Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15.BÖLÜM "HERKES DÜŞMAN"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.

*****

15. BÖLÜM "HERKES DÜŞMAN"

Başımda şiddetli bir ağrı vardı. Sanki saatlerce içmiş sonra da sızmış kalmış gibiydim. Başımı ellerimin arasına alıp doğruldum. Neler olduğunu anlamaya çalışırken olup biten her şey aklıma geldi, kapalı olan gözlerimi hızla açtım ve etrafa bakındım.

Bilmediğim bir evde koltuğun üzerinde uzanıyordum. Üzerimde bir battaniye vardı ve şömine yanıyordu. Hızla ayağa kalktım. Çok küçük bir yerdi, her yer bakış açımdaydı, bulunduğum yer dışında oda falan yoktu. Sanırım kulübe gibi bir yerdeydim.

Buraya nasıl geldim? Kim getirdi beni? Ve beni getiren kişi şu an nerede? Bahçede falan olabilir mi?

Gözlerim hızla kapıyı buldu. Bir şekilde hemen buradan çıkmam gerekiyordu ama tahminime göre beni dışarıda bekleyenler olacaktı. Tedbirsiz davranamam. Gözlerimi yeniden kulübenin içine çevirdim. Kendimi savunmak için bir şeyler bulmam lazımdı.

Gözlerim etrafta gezinirken orta sehpanın üzerinde takılı kaldı ve şaşkınca kaldım. Çünkü şu an silahım orada duruyordu. Telaşla eğilip aldım ve dolu olup olmadığını kontrol edip dolu olduğunu gördüm.

"Ne oluyor ya? Bunu almış olmaları gerekmiyor muydu?" Silaha şaşkınca bakarken masanın üzerinde duran kağıt parçası dikkatimi çekti, eğilip onu da aldım. İkiye katlanmış olan kâğıdı açıp okudum.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman!"

Kaşlarımı çattım. Ne demekti şimdi bu? Kimseye güvenme, herkes düşman. Kim yazmıştı bunu? Elimi yüzüme bastırıp tuttuğum nefesimi bıraktım. Delirecek gibiyim.

Aynı sehpanın üzerinde duran ve buraya bunu da neden bıraktıklarını anlamadığım araba anahtarını alıp cebime koydum. Ne zaman çıkardıklarını bilmediğim montumu ve ayakkabılarımı da aceleyle giydim. Silahı elimde sıkı sıkı tutarak kapıya doğru yürüdüm. Bulunduğum yerde pencere falan yoktu. Eğer olsaydı önce dışarıya bakar beni neyin beklediğini öğrenirdim ama yoktu işte.

Kapının arkasında durup usulca açtım. Aynı yavaşlıkla kapıyı kendime doğru çekip başımı uzattım ve dışarıya baktım ama hiç kimse yoktu. Kaşlarımı çattım, bu olanlar hiç de normal değil. Dışarıya doğru bir adım atıp etrafa bakındım ve hiç kimsenin olmadığından emin oldum, silahı indirdim.

"Ne oluyor ya? Neyin içine düştüm ben?" Kendi kendime konuşurken bahçede duran arabayı yeni fark ettim. Benim arabam bile buradaydı. Gözlerimi kapattım ve zihnimi toparlamaya çalıştım.

Birisi beni kaçırmış, bilmediğim bu eve getirmişti. Herhangi bir zarar vermemiş, zorla alıkoymamış, tehditte falan bulunmadığı bir not bırakmıştı. Hatta silahımı yanıma bırakıp arabamı da kapının önüne bırakmıştı ama kendisi neredeydi? Niye bu kadar şey yapmıştı? Gözlerimi yeniden açıp avucumun içinde buruşturuğum nota baktım.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman."

Bu kadar şeyi bu not için mi yapmıştı yani? Kim böyle bir şey yapar ki? Hem niye bunu söylemişti? Sanki bana iyilik yapmaya çalışıyor gibiydi ama bu tamamen saçmalık.

Sinirden gözlerim doldu. Aklım allak bullak oldu. Şu an oturup yeter artık diye bağıra bağıra ağlamak istiyorum. Kendimi hiç istemediğim bir yere çekiliyormuş gibi hissediyorum ve bundan nasıl kurtulacağıma dair en ufak bir fikrim bile yok.

Ağır adımlarla arabaya ulaştım, bindim. Etrafa bakındım. Belki başka not falan vardır dedim ama hiçbir şey yoktu. Direksiyona başımı koydum. Göz yaşlarım korkudan değil ama sinirden aktı ve engel olmadım, olmak istemedim. O sırada arabanın içinde bir melodi sesi yankılanmaya başladı, hızla başımı direksiyondan kaldırdım.

"Yok artık." Kendi kendime konuşup sesin geldiği tarafa doğru eğildim, elimi uzattım ve çalan telefonu aldım. Bu benim telefonumdu, babam arıyordu. Aramayı meşgule atıp galeriye girdim. Fakat ne çektiğim fotoğraflar ne de video vardı.

"Hayır ya silinmiş olamaz!" Sesimin ağlayacakmışım gibi çıkmasına engel olamadım. Telefonu yan koltuğa atıp sinirle direksiyona üst üste vurdum, kendimi daha fazla tutamayarak hıçkırarak ağlamaya başladım.

Nefesim kesilene, gözlerim şişene kadar ağladım. İçimdeki her şeyi göz yaşlarımla akıttım. Kendimi biraz rahatlamış hissedince arabayı çalıştırdım ama nerede olduğumu bile bilmiyordum ki. Yolu nasıl bulacağım? Bıkkınca oflayıp navigasyonu açtım, tarife göre yolu buldum.

Saatler sonra otele ulaştım, arabadan indim. Kaldığım odaya çıktım, odaya girer girmez de ilk iş üstümü değiştirmek oldu. Yatağın üzerine oturup sırtımı arkaya yasladım, dizlerimi karnıma kadar çektim ve dizlerime sarıldım. Göz yaşlarım yeniden akmaya başlarken telefonum yeniden çalmaya başladı. Yanımda duran telefonun ekranına bakıp babamın aradığını gördüm. Göz yaşlarımı silip boğazımı temizledim ve telefonu elime alıp aramaya yanıt verdim.

"Alo?" Sesimin elimden geldiği kadar düzgün çıkmasına dikkat ettim.

"Neredesin kızım? Kaçıncı aramam bu seni? Niye açmıyorsun? Az kalsın yanına geliyordum." Derin bir nefes aldım.

"Duştaydım baba aradığını duydum ama açamadım." Deyip yalan söyledim.

"Anladım kızım, oteldesin değil mi?"

"Evet." Dedim sadece.

"Annenle konuşmuşsun, hâlâ tatilde olduğunu söylemişsin." Yutkundum ve boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum.

"Öyle söylemek istedim, sen de bozuntuya vermezsen benim için daha iyi olur."

"Merak etme burada olduğunu söylemem ama bu yalan çok uzamasın. Annene yalan söylemek istemiyorum." Kendimi tutamayarak güldüm. Anneme yalan söylemek istemiyormuş. Sen ona söyleyeceğin kadar yalan söylemişsin zaten.

"Tamam." Dedim yine sadece, bir an önce telefonu kapatmak istiyorum, onunla tek kelime bile konuşmak benim için büyük bir eziyetti artık.

"Senin uykun var sanırım, sesin de uykulu çıkıyor. Sabah konuşuruz olur mu?" Sanki görecekmiş gibi başımı salladım.

"Olur."

"İyi geceler kızım."

"İyi geceler." Dedim ve cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım, yatağın içine attım. Başımı yeniden dizlerimin üzerine koydum ama bu sefer ağlamadım. Çünkü ağlamak bana hiçbir şey kazandırmadığı gibi vakit kaybettiriyordu.

Ateş'in gerçek yüzünü görmüş olmamın üzerinden neredeyse 24 saatten fazla zaman geçmişti. Sanırım hayatımın en büyük darbesini dün gece almıştım ve tüm gün benim için bitmek bilmemişti.

Hayatımın en kötü 24 saatini geçirmiştim ve ben de Mira Aksoylu'ysam eğer bunun hesabını herkese tek tek soracağım.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman!"

İlk iş olarak bu notun sahibini bir şekilde bulacağım, bulmam lazım. Tabii onu bulurken Doğan'la da ilgileneceğim. Beni kandırmış olmasının hesabını çok fena soracağım. Hiç kimsenin yaptığı yanına kalmayacak.

"Öyle bir şey yapmalıyım ki hepsi aynı anda mahvolsun. Öyle bir plan kurmalıyım ki kaçacak hiçbir yerleri olmasın." Yalnız olduğum için her zamanki gibi kendi kendime konuştum. Gözlerimi kapattım ve düşünmeye devam ettim. Hepsini aynı anda bitirecek bir şeyler yapmalıydım ama ilk önce korkumu yenmem lazım, cesaretimi toplamam gerekiyordu.

Düşünmeye devam ederken telefonum yeniden çalmaya başladı, bıkkınca ofladım.

"Ne istiyorsun baba ya?" Söylenerek telefonu elime aldım ve babamın değil Doğan'ın aradığını gördüm, kaşlarımı çattım.

"Bir de yüzsüz gibi arıyor!" Sakin kalmak için elimden geleni yapıp aramaya yanıt verdim.

"Efendim." Sesim kötü çıkmıştı, umursamadım. Onun sesi benimkinin aksine keyifli çıktı.

"Nasılsın Mira?" Göz devirdim. Bir de nasılsın diye soruyordu utanmadan.

"İyi." Dedim sadece.

"İyi olduğuna emin misin? Sesin çok kötü çıkıyor." Şüphelenmelerini istemiyordum.

"İyiyim, uyuyordum sesim o yüzden böyle." Deyip bir kez daha yalan söyledim ve bundan hiç utanmadım.

"Anladım, her neyse sana bir şey söylemek için aramıştım." Kaşlarımı çattım, bakalım yine beni nasıl kandırmaya çalışacaktı?

"Dinliyorum seni."

"Şu senin Barış." Deyip sustu, alayla ve sessizce güldüm.

"Eee n'olmuş ona?" Diye sordum yalandan meraklı çıkardığım sesimle. Şu an yan yana olduklarına yemin bile edebilirim.

"Baya tedbirli bir adam, her şeyini çok iyi gizlemiş. Hiçbir şeye ulaşılamıyor ama tabii beni bilirsin elimden bir şey kaçmaz." Göz devirdim, ona olan tüm samimiyetim yok olup gitmişti. O da artık düşmanlarımın arasındaydı.

"Sen onun hakkında bir çok şeye ulaştım deyince ben de daha derin bir araştırma yaptım ve şimdi elimde birkaç belge var." Söylediği şey beni hiç heyecanlandırmadı. İşime yaramayacak şeyler olduğu çok belliydi. Muhtemelen o belgeleri bile Ateş vermiştir eline. Beni oyalamaya çalışıyorlardı, vakit kaybettirip yaptıkları şeyi yapmaya devam edeceklerdi.

"Neymiş o belgeler?" Diye sordum, keyifsizce.

"Hiç heyecanlanmış gibi çıkmıyor sesin. Böyle olmaz ama." Göz devirdim.

"Ben biraz hastayım, kendimi de hiç iyi hissetmiyorum. Bunları sonra konuşalım, biraz dinleneceğim. Şimdilik uğraşmak istemiyorum, kusura bakma."

"Anladım, sen dinlen o zaman. Yarın konuşuruz daha detaylıca, bir şeye ihtiyacın var mı?" Hiç düşünmeden cevap verdim.

"Hayır, kapatmam lazım. İyi geceler." Dedim ve telefonu kapatıp sinirle yatağın içine doğru fırlattım.

"Geri zekalı! Muhtemelen şimdi arkamda alay da ediyorlardır!" Söylenerek yatağa uzandım.

"Yarın ben size güleceğim, karşınıza geçip kahkahalar atacağım. Her şey bitiyor yarın, her şey. Ben, en doğrusunu yapacağım." Kendi kendime konuşmaya devam ederken telefonum yeniden çaldı.

"Bu ne ya? Bir türlü susmak bilmedi! Yine kim arıyor acaba?" Kalkmadan uzanıp telefonu aldım ve Ateş'in aradığını gördüm.

"Siz bir şeyler çeviriyorsunuz ama ben yine hiçbir şey bilmiyorum. Kim bilir ne gibi bir anlaşma yaptılar da tek tek arıyorlar." Ben söylenirken telefon ısrarla çalmaya devam etti. Normal bir zamanda açmazdım ama ne söyleyeceğini merak ettiğim için açtım.

"Ne var? Ne istiyorsun?" Ona karşı herkese olduğum gibi kibar olamıyordum.

"Hiçbir şey." Göz devirdim, hiçbir şeymiş! Gecenin bu saatinde hiçbir şey için aramış beyefendi. Ben de salağım ya yedim!

"Niye aradın o zaman gecenin bu saatinde?" Diye sordum ve merakla açıklama yapmasını bekledim.

"Bugün seni son gördüğümde iyi değildin." Tek kaşım istemsizce kalktı, devam etti.

"Kötü görünüyordun." Deyip yine sustu.

"Yani?" Dedim devam etmesi için, iç çektiğini duydum. Biraz tuhaf mı davranıyordu yoksa bana mı öyle geliyor?

"Sadece nasıl olduğunu merak ettim. Hasta mısın? İyi misin? Bir şeye ihtiyacın var mı?" Gözlerim doldu. Keşke şu an konuştuğum kişi birkaç gün öncesine kadar tanıdığım Barış olsaydı.

"Bunlardan sanane?" Dedim doğrudan ve devam ettim.

"Farkında mısın bilmiyorum ama biz arkadaş falan değiliz. Benim iyi olup olmadığımı merak etmek sana kalmadı ve benim nasıl olduğum seni hiç ilgilendirmez." Cevap vermedi. "Hiçbir zamanda ilgilendirmeyecek." Diye ekledim.

"Mira..." Devam etmesine izin vermedim, konuşmaya devam ettim.

"Bana rol yapmak zorunda değilsin. Senin nasıl bir adam olduğunu çok iyi biliyorum artık. Kendini gizlemeye çalışmana, iyiymiş gibi yapmaya devam etmene hiç gerek yok."

"Beni çok yanlış anlıyorsun ben sadece..." Yine sözünü kestim.

"Sen sadece suçlusun, bunu her zaman dile getirebilirim. Benim için sadece suçlusun. Şu an seninle konuşuyor olmam da benim suçum, susuyor olmak da benim suçum." Sessiz kaldı, daha yüksek bir ses tonuyla devam ettim.

"Ve sakın unutma; hiçbir suç cezasız kalmaz! Sen de ben de zamanı geldiğinde cezalarımızı çekeceğiz."

"Sadece iyi olup olmadığını merak etmiştim, başka bir amacım yoktu. Bana hesap sormaya devam edebildiğine göre de iyisin, hadi iyi geceler." Dedi ve telefonu yüzüme kapattı, sinirlendim.

"Pislik herif!" Deyip kendime vurdum.

"Her şey senin aptallığın yüzünden! En başından böyle davranmasına sen izin verdin! Aptalsın kızım sen aptal! Babaymış! Senin baban susmana değecek birisi değilmiş!" Kendi gerçeğimle bir kez daha yüzleştim. Doğruydu, benim babam susarak onu kurtarmama değecek birisi değildi.

"Yarın her şeyi bitireceğim." Diye yineledim telefon konuşmasından önce de söylediğim şeyi. Bu konuda kararlıyım. Annemin kötü olmasını göze alarak yarın her şeyi bitireceğim. Üzerime battaniyeyi çektim, gözlerimi kapattım ve uyumaya çalıştım.

Sabaha kadar yatağın içinde bir sağa bir sola dönüp durdum, bir türlü uyuyamadım. Hava aydınlanır aydınlanmaz ise yataktan çıktım. Duş alıp üzerimi giyindim. Saçlarımı kurulayıp açık bıraktım. Silahımı ve diğer her şeyi alıp otel odasından çıktım.

Acele ediyorum çünkü etmezsem aldığım karardan vazgeçeceğim ve eğer vazgeçersem kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim.

Otelden çıkıp arabama bindim ve merkeze gittim. Darmadağın olan masama oturdum, bilgisayarı açtım. Etrafımda kimsenin olmadığından emin olduktan sonra yazmaya başladım.

Gizemli seri katil olayından başlayıp, beni götürdükleri evden bu sabaha kadar olan her şeyi tek tek en önce ayrıntısına kadar, sanki bir polise ifade veriyormuş gibi yazdım. Hiçbir şeyi, en ufak bir detayı bile atlamadığımdan emin oldum.

Tüm yazdıklarımı çıkartıp bir dosyanın içine koyduktan sonra tekrar ekrana döndüm ve kendim için istifa mektubu yazdım.

Dün gece Ateş'e de söylediğim gibi; her suçun bir cezası vardı ve hiçbir suç cezasız kalmazdı. Ben bu işi bırakarak kendi cezamı kendim verdim. Ayrıca bunu yapmak dışında başka bir seçeneğim yoktu. Çünkü her şey ortaya çıktığında, bu yazdıklarım okuduğunda ve dikkate alınıp araştırmaya başlandığında annemi alıp gitmekten başka çarem kalmayacaktı.

Yazdığım istifa mektubunu da çıkardıktan sonra altına imzamı attım, dosyanın son sayfasına da onu yerleştirip masadan kalktım. O sırada ileriden gelen babamı gördüm. Onu da yazmayı ihmal etmemiştim. Muhtemelen birkaç gün içinde bu koridordan buranın amiri olarak değil bir suçlu olarak geçecekti. Gözlerimin dolmasına engel olamadım ama bunu yapmaktan başka da seçeneğim yoktu.

"Günaydın amirim." Dedi babamın yanından geçen polis, babam da aynı samimiyetle yanıt verdi. Birkaç kişiyle daha selamlaştıktan sonra yanıma geldi.

"Günaydın kızım." Şaşırdım, normalde bana burada odası dışında hiçbir yerde kızım demezdi. Sanırım aramızın bozuk olduğunu düşünürek düzeltmeye çalışıyordu.

"Günaydın." Dedim sadece, gitmek yerine ya da beni odasına çağırmak yerine burada konuşmaya devam etti.

"Neden bu kadar erken geldin?" Yüzünde şüpheli bir ifade vardı. Neden geldiğimi açıklayamayacağım için yalan söyledim.

"Sabah çok erken uyandım, otelde tek başıma canım sıkıldı ben de kalktım geldim işte." Gülümsedi, fazla mutlu görünüyordu.

"Şu senin bulamadığın kuryeyi ben buldum ama sahte çıktı. Hiçbir şirkete bağlı değil, kurye kılığına girmiş anlayacağın. Yüzünü falan gizlemeye çalışmış ama sonuçta karakol burası, imkânsız saklanması. Bugün gün içinde kimliği tespit edilir." Bu beni hiç korkutmadı. Artık bulunmasının bir anlamı yoktu. Çünkü ben doğrudan kimin yaptığını ortaya çıkaracaktım.

"Bulman iyi olmuş, annem öğrenmeden bu işin kapanması lazımdı zaten. Ben yaparım dedim ama tek başıma elimden pek fazla bir şey gelmedi. Senin el atman iyi olmuş." Omzuma dokundu.

"Sen daha fazla uğraşma bu işle, ben hallediyorum gördüğün gibi. Kendi işine yoğunlaş, ben seni haberdar ederim olur mu?" Başımı salladım.

"Olur."

"Konuşuruz yine işlerim var şimdi, dikkat et kendine." Dedi ve yanımdan uzaklaştı. O gidince elimdeki dosyaya bakıp iç çektim.

"Benim suçum değil baba, kendi yaptıklarının cezasını çekeceksin. Bu da benim suçum değil yine de özür dilerim çok özür dilerim." Derken gözümden akan bir damla göz yaşını sildim, Tufan başkomiserin odasına doğru yürüdüm. O sırada bir anda önüme Cansu atladı.

"Günaydın Mira." Onun da sesi fazla keyifli çıkmıştı. Sanırım benim dışımda herkes çok mutlu. "Erkencisin bugün." Sorgular gibiydi, bir an için dün gece okuduğum not aklıma geldi.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman."

O da herkes diye bahsedilen o kesimin içinde olabilir miydi? O da bana düşman olabilir miydi? Bilmiyorum, hiçbir fikrim de yok.

"Niye bana öyle bakıyorsun?" Elimi yüzüme bastırıp gözlerimi ovaladım.

"Yok bir şey hâlsizim biraz, sana da günaydın."

"N'oldu hasta falan mısın?" Başımı sağa sola salladım.

"Hayır, yorgunum sadece önemli bir şey yok." Dediğimde gözleri elimdeki dosyayı buldu.

"Bu ne böyle?" Deyip elime doğru uzanınca hızla geri çekildim, almasına engel oldum. Cansu şaşırdı, açıklama ihtiyacında bulundum.

"Önemli bir şey değil, birkaç ifade falan. İmzalatmam gerekiyor, bakmaya değecek şeyler değil yani." Deyip bir kez daha yalan söyledim. Buna iyi alışmıştım.

"Peki işine bak o zaman sen, tutmayım seni." Gülümsedim.

"Bunları bırakayım konuşuruz olur mu?" Başını salladı o da gülümsedi.

"Olur." Başka bir şey söylemeden yanından ayrıldım. O sırada ileriden gelen Savaş'ı gördüm ve yine aynı cümle zihnimin içinde yankılandı.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman."

"Herkes düşman." Diye mırıldandım kendi kendime. Bunu bana kimin yazdığını, dün gece olan o saçma şeyi kimin yüzünden yaşadığımı bilmiyordum ama bu cümlenin aklıma takılmasına da engel olamıyordum.

Tufan başkomiserin odasının önünde durdum, cesaretimi topladım. Hiçbir açıklama yapmadan dosyayı verecek ve sonra da buradan gidecektim. Ta ki beni onlar çağırıp yazdıklarını anlat diyene kadar.

"Allah'ım lütfen doğru yolda olayım, lütfen. Ben sadece en doğrusunu yapmaya çalışıyorum. Umarım büyük bir hata yapmıyorumdur." Kendi kendime konuşarak elimi kaldırdım, tam kapıya vuracakken havadaki elim birisi tarafından tutuldu ve başka bir yöne çekildim. Önümde beni çekiştirerek ilerleyen kişinin Ateş olduğunu fark edince konuştum.

"Hey! Ne yapıyorsun sen?" Bağıramadım normal bir şekilde sordum ama bir cevap alamadım.

"Bırak beni ne yaptığını zannediyorsun ya!" Umurunda bile olmadım, arşivin kapısını açtı ve beni yavaşça içeriye itip kendisi de girdi. Elimdeki dosyayı rulo hâline getirip omzuna bir tane geçirdim.

"Ne yapıyorsun sen? Kimsin ki bana..." Devam etmeme izin vermedi.

"Beni dinleyeceksin!" Deyince kaşlarımı çattım.

"Ne?" Bana doğru bir adım attı.

"Beni dinleyeceksin! Bu şekilde beni yargılamana, beni suçlamana..." Deyip sustu ve iç çekip devam etti.

"Benden nefret etmene izin vermeyeceğim." Göz devirdim.

"Ne saçmalıyorsun sen yine? Derdin ne?" Kendisini gösterdi.

"Ben suçlu değilim! Sen de beni dinleyeceksin!" Bir anda n'olmuştu buna böyle?

"Seni dinlememe ne gerek var? Ben senin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Kendi gözlerimle gördüm." İşaret parmağını kaldırarak bana doğrulttu.

"Senin hiçbir bok bildiğin yok!" Sinirlendim.

"Düzgün konuş benimle! Hiçbir bok bildiğim yokmuş! Asıl senin hiçbir şey bildiğin yok! Aptal değilim ben, her şeyin farkındayım." Kolumu tutup kendine çekti.

"Değilsin! Hiçbir şeyin farkında değilsin! Gördüğün kadarını biliyorsun başka da hiçbir şey bilmiyorsun!" Yakında olduğum için alkol koktuğunu net bir şekilde fark ettim.

"Sarhoş musun sen? Leş gibi kokuyorsun!"

"Şu an konumuz bu değil!" Bıkkınca ofladım.

"Buraya bu şekilde nasıl geldin? Salak mısın sen?" Cevap vermedi.

"Ben de neyi soruyorsam? Tabii ki de salaksın! Yoksa böyle şeyler niye yapasın değil mi?" Nefesini bıraktı, yüzümü buruşturdum. Alkol kokusu midemi bulandırdı.

"Beni hiçbir zaman anlamayacaksın." Dedi dişlerinin arasından sessiz kaldım.

"Ne yaparsam yapayım beni anlamayacaksın ama beni dinlemek zorundasın." Başımı sağa sola salladım.

"Seni dinlemek zorunda falan değilim! Öyle bir zorunluluğum yok! Olmayacak da!"

"Akşam seni bekleyeceğim, nereye geleceğini zaten çok iyi biliyorsun. Eğer tüm bu olanlara bir anlam vermek istiyorsan bana gelirsin ama bu şekilde devam etmek istiyorsan da savaşı sen başlatırsın. Hiç istemediğin benim bile yaşamanı hiç istemediğim şeyler yaşamak zorunda kalırsın. Bu yüzden lütfen bana gel, beni dinle. O zaman sen de bana hak vereceksin." Sessiz kalmayı tercih ettim.

"Bekleyeceğim, bu gece sabaha kadar seni bekleyeceğim. Öğrenmek istiyorsan gel." Dedi ve kolumu bıraktı. Gözü bir anlığına elimdeki dosyayı buldu, gerildim. Fakat hiç şüphelenmeden arkasını döndü ve odadan çıkıp gitti. Elimdeki dosyaya bakıp kaldım.

"Ne yapacağım şimdi ben?" Deyip bıkkınca ofladım. Geri adım atmayı falan hiç düşünmüyorum ama eğer ondan bir şeyler daha öğrenebilirsem öğrendiğim o şeyleri de kullanabilirdim.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman."

Bir kez daha aynı cümle zihnimin içinde yankılandı. Ona güvenip onun yanına kendi ayaklarımla gitmek doğru muydu? Ya beni bir tuzağın içine çekiyorsa? Ya bir şeyler yaptığımı anladığı için engel olmaya çalışıyorsa? Sonuçta karakolun içindeyken elimdeki dosyayı alıp beni zorla buradan çıkartamaz. Sana bir şeyler anlatacağım deyip bir süre daha sessiz kalmamı sağladıktan ve beni ayağına kadar getirdikten sonra hiçbir şey anlatmaz ve zorla alıkoyorsa? O zaman ne yapacağım?

Bu konuda ona güvenemem ama bir şeyleri öğrenme ihtimalimi de göz ardı edemem. Bu yüzden en iyisi bugün buradan çıkmadan önce bu dosyayı başkomiserin odasına bırakmak ve buradan öyle çıkmak olacaktı. Ben Ateş'in evine gidip onun anlattıklarını dinlerken buradaki herkes de gerçeği öğrenmiş olacaktı. Yazdıklarımın içinde ormandaki o evin adresi de vardı. Muhtemelen ilk iş oraya baskın yapacaklardı. Bu da demek oluyor ki beni orada zorla tutmaya çalışsa bile polisler peşimden gelecekti.

Yani hem kendimi güvene almış olacağım hem yaptığım işten vazgeçmemiş olacağım hem de Ateş'in, eğer gerçekten bir şeyler anlatacaksa, anlatacağı şeyleri öğrenmiş olacağım. Bu iş biraz daha büyürse anlatacağı şeyler işime yarayabilirdi.

"Bu iş bu gece bitecek." Diye mırıldandım kendi kendime. Beni tuzağa çeken o değil ben olacağım. Zorla getirildiğim odadan çıktım, elimdeki dosyaya baktım. Akşama kadar bir şekilde saklamam lazımdı.

Merkezden çıkıp dosyayı arabaya bıraktım. Arabanın kapılarını kilitleyip yeniden içeriye girdim ve Cansu'ya bakındım. Ateş ve Savaş ile birlikteydi. Onlardan kaçtığımı düşünmesinler diye yanlarına gittim, boş bir yere oturdum. Hepsinin gözleri tek tek beni buldu.

"Günaydın." Dedi Savaş ona baktım ve gülümsedim.

"Günaydın." Diye yanıtladım, Cansu saatine bakıp konuştu.

"Sabah erkenden gelin dedik ama ifade vermek için gelen tek bir kişi bile yok." Savaş Cansu'ya döndü.

"Daha çok erken, gelirler illa ki." Onlar konuşurken Ateş'e baktım, bakışları masanın üzerindeydi. Sarhoş olduğu her hâlinden belli oluyordu ya da ben bildiğim için belli oluyor gibi geliyordu.

"Bakıyorum da iki gündür işlerle hiçbir ilginiz yok." Dedi Savaş, ona döndüm. Gözleri Ateş'le benim aramda gidip geliyordu.

"Olanlar hiç umurunuzda değil gibi. Kızın katilini ikimiz arıyoruz sadece." Dedi ve Cansu'yla kendisini gösterdi.

"Başka işlerim var benim." Diyerek Ateş ayağa kalktı ve kimsenin ona bir şeyler söylemesini beklemeden yanımızdan uzaklaştı. Dönüp yüzümüze bile bakmadı hatta.

"N'oluyor buna ya? Ne bu tripler?" Deyip Cansu bana baktı.

"Sizin aranız falan mı bozuk? Bu, bu yüzden mi bize böyle davranıyor?" Omuz silktim.

"Hayır bozuk falan değil, neden böyle davranıyor hiçbir fikrim yok. Gidip kendisine sorabilirsiniz." Savaş'ın kaşları çatıldı.

"Hadi onu geçtim, dengesizin teki. Ne zaman ne yapacağı hiç belli olmuyor da sana n'oldu? İşle alakan yok iki gündür." Tuttuğum nefesimi bıraktım.

"Sana öyle gelmiş, ilgileniyorum ben işle. Olan biten her şeyden haberim var." Dedim ve geriye yaslanıp devam ettim.

"Ben de sizin gibi kızın arkadaşlarının ifadeye gelmesini bekliyorum işte. Sonra da çalıştığı restorana kızı araştırmaya gideceğiz." Savaş söylediğim şey karşısında şaşırırken devam ettim.

"Gördüğün gibi olan biten her şeyden haberim var, olayı takip ediyorum."

"İyi, öyle olsun." Dedi ve ayağa kalktı. "Ben gidip Barış'a bakayım, derdi neymiş?" Diyerek o da yanımızdan uzaklaştı. Onun arkasından bakmak yerine boş boş karşıya baktım.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman!"

Kulaklarımda sürekli aynı sey yankılanıp duruyordu ve bu yüzden başım ağrımaya başlamıştı. Başımı masanın üzerine koyup bıkkınca ofladım. O sırada Cansu'nun sesini duydum.

"Sen iyi olduğuna emin misin? Bence izin alıp gidip dinlensen daha iyi olur." Başımı hafifçe kaldırıp Cansu'ya baktım.

"İyiyim ben, başım ağrıyor sadece."

"Ağrı kesici falan al bir tane istersen." Gözlerimle onayladım.

"Birazdan gidip bir şeyler yer, ilaç alırım." Başını salladı, önüne döndü. Başımı yeniden masaya koydum. Telefonuma gelen bildirim sesiyle elimi cebime atıp telefonu çıkardım ve yabancı numaradan gelen mesajı okudum.

"14:00 da kliniğimizde randevunuz vardır. Saatinde gelmeniz rica olunur."

Başımı masadan kaldırdım. Bu, benim tamamen aklımdan çıkmıştı. Annemin psikiyatristiyle görüşmem gerekiyordu. Ekranı kapatıp ayağa kalktım ve Cansu'nun yanından uzaklaştım. Randevu saatine kadar halletmem gereken küçük bir iş daha vardı. Gözlerimi ekrana çevirip Doğan'ı aradım. Birkaç çalıştan sonra telefonu açtı.

"Alo?" Dünün aksine onunla daha iyi konuşmam gerekiyordu. Akşama kadar hiç kimsenin hiçbir şeyden şüphelenmemesi lazımdı.

"Günaydın." Dedim yalandan da olsa keyifli çıkan sesimle. Eğer onu aramasaydım muhtemelen bir şeyler yaptığımdan şüpheleneceklerdi. Buna izin veremem.

"Günaydın, bakıyorum da sesin çok iyi geliyor. Daha iyi misin?"

"Evet çok iyiyim, dün gece kendimi iyi hissetmiyordum. Söylediğin şeylerle ilgilenemedim bile. Eğer müsaitsen konuşalım diyecektim." Büyük bir ihtimal kurdukları plan doğrultusunda benimle görüşmeyi kabul edecek, yalanlarını sıralayacaktı.

"Üzgünüm Mira, bugün şehir dışına çıkmak zorunda kaldım. Yarın görüşürüz olur mu?" Kaşlarımı çattım. Bu da bir oyun olabilir mi? Ateş ortada hiçbir şey yokken aniden yanıma gelip akşam benimle konuşacağını söylüyor. Yandaşcısı Doğan ise beni atlatmaya çalışıyor.

"Olur, neden olmasın?" Dedim ve merakla sordum. "Ama hiç değilse elindeki o belgeler hakkında bilgi verebilirsin değil mi?"

"Ben seni gün içinde arayacağım. Şu an müsait değilim, döneceğim sana. Görüşmek üzere." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama beklemeden telefonu yüzüme kapattı. Alayla güldüm.

"Resmen birlik olmuş beni salak yerine koyuyorlar!" Söylenerek telefonu cebime koydum. O sırada çok ileride koridorun bir diğer ucunda duran Ateş ve Savaş'ı gördüm. Hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Sanki Ateş bir şeye sinirlenmiş Savaş da onu sakinleştirmeye çalışıyor gibiydi.

"Herkes düşman." Kelimeler ağzımdan istemsizce döküldü. Etrafımda olan hiç kimseye güvenim kalmamıştı. Gerçekten de herkesin düşman olduğuna inanıyordum. Keşke, keşke dün gece bana o notu bırakan kişiyi bulabilme şansım olsa. Çünkü sanki bana yardım etmeye çalışmış gibiydi ve benim gerçekten böyle birinin varlığına ihtiyacım var.

"Saçmalama Mira!" Deyip yine bir tane kendime vurdum ve devam ettim.

"Sana yardım etmek isteyen birisi telefonundaki videoyu neden silsin?" Dedim ve bir tane daha vurdum kendime.

"Salak gibi herkese inanıyorsun!" Söylenerek ilerledim. O sırada telefonuma bir mesaj daha geldi. Ekrana baktığımda Pelin Hanım'ın mesaj attığını gördüm, şaşırdım. Attığı mesajı okuduğumda randevu sisteminden dolayı randevusu olan herkese mesaj gittiğini ve işi olduğu için randevuyu yarına ertelemek zorunda kaldığına dair bir mesaj atmıştı.

"Her şey üst üste geliyor!" Söylenerek bir sorun olmayacağına ve yarın görüşebileceğimize dair bir mesaj atıp telefonu cebime koydum. Yarın olması hiç iyi olmamıştı doğrusu.

Cansu'nun yanına döndüğümde öldürülen kızın arkadaşlarının geldiğini gördüm. Cansu, ben ve Savaş öğlene kadar kızların tek tek ifadelerini aldık ama hiçbir şey çıkmadı. Hepsi sanki anlaşmış gibi aynı şeyi söyleyip duruyorlardı.

Ateş 2 günlük izin alıp gitmişti. O olmadığı için öğle yemeğine de üçümüz çıktık. Öğle yemeğinden sonra kızın çalıştığı restorana gittik fakat oradan da hiçbir şey çıkmadı. Akşam üzerine doğru birlikte merkeze döndük. Tufan başkomisere dosya hakkında bilgi verdikten sonra kızın erkek arkadaşıyla bir kez daha görüşmeye karar verdik. Her ne kadar tüm şüpheleri üzerinden atmış olsa da bizi katile o götürecekmiş gibi hissediyorum.

Mesai bitiminde Cansu ve Savaş evlerine giderken ben merkezden ayrılmadım. Muhtemelen Ateş konuşmak için evinde beni bekliyordu ama burada bazı şeyleri yoluna koymadan, risk alarak onun yanına gidemem.

Arşivde birkaç saat oyalandım. Babamın hâlâ burada olduğumu bilmemesi gerekiyordu. Babam ve Tufan başkomiserin çıkmış olduklarından emin olduğumda dışarıya çıktım, Esra'nın yanına gittim.

"Tufan başkomiser odasında mı?" Başını kaldırdı, beni gördü ve şaşırdı.

"Senin bu saate burada ne işin var?" Omuz silktim.

"Bir işim vardı kaldım, odasında mı?" Başını sağa sola salladı.

"Hayır 10 dakika önce çıktı." Başımı salladım.

"Peki, kolay gelsin sana." Deyip yanında ayrıldım. Neyse ki çıkmışlardı da daha fazla beklememe gerek kalmamıştı.

Merkezden çıkıp arabama gittim. Sakladığım dosyayı alıp yeniden içeriye girdim. Masama gidip not kağıdı ve kalem alıp yazmaya başladım.

"Kaybolursam, kaybımdan sizin komiser yardımcısı Barış Erendil olarak tanıdığınız Ateş Demirkan sorumludur. Bu notu yazdıktan sonra ormandaki evine gitmek için yola çıkıyorum."

Yazdım ve kağıdı istifa mektubunun yanına koyup, göründüğünden emin olduktan sonra dosyayı kapattım, Tufan başkomiserin odasına girdim ve dosyayı masanın üzerine bıraktım.

"Bu iş burada biter. Herkes cezasını çekecek!" Yine kendi kendime konuşup karakoldan çıktım, arabama bindim. Bu sefer oraya gitmekten korkmuyorum. Çünkü bu sefer birilerinin geleceğinden eminim. Eğer oyuna geliyorsam bile kaybolduktan sonra arkamda bıraktıklarımı göz ardı edecek değillerdi herhalde.

Arabayı çalıştırdım, yola çıktım. Şehirden çıkıp orman yoluna girdikten sonra hızımı azalttım çünkü yollar ıssız ve karanlıktı.

Ateş'in bana ne anlatacağını, başıma neler geleceğini, dün gece beni bayıltan ve yanıma not bırakıp ortadan kaybolan kişinin kim olduğunu, bıraktığım itirafı ve istifa mektubunu kimin ne zaman bulacağını düşünürken daha da ıssız yollara girdim.

"Etrafındaki hiç kimseye güvenme! Herkes düşman!"

Aynı ses zihnimin içinde yankılanırken baş ağrım gözümün kararmasına neden oldu. Gözlerimi ovalarken ormanın içinden önüme bir hayvan atladı. Kedi miydi köpek miydi ya da başka bir hayvan mıydı bilmiyorum ama çarpmamak için direksiyonu kırdım.

Araba aniden istemediğim bir yöne giderken direksiyon hakimiyetini kaybettim. Toparlamaya çalışırken büyük bir gürültü koptu ve bariyerlere çarptım, uçurumdan düştüğümü fark ettim. Korkuyla çığlık attım, arabanın içinde tepetaklak oldum.

Direksiyonu bırakıp kollarımla yüzümü korumaya çalıştım. Patlayan cam parçaları yüzüme, karnıma, ayaklarıma gelirken başımı bir yere çarptım. Açılan hava yastığı yüzüme geldi, gürültü kesildi. Başımdan yüzüme doğru akan kandan hemen sonra gözlerim yavaş yavaş kapandı.

Loading...
0%