Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10.BÖLÜM "ATEŞ DEMİRKAN"

@gizzemasllan

Merhaba, suç ortaklarım

Ekranın alt kısmında bulunan yıldızı aydınlatarak okumaya geçerseniz çok sevineceğim.❥

Buraya ben de sizin için bir yıldız bırakıyorum.⭐ Siz de yıldız ve kalplerinizi bırakabilirsiniz.♡

Keyifli okumalar...

***

Aşk, bile bile ateşe yürümektir.

10. BÖLÜM "ATEŞ DEMİRKAN"

Aren Durmazer, namı diğer seri katil. Doğum tarihi: 16 Nisan 1993. Anne ve babasını büyük bir trafik kazasında 18 Mayıs 1997'de kaybetmiş. 20 Mayıs 1997'de doğum yeri olan, Edirne'de, çocuk yuvasına verilmiş.

7 Şubat 1999'da başka bir çocuk yuvasına gönderilmiş. 2002 yılında ise 12 yaşını doldurduğu için aynı şehirdeki erkek yetiştirme yurduna verilmiş. 18 yaşına kadar aynı yurtta kalmış.

Daha sonra Ankara üniversitesi İletişim Fakültesi gazetecilik bölümünü kazanmış ve bir devlet yurduna kaydı yapılmış. 4 yıl Ankara'da kaldıktan sonra 2012 yılında İstanbul'a gelmiş. 2013'ten 2018'e kadar toplam 5 yıl büyük bir medya şirketinde çalışmış. 2019 yılında başka bir medya şirketinde işe girmiş ve polis muhabirliği yapmaya başlamış.

3 Kasım 2020'de ise Eylül Bilgiç'i öldürürek ilk cinayetini işledi. 8 Kasım 01.11'de ise son cinayetini işleyip bir otelin çatısından atlayarak intihar etti.

Masanın bir diğer ucunda duran kalemi alıp 7 Şubat 1999 yazan yeri yuvarlak içine aldım. Okuduğum ve kısaca özetlediğim şeylerin içinde bir tek bu tarih dikkatimi çekmişti. Çünkü bir tek bu tarih Ocak 1999'a yani katilin bize verdiği tarihe yakındı.

"Neden kaldığı yeri değiştirmiş olabilirler?" Kendi kendime konuşarak ileride duran bir başka dosyayı aldım ve üzerinde yazan isime baktım.

Barış Erendil.

Pişmanlık ve suçluluk duygusu beni ele geçirirken başımı sağa sola salladım.

"Bu benim işim, duygusallık yok. Şüphelendiğim her şeyi herkesi araştırmam lazım." Kendimi ikna ederek dosyayı açtım.

Barış Erendil. Doğum tarihi 16 Eylül 1994. Annesini doğumda babasını da annesinden 5 ay sonra bir iş kazasında kaybetmiş. Babasının ölümünün hemen ertesi günü yani 18 Şubat 1995'te doğum yeri olan, Balıkesir'de çocuk yuvasına verilmiş. Daha sonra 12 yaşını doldurduğunda yine Balıkesir'de erkek yetiştirme yurduna gönderilmiş. 18 yaşında ise polis akademisine giriş yaptığı için yetimhaneden ayrılmış.

Okuduğum şeyler özetle bunlardı. Dosyayı kapatıp masanın üzerine bıraktım ve geriye yaslanıp ellerimi başımın arasına aldım. Barış'tan şüpheleniyordum. Aren'in yani katilin yetimhanede büyüdüğünü öğrendiğimde Savaş ve Barış benim için tamamen baş şüpheli olmuşlardı ama şu an görüyorum ki Barış'ın katille yetimhane açısından hiçbir bağı yok. Aynı yetimhanede kalmamışlar hatta aynı şehirlerde bile değillermiş.

"Öldürdüğün o insanları tanıyorsun değil mi?"

"Tanıyorum."

Zihnimin içinde onunla olan konuşmamız dönüp dururken bıkkınca ofladım. Nereden tanıyordu? Neden onların da kendisiyle birlikte ölmek isteyeceklerini düşünüyordu? 2 kişiyi arkasında görgü tanığı bırakmamak için öldürmüştü. Yani geriye 5 kişi kalıyordu. O 5 kişiyle birlikte başına ne gelmiş olabilirdi?

Cevapsız soruların sonu gelmiyor ardı arkası kesilmiyordu. Her şey bir yana aklımı karıştıran ve en çok Barış'tan şüphelenmeme neden olan bir şey var o da; maktüllerin yaşadıkları apartmanlardan çıkardığım Eren ismi ve Barış'ın soy isminin Erendil olmasıydı.

Bu durum şüphelerimin artmasına neden olsa da çok farklı bir durum daha vardı. Katil maktülleri tanıdığını söylemişti ve ben bunun doğru olduğundan fazlasıyla eminim. Fakat tüm bu olanların Barış'la bir ilgisi varsa ve gerçekten Eren kelimesi Barış'ın soy ismini temsil ediyorsa katil tüm maktüllerin içinde Eren kelimesinin geçtiği apartmanlarda oturmalarını nasıl sağlamıştı?

Bu kadar büyük bir tesadüf olabilir mi? Tabii ki de olmaz.

"Delireceğim vallahi sonunda" Deyip başımı masanın üzerine koydum ve düşünmeye devam ettim.

Tüm bu olayların birleştiği bir nokta vardı fakat işte ben de tam olarak o noktayı bulamıyorum ya da buluyorum ama katilin dediği gibi hiçbir şey görmüyorum.

"Mira." Aniden duydugum sesle irkilip arkamı döndüm ve kapının önünde duran annemi gördüm.

"Gelebilir miyim?" Deyince başımı salladım ve ayağa kalktım. Annem odaya girdi. "Sabahtan beri tıkıldın kaldın buraya. Ne yapıyorsun?" Omuz silktim.

"Hiç öyle bir şeylere bakınıyordum." Annem sorgular bir ifadeyle yüzüme bakarken konuştum.

"Önemli bir şeyler değil merak etme." Başını salladı.

"Hadi o zaman uyumayacaksan salona gel, biraz beraber oturalım. Baban da evde, aylar sonra üçümüz de aynı evdeyiz sonunda." Deyince gülmek istedim ama kendimi tuttum.

"Tamam, geliyorum." Annem başka bir şey söylemeden odadan çıkıp giderken yatağımın üzerinde duran telefonumu alıp Esra'yı aradım. Telefon birkaç çalıştan sonra hemen açıldı.

"Dinliyorum Mira." Güldüm. Sanırım yine iş için aradığımı düşünüyordu. Fakat bugün iş için değil işim düştüğü için aramıştım.

"Nasılsın Esra?" Diye sordum ve cevap vermesini bekledim ama ses gelmedi. "Orada mısın?" Diye sordum şaşkınca.

"Ben buradayım da sen iyi misin?" Kaşlarımı çattım.

"İyiyim."

"Emin misin?" Diye sorunca bir kez daha şaşırdım. Niye böyle konuşuyordu ki şimdi?

"Eminim, bir sorun mu var?"

"Vallahi ben de şimdi aynı soruyu sana soracaktım. Genelde insanlar beni hep onu yap bunu yap diye aradığı için nasılsın diye sorunca bir sorun var zannettim." Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Anlıyorum." Diyebildim bir tek.

"Eee hadi söyle niye aradın beni?"

"Hiç öylesine kim var oralarda, yeni bir şeyler var mı falan diye soracaktım. Bir şey istemek için aramadım yani." Dedim yatağımın üzerine otururken.

"Hayır yeni bir şeyler yok. Cansu buradaydı az önce ama evine geçti sanırım. Savaş zaten senden önce çıkıp gitmişti. Barış hâlâ burada. Şu anda karşımda ileride oturmuş bir dosyaya bakıyor." Kaşlarımı çattım. Devriyesi falan yokken neden hâlâ merkezdeydi ki?

"Anladım, sonra görüşürüz o zaman."

"Görüşürüz." Esra cevap verir vermez hemen telefonu kapattım. Bir masanın üzerinde duran dosyalara bir de kapıya bakarak derin bir nefes aldım. Hiç kimse merak etmiyor, önemsemiyor olsa bile tüm bu olanların altında yatan o sebebi mutlaka bulacağım. Herkesi geçtim kendim için yine bulmam gerekiyor. Çünkü düşünmekten delirmek üzereyim.

Aldığım karar doğrultusunda üzerimi değiştirdim ve olabildiğince hızlı bir şekilde hazırlandım. En son telefonumu alıp odadan çıktım. Çıkar çıkmaz da salonda oturan annem ve babamla göz göze geldim.

"Nereye gidiyorsun bu saatte?" Diyen babama baktım. Tam cevap verecekken kendisi konuştu.

"Eğer yine bir şeyin peşine düştüysen..." Devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Hayır baba işle ilgili bir şey yok ortada. Arkadaşımın yanına gidiyorum." Kaşlarını çattı şüpheyle yüzüme bakarken gözlerimi kısarak konuştum.

"Ben hiç sana yalan söyler miyim?" Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra konuştu.

"Söylemezsin, git hadi." Pişmanlık duygusunu hissettim. Çünkü yalan söylüyordum ve babam söylemezsin diyordu. İkisi de bana dikkatle bakarken şüphelendirmemek için gülümsedim ve anneme baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Onun için yanında olmam önemli değildi. Sadece iş dışında kendime biraz vakit ayırmamı istiyordu. Bu yüzden de arkadaşımın yanına gidiyorum dediğim için sesini çıkarmadı.

"Birkaç saate dönerim, görüşürüz." Dedim ve cevap vermelerini beklemeden kapıya yöneldim. Hızlıca ayakkabılarımı giyip oyalanmadan evden çıktım ve çok az vaktim olduğunu bildiğim için koşarak arabama bindim. Arabaya binince bir an için duraksadım.

Bu yaptığım çok yanlış bir şey.

"Olsun, bir kerede ben hata yapayım." Dedim ve sonunu düşünmeden yaptığım şeye devam ettim. Arabayı çalıştırıp yola çıktım.

Sonunun nereye çıkacağını çok merak ediyorum. Hem de çok merak ediyorum ve korkuyorum ama korkmamın bana hiçbir faydası yoktu.

Yarım saat kadar sonra evin önünde durdum. Bir eve bir de etrafa baktım ve Barış'ın arabasının olmadığından emin oldum. Arabayı yeniden çalıştırıp Barış gelse bile görmeyeceği bir yere park edip indim. Eve doğru hızlı adımlarla yürüdüm. Apartmanın önüne gelince durup etrafa bakındım.

Resmen ellerim titriyordu ama bunu yapmak da istiyorum. Etrafta hiç kimsenin olmadığından emin olup apartmana girdim ve koşarak 3. kata çıktım. Bu evin önüne daha önce birkaç defa gelmiştim ama eve hiç girmemiştim.

3. kata ulaştığımda sanki birisi beni izliyormuş gibi yine etrafıma bakındım. Yine yalnız olduğumdan emin olup montumun cebinden kartımı çıkardım.

"Bunu yaptığıma inanamıyorum." Kendi kendime konuşup yere diz çöktüm. Bunu yapmak da pek fazla başarılı değildim ama sonuç hep olumlu bitiyordu. Birkaç dakika uğraştıktan sonra büyük çelik kapıyı açmayı başardım. Bunu yaptığım için bir kez daha kendime kızıp eve girdim. Kapıyı yavaşça kapatıp duvarlara dokundum ve aradığım şeyi bulup salonun ışıklarını açtım.

Kendimi polis gibi değil de suçlu gibi hissediyorum. Bir eve gizli gizli girmek hir polisin değil suçlunun işiydi ama bunu yapmak zorundayım. Bunu yapıp aklımdaki cevapsız sorulara birer cevap bulmak zorundayım. Yoksa düşünmekten delireceğim. Hem de çok yakın bir zamanda.

Kapının sağ tarafındaki salona doğru baktım. En köşede siyah L koltuk vardı. Koltuğun tam karşısında televizyon ve ortada büyük cam bir sehpa vardı. Çamurlu ayakkabılarımı iz bırakmamak için çıkartıp salona doğru yürüdüm. En başta etrafa bir göz attım ama daha sonra kendimi toparlayıp deli gibi etrafı karıştırmaya başladım. Salondaki tüm çekmecelere tek tek baktım ama değil işe yarar bir şey bulmak çekmecelerde hiçbir şey göremedim, bomboşlardı.

Salonda aradığımı bulamayınca diğer odalara doğru baktım. Tam o sırada gözüme sehpanın üzerinde duran kırmızı şarap ve yanındaki bardak çarptı.

Gözlerim istemsizce orada takılı kalırken bunun benim için önemli bir detay olmadığına ve vaktimin olmadığına kanaat getirip evdeki tek odaya doğru yürüdüm. Odaya girince yatak odası olduğunu gördüm. Zaten evde tek bir oda vardı. Başka bir ihtimal söz konusu bile olamaz. Yaptığım şeyin büyük bir hata olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleşip odaya girdim.

Küçük sade bir odaydı. Tam ortada bir yatak, kapının sağ tarafında küçük bir gardırop ortada da bir halı vardı. Odanın içine doğru ilerledim. Yatağın üzerinde rastgele atılmış kıyafetler vardı. Bir köşede çamur içinde kalmış ve görüntüsü umursanmamış iki çift ayakkabı duruyordu.

"Erkek değiller mi? Hepsi aynı işte. Odaya bak darmadağın." Deyip kapağı açık olan gardroba baktım. Kıyafetler yere düşmüş bir tanesi de açık kapağın üzerinde atılı duruyordu.

Odanın dağınıklığına bakmayı bırakıp her şeyin altına tek tek baktım. Tam olarak ne aradığımı ben de bilmiyorum. Zaten ne olduğunun hiçbir önemi yok. Sadece küçük bir ipucu olsa yeter bana. Bu işin devamını getirebileceğim minicik bir ipucu benim için yeterli olacaktı ama bu yatak odası da bana beklediğim şeyi vermedi ve elim boş kaldı. Çünkü odadan şüphe çekici hiçbir şey yoktu.

Yatak odasında çıkıp mutfağa girdim. Tezgahın ve mutfak masasının üzerinde duran bulaşıklara bakıp göz devirdim.

"Yiyor içiyor temizlemeye gelince tembelleşiyorlar." Sanki benim evimi kirletmişler gibi söylenerek mutfağa girdim.

"Gerçekten saçmalamaya başladım. Mutfakta ne bulabilirim ki?" Mutfağa son bir kez göz atıp salona döndüm. Hiçbir şey yoktu. En ufak bir iz yine yoktu. Sanırım yine çok yanlış bir yolda çok yanlış bir kişiden şüpheleniyorum.

"Hiçbir şey bulamıyorum, bıktım artık!" Kendi kendime konuşup bıkkınca ofladım. Acaba diğerlerinin de dediği gibi bu işin altında tahmin ettiğim gibi bir şey yok muydu? O yüzden mi hiçbir ilerleme kaydedemiyorum. Ya da çok yanlış kişiden şüpheleniyorum ve bu yüzden bir şey çıkmıyor. Belki de şüphelenmem gereken kişi Barış değil de Savaş'tır.

Bu evde yeterince oyalandığımı fark edince Barış'a yakalanmadan, o gelmeden evden çıkmak istediğim için kapıya yöneldim. Etrafı zaten hiç dağıtmamıştım. Dağıtsam bile kendi dağınıklığı arasında benimkini fark edemezdi. Ayakkabılarımı giymek için yere diz çökerken duyduğum ses donup kalmama neden oldu.

"Tamam geleceğim zaman haber vereceğim ben size." Barış'ın sesi gözlerimin yerinden çıkacakmış gibi irileşmesine neden oldu.

"Eve daha yeni geldim bir ara yanınıza uğrayacağım." Bir kapıya bir de salona baktım. Salonda saklanacak hiçbir yer olmadığı için giyemediğim ayakkabılarımı elime alıp koşarak mutfağa gittim ve masanın arkasına saklandım.

"Allah'ım rezil olacağım! Ne işim var benim burada ne?" Kendi kendime konuşurken evin kapısı açıldı ve işte tam da o anda salonun ışıklarını açık bıraktığım aklıma geldi.

"Allah kahretsin!" Sinirle kendime vururken Barış'ın sesini duydum.

"Arayacağım ben daha sonra seni." Gözlerimi kapatıp dudaklarımı ısırdım ve beklemeye başladım.

Yakalanırsam nasıl bir açıklama yapacağım? Sanırım açıklama falan yapamayıp düpedüz rezil olacağım. Bir de onu suçladığım için bana kızacak.

Yine salak gibi her şeyi mahvediyorum ve bundan nefret ediyorum.

Evin içinde sanki bir tek benim nefes alış verişim sesi duyuluyormuş gibi hissedince nefesimi tuttum. Çamurlu ayakkabılarım elimde sıkı sıkı tutarken yakalanmamayı umut ettim ama sanırım bu imkânsızdı. Sıradan birisi olsa neyse ama bir polisin evindeyim. Beni fark etmemesi mümkün bile değil.

Mutfağın içinde ayak sesi duyunca sanki gözlerimi kapatınca beni görmeyecekmiş gibi gözlerimi kapattım.

Hadi Mira, mantıklı bir şeyler bul ve kendini kurtar. Hadi... Hadi...

Başımı masanın arkasından çıkartıp arkası dönük olan Barış'a baktım. Su içiyordu. Sanırım şu an o beni yakalamadan benim ortaya çıkmam daha mantıklı olacaktı. Ve bunu çok saçma da olsa sadece bir şekilde yapabilirim. Aldığım karar doğruluğunda tuttuğum nefesimi bıraktım. Çamurlu ayakkabıları da yere bıraktım ve ayağa kalktım.

Birazdan rezil olacağım.

"İYİ Kİ DOĞDUN BARIŞ..." Barış sıkı bir küfür edip bir anda arkasını döndü ve iri iri olmuş gözleriyle bana baktı. Utançtan ölmek üzere olsam da belli etmeyerek devam ettim. "İYİ Kİ DOĞDUN BARIŞ." Daha fazla uzatmak istemediğim için kısa kesip sustum ve salak salak güldüm. Barış donmuş bir şekilde yüzüme bakarken sanki o bakışlarının nedeninin farkında değilmiş gibi konuştum.

"Neden bana öyle bakıyorsun? Şaşırdın değil mi? Tabii beklemiyordun beni. Gerçekten doğum gününü unuttuğumuzu falan mı düşündün yoksa?" Barış tepki vermezken devam ettim.

"Tüm gün unutmuş gibi yaptım. Ne zamandır burada senin gelmeni bekliyorum ya. Sendeki de ne iş aşkıymış arkadaş bir türlü gelemedin. Sıkıntıdan patladım burada." Barış yine bir tepki vermedi. Şu anda tam olarak yer yarılsa da ben içine girsem durumundayım ama bunu da elimden geldiği kadar gizlemeye çalışıyorum.

"Bir şey söylemeyecek misin?" Hareket eden adem elmasından yutkunduğunu fark ettim.

"Mira." Dedi sadece. Utançtan deliye dönmek üzereyken gülümsedim.

"Efendim."

"Bugün benim doğum günüm falan değil." Şaşırmış gibi yaptım.

"Ne demek doğum günüm değil?" Barış yere bıraktığım çamurlu ayakkabılarıma baktı ve gözlerini yeniden bana çevirdi.

"Doğum günüm değil demek." Kaşlarımı çattım. Zaten bunun ben de farkındayım demek istesem de tabii ki demedim.

"Ama ben senin doğum günün diye geldim buraya. Sürpriz yapayım dedim." Barış sessiz kaldı.

"Senin değilse kimin doğum günü bugün? Savaş'ın mı acaba?" Omuz silkti.

"Bilmiyorum." Barış'ın şu an bana gülüyor olması falan gerekirken fazlasıyla ciddiydi ve bu daha çok utanmama neden oluyordu. Acaba yalan söylediğimi anladı mı?

"Cansu'nun da olabilir." Dedim bir tepki vermesini umut ederek ama yüzünde mimik dahi oynamadı.

"Bilmiyorum, olabilir." Dudaklarımı ısırdım. Bu kadar ciddi olması normal değildi. Sanırım yalan söylediğimi anlamıştı. Hem nasıl anlamasın ki doğum günü için geldim diyorum ama ortada ne pasta var ne de hediye.

Yalan söylediğimi anladı ve belli etmemeye çalışıyor, bu çok utanç verici.

Barış sanki beni utandırmamak için yüzüme bakmazken bileğimdeki siyah bilekliği çıkardım. Hiç değilse biraz inandırıcı davranayım. Barış yaptığım şeyi fark etmezken elini tuttum.

"Ne yapıyorsun?" Cevap vermeden bilekliği ona taktım ve gülümsedim.

"Son anda hatırlamıştım, onu da yanlış hatırlamışım zaten, ama buraya gelirken bunu sana vermeyi düşünüyordum. Pasta almaya falan da hiç vaktim olmadı. Unuttuğumuzu düşünüp kırılma diye buraya geldim ama keşke gelmeseymişim. Sanırım biraz rezil oldum." Deyip ellerimi ondan çektim ve arkamda birleştirdim. Barış bilekliğe bir süre baktıktan sonra gözleri beni buldu.

"Dedim ya doğum günüm değil diye." Omuz silktim.

"Olsun, içimden geldi. Sevmediysen takmak zorunda değilsin. Benden bir hatıra olarak saklayabilirsin." Cevap vermedi. Kendimi daha fazla rezil etmek istemedim.

"Ben şey yapayım gideyim o zaman." Barış yine sessiz kaldı. Sessizliği daha çok utanmama neden oluyordu.

"İyi geceler sana."

"Sana da." Daha fazla yüzüne bakamadım. Gözlerimi kaçırıp yere eğildim ve ayakkabılarımı aldım. Yerlerin kirlendiğini görünce mahçup bir şekilde Barış'a döndüm.

"Burası biraz kirlendi. Temizlemek..." Sözümü kesti ve devam etmeme izin vermedi.

"Önemli değil, ben hallederim." Sadece başımı salladım ve başka bir şey söylemeden mutfaktan çıktım. Barış arkamdan gelirken kapının önünde ayakkabılarımı giymek için diz çöktüm.

Çok utanıyorum.

Ayakkabılardan birini ayağıma geçirmişken Barış salona geçti. Ona bakmadım, bakamadım. Diğer ayakkabıyı giyecekken sesini duydum.

"İçer misin?" Başımı kaldırdım ve ona doğru baktım. Koltuğa oturmuş ve elindeki şarap şişesini gösteriyordu. "Buraya kutlama için gelmemiş miydin zaten?" Dedi Barış kendisi için bir bardak doldururken ve ekledi. "Doğum günüm olmasa da kutlama yapabiliriz." Cevap veremedim.

"Ne dersin?" Diye sorunca bir ona bir de giydiğim ayakkabılarıma baktım ve hiç düşünmeden giydiğim ayakkabıyı yeniden çıkartıp yanına gittim. Hiç değilse bu süreçte rezilliğimi kapatabilirdim. Barış güldü.

"Bu kadar sevdiğini bilmiyordum." Yüzümü buruşturdum.

"Aslında hiç sevmiyorum." Kaşlarını çattı. "Sadece canım sıkıldığında içerim. Bu yüzden bugün senin için sadece bir bardak içeceğim." Barış dikkatle bana bakarken güldüm.

"Çünkü babam evde beni bekliyor." Deyince o da güldü ve kendisi için doldurduğu ve hiç içmediği bardağı uzattı.

"Buyurun o zaman." Gülümseyip elinden aldım. Barış mutfağa gidip kendisi için de bir şarap bardağı getirdi. Tek bir bardak içmeye karar verdiğim için yavaş yavaş yudumladım.

"Montla rahat mısın?" Barış'ın söylediği şeyle üzerime baktım ve gerçekten de montla oturduğumu fark edip güldüm.

"Dalgınlık." Dedim bardağı sehpanın üzerine bırakırken ve montumu çıkarttım. Barış'ın gözleri üzerimdeyken bardağı yeniden elime alıp bir yudum içtim. Midemde küçük bir yanma hissedince yüzümü buruşturdum.

"Dalgın olduğun çok belli. Yoksa bugünün benim doğum günüm olduğunu düşünmezdin." Derin bir nefes alıp bir yudum daha aldım.

"Öyle." Deyip Barış'a döndüm ve gergin olduğumu anlamasın diye gülerek konuştum. "Bir de koşa koşa geldim. Esra'yı arayıp merkezde olup olmadığını bile öğrendim." Deyip bir kez daha güldüm. Eğer merkezde Esra aradığımı söylediyse ya da söylerse bu konuda yalancı çıkmayacaktım.

"Merkezde olduğunu öğrenince de hemen buraya geldim. Sürpriz yapayım dedim ama olmadı işte. Neyse artık gerçek doğum gününe." Bileğini kaldırıp verdiğim bilekliği gösterdi.

"Hediyemi de önceden almış oldum." Gülümsedim.

"Yaa öyle oldu." Barış elindeki bardaktan bir yudum aldıktan sonra konuştu.

"Sahi senin doğum günün ne zamandı?" Önüme döndüm ve yanıtladım.

"12 Ağustos." dedim, başını salladı. Eş zamanlı olarak bardağındaki şarabı bir kerede içti ve yüzünü buruşturup bir bardak daha doldurduktan sonra konuştu.

"Benimki de 26 Şubat, bugün değil yani." dedi sitem edercesine ve kaşlarım çatıldı. Bir an için aklıma birkaç saat önce okuduğum şeyler geldi.

Barış Erendil, doğum tarihi; 16 Eylül.

"26 Şubat." Diye tekrar ettim söylediği şeyi ve bir yanlışlık olduğunu söylemesini bekledim ama o beklediğim şeyin tam aksini yapıp başını aşağı yukarı salladı.

"26 Şubat." Diye yineledi. Öylece kaldım karşısında. Başka birisi olsaydı belki kimlikte doğum tarihi farklıdır ve gerçeğini söylüyor derdim ama o Barış'tı.

5 aylık bebekken yetimhaneye verilen Barış. Ailesini, akrabalarını tanımıyor. Hiç kimse ona kimliğinde yazan doğum tarihi dışında başka bir tarih söyleyemez ve şu anda o karşıma geçmiş bana başka bir şey söylüyordu.

Büyük bir pot kırmıştı...

"Neden bana öyle bakıyorsun? Bir sorun mu var?" Dedi Barış kaşları çatık bir şekilde. Yüz ifademi az çok tahmin edebiliyordum. Bu yüzden yalandan gülümsedim.

"Hiç, düşünüyordum." Kaşları biraz daha çatıldı.

"Neyi?"

Senin Ateş olabilme ihtimalini.

"Bugünkü adamı, ne oldu o adama? Tutuklandı değil mi?" Deyip konuyu değiştirdim. Barış içkisini içerken başını salladı ve aynı zamanda konuştu.

"Savcılık mahkemeye kadar tutuklu yargılanmasına karar verdi. İlk mahkemede de cezası belli olur." Derin bir nefes aldım.

"Umarım hak ettiği cezayı alır." Barış beni onaylarken ekledim. "Umarım her suçlu bir gün hak ettiği cezayı alır." İmayla söylediğim şeyle gözleri beni buldu. İmayı anlamadı ya da anlamamış gibi yaptı ve rahat bir ifadeyle başını salladı.

"Umarım." Dedi önüne dönerken gözlerimi ondan çekemedim. Gerçekten bir suçlunun yanında oturuyor olabilir miyim? Dikkatle Barış'a bakarken duyduğum mesaj sesiyle aramızdaki boşluğa baktım ve onun telefonu olduğunu gördüm. Ekranı açılan telefonda apaçık görülen mesajı istemsizce okudum.

Erdem: Yarın akşam saat 9 buçukta.

Okuduğum şey kaşlarımı çatmama neden oldu ve Barış gelen mesajı okuduğumu anlamasın diye bakışlarımı hemen başka bir tarafa çevirdim. Telefonu eline aldı, okudu ve cevap yazmadan eski yerine bıraktı.

"Yavaş gidiyorsun." Deyince ona döndüm. Gözleriyle içinden sadece birkaç yudum içtiğim bardağı gösterince gergin olduğumu belli etmemeye çalıştım.

"Dedim ya babam bekliyor evde diye, hem rahatsız ediyor beni artık." Deyip bu sefer ben onun bardağını gösterdim.

"Sen de çok hızlı gidiyorsun, yarın merkezde olacaksın, bir sorun olmasın?" Dedim ağzını aramak için. Belki alkolün etkisiyle bir şeyler daha kaçırırdı ağzından.

"Sorun olmaz." Dedi sadece. Acaba biraz daha içmesini bekleyip sorular falan mı sorsam? Yoksa bir an önce buradan çıkıp gitsem mi? Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yok.

"Bir şey mi oldu? Neden bir anda yüzün düştü?" Barış'ın şüphe dolu sorusuyla omuz silktim.

"Hâlâ aklımda bir sürü cevapsız soru var, uykularımı kaçıran sinir bozucu sorular. Sanki bu soruların cevabını hiç alamayakmışım gibi hissediyorum."

"Belki de almaman en iyisidir." Dediği an kaşlarım çatıldı ve ona döndüm.

"Anlamadım?" Bana bakmadan konuştu.

"Sorular sadece kafanı karıştırıyor." Dedi ve gözleri ağır ağır beni buldu. "Ya cevaplar hayatını karıştırırsa?" Güldüm.

"Sorular uykularını cevaplar da hayatını mı mahveder demek istiyorsun?" Dudakları yana kıvrıldı.

"Belki de." Gözlerinin içine baktım.

"Ya ben uykumu hayatımdan daha çok seviyorsam?" Kaşları çatıldı ve gözlerime odaklandı.

"Yanarsın." Dedi ve önüne döndü. "Hani Ateş her şeyi yakıp kül edecekmiş ya." Deyip göz ucuyla bana baktı. "Sen de yanarsın." Geriye yaslandım ve başımı koltuğun arkasına koyup bardağımda kalan son bir yudum şarabı da içtim.

"Belki de ben yanmayı seviyorumdur?" Dedim evin beyaz tavanına boş boş bakıp iç çekerken.

"Bir dosya için yanmak mantıklı mı?" Güldüm.

"Hayatım boyunca mantıklı olanı hiç seçemedim. Hep yanlış olanı seçtim." Barış sessiz kaldı. "Bu yüzden de hep başıma bela aldım." Deyip başımı ona çevirdim.

"Ama bu sefer çok farklı bir şey var." O da bana döndü ve gözlerimin içine baktı. O kadar içmesine rağmen sarhoşmuş gibi durmuyordu.

"Neymiş o?" Bunu ona söylemem her ne kadar doğru bilmiyorum ama içimden söylemek geliyordu.

"Sanki bu sefer sonu iyi bitecekmiş gibi hissediyorum. O adamın söylediği o kadar şeyden sonra herkese rağmen devam etmeliymişim gibi." Barış sessiz kaldı. "Yine yanlış yolu seçmeliymişim gibi." Güldü.

"Seç o zaman." Deyip gözlerini benden çekti ve iç geçirdi. "Ama o yolda hep yalnız olduğunu da bil. Çünkü sen de çok iyi biliyorsun ki dosya kapandı. Hiç kimse kapanan bir dosyanın özellikle de çözülerek kapanan bir dosyanın peşine düşmez, araştırmaya devam etmez." Dedi ve göz ucuyla bana bakıp ekledi.

"Ben bile." Bu sefer sessiz kalan ben oldum. Barış kendisi için yeni bir bardak doldururken dikkatle izledim onu.

Buraya gelirken benim için en büyük ve tek şüpheli oydu. Buraya geldiğimde ise yanıldığımı anlamıştım. Giderken ona karşı olan tüm şüphelerim neredeyse yok olup gitmişti ama şimdi, şimdi yine ondan şüpheleniyorum.

Bu evde hiçbir şey olmamasına rağmen, onu suçlayabileceğim tek bir şey bile olmamasına rağmen ondan şüpheleniyorum. Doğum tarihini yanlış söylemesi, konuşmaları, bakışları, hareketleri... Çok şüpheli geliyor.

"Ben gitsem iyi olacak." Birdenbire söylediğim şeyle Barış'ın gözleri beni buldu.

"Bu kadar çabuk mu?"

"Aslında evden çıkalı çok oldu. Hem yorgunum biraz gidip dinleneceğim." Deyip ayağa kalktım. "Sen de çok fazla içmesen iyi olacak. Sabahları iyi şeyler olmuyor çünkü." Güldü. Çıkardığım montumu yeniden giydim.

"Hadi görüşürüz." Deyip kapıya doğru yürüdüm. Barış gözlerini bir saniye bile olsun üzerimden çekmedi. Diz çöküp ayakkabılarımı giydim ve yeniden ayağa kalktım. Barış hâlâ bana baktığı için ona gülümseyip el salladım ve evden çıktım. Çıkar çıkmaz yüzümdeki gülümseme soldu ve derin bir nefes aldım.

Daha yeni çıktığım evin kapısına bakıp iç çektim ve merdivenleri inip apartmandan çıktım. Yüzüme çarpan soğuk hava beni kendime getirirken bir kez daha derin nefes aldım. Kendimi kötü hissediyordum ve buna bir anlam veremiyorum.

Barış görmesin diye çok uzağa park ettiğim arabama doğru yürüdüm. Arabaya binip çalıştırırken aklıma Barış'a gelen mesaj geldi.

Yarın akşam saat 9 buçukta.

Bir arkadaşından gelen sıradan bir mesaj olabilirdi ya da başka birisinden gelen önemsiz bir mesaj. İşte benim sorunum tam olarak bu; herkesten ve herşeyden şüphe duymak.

Yola çıkarken bile hâlâ zihnimin içinde beni delirten sorular dönmeye devam etti. Düşünmemek için kendimi zorladım ama o bile fayda etmedi.

Eve ulaştığımda düşünmekten dolayı başımda şiddetli bir ağrı vardı. Babamların uyumuş olacağını düşünüp sessizce açtım kapıyı. Aynı sessizlikle eve girip annemle babamın hâlâ salonda olduklarını gördüm.

"Ben geldim." İkisinin de gözleri beni buldu.

"Erken gelmişsin." Diyen anneme baktım.

"Öyle bir kahve içtik sadece." Tıpkı evden çıkarken olduğu gibi yine yalan söylemiştim. Annem gülümseyip önüne dönerken konuştum.

"Ben, odamdayım." Deyip odama yöneldim ama babamın sesiyle odaya giremeden durdum.

"Buraya gel Mira seninle bir şey konuşmam lazım." Babama döndüm ve cevap vermeden salona gidip karşısına oturdum.

"Dinliyorum baba." Babam göz ucuyla anneme bakıp bana döndü.

"Senin bir tatile çıkman lazım bence." Dediği an öylece kaldım.

"Anlamadım?"

"Anlamayacak bir şey yok kızım. Tatile çıkman lazım diyorum." Kaşlarımı çattım.

"Bu da nereden çıktı şimdi?" Babamın dirseklerini dizinin üzerine koyup bana doğru eğildi.

"Senin için bunun iyi olacağını düşündük. Kendini bu işe çok fazla kaptırdın. Biraz kafanı dinlemen iyi olacak." Tuttuğum nefesimi bıraktım.

"Böyle bir şeye gerek yok baba. Çünkü..." Devam etmeme izin vermedi.

"Gerek var Mira!" Babamın sesi sert çıkınca tepki veremedim. "Az önce odanda masanın üzerinde duranları gördüm. Herkes bıraktı işin peşini sen hâlâ araştırmaya devam ediyorsun." Kaşlarımı çattım.

"Siz benim odamı mı karıştırdınız?" İkisi de birbirinin yüzüne baktı, sessiz kaldılar.

"Böyle bir şeyi nasıl yaparsınız ya? Siz çok değiştiniz farkındasınız değil mi? İkiniz bir araya gelince kötü kötü şeyler yapıyorsunuz." Dedim gülerek sırf konuyu değiştirmek için ama ikisi de ciddiyetini bozmadı.

"Sadece birkaç bir şeye baktım baba. Bu kadar abartılacak bir şey değil. Herhalde tek başıma olayı araştırmaya devam edecek değilim." Cevap vermedi.

"Endişelenecek bir şey yok yani. Ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum ve kendime de dikkat ediyorum. Biliyorum endişeleniyorsunuz ama gerçekten ortada önemli bir şey yok." Babam gözlerini kısıp şüpheyle yüzüme bakarken gülümsedim.

"İyi, peki. Siz nasıl isterseniz öyle olsun. Odaya gidip o dosyaları ortadan kaldıracağım ve bir daha asla çıkarmayacağım ama tatil falan da abartı. Hem kışın ortasında ne tatili ayrıca?" Geriye yaslandım ve devam ettim.

"Tabii siz de benimle gelecekseniz ailecek güzel bir tatil yapabiliriz, ne dersiniz?" Babam kaşlarını kaldırdı.

"Biz senin için söyledik, kendimiz için değil." Yine itiraz etmek için harekete geçtim ama bu sefer de bana engel olan annem oldu.

"Eline böyle bir fırsat geçmişken değerlendirmen lazım bence." Derin bir nefes aldım. Onlar birlikte bir karar aldıysa ve benden bir şey yapmamı istedilerse yapmadan peşimi bırakmaz, rahat vermezlerdi.

"Tamam, dediğim gibi siz nasıl isterseniz öyle olsun, gideceğim." İkisinin de yüzündeki rahatlamayı görünce gülümsedim. Ben ne yapacağımı çok iyi biliyorum ama bunu onların bilmesine hiç gerek yok.

"Neyse başka bir şey yoksa ben odama gidiyorum." Dediğim an annem atıldı.

"Nereye gideceksin?" Omuz silktim.

"Düşünürüm."

"Ne zaman gideceksin?" Güldüm ve kendimi gösterdim.

"Sen beni bu evde istemiyor olabilir misin?" Gözlerini kıstı.

"Tamam hemen kızma şaka yaptım." Deyip ona doğru eğildim ve yanağından öpüp geri çekildim.

"Yarın hallederim." Deyip babama döndüm. Onu da öpüp başka bir şey söylemeden odama gittim. Odadan içeriye girer girmez bıkkınca ofladım.

"Ailesi tarafından zorla tatile gönderilen tek insan olabilirim." Söylenerek odanın içine doğru ilerledim. Kıyafetlerimi çıkarıp pijamalarımı giydim ve masanın üzerindeki dosyaları toplayıp onları buraya getirdiğim küçük kutunun içine koydum. Kutuyu da öylece masanın üzerine bıraktım.

Işıkları da kapatıp yatağa girdim ve her zamanki gibi boş boş tavana baktım. Barış'ın evinden çıktığımdan beri zihnimin içinde dolanan sadece iki cümle vardı.

Doğum günüm 26 Şubat.

Yarın akşam saat 9 buçukta.

Kimliğinde doğum günü 16 Eylül yazan birisi neden doğum gününün 26 Şubat olduğunu söyler?

"Düşünme Mira, düşünme, düşünme..." Kendi kendime konuşup gözlerimi kapattım. Bir de şu tatil işi çıkmıştı şimdi. Babam resmen beni bu işten uzak tutmak için gönderiyordu ama buna da bir çare bulacağım. Elbet bulacağım. Yarın sabah sakince düşünüp bulabilmem için de uyumam lazım. Bu yüzden her şeye rağmen hiçbir şey düşünmeden uyumaya çalıştım

*****

Sabahın ilk ışıklarında annemin odamda kıyafetlerimle girdiği savaşla uyanmıştım. Ben daha uyurken o beni göndermek için valizimi hazırlamıştı bile.

Bu kadının beni sevip sevmediğinden artık gerçekten şüphelenmeye başladım.

Söylenerek yataktan çıkıp banyoya gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Annem büyük bir hevesle bana valiz hazırlamaya devam ederken gideceğim için neden bu kadar mutlu olduğuna bir türlü anlam veremedim. Daha doğrusu gideceğimi düşündüğü için.

Annemi kıyafetlerimden zorla ayırıp salona götürdüm. Beraber kahvaltı hazırlayıp ailecek güzel bir kahvaltı yaptık. Onlara gideceğim yer hakkında birkaç yalan söyledikten sonra her an gitmekten vazgeçeceğimi düşünen annem apar topar beni masadan kaldırıp odama götürdü.

Bir yandan annemle kavga edip bir yandan üzerimi değiştirdim. Her ne kadar tatile falan gitmeyecek olsam da yanıma lazım olabilecek şeyleri aldım ve annemin aceleci tavırları yüzünden ben de sanki bir yere yetişecekmiş gibi telaşa kapılıp acele etmeye başladım.

Sanki uzak bir yere gidiyormuş gibi onlara sarılıp veda ettikten sonra evden çıktım. Babam çoktan valizi arabaya yerleştirmişti bile. Arabaya binip çalıştırdım ve öylece içinde oturdum.

"Resmen beni kovdular ya!" Söylenerek başımı direksiyonun üzerine koydum. Hiçbir yere gitmek istemiyorum ama onlar gitmemi istiyorlardı. Bu yüzden de bu ev dışında gidebileceğim tek yere, dedemin oteline, gideceğim. Birkaç gün orada kaldıktan sonra da sanki tatilden dönüyormuş gibi yaparım inanırlar. Ayrıca bu tatil işi iyi olmuştu. Çünkü bu sayede hiç kimsenin gözü üzerimde olmadan yapmak istediklerimi yapabilirdim.

Aldığım kararla başımı direksiyondan kaldırdım ve yola çıktım. Otele ulaşınca valizi arabadan indirip her zaman kaldığım odaya çıkardım. Valizi rastgele odanın bir köşesine bırakarak yeniden odadan çıkıp dedemin yanına gittim. Hâlâ olanlar yüzünden sinirliydi ama işin bizimle ilgisi olduğunu bilmediği için tepkisi bize yönelik değildi.

Onunla biraz konuşup sohbet ettikten sonra biraz da şirinlik yapıp burada olduğumu hiç kimseye söylememesi konusunda onu ikna ettim. Daha sonra da ihtiyacım olduğunu söyleyip ona ait arabalardan birini istedim ve isteğimi ikiletmeden arabayı verdi.

Dedemin her istediğimi yapmasını çok seviyorum.

Dedemin odasından çıkıp kapıdaki asistan kıza başımla selam verdim ve yeniden kendi kaldığım odaya çıktım. Akşam üstü 4'e kadar odada oyalandım. Bir ara anneme gideceğim yere ulaştığıma dair bir mesaj attım. Saat 4 olduğunda ise önce odadan sonra otelden çıktım ve otelin arkasındaki otoparka gidip dedemin bana verdiği arabaya bindim.

Bu gece aklımdaki tüm soru işaretlerine bir son vereceğim.

Merkeze ulaştığımda uzak bir yere arabayı durdurup dikkatle kapıya doğru baktım. Saat 5'e doğru bizimkiler merkezden çıktı. Önce kapının önünde birkaç dakika konuştular. Daha sonra Cansu bir taksiye binip Savaş ve Barış'tan ayrıldı. Arabanın camları filmli olduğu için rahatça onları izledim. Zaten dedemin arabasını tanımaları da mümkün değildi. Cansu'nun gidişinin ardından Savaş ve Barış, Barış'ın arabasına bindiler.

"İkisi de mi?" Kendi kendime konuşurak arabayı çalıştırdım ve onları takip ettim. 15 dakika sonra küçük bir lokantanın önünde durdular.

"Off bir de yemek yemelerini bekleyeceğim." Ben söylenirken arabadan yalnızca Savaş indi. Dikkatle izledim onu. Lokantaya girmek yerine lokantanın yanındaki küçük sokağa girdi ve gözden kayboldu.

"Ne oluyor ya? Nereye gidiyor bu?" Savaş'ın arkasından bakarken Barış arabayı yeniden çalıştırırak yola devam etti. Bir Savaş'a bir de giden arabaya baktım ve Barış'ın peşinden gitmeye karar verip ben de yeniden arabayı çalıştırdım.

20 dakika kadar sonra Barış dün gece geldiğim evinin önünde durdu ve arabadan inip eve girdi. Telefonumu çıkartıp saate baktım ve 6 olduğunu gördüm.

Yarın akşam saat 9 buçukta.

Okuduğum mesaj yeniden aklıma gelirken beklemeye devam ettim. Tüm oklar Barış'ı gösterirken ve bunun bir tek ben farkına varıyorken hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edemem. Babam kızacak olsa da, yaptığım şey bir suç olsa da yapmam lazım.

O karanlığı aydınlat Mira Aksoylu.

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. O adamın, Aren'in, sesi sürekli zihnimin içinde yankılanıp duruyordu. Başımı ellerimin arasına alarak bıkkınca ofladım ve beklemeye devam ettim.

Aradan dakikalar saatler geçti. Arabanın içinde oturmaktan tüm bedenim uyuştu. Oturduğum yerden vücudumu esnetmeye çalıştım. Arabadan inemezdim çünkü inersem Barış beni görebilirdi. Bu kadar şeyi yaparken onun beni görmesini göze alamam. Bu yüzden sabırla beklemeye devam ettim. O sırada telefonumu çıkartıp saate baktım ve 8 buçuk olduğunu gördüm.

"Neyse şunun şurasında sadece 1 saat kaldı." Kendi kendime konuşup yeniden eve doğru baktım ve bir anda Barış'ı gördüm.

"Çıktı vallahi çıktı!" Heyecanla konuşurken yanına bir adam geldi ve onunla konuşmaya başladı. Gözümü bile kırpmadan izledim onu. Adamla konuşurken güldü. Bu sayede ciddi bir konu konuşmadıklarını anlamış oldum.

Adamla bir süre konuştuktan sonra adamın inip yanına geldiği arabaya yeniden bindiler. Kimdi acaba bu adam? Neden onunla bir yere gidiyor?

"Allah'ım n'olur tahminlerimde yanılayım. Pişman olup sürünmeye bile razıyım ama n'olur haksız çıkayım. Her şeyin mantıklı bir açıklaması olsun." Bir yandan dua edip bir yandan da arabayı çalıştırdım ve onları takip ettim.

"Hadi başlayalım. Bakalım neler olacak?" Dedim takip mesafesi kadar ileride olan arabaya bakıp. Tam o sırada saatlerdir çalmayan telefonum çaldı. Göz ucuyla ekrana bakıp babamın ismini gördüm ama açmadım. Şimdi açamazdım.

Gözümü bir saniye bile olsun öndeki arabadan çekmedim. Umarım beni fark etmezlerdi. Edeceklerini hiç zannetmiyorum ama sonuçta arabanın içinde bir polis vardı.

Saat 9 olmak üzereyken sahil kenarında durmuş ve arabadan inmişlerdi. Ben inmeden onları izlemeyi düşünürken yürüyerek uzaklaştıklarını görünce el mecbur ben de indim ve yürüyerek takip ettim onları. Arabadan indikten sonra neredeyse sahilin bir diğer ucuna gittiler. Hiçbir hareketlilik olmaması bir yandan iyi olurken bir yandan da sıkılmaya başlamıştım.

Sahil yolu bittiğinde cadenin karşısına geçtiler. Kaşlarımı çatıp peşlerinden gittim. Ara sokağa girip yürümeye devam ettiler.

"Nereye gidiyorsun ya?" Kendi kendime konuşup her şeye karşı belimden silahımı çıkardım ve bu şekilde takip ettim. Sanki birisi de beni takip ediyormuş hissine kapılıp arkama baktım ve geçtiğimiz sokağın bomboş olduğunu gördüm. Yeniden önüme döndüğümde gördüğüm şey esaslı bir şaşkınlık yaşamama neden oldu.

Barış, silahını çıkarmış yanındaki adama uzatmıştı. Adam da silahı alıp beline takmış ve Barış'a başka bir silah uzatmıştı. Olan biten hiçbir şeyi anlamazken yanlarına başka bir adam geldi. İlerlemek yerine ıssız sokakta durup konuşmaya başladılar. Elimdeki silahı sıkı sıkı tutup saklandığım duvarın arkasından onları izlemeye devam ettim. Bir süre sonra yanlarına siyah bir araba durdu ve arabanın içinden bir kişi indi.

Yutkundum ve boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum. Kendimi çok kötü hissediyorum. Ne göreceğimi bilmeden buraya kadar gelmiştim. Şimdi ise gördüklerim çok kötü hissetmeme ve korkmama neden oluyor.

Arabadan inen adam Barış'a bir şeyler söyledi. Bir süre sonra ona bir seyler uzattı ama ne olduğunu göremedim. Barış aldığı şeyi cebine koyarken adam yeniden arabaya yöneldi ve arka tarafın kapısını açıp bir başka adamı çekerek çıkardı. Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Zorla getirdikleri adam Barış'a telaşla bir şeyler anlatırken Barış aniden adama tokat attı ve yere düşürdü.

"ŞEREFSİZ! YAPTIĞIN ŞEY YANINA MI KALACAK ZANNETTİN?" Gözlerim bir kez daha irileşirken yere düşen adama tekme attı.

"NASIL CESARET ETTİN LAN PUŞT!" Barış hem bağırıp hem adama vururken az önceki adamdan aldığı silahı çıkardı ve yerdeki adama doğrulttu. Olduğum yerde kalırken ne yapacağımı bilemedim. Bir elimdeki silaha bir de Barış'a baktım.

"YALVARIRIM YAPMA! YALVARIRIM! NE İSTERSEN YAPARIM AMA ÖLDÜRME BENİ!" Derin bir nefes aldım. Göreceğimi görmüştüm ama bu şekilde arkamı dönüp gidemem ki.

Çünkü Barış biraz sonra bir cinayet işleyecek.

Gözlerim doldu ve ellerim titremeye başladı. Kalp atışım hızlanıp heyecanım giderek artarken derin derin nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım.

Duygusallık yok, bu benim işim. Karşımdaki her kim olursa olsun bu, benim işim.

"YEMİN EDERİM NE İSTERSEN YAPARIM YEMİN EDERİM!" Adam bağırıp yalvarmaya devam ederken cebimden telefonu çıkartıp Esra'ya konum attım ve buraya birilerini göndermesi gerektiğini yazıp telefonu yeniden cebime koydum. Daha sonra cesaretimi toplayıp saklandığım duvarın arkasından çıktım ve silahı onlara doğrulttum.

"Yapabilirim." Kendi kendime mırıldanıp onlara doğru adımladım. Barış yalvaran adama bir tepki vermezken cesaretimi toplayıp bağırdım.

"İNDİR SİLAHINI!" Bir anda hepsinin gözleri beni buldu. Şu an aylardır beraber çalıştığım bir polise silah doğrulttuğuma inanamıyorum. Barış'ın şaşkın gözleri üzerimdeyken şaşkınlığını umursamadım.

"SANA DİYORUM İNDİR HEMEN O SİLAHI!" Barış'ın sesi çıkmadı ama dudaklarının arasından ismimi söylediğini fark ettim. Yanındaki iki adam Barış'a bir şeyler söylerken Barış bir saniye bile olsun gözlerini üzerimden çekmedi. O sırada yanındaki iki adam silahlarını çıkartıp bana doğrulttular.

"Ne o? Bir polisi mi vuracaksınız?" Deyip Barış'a baktım. "Bunun cezasının ne olduğunu sen çok iyi biliyorsun değil mi Barış?" Hareket eden adem elmasından yutkunduğunu fark ettim. Cevap vermesini bekledim ama sessiz kaldı.

"Ya da Ateş mi demeliydim?" Dediğim an gözlerini benden kaçırıp yanındaki adamlara baktı ve bir şeyler söyledi. Ne söylediğini duyamazken adamlar silahlarını indirdiler.

"Doğru karar, şimdi hepiniz ellerinizi kaldırın ve duvara yaslanın!" Deyip Barış'a baktım. "Sen de." Yine tepki vermedi.

"HADİ!" Diye bağırdım fakat hiçbirinin umurunda olmadı

"SİZE DİYORUM HADİ!" Barış elindeki silahı gösterip yere attı ve bana doğru birkaç adım attı. Yanıma geldiğini fark ettiğim an bağırdım.

"YAKLAŞMA! ELLERİNİ KALDIR VE DUVARA YASLAN! YOKSA VURURUM SENİ!" Durdu.

"İndir silahını!" Sesi benimkinin aksine sakin çıktı. Sanki karşımda her gün gördüğüm bir adam değil de başkası varmış gibi hissediyordum. Bir şeyler söylemek, ona hesap sormak, sen kimsin diye bağırmak istiyor ama yapamıyordum. Yapabildiğim tek şey ona silah doğrultmaktı.

"Mira sakin ol ve indir silahını!" Sinirlendim çok sinirlendim ama söylediğim şeyi tekrar etmeye devam ettim.

"Ya şimdi dediğimi yaparsanız ya da seni vurmak zorunda kalırım. Herkes böyle birisi olduğunu öğrendiğinde de suç işlemiş sayılmam. Bunu sen benden daha iyi biliyorsundur." Cevap vermedi.

"10 dakika içinde buraya polis yığılacak! Kaçışınız yok! Hele senin hiç yok! Bu yüzden kaldır ellerini ve teslim ol." Ellerini cebine koyup rahat bir ifadeyle yüzüme bakarken daha çok sinirlendim.

"Bana bak..." Devam edemedim çünkü birisinin başıma silah dayadığını hissedip öylece kaldım. Barış elini uzattı.

"Ver silahını!" Başımı sağa sola salladım.

"Asla!" Barış gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı ve bir adım daha attı.

"Uzatma, ver silahını!" Ona cevap verecekken arkamdaki her kimse başıma silahı bastırıp varlığını hatırlattı.

"Yeterince suç işledin! Daha fazla..." Devam edemedim çünkü Barış aniden üzerime atılıp silahı havaya kaldırdı ve elimden almaya çalıştı. Vermemek için bağırıp dizimi kaldırdım ve karnına tekme attım. Buna rağmen bile Barış bir çırpıda silahı alıp geri çekilirken bir eliyle de karnını tutup öksürdü.

"Mahvedeceğim seni!" Dedim silahım olmamasına rağmen üzerine gidip vurmaya çalışırken. O sırada bir adam arkadan boğazıma sarılıp bana engel olmaya çalıştı.

Başımı önce öne eğip daha sonra hızla arkaya doğru attım ve arkamdaki adama kafa atıp beni bırakmasını sağladım. Daha sonra elinden kurtulup ona döndüm ve iki büklüm olduğunu gördüm. Dirseğimle sırtının ortasına dizimle bacağının arasına vurup yere düşürdüm. O acı içinde yerde kıvranırken Barış'a döndüm.

"Hayatının hatasını yapıyorsun! Şimdi silahımı ver ve teslim ol!" Bir anda kolumdan tutup beni duvara doğru savurdu ve sırtımı duvara yaslayıp kollarını bana kalkan yaptı. Kendimi korumak için ve daha fazla yaklaşmasın diye ellerimi göğsüne koydum, kendimi savunmaya geçtim.

"BIRAK!" Diye bağırdım ama tabii ki umurunda olmadı. Bacağının arasına tekme atmak için harekete geçtim ama kendi bacaklarını bana yaslayıp bana engel oldu. Pes edip başımı ona çevirdim.

Bir nefes kadar yakındı. Korku tüm bedenimi kaplarken karanlıkta bile fark edebildiğim kehribar rengi gözlerini bir saniye bile olsun çekmedi gözlerimden.

Bakışları oldukça keskindi, korkudan kalbimi yaralayacak kadar keskin.

Karşımda Barış değil başka birisi varmış gibi hissediyorum.

"Sana yapma dedim! Bırak sorular aklını karıştırsın cevapları bulma dedim!" Derin bir nefes aldım sessiz kaldım.

"Bunu kendine neden yaptın?" İleride duran adamlara bakıp dolu gözlerimle yeniden ona döndüm.

"Sen..." Deyip sustum, devam edemedim. Boğazım düğüm düğüm oldu. Titreyen ellerimi göğsünden çekmedim. Bana daha fazla yaklaşmasına izin vermedim ve gözlerimi kaçırdım.

Her yer bir anda adamlarla dolmuştu. Kaçacak hiçbir yerim yokmuş gibi, hapsolmuş gibi çaresiz ve korkak hissediyorum.

Ben polisim, bu kadar korkmamam gerekiyordu ama elimde değil, korkuyorum.

O konuşmayınca kendimi toparlayıp yeniden gözlerimi ona çevirdim ve cümlemi tamamladım.

"Polis falan değilsin!" İtiraz etmezken ekledim. "Suçlusun." Dedim inanmak istercesine. Yine sessiz kaldı. Sinirle göğsüne vurdum.

"Günlerdir bahsedilen o adam senmişsin!" Yine cevap vermedi. "Sen... Sen nasıl böyle birisi olabilirsin? Aklım almıyor!" Barış gözlerimin içine bakmaya devam ederken sustu. Bir kez daha vurdum göğsüne ve çatallanan sesimle konuştum.

"Kimsin sen? Neden yapıyorsun bunları?" Dedim ağlamak üzereyken. Barış eğildi, yüzlerimizin arasındaki mesafeyi iyice kapattı. Burnum boynuna değerken derin bir nefes aldım. Kokusunu hissedince gözlerimi kapadım.

"Ben Ateş, Ateş Demirkan!"

Ateş, Ateş Demirkan...

Göğsüm yaşadığım şeyin büyük korkusuyla hızla inip kalkmaya başladı. Aynı zamanda Boynuma çarpan nefesinden rahatsız olup, yutkundum.

"Büyük bir suç işlenecek." Ne demekti şimdi bu?

Büyük bir suç işlenecek!

"Ve sen, Mira Aksoylu, gördüklerinden sonra bu suça ortak olmaktan başka seçeneğin yok!" Dedi tek bir nefeste. Algılama yetimi kaybetmiş gibi ne söylemek istediğini anlamazken geri çekildi ve gözleri yeniden gözlerimi buldu.

"Artık beraberiz!"

Karar alındı, hüküm verildi!

Artık beraberiz!

Öylece donup kaldım tek bir kelime bile edemedim. Gözlerimin içine bakmaya devam etti. Bakışları ruhsuz ve sertti. Dakikalardır bir saniye bile olsun gözlerini gözlerimden çekmemiş ve bana odaklanmıştı. Bir şeyler yapmam, bir şeyler söylemem gerekiyordu ama yapamıyorum. Sanki beynim işlevini yitirmiş gibiydi.

Beraberiz diyordu, biz artık beraberiz. Ne demekti şimdi bu? Hiçbir şey anlamıyorum. Çünkü şu an karşımda aylardır beraber çalıştığım adam yoktu. Başka, bambaşka birisi vardı ve ben bu adamı tanımıyorum, tanımak istemiyorum. Korkuyorum.

"Buraya hiç gelmemen gerekiyordu, olanları hiç görmemen gerekiyordu." Cevap vermedim, veremedim. İşaret parmağını kaldırdı ve tam kalbimin üzerine koyup birkaç defa vurdu.

"Ben, seni gerçekten uyarmıştım ama dinlemedin." Sinirlendim.

"Suçlusun sen!" Dedim bunu haykırmak istercesine. Bağıra çağıra suçlu olduğunu dile getirmek, bunu herkese duyurmak istiyordum ama yapabildiğim tek şey gözlerine bakarak söylemekti.

"Öldürecektin adamı!" Sessiz kaldı. "Sen..." Deyip sustum ve derin bir nefes aldım. "Nasıl böyle birisi olabilirsin?" Sesim fısıltı gibi çıkmıştı. Hâlâ göğsünde duran ellerimi omuzlarına çıkartıp tüm gücümle ittim ve kendimden uzaklaştırdım. Hiç beklemediği bir anda ittiğim için dengesini kaybetmişti.

"Daha fazla suç işleme! Cezanı ikiye katlama! Teslim ol!" Dediğim an Barış güldü.

Ya da Ateş mi demeliydim?

"Bu kadar şeyi yaptıktan sonra gidip kendi ellerimle teslim olacağımı falan mı düşünüyorsun gerçekten?" Ona doğru adımladım.

"Başka ne yapmayı düşünüyorsun? Devam mı edeceksin suç işlemeye?" Ellerini cebine koydu ve kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Yoluma devam edeceğim." Göz devirdim.

"Yanlış yoldasın!"

"Bu seni hiç ilgilendirmez." Onu biraz daha oyalamam lazımdı. Birazdan Esra ekip gönderecekti ve burası polislerle dolacaktı.

"Yeterince oyalandık bence." Dedi Barış ilerideki bir adamı el hareketiyle yanına çağırırken.

"Ne yapacaksın?" Gözleri beni buldu fakat cevap vermedi. "Sana diyorum ne yapacaksın?" Gözlerini benden çekip yanındaki adama baktı.

"Eve götürün, ben de geleceğim." Benden bahsettiğini anlayınca kaşlarımı çattım.

"Eve mi götürün? Ne diyorsun sen be? Ne evi, neyden bahsediyorsun?" Ne dönüp bana baktı ne de cevap verdi, adamla konuşmaya devam etti.

"Geldiğiniz yoldan dönün, kestirme yola girmeyin. Orada polis kontrolü oluyor bu saatlerde, yakalanmayın." Sinirle onu dinlemeye devam ederken sonunda gözleri yeniden beni buldu.

"Götürün şimdi." İki adam yanıma gelirken telaşla konuştum.

"Bana dokunduğunuz an ikinizi de öldürürüm yemin ederim!" İkisi de sessiz kaldılar ve söylediğim şeyi umursamadılar.

İkisi de yanıma gelip kollarımdan tutarken sağ kolumu tutan adamın karnına dirseğimle vurdum. Adam iki büklüm olurken tekme atıp kendimden uzaklaştırdım. Diğer adam iki koluyla beni sarmaya çalışırken bacağının arasına tekme atıp onu da iki büklüm ettim ama hâlâ kolumu bırakmadığı elini tutup ters çevirdim. Adam acı icinde bağırırken karnına tekme atıp onu da ittim ve kendimden uzaklaştırdım. İkisi de acı içinde kıvranırken Barış'a döndüm.

"Senin adamların bana hiçbir şey yapamazlar." Şaşkın bir ifadeyle bana bakarken kendime olan güvenim biraz daha arttı. Sonuçta iki adamın hakkından aynı anda gelebilmiştim. Silahım olmasa da kendimi buradan kurtarabilirim diye düşünürken Barış'ın sesini duydum.

"Götürün dedim size!" Dediği an bu sefer dört tane adam yanıma geldi.

"Bu kadar korkak olduğunuzu bilmiyordum. Bir kadına dört erkek. Adamlığınızı sorgulamadan edemedim." Dedim gülerek. Oysa deli gibi korkuyordum. Hepsi gelip bir anda beni tutarken bağırıp çağırmaya başladım. Aynı zamanda onlara vurmaya da çalıştım ama bu sefer bir fayda etmedi.

"MAHVEDECEĞİM HEPİNİZİ! BU YAPTIKLARINIZIN CEZASINI TEK TEK ÇEKECEKSİNİZ!" Beni zorla bir arabaya bindirirlerken avazım çıktığı kadar bağırdım. Beni ittiriyor olmalarına rağmen kapıdan tutup Barış'a doğru baktım. Ellerini cebine koymuş rahat bir ifadeyle beni izliyordu.

"DUYUYOR MUSUN BENİ? MAHVEDECEĞİM SENİ!" Tepki vermedi. O sırada bir adam sert bir şekilde itip arabaya bindirdi.

"BIRAK!" Diye bağırdım ama fayda etmedi. Adam ittirmeye devam ederken zorlamayı bırakıp kendi isteğimle bindim arabaya. Fakat biner binmez de diğer tarafa doğru geçtim. Kapıyı açıp dışarıya doğru bir adım atacakken bir çift ayak önümde belirdi. Başımı kaldırıp yüzüne baktım ve Barış'ı gördüm.

"Bir yere mi gidiyorsun?" Kaşlarımı çattım. Ona rağmen inmeye çalıştım ama engel oldu.

"Geç arabaya!" Deyince göz devirdim. "Hadi." Diye yineledi. Yine inmek için hareket ettim ama yanındaki diğer adamları da görünce atlatamayacağımı anladım. Ayaklarımı yeniden arabanın içine çektim. O sırada hem Barış'ın olduğu taraftan hem de beni bindirdikleri taraftan arabaya iki adam bindi ve beni araya aldılar. Daha sonra da şoför tarafına ve hemen onun yanına bir adam bindi. Araba çalışırken hâlâ elleri cebinde bize bakan Barış'a öfkeyle baktım.

"Hata yapıyorsunuz! Çok büyük bir hata yapıyorsunuz hem de. Hepiniz hayatınızı mahvediyorsunuz. Yıllarca hapis yatarsınız." Deyip kendimi gösterdim.

"Polisim ben!" Deyip korkmalarını bekledim ama hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım.

"Polis olduğunu çok iyi biliyoruz." Diyen adama döndüm.

"Biliyorsunuz öyle mi? Ne kadar ceza alacağınızı da biliyor musunuz? Yoksa anlatayım mı?" Hiçbiri cevap vermedi. Fakat hepsinin yüzünde anlam veremediğim bir ifade üzerlerinde de rahatlık vardı ve bu çok sinir bozucu bir durum.

"Nereye gidiyoruz?" Diye sordum fakat hiçbiri cevap vermedi. "SİZE DİYORUM DUYMUYOR MUSUNUZ BENİ?" Yine hiçbirinden ses çıkmadı. Bıkkınca oflayıp ellerimi saçlarıma geçirdim.

"Geldiğimiz yoldan gidelim." Dedi yanımdaki adam şoföre bakarak. Şoför cevap vermedi ve sadece başını salladı. O sırada diğer tarafımdaki adam omzumdan dürttü.

"Telefonunu ver!" Duymamazlıktan geldim, yeniden dürttü beni. "Sana diyorum telefonunu ver!" Omuz silktim ve sessiz kaldım.

"AMMA UZATTIN BE!" Deyip bir anda üzerime atıldı. Ona vuracakken diğer tarafımdaki adam beni tuttu. Diğeri de cebimden telefonumu aldı. Aldığı telefonu cebine koyarken arkamdaki ellerimi bıraktı. Kendimi daha fazla tutamayarak elimi kaldırdım ve telefonumu alan adamın yüzüne sert bir tokat indirdim.

"Yemin ederim hepinizi mahvedeceğim!" Deyip öndeki adamlara da arkalarından vurdum ve bağırdım.

"DUYUYOR MUSUNUZ BENİ? HEPİNİZİ MAHVEDECEĞİM!" Beni tutmaya çalışan adama dönüp ona da bir tane vurdum. Sağ ve sol tarafımdaki iki adam aynı anda kollarımı tutunca bir şey yapamadım.

"Dur artık! Yoksa biz de sana vurmak zorunda kalacağız ve emin ol bunu hiç istemezsin!" Diyen adama bakıp güldüm.

"Vursana ya! Allah aşkına bir tane vur! Hiç değilse o zaman seni öldürmek için elimde güzel bir sebep olur!" Önüne döndü, sessiz kaldı.

"Ne oldu? Neden sustun? Vursana hadi!" Gözlerini kapattı ve yine cevap vermedi.

"Korkaklar! Hepiniz korkaksınız! Bir de kendinize adam mı diyorsunuz?" Adamın öfkeli gözleri beni buldu.

"Ağzından çıkanlara dikkat et!" Korkup geri adım atacağımı düşünüyorsa yanılıyordu. Gözlerinin içine bakıp korkusuzca konuştum.

"Dikkat etmiyorum, etmeyeceğim de! Ne yapacaksın öldürecek misin beni? Öldürsene!" Konuşmak için dudaklarını araladı ama diğer tarafımdaki adam araya girince konuşamadı.

"Konuşma şununla o da sussun!" Sinirle bunu diyen adama döndüm.

"Susmuyorum! Al işte susmuyorum ne yapacaksın?" Kaşlarını çattı.

"Sana vurmamamızı ya da zarar vermemizi falan mı istiyorsun? Sus işte sesin çıkmasın!" İşaret parmağımı kaldırarak konuştum.

"Sen bana emir veremezsin!" Cevap vermedi, önüme döndüm ve el mecbur çaresiz bir şekilde oturmaya devam ettim.

Bir saatten fazla zaman geçmişti ama hâlâ bir yere ulaşamamıştık. Ormanlık alanda ilerleyip duruyorduk. Herhangi bir ışıklandırma sistemi yoktu ve her yer kapkaranlıktı.

Bunlar beni nereye götürüyorlar?

Geçtiğimiz yollara iyice baktım. Sonuçta bu arabadan iner inmez onları doğduklarına pişman edeceğim sonra da tek başıma yeniden döneceğim ama karanlıktan dolayı bir şeyleri fark etmem mümkün bile değildi. Dikkatle etrafa bakarken ağaçların arasında neredeyse yok olmuş 2 katlı çok büyük bir ev gördüm. Zaten insanlığa dair başka bir belirti yoktu buralarda.

Araba o evin önünde durunca adamlar indiler. Tokat attığım adam indikten sonra eğildi ve bana baktı.

"Zorla bindirdik diye zorla da indirmemiz mi gerekiyor? İnsene!" Cevap verme ihtiyacı duymadan arabadan indim. İner inmez adam kolumu tuttu.

"Bırak kolumu kendim yürüyebilirim!" Adamın gözleri beni buldu.

"Sana güvenmemiz için çok erken. Bıraktığım an arkana bile bakmadan kaçıp gidersin." Güldüm.

"Bana güvenmeniz için çok mu erken? Zamanı geldiğinde güveneceksiniz yani öyle mi? Gerçekten çok komikmiş siz beni..." Devam edemedim çünkü adam beni dinlemek yerine eve doğru çekiştirmeye başladı. Ayak bileğine, en çok acıyacak noktaya, sert bir tekme attım. Adam acı içinde inleyip kolumu bırakırken konuştum.

"Sana söylediğimde bıraksaydın canın yanmazdı ama siz laftan anlamıyorsunuz ki." Adamın acısı azalmış olacak ki doğruldu. Gözlerindeki öfke ister istemez hoşuma gitmişti.

Adam yerden yavaşça kalkıp bir anda bana doğru atıldı. Elini kaldırınca vuracağını anladım ama ondan önce davranıp elini havada tuttum ve ters çevirdim. Ormandaki sessizliği adamın bağırması bozarken dizine tekme atıp yere çökmesine neden oldum ve ufacık bir hareketle arabada yüzüme doğrulttuğu işaret parmağını kırdım. Daha sonra ise ondan uzaklaştım. O sırada arabadaki diğer adam üzerime geldi.

"NE YAPTIN LAN SEN!" Öfkeyle bağırıp hiç düşünmeden yanıma geldi. Geldiği anda da bacağının arasına sert bir tekme yiyip yere diz çökmesi bir oldu. O adam da yere düşüp acı içinde kıvranırken belinden silahını aldım ve dördünden de uzaklaştım.

"İndir o silahı!" Dedi baştan beri hiç konuşmayan adam aşırı derecede sakin bir ses tonuyla.

"Sizi vurmamı istemiyorsanız şu arabanın anahtarını verin hemen!" İlk defa konuşan adam yine sessiz kalırken şoför bana doğru geldi.

"EEE YETER BE! BİZ SENİNLE Mİ UĞRAŞACAĞIZ GECE GECE!" Onu vuramayacağımı düşünüp rahat rahat üzerime gelirken ayağına sıktım. Silah sesi ormanın içinde yankılanırken adam da avazı çıktığı kadar bağırıp yere düştü.

Geriye sadece bir adam kalmıştı.

"Son kez söylüyorum, indir o silahı ve kendi isteğinle gir şu eve." Güldüm.

"Çok komiksin gerçekten. Dört kişinin 3'ünü hallettim. Geriye bir tek sen kaldın ve elimde dolu bir silah ver. Aptal mıyım ben silahı bırakıp eve gireyim?" Adam rahat bir şekilde ellerini cebine koydu ve gözleriyle arkamı gösterdi. Rahatlığı sinir bozucu olunca yavaşça arkamı döndüm ve gördüğüm şeyle öylece donup kaldım.

Neredeyse 20'den fazla adam karşımda öylece durmuş bana bakıyordu. Bir elimdeki silaha bir de kalabalığa baktım.

Acaba yapabilir miyim?

"Sen elindeki o silahı tek bir kez bile ateşleyene kadar en az 10 kişi de sana sıkmış olacak. Bir düşün, şu anda ne yapmak daha mantıklı?" Yeniden döndüm adama. Bacağının arasına tekme attığım adam kendini toplamıştı ama parmağını kırdığım ve ayağına sıktığım hâlâ yerde acı içinde kıvranıyorlardı.

"Şimdi at yere o silahı, gir şu eve. Daha fazla gürültü yapma ormandaki hayvanları rahatsız ediyorsun." Dedi ve güldü.

"Burada onlardan ve bizden başka hiç kimse yok zaten." Korkacağımı düşünüyordu ama sırf onu yanıltmak için ben de güldüm.

"Yanlış bir gruplaşma oldu ama şimdi bu. Doğrusu hayvanlar ve..." Deyip kendimi gösterdim ve devam ettim. "Benden başka hiç kimse yok olacaktı." Adam söylediğim şeyle kaşlarını çattı ve duymamazlıktan gelerek konuyu değiştirdi.

"Son kez söylüyorum eve giriyor musun yoksa seni eve soksunlar mı?" Asla geri adım atmayacaktım. Bu kadar kalabalığa tek başıma hiçbir şey yapamam bunu çok iyi biliyorum ama yine de asla pes etmem.

"Girmiyorum! Girmeyeceğim!" Dediğim an arkamdaki adamlara beni işaret etti ve kendisi arkasını dönüp eve doğru gitti. O giderken hızla adamlara döndüm. Beş tanesi üzerime gelirken telaşla konuştum.

"Durun, önce beni dinleyin!" Dediğim an durup merakla bana baktılar.

"Ben polisim!" Dedim ama hiçbiri bir tepki vermedi.

"Babam da emniyet amiri ve eminim şu anda her yerde beni arıyordur." Deyip yalan söyledim. Çünkü şu an babam beni tatilde biliyordu. Acaba Esra ona mesaj attığımı söylemiş midir? Umarım söylemiştir. Eğer söylediyse babam telaşla beni arayacak ve ulaşamayacak. Ulaşamadığı zamanda zaten bir şeyler olduğunu anlayacak ve peşime düşecek.

"En fazla bir saate kadar buraya polis yığar. Hayatınızın sonuna kadar hapis yatarsınız!" Hepsi birbirinin yüzüne baktı ama dönüp bana bir şey söylemediler.

"Hiç kimse yıllarca dört duvar arasında kalmak istemez. Bence hiçbir şey hiç kimse için böyle bir şeyi göze almaya da değmez. Şimdi bırakın beni ben de sizi hiç görmemiş gibi yapayım!" Deyip sustum. Hepsi yüzüme bakarken bir umut teklifi kabul etmelerini bekledim ama adamlar durmak yerine üzerime gelmeye devam ettiler.

Kendimi bir anda 5 tane adamın arasında buldum. Birisi aniden elimden silahı alırken diğerleri de bir şekilde beni tutmaya çalıştılar. Ben de onlara vurmaya çalıştım. Bir ara birine sert bir tekme atıp bağırmasına neden oldum. Daha sonra birinin yüzüne tırnaklarımı geçirdim. Bir diğerinin saçını çektim. Hatta birini ısırdım bile ama yine de beni eve sokmalarına engel olamadım.

Eve girince de arbade devam etti. Önüme gelen herkese bir şey yaptım ama onun yerine hemen bir yenisi gelip bana engel olmaya çalıştı. Bu şekilde evin ikinci katına kadar çıktık. İkinci katta bir odaya girdiğimizde hem onlar hem ben nefes nefese kalmıştık. Beni odadaki koltuğun üzerine doğru ittikten sonra hepsi bir köşede derin derin nefes almaya başladılar.

Bir onlara bir de önünde kimse olmayan kapıya baktım ve boş anlarını yakalayıp koşarak odadan çıktım. Fakat daha merdivenlere ulaşamadan bir adam arkamdan yakaladı. Bir anda ayaklarım yerden kesilirken avazım çıktığı kadar bağırıp adama vurmaya çalıştım ama fayda etmedi.

Beni yeniden odaya götürdü ve bu sefer yatağın üzerine doğru attı. Kendimi toparlayıp ayağa kalkacakken bir adam hâlâ belimde olan kelepçeyi fark etmiş olacak ki bir çırpıda aldı. Daha sonra hepsi bir şekilde beni tutup ellerimi arkadan kelepçelediler.

"BIRAKIN BENİ! YEMİN EDERİM HEPİNİZİ MAHVEDECEĞİM!" Tehditlerimi savurmaya devam ederken onların umurunda bile olmadım.

"Hadi şimdi yine vursana bize!" Diyen adama baktım ve hiç beklemediği bir anda karnına tekme attım. Adam karnını tutup iki büklüm olurken konuştum.

"Çok istedin diye vurdum!" Dedim bu durumda bile alaylı bir ses tonuyla. O sırada başka bir adam araya girdi.

"Şunun ayaklarını da halledin!" Deyince kaşlarımı çattım. Ayaklarıda mı? Yok artık!

"Ne diyorsun sen be? Bu kadar mı korkuyorsun benden? Elimi bağladığın yetmiyor ayağımı da mı bağlayacaksın! Korkak!" Adama saydırmaya devam ederken oflayıp yanındaki adama döndü.

"Mümkünse ağzını da." Deyince bir kez daha şaşırdım. Adamlardan birisi iki ayağımı birden tutarken ayağımla ona vurmaya çalıştım ama başarılı olamadım. Bir başka adam elindeki iple ayağımı da sıkı sıkı bağlamıştı.

Ayağımı bağladıktan hemen sonra gözleri beni buldu. Yüzünde alaylı bir ifade vardı.

"Polislikte bir yere kadarmış. Kaçırdığım en zorlu kişi olabilirsin ama..." Devam edemedi çünkü bağlı oldukları hâlde iki ayağımı da kaldırdım ve yüzüne tekme attım. Bunu yaparken de hiç zorlanmadım çünkü zaten adam ayaklarımın dibinde oturuyordu.

Bana küfür edip yüzünü tuttu. O sırada burnunun kanadığını dudağının da patladığını gördüm ve güldüm.

"Devam etsene konuşmaya! Niye sustun? Ne güzel muhabbet ediyorduk!" Adam bana cevap veremeden yüzünü tutup odadan çıkarken birisi bir anda ağzıma bant yapıştırdı. Buna rağmen konuşmaya çalışıp tuhaf tuhaf sesler çıkardım. Adamlardan bir diğeri yanıma gelip bana doğru eğildi ve keyifle konuştu.

"Kim olursan ol, ne yaparsan yap burada bizim dediğimiz olur! Bizim kurallarımız geçer! Sen de buna alışsan çok iyi olur! Anladın mı?" Diye sorunca sırf onu kızdırmak için kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. Adam geri çekildi.

"Ben, bununla uğraşamayacağım. Çıkın odadan, hiç kimse de girmesin. Kapıyı da üstüne kilitleyin. Ne olur ne olmaz." Onların duyacağı kadar yüksek bir sesle güldüm. Oysa hiç içimden gülmek gelmiyordu ama beni bu şekilde bağladıktan sonra bile korkup kapıyı üzerime kilitliyorlardı.

Bu durum kendime olan güvenimin biraz daha artmasına neden oldu.

Güldüğüm için dönüp bana baktılar ama hiçbir şey söylemeden hepsi peşi sıra odadan çıktılar. Çıkıp kapıyı kapatmalarının hemen ardından da kapının kilitlenme sesini duydum.

Bağlı olan ayaklarımı hareket ettirip ipi çözmeye çalıştım ama hayvan herif sıkı sıkı bağlamıştı. Kelepçeden kurtulmam zaten imkânsızdı. Hiç değilse ağzımdaki banttan kurtulayım dedim ama onu da başaramadım. Göz ucuyla odadaki saate baktım. Çoktan 11 olmuştu bile. O pisliği takip ederken arabada babam aramıştı. Daha sonra da Esra'ya polis göndermesi için mesaj atmıştım ve bunu mutlaka babama haber verecekti. Babam ise birkaç saat daha bana ulaşamadığı an ortalığı ayağa kaldıracaktı. Bunu çok iyi biliyorum.

Yani burada en fazla 24 saat kalacağım. Sonuçta ağaçların arasında kaybolmuş bir evdeyim. Babamın da beni bulması biraz uzun sürebilir ama bir günden fazla sürmesi de imkânsız. Buradan kurtulmam an meselesi.

Ne zannediyordu dışarıdaki adamlar? Sahiden beni burada alıkoyabileceklerini falan mı? Çok komik!

Yatağın içinde kıvranıp durmaya devam ettim. Sürekli aynı pozisyonda durmaktan kemiklerim acımaya başlamıştı ama bağlı olan elim ve ayağım başka bir pozisyona geçmeme engel oluyordu.

Biraz daha uğraşıp başarısız olunca kendime olan sinirimle yatakta tepindim. Fakat başımı yatak başlığına vurduğum zaman bunu da yapmayı bıraktım.

Aradan bir saaten fazla zaman geçti. Fakat odaya gelen giden olmadı. Bu yüzden sinirim giderek artarken ağzımdaki banta rağmen bağırmaya çalıştım. Sesim yeterince yüksek çıktı ama kimse gelmedi. Acaba duydu ve duymamazlıktan mı geldiler yoksa aşağıda oldukları için duymadılar mı? Bu düşünce bir kez daha bağırmama neden oldu.

Üst üste birkaç kez bağırdım. Hiç kimse gelmeyince ise pes ettim ama tam o sırada odanın kapısı açıldı. Hızla gözlerimi kapıya çevirdim. İçeriye giren Barış'ı gördüğüm an öfke uzuvlarımda dolaşmaya başladı. Kaşlarımı çattım ve onun gözünde çaresiz görünmemek için çırpınmayı bıraktım.

Kapının önünde durup dikkatle beni inceledi ve sonra yavaş adımlarla yanıma geldi. Ona olan öfkem giderek artarken hiçbir şey yapamadığım için de bir yandan kendime kızdım. Yanıma ulaştı ve yatağın kenarına oturdu. Vurabilecek olmama rağmen vurmadım. Vurursam sinirlenir odadan çıkardı ve bu şekilde ters dönmüş kaplumbağa gibi yatağın içinde kıvranıp durmaya devam ederdim.

"Adamların neredeyse yarısının hakkından gelmişsin." Dedi alayla. Onun aksine ben ciddiyetimi korumaya devam ettim ve o da bunu fark etsin diye kaşlarımı olabildiğince çattım.

"Birini vurmuşsun, ikisinin burnunu kırmışsın, bir diğerinin ısırmışsın... Yaptıklarını daha sayayım mı?" Deyip gözlerime bakınca göz devirdim.

"Onlarda çareyi seni bağlamakta bulmuşlar." Dedi ve sustu. Ben zaten ağzımdaki bant yüzünden konuşamıyordum. Başını öne eğip iç çekti ve düşündü. Öfkeyke ona bakmaya devam ederken gözleri yeniden beni buldu.

"Sana defalarca kez yapma dedim! Neden dinlemedin beni?" Gözlerimi kaçırdım. Ne yani kendisinin yaptığı suç değildi de benim bir suçu engelleme çabam mı suç olmuştu şimdi?

"Barış olarak defalarca kez uyardım seni." Sinirle güldüm.

Barış olarak... Doğru ya o artık Barış değildi, o Ateş'ti. Daha doğrusu hep Ateş'ti ama biz kördük ve hiçbir şey görmemiştik.

Elini yavaşça kaldırdı ve ağzımdaki bantın kenarını tutup bir çırpıda kaldırdı. Önce yüzümü buruşturdum. Daha sonra rahatlayıp derin bir nefes aldım ve aynı zamanda bir yandan da konuşmaya başladım.

"Bu yaptığına seni pişman edeceğim! Yemin ederim pişman edeceğim!" Cevap vermedi.

"Barış da olsan Ateş de olsan yaptıklarının hesabını vereceksin! Hiçbir şey yanına kalmayacak!" Yine sessiz kaldı.

"Seni akıllı birisi zannederdim! Fakat sen böyle bir şey yapacak kadar aptalmışsın." Kaşlarını çattı ama yine konuşmadı.

"Siz beni fark etmeden önce polis çağırdım oraya. Esra bunu babama söylemeyecek mi zannediyorsun? Babam benim peşime düşmeyecek mi zannediyorsun? En fazla yarın sabah beni bulacak! Sen de ait olduğun yere, parmaklıkların arkasına, gideceksin." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Bir şey söylemesini bekledim ama yine söylemedi.

"Ne oldu şimdiden korkmaya mı başladın? Korkudan dilini mi yuttun?" Ellerini iki yanıma koyup bana doğru eğildi.

"Babanın her yerde seni arayacağını en iyi ben biliyorum. Fakat baban seni bile benimle arayacak. Attığı her adımdan, girdiği her yoldan, aldığı her karardan haberim olacak." Bu sefer sessiz kalan ben oldum.

"Ne olacak biliyor musun? Yarın sabah her zamanki gibi merkeze gideceğim. Baban telaşla yanımıza gelecek ve bize senin başına bir şey gelmiş olabileceğini söyleyecek. Orada şaşırmış gibi yapacağım tabii biraz da telaşlanmış. Sonra baban bize kızımı bulun diyecek. Bir yandan da tüm emniyeti peşine takacak. Ne de olsa koskoca emniyet amirinin kızı kayboldu değil mi?" Anlattığı şeyler daha çok öfkelenmeme neden oldu.

"Yani anlayacağın baban seni biraz zor bulur. Çünkü her adımında yanında ben olacağım. Sence böyle bir durumda yakalanacak birisi miyim ben?" Gözlerinin içine baktım ve sinirle konuştum.

"Sen, iğrenç birisisin!" Başını salladı.

"Biliyorum." Ayaklarım bağlı olduğu hâlde vurmak için kaldırdım ve tam vuracakken ayaklarımı tutup yeniden indirdi ve üzerine bastırıp vurmama engel oldu.

"Yavaş!" Sesi uyarır gibi çıkmıştı. Ayaklarımı elinin altından kurtarmak için çabaladım ama olmadı.

"Biraz sakinleş, çözeceğim seni." Sinirlendim.

"Sakinleşmiyorum, sakinleşmeyeceğim!" Derin bir nefes aldı.

"O zaman bu şekilde bağlı kalmaya devam edersin."

"Ederim! Seni hiç ilgilendirmez!" Ayağımı bırakıp az önceki gibi yine eğildi.

"Emin misin?" Yüzündeki ifade daha da çok sinirlenmeme neden oluyordu.

"Eminim!" Dedim ve dizimle onu itmeye çalıştım.

"Uzak dur benden!" İç çekti.

"Hiçbir şey bilmediğin için bana kızgınsın ama yaptığım her şeyin mantıklı bir açıklaması var." Sinirle güldüm.

"Bu yaptığının hiçbir açıklaması olamaz! Sen suçlusun, suçlu! Senin yerin burası değil parmakların arkası! Sahte polissin..." Devam etmeme izin vermedi.

"Sahte polis değilim ben." Kaşlarımı çattım, devam etti.

"Sen nasıl polis olduysan ben de öyle oldum. İsmim sahte sadece." Güldüm.

"Sorun da tam olarak bu! Nasıl polis olduğun beni hiç ilgilendirmiyor. Sen sahte bir isimle polis oldun! Sahtesin işte sahte! Sahtekârsın!" Yeniden derin bir nefes aldı.

"Ama gerçek yüzünü ben ortaya çıkartacağım! Beni burada tutamayacaksın!" Cevap vermedi.

"Beni susturmak için de ancak öldürmen gerekiyor! Başka hiçbir şekilde susmam da durmam da!" Biraz daha eğildi. Yüzlerimizin arasında santimler varken konuştu.

"Buna gerek kalmayacak." Kaşlarımı çattım, kendinden emin bir şekilde devam etti. "Susmayı bana kendin teklif edeceksin!" Sırf onu kızdırmak için güldüm.

"Hayal dünyasında yaşıyorsun! Sana böyle bir şeyi ben teklif edeceğim öyle mi? Hiç gülesim yoktu." Dudakları yana kıvrıldı.

"Bu kadar emin olma." Hiç düşünmeden cevap verdim.

"Eminim ama!" Tek kaşı kalktı.

"Bu kadar büyük konuştuğun için çok pişman olacaksın."

"Olmayacağım!"

"Olacaksın!"

"Olmayacağım!" Kendime hâkim olamayıp çok yakınımda olduğu için kafa atmaya çalıştım ama bunu fark edip geri çekildi.

"Ne oldu korktun mu? Yaklaşsana hadi! Yaklaş da senin de burnunu kırayım!"

"O biraz zor işte." Göz devirdim.

"30 tane adamla birlikte ancak elimi kolumu bağlayabildiniz. Korkudan beni çözemiyorsun bile! Elim kolum bağlı olduğu hâlde siz benden aciz durumdasınız!" Ayağa kalktı ve ellerini cebine koydu.

"Beni bu şekilde gaza getiremezsin." Sinirlendim ama yine de elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım.

"Barış..." Devam etmeme izin vermedi.

"Barış değil, senin için Barış öldü. Ateş, Ateş diyeceksin." Bu kadar rahat olması sinirimi bozuyordu.

"Yaptığın pislikten bir de övünüyor musun? Hepimizi kandırdın sen! Aylardır hepimize yalan söylüyormuşsun! Seni dinleyip senden bile şüphelenmedim ben! Hepimizle oynadın! Senden nefret ediyorum!" Söylediğim şeyleri duymamazlıktan gelip bana yaklaştı ve konuştu.

"Neden bunu benim yapmış olmam seni hayal kırıklığına uğratmış gibi?" Hiç düşünmeden cevap verdim.

"Çünkü ben seni Barış olduğun için seviyordum!" Şaşırdı, devam ettim.

"Gerçekten işine aşık bir adam zannediyordum! Babam gibiydin, ona benziyordun. Gerçek yüzünü görmeden önce ben sana güveniyordum!" Sessiz kaldı.

"Ama sen sahtekârın biri çıktın! İşte tam da bu yüzden hayal kırıklığına uğradım! Ama sana yemin ederim yaptığın her şeyin hesabını soracağım! Bunu sakın unutma! Yaptığın her şeyin hesabını vereceğin o gün geldiğinde, karşımda ellerin kelepçeli bir şekilde oturduğunda, ben de tıpkı senin gibi ellerimi cebime koyup sinir bozucu bu ifadeyle yüzüne bakacağım!" Bir kez daha iç çekti.

"Umarım, bir kez de bu hayallerin için hayal kırıklığına uğramazsın." Başımı sağa sola salladım.

"Uğramayacağım, bu sefer bunu yapmana izin vermeyeceğim." Yine sessiz kaldı.

"Şimdi defol git bu odadan! Yüzünü daha fazla görmek istemiyorum! Zaten bu seninle son saatlerimiz. Bir daha hayatım boyunca yüzünü görmeyeceğim. Seni cezaevinde ziyarete gelmeye hiç niyetim yok!" Bir adım daha atıp yaklaştı.

"Babanın seni burada bulacağından bu kadar emin misin?" Kollarım sürekli arkada olduğu için ve hareket ettiremediğim için çok acımaya başlamıştı ama belli etmedim.

"Babamı sen de çok iyi tanıyorsun. Neler yapabileceğini çok iyi biliyorsun. Kaybolduğumu fark ettiği an ortalığı ayağa kaldıracak. Senin onun yaptığı her şeyden haberin olacak olsa bile beni bulmasına engel olamayacaksın." Bana bir cevap vermek yerine kıvranmamı izledi ve gözlerini benden çekip derin bir nefes aldı. Daha sonra ayaklarıma doğru eğildi. Çözeceğini anlayınca konuştum.

"Hani sakinleşmemi bekliyordun? Söylediğim şeyler ağır mı geldi yoksa?" Göz ucuyla bana baktı.

"Kaşınma." Dedi ve ayağımdaki ipi çözdü. Ayaklarım gevşeyince önce biraz hareket ettirip uyuşukluğunun geçmesini sağladım. Yanımdan kalkarken ise ayağına sert bir tekme attım. Dengesi sarsıldı ama düşmedi. Öfkeli gözleri beni bulurken buna rağmen yeniden vurmaya çalıştım ama bu sefer olmadı ve öfkeyle konuştum.

"Asla sakinleşmem demiştim sana!"

"Geçer geçer." Dedi ve ona vuracak olma ihtimalimi umursamadan yeniden yanıma oturdu.

"İki dakika dur elini çözeceğim, sabaha kadar böyle bağlı kalmak istemezsin." Cevap vermedim.

"Nerede bu kelepçenin anahtarları?" Gözlerimi ondan kaçırdım ve ellerimi çözmesini istediğim için cevap verdim.

"Montumun cebinde." Cevap vermeden montumun cebine elini attı. "Diğer cebimde." Deyince göz ucuyla bana bakıp diğer cebimden anahtarı aldı ve arkama doğru eğilip kelepçeyi açtı. Kelepçeyi alıp yanımdan kalkarken ben de hemen doğruldum ve acıyan bileklerimi ovdum. Beyaz tenim kıpkırmızı olmuştu.

Barış, daha doğrusu Ateş -sanırım buna alışmam biraz zaman alacak- ellerini cebine koymuş dikkatle bana bakarken ayağa kalktım ve karşısında durup yüzüne sert bir tokat indirdim. Başı sağa doğru döndü. Öfkelenmesini bekledim ama tepki vermedi.

"O kelepçe bir gün senin bileklerinde olacak! Bunu sakın unutma." Başını yeniden bana çevirdi.

"Sen de artık bu işin geri dönüşü olmadığını sakın unutma! Bundan sonra benimle birlik olmak dışında seçeneğin yok." Sinirle güldüm.

"Seninle birlik olmak mı? Biz artık seninle yan yana olamayız! Çünkü ben hâlâ polisim fakat sen artık bir suçlusun. Daha doğrusu hep suçluymuşsun ama ben bunu yeni fark ediyorum." Bir anda kolumdan tutup beni kendine çekti.

"Olacaksın, olmak zorundasın. Burada olmayı sen tercih ettin! Şu an herkesin bildiği gibi tatilde olabilirdin. Her şeye burnunu sokmana gerek yoktu! Burada olman benim suçum değil." Kolumu ondan kurtarıp birkaç adım uzaklaştım ve öfkeyle konuştum.

"Benim değil senin yaptığın suç! Bir de karşıma geçmiş utanmadan kendini savunuyorsun! Senin savunulacak hiçbir yanın yok!"

"Senin de bir bok bildiğin yok!" Öfkelendim.

"Düzgün konuş benimle!" Sessiz kaldı. "Şimdi seni son kez ikaz ediyorum. Teslim ol!" Gözlerini benden kaçırdı ve nefesini bıraktı. Daha sonra gözleri yeniden beni buldu.

"Mira, geç otur şuraya, bekle!" Sanki az sinirliymişim gibi biraz daha sinirlendim.

"Neyi bekleyeceğim ya neyi? Senin herkesi biraz daha kandırmanı, herkesi biraz daha salak yerine koymanı mı?" Yine sessiz kaldı. Haksız olduğu için susuyor olması çok normaldi.

"Haksız olduğun için susuyorsun değil mi? Yaptığın şeyin hata olduğunu sen de çok iyi biliyorsun! Hatta belki sonuçlarından sen bile korkuyorsun ama yine de yapmaya devam ediyorsun." Bana doğru bir adım attı, öfkeliydi. Gözlerinin içine bakıp cesaretimi korudum ama bir adım daha atınca geri gittim. Sırtım duvara değdiğinde kendimi ona vurmak için hazırladım. Eğildi ve gözlerimin içine bakıp öfkeyle konuştu.

"Haksız değilim ben! Olmadım, olmam! Bunu herkes çok kısa bir zaman içinde anlayacak! Sen de anlayacaksın!" Cevap veremedim.

"Çok az kaldı, her şey bitecek! Sen de o zamana kadar ben ne dersem onu yapacaksın! Kötü polis olmanın zamanı geldi Mira Aksoylu." Dedi ve biraz daha eğilip bir sır veriyormuş gibi kulağıma fısıldadı.

"Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, kendini olacaklara şimdiden hazırlasan çok iyi olur." Söyledikleri ister istemez korkmama neden olurken geri çekildi ve başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti.

"SENİN İÇİN DE HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK! ÇÜNKÜ ARTIK KARŞINDA BEN VARIM!" Arkasından bağırıp kapıya doğru koştum ve açmaya çalıştım ama çoktan kilitlemişti. Sinirle kapıya tekme attım. Boşuna bağırmaya gerek yoktu. Umursamayacaklarını çok iyi biliyordum.

"Kimse beni hiçbir yerde zorla tutamaz! Siz de bunu birazdan anlayacaksınız!" Kendi kendime konuşarak pencereye gittim. Pencereyi açıp dışarıya baktım. İkinci kattaydım ve buradan bu şekilde atlamam imkânsızdı.

Geri çekilip etrafa bakındım. Gözüme çarpan tek şey yatak örtüsü olmuştu ama o çok kısaydı. Buradan atlamama yetmezdi. Tırnaklarımı yiyip odaya bakmaya devam ederken aklıma gelen şey yüzümde sinsi bir gülümseme oluşmasına neden oldu.

"İşte bu kadar, plan hazır bile." Yine kendi kendime konuşup perdeyi tuttum ve bir çırpıda çıkartıp yere düşmesini sağladım. Daha sonra bir diğer perdeyi de çıkartıp ikisini birbirine bağladım. Garanti olsun diye çarşafı da çekip aldım ve onu da perdelerin ucuna bağladım.

Çarşaf perdeden ince olduğu için yırtılabilirdi. Bu yüzden çarşafı aşağıya sarkıtmaya karar verdim ve perdenin ucunu yatağın ayağına sıkı sıkı bağladım. Kapıya doğru göz ucuyla bakıp kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra yerdeki perdeyi kucaklayıp ayağa kalktım ve tekrar pencereye yaklaştım.

Eğilip aşağıya doğru baktım. Hiç kimsenin olmadığından emin olduktan sonra perdeyi aşağıya attım. En uca bağladığım çarşaf yerden iki metre kadar yükseğe kadar açılmıştı.

"Hadi bakalım şimdi tutun bakalım beni tabii tutabiliyorsanız." Kendi kendime konuşup güldüm ve bir kez daha kapıya baktım. Gelen giden yoktu.

Pencerenin kenarına çıkıp perdeden tutundum ve biraz korkuyor olsam da hiç oyalanmadan kendimi aşağıya bırakıp perdeye sıkı sıkı tutundum.

Göz ucuyla aşağıya doğru baktım. Yükseklik biraz daha korkmama neden olunca aşağıya bakmayı bırakıp kontrolü bir şekilde yavaş yavaş aşağıya indim. İnmeye devam ederken perdenin yırtılmaya başladığını fark ettim.

"Hayır ya!" Sessizce isyan edip aşağıya baktım. Hâlâ yüksekti ama buradan atlasam bir şey de olmazdı. Önüme dönüp gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.

"Hadi Mira yapabilirsin." Kendi kendime cesaret verip yırtılmak üzere olan perdeyi bıraktım. Kendimi bir anda boşlukta buldum. Yere düşüp canımın acımasına beklerken bacaklarımı ve belimi bir el sardı, havada kaldım. Hızla gözlerimi açtım ve bir anda Barış'la göz göze geldim.

"Hayırdır bir yere mi gidiyorsun?" Birkaç saniye ona baktıktan sonra kendimi toparlayıp kucağından atladım ve birkaç adım uzaklaştım.

"Sen..." Deyip sustum ve arkasındaki iki adam bakıp yeniden ona döndüm. "Nereden çıktın ya?"

"Ben her yerden çıkarım!" Göz devirdim.

"Boşuna uğraşıyorsun, bu evden kaçış yok!"

"Bu kadar emin olma çünkü..." Sözümü kesti ve devam etmeme izin vermedi.

"Çünküsü falan yok! Bundan sonra ben istemediğim sürece bu evden çıkış yok!" Sinirle yanına gittim.

"Sen kimsin ki? Hiç..." Dudakları yana kıvrıldı.

"Ben kimim öyle mi?" Başımı salladım. "Ben kimim?" Diye tekrar etti ve bir anda kolumun altına girip beni tepetaklak etti. Korkuyla çığlık atarken kendimi bir anda sırtında buldum.

"İNDİR HEMEN BENİ!" Bağırdım ama umurunda olmadı. Sırtına vurdum ve bir kez daha bağırdım.

"İNDİR DEDİM SANA!" Yine duymamazlıktan geldi.

"BANA BAK..." Devam edemedim çünkü bir anda kalçama vurarak konuştu.

"Bağırıp durma kulağımın dibinde." Daha fazla öfkelendim ve sırtını yumrukladım.

"SAPIK MISIN BE SEN! EĞER BİR DAHA..." Yine devam edemedim çünkü yine kalçama vurdu. O vurdukça ben de ona vurdum.

"BANA BAK O ELİNE SAHİP ÇIK!YOKSA BURADAN İNDİĞİM ZAMAN O ELİNİ KIRARIM SENİN!" Dediğim hâlde bile bir kez daha vurdu ve bu gerçekten fazlasıyla öfkelenmeme neden oldu.

"SENİ ÖLDÜRECEĞİM!" Diye tehditlerimi savurmaya devam ettim. Eve girdik, durmadan üst kata çıktı. Vurmaya devam ettim ama umurunda olmadı. Kaçtığım odaya tekrar girdik.

"İNDİR ARTIK YETER!" Bir kez daha haykırdım. Umursamamış olmasından dolayı da devam edecekken bir anda sırtından indirdi ve yatağa attı. Yüz üstü düşüp sinirle yatağa vurdum.

Kendimi toparlayıp ayağa kalktım ve yakalarına yapıştım.

"Sen ne yaptığını zannediyorsun ya? Sen hangi hâkla bana bu şekilde davranabiliyorsun?" Gözlerimin içine baktı, sessiz kaldı. Yakalarından tutup sarstım ama umurunda bile olmadı.

"Pislik! Hayvan herif!" Bir tepki versin diye hakaret bile ettim ama yine umurunda olmadı. Yakalarını bırakıp geri çekildim. Tekrar vurmak için elimi kaldırdım ama elimi havada tuttu.

"BIRAK!" Bir kez daha bağırdım. Bırakmak yerine tuttuğu elimden beni itti ve yeniden yatağa düşürdü. Ona inat olsun diye tekrar kalkacakken bir anda üzerime uzandı.

"NE YAPIYORSUN SEN YA? KALK ÜZERİMDEN!" Bağırıp göğsünden ittim ama umursamadı ve ellerimi tutup başımın üzerinde birleştirdi. Kurtulmaya çalıştım ama tek eliyle tutuyor olmasına rağmen başaramadım.

"Yeterince sinirliyim zaten sana kalk üzerimden!" Dişlerimi sıkarak konuştum. Söylediklerime yine kulak asmadı. Dizimi kaldırdı bacağının arasına tekme atmak için hazırlanırken bir anda ağırlığını üzerime verdi ve değil tekme atmak parmağımı bile kıpırdatamadım.

"Barış yapma! Kalk!" Diye tekrar ettim. Gözlerimin içine baktı.

"Barış değil, Ateş! Ateş Demirkan!" Göz devirdim ve bedenimle onu itmeye çalıştım ama yine olmadı.

"Seninle asla birlik olmam." Dudakları yana kıvrıldı.

"Oldun bile, sen benim suç ortağım oldun Mira." Gözlerinin içine baktım ve fısıldadım.

"Asla! Asla oynadığın bu oyuna dahil olmayacağım!" Dudakları yana kıvrıldı ve biraz daha eğilip kulağıma fısıldadı.

"Asıl oyun şimdi başlıyor güzelim."

****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Bu zaman kadar yazdığım en uzun bölüm bu oldu. Hâlâ parmaklarım acıyor. Umarım siz de oy verip yorumlarınızı yaparak bana destek olursunuz. Bir sınır yok ama oy sayısı yükseldikten sonra yeni bölümü atacağım.

Ve sonunda Ateş ortaya çıktı. Zaten bir çoğunuz Barış olduğunu tahmin ediyordunuz.(◔‿◔) Savaş'cılar için de üzgünüm :( Her zaman asıl hikâye Ateş ortaya çıktığında başlayacak demiştim. Sizce kitap bundan sonra nasıl ilerleyecektir?

Mira olanlardan sonra neler yapacaktır dersiniz? Bu durumu kabullenebilecek midir?

Sizce Ateş Mira'yı nasıl durduracaktır dersiniz? Baya kendinden emin bir şekilde konuştu. Sizce nasıl bir planı vardır? Ayrıca Barış'a Ateş demeye ben bile alışamadım ya bir tuhaf geliyor. sjhsjshsh

Mira bu durumu kabullenecek mi dersiniz?

Yeni bölüm tahminlerinizi buraya yazabilirsiniz.♡

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. ✨

Bir sonraki bölümün alıntısını okumak duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz. Benim de içinde olduğum bir telegram grubumuz var, kitaplar hakkında konuşuyoruz, eğer isterseniz profilimdeki linkten siz de grubumuza katılabilirsiniz.💫

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Loading...
0%