@gizzemasllan
|
Merhaba, yıldızlarım.✨ Ekranın sol alt köşesinde bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥ Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz. Birbirimizi sevelim, sevilelim.♡ Keyifli okumalar... *** 2. BÖLÜM "STAJYER" Omuzlarım çökmüş bir şekilde odadan çıkarak kendimi Melis'in masanın önündeki sandalyelerden birine attım. Başına geleceklere şimdiden hazır olsan çok iyi olur. Araf'ın sesi kulaklarımda yankılanırken ne demek istediğini anlamaya çalıştım ama olmadı. Başıma ne gelecekti ki? Bıkkınca oflayarak gözlerimi kapattım ve AYLAR ÖNCE Koşarak kafeden içeriye girdim. Patron fark etmeden montumu çıkarıp, önlüğü taktım. Önlüğün iplerini bağlamak için çabalarken bir el bana yardımcı oldu ve ipleri kendisi bağladı. "Yine geç kaldın." Tuğçe ipleri bağlayınca ona döndüm ve derin bir nefes aldım. "Son ders çok uzadı. Bir türlü bırakmadı. Ancak yetiştim." Güldü. "Bunu tahmin ettiğim için derse baştan girmedim." Göz devirdim. "Kusura bakma Tuğçe ama şurada kazanacağım iki kuruş para yüzünden derslerimi bu şekilde ihmal edemem." "Notların çok iyi zaten. Bölüm birincisi bile olabilirsin ama hâlâ deli gibi ders çalışıyorsun." "Zaten deli gibi ders çalıştığım için o notlar o kadar iyi." Tuğçe cevap vermezken kalabalık kafeye baktım. "Her neyse hadi işimize bakalım. Şimdi manyak patron gelir yine kızmak için bin tane bir şey bulur zaten. Bir de adamın eline kızması için bahane vermeyelim." Başını salladı. Tam o sırada arka taraftan bir kadın el kaldırdı. "Bakar mısınız?" "Ben başlıyorum," dedim ve not defteri ve kalemimi elime alıp orta yaşlı, kızıl, tombul kadının yanına gittin. "Buyurun?" Bana değil de elindeki menüye bakarak konuştu. "Büyük boy pizza ile bir diyet kola alabilir miyim?" dedi ve bakışları beni buldu. Söylediği şey gülmek istememe neden olsa da ciddiyetimi korudum. "Tabii ki." Elimdeki not defterine siparişini yazdıktan sonra konuştum. "Başka istediğiniz bir şey?" "Şimdilik yok." Gülümsedim ve yanından ayrıldım. Hemen Tuğçe'nin yanına giderek sipariş kağıdını önüne bıraktım. "6 numaranın siparişi." Başını salladı ve önündekini bana doğru itti. "3 numaranın," deyip ona verdiğim kağıdı aldı ve yeniden mutfağa girdi. İçinde hamburger, patates kızartması ve kola olan tepsiyi alarak 3 numaralı masaya doğru dikkatli adımlarla yürüdüm. Yürürken bir anda birisinin arkadan çarpmasıyla tüm dengemi kaybettim. Düşmemek için tek elimle hemen yanımda duran masadan tutunmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Çünkü tepsi tutunmaya çalıştığım masanın tam üzerine ben de masanın yanına düştüm. "Ah!" Canımın acısıyla bağırırken masanın üzerinden birkaç patates yüzüme düştü. "Allah kahretsin!" Masasını savaş alanına çevirdiğim adam öfkeyle bağırırken beni düşüren adam başımda mahçup bir ifadeyle duruyordu. "Hanımefendi çok özür dilerim. Çok acelem vardı, koşarken bir anda size çarptım gerçekten çok özür dilerim ve benim şimdi gitmem lazım. Tekrardan çok çok özür dilerim." Ben doğrulurken bunu söyleyen adam koşarak kapıya doğru gitti. "Bu nasıl bir dikkatsizlik?" Adam hâlâ bağırmaya devam ederken berbat bir hâlde ayağa kalktım ve acıyan belimi tutarak konuştum. "Beyefendi ben çok özür dilerim ama siz de gördünüz. Benim hiçbir suçum yoktu. Az önceki adam beni itti. Ben..." Devam etmeme izin vermedi. "Emin olun kimin sebep olduğu benim hiç umrumda değil!" Yine bağırdı, sakin kalmak için derin bir nefes aldım. "Beyefendi lütfen biraz sakin olur musunuz? Gördüğüm kadarıyla sadece birazcık üzeriniz kirlenmiş. İsterseniz kuru temizleme..." Bir anda gülmeye başladı. Sinirden gülüyor gibi duruyordu. Esmer ela gözlü bir adamdı. Kahverengiye yakın bir saç rengi upuzun kirpikleri vardı. Adamı incelerken öfkeli gözleri gözlerimi buldu. "Kuru temizleme mi? Siz ciddi misiniz? Neye sebep olduğunuza dair en ufak bir fikriniz bile yok," dedi ve masayı gösterdi. "Tüm çizimlerim mahvoldu!" Göz ucuyla masaya doğru baktım ve gerçekten adamın çizim kağıtlarının berbat hâlde olduğunu gördüm. Mimarlıkla ne gibi bir ilgisi var diye düşünürken adam bir anda yeniden bağırdı. "Bunun hesabını kim verecek? Benim birazdan çok önemli bir toplantım vardı ama sayenizde her şey mahvoldu!" Ona cevap verecekken patron bir anda yanımızda belirdi. "Ne oluyor burada? Neden bağırıyorsunuz beyefendi?" Başımı öne eğdim ve ofladım. Yine her şey bitmişti. "Neden mi bağırıyorum görmüyor musunuz neler olduğunu?" Kendimi savunmak için başımı kaldırdım ve Sedat Bey'e baktım. "Sedat Bey bakın ben de böyle olmasını istemezdim ama suç benim değil. Bir başka müşteri..." Devam etmeme izin vermedi. "Yeter Bahar! Bir de karşıma geçmiş utanmadan kendini savunuyorsun! Her gün geç kalman yetmiyormuş gibi bir de olay çıkarmaya mı başladın?" "Sedat Bey..." Yine tamamlamama izin vermedi. "Kovuldun!" Karşısında öylece kalırken devam etti. "Çıkar önlüğünü topla eşyalarını bu kafeyi terk et! Çalıştığın sürenin ücretini ay sonunda alacaksın!" Öfkeyle bir saattir bağıran adama döndüm ve bizimle değil de hâlâ o lanet çizimlerle uğraştığını gördüm. Az öncekinin aksine sakin görünüyordu. İstediği oldu kovdurdu beni tabii ki sakinleşir. Sinirle üzerimdeki önlüğü çıkarıp Sedat'ın yüzüne attım. "Al işin senin olsun! Zaten eşek gibi çalıştırıp üç kuruş para veriyorsun onu da istemiyorum!" Kaşlarını çattı. "Nankör!" Onu duymamazlıktan gelerek kasaya yöneldim ve kasanın yanındaki askıdan montumu ve çantamı tekrardan aldım. Çizimlerini bir düzene sokmaya çalışan adama bir süre baktıktan sonra ona olan öfkeme yenik düşerek yanımdan geçen garsonun elindeki pastayı aldım. "Bahar ne yapıyorsun?" diyen çocuğu dinlemeden adama yaklaştım ve yüzünün tam ortasına pastayı yapıştırdım. "Lan!" diye bağırdı, resmen kükremişti. "Al sana çizim!" diye bağırdım ben de ve tıpkı geldiğim gibi koşarak kafeden çıktım. ***** Sanki o anları yeniden yaşıyormuş gibi hissedince gözlerimi açtım ve derin bir nefes aldım. Dolaylı yoldan çizimlerini mahvedip yüzüne pasta çarptığım adam şimdi birkaç metre ilerideki odadaydı ve ben o adamın stajyeriyim. Dirseğimi masaya elimi de yüzüme koyarak ofladım. Bugün bir kez daha ne kadar şanssız olduğumu fark etmiştim. Ben sanırım dünyadaki tüm şansızlıkların vücut bulmuş hâliyim. Yoksa yaşadığım bu kadar şeyin başka herhangi bir açıklaması olamaz. "Bahar?" Birinin seslenmesiyle arkama baktım ve Melis'i gördüm. "İyi misin?" Derin bir nefes aldım. Sanırım bu durumu bu kadar önemsememe gerek yoktu. Adam sonuçta beni kovmamıştı ve hâlâ buradayım. Bu da iyi bir şeydir. Herkesin içinde yaka paça beni dışarıya da attırabilirdi. Başına geleceklere hazır olsan derken de en fazla biraz fazla iş verir, her mimarlık öğrencisinin nefret ettiği o maketlerden falan yaptırırdı. Fakat bilmediği küçük bir şey var ben işimi de o maketleri yapmayı da çok seviyorum. Bu yüzden bana hiçbir şey yapamaz. Hem bu kadar önemli ve yoğun birisi benim gibi biriyle ne kadar uğraşabilir ki? En fazla birkaç güne yaptığım her şeyi unutur ben de rahat ederim. "Bahar?" Melis'in sesi yeniden kulaklarıma gelirken düşüncelerimden ayrıldım. "İyiyim iyiyim çok iyiyim yani şimdilik." Gülümsedi ve yerine oturdu. "Araf Bey'in yanında çalışacak olan ilk stajyer sensin. Daha önce stajyerlerle çalışmamak konusunda çok emindi." Gülümsedim. "Kendimle gurur duymalıyım o zaman." Melis'in konuşmasına engel olan çalan telefon olmuştu. "Bir dakika," deyip telefonu açtı "Buyurun Araf Bey." Korkuyu yeniden hissederken Melis devam etti. "İki dakika içinde hemen..." deyip sustu ve kaşlarını çattı. Şaşkın gözleri beni bulurken konuştu. "Tabii gönderiyorum." Bana neden bakıyor diye düşünürken telefonu kapattı ve şaşkın olduğunu belli edecek bir ses tonuyla konuştu. "Araf Bey seni çağırıyor." Kendimi gösterdim. "Beni mi?" Başını salladı. "Evet." Ağır hareketlere ayağa kalktım. Melis gözleriyle beni takip ederken konuştum. "Sence neden çağırıyor beni?" Güldü. "Nereden bileyim ben? Belki de çizim falan yapıyordur yardım etmeni isteyecektir. Bu yüzden burada değil misin zaten?" İç çektim. "Doğru ya bu yüzden buradayım." Korkuyla Araf'ın odasının kapısına bakarken Melis konuştu. "Ya sen niye bu kadar korkuyorsun? Adam seni yiyecek değil herhalde. Bir gir bak ne diyor." Sesi alaylı çıkınca kendimi toparladım. "Yok canım neden korkayım ben? Sadece biraz heyacanlandım ya ondan şey oldu." "Öyle olsun." "Neyse ben Araf Bey'i bekletmeyeyim, gideyim." Başıyla beni onaylayıp önündeki bilgisayara döndü ve bir şeyler yapmaya başladı. Ona bakmayı bırakıp az önce çıktığım odaya gittim. Kapının önüne gelince cesaretimi toplayarak birkaç defa vurdum, içeriye girdim. Odaya girince Araf gözlerini bilgisayarından çekip bana baktı. Beni görünce yüzünde muzip bir ifade oluştu. Bu ifade beni korkuturken geriye yaslandı. "Beni çağırmışsınız." Sesimin düzgün çıkmasına elimden geldiği kadar özen gösterdim. Araf'ın ela gözleri üzerimde gezindikten hemen sonra gözlerimi buldu. "Çağırdım," dedi, bir şey diyemedim. Ne yapmam gerektiğini söylemesini bekledim. "Kahve getir bana," dediği an kaşlarımı çattım. "Anlamadım?" Tek kaşı kalktı. "Bunda anlamayacak bir şey yok. Kahve istedim," dedi, kendimi gösterdim. "Çaycı değilim ben ya da sizin asistanınız değilim. Mimarım ben." Başını olumsuz anlamda sallayarak konuştu. "Mimar değilsin sen, stajyersin." Derin bir nefes aldım. "Stajyer mimarım," diye düzelttim onu. "Yani?" Sakin kalmaya çalıştım. "Yanisi buradaki işim çay kahve taşımak değil ki benim. Yani tamam elime yapışmaz gider getiririm ama..." Devam etmeme izin vermedi. "Git getir o zaman. Ayrıca sen benim stajyerimsin. Ben sana ne iş verirsem sen onu yaparsın. Yani anlayacağın söylediğim şeyleri bu şekilde ikiletmek yerine hemen yapsan iyi olur. Böyle basit şeyler yüzünden notunun düşünmesini hiç istemezsin bence." Derin bir nefes aldım. İntikam almaya çalıştığı o kadar belliydi ki sesimi çıkaramadım. "Ben kahvenizi getireyim en iyisi." Yüzüne kazanmış olmanın verdiği memnuniyet yansıdı. "Bence de," dedi, başka bir şey söylemeden odadan çıktım. "Sadece birkaç gün uğraşır sonra peşini bırakır Bahar. Bu kadar basit bir şey için hayalimden vazgeçemem." Kendi kendimi sakinleştirip odanın önünden uzaklaştım ve yeniden Melis'in yanına döndüm. Bir anlığına gözlerini bilgisayardan çekip bana baktı ama yeniden bilgisayara döndü. "Çabuk çıkmışsın. Ne istedi Araf Bey?" Ofladım. "Kahve." Gözleri ağır ağır beni buldu. "Kahve mi?" Cevap vermek yerine başımı salladım. "Anladım," dedi ve ayağa kalktı. "Ben hemen götürüyorum," deyip gidecekken konuşarak ona engel oldum. "Senden değil, benden istedi." Durdu. Bana doğru döndü ve şaşkın gözleri beni buldu. "Ne?" Omuz silktim. "Duydun işte, senden değil benden istedi kahveyi. Odaya bu yüzden çağırmış." "Gerçekten mi?" Başımı salladım. "Gerçekten." Melis şaşkınca bakmaya devam ederken konuştum. "Nereden alacağım kahveyi ve Araf Bey kahveyi nasıl içer?" Elini kaldırdı ve arka tarafı işaret etti. "Kahve makinesi orada. Şekersiz içer." Arkama bakıp makineyi gördükten sonra konuştum. "Peki, teşekkür ederim," deyip gidecekken Melis'in sesiyle durdum. "Bahar?" Yeniden ona döndüm. "Efendim." "Senden istediğinden emin misin?" Gülmemek için kendimi tuttum. "Eminim." Dudaklarımı büzüp masaya oturdu. Yeniden önüme dönüp kahve makinesinin yanına gittim ve hızlıca sade bir Türk kahvesi yapıp tepsinin içine koydum. Yeniden odaya doğru giderken Melis'in hâlâ bana şaşkınca baktığını gördüm. Tabii kız benden intikam alındığını bilmediği için şu an işini elinden aldığımı falan düşünüyordur herhalde. Odanın önüne gelince tepsiyi tek elimle tutup kapıya birkaç defa vurdum ve içeriye girdim. Ayağımla yeniden kapıyı kapatırken Araf bir saniye olsun gözlerini üzerimden çekmedi. "Dikkat et yine bir aksilik olmasın." Neyi ima ettiğini anlayınca cevap vermedim. Kahveyi önüne bırakıp masasının önüne döndüğümde ise konuştum. "Araf Bey bakın..." Devam etmeme izin vermedi. "Çıkabilirsin." Elimdeki tepsiyi kafasına fırlatmamak için kendimi tuttum. "Lütfen önce beni dinler misiniz?" Bilgisayara dönerek konuştu. "İşlerim var, çıkabilirsin dedim." Dişlerimi sıktım ve sakin kalmaya çalıştım. "Peki, kolay gelsin," dedim ve cevap vermesini beklemeden yeniden odadan çıktım. "Sakin ol Bahar. Sakin ol... Sakin... Sakin," desem de kendimi tutamayarak yanımdaki duvara tekme attım. "Ah!" Acıyan ayağımı tutmaya çalışırken bağırma sesi duydum. "Stajyer!" Araf'ın sesiyle kapının önünde öylece kalırken bu kattaki tüm çalışanların gözleri beni buldu. Sanki ilk defa bir insan görüyormuş gibi hepsi gözlerini bana dikince ister istemez utandım ve hemen kapıya dönüp onlara arkamı döndüm. "Allah'ım ne olur duvara vurduğumu falan duymamış olsun. Hem zaten nasıl duyacak ki?" Yine kendi kendime konuşarak odanın kapısına birkaç defa vurdum ve içeriye girdim. Ben hiçbir şey söylemezken o önündeki kahveyi göstererek konuştu. "Bu ne biçim kahve böyle? Sıcak su gibi! Bir kahve yapmayı bile beceremiyor musun?" Tırnaklarımı avucuma batırdım. "Benimle düzgün konuşur musunuz?" Söylediğim şeye kulak asmadı. "Git yenisi yap mümkünse kahve diyebileceğim bir kahve olsun." "Bakın tamam anladım kendinizce bir nevi bana hesap soruyorsunuz ama sizce de bu kadarı fazla değil mi? Sonuçta ben buraya kahve yapmak için gelmedim." Kaşlarını çattı. "Ne için geldin?" "Diğer stajyer mimarlar ne yapıyorsa ben de onu yapmak için geldim. Bence kişisel sorunları bu şekilde işe yansıtmak doğru değil. Sizin profesyonel olduğunuzu düşünürdüm." Ağır hareketlere ayağa kalktı. Bana doğru gelirken birkaç adım geriye gittim. Yanıma kadar geldi. Bir adım kadar ileride durdu. Bu kadar yakın dururken gözlerinin içine bakamadım. "Profesyonel olmadığımı mı düşünüyorsun?" Yutkundum. "Yani davranışlarınız bu şekilde düşünmeme neden oldu diyelim. Yoksa eminim..." deyip sustum. Araf bana inanmaz bakışlar atarken yalan söylemekten tam da şu an vazgeçtim. "Evet aynen öyle düşünüyorum. O gün bir yanlışlık oldu ve siz de gördünüz benim hiçbir suçum olmadığını. Tamam çizimleriniz mahvoldu ama insan bazen olacak şeylere engel olamıyor ve ben de o gün engel olamadım." Sessiz kaldı. "Ben o gün sizinle düzgünce konuşmaya çalıştım ama bağırıp çağırıp işten kovulmama neden olan sizdiniz. Kim kendisine böyle bir şey yapılırsa sakin kalabilir ki? Ben de kalamadım işte pastayı da o yüzden şey yaptım." Kaşlarını çattı. "Koca bir pastayı başıma geçirdin." Gülmemek için kendimi tuttum. "Üzgünüm." Ellerini cebine koydu. "Nelere sebep olduğuna dair en ufak bir fikrin bile yok." Yeniden gözlerine baktım. "Sizin de yok. Emin olun o gün zor durumda kalan bir tek siz değildiniz." Cevap vermek yerine geri gitti ve masaya yaslanıp ellerini göğsünün altında birleştirdi. "Her neyse geçmiş geçmişte kaldı. Biz şimdiye bakalım. Gördüğün gibi yoğunum ve boş zamanım yok. Sen de eğer ben bu işi yapamayacağım diyorsan buyur kapı orada gidebilirsin. Bu durumu okuluna zevkle bildiririm ama eğer yok ben buradayım ve devam edeceğim diyorsan sana en başında da söylediğim gibi kendini her şeye hazırlasan iyi olur." Cevap vermedim. "Şunu da sakın unutma; Bu şirkette stajyer olarak kaldığın her an sana iş verecek, bir dakika bile durmana izin vermeden seni çalıştıracağıma yemin ediyorum." Gözlerim iri iri ona bakarken yüzündeki alaylı ifade sinirimi bozdu. Bir elimdeki tepsiye bir de Araf'a baktım. Hadi kızım geçir kafasına tepsiyi göster şuna dünya kaç bucakmış. "Şimdi söyle gidiyor musun? Çalışıyor musun?" Ondan gelen soruyla saçma düşüncelerimden sıyrılıp derin bir nefes aldım. Stajımı yakamam ve bu şirkette çalışmaya ihtiyacım var. Bu yüzden hiç düşünmeden cevap verdim. "Çalışıyorum." Dudakları hafifçe yana kıvrıldı. "İşte bu çok güzel." Sesi neşeli çıktı. Yeniden masasına dönüp yerine oturdu ve kahveyi gösterdi. "Şimdi gel bu kahveyi al ve bana içilebilir bir kahve getir." Cevap verme ihtiyacı duymadım. Yanıma gidip kahveyi aldım ve odadan çıktım. Odadan çıkar çıkmaz Melis koşarak yanıma geldi. "Ne oldu Bahar? Neden bağırdı Araf Bey sana?" Doğru ya adam beni resmen kükreyerek çağırmıştı içeriye. "Kahveyi beğenmemiş değiştir dedi." Şaşırdı. "Bunun için mi bağırdı?" "Yani bağırmadı onu duyabilmem için sesini yükseltti diyelim." "Anladım," dedi, dudaklarımı büzdüm. "Kahveyi sen yapar mısın? Şimdi bir kere daha risk almaya gerek yok. Sen yap ben götüreyim." "Tabii tabii gel hemen benimle," deyip kahve makinesinin yanına doğru gidince onu takip ettim. Elimdekileri bırakıp ona baktım. Çok kısa sürede bol köpüklü bir kahve yapıp tepsiye yerleştirdi ve bana uzattı. "Al işte bu kadar basit. Yani ben her gün defalarca kez yaptığım için basit aslında. Sonuçta bu benim işim Araf Bey neden sana yaptırıyor onu da anlamış değilim." Omuz silktim. "Emin ol ben de anlamadım," dedim ve tepsiyi aldım. "Teşekkür ederim bu arada." Omuz silkti. "Ne demek, her zaman." Gülümseyip yeniden odaya gittim. Araf Bey'in odasından içeriye girince hiçbir şey söylemeden kahveyi önüne bıraktım ve gözüne çok fazla görünmemek için yeniden sessizce kapıya yöneldim. "Güzel olmuş," dedi, durdum ve ona baktım. Tabii ki güzel olacak çünkü ben değil asistanın yaptı. "Afiyet olsun," deyip yalandan güldüm. "Melis'e ellerine sağlık dediğimi iletirsin," dediği an gülümsemem yüzümde söndü. "Ben..." Devam etmeme izin vermedi. "Bundan sonra sana verdiğim işleri sen yap. Bir başkasına yaptırma." Yine ve yine sakin kalmak için kendimle büyük bir savaşa girdim. "Peki," dedim sadece. Konuşup olayı uzatmak istemedim. Yanında durduğum kapıya döndüm elim kapının kolunun üzerindeyken yeniden sesini duydum. "Çıkabilirsin dediğimi hatırlamıyorum." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirip tekrar ona döndüm. "Sizin için başka ne yapabilirim?" Kahvesini yudumlarken konuştu "Arşive git, yerini Melis'ten öğrenirsin, geçen aya ait iki otel projesinin çizimlerini bul ve bana getir." Başımı salladım. "Peki hemen gidiyorum," dedim ve kapıyı açtım. Dışarıya doğru bir adım atmışken yeniden sesini duydum. "Sadece 10 dakikan var." Cevap vermedim. Acele bir şekilde kapıyı kapatıp koşarak Melis'in yanına gittim. "Yavaş ol kızım ne bu acele?" Sorusuna cevap vermek yerine kendi sorumu sordum. "Arşiv nerede?" "Koridorun sonundaki oda ama sen..." Vaktim olmadığı için onu dinlemek yerine koştum. Çalışanların hepsi bana bakarken onların bakışlarını umursamadan arşiv odasına ulaştım ve içeriye girdim. Bir anlığına durup odaya baktım. Her yerde raflar vardı ve dosyalarla doluydu. Tarihe göre sıralanmış olması işime gelirken hemen geçen aya ait olan kısmı buldum. Teknik çizim kağıtlarıyla (Kroki çizmek veya karakalem çizimler yapmak için kullanılan kağıtlardır.) dolu olan kısımdan kağıtları kucaklayıp yere oturdum ve tüm çizim kağıtlarını tek tek açıp arasından Araf'ın istediği otel projelerini buldum. Onları bir köşeye bırakıp diğerlerini yerine tekrardan koydum. Ayağa kalkıp projeleri aldıktan sonra alelacele odadan çıkıp yeniden koşarak Araf'ın odasına döndüm. Kapıyı çalıp, içeriye girdikten sonra konuşmak istedim ama nefes nefese kaldığım için tek bir kelime bile edemedim. "Toplam 8 dakika 43 saniye sürdü," dedi, güldüm ve yanına gidip projeleri önüne bıraktım. "Siz de bana 10 dakika verdiğiniz için bir sorun yok diye düşünüyorum." "Bakalım gerçekten de bir sorun yok mu?" dedi ve ayağa kalkıp projeleri aldı. Ne yapacak diye dikkatle ona baktım. Odadaki bir diğer boş masaya giderek projeleri açtı ve inceledi. Dikkatle inceledikten sonra gözleri beni buldu. "Doğru projeleri getirmişsin. Bir sorun yok yani." dedi, rahat bir nefes aldım ve yine yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim. "Benden istediğiniz başka bir şey var mı?" Ne olur yok de... Yok de... "Tabii ki var." Oflamamak için kendimi tuttum. "Sizi dinliyorum." Masanın üzerindeki projeleri silindir gibi katlayıp eski hâline getirdikten sonra yanıma geldi ve uzattı. "Al bunları." Şaşırsam da dediğini yapıp elinden aldım. "Ne yapacağım bunları ben?" Masasına dönerken konuştu. "Aldığın yere geri götür ve tıpkı aldığın gibi bırak. Sakın kırışmasınlar." Şaşırdım ama bir yandan da onu öldürmek isteyecek kadar sinirlendim. "Hiçbir şey yapmadınız. Neden benden bunları istediniz?" Koltuğuna otururken konuştu. "Yapmadığımı nereden biliyorsun?" "Ben görmedim çünkü. Yaptınız mı?" Sesimin sinirli çıkmasına engel olamamıştım. "Yaptım." Derin bir nefes aldım. "Gerçekten çok merak ediyorum ne yaptınız?" Gözlerini bilgisayarından çekip bana baktı. "Hatırlamam gerekiyordu projeyi. Benzer bir proje daha çiziyorum. Bu seni memnun etti mi?" "Bir bakışta tüm projeyi hatırladınız mı?" Başını salladı. "Hatırladım. Hadi götür artık şunları yerine bırak sonra da yeniden yanıma dön." Burada biraz daha kalırsam delireceğimi bildiğim için dediğini yapıp kapıya yöneldim. Ama tabii ki de ben odadan çıkmadan önce yine konuştu. "O elindekileri bırakıp yeniden dönmen için sadece 5 dakikan var." Cevap vermedim. Sakince odadan çıktım ve aynı sakinlikle odanın kapısını kapattım. Kapatır kapatmaz tüm sakinliğim yok oldu ve koridorun sonuna doğru yine koşmaya başladım. Ben bu işi hiç böyle hayal etmemiştim. Adam resmen bana getir götürcülüğünü yaptırıyor ve ben buna sesimi çıkaramıyorum. Yeniden arşiv odasına dönüp projeleri eski yerine aldığım gibi düzgünce bıraktım ve odadan çıktım. Etraftakiler koşup durmama alışmış olacak ki artık artık bu durumu yadırgamamaya başlamışlardı. Aynı koridoru bir kez daha koşarak geçtim ve yine Araf'ın odasına nefes nefese kalmış bir şekilde döndüm. "Dediğinizi yaptım." Yüzüme bile bakmadan konuştu. "İyi, şimdi şirketin karşısındaki restorana git. Restoranın şefini bul ve benim adımı ver. Sonra da onun verdiği şeyi alıp bana getir." "Restoran mı?" Sonunda bakışları beni buldu. "Hayırdır ne oldu gidemez misin?" Bilerek yapıyordu. Şimdi tam olarak bana ne yapmaya çalıştığını çok iyi anlamıştım. Beni kovmamıştı çünkü o zaman kötü patron olarak görünecekti. Benim çalışmıyorum dememi bekliyordu. Fark ettiğim şey beni güldürdü. Ona istediğini asla vermeyeceğim. İnatsa benimki de inat. "Hayır, tabii ki gideceğim. Sadece şirketin karşısında dört tane restoran var hangisi olduğunu sormak istedim." Gözlerini bilgisayarına çevirdi. "Shelly." Başımı salladım. "Hemen gidiyorum," dedim ve başka bir şey söylemesini beklemeden kapıya yöneldim. "Yarım saatin var." Ona karşılık vermeden odadan çıktım. Koşarak asansöre gittim ve alt kata indim. Yine koşarak şirketten çıktım. Çıkar çıkmaz gördüğüm kişiyle öylece durdum. "Bahar," deyip Meriç yanıma geldi. "Senin ne işin var burada?" "Burada staja başlayacağını biliyordum. Konuşmak için öğle yemeği saatini bekliyordum." Göz devirdim. "Boşuna bekliyorsun. Benim seninle konuşacak hiçbir şeyim yok. Şimdi defol git buradan." Yanından geçip gidecekken kolumdan tuttu. "Benim var ama." Kolumu kurtarmaya çalıştım. "Benim yok! Hem acelem var benim bırak kolumu!" "Konuşacağız dedim sana!" "İstemiyorum bırak!" Kolumu daha da çok sıktı. "Ben istiyorum dedim sana anlamıyor musun?" Yüzümü buruşturdum. "Meriç canım acıyor!" desem de bırakmadı. "Ya bıraksana, bırak!" diye bağırdım ve bacağının arasına tekme attım. Acıyla inleyip benden uzaklaşırken öfkeyle konuştum. "Bir daha sakın karşıma çıkma! Pislik bir de geçmiş karşıma utanmadan konuşalım diyor," deyip yanından uzaklaştım. Yeterince vakit kaybettiğimi düşünüp koşacakken Meriç yeniden kolumu tuttu. "Bir daha sakın bana vurmaya kalkışma!" Kolumu ondan kurtarmak için uğraşırken küçük bir arbede çıktı. Bir yandan ona vurmaya çalışıp bir yandan kendimi kurtarmak için uğraşırken birisi beni diğer kolumdan tutup Meriç'ten uzaklaştırdı. Kendime gelmeye çalışırken Araf Meriç'i yakalarından tutup kendine çekti ve yüzünün ortasına kafasını geçirdi. Korkuyla çığlık atıp bir yerde acı içinde kıvranan Meriç'e bir de ellerini cebine koymuş bana bakan Araf'a baktım. Sanki dilim tutulmuş gibi tek bir kelime bile edemedim. Bölüm Sonu! Herkese merhabalar, nasılsınız? Bölüm yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz. Okumak için sabırsızlanıyorum. Yeni bölüm tahminlerinizi de merak ediyorum. Eğer bir tahmininiz varsa buraya yazabilirsiniz. Şimdi sizden karakterleri yorumlamanızı isteyeceğim. Bir sonraki bölümün alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz. Yeni bir bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın.♡ Instagram: gizzemasslan Twitter: gizzemasslan SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡ |
0% |