Merhaba ♡
Buraya okumaya başladığınız tarihi atabilirsiniz.
Bölümler düzenleniyor olduğundan satır arası yorumlar azdır, lütfen satır arası yorumlarınızı eksik etmeyin, seviliyorsunuz ♡
Keyifli okumalar <3
1. BÖLÜM "KURTARICI"
Yalnızlık...
Kalabalıkların içindeki yalnızlık...
Tüm ailen yayındayken bile hissettiğin kimsesizliktir, yalnızlık.
Bir kez daha baktım günlerdir tek başıma oturduğum odama.
Sessizlik vardı. Koca bir sessizlik...
Yalnızlıktan sonra korktuğum şeylerden birisi olmuştur sessizlik. Sessiz bir hayatım, sessiz günlerim vardı. Sessiz bir ölümümün olacağını da çok iyi biliyordum.
Benim hayatım karanlıktı. Tüm ışıklarımı söndürmek zorunda kaldığım, tüm renklerimi kaybettiğim bir karanlık. Annemin büyük bir heyecanla koyduğu ismimin yanına o adamın soyadının geldiği günden beri, doğduğum günden beri; hayatım kararmış, yalnızlaşmış ve sessizleşmişti.
Derin bir nefes aldım ve penceremden içeriye giren temiz havayı içime çektim. Bu bile artık huzur vermiyordu. Gözlerimi kapatıp zamanın hızlı geçmesini dilerken odanın kapısı açıldı. Kimin geldiğini çok iyi bildiğim için bakmadım, bakmak istemedim.
"Hadi çıkabilirsin, cezan bitti." Kalın ve gür sesi bile ondan nefret etmem için yeterli bir sebebti.
Gözümün ucuyla ona doğru baktım. Uzun boyu, iri bir vücudu vardı ve tüm heybetiyle karşımda duruyordu. Kahverengi gözlerinin içindeki öfkeyi görebiliyordum ama bu sefer o gözlerde başka bir şey daha vardı; alay ve gurur...
Ona daha fazla bakmak istemediğim için gözlerimi tekrar günlerdir baktığım tavana çevirdim ve derin bir nefes aldım.
"Benim cezam bu evden kurtulana kadar bitmeyecek."
Güldüğünü duymuştum.
"Bu evden hiçbir zaman kurtulamazsın. Kurtulmak isteyenlere ne olduğunu çok iyi biliyorsun."
Söylediği şey, kalbimdeki acıyı bir kez daha gün yüzüne çıkartırken gözlerimi tekrar ona çevirdim.
"Ölüm bile bir kurtuluş değil midir?" Ellerini göğsünün altında birleştirdi ve tek omzunu yanında durduğu kapıya yaslayarak bana baktı.
"Ölüm senin için bir kurtuluş değil."
Söylediği şey beni sadece güldürmüştü.
"Haklısın, ölüm herkes için bir kurtuluş değildir." Kaşlarını çatmış beni dinlerken gözlerimi ondan çektim ve devam ettim. "Ama tek suçu yaşamak olan birinin kurtuluşu ölüm değil midir?"
"Tek suçunun yaşamak olduğunu mu düşünüyorsun?"
Üzerimdeki örtüyü atıp ayağa kalktım. Tüm dikkatiyle hareketlerimi izliyordu. Birkaç adım atarak yanına ulaştım ve tam karşısına durarak gözlerinin içine baktım.
"Benim doğmam senin için de benim için de büyük bir suçtu. Ben suçumun cezasını tam yirmi iki yıldır çekiyorum, çektiriyorsun. Peki neden benim için ölümün bir kurtuluş olduğunu bildiğim hâlde ölümü seçip kurtulmadım hiç düşündün mü?"
İşaret parmağını göğsümün üzerine koyarak alayla güldü. "Çünkü sen, ben istemediğim sürece ölemezsin bile."
"Yanlış cevap,” diyerek ben de onun gibi işaret parmağımı göğsüne koydum.
"Çünkü ben, henüz senin cezanı çektiğini görmedim."
Kaşlarını çatmış bir şekilde bana bakarken ona biraz daha yaklaştım ve kulağına doğru eğilerek fısıldadım.
"Tüm hayallerimi aldın elimden. Tek bir tanesi hariç. Ona dokunmadın, dokunamadın. Çünkü senin bile gücün sana olan nefretime yetmedi,” diyerek geri çekildim ve devam ettim. "Senin en büyük düşmanın benim Soysal Bey bunu sakın unutma." Yanından geçip gidecekken durdum ve tekrar ona baktım. "Pardon, baba demem gerekiyordu değil mi?" diyerek önüme döndüm ve merdivenlere doğru yürüdüm.
"Bir daha sakın!" Bağırdı, gülerek durdum ama ona dönmedim. Yine beni tehdit edeceği çok belliydi. "Sakın benim sözümü ikiletme! O zaman cezan günlerce bu odada kalmak değil, kurtuluş dediğin ölüm olur!"
Ona doğru döndüm ve alayla güldüm.
"Ne güzel işte sen beni öldürürsen, ben kendimi öldürmek zorunda kalmayacağım ve öbür dünyamı da mahvetmiş olmayacağım." Cevap vermesini beklemeden yanında durduğum merdivenlerden indim ve mutfağa gittim. Sanırım bu evdeki en büyük zevkim bu adamı sinir etmekti.
Mutfağa girince dolabı açarak kapağında duran su şişesini aldım. Hemen raftan da bir bardak alarak suyu doldurdum ve içmeye başladım.
"Kimleri görüyorum burada? Hayırlı olsun, bu sefer ki cezan da bitmiş,” duyduğum sesle elimdeki bardağı bıraktım ve ona doğru döndüm.
"Hangisi ceza hangisi ödül anlamadım bak şimdi seni görünce." Kaşlarını çatmış bana bakarken gülerek devam ettim. "Aslında o odada olmak benim için bir ödül bence, ne dersin?"
"Bir odada kilitli kalmanın ödül olacağını düşünecek kadar aciz durumdasın."
"Sizleri görmemek ve sesinizi duymamak için o odada kalmak isteyecek kadar çaresizim de."
Kahverengi gözlerinin arkasındaki alayı görmemek mümkün değildi. "Ah Bade keşke bu kadar güzel olacağına biraz zeki olsaydın da benimle evlendiğin zaman her şeyden kurtulacağını tahmin edebilseydin,” diyerek bana yaklaşınca yüzündeki yara izlerine baktım.
Kötü görünüyordu ama bunlar onun için bir gururdu. Çünkü her bir yara izi girdiği bir kavgayı temsil ediyor ve şu an hayatta olması ona bu yara izini bırakanın ölü olduğunu kanıtlıyordu. Karşımda duran uzun boyu, kaslı vücudu olan bu adam sadece yirmi beş yaşında olsa bile babasının gözüne girebilmek için belki de yüzlerce adam öldürmüş ve her seferinde iyi bir şey yapmış gibi gururlanmıştı. Ben ise diğer herkesten ettiğim gibi ondan da sadece nefret etmiştim. Tamamen bana yaklaşıp gözlerimin içine bakınca gözlerimi ondan kaçırmadan konuştum.
"Ah Emir keşke sen de benim kadar zeki olsaydın da benim kurtulmak için bir erkeğe ihtiyacım olmadığını anlasaydın."
"Bence benimle iyi geçinsen çok iyi olur. Üç gün sonra bu hayatta yalnızca senin için ben olacağım. Ne baban ne de babam hiçbiri sana karışamayacak. Ben ne istersem o olacak. Ben ne dersem onu yapacak, onu söyleyecek ve öyle davranacaksın."
"Doğru bir de o vardı değil mi, biz seninle evleniyorduk en son."
"Bir haftadır o odada olma sebebini ne çabuk unuttun?"
"Dur bir dakika, ne demişti babam?" Biraz düşünür gibi yaptıktan sonra devam ettim. "Evet evet hatırladım tam olarak şöyle demişti; Amcanla biz kardeşiz, aynı zamanda iki ortak ve iş arkadayız. Birbirine çok bağlı bir aileyiz ve aramızdaki bu bağı sizin evliliğiniz ile güçlendirmek istiyoruz bu yüzden Emir'le evleneceksin."
Babamın taklidini yaparak söylediğim şeyden sonra kahkaha attım ve önümde duran Emir'i kenara iterek salona geçtim.
Salona geçince televizyonun karşısına oturarak elime kumandayı aldım. Kanalları gezerken Emir yanıma oturmuştu bile.
"İstediğin kadar dalga geç ya da alaya al. Kimsenin seni umursamadığını ve üç gün sonra karım olacağın gerçeğini değiştirmezsin."
"Beni birazcık tanısaydın bu hayatta hiç kimsenin istemediğim hiçbir şeyi bana yaptıramayacağını çok iyi biliyor olurdun."
"Bu evden tek bir adım bile dışarıya atamıyorken hiçbir şey yapamazsın." Ona cevap vermemi beklemeden ayağa kalktı ve yüzündeki alaylı ifadeyle konuşmaya devam etti. "Bu yüzden üç gün sonrası için kendini hazırlasan iyi olur,” diyerek evden çıktı.
O çıkar çıkmaz önümdeki sehpaya tekme attım. "Bir şeyler yapmam lazım." Kendi kendime mırıldanarak ayağa kalktım. "Yoksa bu geri zekâlıyla evlenmek zorunda kalacağım,” diyerek tekrar üst kata çıktım. Odama doğru yürürken çalışma odasından gelen seslerle durdum.
"O adam kapattığın o delikten sağ çıkarsa Karahanlı soyadını taşıyan tek bir kişi bile kalmaz, anlamıyor musun?"
Amcamın sinirli sesi ve bahsettiği şey ilgimi çekince odanın kapısına biraz daha yaklaştım.
"O herif can çekişerek ölecek, öyle basit bir ölüm düşünmüyorum onun için."
"Adamı dört gündür aşağıda tutuyorsun, yapmadığın şey kalmadı! Yeter artık, başımıza iş açmadan gebert!"
Bahsettikleri adamın nerede olduğunu çok iyi anlamıştım.
"Merak etme, başımıza iş açmayacak! Onunla biraz daha oynayıp öyle geberteceğim."
"Bu durumu bu kadar hafife alma. Biraz daha oynayacağım dediğin o herifin peşinde binlerce adam var ve hepsi her yerde onu arıyor. Eğer burada olduğunu anlarlarsa ve o adam buradan sağ çıkarsa hepimiz ölürüz!"
"Merak etme Ünal, o herif nikâhtan önce gebermiş olacak."
Babamın söylediği şeye göz devirdim. Gerçekten kendisi istedi diye Emir'le evleneceğimi falan mı düşünüyordu?
"Bir de o mesele var değil mi, ne oldu, odaya kapatman işe yaradı mı yoksa Bade hâlâ hayır mı diyor?"
Babamın gülme sesini duydum. "Bade'nin ne dediğinin ne önemi var? Ben evlenecek diyorsam evlenecek."
"Eğer kızın o masada hayır derse ne kadar rezil olacağımızı hiç düşündün mü?"
"Diyemez, derse ölür. Bade bu, ölecek kadar cesur değil. Hiçbir zaman olmadı, olamayacak." Onları dinlemeyi bırakarak kendi odamdan içeriye girdim.
"Keşke ne kadar cesur olduğumu bilecek kadar beni tanısaydınız." Kendi kendime mırıldanarak odadaki küçük kütüphaneme doğru yürüdüm ve elime bana lazım olan iki kitabı aldım. Bu gece bu iki kitap hayatımın geri kalanını kurtaracaktı. Kitaplardan birini masamın üzerine bırakarak dolabıma yaklaştım.
Dolabın kapağını açarak hemen kıyafetlerimin altında duran telefonu aldım ve üzerimdeki siyah ceketin cebine koydum. Daha sonra elimdeki kitapla beraber odadan tekrar çıktım.
"Nereye?"
Sesin geldiği yöne baktığımda kendi odasının önünde duran babamı gördüm. "Evin içinde istediğim her yere gidebileceğimi zannediyordum."
"Sana nereye diye sordum."
Elimdeki kitabı kaldırarak ona gösterdim. "Bahçede kitap okuyacağım."
"Üç gün sonra evleneceksin, hazırlık yapmam gerekirken hâlâ şu saçma kitapları okuyorsun."
"Giyeceğim gelinliği bile siz seçmişsinizdir zaten, ben daha ne isteyebilirim? Eminim her şey çoktan hazırdır ve yapacak hiçbir şey kalmamıştır."
Sinirle bana bakmaya devam ederken onu umursamadan alt kata indim.
"Ama maalesef yaptığınız o hazırlıkların hepsi boşa gidecek,” deyip kendi kendime güldüm ve bahçeye çıktım.
Bahçedeki koltuklardan birine oturarak etrafı incelemeye başladım. Bahsettikleri adamın tutulduğu yerin evin altındaki bodrum olduğunu çok iyi biliyordum. Dikkatle bodrumun kapısına doğru baktım. Önünde adamlar yoktu ve adamların hepsi evin girişindeki büyük demir kapının önünde duruyorlardı. Onların gözünün önünde o bodruma giremezdim ve bir an önce bir şeyler yapmam gerekiyordu.
"Gecenin bu saatinde ne işin var senin burada?"
Arkama doğru baktığımda Emir'i gördüm ve göz devirerek önüme döndüm. "Sana ne!"
Yanıma oturdu. "Gelinliğin yarın gelecek."
"Gerçekten mi? Ben de ne zaman gelecek diye heyecanla bekliyordum. Gözüm yollarda kalmıştı. Neyse ki geliyormuş. Rahatladım şimdi, artık bu gece rahatça uyurum."
"Hâlâ kabullenemiyorsun ve işin ciddiyetinde değilsin."
"Kabullenmek istemiyorsam demek ki."
"İste ya da isteme bir şekilde bu durumu kabulleneceksin, çünkü kabullenmek zorundasın."
Ona göz devirdim ve kapıdaki adamlara bakmaya devam ederek konuştum.
"Lütfen ben kabullenirken benden uzak dur. Seni gördükçe bu konuda başarılı olamıyorum."
"Bu sözlerini sana hatırlatacağım."
"Hiç gerek yok. Ben unutmam zaten, merak etme."
Bir anda kolumu sıkıca tuttu.
Sinirle ona doğru döndüm. "Bırak kolumu!"
Yüzüme doğru yaklaştı ve öfkeli olduğunu belli edecek şekilde konuştu. "Bana bak! Sana şimdi dokunmuyorsam, bu yaptıklarına, söylediklerine ses çıkarmıyorsam amcam yüzünden ama üç gün sonra karım olacaksın. İşte o zaman ne amcamı umursarım ne de başka birini."
"Çok merak ettim ne yapacaksın?"
"Canını yakarım!"
Kolumu daha fazla sıktığını hissetmiştim. Hatta canım yansın diye tırnaklarını bile geçirmişti ama canımın yandığını ona belli etmeyecektim.
"Canını çok fazla yakarım,” diye devam edince diğer elimle karnına tüm gücümle yumruk attım. Canı acıyınca kolumu bıraktı.
Hemen yanından kalkarak diğer koltuğa oturdum ve ona doğru eğildim. "Benim de elim kırık değil. Ben de senin canını yakarım."
Tuttuğu karnını bıraktı ve derin bir nefes aldı. Dikkatle ona bakarken o da bana doğru eğildi ve alayla güldü. "Sen hiçbir şey yapamazsın."
Yüzlerimiz birbirine çok yakındı. Ceketinin ucundan tutarak onu biraz daha kendime çektim ve kulağına fısıldadım.
"Ne kadar nefret etsem de, kabul etmek istemesem de benim de bir Karahanlı olduğumu unutuyorsun,” deyip ceketini bıraktım ve onu omuzundan iterek ben de geri çekildim.
Yüzünde hâlâ alaylı bir ifade vardı. "Seni tam da bu yüzden seviyorum."
"Bak, şimdi kendimden nefret etmeme neden oldun. Senin sevdiğin şeylerden pek hayır gelmez çünkü."
Ayağa kalktı. "Hayır gelir mi gelmez mi çok yakın zamanda ikimizde öğreneceğiz müstakbel karıcığım."
"Bir kelime bir insanın ağzına hiç mi bu kadar yakışmaz."
Alayla güldü ve yanımdan uzaklaştı.
"Karıcığımmış, karıcığın kadar başına taş düşsün." Kendi kendime söylenerek yanımda getirdiğim kitabı tekrar masanın üzerinden aldım ve adamlara baktım. Hâlâ hepsi kapının önündeydiler ama bu sefer yemek yiyorlardı.
"Hadi Bade, şimdi tam zamanı." Kendime cesaret vererek ayağa kalktım ve evin arka tarafına gittim. Adamların beni görmeyeceği bir yere gelince hızla evin etrafında dolanarak diğer taraftan tekrar öne çıktım ve duvarın arkasından adamlara baktım. Hâlâ yemek yiyorlardı. Onları umursamayarak bodruma giden kapıya doğru baktım. Kapıyla aramda sadece iki metre falan vardı.
"Allah'ım ne olur kapı kilitli olmasın,” diye mırıldanıp tekrar adamlara döndüm. Buraya bakmadıklarından emin olunca koşarak kapıya doğru gittim ve açmaya çalıştım. Aynı zamanda sürekli adamları da kontrol ediyordum. Bir süre uğraştıktan sonra kapıyı açmayı başarabilmiştim.
Hızla içeriye girerek tekrar kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım. Etraf çok karanlıktı ve hiçbir şey göremiyordum. Bu yüzden cebimdeki telefonu çıkararak fenerini açtım ve hemen yanında durduğum merdivenlerden aşağıya indim. Burası yukarıdan daha karanlıktı ve bir adamın öksürme sesi duyuluyordu.
"Yine mi sen geldin lan şerefsiz?" Bağırarak sordu, sanırım beni babam zannetmişti. Sesi kalındı ama bir insanı rahatsız edebilecek derecede değildi. Hatta güzel bir sesi var bile diyebilirim.
"Sıkıyorsa ellerimi çöz de öyle çık karşıma pezevenk!" Küfür etmeye başlayınca dudaklarım yana kıvrıldı.
Elimdeki telefonun fenerini etrafa tuttum. Burası çok büyük ve çok karanlık bir yerdi. Adamın sesi yankı yaptığı için tam olarak nereden geldiğini anlamıyordum. Işıkları açamazdım, çünkü açtığım an havalandırmalardan görünen ışıkla burada birinin olduğunu anlayacaklardı. Bir süre fenerle adamın yerini aradım. En sonunda adamı bodrumun en uç kısmında, ellerinden asılmış bir şekilde öylece dururken gördüm. Üstü çıplaktı ama altında pantolonu vardı. Yüzüne dikkatle baktım ama bu kadar uzaktan fark edememiştim.
"Gelsene lan piç! Ne duruyorsun orada?" Sanırım ondan uzakta olduğum için hâlâ beni fark edememişti. Kendimi toparlayarak ona yaklaştım, aynı zamanda konuştum da.
"Şerefsiz falan ayıp oluyor yalnız ama bana söylemediğin için alınmayacağım. Babam olacak o adama da istediğin kadar söyleyebilirsiniz çünkü gerçekten şerefsizdir kendisi,” diyerek güldüm ve adama biraz daha yaklaştım.
"Sen de kimsin?" Merakı sesine yansımıştı. Tam önünde durduğum da feneri kendi yüzüme doğru tutarak güldüm.
"Benim kim olduğumun ne önemi var? Biz işimize bakalım."
"Ne işi?"
"Küçük bir kurtarma operasyonu yapacağım,” diyerek feneri ellerine tuttum.
"Ay sanırım şanslı günümdeyim aptal gibi adamı iple bağlamışlar." Adamın şaşkın olduğunun farkındaydım ama onu umursamadan feneri bu sefer de yüzüne tuttum. Işık gözlerini almış olacak ki gözlerini kapatarak başını yan tarafa çevirdi.
"Kusura bakma,” deyip feneri biraz daha aşağıya tuttum. Yansıyan ışıktan yüzünü görebiliyordum. Gözleri yediği yumruklar yüzünden şişmiş, yüzünün her yeri kan ve yara içindeydi. Feneri tuttuğum vücuduna baktığımda yanık ve kesik izleri olduğunu gördüm. Sanırım babam bu adamın canını gerçekten yakmıştı.
"Kimsin dedim sana?" Sorduğu soruya yine cevap vermeden yanından uzaklaştım ve feneri yere tuttum. İlla burada kesici bir şeyler bulurdum. Öyle de olmuştu, bir süre aradıktan sonra bir masa bulmuştum ve masanın üzerinde kesici delici bir sürü alet vardı. Ne yani bu adama bunlarla mı işkence etmişlerdi? Bir anda gözümün önüne o anlar gelince benim bile canım yandı.
"Neyse." Kendi kendime mırıldanırken masanın üzerinde duran bir bıçağı aldım. Elimdeki kitabı da masanın üzerine bırakıp tekrar adamın yanına gittim. Telefonu yere bırakarak hemen önünde duran sandalyeye çıktım ve ellerine yetiştim.
"Ne yapıyorsun?"
Ne yani hâlâ ne yaptığımı anlamamış mıydı?
"İpin kalitesini kontrol ediyorum."
"Ne?" Şaşkınca sordu.
"İpin diyorum kalitesini kontrol ediyorum, Emir'le evlenirsem kendimi asmak için lazım olacak da işimi garantiye alayım dedim."
Yüzünde anlamsız bir ifade oluştu. "Ne saçmalıyorsun sen?"
Bu kez ona ona cevap vermedim, ipi kestim. Sağ eli boşa düşer düşmez hemen sol elindeki ipi de kestim. Adam bir anda kendini yere bıraktı. Sandalyeden inerek yerdeki telefonu elime aldım ve tekrar feneri adama doğru tuttum. Yüzünü buruşturmuş ve yaralarına bakıyordu.
"Kimsin sen?"
Ayağa kalktım ve tekrar masanın yanına giderek kitabı elime aldım, aynı zamanda ona cevap da verdim. "Sana bunları yapan adamın kızıyım."
"Neden buradasın peki?"
Yanına gittim. "Evde çok canım sıkıldı biliyor musun? Bende dedim, azıcık macera yaşayayım. Sonra bir baktım buradayım."
"Manyak mısın kızım sen, ne diyorsun?"
Oflayarak diz çöktüm ve yüzüne baktım. "Benim kim olduğumu, neden burada olduğumu boş ver. Sadece sana yardım ediyorum bunu bil, yeter."
Cevap vermeyince elimdeki kitabı ona uzatım. "Al."
Şaşkınca önce kitaba sonra yüzüme baktı. "Ne yapacağım ben kitabı?"
"Babam gelene kadar oku canın sıkılmasın. Hem biraz kültürün gelişir fena mı olur?" Kaşlarını çatmış bir şekilde yüzüme bakınca kitabı zorla eline verdim.
Kitabı tutunca şaşkın bir şekilde yüzüme baktı. "Bu kitap neden bu kadar ağır?"
"İçinde senin için küçük bir hediyem var." Cevap vermeden tekrar kitaba baktı ve ilk sayfasını açtı. Hiçbir şey göremeyince yüzüme baktı.
"Devam et,” deyince Tekrar önüne döndü ve sayfaları çevirmeye başladı. Birkaç sayfa daha çevirince istediğim yere gelmişti. Merakla yüzüne bakarken şaşkınca silahı aldı ve bana baktı.
"Babamdan saklayabileceğim tek yer bir kitaptı." Hâlâ şaşkındı. Kim bir kitabın arasından bir silah çıkmasını beklerdi ki? Şaşkın yüz ifadesine güldüm. Bu silah elime ilk geçtiğinde nereye saklasam diye çok düşünmüş en sonunda da bir kitabın ortadaki sayfalarını silah şeklinde kesip silahı arasına saklamıştım.
"Neden kitap?"
Sorduğu soruya gülerek cevap verdim. "Babam gibi medeniyetsiz bir insan bir tek kitaplardan uzak durur çünkü."
O da güldü. "Neden bana yardım ediyorsun?"
"Çok kısa bir zamanda anlarsın bence. Sende o ışığı görüyorum,” diyerek cevap vermesini beklemeden elinden kitabı aldım ve ayağa kalktım. Arkamda delil bırakmak istemiyordum. "Hadi vakit kaybetmemen lazım."
Duvardan tutunup zorlukla ayağa kalktı ve bir yere doğru yürüdü. merakla ne yapacak diye beklerken biraz ileride yerde duran bir kazağı aldı ve giyerek yanıma geldi. Yanıma gelince aklıma gelen şeyle cebimdeki telefonu çıkartarak ona uzattım.
"Birilerini arayıp yardım istemen gerekebilir."
Elimdeki telefona baktı ve itiraz etmeden alarak pantolonun cebine koydu. "Eyvallah."
"Bundan sonrasını kendin halletmen gerekiyor."
Beni başıyla onaylayınca ona arkamı döndüm. Tam gidecekken bir anda bana arkadan sarılıp başıma silah dayamasıyla durdum. "Kendim bu şekilde halledebilirim."
Alayla güldüm. "Beni mi öldüreceksin?"
"Tabii ki hayır ama seninle buradan bu şekilde çıkarsak kimse bana yaklaşamaz ve bu evden rahatlıkla çıkar giderim."
"Buradan benimle çıkarsan ne olur söyleyeyim mi?"
"Söyle."
"Önce beni sonra da seni öldürürler."
"Burası senin evin, hatırlatırım."
"Burası babamın evi ve baba dediğim adam benden nefret ediyor. Öldürmek için eline bir fırsat geçmişken bunu kullanacaktır."
"Korktuğun için yalan söylüyor olabilir misin?"
"Korksaydım hiç tanımadığım bir adam için hayatımı riske atıp buraya kadar gelmez ve eline o silahı vermezdim."
Beni bıraktı ve önüme geçti. "Aslında haklısın."
Cevap vermeden merdivenlere doğru yürüdüm. Karanlıkta düşmemek için çok dikkatli yürüyordum. Birkaç merdiveni çıkınca durdum ve ona baktım.
"Elindeki silahın içindeki mermi sayısının üç katı dışarıda adam var. Bu yüzden erkeklik yapıp karşılarına çıkmaya çalışma. Çünkü sen daha birkaç tanesini öldürene kadar seni süzgece çevirirler. Bu yüzden akıllıca davran ve hiç kimseye görünmeden buradan çık, git."
Cevap vermeden yüzüme bakmaya devam edince tekrar konuştum.
"Bu arada beş dakika sonra büyük bir olay olacak ve adamların hepsi arka bahçede olacak. Sanırım kaçman için güzel bir fırsat olabilir. İyi değerlendir derim."
"Denerim."
Güldüm ve hızla merdivenlerden yukarıya çıktım. Buraya girdiğim kapının önüne gelince kapıyı çok azcık açarak dışarıya doğru baktım. Adamların hepsi hâlâ demir kapının önünde duruyorlardı. Cesaretimi topladım ve dışarıya çıktım. Hemen tekrar kapıyı kapatarak ilk başta saklandığım duvarın arkasına koştum. Sırtımı duvara yaslayarak derin bir nefes aldım ve yakalanmamak için tekrar evin etrafında dolaşıp bahçe kapısına geldim.
"Bir de bu adamlar evi koruyorlar. Evi alıp götürseler haberleri olmayacak,” diyerek güldüm ve eve girdim. Hızlıca üst kata çıkarak odama gittim. Odama girince masanın üzerine bıraktığım diğer kitabın yanına gittim ve onun da arasına sakladığım bir başka silahı elime aldım.
"Hadi bakalım, şimdi biraz gürültü yapmanın vakti." Kendi kendime mırıldandığım şeye gülerek pencerenin kenarına gittim. Odamın arka bahçeye bakmasına ilk defa seviniyordum. Pencereyi açarak dışarıya doğru birkaç el ateş ettim. Daha sonra hızla pencereyi tekrar kapattım ve beklemeye başladım.
Bir süre sonra bahçeden bağırma sesleri gelmeye başlamıştı. Kapının önünden gelen koşma seslerinden babamların da aşağıya indiğini anladım. Koridordaki ayak sesleri bitince odadan çıktım ve tam karşıdaki boş yatak odasına girerek penceresine gittim, açarak dışarıya baktım.
Bu odanın penceresi ön bahçeye bakıyordu.
Çok geçmeden evden babamlar çıkmış ve arka bahçeye doğru koşmuşlardı. Sabırla beklemeye devam ettim. Babamlar gözden kaybolunca onu görmüştüm. Bodrumdan çıkmış ve önü bomboş olan kapıya doğru koşmuştu. Kapıya yetişip açtığında güldüm.
Başarmış, onu kurtarmıştım.
Tam kapıdan çıkacakken durdu ve eve doğru baktı. Bir anda onunla göz göze gelince hafifçe tebessüm ederek başıyla selam verdi. Ben de aynı şekilde başımı sallayınca hızlıca evden çıkıp gitti.
Bu gece bir kumar oynamıştım; hayatımın kumaranı oynamıştım.
Ya kazanıp yaşayacaktım ya kaybedip ölecektim.
Bölüm Sonu!
Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.
Oy verip yorum yaparak bana destek olabilirsiniz.♡
Beni Instagram'dan ve Twitter'dan takip etmeyi unutmayın.
Yeni bir bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın.♡
Instagram: gizzemasslan
Twitter: gizzemasslan
SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡