Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM "KAYBETMEK"

@gizzemasllan

Merhaba <3

Bir önceki bölüme gelen yorumlarınız için çok teşekkür ederim, bu bölüm için de yorumlarınızı bekliyorum.

Oy vermeyi de unutmayın lütfen♡

Keyifli okumalar!

8.BÖLÜM "KAYBETMEK"

Neden bu kadar şeyi bildiğini anlamadığım Ezgi'nin, bildiklerini bağırarak itiraf etmesi bulunduğumuz durum için de sanırım en çok beni zor duruma sokmuştu. Çünkü şu an herkes bir tek bana bakıyor, benim bir şeyler söylememi bekliyorlardı.

"Ne oluyor burada birisi bize bir açıklama yapacak mı?" Nesrin yengeye baktım. Diğer herkes gibi olanları anlamaya çalışıyordu. Onlara bir açıklama yapmam, Ezgi'nin kim olduğunu, neden burada olduğunu ve söylediklerinin ne anlama geldiğini açıklamam gerekiyordu ama yapamıyordum. Beyin hücrelerim bir anda tek tek işlevlerini yitirmiş ve beni bu karmaşanın ortasında yalnız bırakmışlardı ya da ben öyle hissediyordum.

"Kızım artık bize bir şey söyleyecek misin?" Haldun dedeye baktım. Kalın kaşlarını çatmıştı. Yüzü yaşlılıktan dolayı buruş buruş olduğu için kaşlarını çattığı zaman çok ürkütücü görünüyordu.

"Siktir git lan!" Karan'ın öfkeli sesini duyunca onlara doğru döndüm ve Karan'ın Ezgi'yi ittiğini Ezgi'nin de yere düştüğünü gördüm. Ezgi'nin düşmesi Karan'ı da şaşırtmıştı. Bunu yüz ifadesinde anlamak zor olmamıştı ama yaptığı bu şey benim için bardağı taşıran son damla olmuştu.

Gelinliğimin eteklerini toplayarak onlara doğru yürüdüm. Yanlarına ulaştığımda Karan'a öfkeli bakışımı atarak Ezgi'nin yanına diz çöktüm ve ona elimi uzattım.

"Kalk hadi yerden, bunu kendine yapma." Başını kaldırdı. Gözünün önüne düşen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırarak yüzünü ortaya çıkardı. Gözleri şiş ve kızarıktı. Kim bilir kaç saattir birazdan evleneceğim hayvan herif için ağlıyordu.

"Sen bir de bana acıyor musun?" Ona uzattığım elime vurarak ayağa kalktı. Bu kız gerçekten de uslanmaz bir manyaktı. Başımı yazık der gibi sağa sola sallayarak ben de ayağa kalktım ve Ezgi'nin giydiği kısa şorttan dolayı açıkta kalan bacaklarına baktım. Düştüğü için dizleri yaralanmıştı.

"Sana acımıyorum ama kusura bakma acınacak hâldesin. Sana böyle davranan bir adam için bu raddeye gelmek bu kadar gözünü karartmak ne kadar doğru sence?" Bana doğru bir adım attı.

"Sen ne biliyorsun da konuşuyorsun ya? Sen benim ne yaşadığımı biliyor musun?" Tepki vermedim. Omzuma vurarak devam etti. "Sevdiğim adamı bir anda ortaya çıkan birisi yüzünden kaybetmek, onunla evlilik hayalleri kurarken bir başkasıyla evlenmesine şahit olmak ne demek sen biliyor musun?" Tekrar omzuma vurdu.

"Evleneceği kadını karşımda böyle gelinlikle görmek ne demek biliyor musun?"

İnsanlar gerçekten de birbirlerini bu kadar çok sevebiliyorlar mıydı? Peki herkes bu kadar sevgi doluyken neden kimse beni sevmemişti? Ben neden tüm hayatım boyunca yalnızca kendimi sevmek zorunda kalmıştım? Karşımda duran bu kadın gibi olmadığım için mi kimse beni sevmemişti?

Gerçekten de sevilmek neydi? Nasıl bir duyguydu? Güzel hissettiriyor muydu acaba?

Ben unutmuştum...

Unutmak zorunda kalmıştım...

Sevmeyi çok iyi bilirdim ama sevilmek yabancısı olduğum bir duyguydu.

Beni en son annem sevmişti...

"Bir de karşıma geçmiş nutuk çekiyorsun bana." Tekrar Ezgi'ye baktım. "Sen kaybetmek ne demek biliyor musun?" Yine omzuma vurdu.

"Sen hiç sevdiğin birini kaybettin mi?" Yutkundum. Böyle zamanlarda hep olduğu gibi sessiz kalmayı tercih etmiştim.

Bazen tam da bu yüzden nefret ediyordum kendimden. Neden konuşmuyordum ki? Neden ona cevap vermiyordum? Bak o ne güzel karşıma geçmiş çatır çatır konuşuyordu.

Bilir misin diyordu, sen kaybetmeyi bilir misin? Hadi Bade cevap versene. Niye susuyorsun ki? Desene ona;

Bilirim, en iyi ben bilirim...

Kaybetmeyi de sevmeyi de çok iyi bilirim. Hayatımdaki her şeyi kaybettim desene. Bu hayatta bir insanın kaybedeceği en değerli şeyi, annemi, kaybettim desene.

Peki ya diğerleri? Babanın senden aldığı şeyler... Onları da söylesene. Babam benden ruhumu, kalbimi, duygularımı, aldı desene. Kaybetmemek için çok savaştım ama hepsini tek tek kaybettim desene.

Hadi Bade, susma artık. Bu sefer susma. Bir şeyler desene. Kendini ilk defa bir başkasına açsana. Anlatsana yaşadıklarını. Anlat kaybettiklerini, sustur şu kızı.

O güçlü olacağım diyerek altına saklandığın maskeni çıkarsana.

Ben, çok kaybettim desene...

"Bilmem, ben kaybetmeyi hiç bilmem." Tekrar yutkundum ve nefes aldım. Göğsümün sıkıştığını hissedebiliyordum. Gözyaşlarım onları serbest bırakmam için beni zorluyorlardı ama şimdi hiç sırası değildi.

"Umarım sen de hiçbir zaman bilmezsin böyle bir şeyi."

'Çünkü bilirsen kaybetmenin böyle bir şey olmadığını, senin yaşadığın şeyin kaybetmek olmadığını öğrenmek zorunda kalacaksın.' diye devam etmek istesem de etmedim ve Ezgi'nin öfkeli bakışlarına arkamı döndüm.

Gözlerim Karan'ın yeşil gözleriyle temas edince bir kez daha gözlerinin içine, en içine baktım. O, biliyor muydu kaybetmenin ne demek olduğunu? Bu yüzden mi sessizce bizi izliyordu. Sonuçta o da annesini kaybetmişti. Onun annesi benim gözlerimin önünde ölmüştü. Hâlâ o kadını çığlıklarını duyabiliyordum. Unutmam da mümkün değildi zaten.

"Herkese bir açıklama yapmamız gerekiyor." Beni onaylarcasına başını salladı ve yanıma geldi.

"Sen şimdi git oraya bir sorun olmadığını söyle." dedi ve Ezgi'ye baktı. "Ben hemen geleceğim." Hiçbir şey söylemeden yanlarından uzaklaştım. Ne konuşacakları, onu buradan nasıl göndereceği hiç umurumda bile değildi. Zaten daha en başından bu işten sıkılmaya başlamıştım.

Yalandan sinirliymiş gibi yaparak bir saattir hiçbir şey yapmadan sadece uzaktan bizi izleyenlerin yanlarına doğru gittim. Zaten sadece uzaktan izliyor, hiçbir şey yapmıyorlardı. Bunlar Karan'dan niye bu kadar korkuyorlardı ki? Hepsi neyse de en çok amcası ve dedesinin bile ona bir şey söylerken dikkatli olduklarını görmek beni çok şaşırtmıştı. Onlar bile Karan'dan çekiniyorlardı.

"Kim bu kız öğrenebildin mi?" Durdum ve Mine halaya baktım. O da diğerleri gibi merakını bir nebze olsun giderecek bir şeyler duymak istiyordu.

"Delinin biri işte." Hepsi birbirlerine bakmaya başlarken devam ettim. "Ben elimi yüzümü yıkayacağım." dedim ve kapıya doğru yürüdüm.

"Kızım makyajın..." Nesrin yengenin söylediği şeyi umursamayarak salona girdim ve iki gündür burada olduğum için yerini öğrendiğim tuvalete doğru gittim.

İçeriye girer girmez kapıyı sert bir şekilde kapattım ve kilitledim. Sırtımı kapıya yaslayarak hiçbir şey yapmadan öylece durdum. Sinirlerim çok fazla bozulmuştu.

"Ne yapıyorum ben ya?" Bıkkınca nefesimi dışarıya verdim. "Ne oluyor bana böyle?" Yavaş bir şekilde yere oturdum ve gelinliğin izin verdiği kadar dizlerimi karnıma çektim.

Saçlarımın dağılma ihtimalini umursamadan başımı ellerimin arasına aldım. Neden bu kadar yorulmuş hissediyordum kendimi?

Gözlerim acıyla sızlamaya, göğsüm yeniden sıkışmaya başlamıştı. Elimi kalbimin üzerine koydum ve gözlerimi kapatarak sesini dinlemeye başladım.

Niye acımıştı kalbim bu kadar?

Kaybetmeyi biliyor olmak ilk defa bu kadar ağır gelmişti. İlk defa kendimi boşlukta ve bomboş hissediyordum. Sanki yıllardır bir uçurumun kenarında boşlukta sallanıyormuşum da bugün birisi gelip beni arkamdan itip daha da büyük bir boşluğa atmış gibiydi.

Kapının sert bir şekilde vurulmasıyla kendime geldim. Başımı dizlerimin üzerinden kaldırarak derin bir nefes aldım ve ayağa kalktım. Kapı bir kez daha aynı şiddetle vurulmuştu.

"Bade!" Karan'ın sesini duysam da cevap vermeden aynanın karşısına geçtim ve kendimi çeki düzen verdim.

"Bade!" Karan bağırıp kapıya vurmaya devam ederken benim de işim bitmişti.

"Açsana kızım şu kapıyı!" Kapının yanına doğru giderek kilidini açtım. Anahtarı çevirir çevirmez Karan hızla kapıyı açmıştı. Kapının bana çarpmaması için geri çekilirken o içeriye girdi.

"Ne oluyor?" Cevap vermeden gözlerini vücudumun her yerinde gezdirdi. Bakışlarından rahatsız olunca olduğum yerde kıpırdadım.

"İyi misin?" Endişeli gözleri beni bulduğunda şaşırmıştım.

"İyiyim, neden?" Kaşlarını çattı.

"Madem iyisin neden ses vermiyorsun? Bir saattir sana sesleniyorum."

"Boş ver beni. Dışarıda durumlar nasıl?" Konuyu değiştirmemi umursamadan konuştu.

"Ezgi gitti, bir daha da buraya gelmeyecek." Birazcık gururu varsa zaten bir daha gelmezdi. Hatta senin yüzüne bile bakmazdı ama Ezgi bunları yapacak bir kız değildi işte...

"İyi, diğerleri?" Kapıya doğru baktı ve kimsenin olmadığından emin olunca konuştu.

"Herkes takıntılı eski sevgilinin nikâhı bastığına inandı." Yalandan güldüm.

"Şimdi ne olacak?"

"Şimdi seninle buradan çıkacağız ve salona gideceğiz. Onlar bizi izlerken de sanki sen bana kızgınmışsın gibi yapacaksın."

"Neden?"

"Sonuçta en mutlu gününde eski sevgili şoku yaşadın. Bu yüzden de bana kızgınmış gibi yapacaksın." Cevap vermeden sadece başımı salladım. "Trip kısa sürsün ama oyunu da çok abartmaya gerek yok. Sonuçta sonunda o masaya oturacağız." Yine hiçbir şey söylemeden onu gözlerimle onayladım.

"Ne oldu sana böyle birdenbire?"

"Ne olmuş bana?"

"Niye durgunlaştın böyle? Sanki Ezgi'nin gelmesine gerçekten bozulmuş gibisin." Sadece güldüm.

"Saçmalama, yalandan olacak bir nikâh bozuldu diye sana trip atacak değilim."

"Bozulmadı." diyerek beni düzeltti ve devam etti. "Sadece beklediğimizden biraz geç olacak hepsi bu."

"Tamam hadi çıkalım bitsin artık şu iş." Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Karan'ın yanından geçip gidecekken bileğimden tuttu.

"Sen gerçekten iyi olduğuna emin misin?" Sadece başımı salladım.

"İyiyim dedim ya sen de sorup durma artık." Gidecekken önümde durdu. Ne oldu der gibi ona baktım. Bana doğru biraz yaklaştı ve aramızdaki mesafeyi kapattı. Bir eliyle yüzüme diğer eliyle alnıma dokundu.

Sıcacık elleri yüzüme temas etti, gözlerimi kapattım. İçimden bir şeylerin akıp gittiğini hissetmiştim. Neden böyle oluyordu ki şimdi?

"Sen buz gibi olmuşsun." Karan'ın sesini duyunca gözlerimi açtım. Yeşil gözlerinin içindeki o endişeyi görmek bana çok tuhaf hissettirmişti.

Benim için endişeleniyordu...

Ellerini yüzümden çekip açıkta olan omuzlarıma dokundu.

"Sen niye bu kadar soğuksun, üşüyor musun?" Gözlerim acıyla yanmaya başlamıştı. İlk defa ağlamak istiyordum.

"Sen iyi değilsin. Biz erteleyelim bu nikâhı acelesi yok. Şu üstünü falan da değiştir, hastaneye gidelim." Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.

"Hayır, iyiyim ben. Dediğim gibi şu işi halledelim odaya çıkıp biraz dinlenirim geçer."

"Emin misin?"

Değilim... Bana ne olduğunu bile bilmiyorum ki dinlenince geçeceğini bileyim.

"Eminim." Beni onaylarcasına başını salladı.

"Hadi o zaman." Bileğimi bırakınca tuvaletten çıktım. O da arkamdan geliyordu. Büyük koridoru geçip salona ulaştığımda bahçeye bakan cam duvarın arkasındaki meraklı bakışları gördüm.

"Tamam dur." Karan'ın sesini duyunca durdum. Bahçe kapısı kapalı olduğu için dışarıdakilerin bizi duyması imkânsızdı.

"Bizi tartışıyor zannedecekler." Başımı sallamakla yetindim.

"Bir şeyler söyle o zaman. Bizi duymuyorlar zaten." Yalandan sinirliymiş gibi yaparak konuştum.

"Ezgi'yi nasıl gönderdin? Pek fazla gitmeye niyeti yok gibi duruyordu." Göz ucuyla dışarıya doğru bakarak konuştu.

"Gitti işte bir şekilde. Belki de gitmesi gerektiğini fark etmiştir."

"Onu seviyor musun?" Kaşlarını çattı ve yüzünde muzip bir ifade oluştu. Aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum.

"Neden sordun?"

"Merak ettim. Değer vermiyorsun onu çok iyi biliyorum. Çünkü çok belli ediyorsun bunu. Fakat seviyor musun? Yani onu, seviyorum diyebiliyor musun? Merak ettim."

"Seviyor olsaydım neden ayrılayım?" diye sordu. "Ayrıca Ezgi'yle olanların seninle bir ilgisi yok, biz uzun zamandır böyleyiz. Ayrı sayılmazdık ama iyi de değildik. Bu olanlar yüzünden de her şey tamamen bitti işte." dedi, kalbimde tuhaf bir his yer edindi.

"Seninle evlilik hayali kurduğunu söyledi, ben olmasaydım belki aranız düzelecekti. Belki gerçekten evlenecektiniz. Ailenle tanışan, bu gelinliği giyen ben değil de..." Sözümü kesti.

"Tüm bunların bir önemi yok Bade. Belki öyle olurdu belki böyle olurdu diye konuşmaya gerek de yok. Olması gereken buymuş ve bu oldu." dedi, dışarıdakilere doğru baktım. Hâlâ hepsi bizi izliyorlardı. Benim onlara baktığımı gördüklerinde ise sanki başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yapmışlardı.

"Hadi artık barışmış gibi yapalım da dışarıdakiler daha fazla beklemesinler." diyerek Karan'a döndüm. O da benim gibi dışarıya baktı ve beni onaylarcasına başını salladı.

"Gül o zaman biraz." İki gündür yaptığım ve bu konuda artık uzmanlaşmaya başladığım şeyi yaparak yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim. Karan da benim gibi yalandan gülümseyerek bana doğru bir adım attı.

"Şimdi sarılıp barışacağız." Dudağımı ısırdım. Sarılmasını istemiyordum ama itiraz etmedim. Biraz daha bana yaklaştı ve gülümseyerek sarıldı. Ellerini belimde hissettiğimde gözlerimi kapattım ama ben ona sarılmadım.

"Barışmamız için senin de bana sarılman gerekiyor." Ellerimi yavaşça kaldırdım ve sırtına dokundum. Gözlerim yine sızlamaya başlamıştı. Böyle bir ruh hâlinde birine sarılmak ne kadar doğruydu ki?

Sahi ben en son birine gerçekten isteyerek ne zaman sarılmıştım?

Başımı omuzuna koyarak kollarımı biraz daha doladım ona. Yakın olmanın verdiği gerginlik olsa da mutluymuş gibi görünmeye devam ettim.

Hani neredeydi o his?

Yabancılık hissi...

Yabancılık hissetmem falan gerekmiyor muydu benim? Peki ya neden hissetmiyordum? Kollarım sanki yıllardır bu anı, birine sarılmayı, bekliyormuş gibi daha da sıkı sardı onu.

Şimdi yıllardır hiç istemediğim bir şeyi istiyordum.

Ağlamak...

Hıçkıra hıçkıra ağlamak...

Ağlasam mesela. Yaşadıklarıma, kaybettiklerime, acılarıma ağlasam...

En önemlisi de anneme ağlasam.

Çok özlemiştim onu. Peki ya neden bugün fark etmiştim bunu? Evleniyorum diye mi? Hayır, alakası yok. Sonuçta bu sahte bir evlilik.

Bu evliliğin tek amacı; İntikam.

Sanki yıllardır ben güçlüyüm diyerek sırtlandığım bütün acılarımın altında kalmış gibi hissediyordum.

Aslında farkındaydım her şey Ezgi'nin sorduğu o iki soru yüzünden başlamıştı.

Sen kaybetmek ne demek bilir misin?

Sen hiç sevdiğin birini kaybettin mi?

Ben bu iki sorunun altında ezilmiştim.

Ama ben, Bade'ydim. Ben, bunun da altından kalkardım. En iyi yaptığım şey de bu değil miydi zaten? Düştüğüm zaman kalkıp hiçbir şey olmamış gibi devam etmek.

Ona hissettirmeden daha doğrusu hissettirmemeye çalışarak biraz daha gömdüm başımı, boynuna.

Güzel bir kokusu vardı. Parfüm kokusu muydu kendi kokusu muydu bilmiyorum ama erimiş çikolata gibi kokuyordu.

"Bade." Karan'ın sesiyle sanki bir uykudan uyanır gibi gözlerimi açtım. "Bence inandılar. Artık ayrılsak mı diyorum?" Ona ne kadar sıkı sarıldığımı yeni fark ediyordum. Geri çekilince dışarıya doğru baktım. Herkesin yüzünde memnuniyet vardı.

"İnandırıcı olsun diye şey ettim ben neyse hadi tamam çıkalım artık." Yanında daha fazla kalmak istemediğim için gelinliğin eteklerini toplayarak bahçe kapısına doğru yürüdüm ve kapıyı açarak dışarıya çıktım. O da peşimden geliyordu.

Bahçeye çıkınca herkesin hâlâ merakla bir şeyler duymayı beklediklerini fark ettim.

"Hadi ama çok vakit kaybettik. Siz hâlâ duruyorsunuz." Önce birbirlerine baktılar. Sonra şaşkın bakışları beni buldu.

"Nikâh iptal değil mi?" Mine halaya baktım. Ona cevap verecekken Karan yanıma geldi ve elimi tuttu.

"Nikâh iptal falan değil. Küçük bir sıkıntı vardı o da halloldu." dedi ve amcasına baktı. "Nikâh memuru nerede?"

"Biraz önce geldi sizi bekliyor." Karan tuttuğu elimi bırakarak belime dokundu.

"Hadi güzelim biz de geçelim artık." Gülümsedim ve hiçbir şey söylemeden bahçenin bir diğer ucunda hazırlanan masaya doğru yürüdüm.

Masanın yanına geldiğimizde Karan'ın yardımıyla kendi yerime oturdum. Bu gelinlik beni bunaltmaya başlamıştı. İyi ki de daha kabarık bir gelinlik seçmemiştim.

Karan'ın ailesi tam karşımızda onlar için hazırlanan beyaz sandalyelere oturdular. Onlara gülümseyerek önüme döndüğümde masanın üzerinde duran beyaz ve tozpembe karışımı çiçeğe gözüm takıldı. O çiçeğin rengine karar vermek için saatlerimizi harcamıştık. Daha doğrusu onlar harcamış ben de yanlarında oturmuştum.

Başımı çevirip yanımda oturan Karan'a baktığımda gördüğüm şeyle güldüm. Yine elinde bir avuç badem şekeri vardı ve o yine etrafta olan şeyleri umursamadan şekeri yiyordu.

"Sen bağımlısı olmuşsun bunun farkındasın değil mi?" Ağzına bir tane badem şekeri atarak konuştu.

"Badem şekeri bağımlısı olduğuma sevinmelisin bence. Çünkü kocan uyuşturucu bağımlısı falan da olabilirdi." Güldüm ve kimsenin duymayacağı bir şekilde konuştum.

"Sahte kocam." Göz ucuyla bana baktı ve o da güldü.

"Diğer türlüsü zaten imkânsız." Önüme döndüm. Gerçek olması tabii ki de imkânsızdı.

Onunla asla...

"Bunu biliyor olmana sevindim." dedim.

"Ben de benimle aynı düşünüyor olmana sevindim." Cevap vermeyerek konuyu kapattım. Çok geçmeden nikâh memuru da gelmiş ve yerine oturmuştu.

Memur önce ikimize de bakıp gülümsemiş ve önündeki nikâh defterini açmıştı. Daha sonra ise hem bana hem Karan'a adımızı sorduktan sonra sorulara geçmişti.

"Siz Bade Karahanlı hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Karan Atasoy ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?"

Durdum...

Cevap vermedim.

Doğru mu yapıyordum yoksa büyük bir hatanın ilk adımını mı atıyordum?

Karan'a döndüm. Yeşil gözlerini üzerime dikmiş ve vereceğim cevabı bekliyordu.

Ona güvenmeli miydim? Tabii ki de hayır. Bana yalan söylemişti. Daha önce de söylediğine çok emindim. Ona güvenmek aptallıktı ama ona güvenmeden de devam edebilirdim.

Tek başıma savaşmak zorunda olduğum yeni ama büyük bir dünyaya ilk adımı atmak için konuştum.

"Evet." Herkes alkışlamaya başlarken gülümsedim ve önüme döndüm.

"Neden bu kadar çok düşündün? Yoksa son anda hayır demeye falan mı niyetin vardı?" Karan'a baktım.

"Ne düşündüğümün ne önemi var? Evet dedim ya işte." Bana cevap verecekken memur araya girdi.

"Siz Karan Atasoy hiç kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan Bade Karahanlı ile evlenmeyi kabul ediyor musunuz?" Ona doğru döndüm. Gözlerimin içine baktı ama cevap vermedi.

Gözlerimi gözlerinden çekmeden ona bakmaya devam ettim. Ben bekledim sen de bekle der gibi sessizliğini koruyordu.

"Evet." Gözlerimin içine bakarak verdiği cevapla önüme döndüm. Herkes bir kez daha alkışlamaya başlamıştı.

"Çiftler birbirlerini eş olarak kabul ettiler, siz de şahitlik ediyor musunuz?" Memurun sorusuyla Selen ve Özgür'e baktım. Benim şahidim olarak Selen Karan'ın şahidi olarak da Özgür masada oturuyordu. Selen'in şahidim olacağını ben bile sadece on dakika önce öğrenmiştim.

"Evet, ediyoruz." İkisi de aynı anda cevap verince memur gülümseyip devam etti.

"İmzalar lütfen." dedi ve önündeki nikâh defterini uzattı. Defteri kendi önüme çekerek uzattığı kalemi de elime aldım.

"Babandan kurtuluşunun, özgürlüğe kavuşmanın belgesini imzalıyorsun şu an." Kalemi sıkı sıkı tutarak Karan'a baktım. Bana doğru eğilmişti.

"Benim özgürlüğüm sen misin?" Güldü ve başını salladı.

"Ben olacağım." Sadece güldüm.

Gerçekten özgürlüğüm mü olacaktı yoksa en büyük esaretim mi?

"Zamanla göreceğiz onu." dedim ve önüme dönerek defteri imzaladım. Daha sonra defteri Karan'a uzattım. O da imzaladıktan sonra Özgür ve Selen de imzalamış ve defter tekrar memura dönmüştü.

"İmzalar da atıldığına göre..." diyerek önündeki defteri kapattı. "Ben de sizi karı koca ilan ediyorum." Memur ayağa kalkınca Karan'ın da kalkacağını fark ettim. Şimdi tam sırasıydı.

Ayağımdaki topuklu ayakkabının topuğuyla ayağına bastım. Kalktığı sandalyeye tekrar oturdu. Kendini sıktığını fark edince güldüm. Canının ne kadar yandığını tahmin edebiliyordum. Gözleri beni bulduğunda yanaklarımı ısırdım.

"Adettendir, yapmazsam olmazdı." Hiçbir şey söylemeden öylece yüzüme baktı. Kızlara döndüğümde güldüklerini gördüm.

"Eyvallah." dedi ve ayağa kalktı. Sanırım kendini toplamıştı. Gülmemek için kendimi tutarak ben de onunla beraber ayağa kalktım. "Buyurun gelin hanım." Memurun bana uzattığı evlilik cüzdanını aldım. Herkes yeniden alkışlamaya başlayınca onlara döndüm ve gülümsedim.

"Damat Bey, Gelin Hanımı öpebilirsiniz." Memuru duyunca hemen Karan'a döndüm ve kimsenin görmeyeceği bir şekilde kaşlarımı kaldırdım. Tabii ki de Karan'ın umurunda olmamış ve bana yaklaşmıştı.

"Fiziksel temas yok demiştik. Sen de bana söz vermiştin." Fısıltı gibi çıkan sesime güldü ve belimden tutarak beni kendine çekti.

"Adettendir, yapmazsam olmaz." Kaşlarımı çatmış ona bakarken aramızdaki mesafeyi kapattı ve yanağımdan öptü. Karan geri çekilip gülen gözleriyle bana bakarken şaşkınca konuştum.

"Bu şekilde miydi ya ben de ne zannettim?" Kulağıma doğru eğildi.

"Ne oldu hayallerin mi yıkıldı?"

"Ya ne demezsin ben dün geceden beri büyük bir heyecanla bu anı bekliyordum. Şimdi tüm hayallerim yıkıldı." Tek kaşını kaldırdı.

"Başka zaman telafi ederiz artık. Çok dert etme." diyerek yine elini belime koydu.

"Şimdi tebrikleri kabul etme zamanı." Derin bir nefes aldım ve gökyüzüne baktım. Hava yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Tüm gün ne çabuk geçmişti böyle?

Daha doğrusu çabuk ve gürültülü...

Hem de bayağı gürültülü geçmişti ve şu an da başım çatlayacak kadar çok ağrıyordu. Fakat daha tebrikleri kabul edecek, sonra kutlama için hep beraber akşam yemeği yiyecek ve günü bitirecektik.

Karan'la beraber önce dedesinin, sonra hiç istemesem de amcasının, daha sonra ise yengesi ve halasının elini öpmüş, kızlarla da konuşmuştuk. Daha doğrusu kızlarla sadece ben konuşmuştum çünkü Karan o sırada Özgür'ün yanına gitmiş ve onunla konuşmaya başlamıştı. Şu an burada sadece geçen akşam olaylı bir şekilde tanıştığım Alp yoktu.

Bu aile birbirine bu kadar yakınken o, neden bu aileye bu kadar uzaktı? Merak etmiştim doğrusu.

Günün tebrik kısmı bitince kutlama yemeği için çalışanların bahçeye kurduğu büyük masanın etrafına toplanmıştık. Herkes masada gülüp bir şeyler konuşuyorlardı.

Öğlen kendimi çok kötü hissetmiştim. Hayatımda ilk defa öyle bir şey olmuştu. Ben ilk defa yalnızlığımdan nefret etmiştim bugün ve ilk defa annemi çok özlediğimi fark etmiştim. Sonradan kendimi yine toplamayı başarmıştım fakat şimdi etrafıma bakınca yine ne kadar yalnız olduğumu görmüştüm.

Onlar çok güzel bir aileydi, hepsi birbirini çok seviyordu. Bu gözlerinden bile belli oluyordu. Konuşup, eğlenip, gülüyorlardı.

Yıllarca hep benim de böyle ailem olsun istemiştim. Şimdi öyle bir ailenin tam ortasındaydım ama ben bu aileden değildim.

Karan'a sarıldığımda aradığım o his şimdi gelmişti işte.

Yabancılık hissi...

Ben kendimi bu masada çok yabancı hissetmiştim. Belki de bu masadaki hiç kimsenin yapmadığı şeyi yapıp kendimi dışlamıştım.

Ben gerçekten de sevilmenin ne demek olduğunu bilmiyordum.

"Neden hiç konuşmuyorsun?" Karan'ın sesini duyunca ona döndüm. Bana doğru eğildiği için ve ben aniden döndüğüm için aramızda çok fazla mesafe yoktu. Bu yüzden biraz geri çekilerek konuştum.

"Yorgunum sadece biraz." Önümdeki tabağa baktı.

"Niye hiçbir şey yemedin?" Ne diye benimle bu kadar ilgileniyordu bu şimdi?

"Canım istemedi."

"Olmaz öyle şey. Sabahta doğru düzgün bir şey yemedin zaten. Hem odaya çıkınca ağrı kesici alırsın böyle aç aç olmaz." Cevap vermedim. O ise tıpkı öğlen yaptığı gibi bir eliyle yüzüme diğer eliyle alnıma dokundu.

"Hâlâ buz gibisin ama üşümüyorum diyorsun. Sabah bir hastaneye falan gidelim. Sonra sahte kocam bana iyi bakmadı deme." Son kısmı çok sessiz söylemişti. Gözlerimi ondan kaçırdım. Daha fazla ona bakamayacaktım. Masadaki muhabbet daha da koyu bir hâl almıştı fakat Karan da benim gibi o muhabbetin dışındaydı.

Önüme dönüp hâlâ dolu olan tabağıma baktım. Hiçbir şey yememiştim. Çünkü gerçekten de canım istemiyordu. Sanki lokmalar ağzımda büyüyordu.

"Al bakayım bunu." dedi ve omuzlarıma ceketini bıraktı. "Daha fazla üşüme hava da iyice serinledi zaten." Üzerimdeki cekete baktım.

Benimle ilgileniyordu.

Beni düşünüyordu.

Peki neden yapıyordu şimdi bütün bunları? Sahte evlilik oyunumuz için mi? Yoksa birazcık da olsa beni sevmiş miydi?

Benim de istediğim bu değil miydi zaten? Tek bir kişi bile olsa beni seven birinin olması... Bu hayatta istediğim tek şey buydu;

Birinin beni sevmesi...

Ama maalesef o birisi Karan olamazdı, olmamalıydı. Çünkü ben onu sevemezdim. Arkadaş olarak bile sevemezdim.

Hayatı babamki ile aynı olan bir adamı hayatıma arkadaş olarak bile alamazdım.

"Yapma." dedim ve ona baktım. "Doğru yapıyorsun, yapma." Kaşlarını çattı.

"Anlamadım?"

"Hani bana dedin ya: 'Yanlışlıkla doğru bir şey yaparım da beni seversin diye. Söyle ki yapmayayım.' Ondan bahsediyorum işte." Tek kaşını kaldırmış bana bakarken devam ettim.

"Tam da şu an da doğru bir şey yapıyorsun, yapma. Bana iyilik yapıp ya da yapıyormuş gibi görünüp seni sevmeme izin verme." Bana doğru eğildi ve yüzüme biraz yaklaştı.

"Sen bana 'Kendin ol, sadece kendin ol. Benim senin gibi birini sevmem imkânsız.' demiştin. Ben de kendim oluyorum işte."

Sen gerçekten bu musun?

Sen iyi biri misin?

Karanlık hayatına rağmen babamdan farklı biri misin?

Ben babam gibi birini sevmekten çok korkuyorum.

Aklımdaki sorulara rağmen önüme döndüm. Gözlerim yine acıyla sızlamaya başlamıştı. Omuzlarımdaki ceketi elime alarak onun kucağına bıraktım.

"Sen bu değilsin." Gözlerindeki şaşkınlığı görünce ayağa kalktım. Herkesin gözü beni bulunca onlara baktım.

"Müsaadenizle." dedim ve tekrar Karan'a döndüm. Hâlâ aynı şaşkın ifadeyle bana bakıyordu.

Sen benim aklımdaki kişiden farklı olamazsın, olma.

Oturduğum sandalyeye takılan gelinliğimi zor da olsa kurtararak yanlarından ayrıldım.

Tüm gün boyunca kendi içimde verdiğim savaş gitgide büyüyordu. Sorular zihnimin içinde dönüp duruyor, yaşananlar kendimi ve kararlarımı sorgulamama neden oluyor ve kendimi çok fazla güçsüz ve savunmasız hissettiriyordu.

Karan'ın odasına çıkınca odadaki aynanın karşısına geçtim ve her zamanki gibi kendi gözlerimin içine baktım.

"Ne oldu sana?"

Hiçbir şey, hiçbir şey olmadı...

"Neden mutsuzsun o zaman? Niye dünya başına yıkılmış gibi hissediyorsun? Madem hiçbir şey olmadı neden küçük yaramaz bir çocuk gibi memnuniyetsiz davranıyorsun?"

Bilmiyorum...

"Kendine gel, güçlü olman lazım. Bu hâlde olman için, ağlaman için hiçbir sebep yok. Yıllardır beklediğin an geldi senin. Babandan intikam alacaksın şimdi böyle olmanın sırası değil. Şimdi mutlu olmanın sırası."

Aynadaki yansımam her zaman olduğu gibi bana cevap verecekken odanın kapısı açıldı ve Karan içeriye girdi. Onu görünce tekrar aynaya döndüm ve sanki onunla konuşuyormuş gibi değil de saçımla uğraşıyormuş gibi yapıp kuaförün özenle yaptığı saçlarımı dağıttım.

"İyi misin?" Arkama geçmişti. Keşke hayır diyebilseydim.

"Evet."

"Neden kaçar gibi çıktın yukarıya?" Güldüm ve saçımdaki son tokayı da çıkarıp uzun, siyah saçlarımın omuzlarıma dökülmesini sağlayarak ona döndüm.

"Kaçar gibi çıkmadım, kaçtım." dedim yalan söylemek yerine, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Her neyse, bitti şu gün artık. Yarın gideriz buradan." dedi, rahat bir nefes aldım.

"Çok iyi olur." Az önce bana verdiği ceketi odadaki sandalyenin kenarına bıraktı ve yatağa oturdu.

"Çıkarsan üstümü değiştireceğim." dedim, esneyerek eliyle ağzını kapattı.

"Çıkamam." Kaşlarımı çattım.

"Sebep?"

"Çünkü bu gece bizim ilk gecemiz." Ona yaklaştım.

"Yani?"

"Yanisi yeni evlenen çiftler ilk gecelerinde ne yaparsa bizim de onu yapıyor olmamız gerekiyor."

"Sen diyorsun ya? Sen ne saçmaladığının farkında mısın?" Başını salladı.

"Farkındaydım."

"Bana bak..." Tamamlamama izin vermeden konuştu.

"Herkes odasına çıktı Bade. Yani anlayacağın şu an herkes bizimle beraber bu katta. Dışarıda birisi beni görürse ne diyeceğim? Bade üstünü değiştiriyor işi bitsin odaya öyle mi gireceğim diyeceğim?" dedi ve eliyle banyoyu gösterdi. "Git banyoda değiştir üstünü." Bahsettiği yer küçücük, tek kişilik, bir ebeveyn banyosuydu ve bu gelinliği orada çıkarabileceğimi düşünüyordu.

"Orada çıkaramam çok küçük orası." Gözlerini kapattı.

"Tamam burada çıkar o zaman. Ben uyuyacağım zaten hiçbir şey görmem."

"Olmaz." Tek gözünü açtı.

"O zaman gelinlikle uyu ne yapayım?" Elimle banyoyu gösterdim.

"Kalk sen gir oraya. Ben üstümü değiştirince çıkarsın." Söylenerek ayağa kalktı ve dolabına doğru yürüyerek içinden kendine de bir şeyler alıp banyoya doğru yürüdü.

"Acele et, çok beklemem." dedi ve içeriye girdi. Şimdi işin en zor kısmı gelmişti. Gelinliğin arkasındaki onlarca düğmeyi açmak.

Kendimi biraz zorlayarak üstten ilk iki düğmeyi ve alttan ilk üç düğmeyi açabilmiştim fakat orta kısımdaki düğmelere elim yetmiyordu ve sanırım en mantıklı şey uğraşmamaktı. Bu yüzden ayağımdaki topukluları çıkarıp ayağımın ucuyla komodinin yanına doğru ittikten sonra odanın kapısına doğru yürüdüm ve kapıyı yavaşça açarak başımı dışarıya uzattım.

Hiç kimsenin olmadığından emin olunca dışarıya doğru bir adım attım. Selen'in odasına gidecekken bir anda Mine halanın odasının kapısı açıldı. Hızla geri dönerek odadan İçeriye girdim ve kapıyı kapattım. Az kalsın yakalanıyordum.

"Çıkıyorum ben, değiştirdin mi üstünü?" Karan'a cevap vermeden kapıya kulağımı yasladım ve dışarıyı dinledim. Nesrin yenge ile Mine hala koridorda konuşuyorlardı.

"Sanki odaları yok ya." Söylenerek banyoya doğru yürüdüm ve kapıya birkaç defa vurdum.

"Tamam çık hadi." Kapı açılıp Karan çıktığında siyah eşofmanlarını giydiğini gördüm. Elindeki takımı da gelişigüzel sandalyenin üstüne doğru atmıştı.

"Hayırdır, sen çok sevdin herhalde gelinliğini. Neden çıkarmadın?" Yatağa doğru yürüyerek konuşmuştu.

"Yardım et de çıkarayım. Tek başıma olmuyor." Durdu ve ağır hareketlerle bana doğru döndü. Tek kaşı kalkmıştı ve yüzünde anlam veremediğim bir ifade vardı.

"Ben mi?" diye sordu kendini gösterirken.

"Odada senden başka hiç kimse olmadığına göre, evet sen." Başını salladı ve eliyle dönmemi işaret etti.

"Dön arkanı." Arkamı döndüm ve gelinliğin üst kısmından sıkıca tuttum. Utanç verici bir kaza yaşanması isteyeceğim en son şey bile değildi.

Ellerini hissettiğimde istemsizce gelinliği daha da sıkı tuttum. Tek tek düğmeleri açarak aşağıya doğru iniyordu. Tabii bu sırada sırtıma değen parmakları huylanmama ve gülmek istememe neden oluyordu.

"Bu ne biçim gelinlik böyle? Koysalardı işte buraya bir tane fermuar ne diye elli tane düğme koymuşlar." Hem söylenip hem de açmaya devam ediyordu.

"Bitti." Sesini duyunca gelinliğin omuzlarını kolumun altına sıkıştırdım ve göğüs kısmından sıkıca tutarak ona döndüm.

"Teşekkür ederim." Başını salladı. "Hadi şimdi tekrar banyoya gir de değiştireyim üstümü." Sabır dilercesine yüzüme baktıktan sonra söylene söylene tekrar banyoya girdi.

Banyo kapısının kapanma sesini duyunca yatağın bir kenarında duran, dün gece Selen'in getirdiği, eşofmanların yanına gittim. Sıkıca tuttuğum gelinliği serbest bıraktığımda kendiliğinden vücudumdan sıyrılıp yere düşmüştü. Ayaklarımı gelinlikten kurtarıp üstümü giyindikten sonra yerdeki gelinliği düzgün bir şekilde kaldırdım ve Karan'ın takımının durduğu sandalyenin üzerine bıraktım.

"Çıkabilirsin." Karan banyodan çıkarken odanın kapısına vurulmuştu.

"Bu kim şimdi?" Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Ne yapıyoruz diye bakmaya gelmişlerdir." Gözlerim ayrıldı.

"Ne?" Güldü ve kapıya doğru yürüdü. "Sen ciddi misin?" Arkasını dönüp bana yine aynı alaylı ifadeyle bir bakış atarak kapıyı açtı.

Dikkatle kapıya doğru baktım ve Selen'in geldiğini gördüm. Benimle dalga geçtiğini anlayınca göz devirdim.

Karan kapının önünde Selen'e bir şeyler söyledikten sonra kapıyı örtmüş ve yanıma gelerek elindeki ilacı bana uzatmıştı.

"Ağrı kesici, iyi gelir." Başım çatlayacak gibi ağrıdığı için ona minnetle gülümseyerek elinden ilacı aldım.

"Teşekkür ederim." diyerek komodinin üzerindeki sudan bir bardak aldım ve ilacı içtim.

"Gördüğün gibi odada koltuk yok. Birimizin yerde yatması gerekiyor." Elimdeki bardağı tekrar komodinin üzerine bıraktım.

"Ben yatarım." dedim anında, şaşırdığını fark ettim.

"Sen mi?" Başımı salladım ve yatağa doğru yürüyerek yastıklardan bir tanesi ve battaniyeyi aldım. Karan'ın meraklı bakışları altında battaniyeyi yere sererek yastığı üzerine bıraktım.

"Al bak bu da yatak oldu işte." Önce yaptığım yer yatağına sonra da bana baktı.

"Burada mı yatacaksın?" Şaşkınca sordu, odanın içine göz atıp yeniden ona baktım.

"Daha iyi bir fikrin varsa, buyur söyle." Yatağı gösterdi.

"Sen geç yatakta yat. Ben yatarım orada." Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.

"Burası senin odan. O da senin yatağın. Sonradan gelen benim." dedim ve serdiğim battaniyenin üzerine oturdum. "Bu yüzden de burada ben yatarım."

"Sabaha kadar her yerin tutulacak orada." Gözlerimi ondan çektim.

"Bana bir şey olmaz." dedim ve uzanarak başımı yastığa koydum.

"Gerçekten emin misin?" Derin bir nefes aldım.

"İyi geceler." dedim, o kaşlarını çatmış bana bakarken gözlerimi kapattım.

"Sana da." dedi, kulağıma gelen ayak seslerinden yatağa gittiğini anladım. Onun ne yapacağını pek umursamayarak uyumaya çalıştım. Zaten bir süre yerde sağa sola döndükten sonra yorgunluktan uyuyakalmıştım.

****

Sabahın ilk saatlerinde gözlerime değen ışıkla gözlerimi açtım. Bir süre öylece durup tavana baktıktan sonra doğruldum ve yatağa doğru baktım. Karan hâlâ uyuyordu. Önüme dönüp gerildikten sonra sessizce ayağa kalktım. Belimde ve boynumda çok az ağrı vardı.

Karan'ı uyandırmamak için sessiz hareketlerle dolaba doğru yürüdüm ve dün Selen'den aldığım kıyafetleri alarak odadaki banyoya girdim. Karan'ın evine döner dönmez ilk işim alışverişe çıkıp kendime bir şeyler almak olacaktı.

Banyoya girince elimdeki kıyafetleri askıya astım. Gerçekten de burası çok küçüktü. Eşofmanlarımı çıkarıp suyun sıcaklığını ayarladıktan sonra hemen altına girdim ve hızlıca duş aldım.

Duş aldıktan sonra yine aynı banyoda üzerimi giyinerek dışarıya çıktım. Karan hâlâ uyuyordu. Odadaki aynanın karşısına geçip saçlarımı özenle taradıktan sonra kuruması için açık bıraktım.

Komodinin üzerindeki telefonu alıp saatte baktığımda hâlâ 7 olduğunu ve bilinmeyen bir numaradan mesaj geldiğini gördüm. Bu kimdi şimdi? Ekranı açıp hemen gelen mesajın üzerine tıkladım.

"Buradan gitmeden yüz yüze konuşmamız lazım. Sabah erkenden odama gel. Seni bekliyor olacağım."

Kim olduğunu anlamak zor olmamıştı. Bu adamın benimle çok başka bir derdi vardı. Sürekli benimle konuşmak istemesinin ve oğlunun yapacağı şeyi bile bana söylemesinin bir nedeni olması gerekiyordu ve ben bunu bir tek onunla konuşursam öğrenebilirdim.

Tekrar uyuyan Karan'a baktım. Bayağı derin bir uykuda gibi görünüyordu. Sanırım o adamın yanına gitmek için en doğru zamandı.

Sessizce odadan çıkıp hemen yan odaya gittim. Etrafa bakıp kimsenin olmadığından emin olunca odanın kapısına birkaç defa vurdum fakat ses gelmemişti. Sonuçta adam bana erkenden gel demişti. Odaya girmemde de bir sakınca yoktur herhalde diye düşünerek içeriye girdim ve odanın boş olduğunu gördüm. Sanki bana mesaj atan kendisi değilmiş gibi yoktu.

"Nerede bu adam ya, hani odada olacaktı?" Kendi kendime söylenerek odadan çıktım.

"Senin bu odada ne işin var?" Duyduğum sesle durdum.

Yakalanmıştım...

Yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim ve arkamı dönerek Haluk amcaya baktım.

"Odaları karıştırdım, kendi kaldığım odaya gidecekken buraya girmişim. Zaten yanlış girdiğimi fark edince hemen çıktım." Bu yalan konusunda kendimi aşmıştım.

"O kadar saf bir kız değilsin sen." Güldüm. Tabii ki de değilim demek istedim ama şimdi kendimle övünmemin hiç sırası değildi.

"Dalgınlık işte." Kaşlarını çattı.

"Benimle oynamayı bırak, şimdi söyle o odada ne işin vardı?" Ona cevap verecekken yan odadan Karan çıktı. Hangi ara uyanmıştı ki şimdi bu? Ben çıkarken bayağı derin bir uykudaydı.

"Ne oluyor burada amca?" diyerek hızla yanımıza geldi.

"Ne olduğunu bize bu kız söyleyecek. Bu odadan çıkarken gördüm onu. Ne işi varmış bu odada söylesin öğrenelim." Karan merakla bana bakarken alayla güldüm.

"Bu olay neden bu kadar büyüdü anlamıyorum. Ne var içeride hazine falan mı saklıyorsunuz?" İkisi de bir şey söylemeden birbirlerinin yüzüne bakınca güldüm.

"Ya da görmemi istemediğiniz bir şey mi var?" Karan hiçbir şey söylemeden hâlâ yarı açık olan kapıyı kapattı ve bana baktı.

"Hiçbir şey yok odada. Amcam evin içinde çok dolaşılmasını sevmez bu yüzden bu kadar tepki verdi. Sen de bir daha girme." dedi ve amcasına baktı. "Bu konu kapansın amca boş yere çok uzamasın benim de canım sıkılmasın." Amca Karan'a cevap vermemiş ve bana bakmıştı.

"Bundan sonra bu evde nereye girip çıkacağına, yapacaklarına, söyleyeceklerine ve hareketlerine dikkat edeceksin."

Sinirle güldüm...

"Siz bana emir veremezsiniz."

"Bade!" Araya giren Karan'ı umursamadım ve devam ettim.

"Benden saygı bekliyorsanız siz de bana saygı duyacaksınız. Yoksa anlaşamayız." Bana doğru bir adım attı.

"Çok dik başlısın, olmaz böyle. O başını biraz eğmesini bil. Yoksa eğdirmesini bilirler." Yine güldüm ve ben de ona yaklaşarak tam gözlerinin içine baktım.

"Benim kimsenin önünde eğecek başım yok!"

"Ben eğmesini bilirim ama." Bu adamı gerçekten hiç sevmemiştim.

"Elinizden geleni ardınıza koymayın. Ben buradayım, bir yere gittiğim yok ama şunu unutmayın bu zamana kadar hiç kimse bana istemediğim hiçbir şeyi yaptıramadı bundan sonra da yaptıramaz." Kaşları çattı. Onu sinirlendirmiştim.

"Yeter dedim!" diyerek Karan kolumdan tutarak beni amcasından uzaklaştırdı. "Seninle sonra konuşuruz amca." dedi ve beni odaya doğru çekiştirdi. Odadan içeriye girince kolumu ondan kurtardım.

"Sana amcamla düzgün konuş demiştim." Tam karşımda durmuş, sanki dışarıda olanların tek suçlusu benmişim gibi bana bakıyordu.

"Ben elimden geleni yapıyorum ama kusura bakma amcan buna izin vermiyor." Elini şakaklarına koyarak ovaladı.

"Birkaç saat içinde döneceğiz Bade. Olay çıksın istemiyorum."

"Peki, söz veriyorum amcan bana karışmadığı sürece hiçbir şey yapmayacağım ama böyle yapmaya devam ederse ben de devam ederim." Cebinden yine badem şekeri çıkararak yemeye başladı.

"Ben amcamla konuşacağım." dedi, badem şekeri yedi. Bu adamın stresle başa çıkma yöntemi gerçekten çok farklıydı.

"Sıkıntı yok o zaman." dedim, başını salladı.

"Yok." dedi, tekrar odadan çıkmak için hareket edecekken Karanın sorduğu soruyla durdum.

"O odaya gerçekten niye girdin?" Dudağımı ısırdım. Şu an iyi bir yalan uydurmam gerekiyordu. Ona doğru döndüm ve rahat bir şekilde konuştum.

"Salona iniyordum. Odanın önünden geçerken düşme sesi duydum. Birkaç defa kapıya vurdum ama kimse ses vermedi, ben de bir şey oldu zannederek odaya girdim ama oda boştu. Sanırım ses başka bir odadan gelmiş." Kaşlarını çattı.

"Sana inanayım mı?"

"Sen bilirsin, ister inan ister inanma. Boş bir odaya girdim diye hesap verecek değilim." dedim ve yanından geçtim. Geçerken açık olan avucunun içinden bir tane badem şekeri aldım.

"Lan!" O durumun yeni farkına varırken gülerek badem şekerini ağzıma attım ve odanın kapısını açtım.

"Sabah sabah ağzımız tatlansın." Kaşlarını çatınca güldüm ve odadan çıkarak kapıyı kapattım. Badem şekerini aldım diye resmen kızıyordu ve çok komik görünüyordu.

"Bakıyorum da yüzünde güller açıyor." Selen'in odasının yanındaki odadan çıkan Mine halaya yaklaştım. Sabahın bu erken saatinde bile makyajını yapmış, her zamanki elbiseleri gibi dizinin çok az üstünde kırmızı, kısa kol, sade bir elbise giymişti. Siyah topuklu ayakkabılarını da unutmamak lazımdı. Tüm gün bu ayakkabıları nasıl giyiyordu anlamıyorum. Başımı hafifçe eğip kendi üzerime baktım. Selen'den aldığım mavi kot pantolonum, salaş beyaz tişörtüm ve beyaz spor ayakkabılarım ile onun yanında bayağı sönük kalmıştım ama ne yapayım ben de böyle seviyorum işte... Kadına çok dikkatli baktığımı fark edince başımı kaldırdım.

"Günaydın." Samimi bir şekilde gülümsedi.

"Günaydın kızım." dedi ve arkama doğru baktı. "Kocan uyanmadı mı daha?"

"Kocam mı?" Güldü.

"Evet hani dün evlendiğin kocan, benim de yeğenim olan." Alt dudağımı ısırdım. Resmen evli olduğumu unutmuştum.

"Doğru kocam, benim kocam."

Ne tuhaf hissetmiştim bir anda...

"Uyandı o uyanmaz olur mu hiç? Şey yapıyor o şimdi üzerini giyiniyor ben de sıkıldım odada önden ineyim aşağıya dedim." Omuzuma dokundu.

"Bence beni dinlersen sen bekle kocanı onunla beraber in aşağıya."

"Neden?"

"O yengen yok mu o yengen aşağıda şimdi seni hiç rahat bırakmaz." Hiçbir şey anlamamıştım. "Çok soru sorar canını sıkar sabah sabah."

"Canımı sıkacak ne sorabilir ki bana?" Güldü ve kulağıma fısıldadı.

"Dün geceyi sorar." Yine anlamamıştım.

"Ne olmuş dün geceye?" Yavaşça omuzuma vurdu. Olduğum yerde sallanırken gülerek konuşmaya devam etti.

"Ay ilahi sen de sanki bilmiyormuş gibi beni konuşturuyorsun." Dün gece bir şey oldu da ben mi unuttum acaba diye biraz düşündüm ama dün gece hiçbir şey olmadığından fazlasıyla emindim. "Dün gece diyorum dün gece hani siz evlendiniz. Dün de sizin ilk gecenizdi ya." Zihnim sanki birisi ışıkları açmış gibi aydınlanmış utancı iliklerime kadar hissetmiştim.

"Nasıl geçti güzel miydi geceniz?" Cevap vermemek için yalandan öksürmeye başladım. Bu ne biçim soruydu Allah aşkına? Kim kime böyle bir soru sorardı ki? Bir de aşağıda da soracaklar diyordu.

"Kızım ne oldu birdenbire su falan bir şey getireyim mi?" Başımı olumsuz anlamda sallayarak öksürmeye devam ettim. "Sen iyi değilsin kıpkırmızı oldun." Düzgün soru sorsaydın da kıpkırmızı olmasaydım.

"Güzelim iyi misin?" Bir anda Karan'ın elini hissetmiştim. Başımı ona çevirdiğimde meraklı olduğunu gördüm. Hemen yalandan öksürüğümü durdurarak güldüm.

"Aaa kocam gelmiş." Konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Sen iyi misin?"

"Ben mi? Ben çok iyiyim. Neden sordun?"

"Bilmem bir tuhafsın böyle." dedi ve halasına dönerek göz kırptı."Ne oluyor hala?"

"Yok oğlum bir şey konuşuyorduk öyle. Sonra birden öksürmeye başladı ama şimdi iyi gibi görünüyor." Hemen araya girdim.

"İyiyim iyiyim bir şey yok."

"Öyle olsun." diyerek Mine hala yanımızdan ayrılınca rahat bir nefes aldım.

"Gerçekten ben hiçbir şey anlamadım ne oluyor burada?" Sen anlamasanda olur demek istedim ama şimdi hiç kavga etmek istemiyordum.

"Yok bir şey konuşuyorduk öyle."

"Emin misin?"

"Eminim başka ne olabilir ki?"

"İyi öyle olsun." dedi ve işaret parmağını kaldırdı. "Bu arada badem şekerini unutmadım."

"Bir tane badem şekeri için ne söylendin ya." Kaşlarını çattı.

"O, basit bir tane badem şekeri değildi." Ellerimi cebime koydum.

"Ne özelliği varmış çok merak ettim."

"O, yanımda kalan sayılı badem şekerlerinden bir tanesiydi." Birkaç adım geri giderek ondan uzaklaştım.

"Sen bunun için kan yine çıkartırsın. Ben senin gözüne görünmesem çok iyi olacak bence değil mi?" Güldü ve beni başıyla onaylayarak konuştu.

"Şu an badem şekeri yerine seni yiyebilirim." Gülerek ona arkamı döndüm.

"Bade." diye seslendi arkamdan, gülerken durdum ve yeniden ona baktım.

"Efendim." Kurumuş dudaklarını yaladı ve birkaç adım atarak yanıma geldi.

"Benim sana söylemem gereken bir şey var." Az öncekine hâline göre gergin olduğunu görmüş ve ne söyleyeceğini merak etmiştim.

"Tabii söyle." Yalandan birkaç defa öksürerek boğazını temizledi ve gözlerimin içine baktı.

"Sen bana sizin evde yardım edip beni kurtardıktan sonra ben seni araştırdım. Kim olduğunu öğrenebilmek için." Kaşlarımı çattım.

"Yani?" Yutkunduğunu fark ettim. Ne söyleyecekti ki bu kadar zorlanıyordu?

"Seni araştırırken anneni öğrendim." Ellerimi yumruk yaptım ve dişlerimi sıktım.

"Ne öğrendin?"

"Babanın annenle seni ayırdığını öğrendim." Gözlerim yanmaya başlamış ve karşısında tek kelime bile edememiştim.

"Bade ben senin anneni buldum. Şu an bir bakımevinde kalıyor. İstersen seni ona götürebilirim." Düşmemek için yanında durduğum duvara tutundum. Nefes alamıyormuş gibi hissediyordum. Göğsüm sıkışmaya tüm vücudum titremeye başlamıştı. Ölmüş olması gereken annemi bulduğunu iddia ediyordu.

Annemi, benim annemi...

***

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.

Oy verip yorum yaparak bana destek olabilirsiniz.♡

Beni Instagram'dan ve Twitter'dan takip etmeyi unutmayın.

Yeni bir bölümde görüşmek üzere kendinize çok iyi bakın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%