@gizzemasllan
|
Merhaba, yıldızlarım.✨ Ekranın sol alt köşesinde bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥ Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz. Birbirimizi sevelim, sevilelim.♡ Keyifli okumalar... **** 3. BÖLÜM "KAVGA" Şaşkın gözlerim Araf ve yerdeki Meriç arasında gidip gelirken ne yapacağımı bilemedim, öylece durmaya devam ettim. "İyi misin?" diye soran Araf çoktan yanıma gelmişti bile. Kendimi biraz olsun toparladım, cevap verdim. "İyiyim." Gözlerini benden çekti ve ayağa kalkmaya çalışan Meriç'e baktı. Meriç ayağa kalkıp burnundan akan kanı elinin tersiyle sildi. "Kimsin lan sen?" Meriç burnunu tuttuğu için boğuk çıkan sesiyle sorup Araf'ın yanına geldi. Utançtan ölmek üzereyim resmen şu an. Yaptığı şey yetmezmiş gibi bir de beni rezil etmişti. Onlardan birkaç adım uzaklaşıp sadece izledim. Elimden başka bir şey gelmezdi. Meriç Araf'ın bir adım ilerisinde durdu, gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam etti. "Bu yaptığının senin yanına bırakmayacağım. Yalvaracaksın lan bana! Ayaklarıma kapanıp özür dileyeceksin!" Meriç'in söylediği şeyleri duyunca Araf'a baktım ve yüzünde alaylı bir ifade olduğunu gördüm. Her ne kadar korkudan hiçbir şey yapmak istemesem de yanlarına gittim ve Meriç'i göğsünden itip Araf'la aralarına girdim. "Defol git buradan! Bir daha da sakın karşıma çıkma!" Meriç öfkeyle gözlerimin içine bakarken Araf'ı göstererek konuştu. "O arkandaki her kim bilmiyorum ama...” dedi ve az da olsa kanamaya devam eden burnunu gösterdi. "Bunun hesabını ona soracağım! İkinizde gelip ayaklarıma kapanarak özür dileyeceksiniz benden!" Göz devirdim. "Meriç defol git! Yaptığın şey yetmiyormuş gibi bir de karşıma geçmiş utanmadan tehdit ediyorsun! Sence senin bu saçma ve boş tehditlerin benim umurumda mı?" İşaret parmağını kaldırarak konuştu. "Sana bu söylediklerini ödeteceğim!” dedi ve yanımızdan uzaklaştı. Kendinden bu kadar emin konuşması beni bir nebze olsun şüpheye düşürse de onu umursamadım ve arkamda duran Araf'ın yanına gittim. Sadece gözlerimin içine baktı, sessiz kaldı. "Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Çok özür dilerim. Böyle bir şeye şahit olmanızı, başınıza iş açmayı hiç istemezdim çok özür dilerim,” deyip başımı öne eğdim. Utançtan yüzüne bakacak hâlim yoktu. "Git bu şerefsizden beni rahatsız ediyor diye şikayetçi ol. Yoksa başına bela olur böyleleri." Başımı yerden kaldırıp yeniden yüzüne baktım ve cevap vermek yerine onu onaylamak için sadece başımı salladım. "Şimdi...” dedi ve kolundaki saatte baktı. "Sana verdiğim sürenin sadece 10 dakikası kaldı." Hâlâ aynı şeyin peşinde olduğunu anlayınca göz devirmek istedim ama kendimi tuttum. "Ben yine de hemen istediğiniz şeyi yapıyorum,” deyip koşarak yanından uzaklaşacakken sesiyle durdum. "Gerek yok gel buraya!” deyince durdum yeniden ona döndüm. "Benim acil işim çıktı. Zaten şirketten de o yüzden çıktım. Gidiyorum ben işim uzarsa eğer bugün bir daha şirkete gelmem. Melis'in yanına git o sana ne yapacağını söyler,” dedi ve cevap vermemi bile beklemeden yanımdan uzaklaştı. "Ay sonunda kurtuldum. Gidiyor vallahi gidiyor." Kendi kendime hem konuşup hem gülerek yeniden şirketten içeriye girdim. Kurtuldum falan demiştim ama yani sadece bugünlük kurtuldum. Yarın işlerini vermeye devam edecektir. Çalıştığım kata yeniden çıktım, Melis'in yanına gittim. Beni görünce sanki beni bekliyormuş gibi ayağa kalktı ve hızlı adımlarla yanıma geldi. "Bahar?" Şaşkınca yüzüme bakarken şaşkın hâli tuhaf geldi. "Efendim?" "Senin mesleğin ne?" İşte bu soru beni de şaşırttı. "Anlamadım?" Aynı ifadeyle devam etti. "Senin diyorum mesleğin ne?" "Mimarlık, daha öğrenciyim ama mimarım sonuçta." Başını salladı. "Biliyorum." Güldüm. "Biliyorsan neden soruyorsun?" İç çekti. "Emin olmak için." Bu kızın ağzından resmen zorla laf alıyordum. Derdin neyse bir kerede şöyle işte. Sen de kurtul ben de... "Neyden emin olmak için?" "Mimar olduğundan." Daha fazla dayanamadım ve bu muhabbetti uzatmasına izin vermedim. "Melis bir sorun mu var? Sen ne anlatmaya çalışıyorsun ben gerçekten hiçbir şey anlamadım." "Araf Bey gitmeden önce yapman gereken bir şeyi söyledi. Benim sana iletmemi istedi ama...” deyip sustu. Adam gitmeden önce bana iş verip gitmiş resmen ya. "Aması ne?” dedim duyacağım şeye kendimi hazırlayarak. Bu adamdan artık her şeyi bekliyorum gerçekten. "Araf Bey odamı toplasın dedi. Özellikle senin yapmanı istedi. Eline ayağına sahip çıksın, çizimlere sakın zarar vermesin dedi. Hatta mümkünse onlara yaklaşmasın bile dedi,” deyince kendimi tutamayarak göz devirdim. "Keşke biraz daha abartsaymış az olmuş bu,” deyince dudaklarını büzdü. "Sen bilmiyorsun o yüzden bu hâli tuhaf geliyor ama artık biz alıştık." Kaşlarımı çattım. "Neyi bilmiyorum?” dediğim an sanki bunu sormamı bekliyormuş gibi anlatmaya başladı. "Bundan birkaç ay önce bir kız Araf Bey'in çizimlerini mahvetmiş,” deyince yutkundum. Tabii ki de o kızın ben olduğumu söylemeyecektim. "Üzüldüm,” diyebildim sadece. "Kızım bu da ne ki? O çizimler Araf Bey için çok önemliydi. Aylardır üzerinde çalıştığı bir projeydi." Öylece kaldım, cevap veremedim. Önemli olduğunu zaten o gün verdiği tepkiden anlamıştım ama bu kadarını tahmin etmiyordum. "Adam aylarca gecesini gündüzüne katıp çalıştı. Tam her şey bitti derken o salak kız her şeyi mahvetmiş." Kaşlarımı çattım. "Yine de salak falan deme sen. Bir de duruma onun açısından bakmak lazım. Belki kızın da suçu yok nereden biliyorsun?" Göz devirdi. "Tanımadığım bir kıza mı yoksa Araf Bey'in o günkü hâlini gören gözlerime mi inanacağım? Kız bir de utanmadan adamın yüzüne pasta çarpmış. O proje yüzünden Araf Bey 3 milyon dolar kaybetti senin haberin var mı?" Ağzım açık kaldı. "3 milyon dolar mı?" Başını salladı. "Evet çok büyük bir projeydi. Dedim ya Araf Bey gecesini gündüzüne katıp deli gibi çalışmıştı ama her şey mahvoldu." Vicdan azabı kendini belli ederken merakıma yenik düşüp sordum. "Peki sonra ne oldu? İşi kayıp mı etti?" Başını olumsuz anlamda sallayarak konuştu. "Hayır karşı tarafa durumu bir şekilde açıkladık. Araf Bey bu projeyi almayı çok istediği için proje karşılığında alacağı 8 milyon doları 5 milyona indirdi, yeniden projeyi aldı. Yani arada hem aylarını hem de 3 milyon dolarını kaybetti." Hiçbir şey diyemedim. Tamam onun için çok fazla üzülmüştüm, böyle olmasını ben de asla istemezdim ama benim de suçum yoktu ki. O günkü adam beni itmemiş olsaydı eğer ben asla düşmeyecektim. Sanırım benim tek suçum kovulmuş olmamın öfkesini ondan çıkartıp adamın yüzüne pasta çarpmak olmuştu. Resmen haklıyken kendimi haksız durumuna düşürmüştüm. Eğer o pastayı çarpmış olmasaydım bu işin içinde en ufak bir suçum bile olmamış olacaktı. "Neyse ya olan olmuş. Ben şey yapayım odayı toplayayım. Merak etme dikkatli olurum,” dedim ve odayı benim toplamamı istemiş olmasını görmezden gelerek Melis'in yanından uzaklaştım, Araf'ın odasına girdim. "Odayı toplasınmış! Hizmetçisi var ya sanki burada beyefendinin. Tamam anladık senin için önemliymiş çizimler ama benim hiçbir suçum yok!" Söylene söylene masasına doğru gittim ve dağıttığı masayı gelişigüzel toparladım. Odadaki bir diğer masanın üzerinde duran çizimlerin yanına bile yaklaşmadan odadaki işimi bitirip, boş kahve fincanını aldım ve yeniden odadan çıktım. Elindeki fincanı kahve makinesinin yanına bırakıp Melis'in yanına döndüm. O işlerle ilgilenirken benim başka bir işim olmadığı için sessiz sessiz oturdum. Elimi yüzüme koyup sıkılmış bir şekilde etrafıma bakarken bu sabah benimle birlikte ise başlayan diğer stajyerlerin ne güzel çalıştıklarını gördüm. Hepsi kendi işini yapıyordu. Benim gibi kahve yapıp proje bulup, patronun odasını temizlemiyorlardı. Elimi yüzümden çekip göğsümün altında birleştirdim ve bıkkınca ofladım. Özür falan dilediğimde bu işin düzeleceğini bilsem hiçbir suçum olmamasına rağmen yine de özür dilerim ama bunun fayda etmeyeceğine o kadar eminim ki denemeye ihtiyaç bile duymadım. Cebimdeki telefonun titrediğini fark edince cebimden çıkardım ve Buse'nin aradığını gördüm. Herkesin işleriyle ilgilendiğini görünce onları rahatsız etmemek adına ayağa kalktım ve asansöre doğru yürüdüm. Asansöre binmek yerine karşısındaki merdivenlere geçtim. Herkes asansör kullandığı için burası sakindi. Merdivene oturup Buse'yi bu sefer de ben aradım. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı. "Alo?" Buse'nin sesini duyunca ofladım ve konuştum. "Müsait değildim, açamadım." Sesimin elimden geldiği kadar düzgün çıkmasına dikkat ettim. "Sen iyi misin? Sesin hiç iyi gelmiyor." Başımı dizlerimin üzerine koyarak konuştum. "İyi değilim,” dedim, yalan söylemek istemedim. "Bahar bugün senin için çok önemli. Şimdi o pislikleri düşünüp kendini üzmenin..." Devam etmesine izin vermedim. Böyle düşünmesi normaldi ama ben onlar için değil kendim için üzülüyorum şu an. "Onlarla hiçbir ilgisi yok Buse. Burası...” dedim ve yeniden ofladım. "Ne olmuş orasına?" "Burası tam da benim beklediğim gibi çok güzel bir yer ama patron hiç de beklediğim birisi değil." "Kötü birisi mi?" "Yoo diğer çalışanlara karşı çok iyi birisi. Bana karşı kötü birisi." Ses gelmedi. Şu an hiçbir şey anlamadığına yemin edebilirim. "Eve gelince anlatırım ben sana olur mu? Şimdi çok uzun hikâye." "Tamam olur evde konuşuruz. Bu arada senin eşyaları eve bıraktım ben." Görmeyeceğini bilsem de gülümsedim. "Çok teşekkür ederim. Beni o kadar büyük bir dertten kurtardın ki ne diyeceğimi bilmiyorum. İyi ki varsın." "Tabii ki kurtaracağım arkadaşız biz." Cevap vermedim sadece gülümsedim. "Benim şimdi kapatmam lazım Bahar. Akşam konuşuruz olur mu?" "Tabii tabii sen işine bak benim de işlerim var zaten." "Görüşürüz o zaman." "Görüşürüz,” dedim ve telefonu kapattım. Ayağa kalkmak yerine öylece oturmaya devam ettim. Ne yapacağımı hiç bilmiyorum. Zaten Araf burada yokken de benim işim yoktu ki. Sonuçta o yoksa bana emir veren birisi de yoktu. Bir süre yalnız başıma oturduktan sonra ayağa kalktım ve yeniden içeriye döndüm. Şimdi işten kaçıyormuş gibi görünmekte olmazdı. Yapacak bir işim olmadığı için rahat rahat şirketin içinde yürüyüp burada tanıdığım tek kişi olan Melis'in yanına doğru yürürken Melis koşarak yanıma geldi. "Neredesin sen ya?" Nefes nefese kalmış bir şekilde söylediği şey beni şaşırttı. "Telefonla...." Devam etmeme izin vermeden kolumdan tutup beni masasına doğru çekiştirdi. "Ne oluyor be ne çekiştirip duruyorsun?" Cevap vermedi. Acelesi olduğu için sormak yerine ona ayak uydurdum ve hızlıca masasına döndük. "Araf Bey seni bekliyor,” dedi ve masasının üzerine duran iki dosyayı elime tutuşturdu. "Bunları ona yetiştirmen lazım. Sadece 20 dakikası var sakın geç kalmasın, kalırsa olacakları kendisi düşünsün dedi,” deyince göz devirdim. Adam yanımda değilken bile emir vermeye devam edebiliyordu. "İyi tamam götürürüm nerede kendisi?" Melis elindeki küçük not kağıdını uzattı. Elinden aldım, adrese baktım ve şaşkın gözlerim yeniden Melis'i buldu. "Bu trafikte buraya gitmem en az 40 dakika sürer!" Ellerini iki yana açtı ve dudaklarını büzdü. "20 dakika verdi ve,” deyip kolundaki saate baktı. "Sanırım 15 dakikan kaldı." Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Oyalanmadan koşmaya başlarken arkamdan Melis'in taksiye binmemi ve fiş almamı söylediğini duydum ama zamanın olmadığı için cevap veremedim. Asansöre binip şirketten çıktım. Durup bir taksi durdurmak yerine gideceğim restorana doğru koşmaya başladım. Tabii koşarken yoldan geçen her taksiyi de durdurmaya çalıştım. Şirketten epey bir uzaklaştıktan sonra yolda sonunda bir taksi durdurabildim. Adama elimdeki kağıdı verip acele etmesini söyledikten sonra saate baktım ve sadece 8 dakikam kaldığını gördüm. "Ne kadar sürer oraya ulaşmamız?" Adam dikiz aynasında bana bakarak konuştu. "Merak etmeyin 15 dakikaya orada oluruz,” deyince telaşla konuştum. "Ama benim sadece 8...” deyip sustum. Yeniden saate bakıp devam ettim. "Hatta sadece 7 dakikam var." "Üzgünüm bu imkânsız." Ofladım. "Abiciğim n’olur o zaman biraz daha hızlı sür. Bak vallahi benim için çok önemli işten kovulabilirim." Adam göz ucuyla bana baktı. "Gidebileceğim en hızlı şekilde gidiyorum. Trafiği siz de görüyorsunuz ama az kaldı zaten merak etmeyin. Çok geç kalmayacaksınız,” deyince cevap veremedim. Adam yine de biraz daha hızlanınca yeniden saate baktım ve sadece 6 dakika kaldığını gördüm. Gergin bir şekilde ayağımı sallamaya ve tırnaklarımı yemeye başladım. Tabii bu sırada bir saniye bile olsun dosyaları elimden indirmedim. Çünkü kendimi tanıyorum ve telaş yaptığım zaman elim ayağım birbirine girer. Ya dosyaları unutur arabadan öyle inerim ya da başlarına bir şey gelmesine neden olurum. Adam gerginliğimi fark edip hâlime acımış olacak ki konuştu. "Merak etme kızım az kaldı. Birkaç dakika geciktin diye de kimse seni işten kovmaz." Adamın söylediği şey beni güldürdü. "Abiciğim sen benim patronu bir tanısan emin ol hiç böyle konuşmazdın." Adam da güldü. "Çok mu çektirdi sana bu zamana kadar?” deyince bu durumda bile kahkaha atmak istedim ama yine de kendimi tuttum. "Aslında ben işe bugün başladım." Adam şaşırdı, cevap veremedi. Bana tuhaf bakışlarını atarken devam etme ihtiyacı duydum. "Bugün başladım ama sabahtan beri yapmadığı eziyet kalmadı." Adam yine sessiz kalınca ben de sustum ve yine saate baktım. 2 dakika kaldığını görünce ağlamak istemiştim. Adamın dediği gibi birkaç dakika geç kalmam Araf için hiçbir şeyi değiştirmez ama benim için değiştirir. Eğer geç kalırsam ki muhtemelen geç kalacağım bunu bahane ederek daha da yüklenir. Çalışmıyorum, vazgeçtim deyip işten çıkmaktan bile korkuyorum. Etrafıma baktım. Restorana çok yaklaşmıştık. Taksimetre ücretini hemen ayarladım. Bir de bunun için vakit kaybedemezdim. Adam da durumu fark etmiş olacak ki gideceğimiz yere ulaşmadan fişi kesti ve bana uzattı. Ücret ödeme kısmını halledip saate baktığımda Araf'ın verdiği sürenin 2 dakika önce dolduğunu fark ettim. Restorana gelince taksiciye teşekkür edip, arabadan indim. Koşarak restorandan içeriye girdim. 3-4 dakika falan geç kalmıştım. Gözlerimle Araf'ı aradım. İleride bir masada oturduğunu ve yalnız olmadığını gördüm. Yanında 2 adam ve bir kadın daha vardı. Koşturup durduğum için dağılan saçlarımı toparladım. Kıyafetlerimi de düzeltip, kendimi toparladım ve yanlarına gittim. "Merhaba." Hepsi başını kaldırıp bana bakınca Araf'ın kaşlarının çatık olduğunu gördüm. Herkes bana şaşkınca bakarken dosyaları Araf'ın önüne bıraktım. "Buyurun Araf Bey istediğiniz dosyalar." Çatık olan kaşları inmedi. Sanki birkaç dakika geç kaldım diye kıyamet kopmuş gibi davranıyordu. "Benden istediğiniz başka bir şey yoksa..." Devam etmeme izin vermeden yanındaki boş sandalyeyi göstererek konuştu. "Otur lütfen." Şaşırdım. Otur demesine değil ama lütfen demesine gerçekten şaşırdım. Şaşkınlığımı belli etmeyerek gösterdiği yere oturdum. "Daha önce defalarca kez görüştük ama asistanınız ilk defa aramızda sanırım,” diyen genç, esmer adama baktım. "Ben asistan değilim, stajyer mimarım." Adam gülümsedi. "Ben yanlış anlamışım,” deyip elini uzattı. "Kenan." Uzattığı elini tutup ben de kendimi tanıttım. "Bahar." Gülümseyip elini çekerken diğer adamla ve kadınla da tanıştım. "Neyse biz işimize dönelim bence,” diyen Araf'a göz ucuyla baktım. Getirdiğim dosyayı Kenan'a uzattı. "Projenin tüm detayları yazıyor. İnceleyip, kararınızı verebilirsiniz." Adam dosyayı alıp önüne bıraktı ve yeniden Araf'a döndü. "Araf Bey bizim size güvenimiz tam. Yıllardır birlikte çalışıyoruz. Kararımız zaten belli sizinle çalışacağız." Araf'a baktım. Adamın söylediği şeyle dudakları yana kıvrıldı. Duyduğu şeyler hoşuna gitmiş gibiydi. "Olsun siz yine de projeyi inceleyin ki sonradan herhangi bir sorun olmasın." İkisi konuşup anlaşırken diğer kadın ve adam da dosyayı incelmeye başladılar. İlk defa böyle bir ortamda bulunduğum için her şeyi dikkatle inceledim. Her ne kadar tüm gün getir götürcülük yapmış olsam da bu benim stajımdı ve her şeyi öğrenmem gerekiyordu. Sessizce bir köşede oturup olanları dikkatlice izledim. Dosya incelendikten sonra birkaç konu hakkında konuşup, anlaşmaya varmış ve imzaları atmışlardı. İş hakkındaki konuşma bittikten sonra ise kalkmak yerine birer kahve söylemişlerdi. Şimdi ise oturmuş kahve içip, sohbet ediyorduk. Daha doğrusu onlar ediyor ben de dinliyordum. Sanırım çok uzun süredir birlikte çalışıyorlar ve birbirilerine alışmışlardı. Çünkü resmiyetten uzak rahat bir toplantı olmuştu. "Bu şekilde gençlere istihdam sağlıyor olmanız çok iyi bir şey aslında. Tabii siz de bu kadar genç bir yaşta başarıya ulaştığınız için onları en iyi siz anlıyorsunuzdur." Kenan'ın bana bakarak söylediği şeye sadece gülümsedim. Araf da benim gibi gülümseyerek konuştu. "Sanırım bizim iş tecrübeden çok yeniliklere açık bir iş. Zaman geçtikçe insanların bizden beklentileri değişiyor. Onları da en iyi bu işe yeni girenler anlıyor. Bu yüzden tecrübeli çalışandan çok yenilikçi, yeniliklere açık kişilerle birlikte çalışıyorum. Sanırım başarımın sırrı tam olarak bu." Kendinden emin bir şekilde konuşup, güldükten sonra kahvesinden bir yudum aldı ve göz ucuyla bana baktı. Ona da sadece gülümsedim ve önüme döndüm. Uzun bir sohbetin ardından karşı taraf başka bir toplantıya katılacaklarını söyleyip yanımızdan ayrılmış, biz ikimiz kalmıştık. Araf şirketten gelen telefonu cevaplarken ben de masadaki dosyaları toparladım ve onu bekledim. Telefon görüşmesi bitmiş olacak ki yanıma geldi. Az önceki uysal hâli yok olup gitmiş kaşları yine çatılmıştı. "Ben yine bilmeden bir şey mi yaptım? Bana neden böyle bakıyorsunuz?" Cevap vermedi. Aklıma gelen şeyle konuşmaya devam ettim. "Biliyorum birkaç dakika geç kaldım ama gerçekten elimden geleni yaptım ben. Trafik vardı bu yüzden..." Devam etmeme izin vermedi. "Sorun değil tam zamanında geldin,” deyince rahat bir nefes aldım. Araf masanın üzerindeki dosyaları alırken merakıma yenik düşüp sordum. "Dikkat ettim de tüm iş bir dosyayla halloldu. Bu toplantı için bu kadar önemli bir dosyayı nasıl unuttunuz?" Göz ucuyla bana baktı. "Unuttuğumu söylemedim,” dedi ve çıkışa doğru ilerledi. Arkasından öylece bakakalırken ne söylemek istediğini de anlamaya çalıştım. O beni umursamayıp restorandan çıkınca kendimi toparladım ve yeniden koşarak yanına gittim. "Bilerek mi bıraktınız şirkette?" Bana döndü. Yüzündeki muzip ifadeyi fark edince sinirlendim. Resmen bilerek yapmıştı. Adam verecek iş bulamayınca iş yaratıyordu resmen. "Benimle bu şekilde..." Devam edemedim çünkü yanımıza gelen vale Araf'a arabanın anahtarını getirdi ve bir şeyler söyledi. Sabırla bana dönmesini beklerken ise sonunda gözleri beni buldu. "Sana bu işin kolay olmayacağını söylemiştim." Sakin kalmak için derin bir nefes alıp yanına gittim. "Lütfen önce bir dakika bile olsa beni dinler misiniz? Bakın o zaman bana hak verecek..." Yine devam etmeme izin vermedi. "Ben şirkete dönüyorum. Sen de peşimden gel ama şirkete girmeden önce sana söylediğim restorana git ve dediğimi yap." Bu sefer gerçekten şaşırdım. "Sizinle aynı yere gidiyoruz ayrı ayrı mı gideceğiz?" Başını salladı. "Aynen öyle. Taksiye bin fişini de almayı unutma. Ödemesi yeniden sana yapılacak,” dedi ve arabasına bindi. Şaşkınca ona bakarken uzaklaşmadan önce eğilip pencereden bana baktı ve konuştu. "Tüm bunları yapman için sadece bir saatin var. Acele etsen iyi olur,” diyerek uzaklaştı. "Sinir oluyorum bu adama ya sinir! Gıcık resmen!" Hem söylenip hem de kendime bir taksi durdurdum. Taksi ücretleri yeniden şirket tarafından ödendiği için rahat rahat binebiliyordum. Adama şirketin ismini verdikten sonra acele etmesini söyledim. Bu sefer 20 dakika değil de bir saatim olduğu için biraz daha rahattım. Yarım saat kadar bir sürede yeniden şirkete döndüm. Şirkete girmek yerine önce ismini verdiği restoranı sonra da o restoranın şefini buldum ve Araf'ın ismini verdim. Adam ismi duyar duymaz büyük dolaptan muhteşem görünümlü bir pasta çıkardı. Özel hazırlandığı o kadar belliydi ki pastanın kime gideceğini çok merak etmiştim doğrusu. Şef pastayı paketleyip bana verdi ve dikkatli olmam konusunda sıkı sıkı tembih etti. Koşmak yerine yürüdüm. Vaktim çok az kalmış olmasına rağmen yavaş yavaş yürüdüm. Yetişeceğim diye düşüp pastayı mahvedersem daha kötü olacaktı çünkü. Dikkatli bir şekilde yolun karşısında, şirketin bulunduğu tarafa, geçtim. Hayatım boyunca daha önce bu kadar yavaş ve dikkatli yürüdüğümü hatırlamıyorum. Şirkete girmek için olan birkaç merdiveni çıkacakken birisi ıslık çalıp bana seslendi. "Buraya stajyer buraya." Durdum ve sesin geldiği tarafa baktım. Araf arabasının içinde oturmuş pencereden bana sesleniyordu. Şirkete girmemiş olması beni şaşırtırken yanına gittim. "Siz arabada ne yapıyorsunuz?" Bana bakarken ciddi ifadesi yerini alaya bırakıyordu. "Seni bekliyorum." Bir tam karşı da olan ve az önce çıktığım restorana bir de ona baktım. "Önünde durduğunuz restorandan bu pastayı almak için beni mi bekliyorsunuz?" Başını salladı. "Evet ben almış olsam sana bu gerilimi nasıl yaşatacaktım değil mi?" Sakin kalmak için derin bir nefes aldım. Sesimi çıkaramam. "Peki öyle olsun." "Öyle zaten. Hadi şimdi bin arabaya." Söylediği şeye bir tepki vermezken devam etti. "Stajyer arabaya bin dedim!" "Nereye gideceğiz?" Arabanın dışında duran bana doğru eğildi. Kulağıma falan mı söyleyecek diye beklerken yüzündeki alaylı ifadeyle konuştu. "Sana ne?” deyince kaşlarımı çattım. "Beraber gidiyoruz ya hani ondan dedim." Gözleriyle elimdeki pastayı göstererek konuştu. "Sen pastaya bir şey olmasın diye benimle geliyorsun. Pastayı tutacaksın." Sinirle gülmeye başladım. "Şaka yapıyorsunuz herhalde bu kadarını da yapamazsınız." Derin bir nefes aldı. "Yaparım, şimdi hadi bin şu arabaya geç kalıyorum." Pastayı yüzüne çarpmamak için kendimi zor tuttum. Zaten her şey böyle bir şey yaptığım için başıma gelmemiş miydi? Sakin kalmayı başarıp arabaya bindim. Araba hareket etmeden işimi garantiye alıp kucağımdaki pastayı sıkı sıkı tuttum. Araf'ın bana baktığını fark edince ise ona döndüm. "Pastaya emniyet kemeri takmamı ister misiniz? Maazallah kaza falan olur pastaya bir şey olmasın." Önüne dönüp arabayı çalıştırırken konuştu. "Abartma istersen." Araba hareket ettiği için pastayı daha da sıkı tuttum ve cevap verdim. "Abartan ben değilim bence sizsiniz. Eğer beni bir kez olsun düzgünce dinleseniz o gün benim hiçbir suçum olmadığına inanırdınız." Göz ucuyla bana bakıp sonunda bu konuda hakkında bir şeyler söyledi. "Pastayı da mı yanlışlıkla yüzüme geçirdin?" Gülmemek için kendimi tuttum. "Özür dilerim kendime hâkim olamadım ama siz de bağırıp çağırarak işten kovulmama neden oldunuz hem de bütün olay gözünüzün önünde olup, benim bir suçum olmadığını bildiğiniz hâlde!" Cevap vermedi. Trafik ışıklarında dururken kucağımdan kayan pastayı düzelttim ve sıkı sıkı tuttum. Eğer bu pastaneye bir şey olursa bunun bana yapacakları zihnimin içinde dönüp dururken yüksek bir gürültü duymam ve öne savrulup başımı çarpmam bir oldu. Kucağımdaki pasta ayaklarımın dibine düşerken acıyla inledim ve çarptığım başımı tuttum. Araf sıkı bir küfür ederken birinin bize çarptığını anladım ama bununla ve acıyan başımla ilgilenmek yerine sadece önümdeki pastaya ve bir de gözleri benim ile pasta arasında gidip gelen Araf'a bakıp gergince güldüm. "Emniyet kemeri fikri iyiymiş aslında uygulasaymışız keşke." Sinirle arabadan indi. Arabanın etrafından dolanıp benim olduğum tarafa gelirken gözlerimi ondan çekmedim. "Bahar kızım bu adam bu sefer seni çiğ çiğ yiyecek." Kendi kendime konuşurken Araf benim olduğum tarafa geldi ve arabanın kapısını açtı. Ona bakamayıp ayağımın dibindeki pastaya bakarken konuştum. "Araf Bey vallahi bilerek düşürmedim. Öyle aniden fren yapınca ve büyük bir gürültü kopunca korkuyla şey oldu benim...” deyip ona baktım ve sustum. Kaşlarının çatık olduğunu görünce devam edemedim. "Ne anlatıyorsun sen?" Pastayı gösterdim. "Pasta..." Göz devirdi, devam etmeme izin vermedi. "Bırak şimdi pastayı falan bir şeyin var mı?” deyip yüzüme dokundu ve başıma baktı. "Başımı çarptım ama çok fazla önemli değil. Pasta için çok özür dilerim. Ben gerçekten..." Öyle bir baktı ki susmak zorunda kaldım. Bir insan pasta için neden bu kadar kızar diye düşünürken konuştu. "Ne pastası? Sence şu an pasta falan mı önemli?” dedi ve bir anlığına başıma bakıp gözleri yeniden beni buldu. "Ben hemen şu işi halledip geliyorum, hastaneye gidelim." İtiraz etmek için ağzımı açmışken cevap vermemi bile beklemeden arka tarafa doğru gitti. O gidince arabadan indim. Ayakkabılarım pasta kreması olmuş pantolonum kirlenmişti. "Üff be!” dedim ve arabanın aynasından alnıma baktım. Sadece birazcık kızarmıştı ve çok azıcık şişmişti. Açık olan saçlarımı bileğimdeki tokayla topladım. Tek bir gün içinde bin yıllık olay yaşamıştım. Ben bu günü hiç böyle hayal etmemiştim ki. Sessiz, sakin, huzurlu ve eğlenceli geçer diye düşünmüştüm ama şu yaşadığım şeylere bir bak! Bir an önce akşam olmasını ve tek parça bir hâlde eve dönmek istiyorum. "Dediğim gibi hiç sorun değil beyefendi. Kaza bu olur böyle şeyler. Polise falan gerek yok." Araf bize çarpan arabanın şoförüyle konuşurken ona bile ne kadar iyi niyetli davrandığını fark ettim. Melis’e ve diğer stajyerlere de aynı şekilde davranmıştı. Onlara karşı melek bana karşı şeytandı bu adam resmen. Araf adamla el sıkışıp sorunu hallettikten sonra yanıma geldi ve şişen alnıma bakarak konuştu. "Hadi bin arabaya bir hastaneye falan..." Devam etmesine izin vermedim. "Hiç gerek yok. O kadar önemli bir şey değil." Kaşlarını çattı. "Buna sen mi karar veriyorsun?" Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Ben gerçekten iyiyim Araf Bey. O kadar sert bir şekilde çarpmadım." Derin bir nefes aldı. "Peki sen bilirsin,” dedi ve sahili gösterdi. "Sen sahile git otur ben arabayı bir kenara çekip geliyorum,” deyince şaşırdım. "Biz bir yere gidiyorduk. Siz şimdi.." Devam etmeme izin vermedi. "Hadi dediğimi yap,” deyip arabaya binince sakin kalmaya çalışıp ona arkamı döndüm ve sahile doğru yürüdüm. Tabii bu sırada yüzümü görmediğinden emin olduğum için de taklidini yapmayı ihmal etmedim. Sahildeki boş banklardan birine oturdum ve kremaya bulanan beyaz spor ayakkabılarımı çıkardım. Pantolonum da kirliydi ama ayakkabı daha rahatsız edici duruyordu. Ayakkabılarımı nasıl temizlesem diye düşünürken bir an aklıma sabah şirkete gelirken son anda giymekten vazgeçtiğim topuklu ayakkabılarım geldi. "O ayakkabıları giymiş olsaydım muhtemelen bu koşuşturma yüzünden ayağımı falan kırmış olurdum herhalde." Kendi kendime konuşmaya devam ederken Araf yanıma oturdu. Gözleri elimdeki ayakkabıdayken bakışlarını umursamayarak konuştum. "Şey..." dememle gözleri hemen beni buldu. Cesaretimi toplayıp mahcup bir ifadeyle devam ettim. "Pasta önemli bir yere ya da birine mi gidiyordu?" Derin bir nefes aldı. "Sen hâlâ orada mısın? Pasta falan önemli değil. Hem senin bir suçun yoktu." "Biliyorum ama sadece üzüldüm. Özenle yapılmış bir pastaydı ama mahvoldu." Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Acelesi yoktu. Yarın bir tane daha yapılır o zaman hallederim,” deyince cevap veremedim. "Basın acıyor mu?" Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum. "Hayır,” dedim elim istemsiz bir şekilde alnıma giderken. "Hastaneye..." Yine devam etmesine izin vermedim. "Gerçekten gerek yok. Sert bir şekilde çarpmış olsaydım zaten emin olun şu an acilden içeriye koşarak giriyor olurduk. Böyle şeylerden korkarım biraz." Tebessüm etti cevap vermedi. Gün içinde ilk defa bana karşı alaylı bir gülüş dışında içten bir gülüş sergilemişti. Araf'ın bir anda yumuşamış olması beni şaşırttı. Kaza yüzünden böyle davrandığı barizdi. İçimden iyi ki de kaza yaptık diye geçirmeden edemedim. Belki biraz da olsun bana acır da kalan 14 günümü de bu şekilde geçirmeme neden olmaz. Dikkatle yüzüne bakarken ellerini göğsünün altında birleştirerek arkasına yaslandı ve göz ucuyla bana bakarak kendinden emin bir şekilde konuştu. "Aslında emniyet kemerini pastaya takayım mı diye benimle alay edeceğine kendine taksaydın başını da çarpmamış olacaktın ama bir insanın işi gücü alay olunca böyle oluyor demek ki,” dediği an kaşlarımı çattım ve kendimi göstererek konuştum. "Pardon? Benim mi işim gücüm alay?" Bana doğru döndü ve başını salladı. "Değil mi?" Ciddi ifademi koruyup kaşlarımı hayır anlamında kaldırarak konuştum. "Değil." Omuz silkti. "Bana hiç öyle gelmedi ama." Tek kaşımı kaldırarak konuştum. "İşte size öyle gelmemiş. Ben sorumluluklarını bilen ve onları yerine getiren bir insanım. Ayrıca alay etmekten de alay edilmekten de hiç hoşlanmam. Özellikle çalışırken hiç hoşlanmam." Güldü. "Bu laf bana geldi galiba." Önüme döndüm. Ayakkabıları ayağımın dibine yere bırakarak tıpkı onun gibi ben de ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve kendimden emin bir şekilde konuştum. "Yok canım ne alakası var? Ben öyle ortaya söyledim üstüne alınana,” dedim ve onun yaptığı şeyi yapıp ben de ona göz ucuyla baktım. "Anladım ben seni,” deyince cevap verme ihtiyacı duymadım. "Sen çalışmayı çok sevmişsin,” dediği an yüzümdeki gülümseme soldu. "Hem de baya çok sevmişsin. Benimle böyle konuşabildiğine göre." Ona doğru döndüm. "Şirketinizi tanıyıp yanınızda çalışmak istemeye başladığım andan itibaren size olan saygım sonsuz. Çok başarılı, çok yetenekli birisiniz. Açıkça söylemem gerekirse sizin gibi olmayı isterdim ama karşınızda susmamı falan da beklemeyin benden. Her insan hakkını savunup sesini çıkarmalı." Cevap vermedi, devam ettim. "Ben de kendi hakkımı savunuyorum. Çünkü siz bana haksızlık yapıyorsunuz. Tıpkı az önce o pasta nasıl bir kaza sonucunda düştüyse o gün ben de o adam beni ittiği için düştüm ve bu da bir kaza sayılır." Konuşmak için dudaklarını aralayınca devam ettim. "Şimdi siz deniz havası almak için şu kayalıklara gitseniz ve hiç beklemediğiniz bir anda ben gelip sizi denize itsem. Düşmeniz kimin suçu olur. Hava almak için denize giden sizin mi yoksa sizi denize iten benim mi?" Söylediğim şeyler onu şaşırttı fakat yine sessiz kaldı. Buna rağmen devam ettim. "Tabii ki de benim suçum olur değil mi? Sizin bu konuda hiçbir suçunuz yok. O gün de tam olarak bu durum yaşandı. O adam beni itti ben de düştüm ve olanlar oldu. O beni itmişken neden düşen ben suçlu oluyorum?" Derin bir nefes aldı. Onu köşeye sıkıştırdığımı fark ederken rahat bir nefes aldım. Muhtemelen artık bana gereksiz işler vermeyin falan bırakacaktı bu konuşmadan sonra. İlk günden çözdüm bütün sorunu. "Bir şey söylemeyecek misiniz?" Başını salladı. "Söyleyeceğim." "Sizi dinliyorum." "Sen yanlış meslek tercih etmişsin. Avukat falan olabilirdin. Böyle savunmayla ipten adam alırsın sen,” dediği an gülmemek için kendimi zor tutup ciddiyetimi korudum. Bir bıraksam kendimi kahkaha atacağım. "Ama unuttuğun küçük bir detay var,” deyince kaşlarım yine istemsizce çatıldı. "Neymiş ki o?" Bana doğru eğildi ve sanki bir sır veriyormuş gibi fısıldadı. "Düşmek senin suçun değildi ama ayağa kalktıktan sonra yaptıklarını kimse sana zorla yaptırmadı. Pastayı unutmamak lazım." Dudaklarımı ısırdım. Araf geri çekilip bir şey söylemem için dikkatle yüzüme bakarken kendimi toparladım. Her ne olursa olsun onunla bu kadar düzgün konuşabiliyorken kendimi savunup bu şekilde üzerime gelmesine engel olmam lazımdı. Yoksa bu şartlar altında ne stajın geri kalan 10 gününü tamamlayabilirim ne de mezun olur olmaz bir işe girip para kazanabilirim. Onun şirketi benim geleceğim için çok önemli bir yerdi. Zaten bu kadar şeye geleceğim dışında başka da hiçbir şey için katlanmam, katlanamam. Şimdi biraz dişimi sıkmalı ve sabretmeliyim ki ileride rahat bir hayatım olsun. Araf bir saniye olsun bakışlarını üzerimden çekmedi. Meraklı bakışları altında yine az önceki gibi kendimden emin bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Siz de beni işten kovdurdunuz." Başını sağa sola salladı. "Ben seni işten falan kovmadım. Ben çizimlerimle ilgilenirken sen patronunla konuştun o da sana bir anda kovuldun dedi." Hâlâ bu konuda nasıl kendini savunuyor anlamıyorum. "Sen nasıl kendini savunabiliyorsan o da öyle savunuyor bence." İç sesim mantıklı şeyler söylemeye devam ederken onu duymamazlıktan gelerek devam ettim. "Siz beni işten kovmadınız siz benim işten kovulmama neden oldunuz. Adam beni kovana kadar bağırıp çağırdınız. Biraz daha sakın olabilirdiniz. O zaman hiçbir şey böyle..." Devam etmeme izin vermedi. "Tamam neyse ne bu konu artık sıkıcı olmaya başladı." Bir anda konuyu kapatmış olmasına şaşırdım. "Ama...” dedim ve sustum. Öyle bir baktı ki elimden susmaktan başka hiçbir şey gelmedi. "Bekle burada geliyorum ben birkaç dakikaya,” deyip yanımdan uzaklaşınca nereye gittiğini merak edip arkasından baktım ve arabaya gittiğini görüp yeniden önüme döndüm. "İşine gelince çatır çatır konuşuyor, işine gelmeyince sıkıcı oldu artık deyip konuyu kapatıyor. Tabii anladı benim haklı olduğumu." Yine kendi kendime konuşup yere bıraktığım ayakkabıları yeniden aldım. Bu şekilde giymekten başka şansım yoktu sanırım ama giymek istemiyorum çünkü ayakkabı ayakkabılıktan çıkmış resmen kırmızı krema olmuştu. "İğrenç ya!" Söylenerek ayakkabıyı yeniden giyecekken Araf'ın sesini duydum. "Giyme o ayakkabıları öyle." Başımı kaldırıp ona baktım. "Birkaç saat idare ederim sorun değil." Cevap vermeden yanıma oturdu. Elinde bir paket peçete vardı. Ne alaka diye düşünürken uzandı ve ayakkabılardan birini aldı. "Hiç değilse biraz temizleyelim." Şaşkınca ona bakarken paketten bir peçete çıkardı ayakkabının üzerindeki kırmızı kremayı temizlemeye başladı. "Araf Bey lütfen siz zahmet etmeyin ben temizlerim,” deyip ayakkabıyı elinden almak için bir hamle yaptım ama vermedi. "Sen de diğerini yap hadi, işlerim var gideceğim." Derin bir nefes aldım. "Tamam bakın sizin işiniz..." Yine devam etmeme izin vermedi. "Stajyer sana dediğimi yap hadi." Ayakkabıyı falan unutarak kaşlarımı çattım. "Benim bir ismim var, Bahar. Bana neden sürekli stajyer diyorsunuz?" Pür dikkat ayakkabıyı silerken konuştu. "Stajyer değil misin?" Sakin kalmaya çalıştım. "Stajyerlik şu an bulunduğum konum. Yani bu yüzden bana hitap ederken stajyer değil de Bahar derseniz çok sevinirim." Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gözleriyle ayakkabıyı göstererek konuştu. "Hadi hadi temizle de gidelim,” dedi ve yeniden önüne döndü. Konuyu uzatmak yerine paketten birkaç tane peçete de ben alarak kırmızı kremayı temizlemeye çalıştım. Pasta tam ayaklarımın üzerine düştüğü için resmen içine kadar girmişti ve bu gerçekten çok sinir bozucu bir durum. Bir de bu şekilde akşama kadar durmak zorundayım. Kolumdaki saate bakıp mesainin bitmesine daha 4 saat kadar bir zaman olduğunu gördüm. Araf neredeyse eski hâline getirdiği ayakkabıyı önüme bırakırken kendi elimdekini de hızlı hızlı temizledim ve yeniden ayakkabılarımı giydim. Araf dikkatle bana bakarken birkaç peçeteyle de pantolonumu temizledim ve ayağa kalktım. Onun elindeki kirli peçeteleri ve benim elimdekileri çöp kutusuna attım ve yeniden yanına döndüm. "Şirkete gidelim mi artık? Ya da nerede işiniz varsa oraya gidelim." Cevap vermedi sadece başını salladı ve ayağa kalktı. Beraber yeniden arabasına döndüğümüzde arabanın arka kısmının tamamen dağıldığını fark ettim ama bu durum onun çok da fazla umurunda gibi durmuyordu. "Bin hadi,” deyip kendisi binince ben de binmek için arabanın kapısını açtım ama binemedim çünkü hâlâ her yer pasta kremasıydı. Araf bunu fark etmiş olacak ki konuştu. "Arkaya bin hadi." Ona baktım ve söylediği şeye hiç itiraz etmeden arkaya bindim. Araf arabayı çalıştırırken hâlimize baktım ve gülmemek için kendimi zor tutup konuştum. "Şimdi böyle de biraz tuhaf oldu gibi." Dikiz aynasından göz göze geldik. "Ne gibi tuhaf?" Aslında söylemek istemesem de dilimi tutamadım. "Siz sanki şoför gibi ben de şirket sahibi gibi oldum,” diyerek güldüm. Araf'ın gülmediğini fark edince kendimi durdurdum. "Ben şey sadece şaka olsun diye dedim. Kaza falan oldu gerildik ya biraz gülelim diye." Yoldaki gözlerini yine dikiz aynasına çevirince yine göz göze geldik. "Kaşınıyorsun farkındasın değil mi?" Cevap vermeden geriye yaslandım ve ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Hâlâ aynı şeyi düşünürken Araf'a baktım. Ciddiyetini koruyordu. İki dakika gülse ölür herhalde diye düşünürken bir anda gülmeye başladı. Gülmesini şaşırırken konuştu. "Biraz öyle olmuş değil mi?” deyince az önce tuttuğum gülmememi bırakıp yeniden gülmeye başladım. "Yani biraz,” dedim ve dikkatle ona baktım. Hayatımda daha önce bu kadar güzel gülen birini görmemiştim sanırım. Gözleri iri iriydi ve kirpikleri çok fazla uzundu. Adamın gözlerine ve kirpiklerine hayran hayran bakarken Araf gülmesini durdurdu. O durunca tabii ben de durmak zorunda kaldım ve yine merakıma yenik düşüp sordum. "Biz şimdi nereye gidiyoruz?" Bakmadan konuştu. "Sana,” dediği an öylece kaldım. "Anlamadım?" Şaşkın hâlim onu güldürürken konuştu. "Yani seni evine bırakayım benim başka işlerim var." "Ama daha mesai..." Devam etmeme izin vermedi. "Bugünlük bitti. Git evine dinlen." Dikiz aynasından baktığı hâlde bile gözleri şişen alnımdaydı. "Yarın da erkenden yeniden işinin başında ol." Rahat bir nefes aldım. Yarına kadar kendimi toplar yarın bana yaptıracağı tüm işlere hazır olurdum. Belki bu kadar iyi davrandıktan sonra yarın öyle emirler falan yağdırmayı bırakırdı. Ne olur bıraksın! Tek bir günde bu hâle gelmişken o kadar zaman bu şekilde devam etmem mümkün değil. Böyle devam ederse hiçbir şeyi umursamadan arkama bile bakmadan kaçıp gideceğim. Aramızda yol tarifi dışında başka hiçbir konuşma geçmedi. Ona Buse'nin evinin daha doğrusu bundan sonra benim de evim olan yerin tarifini verirken aklıma şirkette kalan çantam geldi. Bir ara Melis'e çantayı benim için kaldırmasını ve yarın alacağımı söylediğime dair bir mesaj attıktan hemen sonra telefonu yanıma bırakıp yeniden Araf'a dönüp yolu tarif etmeye devam ettim. Evin önüne gelince durmasını söyleyip hiç oyalanmadan arabadan indim. O inmezken arabanın dışında durup konuştum. "Buraya kadar getirdiğiniz için çok teşekkür ederim." "Önemli değil. Eğer başın daha kötü olursa mutlaka bir hastaneye git." İtiraz etmek yerine başımı salladım. "Peki." "Yarın geç kalma." Yine onu onaylayacakken yüzünde muzip bir ifade oluştu ve devam etti. "Geç kalmayı hiç istemezsin çünkü." Öylece kaldım. Ne yani hâlâ aynı şeyi yapmaya devam mı? "Ne oldu neden bana öyle bakıyorsun?" Şaşkınlığımı gizleyip rahat görünmeye çalıştım. "Hiç sadece merak etmeyin yarın tek bir dakika bile geç kalmayacağım diyecektim." Bu sefer kendimi savunmayıp durumu kabullenmiş olmam onu şaşırtmış gibiydi. "Güzel, yarın görüşürüz o zaman stajyer." Yüzünün ortasına bir tane vurmak istesem de içimdeki tüm öfke duygusunu bastırıp yalandan gülümsedim. "Görüşürüz,” deyince arabanın camını kapattı. Camlar filmli olduğu için onu göremezken bile yalandan gülmeye devam ettim çünkü o şu anda beni görüyordu. Araf arabayı çalıştırıp uzaklaşırken durup arkasından bakmak yerine apartmana yöneldim ama bir anda gördüğüm kişiyle öylece kaldım. Yüzünde alaylı bir ifade vardı. Aynı zamanda öfkeliydi de. Ben karşısında sakin kalmaya çalışırken o yaslandığı duvardan uzaklaştı. "Ne yapıyorsun sen burada?" Ellerini cebinden çıkartıp bir anda alkışlamaya başladı. Yaptığı şey beni şaşırtırken sinirle gülerek konuştu. "Tebrik ederim seni! Kendine daha bir gün bile olmadan yeni birini bulabilmişsin." Derin bir nefes alıp Meriç'in yanına gittim. "Ne yapsaydım ben senin gibi ayrılmayı beklemeyip aldatsa mıydım?" Kaşları çatıldı ve o da birkaç adım atıp bana yaklaştı. "Ben seni aldatmadım!" Göz devirdim. "Gözümle gördüğüm şeye mi inanayım yoksa senin gibi şerefsiz birinin söylediklerine mi?" Elimi tutmaya çalıştı. Birkaç adım geri giderek ondan uzaklaştım ve öfkeyle konuştum. "Uzak dur benden!" Derin bir nefes aldı. "Bahar ben seni aldatmadım! O kızın nasıl birisi olduğunu bilmiyorsun sen! Peşimi bıraksın diye ben çok uğraştım ama..." Devam etmesine izin vermedim. "Sen de baktın uzaklaşmıyor öpeyim mi dedin?" Gözlerini kapattı ve ofladı. "Önce dinle beni. Ben o kızdan kaçtım hep kaçtım. Dün gece yine aynı şeyi yaptı. Kolundan tutup o odaya götürdüm. Eğer böyle davranmaya devam edersen Bahar'a nasıl birisi olduğunu anlatacağım diyecektim hatta dedim de ama bir anda öptü beni. Ben bile nasıl oldu anlamadım. Yemin ederim ben seni aldatmadım." "Evet o seni öpüyordu gördüm ama sen de hâlinden baya memnun görünüyordun. Anlık bir görme değildi benimkisi. Dakikalarca izledim sizi. Geri gitmek yerine kendine çektin onu. Hâlâ geçmiş karşıma utanmadan beni kendisi öptü diyorsun!" Cevap veremedi. "Böyle susar kalırsın işte. Bir daha sakın benim karşıma çıkma! Ayrıca beni kendin gibi bir pislikten ve öyle iğrenç bir arkadaştan kurtardığın için de çok teşekkür ederim. Bu konuda hakkını nasıl öderim hiç bilmiyorum." Alayla söylediğim şeyle şaşkınca bana baktı ama yine sessizliğini korudu. Daha fazla onunla konuşmak istemedim. "Şimdi defol git buradan! Seni bir kez daha peşimde görürsem şikayet etmekten hiç çekinmem bundan da emin ol!” deyip gidecekken bir anda kolumdan tuttu ve beni kendisine çekti. "Kızım sen beni anlamıyor musun? Ben seni aldatmadım diyorum aldatmadım! Sen hâlâ neyin tribindesin?" "Kolumu bırak!” diye uyardım onu. Başını sağa sola salladı. "Bırakmıyorum! Bu konuyu çözene kadar da bırakmayacağım." Gözlerinin içine baktım ve kendimden fazlasıyla emin bir şekilde konuştum. "Ben seni istemiyorum! Hayatımda hiçbir yerin yokmuş bunu dün gece çok iyi anladım. Hatta biliyor musun sana o kadar bağlı falan da değilmişim. Karşıma çıkmasan aklıma bile gelmiyorsun. Bence aramızdaki bu saçmalığı devam ettirmeye hiç gerek yok." "Bahar saçmalıyorsun! Biliyorum kızgınsın ama..." Devam edemedi çünkü hiç beklemediği bir anda kolumu ondan çekip uzaklaştım ve bağırdım. "Üf yeter be! İstemiyorum diyorum işte istemiyorum! Sen hâlâ neyi anlamıyorsun? Defol git!" deyip apartmana girecekken bir anda yeniden kolumu tuttu. "Yok öyle istemiyorum deyip vazgeçmek. Konuşacağız, anlaşacağız. Bu yüzden benimle geliyorsun,” deyip beni çekiştirirken bağırmaya başladım. Meriç her zaman kullandığı ve babasına ait olan arabaya doğru beni götürmeye çalışırken bir anda yanımıza başka bir araba durdu. Meriç arabaya doğru bakarken ben hiç o tarafa bakmadan boş anını yakalayıp ayağına tekme attım ve ondan uzaklaştım. O acı içinde inlerken bu kez ben arabaya baktım ve görmeyi beklediğim en son kişiyi, Araf'ı gördüm. Şaşkınca öylece kalırken yavaş hareketlerle arabadan indi. "Araf Bey sizin ne işiniz var burada?" Gözlerini Meriç'ten çekip bana baktı ve elindeki telefonu uzattı. "Arabada unutmuşsun, çalınca fark ettim. Çok uzaklaşmadığım için de getireyim dedim,” deyip yeniden Meriç'e dönerken uzattığı telefonu aldım ve cebime koydum. "Senin ne işin var burada?" Aşırı derecede sakin bir tavırla sormuştu. Araya girmek istemedim çünkü şu anda Meriç'in ondan korkup gitmesi fazlasıyla işime gelecekti. "Sana ne lan? Ne işim varsa var? Sen kimsin ki karışıyorsun?” dedi ve burnunu gösterdi. "Sana bunun hesabını da soracağım! Bu iş..." Araf devam etmesine izin vermedi. "Sorsana hadi." Olay çıkmasın diye hemen aralarına girdim. Az önceki bağırma seslerinden dolayı insanlar bize bakarken Araf'a yalvaran gözlerle baktım. "Lütfen." Gözlerimin içine bakıp cevap vermezken Meriç'e döndüm. "Git buradan!" Kaşları çatılırken ekledim. "Lütfen." Bana bakmak yerine Araf'a bakarak konuştu. "Kim bu adam? Neden senin yanındaydı tüm gün?" Tabii ki de ona açıklama falan yapmayacağım. "Sana ne?" Benden aldığı cevapla Araf'a döndü. "Kimsin sen?" Araf beni kenara iterek Meriç'e yaklaştı. "Siktir git lan buradan!” dedi ve kolundan tutup itti. Meriç dengesini kaybettiği hâlde birkaç saniye içinde kendini toparladı ve yeniden Araf'a döndü. Bir şey söyleyecek diye beklerken elini kaldırmasıyla büyük bir çığlık attım ama neyse ki Araf ani bir refleksle yumruktan kurtuldu. Fakat bu sefer de kendisi elini kaldırdı ve Meriç'in yüzüne yumruğunu geçirip yere düşürdü. Kal gelmiş gibi hiçbir şey yapamayıp sadece öylece durdum. Meriç kendini toparlayıp hemen yerden kalktı ve Araf'ın yanına geldi. Aralarında küçük bir arbede çıkarken Araf'ta birkaç yumruk yedi. Aralarına girip ayırmaya çalıştım. Etraftaki insanlar ayırmak yerine izlemeyi tercih ederken resmen ikisinin arasında kaldım. "Araf bey lütfen durun artık!" deyip sesimizi duyan birkaç dakika önce karmaşaya katılan Buse'yle birlikte Araf'ı Meriç'in üzerinden alırken daha önce hiç utanmadığım kadar utandım. "Lütfen artık durur musunuz?" Sesimin ağlayacakmış gibi çıkmasına engel olamadım. Araf cevap vermezken Meriç'e döndüm ve ona karşı sakin olamadım. "Sen de siktir git buradan!" dediğim an hepsi bana şaşkınca baktılar. Şu an gerçekten oturup ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Meriç duvardan tutunup ayağa kalktı. Araf'a doğru bir adım attığını fark ettiğim an hemen önünde durdum. "Sana defol git buradan diyorum! Ya sen ne yüzsüz birisin! İstemiyorum seni diyorum anlamıyor musun istemiyorum!" Meriç bana cevap verecekken bir anda yanımıza başka bir araba durdu. Bunun polis arabası olduğunu gördüğüm an donup kaldım. "Yok artık!" Herkes benimle birlikte arabadan inen polislere bakarken Meriç'in küfür ettiğini duydum. "Olay ne?" deyip sarışın adam yanımıza gelirken konuştum. "Biz aramızda hallettik aslında ama...” dememe kalmadan karşı apartmandan bir teyzenin sesi geldi. "Bir saattir kavga ediyorlar oğlum. Şikayetçiyiz hepsinden." Polis kadına cevap verirken onları dinleyemedim ve Araf'a baktım. Olanlar umurunda bile değildi ve elindeki telefonla birine mesaj yazıyordu. Rahatlığı beni şaşırtırken polis konuştu "Alın bunların hepsini merkeze ne dertleri varmış öğrenelim?” dediği an telaşla konuştum. "Bizim bir derdimiz yok dediğim gibi aramızda..." Devam etmeme izin vermedi. "Hakkınızda şikayet var gördüğünüz gibi. Derdinizi sessiz bir şekilde halletseydiniz,” diyerek yanındaki diğer polislere döndü. "Gözaltına alın hepsini." Bölüm Sonu! Selam canımın içleri ✨ Nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Hayatınız nasıl gidiyor? Bizimkiler karakola düştüler hdhshsh yeni bölümde olacakları düşündükçe gülüyorum. Sizce neler olacak yeni bölümde neler olacaktır karakolda? Sizden buraya bu bölümü anlatan en iyi emojiyi bırakmanızı istiyorum. Bakalım neler çıkacak :) Sizce Meriç Bahar'ı kandırmaya mı çalışıyor yoksa gerçekten suçsuz mu? Her şey Tuğçe'nin suçu olabilir mi? Siz Bahar'ın yerinde olsaydınız Meriç'e inanır mıydınız? Bu arada bölümler bundan sonra aşağı yukarı bu uzunlukta olacak. Kısa bölümler yazmayacağım ve her hafta bölüm atmaya çalışacağım. Siz de oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Bol bol yorum yazın ki ben de heyacanla yeni bölümü yazabileyim.💫 Bölüm alıntıları ve yeni bölüm duyuları için Instagram hesabımı takip edebilirsiniz. Her bölüm için alıntı paylaşıyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasslan Twitter: gizzemasslan |
0% |