Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.BÖLÜM "BEN KİME GÜVENECEĞİM?"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.

*****

14. BÖLÜM "BEN KİME GÜVENECEĞİM?"

"Nisa Erbaş, 20 yaşında. Ailesini 3 yıl önce bir trafik kazasında kaybetmiş. Hayatta olan tek akrabası babaannesi, huzurevinde kalıyor. Alzheimer hastası olduğu için değil torununu kendi ismini bile hatırlamıyor. O bize bir şeyler anlatmaz yani. Nisa, bir restoranda garson olarak çalışıyormuş." Diyen Cansu'yu dikkatle dinledim, derin bir nefes aldı ve not defterini kapatıp ekledi.

"Hiç kimseyle problemi olmayan, kendi hâlinde, sıradan bir kız. Yani kızın en yakın arkadaşı kimseden şüphelenmiyor, bunu yapacak tek bir kişi bile aklıma gelmiyor dedi." Diyerek geriye yaslandı ve devam etti.

"Anlayacağınız elimizde hiçbir şey yok." Cevap vermedim, sessiz kalmayı tercih ettim.

"Kendi hâlinde sıradan bir kızı kim neden öldürmek istesin ki? Biriyle bir şeyler yaşadığı, bir sorunu olduğu çok belli." Şoför koltuğunda oturan Savaş'a baktım ve yine sessiz kalmayı tercih ettim. Aklım o kadar karışıktı ki herhangi bir fikir sunup kafa karıştırmak istemiyordum.

"Bir şeyler olduğu zaten belli ama ne oldu onu bilmiyoruz işte ve bir yerden bir şey yakalayıp bulmamız lazım." Savaş ve Cansu kendi arasında konuşurken Ateş'e baktım. Yine tüm konudan uzaktı.

"Eee siz bir şeyler söylemeyecek misiniz?" Cansu'ya baktım, omuz silktim.

"Aklıma mantıklı herhangi bir şey gelmiyor, sizi dinliyorum işte." Kaşlarını çattı.

"Senin aklına bir şey gelmiyor?" Şaşkınca sordu Cansu, iç çekip önüme döndüm.

"Aklım dağınık biraz, ne düşüneceğimi bilemiyorum. Hem zaten siz konuştunuz arkadaşıyla falan." Cansu'nun şaşkın bakışlarını üzerimde hissediyorken Ateş'in de gözleri beni buldu. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra gözlerimi çektim. Yüzüne bakmak bile sinirimi bozuyordu.

"Sen gerçekten son günlerde iyi değilsin, bir sorun mu var?" Cansu'yu duydum ama dönüp ona bakmadım.

"İyiyim, sorun yok."

"Ama..." Cansu'nun devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Şu an konumuz ben değilim, kızın katili. Bence onu konuşsanız daha iyi olur." Konuşmak istemediğimi anlamış olacak ki başını salladı, Savaş'a döndü.

"Bence kızın diğer arkadaşlarıyla da konuşmamız lazım." Onlar yeniden konuya dönerken dinlemedim, başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu.

"Birkaç tanesinin numarasını almıştın, ara hepsini karakola ifadeye çağır. Bu şekilde ev ev gezemeyiz. Hepsi yarın gelsin, ayrıca hepsi bir aradayken konuşmak daha iyi olur." Cansu Savaş'ı onaylarken başımı cama yaslayıp dışarıyı izledim, kendimi arabanın içinde dönen konudan soyutladım.

Benim bir an önce düşünüp birini bulmam lazımdı. Ateş'in susturamayacağı birini ama bir türlü aklıma doğru düzgün birisi gelmiyordu. Kime gücü yetmezdi? Kime karşı koyamazdı? Böyle birileri mutlaka vardır değil mi?

"Bir an önce bulmam lazım." Diye mırıldandım kendi kendime ve bıkkınca ofladım.

"Kimi bulman lazım?" Duyduğum sesle hızla başımı çevirip Cansu'ya baktım.

"Ne?"

"Birini bulmam lazım dedin ya az önce, kimi bulman lazım?" Doğruldum, dudaklarımı ısırdım. Ben onu sesli mi söylemiştim?

"Ben mi dedim?" Diye sordum, sanki anlamamış gibi. Cansu başını salladı.

"Evet, sen dedin. Birini bulmam lazım falan diyordun." Başımı sağa sola salladım.

"Sen yanlış anlamışsın." Deyip gözlerimi ondan çektim ve aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Oteldeki odanın kartını kaybettim, onu bulmam lazım dedim. Birini bulmam lazım demedim." Büyük bir ustalıkla söyledim yalanı ve inanmalarını umut ettim. İnanmazlarsa da zaten çok fazla umursayacak hâlde değildim.

"Bunu mu takıyorsun yani kafana? Kızım otel dedenin değil mi? Ne olacak?" Ona dönmedim, başımı salladım.

"Haklısın." Dedim kısaca ve sustum.

"Sen de bir şeyler var ama hadi hayırlısı." Diyen Cansu'ya cevap vermedim, o da devam etmedi. Üstelememiş, konunun kapanmış olması rahatlamama neden oldu.

"Siz de arabalarınızı orada bıraktınız, şimdi iki iş çıkacak. Yeniden dönüp almak zorunda kalacaksınız, madem beraberdiniz niye ayrı ayrı geldiniz?" Yine sustum, içimden hep susmak tek kelime bile etmek gelmiyordu.

"Beraber değildik, yolda karşılaştık." Dedi Ateş ve yine her zamanki gibi yalan söyledi. "Arabalar da sıkıntı değil, hallederiz." Diye ekledi ve yine konu kapandı. Araba şu an düşüneceğim en son şey bile değildi. Başımı tekrar cama yaslayıp dışarıyı izledim. Bu sefer her şeyi içimden düşünmeye dikkat ettim.

Emniyet müdürü olabilir miydi? Ya o Ateş'i bir suç işlerken görürse? Ama o da olmaz ki, Ateş onu tanıyor ve büyük bir ihtimal elinde onu da susturacak şeyler vardır. Bu yüzden tanımadığı birisi olması lazımdı. Hatta ismini bile duymadığı, gücünün yetmeyeceği birisi.

Babamın arkadaşlarından birisi olabilir miydi? Babamın arkadaşlarını nereden tanıyacak ki? Hepsi yetkili kişilerdi ve ben de hepsini çok yakından tanıyorum ama ya onlardan birisi de olmazsa? Oyunum anlaşılmadan hemen diğerlerini devreye sokmam lazımdı. Bu yüzden de kendime ikinci seçenekler falan bulmam gerekiyordu. Hırsıma yenik düşüp aceleyle tüm planı mahvedemem. En ince ayrıntısına kadar düşünüp hesaplamam lazımdı.

Bu, risk alabileceğim bir durum değildi. Risk almadan halletmem lazımdı.

"Hey sana diyorum." Dedi Cansu ve kolumdan tutup beni sarstı. Gözlerim hemen onu buldu.

"Ne?" Şaşkınca konuştu.

"Kızım senin aklın nerede? Bir saattir Mira geldik diyorum duymuyorsun beni." Gözlerimi ondan çekip etrafıma bakındım ve gerçekten de geldiğimizi gördüm. Hatta Savaş ve Ateş arabada değillerdi bile.

"Gelmişiz." Deyince güldü.

"Ben de onu diyorum zaten, geldik. İn hadi, dikkat et araba falan çarpmasın ama aklın başında değil çünkü."

"Abartma Cansu." Kendini gösterdi.

"Ben mi abartıyorum?" Dedi ve elimi tuttu. "Bir sıkıntın varsa bana anlatabilirsin, elimden geldiği kadar yardım etmeye çalışırım." Cevap vermedim, keşke ona her şeyi anlatabilsem ama onun da başını yakamam ki.

"Sakın bana bir sorun yok deme! Bir derdin olduğu çok belli. Sen bu kadar dalgın bir kız değildin." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama engel oldu.

"Ayrıca dalgın olmanı geçtim işini bile doğru dürüst yapmıyorsun. Aklın hep başka bir yerde, olayla ilgilenmiyorsun bile. Artık gerçekten endişelenmeye başladım." Derin bir nefes aldım ve onu rahatlatmak için gülümsedim.

"Benim için endişelenme Cansu ben çok iyiyim. Tamam haklısın biraz dalgınım çünkü aklımda başka bir şeyler var ama sana anlatamam." Dedim açıkça, Cansu kaşlarını çattı.

"Neden ama?"

"Çünkü..." Deyip sustum, Cansu merakla yüzüme bakarken iç çekip ekledim. "Çünkü çok önemli bir şey değil ve babamla ilgili bir durum, özel yani. Üzgünüm ama sana anlatamam." Başını salladı.

"Anladım, sen bilirsin ama eğer anlatmak istersen her zaman seni dinleyeceğimi ve yardım etmek için elimden geleni yapacağımı bil, tamam mı?" Gülümsedim, elimi çektim ve eğilip ona sarıldım.

"Biliyorum, teşekkür ederim." O da sarıldı.

"Ve şunu da sakın unutma; sen çok güçlü bir kızsın, altından kalkamayacağın hiçbir şey yok. Eminim ne derdin varsa bunun da altından kalkacak ve eski Mira olacaksın. Sana güveniyorum." Deyince ondan ayrıldım.

"Umarım." Omzuma dokundu.

"Neyse, bu kadar duygusallık yeter hadi inelim." Deyince güldüm.

"İnelim." Cansu benden önce inerken peşinden hemen ben de indim. Beraber merkeze girdik. O Savaş ve Ateş'in yanına giderken ben babamın odasına yöneldim. Kapıya birkaç defa vurup gel sesini duyar duymaz hemen odaya girdim. Babam beni görünce ayağa kalkıp birkaç adımda yanıma geldi.

"Bir şeyler bulabildin mi Mira?" Zaten her şeyi biliyorum, bunu kimin yaptığını, neden yaptığını çok iyi biliyorum demek istesem de tabii ki de demedim, diyemedim.

"Bulamadım ama araştırıyorum, sen hiç merak etme. Bu iş daha fazla uzamayacak, izin vermeyeceğim." Yüzüme dokundu.

"Biliyorum kızım, güveniyorum sana." Ben artık sana hiç güvenmiyorum diye haykırmak istedim ama yapamadım.

"Ben gideyim, işlerim var daha." Kaşlarını çattı.

"Mira kızım bir sorun mu var?" Deyince sakin kalmaya çalıştım, içimden bağırıp çağırıp hesap sormak geliyordu.

"Ne sorunu olacak? Gayet iyiyim, bir sorun varmış gibi mi görünüyorum?" Başını salladı.

"Evet öyle görünüyorsun, eskisi gibi değilsin. Sanki..." Deyip sustu, bir an önce odadan çıkmak istediğim için bir an önce konuşsun diye sordum.

"Sanki ne?"

"Bana karşı çok öfkeli gibisin." Yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim.

"Sana öyle gelmiş baba, öfkeli falan değilim." Kaşlarını biraz daha çattı.

"Mira sen benim kızımsın, her hareketinin ne anlama geldiğini, ne düşündüğünü ne hissettiğini en iyi ben bilirim ve şu an bana karşı çok büyük bir öfken olduğunun farkındayım." Cevap veremedim.

"Şimdi söyle; neden bana bu kadar öfkelisin? Bilmeden bir şey mi yaptım?" Konuşmak için dudaklarımı araladım, tam o sırada telefonum çaldı. Cebimden çıkartıp ekrana baktım, Doğan'ın aradığını gördüm.

"Telefona bakmam lazım, sonra konuşuruz." Dedim ve cevap vermesini bile beklemeden odadan çıktım. Çıkar çıkmaz da Doğan'ın aramasına yanıt verdim.

"Alo?" Dediğim an keyifli sesini duydum.

"Sana haberlerim var Mira." Kaşlarımı çattım. Haber mi? Daha ayrılalı birkaç saat olmamıştı. Ayrıca ona araştırma birkaç gün dur demiştim. Beni dinlememiş miydi?

"Ne haberi?" Diye sordum şaşkınca, Doğan keyifle konuşmaya devam etti.

"Senin şu Barış vardı ya hani..." Devam etmesine izin vermeyerek konuştum.

"Doğan sana araştırma demiştim, başına bela alırsın, birkaç gün dur demiştim. Neden beni dinlemedin?" Sesimin sinirli çıkmasına engel olamadım. Birilerinin benim yüzümden zarar görmesi fikri beni deli ediyordu.

"Sakin ol Mira, yıllardır bu işin içindeyim ben. Amatörce davranacak birisi değilim yani."

"Amatörce davranmam diyorsun ama bekle dediğim hâlde araştırmışsın. Ya onunla uğraştığını fark ederse? O zaman neler olur en ufak bir fikrin..." Bu sefer de o devam etmeme izin vermedi.

"Mira bir dur!" Sesi biraz yüksek çıkmıştı. "Sakinleş biraz." Deyince derin bir nefes aldım. "Bu kadar abartmana gerek yok."

"Haklısın." Dedim masama doğru yürürken, Doğan devam etti.

"Ha şöyle ya sakin ol biraz." Yerime oturdum, dağınık masaya bakıp yüzümü buruşturdum.

"Dinliyorum seni." Dedim başımı masanın üzerine koyarken. Başım çok ağrıyordu.

"Şu Barış konusunda haklı olabilirsin, biraz şüpheli birisi gibi." Sessizce güldüm, ben söylediğim zaman hiç kimse inanmıyordu.

"Hatta biraz değil baya şüpheli." Bildiklerimi söylememek için kendimi zor tutuyordum.

"Neden şüphelendin?"

"Ateş olarak değil de Barış olarak biraz araştırdım. Yani ne bileyim geçmişi yok gibi. Sanki geçmişte hiç yaşamamış da bir anda 26 yaşında komiser yardımcısı Barış Erendil olarak doğmuş gibi." Kaşlarımı çattım.

"Nasıl yani? Ben onun geçmişine dair bir sürü şey buldum. Büyüdüğü yetimhane, okuduğu okullar, ailesinin ölümü, kaldığı yurtlar, daha önce çalıştığı karakollar olmak üzere bir sürü şey var dosyasında. Sen şimdi bana diyorsun ki geçmişi yok, doğru mu?" Cevap vermedi, başımı yeniden masadan kaldırdım.

"Doğan doğru kişiyi araştırdığından emin misin?"

"Eminim." Dedi bir tek, içimde gereksiz ve çok büyük bir şüphe oluştu.

"Anladım." Dedim ve derin bir nefes aldım. "Bir şeyler çıkmamış olsa da yine de teşekkür ederim." Sesimin şüphe dolu çıkmasına engel olamadım. Umarım o bunun farkına varmamıştır.

"Bir yanlışlık olabilir, sen hiç merak etme ben bir şeyler bulmaya çalışacağım ama bana çok az şey anlattın. Adamın isminden yola çıkarak bulabildiğim şeyler sınırlı. Başka bir şeyler biliyorsan ve anlatmaya korkuyorsan benim bunu da bilmem lazım Mira." Dudaklarımı ısırdım.

"Başka bir şey bilmiyorum, bilseydim anlatırdım zaten. Kimseden korkmuyorum, korkmayacağım da!" Dedim kendimden emin bir şekilde.

"Korkma, sana korkmak yakışmaz." İçimdeki şüphe giderek artmaya başlamıştı.

"Öyle, benim şu an kapatmam lazım. Beni çağırıyorlar, en kısa zamanda yeniden arayacağım seni." Deyip yalan söyledim.

"Peki bekliyorum." Başka bir şey söylemeden telefonu kapattım.

"Bu kadar olamaz ya, bu kadar büyük bir şeyin içinde olamam. Doğan'la Ateş ne alaka? Bu kadar büyük bir tesadüf imkânsız." Diyerek elimi yüzüme bastırdım ve iç çektim.

Ona her şeyi anlatan bendim. Şimdi ondan şüphe etmem çok saçmaydı.

"Artık gerçekten paranoyak oldum." Deyip ayağa kalktım. "Gördüğü şeyi söyledi diye ondan şüphe edecek değilim." Telefonumu cebime koydum. Etrafıma bakındım, bizimkileri ileride büyük masanın etrafında otururken gördüm. Yanlarına gitmek istedim ama Ateş orada olduğu için içimden gitmek gelmedi.

Arşive gittim, içeriye girdim. Buranın en sessiz yeri burasıydı. Her zamanki gibi yere oturdum. Dizlerimi karnıma çekip başımı dizlerimin üzerine koydum. Kendimi daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim ve bu çaresizlik canımı çok yakıyor.

Göz yaşlarım kendiliğinden akmaya başladı. Yalnız olduğum için onlara engel olmadım. Hangi yolu seçsem yolun sonunda beni o bekleyecekmiş gibi hissediyorum. Sanki ne yaparsam yapayım ona engel olamayacakmışım gibiydi. Elim hep boş kalacak, ben hep çaresiz kalacakmışım gibi.

Bunları düşünüyor olmak göz yaşlarımın daha hızlı akmasına neden oldu. Elimden geldiğince sesimin çıkmamasına dikkat ettim. Birinin beni ağlarken görmesini istemiyorum. Çünkü görürse bir açıklama yapmak zorunda kalacağım ve ben bu şu an tek kelime bile etmek istemiyorum.

"Her şey onun yüzünden! Babamın yüzünden!" Dedim göz yaşlarımın arasında. "Onun hataları olmasaydı susmak zorunda kalmayacaktım. Asla affetmeyeceğim onu!" Hem ağlayıp hem de konuşmaya devam ederken bir yandan da kendimi toparlamaya çalıştım ama olmadı. Şu an belki de bana iyi gelecek tek şey annemle konuşmaktı.

Cebimden telefonu çıkarttım, rehberden annemin numarasını bulup ekrana öylece baktım.

"Sana söz veriyorum yalan bir hayat yaşamana, babamın seni daha fazla kandırmasına izin vermeyeceğim. Her şeyi anlatacağım sana ama birazcık zamana ihtiyacım var, çok azıcık. Sonra her şey düzelecek buna inanıyorum." Yine her zamanki gibi kendimi teselli ettim. Sustuğum için hiç susmayan vicdanımın sesini bastırdım ve annemi aradım. Birkaç çalıştan sonra açtı.

"Sonunda beni aramak aklına geldi kızım." Gözlerim doldu, seni aramaya cesaretim yoktu diyemedim.

"Seni oraya zorla gönderdik ama bak bizi aramak bile aklına gelmiyor. İyi ki de gitmişsin." Keşke beni o gün hiç göndermeseydin anne. Keşke her şeyi tek başıma öğrenmeme izin vermeseydin. Keşke omuzlarıma bu kadar büyük bir yük yüklemeseydin. Ben bunun altında eziliyorum, kalkamıyorum.

"Mira orada mısın?" Başımı sağa sola salladım, düşüncelerimi dağıttım. Daha sonra yutkunarak boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum ve sesimin elimden geldiği kadar düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"Buradayım." Diyebildim bir tek. Sesim düzgün çıkmıştı ama sanki her an kendimi bırakıp hüngür hüngür ağlayacakmış gibi hissediyorum.

"İyi misin sen?" Bir kez daha derin nefes aldım.

"İyiyim anne." Yine yalan söyledim. Ben, hiç iyi değilim.

"Peki, anlat bakalım; tatil nasıl gidiyor?" Sesi çok keyifli çıkıyordu.

"İyi gidiyor, eğleniyorum. Her şeyden uzak kalmak çok iyi geldi." Dedim ve yanağımdan süzülen bir damla göz yaşını silip devam ettim. "İyi ki de gelmişim." Diyerek düşündüğüm şeylerin tam aksini söyledim.

"Madem bu kadar iyisin, istediğin kadar kal orada. Zaten hiç izin kullanmıyorsun, hepsini kullan, iyice kendini toparla."

"Sıkıldığım zaman dönerim." Dedim bir tek, bildiklerimi sakladığım için çok utanıyordum. Utandığım için de konuşamıyorum.

"Şimdi benim işlerim var kapatmam lazım ama sen yine ara beni, biliyorsun hep evdeyim, işim yok." Derin bir nefes aldım.

"Ararım, benim de işlerim vardı zaten." Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

"Tamam kızım görüşürüz."

"Görüşürüz anne." Dedim ve alelacele telefonu kapattım. Eş zamanlı olarak göz yaşlarım akmaya başladı. Başımı yeniden dizlerimin üzerine koydum ve içimden geldiği gibi hüngür hüngür ağladım.

Her şeyden herkesten hatta kendimden bile nefret etmeye başladım.

"Sakinim... Sakinim..." Kendi kendimi sakinleştirerek başımı dizlerimin üzerinden kaldırdım ve göz yaşlarımı sildim. "Ağlayarak elime hiçbir şey geçmeyecek!" Deyip ayağa kalktım. Toz olan üstümü temizleyip elimden geldiği kadar kendimi toparladım. Eğilip yerdeki telefonumu aldım ve cebime koydum.

"Kimsenin bana bunu yapmasına izin vermeyeceğim! Hiç kimsenin!" Söylenerek kapıya doğru yürüdüm. Kapıyı açtım, dışarıya doğru bir adım attım, atmamla birlikte geriye doğru adımlamam bir oldu çünkü Ateş üzerime doğru yürüdü, kapıyı kapattı ve karşımda durdu.

"Ne yapıyorsun sen ya? İnsan bir yol verir!" Dedim öfkeyle ve yanından geçtim, onunla tek kelime bile etmek istemiyorum. Kapının koluna elimi attım tam açacakken geriye doğru savruldum.

"Rahat bırak beni!" Dedim gözlerimi üzerine dikerek, o da aynı dikkatle bana bakıyordu.

"Az önce..." Deyip sustu, kaşlarını çattı.

"Az önce ne?" Diye sordum merakla. Yine onun işine gelmeyecek ne yapmıştım çok merak ediyorum.

"Sen ağladın mı?" Aniden sordu, şaşırdım. Şu an konumuz bu muydu?

"Sanane?" Kaşlarını biraz daha çattı, söylediğim şeyi duymamazlıktan geldi.

"Niye ağladın?" Göz devirdim ve yine aynı cevabı verdim.

"Sanane?" Bana doğru bir adım attığı an geri gittim.

"Uzak dur benden!" Dişlerimi sıkarak konuştum, üzerime gelmeye devam etmek yerine bir adım geri gitti.

"Mira..." Devam etmesine izin vermedim.

"Seni dinlemek de görmek de istemiyorum! Benden de ailemden de uzak dur! Ben de artık duracağım, hiçbir şey yapmayacağım! Ne yaparsan yap umurumda bile değilsin." Dedim ve yine yanından geçtim ama kapıya ulaşamadan yine kolumdan tuttu ve beni yeniden yanına çekti.

"Annen..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"Sanane benim annemden ya sanane? Uzak duracaksın ondan! Eğer o iğrenç ellerini yeniden ona uzatırsan..." Ve bu sefer de o sözümü kesti.

"Mira biraz sakin ol!" Sinirle güldüm.

"Sakin mi olayım? Ya sen bir de utanmadan karşıma geçmiş bana sakin ol mu diyorsun? Dün geceden beri yapmadığın şey kalmadı! Beni iğrenç hayatına dahil ettin! Yetmedi ailemi işin içine kattın." Dedim ve gözlerinin içine baktım, devam edecekken o konuştu.

"Düşmeseydim peşime! Burnunun dikine gitmeseydin! Kendini bu durumun içine atmasaydın! Herkes geri çekildi ama sen her zamanki gibi kimseyi dinlemedin, kendi bildiğini yaptın! Ben bile açıkça uyardım seni ama Mira Hanım durmak nedir bilir mi? Tabii ki de bilmez." Deyince daha çok sinirlendim.

"Şimdi de her şey benim mi suçum oldu? Senin hiç suçun yok mu?" Başını salladı.

"Aynen öyle! Sen suçlusun! Herkes gibi senin de durman gerekiyordu! Geri çekilmen, kendi hayatına bakman gerekiyordu ama sen durmadın!" Sinirle güldüm.

"Senin sahte bir polis olman da, azılı bir suçlu olman da sıkıntı yok! Benim senin peşine düşüp gerçek yüzünü görmem de sıkıntı var yani!" Cevap vermedi, devam ettim.

"Sen kendini ne zannediyorsun ya? Sen nasıl iğrenç bir insansın?" Yine sessiz kaldı.

"Keşke şu odadan çıktıktan sonra bir daha seni hiç görmesem! Keşke hayatımdan tam anlamıyla çıkartabilsem ve keşke seni hiç tanınmamış olabilseydim! O zaman benim için her şey daha güzel olacaktı!" Gözlerini benden çekti, cevap vermedi.

"Haksız olduğun için susman çok normal! Hiç şaşırmıyorum." Diyerek işaret parmağımı kaldırdım ve ona doğrulttum.

"Son kez söylüyorum; benden uzak dur! Senin için hiçbir şey yapmam! Parmağımı yine oynatmam! Sakın unutma; sen suçlusun ben de polisim. Elbet bir gün bunun farkına sen de varacaksın, varmana neden olacak şeyler yapacağım." Başını salladı.

"Eyvallah, yaparsın." Göz devirdim, bir de dalga geçiyormuş gibi yaparsın diyordu. Başka bir şey söylemeden yanından geçtim, arşiv odasından çıktım. Bu sefer engel olmadı.

"Bu kadar şey söyledikten sonra hiçbir şey yapamazsam kendimi asla affetmem!" Dedim ve etrafa göz gezdirip ileride, masasında, oturan Cansu'yu görüp yanına gittim.

"Ne yapıyorsun?" Diyerek yanına oturdum, gözleri hemen beni buldu ve telefonunu göstererek konuştu.

"Kızın arkadaşlarını arıyorum, ifadeye çağırıyorum."

"Anladım." Etrafa bakındı ve gözleri yeniden beni buldu.

"Sen daha iyi misin?" Diye sorunca yüzüme yalandan bir gülümseme yerleştirdim.

"İyiyim, daha da iyiyim hatta." Dedim ve konuyu değiştirmek adına konuştum. "Şu kızın arkadaşlarının anlattıklarını bana da anlatsana." Gözlerini kıstı.

"Emin misin? Bence bugünlerde kendi sorunlarınla ilgilensen..." Devam etmesine izin vermeden konuştum.

"Cansu sorunum falan yok benim. Ayrıca bu bizim işimiz, kendi hayatımız yüzünden işimizi bir kenara bırakamayız. Şimdi beni boş ver ve kızın anlattıklarını söyle." Başını salladı.

"Aslında hiçbir şey anlatmadı." Deyince kaşlarımı çattım.

"Nasıl hiçbir şey anlatmadı?" Omuz silkti.

"Anlatmadı işte sürekli aynı şeyleri söyleyip durdu." Bu şaşırmama neden oldu, Cansu devam etti.

"Sürekli kızın sıradan birisi olduğunu, kimseyle bir sorunu olmadığını, kendi hâlinde birisi olduğunu ve ona bunu yapabilecek herhangi birinin aklına gelmediğini söyleyip durdu. Birkaç soru da sordum ama elime hiçbir şey geçmedi, kızın söylediği şeyler bunlarla sınırlı." Tek kaşım istemsizce kalktı.

"Anladım, kız restoranda çalışıyor demiştin, gidip oradakilerle konuşsak mı acaba?" Başını salladı.

"Yarın gideceğiz."

"Neden yarın?" Kolundaki saati gösterdi.

"Mesaim bitmek üzere bir an önce eve gidip dinlenmek istiyorum. Restorana da yarın sabah erkenden gideceğiz, Savaş'la öyle anlaştık." Başımı salladım, etrafa bakındım.

"Savaş nerede?" Deyip yeniden Cansu'ya baktım.

"Onun mesaisi bir saat önce bitti, çoktan çıkmıştır." Dedi ve ayağa kalktı.

"Ben şu dosyaları tufan başkomisere imzalatayım, sonra beraber çıkarız olur mu?"

"Olur." Cansu başka bir şey söylemeden masanın üzerindeki birkaç dosyayı aldı ve yanımdan uzaklaştı. Onun arkasından bakarken arşivden çıkan Ateş'i gördüm, göz devirdim ve ona baktığımı o fark etmeden gözlerimi çektim.

Ondan ciddi anlamda fazlasıyla soğumuştum, nefretim de her an daha çok artıyordu.

"Pislik!" Kendi kendime söylendim ve beklemeye devam ettim. Ateş yanıma gelmezken gözlerimi Tufan başkomiserin odasından çekmedim. Çok geçmeden Cansu odadan çıkıp yanıma geldi.

"Hadi gidelim." Ayağa kalktım, Cansu sandalyenin arkasındaki montunu alıp giydi.

"Gidelim." Dedim ve önden yürüdüm, Cansu beni takip ederken beraber karakoldan çıktık. O taksiyle gitmek istese de izin vermeyip zorlukla ikna ettim ve arabaya bindirdim.

"Yolunu değiştireceksin boş yere, ben taksiyle giderdim." Göz ucuyla ona baktım, arabayı çalıştırdım.

"Geç kalacağım bir yer yok, otele gideceğim. Orada da beni bekleyen yok. Ayrıca ne kadar geç gitsem benim için daha iyi." Kaşlarını çattı.

"Otele mi gideceksin?" Başımı salladım.

"Evet." Kaşlarını çattı.

"Neden eve gitmiyorsun?" Yola döndüm.

"Bir süre otelde kalmaya karar verdim diyelim, eve dönmeyeceğim."

"Anladım." Dedi Cansu sadece, konuyu uzatmadı. Her zamankinin aksine sessizce yol aldık. Onun evine ulaştığımızda teşekkür etti, yarın kızın çalıştığı restorana gitmeden önce arayacağını söyledi ve arabadan indi. Evinin önünden uzaklaştım fakat çok geçmeden arabayı yeniden durdurup başımı direksiyonun üzerine koydum ve öylece oturdum.

Nereye gideceğimi, ne yapacağımı, kiminle konuşup kiminle konuşmayacağımı, kime güveneceğimi, kimden yardım isteyeceğimi, tüm olanlarla tek başıma nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum. Dün geceden beri kendimi çok yorgun hissediyorum.

"Keşke her şeyi unutabilsem." Diye mırıldandım kendi kendime. Gerçekten de keşke her şeyi unutma şansım olsaydı. Son birkaç gün zihnimden tamamen siler eskisi gibi sessiz sakin hayatıma devam ederdim ama sanırım o hayatıma dönmem artık imkânsız gibi bir şey. Her şey bitse bile artık bir arada olan bir ailem olmayacak ve bunların hepsi babamın yüzünden.

"İyiyim çok iyiyim pes etmek yok!" Kendi kendime konuşarak arabayı çalıştırdım. Nereye gideceğimi bilmez bir şekilde sürdüm arabayı. Dakikalar sonra kendimi mezarlıkta abimin mezarının başında ağlarken buldum. Ne zaman kendimi kötü hissetsem ayaklarım hep buraya, onun yanına gelirdi.

"Yine ben geldim abi." Dedim göz yaşları içerisinde. Elim toprağın üzerinde, gözlerim mezar taşındaydı.

"Sana anlatmam gereken çok şey var, anlatacak başka kimsem yok. Senden başka gidecek kimsem kalmadı, güvenecek hiç kimse yok etrafımda." Göz yaşlarımı silsem de yenilerinin akmasına engel olamıyordum.

"Kime güveneceğimi bilmiyorum abi. Herkes yalan söylüyormuş gibi geliyor. Herkes kötüymüş gibi. Söylesene; kime güveneceğim ben?" Dedim ve göz yaşlarına boğuldum, buna rağmen konuşmaya devam ettim.

"Annemi aldatan babama mı güveneceğim? Her seferinde bana yalan söylediklerini düşündüğüm insanlara mı? Hiç kimsenin samimiyetine inanmıyorum. Sanki hep arkamdan bir şeyler dönüyormuş gibi hissediyorum. Sustuğum için annemin yanına bile gidemiyorum, utanıyorum ondan abi çok utanıyorum. Sen olsaydın ne yapardın?" Diye sordum mezara bakarken ve başımı öne eğip devam ettim.

"Keşke bana cevap verebilsen. Keşke yanımda olsan, yardım etsen. Ben buradayım, her şey geçecek desen, benim şu an sana çok ihtiyacım var." Deyip bir kez daha sildim göz yaşlarımı.

"Annemin de var, o senden sonra hiç iyi olmadı. Bizi bırakmaman lazımdı, senin burada olmaman lazımdı abi." Dediğimde kendimi daha fazla tutamadım, elimi yüzüme bastırdım, hüngür hüngür ağlamaya başladım.

Onu kaybedeli sadece 2 yıl olmuştu. O da babamın yolundan gitmiş, polis olmuş 2 yıl önce de şehit olmuştu. O gittikten sonra çok şey değişmişti, hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı. Annem savcıydı ama mesleğini bırakmış ve avukat olmuştu, onu da yapmıyordu. Neredeyse 2 yıldır psikolojik tedavi alıyordu, son günlerde yavaş yavaş iyi olmaya başlasa da hâlâ eskisi gibi değildi. İşte tam da bu yüzden onu bir de babamdan vurmak istemiyorum. Bu yüzden de önce doktoruyla konuşacağım, onun söyledikleri doğrultusunda anneme gerçeği anlatacağım. Kendi başıma bir şeyler yapmaktan çok korkuyorum.

Tabii bir de babam vardı, annemi aldatmıştı ve eminim aynı zamanlara denk geliyordu. Çünkü o zamanlar da annemle babamın arası bozuk, annem abimin ölümünden babamı suçlu tutuyordu.

"Her şey dağıldı abi." Dedim göz yaşları içerisinde ve devam ettim.

"Babam annemi hiç sevmemiş meğerse, yoksa niye aldatsın ki? Seven insan aldatır mı? Aldatmaz." Gözümün önüne düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım, elimi yeniden toprağın üzerine koydum.

"Küçükken babam gibi birisiyle evlenmek isterdim, birinin beni onun annemi sevdiği gibi sevmesini isterdim ama şimdi, şimdi ondan nefret ediyorum. Anneme yaptığı şeyi kabullenemiyorum." Deyip derin bir nefes aldım, tüm düşüncelerimi dışa vurmak, cevap alamasam da her şeyi anlatmak çok iyi gelmişti.

"Ben ne yapacağımı bilmiyorum abi, hiçbir şey bilmiyorum." Dedim ve sustum, başka bir şey söylemek istemedim. Sadece öylece durdum ve mezara baktım. Bunu yapmak bile iyi hissetmeme neden oluyordu ama yanımda olmadığı, o toprağın altında olduğu için de canım çok yanıyordu. Dakikalarca oturdum mezarın başında, güneş batmaya, hava yavaş yavaş kararmaya başlarken ise daha fazla kalmak istemedim.

"Seni çok seviyorum abi, yine geleceğim. Seni burada hiç yalnız bırakmayacağım. Sen beni yalnız bırakmış olsan da ben seni hiç bırakmayacağım, söz veriyorum." Dedim ve ayağa kalktım. Son bir kez mezar taşına baktım, ismini görmek bile canımı acıttı.

Cihan Aksoylu

Gözlerimi çekip önüme döndüm. Derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Mezarlıktan çıkıp arabama bindim, otele doğru yola çıktım. Yarı yolda otele gitmekten vazgeçip hastaneye gittim.

Hastaneye ulaştığımda arabadan indim, içeriye girdim. Daha önce Cansu'dan öğrendiğim yere gittim. Bir odanın önünde oturan orta yaşlı kadını gördüm, her zamanki yorgun hâlinin aksine daha güçlü ve mutlu görünüyordu. Birkaç adımda yanına ulaştım, beni fark etmezken konuştum.

"İyi akşamlar." Başını kaldırdı, beni gördü, gülümsedi, ayağa kalktı ve bir anda boynuma sarıldı. Onun sarılması bile ağlama isteğimi körükledi. Ellerimi beline doladım görmeyeceğini bildiğim hâlde ben de gülümsedim.

"Kızım sana ne kadar teşekkür etsem az, kızımı buldun, bana getirdin. Allah senden razı olsun." Geri çekildim.

"Tak başıma bulmadım kızınızı, benimle birlikte onlarca polis aradı hem ayrıca onlar benden bile çok uğraştılar." Elimi tuttu.

"Ne zaman oraya gelsem benimle ilgilenen, her gün aynı şeyleri sorsam da hiç sıkılmadan cevap veren bir tek sen vardın." Deyince gülümsedim, konuyu değiştirdim.

"Azra nasıl?" Odayı gösterdi.

"Uyuyor şimdi, iyi değil ama zamanla iyi olacak." Deyip iç çekti. "Benden bile korkuyor, sürekli uykusundan bağırarak uyanıyor. Doktor psikolojik destek alması gerektiğini söyledi." Deyince üzülmeden edemedim.

"Benim tanıdığım kadarıyla Azra çok güçlü bir kız. Onun orada ne hâlde olduğunu gördüm, yaşadıkları kolay değil. Zamanla kendini toplayacağına inanıyorum. Doktorun da dediği gibi eğer destek alırsa çok daha iyi olur."

"En kısa zamanda iyi bir doktor bulup götüreceğim kızımı, buradan çıkar çıkmaz başlasın tedaviye." Gülümsedim.

"En doğrusu bu, eğer isterseniz size bu konuda yardımcı olabilirim. Tanıdığım çok iyi bir psikiyatrist var, bir görüşün derim." Başını salladı.

"Olur hatta çok iyi olur."

"Ben yarın yanına gideceğim sizin için bir randevu alırım, sonra size ulaşıp tarihi bildiririm." Deyince kadın bir kez daha boynuma sarıldı.

"Senin hakkını nasıl ödeyeceğim ben?" Ben de ona sarıldım.

"Ödeyecek hiçbir şey yok ortada, sadece görevimi yaptım." Deyip yine geri çekildim.

"Ben artık gideyim, merak ettiğim için gelmiştim." Yeniden odayı gösterdi.

"Azra'yı da görmek istemez misin?" Başımı sağa sola salladım.

"Rahatsız etmeyeyim şimdi, uyuyor dediniz. Yine gelmeye çalışacağım." Başını salladı.

"Peki kızım, sen bilirsin." Deyince elini tuttum.

"Her şey düzelecek bunu sakın unutmayın." Gülümsedi, sessiz kaldı. "Görüşmek üzere."

"Görüşürüz kızım." Başka bir şey söylenemeden yanında ayrıldım, hastaneden çıktım. Arabama doğru giderken bir anda gördüğüm kişiyle duraksadım.

Bu o adamdı, Ateş'in evinde sürekli beni öldürmesi gerektiğini söyleyip duran adam. Neydi adı? Sanırım Erdem'di, evet evet Erdem'di ismi. Yanında durduğum ambulansın arkasına saklandım, adama baktım. Hastaneden çıkmış park hâlindeki arabalara doğru yürüyordu. Ya bu adamdan bir şey çıkarsa? Ateş hakkında hiçbir şey bulamıyorum çünkü Ateş kim bilmiyorum. Barış'ı biliyorum ve onun hakkında da hiçbir şey çıkmıyor ama bundan bir şeyler çıkabilirdi. Hiç değilse tam anlamıyla kim olduğunu öğrenebilirdim.

"Umarım başıma yeni bir iş daha almam." Kendi kendime konuşup koşarak arabaya gittim ve bindim. Arabayı çalıştırıp, Erdem'in bindiği arabaya doğru baktım. O hareket ettiği an ben de hareket ettim.

"Hadi bakalım bu gecenin sonu nerede bitecek acaba?" Kendi kendime konuşarak öndeki arabayı takip ettim. Arabamı tanıyor mu bilmiyorum ama risk almaktan başka çarem yoktu.

"Zaten başıma ne geldiyse risk almaktan geldi!" Diye söylendim. Hem yaptığım şeyin yanlış olduğunun farkındaydım hem de yapmaya devam ediyordum. Uzun süre takip mesafesini koruyarak Erdem'in arabasını takip ettim. Şehirden çıkıp ormanlık alana girdiğinde ise onun ve benim dışımda başka araba olmadığı için takip etmeyi bırakmak zorunda kaldım. Çünkü bu kadar ıssız bir yolda takip ettiğimi anlamaması mümkün bile değildi. Zaten bu yola girdiğine göre Ateş'in yanına gittiği çok belliydi. Orayı da bildiğim için takip etmeye hiç gerek yoktu.

"Geri mi döneceğim yoksa devam mı edeceğim?" Diye sordum kendi kendime ve aynadaki aksime baktım. Kendimi daha önce hiç bu kadar yorgun ve bitkin gördüğümü hatırlamıyorum. Bunların geçmesi için de şu an bir karar vermem lazımdı.

O eve gidecek miyim? Yoksa geri adım atacak mıyım?

O evde bir çok şey döndüğü belliydi, Mira olarak o eve gidemezdim, gitme sebebimi açıklayamazdım ama gizlice gidebilirim. Evin etrafı ormandı hatta ev ağaçların arasında kaybolmuştu. Gizlice evi gözetleyebilirim. Eğer bir fotoğraf ya da herhangi bir video çekebilirsem bu işime yarayabilirdi. Madem onun elinde benim için kozları var benim de elimde bir şeylerin olması gerekiyordu.

"Korkmanın zamanı değil Mira! Kurtulmak istiyorsan cesur olmak zorundasın, başka şansın yok!" Kendi kendime cesaret vererek arabayı yeniden çalıştırdım ve temkinli bir şekilde sürdüm, her an başka bir arabayla karşılaşabilirdim.

Yavaş sürdüğüm için yol yarım saatten fazla sürdü. Evin yakınlarındayken arabayı durdurdum, farları söndürdüm ve arabadan indim. Ormanın içinde yalnız başımaydım, baykuş sesinden ve arada sırada uluyan kurttan başka hiçbir şey duyulmuyordu.

Belimden silahımı çıkartıp sıkı sıkı tuttum, kalan yolu yürüdüm. Evi görebileceğim bir yerde durup büyük bir ağacın gövdesinin arkasına saklandım. Etrafıma bakıp hiç kimsenin olmadığından emin olup eve döndüm. Bahçe adamlarla doluydu, evin ışıkları da yanıyordu. Bahçede takip edip buraya kadar geldiğim Erdem'in arabası ve Ateş'in beni buradan otele götürürken bindiği lüks araba duruyordu yani tam da istediğim gibi o da buradaydı.

Sabırla beklemeye başladım, gözlerimi bir saniye bile olsun evden çekmedim. Her an bir şey olur diye tetikte bekledim. 15 dakika sonra sabretmem işe yaradı ve Ateş evden çıktı. Onu görmek bile fazlasıyla sinirlenmeme neden oldu.

"Sakin ol Mira... Sakin..." Sessizce mırıldandım kendi kendime ve onu izlemeye başladım. Bahçede durdu, ellerini cebine koydu, hiçbir şey yapmadı.

"Hadi ya hadi! Bir şey yap! Elime koz ver!" Kendi kendime konuşurken evden çıkan Erdem'i gördüm. Etrafa bir kez daha bakınıp kimse olmadığından tam anlamıyla emin oldum, silahı yeniden belime yerleştirdim. Daha sonra ise telefonumu çıkardım, kamerayı açtım. Ateş ve Erdem'in yan yana fotoğraflarını çektim. Bir süre sonra yanlarına bir adam geldi, konuşmaya başladılar. Bir kez de onunla birlikte fotoğraflarını çektim.

"Hadi ya bir şeyler yapın!" Dedim sinirle, birine zarar gelmesi isteyeceğim en son şey olsa da şu an buna ihtiyacım vardı. Sinirlenmiş olsam da elimden geldiği kadar sinirlerime hâkim olup beklemeye devam ettim. Çok geçmeden Ateş yanına gelen adama yumruk attı, ağzımdan sıkı bir küfür kaçtı. Çünkü çekememiştim. Fotoğraf yerine video çekmeye karar verip, videoyu açtım ve başlattım.

Ateş'in yumruğunun etkisiyle yere düşen adam kalkmaya çalışırken Ateş ona doğru eğilip bir tane daha vurdu. Buna engel olamadığım için kendimi suçlu hisettim ama şu an tek başıma bir şeyler yapmam mümkün bile değildi, video çekmek dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Ateş adama birkaç yumruk daha atarken Erdem onu adamın üzerinden aldı. Ateş'in belinden silahını çıkartıp adama doğrulttuğunu fark ettiğim an öylece kaldım.

"N'olur yapma n'olur." Diye yalvardım, eğer onu vurursa kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim. Titreyen ellerim yüzünden telefonu tutmakta zorlanırken diğer yoldan bir araba geldi bahçede durdu. O arabanın gelişi Ateş'in silahı indirmesine ve benim rahat bir nefes almama neden olmuştu. Ayrıca artık elimde küçük de olsa işe yarar bir şeyler vardı.

Video çekmeye devam ederken bahçeye duran arabaya baktım, bir süre sonra arabanın kapısı açıldı ve bir kişi indi. Arkası dönük olduğu için yüzünü göremedim, görmek için de gözlerimi ondan çekmedim. Bir anda önüne dönünce ise gördüğüm kişiyle gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti, ağzım açık kaldı.

"Doğan?" İsmi ağzımdan istemsiz bir şekilde dökülürken gözlerim doldu. Düşündüğüm şeyler doğru olamaz değil mi? Doğan da bunlardan olamaz! Bu kadar büyük bir olayın içinde olamam. Belki de Doğan'a araştır dediğim için buradadır. Dur demiştim ama o beni dinleyecek birisi değildi ki, başına buyruk iş yapmış olabilirdi. Ya da sadece ben böyle olduğuna inanmak istiyordum.

Gözlerim doldu, bakışlarım bulanıklaştı. Bir elimle telefonu tutarken diğer elimle ıslak kirpiklerimi sildim ve olanları izlemeye devam ettim. Doğan'la beraber arabadan bir kişi daha indi, bunu tanımıyordum. Biraz daha ağacın arkasına saklandım ve beni görmelerine engel oldum. Doğan ve yanındaki adam Ateş'le Erdem'in yanına gittiler, el sıkıştılar. Sanki polis olarak gelmiş gibi değildi de arkadaşının yanına gelmiş gibiydi çünkü şu an da gülerek konuşuyorlardı.

"Ben kime güveneceğim?" Dedim göz yaşlarım sinirden akarken. Etrafımdaki herkes tek tek hain çıkıyordu. Videoyu durdurmadım, madem hainler hiç kimseye acımadan herkesin cezasını çekmesini sağlayacağım, babamın bile! Artık hiçbir şey umurumda değil! 24 saat sustum, bu yeterliydi! Böyle şeylerin olmaya devam etmesine izin veremem. Sonucu ne olursa olsun izin veremem ve artık harekete geçmem lazım.

Videoyu durdurup kaydettikten sonra göz yaşlarımı sildim, kendimi toparladım. Artık daha fazla vakit kaybetmeye gerek yoktu.

"Her şeyi ortaya çıkaracağım." Diye mırıldandım kendi kendime. Arkamı dönüp arabaya doğru yürüyecekken bir anda birisi elini ağzıma bastırdı.

Çırpınıp çığlık atmaya çalıştım, olmadı. Kendimi kurtarmaya çalışırken telefonum elimden düştü. Ağzıma bastırılan eli ısırdım, elini çekti. Çığlık attım ama daha sesim tam anlamıyla çıkmadan bu seferde ağzıma başka bir şey bastırıldı. Burnuma gelen tuhaf koku başımın dönmesine gözlerimin kararmasına neden oldu.

Tüm gücüm yok olmuş gibi hissederken aldığım son nefesle gözlerim kapandı, kendimi boşluğa bıraktım. Eş zamanlı olarak kendimi havada buldum ve başım birinin omzuna düştü, bilincimi kaybettim.

Loading...
0%