Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.BÖLÜM "SUÇ ORTAĞIM"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım.✨

Bölüme başlamadan yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar...

*****

11. BÖLÜM "SUÇ ORTAĞIM"

"Seninle asla birlik olmam." Dudakları yana kıvrıldı.

"Oldun bile, sen benim suç ortağım oldun." Gözlerinin içine baktım ve fısıldadım.

"Asla! Asla oynadığın bu oyuna dahil olmayacağım!" Dudakları yana kıvrıldı ve biraz daha eğilip kulağıma fısıldadı.

"Asıl oyun şimdi başlıyor güzelim." Dediği an ona vurmaya çalıştım ama ellerimi tutarken ve tüm ağırlığıyla üzerimde uzanırken hiçbir şey yapamadım.

"Güzelim deme bana! Pislik herif!" Tek kaşı kalktı.

"Pislik falan ayıp oluyor ama." Dalga geçer gibi söylediği şey daha da çok sinirlenmeme neden oldu.

"Bırak ellerimi! Kalk üzerimden! Yoksa yemin ederim kırarım elini!" Dudakları yana kıvrıldı.

"Kırsana." Gözlerimi kapatıp derin derin nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım ama bir türlü sinirlerime hâkim olamadım.

"Kalk dedim sana!" Derin bir nefes aldı ve yavaşca üzerimden kalktı. Daha sonra ise aynı yavaş hareketlerle ellerimi bıraktı. Onunla eş zamanlı olarak doğrulup ayağa kalktım. Karşısında durup vurmak için elimi kaldırdım. Yüzüne sert bir tokat indirecekken bir anda elimi tutup beni yine yatağa itti.

"YETER!" Diye bağırdım. Yeniden ayağa kalkacakken bir anda Barış sol bileğimi tuttu.

"NE YAPIYORSUN YA?" Dememe kalmadan bileğime kelepçe taktı. Kelepçenin diğer ucunu da yatağın kenarına taktı ve yanımdan uzaklaştı.

"Bana bak çıkar şunu hemen!" Dedim öfkeli gözlerimi bileğimdeki kelepçeden Barış'a daha doğrusu Ateş'e çevirirken.

"Bunu senin için yapıyorum, yoksa rahat durmayıp kendine zarar vereceksin." Dedi ve hâlâ açık olan pencereyi ve oradan sarkıttığım perdeleri gösterdi.

"Bir insan 2. katın penceresinden nasıl kaçmaya çalışır?" Omuz silktim.

"Ben kaçarım!" Başını salladı.

"Onu çok iyi anladım." Dedi yatağın kenarına bağladığım perdeye doğru yürürken. Cevap vermeden dikkatle izledim onu. Yatağın yanına yere oturup bağladığım perdeyi çözdü.

"Tutmasaydım muhtemelen bir yerini kırmış olacaktın biliyorsun değil mi?" Deyip ayağa kalktı ve çatık kaşlarıyla bana baktı. Cevap vermek yerine yine omuz silktim. Topladığı perdeyi camdan aşağıya attı ve göz ucuyla bana baktı.

"Şu pencereyi de kapatalım da sabaha kadar donma burada." Dedi ve pencereyi kapattı.

"Şunu çıkar hemen bak gerçekten çok sinirleniyorum!"

"Senin gibi birini ancak bu şekilde zaptedebilirim sen de idare edeceksin artık." Deyip ellerini cebine koydu ve kapıya doğru yürüdü.

"Hadi iyi geceler sana." Odadan çıkacakken aklıma gelen şeyle telaşla konuştum.

"Hiç değilse su montumu çıkarsaydım ya!" Dedim inanmasını umut ederek. Aslında mont falan umurumda değildi ama eğer o inanırsa montumu çıkarmak için elimi açacaktı. İşte o zaman ben ona ne yapacağımı çok iyi biliyorum.

"Seni çok iyi tanıdığımı unutuyorsun bazen. O aklının içinden neler geçtiğini çok iyi biliyorum." Göz devirdim.

"Ne geçiyormuş aklımın içinden?"

"Montu çıkar diye elini çözdüğüm an yine bir şey yapacaksın fakat ben çok yorgunum yarın sabah erkenden de işe gitmem lazım. Şu an seninle uğraşacak hiç hâlim yok gerçekten."

"Yarın sabah o merkeze gideceksin ama bir polis olarak değil! Suçlu olarak gideceksin!" Öylece durup baktı ama cevap vermedi.

"Şimdi gel ve şu elimi çöz hemen!" Hiçbir şey demeden odadan çıkıp gitti.

"BARIŞ!" Diye bağırdım arkasından ve aynı anda yanıt aldım.

"BARIŞ DEĞİL, ATEŞ!" Sesi sert çıkmıştı. Sırf onu sinirlendirmek için bir daha bağırdım.

"BARIŞ!" Dedim ama bu sefer cevap vermedi.

"BURAYA GEL! HEMEN ÇÖZ ŞU ELİMİ BAK YEMİN EDERİM ÇOK KÖTÜ OLACAK!" Avazım çıktığı kadar bağırdıktan hemen sonra sessizce mırıldandım.

"Çok kötü olacakmış! Bok kötü olacak! Burada kelepçeli bir şekilde kapana kısılmışken ne yapabileceksin acaba?" Söylenmem bittikten sonra da bir daha bağırdım.

"SANA DİYORUM! GEL ÇÖZ ŞU ELİMİ ÇOK KÖTÜ OLACAK!" Yine bir yanıt alamayınca sinirle yatağa vurdum ve bileğimdeki kelepçeye baktım.

"Ben bunu nasıl çıkartacağım şimdi?" Kendi kendime konuşup kelepçeyi zorladım ama bunun imkânsız olduğunu da en iyi ben biliyorum.

"Neyse babam çoktan beni aramaya başlamıştır bile. Yarın sabaha kadar sabredeceğim sonra da her şey bitecek, babam beni bulacak. O zaman el mi yaman yoksa ben mi o pislikte öğrenmiş olacak." Son günlerde en iyi yaptığım şeyi yapıp yine kendi kendime konuştum.

Bıkkınca oflayarak pes ettim ve bir kez daha sinirimi yataktan çıkardım. İçimde anlam veremediğim büyük bir korku var. Hayatımda ilk defa bu kadar korktuğumu hissediyorum ve çok tuhaf bir şekilde sanki bu korkuyu hayatım boyunca da hissetmeye devam edecekmişim gibiydi.

Gözlerimi kapatıp başımı geriye yasladım. Ondan şüphelenip peşine düşerken beklediğim sonuç tam olarak bu değildi, böyle bir şeyle karşılaşmak beklentilerimin arasında değildi. Zaten olsaydı tek başıma böyle bir işe asla kalkışmazdım.

Kendimi bu şekilde tehlikeye asla atmazdım.

Böyle bir hayatı yaşayan bir insan ne için okuyup polis olur ki? Neden başka bir kimlikle emniyete girer?

Büyük bir suç işlenecek.

Söylediği şey kulaklarımdan silinmiyordu. Ne demekti bu? Ne suçundan bahsediyordu?

Zihnimin içinde cevapsız sorular dönüp durdukça ben de deliye dönmek üzereydim. Hiçbir şeye anlam veremiyorum. Etrafımda olan hiçbir şeyi anlamıyorum. Sanki beynim durmuş gibiydi. Kendimi kötü, çok kötü hissediyorum.

Kaybolmuş ve hapsolmuş gibiyim.

"Hepsi geçecek, bitecek. Sadece bir gün sabretmem gerekiyor. Sonra bitecek, bitmek zorunda." Deyip bir kez daha kendimi teselli ettim ve bileğimdeki kelepçeye baktım.

Pes etmiştim değil mi?

Hayır! Ben, bu değilim. Asla pes etmem, ediyor olsaydım zaten burada olmazdım.

"Senden bir şekilde kurtulmam lazım. Önce senden sonra da bu evden." Bir süre kelepçeye baktım. Nasıl çıkartabilirim diye düşünürken aklıma gelen şey yüzümde sinsi bir gülümseme oluşturdu. Sağ elimle sol cebimdeki tokayı çıkardım.

Kapıya doğru bakıp kimsenin gelmediğinden emin olduktan hemen sonra bunu yapmayı hiç sevmiyor olsam da tokayı ağzıma koyup ikiye ayırdım. Daha sonra bir kez daha kapıya bakıp kimsenin olmadığından emin oldum ve tokayla kelepçeyi açmaya çalıştım.

"Hadi ya hadi! Açılman lazım senin!" Söylenerek uğraşmaya devam ettim. Dakikalarca uğraştıktan sonra bir anda kelepçe gevşedi ve açıldı.

"İşte bu be!" Hızla kelepçeden kurtulup ayağa kalktım. Kelepçe yüzünden kızaran bileğimi ovalayıp sessiz adımlarla kapıya yürüdüm. Muhtemelen kelepçeli olduğum için kilitlememişti.

Kapının yanına ulaşıp derin bir nefes aldım ve kapının kolunu yavaşca indirdim. Kapı açılınca sevinç çığlığı atmamak için kendimi zor tuttum.

"Yapabilirim." Kendi kendime cesaret verip kapıyı araladım ve dışarıya doğru baktım. Bir hareketlilik yoktu. Kapıyı biraz daha açıp başımı iyice dışarıya uzattım. Kimsenin olmadığından emin olduktan sonra dışarıya doğru bir adım attım. Gözlerim etrafta dört dönüyor, kulağımda her ihtimale karşı sesteydi.

Sessizce koridora geçip aynı sessizlikle merdivenlere doğru yürüdüm. Merdivenlere ulaştığımda bir anda arkamda birinin varlığını hissettim. Yavaşça arkamı döndüğüm an Barış'la göz göze geldim.

Üzerinde hiçbir şey yoktu, altında da siyah bir eşofman vardı. Onu aylardır tanıyorum ama şu an gerçekten karşımda bambaşka birisi varmış gibi hissediyorum.

"Bir yere mi gidiyorsun?" Başımı öne eğdim ve bıkkınca ofladım. Pes edecekmiş gibi yapıp hiç beklemediği bir anda koşarak merdivenleri indim. Salona ulaştığımda koşarak bahçe kapısına gitim. Kapıyı zorlayıp açmaya çalıştım ama kilitliydi.

"Kahretsin!" Öfkeyle kapıya vurup mutfak olduğunu tahmin ettiğim yere koştum. Burada da kapı olduğunu görünce bir umut koşup onu da açmaya çalıştım ama olmadı. Geri çekilip tüm gücümle kapıya üst üste tekme attım ama fayda etmedi.

Geldiğim gibi koşarak mutfaktan çıktım. Hemen yanında durduğum merdivenlerden Barış'ın indiğini görünce bu kattaki odalardan birine girdim. Pencere görünce bir kez daha sevinç çığlığı atmamak için kendimi tuttum. Pencerenin yanına ulaşıp perdeyi açtım. Daha sonra hiç zorlanmadan pencereyi de açtım ama gördüğüm şeyle umutlarım yok olup gitti.

Demir parmaklıklar vardı.

Kendime hâkim olamayarak pencereye üst üste vurdum ve ellerimi saçlarıma geçirip tuttuğum nefesimi bıraktım. Ben, gerçekten de bu evde kapana kısılmış durumdayım.

Geldiğimin aksine yavaş adımlarla odadan çıktım. Salona döndüğümde mutfağın hemen yanındaki duvara yaslanmış ellerini göğsünün altında birleştirmiş Barış'la göz göz geldim.

"Başka kontrol edeceğin bir yer yoksa." Deyip gözleriyle merdivenleri gösterdi ve devam etti. "Çık yukarıya." Sessiz kalmayı tercih ettim ve öfkeli gözlerimi bir saniye bile olsun üzerinden çekmedim.

"Mira buradan çıkış yok, bunu sen de çok iyi anladın. Şimdi çık yukarıya ve geldiğin odaya yeniden gir." Yine ona cevap vermedim. Yaslandığı duvardan uzaklaştı. Hâlâ üzerine bir şey giymemişti.

"Hadi." Diye yineledi. Daha fazla dayanamayarak konuştum.

"Hemen bu kadar sevinme. Kaçamadım diye beni burada tutmaya devam edebileceğini zannediyorsan yanılıyorsun. Babam..." Devam etmeme izin vermedi.

"Mira, çok yorgunum uyuyacağım. Şimdi senin babanın yapacaklarını ya da yapabileceklerini dinlemeyi hiç istemiyorum. Bu yüzden şimdi çık yukarıya yoksa ben seni zorla çıkartacağım." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Ancak sakin olursam mantıklı düşünürdüm.

Gözlerimi yeniden açıp onunla göz göze geldiğimde sakin kalma konusunda başarılı olamadığımı fark ettim. Gözlerini üzerime dikmiş dikkatle bana bakarken aklıma gelen şeyle hiç beklemediği bir anda koşarak salonun diğer ucuna gittim ve masanın yanındaki sandalyelerden birinin yanında durdum.

"Ne yapıyorsun?" Şaşkınca konuşan Barış'ı umursamadan sandalyeyi elime aldım. Dikkatli bakışları üzerimdeyken hemen yanında olduğum ve bahçe kapısına açılan büyük camdan duvara baktım. Cesaretimi ve gücümü toplayıp bir hamlede sandalyeyi havaya kaldırdım.

"DUR!" Son anda sesini duysam da umursamadım ve sandalyeyi cama fırlattım. Eş zamanlı olarak da ellerimi kulaklarıma bastırıp başımı öne eğdim ve yüzümü buruşturdum.

Birkaç saniye öylece durduktan sonra kaşlarımı çattım. Hiçbir hareketlilik olmayınca başımı kaldırıp hâlâ sapasağlam bir şekilde duran cama daha sonra da çatık kaşlarının altındaki öfkeli gözleriyle bana bakan Barış'a döndüm.

"Ne geçti şimdi eline?" Ona cevap vermek yerine yeniden cama döndüm.

"Bu nasıl olur ya?" Şaşkınca konuşup bir yerdeki sandalyeye bir de cama bakarken kendimi bir anda havada buldum ve büyük bir çığlık attım.

"LAN NE ARA GELDİN SEN YANIMA?" Diye bağırıp çıplak sırtına vurdum ve az önce söylediğim şeyi fark edip şaşkınca kaldım.

"Lan mı dedim ben?" Kendi kendime mırıldanıp tüm gücümle sırtının ortasına bir tane daha vurdum.

"Senin yüzünden ağzım bozuldu benim! Pislik!" Barış'ın umurunda olmazken vurmaya devam ederek konuştum.

"Barış bak çok yanlış..." Sırtında olmama rağmen bir anda omurgasını dikleştirdi ve bağırdı.

"BARIŞ DEĞİL ATEŞ!" Aniden bağırmış olması irkilmeme neden olsa da umursamadım. Merdivenleri çıkarken bir aksilik olmasın diye çırpınmayı bıraktım ama konuşmayı bırakmadım.

"Ateş falan demiyorum işte demiyorum! Demiyeceğim de! Ne kadar bağırırsan bağır Barış diyeceğim sana!" Dediğimde çoktan üst kata ulaşmıştık bile. Tepetaklak olduğum için başım dönüyor olsa da bunu göz ardı edip onun sıkı sıkı tuttuğu ayaklarımı sallamaya ve sırtına vurmaya devam ettim.

"İNDİR ARTIK BENİ SİNİRİMİ BOZUYORSUN!" Yine cevap alamadım. Odaya girdiğimizde indireceğini bildiğim için bağırmayı falan bıraktım.

Umutla çıktığım odaya çaresiz bir şekilde yeniden dönmüştüm.

Kendimi bir anda yatakta buldum. Aniden yatağa attığı için sinirlenip yatağa birkaç defa üst üste vurdum.

Kendimi toparlayıp yüzüme düşen saçlarımı geriye attım ve öfkeyle ona döndüm. Yüzündeki alaylı ifadeyle bana bakıyordu. Sinirle ayağa kalkıp karşısında durdum.

"Daha bu saçmalığa ne kadar devam edeceğiz?" Omuz silkti.

"Ben seni bırakıp gittim. Rahat rahat uyusaydın böyle bir şey olmak zorunda kalmayacaktı. Senin yaptığın şeyler yüzünden devam ediyoruz." İşaret parmağımı kaldırarak konuştum.

"Sen beni gerçekten delirtiyorsun." Dudakları yana kıvrıldı ve bana doğru eğilip sanki bir sır veriyormuş gibi fısıldadı.

"Sen de beni delirtiyorsun." Geri çekilip ondan uzaklaştım ve devam ettim.

"Ben sana ne yaptım ya? Her şeyi yapan sensin!" Derin bir nefes aldı.

"Bazen çok saf olabiliyorsun." Deyince sinirlendim.

"Sensin saf!" Yüzünde muzip bir ifade oluştu. Ne düşündüğünü anlayınca konuştum.

"Pardon ya çok yanlış oldu değil mi? Bu kadar şeyi yapan birine saf demek gerçekten saçmalık oldu." Barış'ın yüzünde memnuniyet oluşurken devam ettim.

"Benim sana direkt geri zekâlı falan demem lazımdı. Çünkü senin yaptığını aklı başında olan bir başkası asla yapmaz!" Tek kaşı kalktı.

"Kaşınma." Ona doğru bir adım atıp gözlerinin içine baktım.

"Kaşınırsam ne olur?"

"Çok kötü şeyler olur." İşaret parmağımı kaldırıp göğsüne dokundum.

"Sen bana hiçbir şey yapamazsın! Bunu sakın unutma!" Başını salladı.

"Unutmam." Dedi ve eğilip yerdeki kelepçeyi aldı.

"Buna hiç gerek yok, kaçacak bir yerim yok çünkü." Göz ucuyla bana baktı.

"Sana bu konuda hiç güvenmiyorum." Güldüm.

"Bence sen bu konuda kendine güvenmiyorsun, kaçabileceğimden korkuyorsun." Derin bir nefes aldı ve hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Şaşkınca arkasından bakıp kaldım.

"Ne oldu şimdi? Gitti mi yani?" Büyük bir şaşkınlıkla arkasından bakarken yatağın kenarına oturdum ve bıkkınca ofladım.

Benim bir şekilde bu evden kurtulmam lazım. Ne yapıp edip bu evden kurtulmam lazım. Yalnız başıma oturmuş düşünmeye devam ederken odanın kapısı bir anda yeniden açıldı ve Barış, pardon yine yanlış oldu, Ateş içeriye girdi. Elindeki kelepçe sayısının ikiye çıktığını fark edince öylece kaldım.

"Ne oluyor? Ne yapacaksın onlarla?" Göz ucuyla bana bakıp sessiz kaldı. Yatağın üzerinden odanın diğer tarafına geçtim.

"Böyle bir şeye asla izin vermem! Sen ne zannediyorsun kendini ya? Kimin sen? Bana bunu yapamazsın!" Yine göz ucuyla bana baktı.

"Oradan bakınca senden izin alır gibi bir hâlim mi var?" Kaşlarımı çattım. Tam ona cevap verecekken kendisi devam etti.

"Hem ayrıca bunu kaçma diye değil kaçmaya çalışırken kendine zarar verme diye yapıyorum." Cevap vermedim.

"Şu an çok sinirlisin ve korkuyorsun. Yoksa sen ikinci kattan atlayıp cama sandalye atacak kadar aptal bir kız değilsin. Sakinleşince yaptığın şeylerin saçmalığının sen de farkına varacaksın." Dedi ve kelepçelerden birini yatağın kenarına taktı. Şaşkınca ona bakarken gözleri yeniden beni buldu.

"O zamana kadar da seni senden korumak için her şeyi yapabilirim. İstersen kız istersen nefret et benden. Gördüğün gibi çok fazla umurumda değil. Biraz sakinleş sen de bana hak vereceksin." Başımı sağa sola salladım.

"Benim seni anlamam mümkün bile değil. Yaptığın bu şeye hiçbir zaman bir anlam veremeyeceğim!" Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.

"Zamanla görürüz." Deyip yanıma geldi. Hızla ellerimi arkamda birleştirip sırtımı duvara yasladım.

"Buna asla izin vermem." Karşılık vermedi. "Suçlu değilim ben! O kelepçe benim bileklerimde değil senin bileklerinde olması gerekiyor." Yine cevap vermedi ve yaklaşmaya devam etti. Vurmaya çalışsam engel olacağını ve başarılı olamayacağımı bildiğim için başka bir yöntem denemeye karar verdim.

"Lütfen." Sesimin bilerek ağlayacakmışım gibi çıkmasını sağladım.

"İstemiyorum." Diye ekledim ve yine bilerek gözlerimi doldurdum. Şu an en iyisi duygu sömürüsü yapmaktı.

"Bu kadar sinirliyken hata yaparsın. Hata yapıp kendine zarar vermeni göze alamam." Dedi ve gözleriyle montumu gösterdi.

"Hadi çıkar şu montunu. Sonra çıkaracağım deme bana." Omuz silktim.

"İstemiyorum dedim ya istemiyorum!" Bana doğru bir adım attı. Zaten duvara yaslı olduğum için geri gidemedim. Bir anda belimde elini hissettim.

"Ne yapıyorsun?" Dememe kalmadan beni kendine çekti. Başım omzuna çarparken düşeceğim hissine kapılıp kollarına tutundum. Kendimi toparlamak ve ona bu yaptığının hesabını sormak istedim ama ben daha kendimi toparlayamadan bir anda üzerimdeki montu çıkardı.

"Bırak, istemiyorum dedim sana!" Dedim ama umurunda olmadı. Aramızda küçük bir arbade çıkarken çoktan montu çıkarmış yatağın üzerine atmış ve yine ellerimi birbirine kelepçelemişti. Ama neyse ki bu sefer adamlar gibi arkadan değildi.

"Senden nefret ediyorum! Senden gerçekten nefret ediyorum!" Diye haykırdım ve üst üste nefretimi dile getirmeye devam ettim ama yine umurunda olmadım. Şu an ona bir şey yapamayacağıma yapsam da yaptıktan sonra kaçacak bir yerim olmadığını bildiğim için ona engel olmaktan vazgeçtim. Kolumdan tutup beni yatağa oturttu.

"Bu yaptıklarının..." Devam etmeme izin vermedi.

"Biliyorum hesabını soracaksın ve beni mahvedeceksin. Sonra da bu kelepçeleri bana takıp beni parmaklıkların arkasına atacaksın." Dedi ve ona söylemek istediğim her şeyi kendisi söyledi.

"Aynen öyle, bunu biliyor olmanda çok iyi! Umarım sonuçlarını da çok iyi biliyorsundur." Bileklerime taktığı kelepçeyi yatağın kenarına taktığıyla birleştirip beni yatağa bir nevi bağladıktan sonra ayağa kalktı.

"Her şeyi çok iyi biliyorum, sen hiç merak etme." Deyince cevap vermek istemedim. Eğilip iki ayağımı da tuttu.

"Ne yapıyorsun?" Şaşkınca sorduğum soruya cevap vermeden ayaklarımı kaldırıp yatağın üzerine uzattı. Göz devirdim.

"Ellerim bağlı, ayaklarım değil. Kendim yapabilirdim." Cevap vermedi. Siyah botlarımın ipliklerini çözdü.

"İstemiyorum bırak!" Dememe rağmen ayakkabıları ayağımdan çıkarıp odanın bir köşesine bıraktı ve yeniden bana döndü. Benim gergin hâlimin aksine fazlasıyla rahattı. Sanki burada olup biten her şey onu memnun ediyormuş gibiydi.

Yanıma gelip yine ayaklarımı tuttu. Bu sefer ne yapacak diye merakla ona bakarken bir anda ayaklarımdan tutup beni aşağıya doğru çekti ve yatağa uzanmamı sağladı. Aniden yaptığı için ağzımdan kaçan çığlığa engel olamadım.

Ellerim yatağa bağlı, yan dönmüş bir şekilde uzanırken sanki çok umurundaymışım gibi bir de üzerimi örttü ve onu görebileceğim bir yere gelip yere diz çöktü. Gözlerimin içine bakarken öfkeli gözlerimi ondan kaçırdım.

"Bunu senin için yapıyorum." Dönüp ona bakmadım hatta cevap bile vermedim, vermek istemedim.

"Kaçamayacağını çok iyi biliyorum ama kaçmaya çalışırken kendine zarar vereceksin. Bu yüzden üzgünüm." Dayanamayarak ona döndüm.

"Üzgün müsün? Ben hiç üzgün olduğunu düşünmüyorum. Aksine çok mutlu görünüyorsun." Dudakları yine yana kıvrıldı.

"Biliyorsun güzelim, rol yapmakta üstüme yoktur." Deyince daha da çok sinirlendim.

"Bana güzelim deme bu bir! İkincisi; utanmadan bir de yaptığın şeyle övünüyorsun." Kaşlarını çattı.

"Utanmıyorum, çünkü utanılacak hiçbir şey yapmadım!" Sinirle güldüm.

"Utanılacak hiçbir şey yapmadın mı? Sen gizli gizli polislik yaptın! Hepimize Barış olduğunu söyleyip yalan söyledin! Bunu nasıl başardın çok merak ediyorum. Nasıl böyle bir şey olur, nasıl hiç kimse sahtekâr olduğunu fark etmez gerçekten çok merak ediyorum." Eğildi ve gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Belki de her şey sen bahsettiğin ve tahmin ettiğin kadar basit değildir."

"Basit olduğunu söylemedim zaten. Herkesi ben polisim diye ayakta uyuttun. Sahte bir kimlikle polis olduğuna inandırdın bizi. Bunlar hiç de basit şeyler değil ama aklı başında bir insanın yapabileceği, yapmaya cesaret edebileceği şeyler de değiller." Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.

"Sen bunları hiç düşünme. Bildiklerin senin için yeterli olacaktır. Daha fazlasını öğrenip kendini bu eve biraz daha hapsetme. Bunu hiç istemezsin." Dedi kapıya doğru yürürken. Söyledikleri beni hiç şaşırtmadı.

Bu işin arkasında artık gerçekten çok büyük bir şey olduğuna inanıyorum. Umarım bu sefer tahminimde yanılıyorumdur. Çünkü bir önceki tahminimde yanılmadım ve şu an bir yatakta elleri kelepçeli bir şekilde yatıyorum.

"Işıklar açık kalsın mı kapatayım mı?" Göz devirdim. Şu an tek derdim ışıklar değil mi benim?

"Kalsın." Dedim yine de. Her ihtimale karşı etrafı görebilsem iyi olacaktı.

"Peki, hadi sana iyi geceler. Umarım yarın sabah biraz sakinleşmiş olursun da oturup düzgünce konuşabiliriz." Deyip odadan çıkarken konuştum.

"Ben, seni bitirmeden, senin cezanı çektiğini görmeden sakinleşmem. Seni anlamamı falan bekliyorsun ya hani bu imkânsız." Dedim ama bir tepki alamadım. Bir tepki alamayınca ise ekledim.

"Barış Erendil!" Dediğim an gözleri beni buldu.

"Tekrar ediyorum; senin için artık Barış Erendil değil! Ateş, Ateş Demirkan'ım! Bunu aklından çıkarmasan çok iyi olur. Umarım sakinleşirken bir yandan da karşındaki adamın sıradan bir polis memuru olmadığının farkında varırsın." Dedi ve önüne dönüp odadan çıkarken ekledi.

"Çünkü ben, artık senin için hiçbir zaman sıradan bir polis memuru olmayacağım." Deyip cevap vermemi beklemeden odanın kapısını kapattı.

"SEN HİÇBİR ZAMAN SIRADAN BİR POLİS MEMURU DEĞİLMİŞSİN ZATEN! BİZ ÖYLE ZANNETMİŞİZ HEPSİ BU!" Öfkeyle bağırdım arkasından ama geriye dönüp cevap vermedi.

"BARIŞ DİYECEĞİM İŞTE BARIŞ! ASLA SANA ATEŞ DEMEYECEĞİM!" Deyip bıkkınca ofladım ve başımı öne eğdim.

"Çünkü hâlâ bunların bir kamera şakası falan olmasını istiyorum." Kendi kendime konuşup etrafıma bakındım.

"Tek bir kamera bile olmayan bir kamera şakası. Keşke şu banyonun kapısı açılsa da herkes kahkaha atarak çıkıp benimle dalga geçse. Buna bile razıyım. Vallahi şaka yaptınız falan diye de hiç kızmam." Dudaklarımı büzerek konuştuktan sonra bileğimdeki kelepçelere baktım. Bu sefer iki elim birden bağlıydı ve bunlardan kurtulmam imkânsızdı.

Bu yüzden kaçma çabasına girmedim. Sabah olmasını beklemekten başka çarem yoktu. Sabah sakinleşmiş gibi yapar onun bana güvenmesini sağlardım. Ellerimi çözdükten sonra da onunla konuşacakmış gibi yapar bir şekilde kaçmanın yolunu bulurdum.

Nasıl kaçacağımı düşünürken esnemeye başladım. Odanın duvarındaki saate bakıp gecenin 2'si olduğunu görünce sabah dinç olmak için, sağlıklı düşünebilmek için uyumaya karar verip gözlerimi kapattım.

Sürekli aynı tarafa dönük olduğum için ve ellerim bir noktaya sabit bir şekilde bağlı oldukları için uyumak zor olmuştu. Fakat çok fazla uykum olduğu için çok geçmeden uykuya dalabilmiştim.

*****

Elimle yatağı yoklayıp diğer yastığı buldum ve alıp sımsıkı sarıldım. Diğer tarafıma dönüp üzerimdeki battaniyenin biraz daha altına girdim ve uykuya devam edebilmek için karanlık bir ortam sağladım.

Hem yeniden uykuya dalmaya çalışıp hem de her zamanki gibi kahvaltı da ne yesem diye düşünürken fark ettiğim şeyle hızla gözlerimi açtım. Battaniyenin altında olduğum için görebildiğim tek şey karanlık olmuştu.

Battaniyenin altından çıkmadan gözlerimi ovaladım. İstediğim gibi hareket edebiliyordum. Ellerim bağlı değildi. Bir an için dün gece olanların hepsinin büyük bir kabus olduğunu düşünüp battaniyenin altından büyük bir heyecanla çıktım ve çıktığım an heyecanım yok olup gitti.

Çünkü dün gece uyuduğum yatakta, uyuduğum odadaydım. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Pencereye doğru döndüğüm an ise onunla göz göze geldim.

Yatağın hemen yanına bir sandalye çekmiş, ellerini göğsünün altında birleştirmiş, kehribar rengi gözlerini üzerime dikmiş dikkatle bana bakıyordu. Sabah çok erken uyanmış olmalıydı çünkü tıraş olmuş gibiydi. Uzun sakallarını kısaltmıştı. Saçları hâlâ eskisi gibiydi. Üst kısımları uzun, altları kısa ve dağınık.

Onu ilk defa görüyormuşcasına incelemeye devam ederken kirli sakallarını sıvazladı ve elini yeniden göğsünün altında birleştirip derin bir nefes alarak konuştu.

"Günaydın." Cevap vermedim, arkamı döndüm ve yataktan çıktım. Dün gece onun çıkardığı ayakkabılarımı hızlıca yeniden giydim.

"Hâlâ sinirlisin sanırım bana." Yine cevap vermedim. Ayakkabıları giydikten sonra yatağın ucunda duran montumu da alıp üzerine geçirdim.

"Bir yere mi gidiyorsun?" Öfkeli bir bakış atıp yeniden önüme döndüm ve yine sessiz kaldım.

"İyi madem hâlâ bu kadar sinirlisin, akşamı bekleyelim." Deyip ayağa kalktı. Bu sefer dayanamayarak konuştum.

"Benim akşama kadar burada kalmaya hiç niyetim yok." Güldü.

"En fazla başka bir odaya geçebilirsin Mira. Bu evden çıkman imkânsız." Ben de onun gibi alayla güldüm.

"İmkânsız diye bir şey yoktur." Gözlerini kapatıp yine derin bir nefes aldı. Dün gece sakinleşmiş gibi numara yapma konusunda karar almıştım, yapacağım da ama bir anda değiştirsem şüphelenirdi. Bu yüzden yavaş yavaş onun huyuna gitmem lazım ki şüphelenmesin.

"Burada olman bile bitmek bilmeyen bu inadın yüzünden oldu ve sen hâlâ akıllanmadın."

"Akıllanacağım kadar korkacağım bir şey olmadıysa demek ki." Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra başını sağa sola salladı ve arkasını dönüp kapıyı açtı.

"İyi sen burada korkmayı bekle." Deyip dışarıya çıktı ve yeniden bana döndü.

"Ben de gidip babanla birlikte seni arayayım." Sinirlendim ve hızla yanına gittim.

"Dalga geçiyorsun benimle ama babam senden şüphelendiğimi biliyordu. Seni araştırmaya başladığım gün ortadan kayboldum. Sence babam böyle bir detayı atlayacak birisi mi?" Dudakları yana kıvrıldı.

"Değil ama ne yaparsa yapsın eline hiçbir şey geçmeyecek. Bir süre sonra ise benden bir şey çıkmayacağını anlayacak ve başka şeylere yönelecek. Benden bir şey çıkmayınca bir de bana güvenmeye başlayacak. İşte o zaman işler tam anlamıyla yoluna girecek." Kendinden fazlasıyla emin konuşuyor olması daha da fazla sinirlenmeme neden oldu.

"Seni araştıracak ve senden hiçbir şey çıkmayacak öyle mi? İşte buna çok gülerim. Ben nasıl bir şeyler bulduysam babam da bulacak!" İç çekti ve bana doğru bir adım attı. Hızla geri gidince yeniden odaya girmemi sağlamıştı oldu.

"O zamana kadar senin kayıp olmadığın bir tatil köyünde kafanı dinlediğin ortaya çıkacak. Baban da boşa telaş yapmışım deyip hem beni hem de diğer her şeyi araştırmayı bırakıp işlerine dönecek." Kaşlarımı çattım.

"Ne tatil köyü be? Neyden bahsediyorsun sen? Babam beni görmeden böyle bir şeye asla inanmaz."

"İnanacak, çünkü ona bizzat sen söyleyeceksin. Yanına gidecek ve onu buna inandıracaksın." Söylediği şeylerden hiçbir şey anlamamaya başlamıştım. Babamın yanına gitmek mi? Böyle bir şeye izin verecek miydi? Her şeyden önce neden onun istediği şeyi yapacağıma bu kadar çok inanıyordu ki?

"Hiçbir şey anlamıyorum." Deyip işaret parmağımı kaldırdım ve göğsüne vurarak konuştum.

"Sen sadece benim aklımı karıştırmaya çalışıyorsun! Aklımı karıştıracak ve bu evden kaçmama engel olacaksın! Bunu anlamayacak kadar aptal mı görünüyorum oradan bakınca?" Sol kolunu kaldırıp bileğindeki saate baktı. Daha sonra ellerini cebine koydu ve gözleri yeniden beni buldu.

"Hâlâ çok erken, bence güzel bir kahvaltı yapabiliriz. O sırada konuşup anlaşırız da." Rahatlığına şaşkınca bakarken bir kez daha bana arkasını dönüp odadan çıktı. Aynı zamanda bir yandan konuşmaya devam ediyordu.

"Aşağıda bekliyorum, eğer gelmezsen konuşma akşama kalacak, gidişin biraz daha gecikecek." Dedi ve kendisi çıkıp gitti. Gidişin biraz daha gecikecek mi? Gerçekten hiçbir şey anlamıyorum.

Elimi saçlarıma geçirip odadaki banyoya yöneldim. Banyoya girip elimi yüzümü yıkadım ve biraz da olsa kendime gelmeye çalıştım. Lavabodan başımı kaldırıp aynadaki aksime baktım. Gözümün altındaki küçük yara morarmıştı ve biraz kötü görünüyordu. Azra'nın attığı kitap canımı fazlasıyla yakmıştı ve şimdi de sadece üzerine dokunduğum zaman acıyordu.

Kendime bakmaktan daha önemli işlerim olduğu için dağınık saçlarımı toparladım ve yeniden odaya geçtim. Barış'ın kendisinden bu kadar emin konuşması beni gerçekten şüpheye düşürmüştü. Aynı zamanda birazcık da olsa korkmaya başlamıştım. Kendimi göreceklerime ve duyacaklarıma hazırlayıp odadan çıktım.

Salona inerken Barış'ı salonun ortasında ayakta dururken gördüm. Karşısında da bir adam vardı. Sarışın, uzun boylu, renkli gözlü bir adamdı. Onlar beni fark etmezken adama bakmaya devam ettim. Çok sinirli görünüyordu.

"Niye getirdin bu kızı buraya?" Diye sordu sarışın adam dişlerini sıkarak.

"Görmemesi gereken şeyler gördü." Dedi Barış sadece. Acaba bu adam kendisinden daha yetkili birisi mi diye düşünürken adam konuştu.

"Öldürseydin o zaman! Ne işi var o kızın burada? Sen her şeyi mahvetmek mi istiyorsun kardeşim?" Barış salondaki koltuklara doğru yürürken adama cevap verdi.

"Ölmesi bize bir şey kazandırmaz. O da işimize yarayabilir." Deyince göz devirdim.

"Kız diğerleri gibi değil Ateş! Kız polis! Duydun mu beni? Polis! Babası emniyet amiri, annesi eski savcı, yeni avukat! Lan hayatımızı karartmaya ikisi yeter!" Kaşlarımı çattım. Ailemi baya bir araştırmışlar.

"Bir şey olmaz!" Diyen Barış'a şaşkınca baktım. Bu kadar rahat olması hiç de iyi değildi. Sanki güvendiği bir şeyler var gibiydi. Benim açımdan iyi olmayacak şeyler.

"Lan ne demek bir şey olmaz? Babası emniyet amiri diyorum sana! Senin her gün yanına gidip emir aldığın adam! Sen beni niye anlamıyorsun? Bütün plan mahvolacak! Yıllardır ince ince hazırladığımız her şey yıkılacak! Sen hâlâ bir şey olmaz diyorsun!" Barış adama cevap vermeden koltuklardan birine oturdu. Adam oturmak yerine başında durup konuşmaya devam etti. Onları dinlemek yerine ayaklarımı yere daha sert bir şekilde vurarak merdivenleri indim. Bir anda ikisinin de bakışları beni buldu.

Sarışın adam beni gördüğüne memnun olmayıp söylenerek arkasını dönerken Barış konuştu.

"Oo bakıyorum da birileri sonunda sakinleşmiş." Cevap vermeden yanlarına gittim. Oturmak yerine ben de ayakta dururarak konuştu.

"Bu adam haklı babam sizi bulacak! Hem de en kısa zamanda bulacak! Annem de gereken cezayı almanız için elinden geleni fazlasıyla yapar. Bu yüzden bu işi daha fazla uzatmayın ve teslim olun." Dediğim an sarışın adam gülmeye başladı. Sinirle ona döndüm.

"Ne gülüyorsun? Komik bir şey mi var?" Başını salladı.

"Teslim olacağımızı düşünüyor olman bizim için fazlasıyla komik." Yanına gittim.

"Nesi komikmiş? Doğru olan bu değil mi?" Kaşlarını hayır anlamında kaldırarak konuştu.

"Doğru olan bu değil! Doğru olan senin bu evden bir an önce gitmen." Barış'a döndüm ve adamı göstererek konuştum.

"Ben de bunun gibi düşünüyorum. Benim buradan gitmem en doğrusu." Barış konuşmak için dudaklarını aralamışken adam ondan önce davrandı.

"Cansız bir şekilde." Diye ekleyince ona öfkeli bir bakış atıp yeniden Barış'a döndüm.

"Bu kısıma katılmıyorum." Barış konuşacakken adam yine araya girdi.

"Katıl ya da katılma senin yaşaman bizim için artık büyük bir risk!" Ona döndüm.

"Ne yapacaksın beni mi öldüreceksin? Hadi sıkıyorsa öldürsene!" Kaşlarını çattı.

"Bana bak kızım..." Devam edemedi çünkü Barış bir anda ayağa kalkıp öfkeyle bağırdı.

"YETER! SİZİN KAVGANIZI DİNLEYECEK DEĞİLİM BURADA!" Deyip adamın yanına geldi ve omzuna dokundu.

"Rahat ol, ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum. Akşam konuşuruz seninle, hadi git dediklerimi yap." Adam göz ucuyla bana baktıktan sonra Barış'a döndü ve başını sallayıp kapıya doğru yürüdü. O sırada bir adam koşarak eve girdi.

"Erdem abi." Deyip adamın yanına gitti. İkisi sessiz sessiz bir şeyler konuşup evden çıkarlarken bu adamın Barış'ın evinde olduğum gün mesaj atan adam olduğunu anlamak zor olmadı.

"Sen de otur şuraya, konuşacağız!" Barış'a döndüm.

"Benim seninle konuşacağım hiçbir şey yok! Ne söyleyeceğin umurumda bile değil!" Deyip gidecekken kolumdan tutup yeniden beni yanına çekti

"Bırak kolumu!" Hem konuşup hem kolumu kurtarmaya çalışırken söylediği şey durmama neden oldu.

"Belki senin değil ama babanın umurundadır." Kaşlarımı çattım.

"Ne diyorsun sen? Neymiş babamın umurunda olan şey?" Kolumu bıraktı, az önce kalktığı yere yeniden oturdu ve gözleriyle arkamda duran koltuğu gösterdi.

"Otur önce." Her ne kadar arkama bile bakmadan, onunla konuşmadan, buradan gitmek istesem de dediğini yapıp oturdum. Merakla ona bakarken derin bir nefes alıp konuştu.

"Seni bırakacağım, hayatına yeniden döneceksin, seni burada günlerce tutmak gibi bir niyetim yok ama..." Deyip dirseklerini dizinin üzerine koydu ve bana doğru eğildi.

"Susacaksın, gördüklerini unutacaksın. Değil bir başkasına söylemek kendine bile söylemeyeceksin. Hiçbir şey olmamış gibi normal hayatına devam edeceksin." Alayla güldüm.

"Neden böyle bir şey yapayım? Aptal mıyım ben?" Başını sağa sola salladı.

"Aptal değilsin ama yine de dediğimi yapıp susacaksın yoksa baban..." Cümlenin sonunun nereye gideceğini tahmin ettiğim için devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Yoksa ne? Babamı mı öldürürsün? Beni böyle mi tehdit ediyorsun?" Dedim ve kendimi göstererek devam ettim.

"Ya sence ben böyle numaralı yiyecek, korkup susacak birisi miyim?" Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Sinirlendiğini fark ettim ama buna rağmen konuşmaya devam ettim.

"Ben senin tahmin ettiğin..." Devam edemedim çünkü bir anda bağırdı.

"YETER!" Aniden bağırdığı için irkildim. Gözleri yeniden beni bulduğunda gerçekten sinirli olduğunu gördüm.

"Önce bir sus beni dinle! Sonra kendin konuşursun!" Göz devirdim ve geriye yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Rahat görünüp, onu umursamamak daha iyiydi.

"İyi, dinliyorum söyle hadi ama şimdiden gülüp geçeceğim şeyler şöyleyeceğine eminim." Gözlerini kısıp kirli sakallarını sıvazlarken konuştu.

"Sanırım birazdan çok büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaksın." Güldüm.

"Hiç zannetmiyorum." Barış kendimden emin hâlime sanki üzülerek bakıyormuş gibiydi.

"Bakıp duracağına ne anlatacaksan anlat!" Diye uyardım onu. Bir tepki vermezken ise merakla ona bakmaya devam ettim.

"Hiç kimsenin geçmişi temiz değildir." Kaşlarımı çattım. Ne demekti şimdi bu?

"Hepimizin hata yaparız, unutmak istediğimiz hatalar. Sonuçta insanız hepimiz, ne demişler hatasız kul olmaz."

"Sen de şu an unutmak isteyeceğin bir hata yapıyorsun! Seni uyardığım hâlde de yapmaya devam ediyorsun. Ve bu bir hata olmaktan çıkıyor, büyük bir suç oluyor biliyorsun değil mi?" Başını salladı.

"Büyük bir suç olduğunu çok iyi biliyorum ama bir hata değil, hiçbir zaman olmadı, olmayacak." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama benden önce davrandı.

"Her neyse, şu an konumuz ben değilim, baban." Deyip yine bana doğru eğildi ve gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Eğer tek bir kişiye bile şey söylersen, engel olmak için, yakalanmamız için en ufak bir şey yaparsan bileğime takacağın o kelepçeleri benimle birlikte babanın da bileğine takman gerekecek." Dediği an hemen ayağa kalktım.

"Ne diyorsun be sen? Neden böyle bir şey yapayım? Tam da tahmin ettiğim gibi uyduruk bir sebepten beni korkutacak, susmama neden olacaksın! Bu ucuz numaralı yemem ben!" Deyip gidecekken eğilip bileğimi yeniden kavradı. Öfkeli gözlerim onu buldu.

"Bırak!" Gözleriyle kalktığım koltuğu gösterdi.

"Otur!" Sertçe bileğimi çekip kurtardım ondan.

"Oturmuyorum! Senin saçmalıklarını dinlemek şu an yapmak istediğim son şey bile değil!" Sinirlendi, konuşmak yerine merdivenlere yöneldim. Daha ilk basamağa adım atmışken söylediği şeyler beni durdurdu.

"Baban masum birisini öldürdü Mira." Bakışlarımı ona çevirdim. Bana bakmıyordu, önüne dönüktü.

"Hem de kendi çıkarları için, kendini kurtarmak için." Başımı sağa sola salladım.

"Yalan! Yalan söylüyorsun! Babam asla öyle bir şey yapmaz! Benim babam..." Devam etmeme izin vermedi.

"Senin baban şerefli bir polis değil mi? Senin kahramanın." Dedi ve başını bana çevirdi.

"Babanın böyle bir şey yapmayacağını ben de çok iyi biliyorum. Çünkü o gerçekten iyi bir polis ama konuşmanın başında da dedim ya herkes unutmak, unutturmak istediği hatalar yapar diye. Söylediğim şey babanın yakın geçmişinde yaptığı ve unutturduğu ama hiçbir zaman unutmadığı büyük bir hata."

"Yalan!" Diye haykırdım yeniden yanına giderken. "Senin gibi bu da yalan! Bir sahtekâra asla inanmam! Duyuyor musun beni? Asla!" Omuz silkti.

"Bana inanmana gerek yok. Önce dinle, sonra istersen görür ve gördüklerine inanırsın." Cevap veremedim. Yine gözleriyle arkamdaki koltuğu gösterdi.

"Bir otur, sakinleş devam edelim." Deyip kolundaki saate bakıp bakışlarını yeniden bana çevirdi.

"Vaktimiz azaldı, konuşmaya akşam devam etmek istemezsin çünkü akşama kadar burada meraktan kafayı yersin. Hem konuşup gideyim ki akşama kadar düşünmeye vaktin olsun. Düşünüp mantıklı bir karar verdikten sonra da hayatına devam edebilesin." Deyip geriye yaslandı.

"Tabii benim istediklerimi yapmak için." Sinirle güldüm.

"Böyle bir şey asla olmayacak! Asla senin istediklerini yapmam! Eğer babam bir hata yaptıysa eminim bu gizli değildir, olamaz. Babam istemeyerek bir hata yaptıysa bile isteyerek bir suç asla işlemez! Bu durumu saklamaz." Söylediğim şeylerden sıkılmış gibi bir hâli vardı. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra bir anda konuştu.

"Baban anneni aldattı." Dediği an öylece kaldım. "Başına da her şey bu yüzden geldi zaten." Tepki veremedim. Ellerimi yumruk yaptım ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Bu doğru olamaz, babam böyle bir şeyi asla yapmaz. Küçücük bir ihtimal bile vermiyorum ama ilk defa göğsümün sıkıştığını hisettim. Nefes alamıyor gibi hissediyordum.

"İyi misin?" Bakışlarımı yeniden Barış'a çevirdim. Öfkeme engel olamadım.

"Babama iftira atıyorsun, biliyorum! Babam annemi aldatmaz, annemi çok seviyor böyle bir şeyi yapmaz!" Dedim kalkıp koşarak yanından uzaklaşmak isterken. Fakat kalkamadım ve oturup onu dinlemeye devam ettim.

"Biliyorum kabul etmesi çok zor ama gerçek bu. İstersen kanıtlayabilirim ama hiç kimse babasını bir başka kadınla elimdeki görüntülerde olduğu kadar samimi bir şekilde görmek istemez." Gözlerim doldu, boğazım düğüm düğüm oldu. Ne diyeceğimi bilemedim. İçimden sadece yalan söylüyorsun diye bağırmak geliyordu.

"Bu işe girerken her şeyi en ince ayrıntısına kadar araştırdım. Çünkü şimdi olduğu gibi bir gün birisine yakalanırsam onu engelleyecek bir şeylerin olduğundan emin olmam gerekiyordu. Şu an elimde herkesi durduracak şeyler var." Dedi ve işaret parmağını bana doğrulttu.

"Seni de bu şekilde durdurabileceğim." Konuşmak için hamle yaptım ama yine benden önce davranıp araya girmeme izin vermedi.

"Babanı araştırırken bunlarla karşılaştım. Baban anneni aldatmış, zamanında cezaevine tıktığı adamlar tarafından da elimdeki görüntüler çekilmiş." Göz yaşlarım kirpiklerimde asılı dururken başımı öne eğdim ve kendimce saklandım.

"Sonra o adamlar babanı o görüntüleri ortaya çıkarmakla tehdit edip kendilerine yardım etmesini istemişler." Tırnaklarımı avucuma batırdım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Baban da o görüntülerin ortaya çıkmasını, annenle boşanmayı, herkese rezil olmayı göze almak yerine adamlara yardım etmeyi kabul etmiş. Adamlar hakkında ifade verip suçlu olduklarını kanıtlayacak birisini bile isteye öldürmüş. Sonra da çatışma sırasında vuruldu deyip bir şekilde işin içinden çıkmış." Deyip telefonunu kaldırdı ve salladı.

"Adamı öldürdüğü anın bile görüntüleri elimde. Baban kendini kurtarmak için birini öldürdü Mira. Eğer elimdeki her şey ortaya çıkarsa her şeyden önce anne ve babam boşanacak, ailen tamamen dağılacak." Ağlamamak için kendimle girdiğim büyük savaş devam etti. Dudaklarımı ısırmaktan kanatmıştım. Elimle dudaklarımdaki kanı silip başımı öne eğdim.

Tüm bu olanların kabus olmasını diliyorum. Korkunç bir kabus. Uyandığım zaman hatırlamak istemeyeceğim bir kabus.

"Tabii baban itibarını da mesleğini de kaybedecek, babanın hayatı yaptığı bir hata yüzünden mahvolacak. Aynı zamanda birini öldürdüğü için, suçlulara yardım ettiği için yargılanacak ve muhtemelen tutuklanacak." Hiçbir şey diyemedim.

"Atlamamız gereken bir ayrıntı da var. Baban o adamı öldürüp ifade vermesine engel olduğu için gerçek suçlular cezaevinden çıktı. Çıktığı ilk andan beri de bir sürü suç işlediler. Adam öldürmek, uyuşturucu satmak, silah kaçırmak... Daha anlatmamı ister misin?" Yutkundum ve boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum.

"Sus!" Dişlerimi sıkarak ve boğuklaşan sesimle söylediğim şey onu susturmadı.

"Baban bir suç işledi ve bir sürü suçun işlenmesine yol açtı." Gözlerimi yeniden ona çevirdim. Gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Şimdi düşün ve akşama kadar kararını ver Mira Aksoylu." Deyip ayağa kalktı ve ellerini cebine koyarak konuştu.

"İyi bir polis olup hem beni hem babanı tutuklayacak mısın yoksa benim suç ortağım olacak mısın?" Dedi ve beni arkasında bırakarak çıkıp gitti.

İyi bir polis mi yoksa bir suç ortağı mı?

Suç ortağı...

Başımı ellerimin arasına alıp kimsenin olmamasını fırsat bilerek göz yaşlarımı serbest bıraktım. Duyduklarıma inanmak istemiyorum. Her şeyin bir kabus olmasını istiyorum.

"Baban anneni aldattı."

O anki sesi zihnimin içinde yankılanırken kulaklarıma baskı uyguladım. Babamın bunu yapmış olabileceğine inanmak istemiyorum. Başıma üst üste vurup zihnimin içindeki bu iğrenç sesi susturmaya çalıştım ama olmadı.

"Baban bir suç işledi ve bir sürü suçun işlenmesine yol açtı."

Biraz daha vurdum başıma. Göz yaşlarımın ardı arkası kesilmezken de vurmaya devam ettim.

"Sus artık! Sus... Sus... Sus!" Kendi kendime mırıldanıp ellerimi saçlarıma geçirdim ve kendi saçımı çektim.

"Duymak istemiyorum sus!" Deyip daha sert bir şekilde çektim saçımı ama zihnimin içindeki sese engel olamadım.

"Şimdi düşün ve akşama kadar kararını ver Mira Aksoylu; iyi bir polis olup hem beni hem babanı tutuklayacak mısın yoksa benim suç ortağım olacak mısın?"

"Olmayacağım!" Diye haykırdım ayağa kalkarken.

"Suç ortağı falan olmayacağım! Hiç kimse umurumda değil! Ben, babamın yaptığı hatayı yapmayacağım! Bir suçun işlenmesine göz yummayacağım!" Yine kendi kendime konuşup salonda volta atmaya başladım. Göz yaşlarımı silip yanaklarımı kurulamaya çalışsam da sürekli akan ve durmak nedir bilmeyen göz yaşlarım bana engel oldu ve pes etmeme neden oldu.

"Gideceğim buradan! Hiç kimse engel olamayacak!" Dedim ve durup derin bir nefes aldım. Eğer anlattığı her şey doğruysa babam da bir suçluydu. Bu işe girerken, Ateş'i tek başıma bulmaya çalışırken kendime duygusallık yok demiştim, olmayacak da!

Dün gece kırmaya çalıştığım camdan duvara bir kez daha baktım. Sinirle o tarafa doğru giderek sandalyeyi yine elime aldım ve yeniden attım cama ama yine kırılmadı.

"Ya kırılsana kırıl!" Söylenerek yere düşen sandalyeyi alıp bir kez daha attım ama yine olmadı. Cama doğru giderek bu sefer tekme attım ve vurmaya başladım.

"AÇIN ŞU KAPIYI!" Diye bağırdım üst üste ama kimsenin umurunda olmadım. Cama biraz daha vurup normal kapıya gittim ve açmaya çalıştım ama bu kapı da kilitliydi. Açmaya çalışmayı bırakıp bu kapıya da vurmaya başladım.

"AÇIN DEDİM SİZE! BENİ DUYDUĞUNUZU ÇOK İYİ BİLİYORUM!" Dedim ama yine kimseden bir cevap alamadım. Üste üste kapıya vurduktan sonra mutfağa girdim ve mutfak kapısına yöneldim. Koşarak kapının yanına gidip açmaya çalıştım ama tabii ki de kilitliydi. Sinirle bağırıp tüm sinirimi kapıdan çıkardım ve aynı zamanda yeniden ağlamaya başladım.

Kapana kısılmış olmaktan nefret ediyorum!

Mutfak masasının yanındaki sandalyeyi çekip oturdum ve derin derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Sakinleşip mantıklı düşünmem gerekiyordu. Yoksa hiçbir şey yapamam.

"Neredesin baba? Neredesin?" Kendi kendime mırıldanıp biraz sakinleştikten sonra ayağa kalktım. Mutfaktan çıkıp yeniden salona döndüm ve tüm çekmeceleri karıştırdım. Bir şeyler bulmam lazımdı. Beni bu evden kurtaracak küçük de olsa bir şey bulmam lazımdı.

Bomboş çekmeceler sinirimi giderek bozarken aramaya devam ettim. Salondan bir şey çıkmayınca bu kattaki 3 odaya da tek tek girdim. Hepsinin penceresi vardı ama o pencerelerin ardında hep demir parmaklıklar vardı. Bu yüzden boşuna uğraşmayarak her yeri didik didik ettim. Böyle bir evde mutlaka silah olması gerekiyordu.

Kendimi dışarıdakilere karşı koruyup buradan çıkabileceğim tek bir silah lazımdı bana.

Ellerim boş bir şekilde 3. odadan da çıktım ama pes etmeyip üst kata gittim. Bu katta 5 oda vardı. Birinde zaten dün gece ben kaldığım için hiçbir şey olmadığını çok iyi biliyordum ve bu yüzden hiç uğramadım bile.

Önce hangi odaya girsem diye düşünürken Ateş'in -sanırım ona yavaş yavaş Ateş demeye alışıyorum- dün gece çıktığını gördüğüm odaya doğru baktım ve hiç oyalanmadan odadan içeriye girip etrafa bakındım.

Çok büyük, siyah ve gri ağırlıklı bir odaydı. Tam ortada bir yatak, kenarında iki komodin, yatağın sağ tarafında da iki kapı vardı. Muhtemelen birisi banyo birisi da giyinme odası falandı. Yatağın yanındaki komodinlere giderek içlerine baktım ve bunların da boş olduğunu görüp sinirlendim.

Komodinin yanından kalkıp kapılardan birini açtım ve içeriye girdim ama banyo olduğunu gördüm. Banyoda işe yarar bir şey bulamayacağımı bildiğim için oyalanmadan çıkıp yan taraftaki diğer odaya girdim.

Dikdörtgen şeklinde bir odaydı. Üç duvarı tamamen askılara asılmış kıyafetlerle doluydu. Kıyafetlerin altındaki raflarda da ayakkabılar vardı. Tam ortada ise büyük her tarafı çekmece olan bir masa vardı. Masanın yanına gittiğimde üstünün cam olduğunu gördüm. Bir tarafında Saat, kemer gibi şeyler vardı. Bakışlarımı diğer tarafa çevirdiğimde gördüğüm şey önce şaşırmama sonra da yüzümde kocaman bir gülümseme oluşmasına neden oldu.

Çünkü bu taraf tamamen silahlarla doluydu.

"İşte bu be!" Sevinç çığlığı atmamak için kendimi zor tutup silahların içinde olduğu çekmecenin koluna elimi attım ve çekmeye çalıştım ama açılmadı.

"Ne oluyor ya?" Söylenerek iki elimle birden kolu tutup çektim ama yine açılmadı. Kolun hemen altında anahtar deliği görünce gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım.

"Sanki seni açmayacağım." Kendi kendime konuşarak etrafa bakındım. Sert bir şeyler bulmam lazımdı. Etrafta bulabildiğim tek sert şey bir ayakkabı olurken bunun işime yaramasını umut edip ayakkabıların içinden botu aldım ve çekmecenin üstündeki cama tüm gücümle vurmaya başladım. Fakat vurduğum cam değil kırılmak çizilmemişti bile.

"Bu evdeki her şey neden bu kadar sağlam ya!" Söylenerek botu rastgele yere attım. Beni kurtaracak olan silahlara bu kadar yaklaşmışken pes edemezdim. Dün gece kelepçeyi açmakta başarılı olduğum aklıma gelince elimi cebime atıp toka var mı diye kontrol ettim. Toka bulamayınca ise içinde kemer olan çekmeceyi açıp kemerlerden birini aldım.

Kemerin tokasının çiviye benzer aparatını zorlukla yerinden çıkartıp yere diz çöktüm. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve başarılı olmayı dileyip gözlerimi yeniden açtım ve aparatı anahtar deliğine denk getirip açmak için içine ittiğim an bir anda tüm evde bir alarm sesi yankılandı.

"Ne oluyor ya?" Korkuyla etrafıma bakındım. Alarm sesi giderek yükselirken sinirle çekmeceye vurdum ve adamlar yanıma gelmeden çekmeceyi açmaya çalıştım.

"Hadi açıl hadi!" Söylenerek uğraşmaya devam ettim ama olmadı. Sanki ben zorladıkça alarm sesi de giderek yükseliyor gibiydi. Açmayacağımı anlayınca ayağa kalktım.

"ALLAH KAHRETSİN!" Bağırıp masaya tekme attım. Bir çekmeceyi bile açamamıştım. Elimi saçlarıma geçirip düşündüm. Bu alarm sadece bu çekmece için olamaz. Muhtemelen başka şeylerle de bir bağlantısı vardı. Acaba evin içinde bir yere saklansam ve beni bulamasalar, çalan alarmın çekmece için değil de açılan bir kapı ya da pencere için olduğunu düşünüp, kaçtım zannederler miydi? O zaman beni aramak için evden uzaklaşırlardı ve benim atlatmam gereken kişi sayısı yarı yarıya azalırdı.

Kurduğum plan mantıklı gelmemiş olsa da şu an için elimde daha iyi bir seçenek yoktu. Eğer tahmin ettiğim gibi olursa da bu evden kurtulurum. Olmaz da zaten kaybedeceğim hiçbir şey yok.

Derin derin nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Önce yere attığım botu alıp yerine koydum. Daha sonra çıkardığım kemeri düzgünce yerine bırakıp her şeyi geldiğimde olduğu gibi bıraktım. Buraya girdiğimi anlamaları mümkün bile değildi.

Her şeyin düzgün olduğundan emin olduktan sonra koşarak giyinme odasından çıktım. Çıkar çıkmaz ayak sesleri duydum. Geldiklerini anlayınca etrafa bakındım. Saklanacak olmam akıllarına gelmeyeceği için her yere bakmayacaklarını biliyordum.

Mantıklı gelen tek yer banyo olurken oyalanmadan hemen banyoya girdim. Banyo dolabının en altındaki büyük kısmın kapağını açtım ve içinde bulunan birkaç parça eşyayı bir köşeye itip dolaba girdim ve kapakları yeniden kapatıp sessizce beklemeye başladım.

Çok geçmeden odaya adamların girdiğini duydum. Sanki nefes alma sesimi duyacaklarmış gibi nefesimi tuttum ve beklemeye başladım. Başını dizlerimin üzerine koyup elimden geldiği kadar hareketsiz durmaya çalıştım. O sırada banyonun da kapısı açıldı.

"İyi bakın etrafa! Kaldığı odada yoktu! Bulun şunu hemen!" Adamlardan birinin sesi kulağıma gelirken kalbim deli gibi atmaya başladı.

"Banyoda da değil." Adamın söylediği şey yüzümde büyük bir gülümseme oluşturdu. Banyonun kapısının kapanma sesini tekrar duyarken rahat bir nefes aldım. Hayatımda daha önce bu kadar saçma bir planla hareket etmemiştim ama şimdilik başka seçeneğim yoktu.

"BAHÇENİN KAMERA KAYITLARINI AÇIN HEMEN!" Duyduğum şeyle elimi alnıma vurdum. Kamera kayıtlarına bakarken bir şekilde kaçmam lazımdı.

Ayak seslerinden odadan çıktıklarını anladım. Bir süre sonra patırtı gürültü tamamen kesildiğinde odada kimsenin olmadığını anladım. Yine de yavaş ve sessiz hareketlerle dolabın kapağını açtım ve başımı dışarıya çıkardım. Etrafa bir göz atıp dolaptan çıktım.

Oyalanmadan kapıya doğru gidip kulağımı kapıya yasladım ve dışarıyı dinledim. En ufak bir ses bile yoktu. Cesaretimi toplayıp kapıyı aralayıp odaya doğru baktım. Kimsenin olmadığını görünce ise hızla odadan çıkıp odanın kapısına gittim ve bu sefer de oraya kulağımı yaslayıp koridoru dinledim.

Ses gelmiyordu, hatta ürkütücü bir sessizlik vardı. Bu da daha fazla heyecan yapmama neden oldu. Fakat yine de sessizlikten cesaret alıp kapıyı açtım ve başımı çıkarıp koridora baktım. Bir kez daha hiç kimsenin olmadığından emin olduktan sonra odadan çıktım.

Koşar adımlarla merdivenlerin başına gidip bu sefer de salonu dinledim ama yine ses duymadım. Bir anda toplanıp evden çıkmış olmaları normal miydi? Ya da tahmin ettiğimden daha salaklardı ve hiçbir yere bakmadan evden çıkmışlardı.

"Bu normal değil." Diye mırıldandım kendi kendime. "Hiç normal değil." Diyerek ekledim. Sakin sakin merdivenleri inip salona ulaştığımda kapının açık olduğunu gördüm. Kapıya doğru gidip arkasından bahçeye baktım ve adamların laptobun başında toplandıklarını gördüm. Muhtemelen kamera kayıtlarına bakıyorlardı. Evden çıkmadığımı anlamaları an meselesiydi. Geri çekilip bahçe kapısına doğru baktım ve hâlâ kapalı olduğunu gördüm. Çıkma ihtimalim olan tek kapı burasıydı ve bunun da önünde bir sürü adam vardı. Geri çekilip sırtımı duvara yasladım.

"Bunların hepsi emir alıyor, emir almadan da beni vuramazlar. O kadar cesur değillerdir." Yine kendime cesaret verdim ve kapının arkasından çıktım.

"Ya şimdi ya da hiçbir zaman." Son bir kez kendime cesaret verip dışarıya doğru bir adım attım ve o sırada adamlardan biriyle göz göze geldim.

"BURADA!" Adamın bağırmasıyla herkesin gözü beni buldu. Hepsi çatık kaşlarıyla bana bakarken hiç kimsenin olmadığı tarafa doğru koşmaya başladım.

"YAKALAYIN ŞUNU HEMEN!" Aynı adam bir kez daha bağırırken tüm gücümle koşmaya devam ettim. Bir ara dönüp arkama baktım ve sayamayacağım kadar çok adamın peşimde olduğunu gördüm. Yeniden önüme döndüğümde çoktan ormanlık alana girmiştim bile.

Önce izimi kaybettirmem lazımdı. Eğer izimi kaybederlerse yakalamak için gruplara ayrılacaklardı. Hepsiyle aynı anda baş gelmem imkânsızdı ama ayrılırlarsa çok da güzel baş gelirdim.

Sonuçta yapmadığım şey değil. Daha dün gece hepsini bir güzel dövdüm. Bir kez daha yaparım ne olacak ki?

Bir kez daha arkama döndüm ve adamların hâlâ peşimde olduğunu görüp daha da hızlandım. Bir yandan koşup bir yandan etrafıma bakındım. Sürekli ağaçların sık olduğu taraflara doğru koştum. Bu şekilde beni görmeleri daha zor olacaktı.

Dakikalar sonra koşmaktan karnım ağrımaya başladığında arkamdan gelen ayak sesleri de kesilmişti. Daha fazla devam edemeyeceğimi fark edince durup arkama baktım ve hiç kimsenin olmadığını gördüm. Bir ağaca yaslanıp derin derin nefes aldım ve koştuğum için bozulan nefesimi bir düzene sokmaya çalıştım.

O sırada yeniden ayak sesleri duydum. Etrafa bakındım ama hiç kimseyi göremedim. Ne kadar koşarsam koşayım peşimi bırakmayacaklarını çok iyi bildiğim için ve daha fazla devam edemeyeceğim için yaslandığım ağaca baktım.

"Hadi kızım Mira, sen yaparsın." Her zamanki gibi kendime cesaret verip ağaca tutundum. Gövdesi büyük, çok yaşlı bir ağaçtı. Bu yüzden her yerinde oyuklar vardı ve çıkmam kolay oluyordu.

Ellerim yaralandı, canım acıdı ama yine de pes etmedim ve ağacın tepesine çıktım. Yaprakların çok olduğu tarafa kalın bir dalın üzerine oturup beklemeye başladım. Hem burada biraz dinlenirdim hem de adamların ne tarafa gittiğini görüp onların aksi yönüne gidebilirdim. Bu sayede koskocaman ormanın içinde farklı yerlere giderken beni bulmaları imkânsız olurdu.

Oturduğum dalda dengemi sağlayıp tutunmayı bıraktım ve ellerime baktım. Avuçlarımın içi yaralanmıştı ama şimdi bu umurumda bile değil.

Ormanın ortasında bir ağacın tepesinde sessiz sessiz otururken o sessizliği karnımdan gelen sesler bozdu. Karnımı tutup yüzümü buruşturdum. En son evden çıkarken kahvaltı etmiştim sonra da hiçbir şey yememiştim. Üzerinden 24 saatten fazla zaman geçmişti ve gerçekten çok acıkmıştım.

"Az kaldı, biraz daha sabretmem lazım. Sonra her şey bitecek." Kendi kendime konuşurken bir yandan da babamın beni arayıp aramadıgı düşündüm. Muhtemelen annemle ikisi dün geceden beri defalarca kez aramışlardır beni. Tabii ulaşamayınca da endişelenmişlerdir. Annemin şu an ne hâlde olduğunu düşünmek bile istemiyorum, mahvolmuştur. Babam, ona o kadar kızgınım ki şu an ne hâlde olduğunu düşünmüyorum bile.

Annemi aldatmış sonra da bunu saklamak için üst üste hatalar yapmıştı. Annem konusunda onu affetmem mümkün bile değildi ama bunu ne zaman yaptığını da çok iyi biliyorum. Muhtemelen 2 sene önce yaşadığımız şey yüzünden bizim için her şey mahvolurken o da annemi aldatmıştı. Anneme bunu nasıl yapar aklım almıyor.

Göz yaşlarım kirpiklerimde asılı dururken ileriden gelen adamları gördüm. Aşağıya sarkıttığım ayaklarımı oturduğum dalın üzerine çektim ve elimden geldiği kadar yaprakların arkasına saklandım.

"NEREYE GİTTİ LAN BU KIZ? DAĞILIN BULUN ŞUNU HEMEN!" Adamlardan birisi öfkeyle bağırırken biraz daha yapraklarla kendimi kamufle ettim.

Adamların bazıları sağ tarafta giderken bir kısmı da sola doğru gittiler. Birkaç tanesini de bana doğru yürümeye başlarken aynı zamanda konuşuyorlardı.

"Bu şekilde olmaz, haber vermemiz lazım." Beni görmemeleri için büyük bir çabaya girdim ama o kadar yaklaşmışlardı ki görmeleri an meselesiydi.

"Haber verirsek akşam geldiğinde neler olur bilmiyor musun? Bir kızı evde tutamadınız diye hepimizi öldürür." Duyduğum şey gözlerimi kapatmama neden oldu. Şu an Barış'tan bahsediyor olduklarına hâlâ inanmak istemiyorum ama zaten onlar Barış'tan değil Ateş'ten bahsediyorlar.

"Haber vermezsek daha kötü şeyler olur. Eğer kız ormandan çıkmayı başarır polise giderse polise gitmesini geçtim babasına ulaşsa bile zaten hepimiz biteriz." Dudaklarım yana kıvrıldı. Benden ve babamdan bu kadar korkuyor olmaları çok iyi bir şeydi aslında.

"İyi tamam ara haber ver, kızın nasıl kaçtığını anlat. Belki bir şeyler yapar." Gözlerim irileşti. Kaçtığımı öğrenirse yakalanacağım korkusuyla bana anlattıklarını yapar mıydı? Neden yapmasın ki?

"Buradayım!" Dedim aniden, haber vermelerine engel olmam lazımdı. Zaten sadece 3 kişiydiler ve onları atlatmam kolay olacaktı. Hepsinin gözleri bir anda ağacın tepesindeki beni bulunca şaşırıp kaldılar.

"Lan sen nasıl çıktın oraya?" Diyen adama baktım ama cevap vermedim. Aralarında en iri olan esmer adam konuştu.

"Hemen in oradan yoksa ben seni indiririm!" Göz devirdim.

"Salak mısın sen ya? İnmeyecek olsam niye ben buradayım diyeyim?" Cevap vermedi. Tutunduğum daldan inip ağacın gövdesine sarıldım ve çıktığım gibi ayaklarımı oyuklara denk getire getire aşağıya indim. Adamlardan birisi hemen yanıma gelip kolumu tuttu ve canımı yakmak için sıktı.

"Kaçabileceğini mi zannediyordun? Bu ormanda yolunu bulabilecek miydin?" Derin bir nefes aldım ve ona döndüm.

"Kolumu bırak!" Söylediğim şeyin tam aksine kolumu biraz daha sıktı.

"Ne zannediyorsun lan sen kendini? Dün iki tane adamı dövdüm diye bizimle baş gelebileceğini falan mı düşündün?" Yine söylediği şeyleri duymamazlıktan geldim.

"Tekrar ediyorum; kolumu bırak!" O da tıpkı benim gibi umursamadı ve konuşmaya devam etti.

"Polis babana mı güveniyorsun? Baban senden önce kendi kıçını kurtarsın!" Daha fazla sakin kalamadım ve diğer elimle kolumu tutan bileğini kavrayıp tüm gücümle ters çevirdim. Adamın acıyla haykırışı ormanın içinde yankılanırken dizine tekme atıp yere düşürdüm ve tuttuğu kolumu sanki bir toz varmış gibi sirkeleyip temizliyormuş gibi yaptım.

"Ben sana düzgünce kolumu bırak dedim değil mi? Söylediğim şeyi yapın diye illa canınızı yakmak mı gerekiyor?" Yerde acı içinde kıvranırken bana cevap veremedi. O sırada bir diğer adam yanıma gelip o da kolumu tuttu.

"Sen çok olmaya başladın artık, yürü!" Deyip beni çekiştirmeye başladı. Ayağına tekme atıp kolundan kurtuldum. Fakat daha ondan yeni kurtulmuşken diğeri yanıma geldi. İkisi de bir anda beni tutmaya çalışırken sağ tarafımdaki adamın karnına dirseğimle vurdum. Adam karnını tutmak için kolumu bırakırken diğerine döndüm ve hiç beklemediği bir anda yüzüne yumruğumu geçirdim. Bu hareketim adama çok fazla fayda etmezken dizine tekme atıp sırtının ortasına dirseğimle vurdum ve onu da yere düşürdüm. Karnına vurduğum adama dönecekken bir anda saçlarımın dibinden tuttu.

"YETER LAN! VURAMAYACAĞIZ DİYE SESİMİZİ ÇIKARMIYORUZ! KENDİNİ BİR ŞEY ZANNETMEYE BAŞLADIN!" Deyip saçlarımı biraz daha çekerken canım yandığı için gözlerim doldu. Aynı zamanda daha da fazla sinirlendim ve hiç acımadan sert bir şekilde tüm gücümle bacağının arasına tekmeyi geçirdim. Adam anında saçlarımı bırakıp yere düştü ve iki büklüm olup acıyla bağırdı. Umursamayıp arkadan sırtına tekme attım ve belindeki silahı alıp belime taktım. Muhtemelen bileğini kırdığım adamın yanına gidip onun da silahını aldım ve onları öylece bırakıp koşmaya başladım.

"Geri zekâlılar!" Koşarken aynı zamanda söyleniyordum. Ormanın içinde ne tarafa gideceğimi bilmez bir şekilde bilinçsizce koşmaya devam ettim. Ormanlık alandan çıkıp bir yol bulsam benim için yeterli olacaktı aslında. Koşmaya devam ederken ilerideki adamları görüp durdum ve onlar beni fark etmeden büyük bir ağacın arkasına saklandım. Elimdeki silahı kontrol edip dolu olduğundan emin olduktan sonra derin bir nefes aldım. İki tane silahım vardı. Bu şekilde onlardan kurtulma şansım vardı.

Sesimi çıkarmadan ağacın arkasında bekledim. Her ne kadar hepsinin cezasını vermek, hepsinin canını yakmak istesem de şimdilik deli cesaretinin gereği yoktu. Sessizce kaçıp gitmek daha doğruydu.

"SİZ AŞAĞI YOLA DOĞRU BAKIN!" Adamlardan birisi bağırarak emir vermeye devam ederken bir başkasının sesini duydum.

"SİZ İKİNİZDE GİDİN DİĞERLERİNİ BULUN! NEREDE LAN BUNLAR? GİDEN ORTADAN KAYBOLUYOR!" Duyduğum şeyin memnuniyeti yüzüme büyük bir gülümseme olarak yansıdı. Hepsini ben hallediyorum diye bağırmak istedim ama kendimi tuttum. Ayak sesleri gelirken bazı adamların uzaklaştığını anladım. Sırtımı yasladığım ağaçtan ayrılıp başımı ağacın arkasından çıkardım ve adamlara doğru baktım. Hâlâ aynı yerde beş adam duruyordu.

"Gidin hadi gidin!" Kendi kendime konuşup onların gitmesini bekledim. Fakat giymeye niyetleri yokmuş gibiydi. Çünkü toplanmış konuşuyorlardı ve gözleri sürekli etraftaydı. Yakalanmamak için onlara bakmayı bırakıp sırtımı yeniden ağaca yasladım. Silah kullanabilirdim ama kullandığım an diğer adamlar anında buraya üşüşürlerdi ve kaçmam fazlasıyla zorlaşırdı.

Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım, sakin kalırsam mantıklı hareket edebilirdim.

"GERİ ZEKÂLI MISINIZ LAN SİZ? BİR KIZA SAHİP ÇIKAMIYOR MUSUNUZ?" Duyduğum ses gözlerimin yerinden çıkacakmış gibi irileşmesine neden oldu.

"Geldi." Diye mırıldandım kendi kendime. Ne ara gelmişti bu? Ne çabuk gelmişti? Elimi saçlarıma geçirip bıkkınca ofladım. Nasıl kaçacağım şimdi ben buradan? Bu kadar ilerlemişken, kaçmaya bu kadar yaklaşmışken yakalanırsam kendimi hiç affetmem.

"LAN HER YERİ KAPALI OLAN BİR EVDEN NASIL KAÇTI BU KIZ? NASIL TUTAMADINIZ? APTAL MISINIZ SİZ?" Yutkundum ve boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum. O kadar korkmaya başlamıştım ki değil başımı çıkartıp onlara bakmak korkudan hareket bile edemiyordum. Elimi deli gibi atan kalbimin üzerine koydum ve sakin kalmaya çalıştım ama ne yaparsam yapayım başarılı olamadım.

"Kendine gel Mira kendine gel!" Sinirle alnıma vurdum. Heyecanlandığım zaman telaş yapıyor olmaktan ve elimin ayağımın birbirine karışmasından gerçekten nefret ediyorum ama bu huyumdan da bir türlü kurtulamıyorum.

"Sakin ol Mira, sakin ol ve kendini kurtaracak bir şeyler bul hemen." Kendi kendime konuşurken Ateş'in sesini bir kez daha duydum.

"ORMANDAN ÇIKAN TÜM YOLLARI KAPATIN! DİĞER ADAMLARIN HEPSİNİ DE ÇAĞIRIN 1 SAAT İÇİNDE BULUN ŞU KIZI!" Ellerim titremeye başladı. Yolları adamlarla kapatırsa ormandan çıkamam, çıkamazsam da kaçmış olmamın hiçbir anlamı kalmazdı ki. Ormanın içinde dönüp durmaktan başka hiçbir şey yapamaz, en sonunda da yorulur yakalanırdım.

"Ya şimdi ya da hiçbir zaman!" Yine aynı cümleyi kurup yine kendime cesaret verdim ve daha fazla vakit kaybetmeden ağacın arkasından çıkıp tüm gücümle onların aksi yönüne koştum.

"ABİ KIZ KAÇIYOR!" Adamlardan birisi arkamdan bağırırken Ateş'in sesini duydum.

"MİRA DUR!" Dese de tabii ki de koşmaya devam ettim. Hatta daha öncekilerden çok daha hızlı bir şekilde, daha önce hiç koşmadığım kadar hızlı Bir şekilde koştum.

"MİRA DUR DEDİM SANA!" Bir kez daha bağırdı ama umursamadım. Yola çıkmam lazımdı, ne yapıp edip yola çıkmam lazımdı. Yoksa her şey boşa gidecekti.

Dakikalarca koştum, en sonunda izimi kaybettirmeyi başardım ama hâlâ ormandaydım ve nereye gideceğimi bilmiyorum. Göz yaşlarımın yanaklarımdan süzülmeye başlarken bağırıp çağırmamak için kendimi tuttum. Avazım çıktığı kadar bağırmak istiyordum. Yeter diyer bağırmak...

Elimi saçlarıma geçirip kendi etrafımda dönüp etrafa baktım. Hangi yoldan gitsem, nereden geldim, buradan daha önce geçtim mi bilmiyorum ve bilmiyor olmak beni deliriyor.

"Mira." Duyduğum sesle öylece kaldım, yine bulmuştu beni.

"Mira." Diye yineledi, ağır hareketlerle ona döndüm. Az öncekinin aksine fazlasıyla sakin görünüyordu. Ondan önce davranıp elimi kaldırdım ve silahı ona doğrulttum.

"Sakın yaklaşma bana! Yemin ederim vururum seni!" İnip kalkan göğsünden derin nefes aldığını anladım.

"İndir o silahı, yanıma gel dönelim artık." Sinirle güldüm.

"Asla!" Bana doğru bir adım attı

"Mira sakinleş, düzgünce konuşalım. Biliyorum sabah söylediğim şeyler yüzünden sinirlisin ama böyle olmaz." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama benden önce davranarak konuştu.

"Seni burada tutmak gibi bir niyetim yok, seni bu işin içine daha fazla çekmeyeceğim." Kaşlarımı çattım devam etti.

"Eğer susmayı kabul edersen gitmene izin vereceğim. Sana hiç kimse hiçbir şekilde zarar vermeyecek. Sen sustukça baban da zarar görmeyecek." Başımı sağa sola salladım.

"Asla babamın yaptığı hatayı yapmam! Bir suçun işlenmesine asla izin vermem!"

"Tamam, indir önce şu silahı! Düzgünce konuşalım!"

"İndirmem!" Gözlerini kapattı derin bir nefes aldı, sinirlendiğini anlamıştım.

"Mira." Dedi yeniden gözlerini açarken ve devam etti. "Sinirleniyorum, indir şu silahı! Eve dönelim!"

"Hayır dedim sana hayır! Kendi ellerimle sana teslim olacak kadar aptal birisi miyim ben? Boşuna uğraşıyorsun! Şimdi düş önüme..." Devam edemedim çünkü birisi ağzıma bir şeyler bastırdı ve aynı zamanda Ateş'e doğrulttuğum silahı havaya kaldırdı. Onunla eş zamanlı olarak tetiğe bastım ama havaya sıkmıştım. Çırpınıp elinden kurtulmaya çalışırken bir anda gözlerimin önünün karardığını hissettim fakat buna rağmen kurtulmaya çalışmaya devam ettim.

Bir süre sonra elimden silahın alındığını hissettim ama buna engel olamadım. Arkamdaki kişi ağzıma bastırdığı pamuğu geri çekerken gözlerimi açık tutmak için kendimle büyük bir savaşa girdim. O sırada arkamdakinin kollarından beni belime dokunan bir başka el kurtardı. Belimden tutup kendine çektiğinde başım omzuna çarptı.

"Seni mahvedeceğim!" Dedim kısık çıkan sesim ve dolanan dilimle. Ateş, düşmemem için belimden sıkı sıkı tutarken güçsüz kollarımı kaldırıp omzuna vurmaya çalıştım. Çalışmaya da devam ederken kendimi bir anda havada buldum ve başım omzuna düştü.

"Edersin." Sesini duydum ama cevap veremedim. Göz kapaklarım giderek ağırlaşırken buna daha fazla engel olamadım ve gözlerimi kapatıp, kendimi karanlığa teslim ettim.

*****

Başımdaki şiddetli ağrıyla gözlerimi araladım. Başımı iki elimin arasına alıp acıyla inledim. Gözlerimi açmama engel olacak kadar şiddetli bir ağrıydı.

"Günaydın." Birinin sesini duyar duymaz ağrıyı falan unutup gözlerimi açtım ve yine onunla göz göze geldim. Olanlar bir bir aklıma gelirken yakalandığım için kendime fazlasıyla kızdım.

"Senden nefret ediyorum!" Diye haykırdım ve doğruldum. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp yatağın kenarından otururken o da oturduğu sandalyede geriye doğru yaslandı.

"Bunu çok iyi biliyorum." Ayağa kalktım, benimle eş zamanlı olarak o da kalktı.

"Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim! Bu yaptıklarını hiçbir zaman unutmayacağım!" Başını salladı.

"Bunu da biliyorum." Sinirle yanına gidip omzuna vurdum.

"Sahtekârsın sen! Büyük bir sahtekâr!" Bu sefer sessiz kaldı, yakalarına yapıştım.

"Şimdi hiçbir şey yapamıyor olabilirim ama zamanı geldiğinde bu yaptığın her şeyin hesabını sana tek tek bizzat kendim soracağım!" Derin bir nefes aldı ve yakalarını tuttuğum ellerimi tutup onu bırakmamı sağladı. Daha sonra ellerimi bırakıp benden uzaklaştı.

"Şu an tehditlerini dinleyecek vaktim yok!" Deyince duvardaki saate baktım ve öğlen 12 olduğunu gördüm.

"Tabii koşa koşa babamın yanına gitmen lazım değil mi? Gidip yalanlarını söylemeye, rol yapmaya devam etmen lazım!" Başını sağa sola salladı.

"Hayır, öğle arasını fırsat bilip geldim. Yeniden dönmeyi de hiç düşünmüyorum, izin alacağım. Zaten seni aramak dışında yaptıkları başka bir şey de yok. Benim de seni aramaya devam etmeye hiç niyetim yok." Yitirmek üzere olduğum umutlarım tek tek yeniden yeşerdi.

"Beni mi arıyorlar?" Bunu biliyor olmam onun işine gelmeyecekti, bunu çok iyi biliyorum ama buna rağmen cevap verdi.

"Tabii ki de arıyorlar, bunun olacağını ikimizde çok iyi biliyorduk ama çok fazla aramayacaklar." Deyince kaşlarımı çattım.

"Sebep?" Omuz silkti.

"Çünkü sen ortaya çıkacaksın ve onlara çok iyi olduğunu, biraz kafanı dinlemek istediğin için telefonunu bile kapattığını söyleyeceksin." Büyük bir dikkatle onu dinlerken devam etti.

"Bir olaya şahit olduğunu ve bu yüzden Esra'ya gerçekten mesaj attığını ama ortada sandığın gibi bir şey olmadığını daha sonradan öğrendiğini söyleyeceksin. Bir yanlışlık olduğunu bildirmek istedim ama telefonumum şarjı bitmişti bildiremedim, sonra da unuttum diyeceksin." Dediği an gülmeye başladım.

"Neden yapayım bunları? Neden seni koruyayım?" Cebinden telefonunu çıkardı ve bana uzattı.

"Al izle ve sabah anlattığım şeylerin doğru olduğunu kendi gözlerinle gör. Eğer ben yanarsam babanı da yakarım. Tek bir saniye bile düşünmem." Ona cevap vermek yerine telefona baktım ve ekrandaki videoyu başlattım. Başlatır başlatmaz da gözlerim doldu ve midemin bulandığını hisettim.

Çünkü şu anda babamın yanında başka bir kadın vardı ve görmek istemeyeceğim kadar samimiydiler. Devamını izlemek yerine ekranı kapatıp telefonu yatağın üzerine attım ve dolu gözlerimi saklamaya çalışırken Ateş'e baktım.

"Bu benim için hiçbir şeyi değiştirmez!" Dedim, sesimin çatallanmasına engel olamamıştım.

"Ne demek şimdi bu?" Yanına gittim ve gözlerinin içine baktım.

"Hata yapan babam olsa bile görmezden gelmem! Bu video yüzünden babamın ne yaptığı, nelere yol açtığı umurumda bile değil! Çünkü eğer bir şey yaptıysa o da bir suçlu! Onun da cezasını çekmesi lazım." Şaşırdı, tek kaşı kalktı.

"Bu söylediklerine kendin inanıyor musun?" Başımı salladım.

"İnanıyorum! Bunu yapabilecek birisiyim ben! Bunu sen de biliyorsun!" Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Babanın cezaevine girdiğinde neler olacağını hiç düşünmüyor musun?" Cevap veremedim.

"Bir polisin cezaevlerinde düşmanı çoktur Mira. Orada polisleri hiç sevmezler, daha girdiği ilk gün kalemini kırarlar içeride." Yine cevap veremedim çünkü haklıydı ve onun haklı olmasından nefret ediyorum.

"İşte bu yüzden bildiğim tek bir şey var Mira; sen babanı bile isteye o cezaevine gönderip babanı yakacak bir kız değilsin." Başımı sağa sola salladım.

"Beni hiç tanıyamamışsın o zaman!" Amacım ona geri adım attırmaktı ama sanırım bu konuda hiç de başarılı olamıyorum. Çünkü söylediğim şeylere hiç de inanmış gibi durmuyordu.

"Seni senden bile iyi tanıyorum. Şu an sadece kendini kandırıyorsun." İşaret parmağımı kaldırdım ve göğsüne vurdum.

"Asıl sen kendini kandırıyorsun! Bu şekilde devam edebileceğini zannediyorsun ama edemezsin! Beni sustursan bile bir başkasını susturamayacaksın! Bana nasıl yakalandıysan bir başkasına da yakalanacaksın! Elbet bir gün bu yaptığına bir son vermek zorunda kalacaksın! Cezanın üstüne daha fazla ceza ekleme! Henüz yol yakınken kendin teslim ol!" Bir kez daha derin nefes aldı.

"Ben bu işe teslim olmak için girmedim! Ne sen ne de bir başkası beni yolumdan döndüremez!" Kaşlarımı çattım.

"Ne için girdin peki?" Diye sordum büyük bir merakla, cevap vermezken ise yineledim.

"Böyle bir aptallığı sana ne gibi bir şey yaptırdı? Neden bunu yapıyorsun?" Ellerini cebine koyarken benden uzaklaştı.

"Bu kadarını bilmek istemezsin, sakın öğrenmeye falan da çalışma çünkü kendini bu işin içine biraz daha batırmak istemezsin." Bu sefer sessiz kalan ben oldum, Ateş devam etti.

"Ne kadar çok şey bilirsen benimle o kadar çok anlaşma yapmak zorunda kalacaksın. Bu yüzden sakın bu işe biraz daha burnunu sokma." O benden uzaklaştığı hâlde ben ona yaklaştım.

"Seninle hiçbir anlaşma yapmayacağım! Sen beni susturamayacaksın!" Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra yatağın üzerine attığım telefonunu aldı ve cebine koydu. Bir şeyler söylemesini bekledim ama o sessize kapıya yöneldi.

"Hey! Nereye gidiyorsun?" Durdu ve bana döndü.

"Sürekli aynı şeyleri söyleyip durmandan sıkıldım, konuşmaya devam etmeye hiç gerek yok. Söylediklerimi kabul etmek zorunda olduğunu fark ettiğin zaman konuşuruz. Çünkü bu konunun daha fazla uzamasına da hiç gerek yok." Deyip yeniden arkasını döndü, konuşarak yine çıkmasına izin vermedim.

"Peki kabul edersem ne olacak?" Durdu ama bana dönmedi, devam ettim.

"Susmayı kabul edersem o zaman ne olacak? Ne yapacağız? Nasıl devam edeceğiz?" Diye sordum büyük bir merakla. Gözleri yeniden beni buldu.

"Kabul edecek misin?" Kaşlarımı çattım.

"Hayır tabii ki de kabul etmeyeceğim! Kabul edeceğim demedim zaten! Sadece kabul edersem neler olacağını merak ediyorum." Çıkmaktan vazgeçip, kapıyı kapattı ve yeniden yanıma geldi.

"Hiçbir şey olmayacak, buradan çıkacak ve evine döneceksin." Şaşırdım, devam etti.

"Sonra da ne yapacağın sana kalmış bir şey. İşine devam edersin, tatile devam edersin sen bilirsin yani." Kaşlarımı çattım.

"Bu mu yani?" Deyince başını salladı.

"Evet bu, sen ne bekliyordun?" Cevap veremedim.

"Sana defalarca kez söyledim, yine söylüyorum; seni bu işin içine daha fazla çekmeyeceğim. Sadece bildiklerini ve gördüklerini unutacaksın, bitecek." Derin bir nefes aldım.

"Sen ne yapacaksın peki? Kime ne yapacaksın?"

"Orası seni hiç ilgilendirmez, bilmene hiç gerek yok ama emin ol zamanı geldiğinde her şey bitecek, bunu yapmaya devam etmeyeceğim."

"Bana nasıl güveneceksin?" Kaşlarını çattı, cevap vermedi.

"Hiçbir şey söylemeyeceğim deyip buradan kurtulduktan sonra her şeyi ortaya çıkartabilirim." Dudakları yana kıvrıldı.

"Yapamazsın, yapamayacaksın. Hiçbir zaman babanı yakmayı göze alamayacaksın."

"Emin misin?" Başını salladı.

"Fazlasıyla eminim."

"Ya yanılıyorsan?" Omuz silkti.

"En fazla yanarız ama beraber. Çünkü artık beraberiz." Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.

"Beraber falan değiliz!"

"İşte bunu kabul ettiğin gün bu evden çıktığın gün olacak. Sana güveniyorum, en kısa zamanda başka çaren olmadığının farkına varacak ve bu işi daha fazla uzatmayacaksın." Sinirle güldüm.

"Bu konuda çok yanlış kişiye güveniyorsun."

"Bu konuda çok yanlış kişiye güveniyorsun." Yine omuz silkti.

"Zamanla kimin yanlış kimin doğru olduğunu anlayacağız. Ama inandığım şey senin bu konuda en doğru kişi olduğun. Çünkü aileni göz göre göre dağıtacak bir kız değilsin sen. Mesela Cansu, babası için kendi hayatını mahvetmez çünkü babasını hiç sevmiyor ama sen onun gibi değilsin. Seni susturmak daha kolay." Deyince hiçbir şey diyemedim. Söylediği şeylerin doğru olması fazlasıyla sinirimi bozuyordu.

"Her neyse ben şimdi çıkıyorum sen de iyice düşün kararını ver. Zaten ne karar vereceğini ikimizde çok iyi biliyoruz." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama benden önce davranarak kendisi konuştu.

"Bu kararı bir an önce vermen de senin için daha iyi olacak. Çünkü vakit geçtikçe döndüğün zaman açıklama yapman çok daha zor olacak." Dedi ve odadan çıktı. Kapıyı kapatmadan önce durup yeniden bana baktı.

"Bu arada karnın acıkmıştır. Bu konuda da inat etmeyi düşünmüyorsan gel bir şeyler ye." Deyip odadan çıktı. O çıkar çıkmaz odanın içinde volta atmaya başladım. Benim bir şeyler yapmam lazım, mutlaka bir şeyler yapmam lazım ama ne? Bu işten kendimi bir an önce kurtarmam lazım. Tabii ailemi dağıtmadan, onların zarar görmesine izin vermeden.

Ellerimi saçlarıma geçirip bıkkınca ofladım. Bir çıkar yol bulmak bu kadar zor olmamalıydı. Yatağın kenarına oturdum ve gergince ayaklarımı sallamaya, tırnaklarımı yemeye başladım. Bir şeyler yapabilmek için önce bu evden çıkmam lazımdı. Bu evden çıkabilmem için de onun söylediği her şeyi kabul etmem, susmam ve unutmam lazımdı. Gözlerimi kapattım ve sakince düşündüm.

Ona boyun eğmek, onun dediklerini yapmak zorunda değilim ama böyle görünebilirim. Onun da dediği gibi başka bir çarem yokmuş gibi davranıp istediklerini kabul edebilirim. O zaman buradan kurtulurum. Kurtulduktan sonra ise onun gözetimi altında değilken bir çıkar yol bulabilirim.

Böyle bir oyun oynadığım zaman buradan çıkıp herkese her şeyi anlatamam. Çünkü ben anlatırsam aynısını o da yapar ama buradan çıkıp her şeyi hızlandırabilirim. Böyle bir odada kapana kısılmışken ve inat etmeye devam ederken zaman kaybetmekten başka hiçbir şey yapmıyorum ama buradan çıkıp ben de kendi planımı kurabilirim. Her şeyi kendi lehime çevirip bu işi çözebilirim.

Aldığım kararla ayağa kalktım. Bu evde daha fazla kalmak istemiyorum. Bu işin de daha fazla uzamasını istemiyorum. Bu yüzden de bunu yapmaktan başka şansım yok, hem şimdi yapmam gereken en mantıklı şey buymuş gibi geliyor.

Odadan çıkıp salona indim. Salona göz atıp Ateş'i masada yemek yerken görünce ona doğru gittim ve yanındaki sandalyeye oturdum. Gözleri benim üzerimdeydi.

"Afiyet olsun." Dedim gözlerimi ona çevirirken. Şaşkın gibiydi, bunun olacağını biliyordu ama bu kadar erken olacağını tahmin etmemesi cok normaldi.

"Sağol." Dedi ve gözleriyle masayı gösterdi. "Sen de bir şeyler ye." Diye ekledi. Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum.

"Hayır, buraya bir şeyler yemek için gelmedim. Konuşmak için geldim." Elindeki çatalı bıçağı tabağının içine bırakıp geriye yaslandı ve ellerini göğsünün altında birleştirerek konuştu.

"Dinliyorum seni." Dediğinde anında konuşmaya başladım.

"Haklısın, benim elimden senin istediğin şeyleri yapmak dışında hiçbir şey gelmez. Ayrıca ailemi dağıtmayacak olduğum konusunda da haklısın. Annemin bunu bilmeye hakkı var çok iyi biliyorum ama yakın zamanda çok üzüldü, ona şimdi böyle bir şeyi anlatamam."

"Yani?"

"Yanisi şu; ne yapacağın umurumda bile değil, benimle uğraşma, benden uzak dur yeter. Susacağım ve her şeyi unutacağım. Son iki gündür olanlar hiç yaşanmamış gibi davranacağım. Sen de o görüntüleri kullanmayacaksın. Sil diyeceğim ama yapmayacağını biliyorum. Sana güvenmek ne kadar doğru bilmiyorum ama kullanmayacaksın!"

"Sen sustuğun sürece o görüntüleri kullanmak için hiçbir sebebim yok." Başımı salladım.

"Güzel, anlaştığımızı düşünüyorum." Kaşlarını çattı.

"Bu kadar çabuk nasıl anlaştığımı merak ediyorum doğrusu. Daha az önce yukarıda asla deyip duruyordun." Omuz silktim.

"Biraz sakin kalıp söylediklerini düşününce sana hak verdim. Kendimi bu işten kurtarmam mümkün değil, kabul ediyorum beni çok fena köşeye sıkıştırdın. Burada da daha fazla kalmak istemiyorum. Annemin benim için daha fazla korkmasını istemiyorum." Tek kaşı kalktı.

"Susmayı kabul ediyorsun yani." Başımı salladım.

"Ediyorum ama sadece susmayı kabul ediyorum. Benden başka bir şey isteyemezsin, sana yardım etmem."

"Yardım isteyen olmadı zaten." Dedi ve ayağa kalktı.

"Kalk hadi o zaman gidelim." Şaşırdım.

"Gidelim?" Soru sorar gibi yüzüne baktım. Masanın üzerinde duran silahını alıp beline yerleştirirken konuştu.

"Sana seni burada tutmaya hiç niyetim yok demiştim. Zaten sen buradayken sürekli buraya gelip gitmek zorunda kalıyorum. Bu da benim için hiç iyi bir şey değil. Sen de kabul ettiğine göre artık burada kalmana hiç gerek yok." Deyince ayağa kalktım, bu fazlasıyla tuhaf gelmişti.

"Bana bu konuda bu kadar çabuk mu güvendin? Ya yalan söylüyorsam? Ya buradan çıktıktan sonra her şeyi anlatırsam? Bunlar hiç mi aklına gelmiyor?" Dudakları yana kıvrıldı.

"Bunlar ve daha binlercesi aklıma geliyor ama güvendiğim her şey soruları yok ediyor. Sen de o aklından ne geçiyorsa unut gitsin, çünkü yapamayacaksın." Deyip kapıya doğru yürüdü.

"Düş peşime hadi." Sinirlendim, arkasından gidip ona bir tane vurmamak için kendimi zor tuttum. Kendinden bu kadar emin konuşuyor olması fazlasıyla sinirimi bozuyordu. Yine de elimden geldiğince sakin olup peşinden gittim ve bahçeye çıktım. Daha önce kullandığını bir kez bile görmediğim siyah, lüks arabasına doğru yürüyordu. Adamların bakışları altında ben de arabaya doğru gittim ve bindim.

"Nereye gideceğiz?" Diye sordum merakla. Arabayı çalıştırıp hareket ettirirken gözleri beni buldu.

"Bilmem, nereye gideceksin?" Şaşırdım, devam etti. "Nereye bırakayım seni?"

"Sen ciddi misin? Gerçekten beni bu şekilde nereye istersem bırakıp sonra da gidecek misin?" Başını salladı.

"Evet."

"Gerçekten de bir şeyler yapmamdan hiç korkmuyor musun?" Yola baktı.

"Hiçbir şey yapamayacağını biliyorum." Dedi ve göz ucuyla bana bakıp alaylı bir ifadeyle ekledi.

"Yapmayı düşündüğün zamanda yaptığın her şeyin bir karşılığı olduğunu bil yeter." Kaşlarımı çattım.

"Ne demek şimdi bu?" Gözlerini yoldan çekmeden konuştu.

"Elimdeki tek kozun babanın hatası olmadığından emin ol. Eğer birilerine bir şey anlatırsan bunu kullanacağım ama birilerine bir şeyler anlatmaya çalışırsan ya da onların bu durumu anlamalarına sebep olacak en ufak bir şey yaparsan da elimdeki diğer kozları kullanacağım." Dedi ve bana baktı.

"Emin ol, onlar da ortaya çıkmasını istemeyeceğin şeyler."

"Neymiş onlar?" Cevap vermedi.

"Sana diyorum! Neymiş onlar? Başka ne var elinde?" Yine bana bakmadan konuştu.

"Bilmem, sence neler var?" Sinirlendim.

"Bana kaçamak cevaplar verip durma! Elinde başka ne var?" Sessiz kaldı, devam ettim.

"İstediğin şeyi yapmayı kabul ettim! Elinde de sadece babamla ilgili şeyler vardı! Şimdi başka şeyler çıkardın! Anlaşmaya kendin uymuyorsun." Yine göz ucuyla baktı.

"İstediğim şeyi yapmaya devam ettiğin sürece hiçbir şey ortaya çıkmayacaktır demek. Bunu kafana takmana hiç gerek yok. Sen bir hata yapmadığın sürece ben de bir hata yapmam." Sinirle önüme döndüm. Sanki her geçen dakika biraz daha köşeye sıkışıyormuşum gibiydi. Bu da daha fazla sinirlenmeme neden oluyordu. Sinirli olduğum zamanda mantığımı kaybediyordum.

"Otele gideceğim!" Dedim bu sefer ben ona bakmayarak. Şimdilik en iyisi oteldi. Oradan babamı arar iyi olduğunu söyler sonra da plan yapmaya başlardım. Şimdilik rahat hareket edebileceğim bir tek orası vardı.

Ateş bana cevap vermezken kendi kendime sinirlenmeye devam ettim. Dün geceden beri kaldığım ev şehirden çok uzak, ormanın ortasında kaybolmuş bir ev olduğu için yeniden şehire dönmek ve otele ulaşmak iki saat sürmüştü. Bu süre içinde de ne o konuşmuştu ne de ben. Otelin önüne geldiğimizde ise ona hiçbir şey söylemeden inmeyi düşünürken kapıları kilitledi ve inmeme engel oldu. Ona döndüm.

"Ne yapıyorsun? Niye kilitledin kapıları?" Elini cebine atıp telefon çıkardı. Dikkatle bakınca bunun benim telefonum olduğunu gördüm. Telefonu kucağıma doğru attı. Telefonu alırken belinden çıkardığı silahı da çıkartıp kucağıma attı. Silaha dikkatle bakıp bunun da benim silahım olduğunu gördüm.

"Hiçbir sorun olmadığı konusunda herkesi ikna etmen lazım." İtiraz etmek yerine başımı salladım. Bu oyunu oynamaya karar verdiğimde bunu yapacağımı çok iyi biliyordum zaten.

"Hiç kimseye hatta kendine bile olanları anlatmayacaksın. Unutacaksın gidecek." Derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalışıp yine başımı salladım.

"Tamam, aç şimdi şu kapıyı." Dediğim hâlde açmadı ve konuşmaya devam etti.

"Sakın bana oyun oynamaya kalkma, bu planı küçük oyunlara kurban etmek için kurmadım." Göz devirdim, sessiz kaldım.

"Ve son bir şey daha." Dedi ve biraz daha bana doğru eğildi. Merakla ona bakarken konuştu.

"Lütfen Mira." Diyerek gözlerimin içine baktı. "Lütfen artık dur." Diye ekledi ve derin bir nefes alıp devam etti.

"Daha fazla bu işin içine girme, bunu ikimizde istemeyiz." Cevap veremedim. Geri çekildi, önüne döndü ve kapıları açtı.

"Şimdi in, in ve devam et hayatına. Umarım söylediklerimi ciddiye alırsın." Birkaç saniye ona baktıktan sonra tek kelime bile etmeden arabadan indim. Ben iner inmez otelin önünden uzaklaşırken arkasından . Gözden kaybolduğunda yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu ve kelimeler ağzımdan istemsizce döküldü

"Senin de dediğin gibi Ateş Demirkan; asıl oyun şimdi başlıyor!"

Loading...
0%