başıma evde saatler geçirdim. Neler olduğunu fazlasıyla merak etsem de şarjım olmadığı için ve şarj makinesi bulamadığım için arayamıyordum. Bu yüzden de her şeyden habersiz sabırla beklemeye devam ediyordum, başka çarem yoktu zaten.

Saat akşamın dokuzu olduğunda artık meraktan ölmek üzereydim. Artık acaba adamların kim olduğunu öğrenmiş ama eve gelmemiş, ormana gitmiş olabilirler mi diye düşünmeye başlarken bahçeden araba sesleri geldi.

Araba sesini duyduğum koşarak an bahçeye çıktım ve Gökhan'ın arabasını gördüm. Bir süredir kendi arabasını kullanıyordu. Olduğum yerde durup heyecanla gelmesini bekledim. O sırada Asım Bey'in arabası da eve girdi. Gözlerim o tarafa kayarken Gökhan arabadan indi ve yeniden ona baktım.

İner inmez yanıma geldi. Tam ona ne olduğunu soracaktım ki o benden önce davrandı.

"Yemek yedin mi?"

Bu durumda bunu mu soruyordu yani bana? Böyle düşünsem de ona cevap verdim. "Evet, yedim," dedim ve ekledim. "Teşekkür ederim," deyip bu kez merak ettiğim şeyi soracaktım ki yine o benden önce davrandı.

"İyi misin peki?"

"İyiyim," dedim ve sordum. "Neden bunları soruyorsun?"

Anlamsızca baktı yüzüme. "İyi olup olmadığını merak edemez miyim?"

Ne diyeceğimi bilemezken ağzımın içinden "Edebilirsin tabii," dedim.

Gökhan bunu duydu, başka bir şey söylemek yerine sessiz kaldı. Ben ise sormaya devam ettim. "Ne oldu? Adamların kim olduğunu bulabildiniz mi?"

Yüz ifadesi bir anda değişti, bir şeyden rahatsız olmuş gibiydi. Bunu hissedince kendimi kötü hissettim ve "Kimlermiş?" diye sordum duyacağım cevaptan korkarak.

O sırada Asım Bey yanımıza geldi. "İçerideyim ben," dedi sadece ve yanımızdan geçip gitti. Onun da canı sıkkın gibiydi. Bunu fark edince daha da meraklandım.

"Şu kadın," dedi Gökhan fısıldar gibi.

"Hangi kadın?"

Öfkesini hissedebiliyordum. "Sezgin'in sevgilisi."

Gözlerim irileşti. "Ne?" derken sesim biraz yüksek çıkmıştı.

"Kadınla konuşmadık, yani yanına gitmeye gerek duymadık. Adamlar her şeyi anlattılar zaten. Seni konuşturmak için göndermiş adamları. Sezgin'in yerini senden öğrenebileceğini düşünüyormuş. Kendince mafyacılık oynamış yani."

Sinirlendim, hatta sinirim bozulduğu için gülmeye başladım.

"Neden gülüyorsun?"

"Sinirlerim bozuldu çünkü!" diye çıkıştım.

"Boş ver, saçma sapan işler işte. Bir daha böyle bir şeyi cesaret edeceğini sanmıyorum."

Sessiz kaldım.

"Gidelim mi artık?" diye sordu.

"Gidelim, zaten sıkıldım."

"Biraz bekle beni, Asım abiye gittiğimizi söyleyip geliyorum."

"Ben de geleyim," dedim hemen. "Benim de ona söyleyeceklerim var."

Kaşlarını çattı. "Ne söyleyeceksin?"

"Girelim önce," dedim ve cevap vermesini beklemeden eve girdim, o da hemen yanımdaydı.

"Bir sorun mu var?" diye sordu, sesi endişeli çıkarken.

"Hayır," dedim ve salona ulaştım, Asım Bey her zamanki yerinde oturuyordu.

Gökhan dururken ben onun yanına gittim. "Size söylemem gereken bir şey var."

Yüz ifadesinden meraklandığını anladım, ayağa kalkıp gözlerimin içine baktı. "Seni dinliyorum."

Söyleyeceğim şey yüzünden gergindim ama doğrusunun bu olduğunu bildiğim için de söylemekten hiç çekinmedim. "Telefonumun şarjı bitmişti, önemli bir şey olur diye şarj etmek istedim, salondaki birkaç çekmeceyi açtım bu yüzden."

Dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "Bunu mu söyleyecektin?"

Gözümün ucuyla Gökhan'a baktım. Onun da dudaklarından küçük bir tebessüm peyda olmuştu.

Gözlerimi yeniden Asım Bey'e çevirdim. "Şu çekmecede," dedim kâğıtları gördüğüm çekmeceyi göstererek ve ekledim. "Kızınızla ilgili birkaç bir belge gördüm. Sezgin'i ve beni de araştırdığınız belgeler vardı."

Asım Bey az öncekinin aksine bir anda ciddileşti. Aynı şekilde Gökhan'ın da hızla kaşları çatılmıştı.

"Öncelikle özür dilerim, özel eşyalarınıza baktığım için ama görünce merak edip inceledim," diye devam ettim onlar sessiz kalırken.

Asım Bey'in yüz ifadesi fazlasıyla ciddiydi ama sinirli gibi değildi. Bu yüzden bundan cesaret alıp konuşmaya devam edebildim.

"Kızınız için üzgünüm," derken sesimin titremesine engel olamadım. "Ne olursa olsun onunla evliydim ben ve o, kızınızın ölümüne sebep olmuş. Şimdi çok saçma gelecek ama bu yüzden kendimi kötü hissediyorum." Gözlerim doldu. "Buna rağmen bana yardım ettiğiniz için teşekkür ederim."

Asım Bey'in yüz ifadesi yumuşadı. Bu yüzden kendimi biraz daha iyi hissederken Gökhan'a baktım. Onun da aynı şekilde bakışları yumuşamıştı.

"Senin bir suçun yok," diyen Asım Bey'le gözlerimi ona çevirdim. "Eğer olduğunu düşünüyor olsaydım, zaten sana yardım etmezdim. Bu yüzden kendini kötü hissetmene gerek yok."

Sessiz kaldım.

"Her şey o şerefsizin suçuydu ve o da cezasını çekti. Benim bir şey yapmama gerek kalmadan çekti. Yaptığı başka bir kötülüğün bedelini ödedi, sana yaptığı kötülüklerin," dedi ve destek vermek istercesine koluma dokundu. "Onun yaptıkları yüzünden kendini kötü hissetme. Seni hiçbir zaman suçlamadım, suçlamayacağım da. Bunu hiç aklından çıkarma."

"Teşekkür ederim," diyebildim sadece ve küçük de olsa tebessüm ettim ona. Ardından da Gökhan'a baktım. "Artık gidebiliriz," deyip yeniden Asım Bey'e çevirdim bakışlarımı. "İyi geceler."

"İyi geceler."

Yanından ayrıldım, o esnada Gökhan Asım Bey'le bir şeyler konuşuyordu. Onları dinlemeye gerek duymadan bahçeye çıktım, çok geçmeden Gökhan da gelmişti zaten.

Hemen arabaya gitmek yerine karşımda durup gözlerimin içine baktı. "Neden anlattın? Sonuçta bilerek bakmamışsın."

Omuz silktim. "Bilerek bakmadım ama baktım sonuçta. Bir şekilde öğrenebilirdi bunu. Eğer ben anlatmamış olsaydım ve kendi başına öğrenmiş olsaydı, muhtemelen evini karıştırdığımı ve onun hakkında bir şeyler öğrenmeye çalıştığımı düşünmüş olacaktı. Bir tesadüf olduğuna o zaman onu inandıramazdım, kimse inanmaz böyle bir şeye."

Anladım dercesine başını sallayıp sessiz kaldı.

"Gidelim mi artık?" diye sordum.

"Gidelim."

Birlikte arabasına gidip bindik ve tüm yol boyunca hiç konuşmadan eve ulaştık. Arabadan inen ilk ben oldum, hemen peşimden de kendisi inip yanıma geldi. "Hadi, artık gidip biraz uyu."

"Sen?"

"Ben burada olacağım, hemen bahçede."

"Ama sen de eve gitmelisin," dedim onun için endişelenirken. "Sen de yoruldun, biraz dinlenmelisin."

Sessiz kaldı, gitmek istemiyor gibiydi. Bunu fark edince tebessüm ettim. Beni yalnız bırakmak istemiyordu. Bu, hoşuma gitse de onu yormak istemiyordum. "Hadi, sen de evine git. Yorgunluktan hasta olacaksın, hem kapıda güvenlikler de var, bana bir şey olmaz."

"Ya korkarsan?"

Bu soru bana bir kez daha tebessüm ettirdi. "O zaman hemen seni ararım."

Bu cevabım hoşuna gitti. Muhtemelen artık gidecekti. Aslında gitmesini ben de istemiyordum ama yine de gitmeli ve dinlenmeliydi.

Bir anda "Olsun," dedi ve ekledi. "Ben yine de burada kalayım."

Onun bu hâline güldüm ve yanlış anlamaması için gitmesi konusunda daha fazla ısrarcı olmak istemedim. Fakat yorgun olduğunu da biliyordum. O yüzden de aklıma gelen şeyle "O zaman sen de içeriye gel benimle, salonda uyursun," dedim.

Bu teklifi bir anlığına düşündükten sonra cevap verdi. "Uygun olmaz."

Şaşırdım.

"Ben burada beklerim," diye ekledi.

"Neden uygun olmasın ki? Ben de senin evinde kalmadım mı?"

"Oradaki biz yalnızdık ama burada bunu garipseyecek kişiler var," deyip gözleriyle güvenlikleri gösterdi.

Sessiz kaldım.

"Gazetecilerin dikkati bu kadar üzerindeyken birinin onlara haber satmasını istemeyiz bence."

Bu sözler, ona hak vermeme neden oldu. "Haklısın."

"Hadi, sen gir eve. Ben de hemen burada olacağım."

El mecbur başımı salladım. "Peki o zaman, iyi geceler."

"İyi geceler."

Daha fazla yanında durmadım, eve girdim. Karanlıktan ürküp ışıkları yaktım ve sonra da aynı şekilde ışıkları yaka yaka odaya çıktım. Yatak odasına girdim. İlk işim telefonumu şarja takmak ve telefonu açmak oldu. Açıldığından emik olduktan sonra banyoya geçtim, güzel bir duş aldım.

Duştan sonra saçlarımı kuruladım. Banyodan çıkıp üzerimi giyindim. Yatağa girmek istemeyip doğrudan odadaki koltuğa yöneldim. O yatakta uyumak, yatmak istemiyordum. Çünkü orada olanları düşündükçe midem bulanıyor, kendimi kötü hissediyordum. Bu yüzden değil orada yatmak, görmek bile istemiyordum.

Bu düşünceler arasındayken koltuğa uzandım. Dışarıdaki Gökhan'ı düşündüm. Bu soğukta sırf ben korkmayayım diye dışarıda olması, doğru düzgün dinlenemeyecek olması beni rahatsız ediyordu. Keşke gitmek konusunda onu ikna edebilseydim diye içimden geçirirken gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

O sırada telefonum çaldı. Bu saatte beni kim arar ki diye düşünürken ayaklandım, şarjdaki telefonumun yanına gittim, yabancı bir numaranın aradığını gördüm.

Kalbimi, derin bir korku sarsa da aramaya yanıt verdim. "Alo?"

"Ela, sen misin?" Bu, Asım Bey'in sesiydi.

"Benim."

"Gökhan'ı aradım ama açmadı telefonunu, durum çok acil."

Korkum, daha da artarken buna bir de endişe eklendi. "Ne oldu?"

Sesi çok kötü çıkarken "O yok," dedi büyük bir şok içinde.

"Kim yok?"

"Sezgin!" dedi ve ekledi. "Sezgin gömdüğünüz yerde yok!"

Bölüm Sonu!

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum ♡

Kana Bulanmış Sırlar için birkaç ay önce aldığım tüm notlara kahve dökülmüştü. Kitap üzerinde yeniden çalışmak, aynı notları çıkarmak, yeniden bölüm yazmak biraz zamanımı aldı. Bölüm, bu yüzüne de biraz geç geldi ama şimdi her şey yolunda, bölümlerimiz hızla gelmeye devam edebilir ♡

Hatta yorum ve oy biraz artınca yeni bölüm hemen gelecek <3

Ayy gelelim bu bölüme :)

Sizce Sezgin'in mezarı neden boş çıktı? Yaşıyor olabilir mi?

Yaşıyorsa bundan sonra neler olacaktır sizce?

Bir sonraki bölümde neler olacak dersiniz?

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasslan

Twitter: gizzemasslan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%