Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17.BÖLÜM "BANA YARDIM ET"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı ayarlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.

***

17. BÖLÜM "BANA YARDIM ET"

ATEŞ DEMİRKAN

"Sen benimle nasıl böyle konuşursun? Senin karşında..." Sedat'ın sesini kesen şey Cansu'nun elinde tuttuğu telsizden gelen anons sesi oldu ve telsizin diğer ucundaki polis memuru hepimizin kanını donduracak o cümleyi kurdu.

"Kayıp polis memurunun kayalıklarda cansız bedenine ulaşıldı."

Duyduğum şeyi algılamam belki de dakikalar sürdü. Herkes tıpkı benim gibi telsize donmuş bir şekilde bakarken telsizin diğer ucundaki polis konuşmaya devam etti.

"Tekrar ediyorum; arama sonlandırıldı. Kayıp polis memurunun kayalıklarda cansız bedenine ulaşıldı."

Aynı şey bir kez daha kulaklarıma gekirken bunun kötü bir kabus olmasını ya da az önceki gibi bir yanlışlık olmasını diledim.

"Kızım." Duyduğum çaresiz sesle başımı çevirip Sedat Amire baktım. Yüzü bembeyaz olmuştu. Tutunacak bir yer arar gibi bir hâli vardı ve bu arayış Savaş'ın kolunu tutmasıyla son bulmuştu.

"Doğru olamaz." Dedi aynı ses tonuyla ama telsizden aynı ses gelmeye devam etti.

"Amirim bir yanlışlık vardır." Dedi Cansu hepimizin aksine soğuk kanlı bir tavırla ve devam etti.

"Buraya kadar da Mira için geldik ama ona benzeyen birisi çıktı. Eminim yine bir yanlışlık vardır. N'olur önce gidip bakalım lütfen hemen böyle..." O konuşmaya devam etti ama dinlemedim. Yanında durduğum arabanın kapısını açtım, bindim. Telaşla arabayı çalıştırdım. Diğerlerinin binmemiş olmalarını umursamazken arabanın kapısının açıldığını duydum, başımı çevirdim ve yanımda oturan Sedat Amiri gördüm.

"Ne bakıyorsun yüzüme? Sürsene şu arabayı!" Sakin kalmaya çalıştım, şimdi hiç sırası değildi. Önüme dönüp gaza bastım, telsizden tam yeri öğrendim.

"Eğer kızıma bir şey olduysa, birisi ona zarar verdiyse bu dünyayı başına yıkarım!" Söylediği şeyle yanımdakine baktım. Ona karşı olan öfkem giderek arttı.

"Eğer buldukları o ceset..." Deyip sustu, devam edemedi. Benim bile boğazım düğüm düğüm oldu, direksiyonu var gücümle sıktım.

"Mira'ya aitse ona bunu yapanı kendi ellerimle öldürürüm! Kim olduğuna, kim olduğuma bakmam! Cezasını çekmesini beklemem onu kendi ellerimle öldürürüm!" Yanımda atıp tutmaya devam ederken cevap vermemek, belki de kızının başına her şey suçlularla iş birliği yaptığın için geldi dememek için kendimi zor tuttum ve biraz daha gaza bastım.

Normalde 1 saat hatta belki uzun sürecek olan yolu yarım saatten az bir zamanda geçtim, bildirilen yere geldim. Ben daha arabayı durdururken Sedat Amir arabadan indi.

Tarife göre bir uçurumun kenarına gelmiştik. Mira'nın kazayı yaptığı alana çok yakındı. Arabadan indim. O sırada Savaş ve Cansu koşarak yanımdan geçti Sedat Amirin peşinden gittiler. İlk defa göreceklerimden korkup yavaş davrandım. Hayatımda ilk defa ayaklarım geri geri gitti.

Uçurumun biraz ilerisinde kayalıklara doğru inen yola gittim, çok dik olan yokuş misali yolu hızlıca geçtim, uçurumun altındaki kayalık alana ulaştım. Sedat Amirin, Savaş'ın ve Cansu'nun etrafa bakındıklarını görünce kaşlarımı çattım. Yanlış mı gelmiştik? Etrafta tek bir polis memuru bile yoktu. Telsizden anonsu yapan polis nerede? Bize burayı tarif etmişti.

"NEREDELER LAN BUNLAR! HANİ BURADAYDILAR! HANİ MİRA..." Sedat Amir'in sözünü Cansu'nun sesi kesti.

"BURADA! MİRA BURADA!" Hızla ona doğru baktım ve iki büyük kayanın arasında oturduğunu gördüm, bu ne saçmalıktı böyle? Diğer polisler nerede?

"KIZIM! MİRA!" Sedat Amir bağırarak Cansu'nun yanına giderken görebildiğim tek şey çıplak bir çift ayak oldu. Kalbimin sıkıştığını hisettim. Sedat Amir'in bağırışları gelirken kızını karıştırmasının mümkün olamayacağını bildiğim için o çıplak ayakların sahibinin Mira olduğundan emindim.

Az önce geldiğim yoldan ordu kadar polis geldi. Hepsi bir anda başımıza toplanırken ve konuşmaya başlarlarken yapabildiğim tek şey durup o bir çift ayağa bakmak oldu.

Yutkundum boğazımda oluşan yumrudan kurtulmaya çalıştım ama olmadı. Büyük kayanın arkasından çıkan bir polis memuru diğerinin yanına gidip çaresiz bir ifadeyle başını sağa sola salladığında söylediği şeyi anlamak zor olmadı.

"HAYIR HAYIR OLAMAZ! MİRA UYAN KIZIM!" Sızlayan gözlerimi kapattım. İçimde tarif edemediğim bir acı peydah oldu. O tarafa geçmeye, birkaç adım atmaya korktum. Sadece adım atmaya korkacak bir durumda oluşum, bu işe girerken kimseyi umursamacağım, sadece kendi yoluma bakacağım diye kendime verdiğim sözü hatırlamama neden oldu.

Korktuğum o adamları attım. Yerdeki gözlerimi onlara çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında olduğum yere çöktüm. Sedat Amir yerde uzanan Mira'yı kollarının arasına almış acıyla bağırıyordu. Bizden sonra buraya gelen polislerin hepsi başlarını önüne eğmiş çaresizce duruyorlardı.

Artık yapılacak hiçbir şey kalmamıştı.

Nefes almakta zorlandığımı hisettim. İlk defa ellerim titriyordu. Hatta sadece ellerim değil tüm bedenim titriyordu. Elimi yüzüme bastırdım. Gördüğüm duyduğum şeylerin yanlış olmasını dileyip yeniden gözlerimi açtığımda manzara değişmedi.

"MİRA!" Sedat Amir acı içinde bağırmaya devam etti. Aynı zamanda ağlamaya da başlamıştı. Dondum, kaldım. Yanlarına gidemedim, birkaç metre ileride durup sadece baktım. Buraya kadar geldim ama onun cansız bedeninin yüzüne bakacak gücü kendimde bulamadım.

Cansu Sedat Amirin yanına diz çöktü. Göz yaşlarına boğulmuştu. Savaş yanlarına geldiğinde yaptığı tek şey Sedat amiri kızının cansız bedeninden ayırmaya çalışmak olmuştu.

Oturduğum kayadan destek alıp ayağa kalktım. Dizlerimin bağı çözülmüş gibiydi. Ayakta durmak bile zor geliyordu. İnanması zor çok zor ama ölmüştü. Mira ölmüştü ve cansız bedeni şu an babasının kollarının arasındaydı. Geri geri giden ayaklarıma rağmen son kalan birkaç adımı atıp yanlarına gittim. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde başlarında dikildim.

"Mira'm uyan kızım, yalvarırım uyan! Sen de gitme babacığım, gitme!" Dediğinde Mira'yı dizlerinin üzerine yatırmış yüzüne dokunuyordu. Boğazım düğüm düğüm oldu, nefesim kesildi.

"BİR ŞEY YAPSANIZA!" Diye bağırdı Sedat Amir. Hiç kimse hiçbir şey yapmadı. Ben bile durup bakmakla yetindim. Çünkü artık gerçekten de yapılacak hiçbir şey kalmamıştı.

"AMBULANS NEREDE! DOKTOR YOK MU! YARDIM ETSENİZE!" Yine hiç kimseden ses çıkmadı. Sedat Amir Mira'nın dizindeki başını kaldırıp sımsıkı sardı, saçlarını okşarken uyan diye yalvarmaya devam etti.

Yere diz çöktüm, yanına oturdum. Küçük bir çocuk gibi ağlamamak için kendimi zor tuttum. Titreyen elimi Mira'nı eline doğru uzatıp buz gibi olan elini tuttum ve bir anda elektrik çarpıyormuş hissine kapıldım.

Soğuk eli avucumun arasında kaybolurken ne yapacağımı bilemedim. Sanki uyuyor gibiydi. Birazdan uyanacak gibi. Ölmüş olduğunu kabullenemiyordum. Kabullenmek istemiyorum.

Gözlerim bir anlığına Mira'nın üzerinde uzandığı kalın battaniyeyi buldu. Battaniye? Bu çok saçma. Bu kızı buraya birisi bırakmıştı. Biz geldiğimizde polis falan da yoktu. Bu da demek ki bırakan her kimse telsizden onun sesini duymuştuk. Mira'yı bulmamızı istemişti.

Aklım her geçen dakika biraz daha karışırken kalabalığa rağmen çok yakından geldiği için bir telefon sesi duydum, etrafa bakındım. Yanında durduğumuz bir kayanın altında telefon buldum. Etrafımdaki herkes hâlâ ağlıyor ve bu sinirimi bozuyordu.

Hızlıca telefonu elime aldım, ekranı açtım. Bunun burada olması tesadüf falan değildi. Her şeyin bir tesadüf olacağını düşünecek kadar masum değildik artık. Son bir ayda olanlar bu zamana kadar yaşadığımız hiçbir şeyin aslında tesadüf olmadığını bize çok acı bir şekilde öğretmişti.
Ekranı açtım, az önce ses geldiğinde gelen mesajı okudum.

"Her şey yeniden başlıyor demiştim Ateş Demirkan." Tüm bedenim sinirden kasıldı. Bir saat kadar önce bana gelen mesajı hatırladım. Mira'nın attığını düşündüğüm mesaj Mira'dan değil şu an bu telefonun diğer ucundaki kişi her kimse ondan gelmişti. Öfkeyle ekrana bakarken bir mesaj daha geldi.

"Hatırlıyor musun? Bakmakla görmek çok farklı şeyler demiştim. Bunu öğretemedim bir türlü size. Hâlâ bakıyorsunuz, görmüyorsunuz." Kaşlarımı çattım. Ne demekti şimdi bu? Bunu bize söyleyen çoktan ölmüştü. Gözlerimizin önünde otelin çatısından atlamıştı.

"Yarım saatten az bir zamanınız kaldı. Eğer biraz daha görmemeye devam ederseniz baktığınız şey hayatınızın acı gerçeği olacak maalesef. Bu da sizin suçunuz olacak."

Yeni gelen mesajı okuduğum an gözlerimi Mira'ya çevirdim. Bakmak ve görmek farklı şeylerdir. Bu cümle zihnimin içinde yankılanmaya devam ederken içimde büyük bir umut yeşerdi.

Telefonu yere attım ve hâlâ Mira'nın tuttuğum elini bıraktım. Onu babasının kucağından bir çırpıda aldım ve Sedat Amiri tepkisini hiç umursamadan ittim. Yaşadığı acı yüzünden güçsüz düşmüş, bunu yapmakta hiç zorlanmamıştım.

"NE YAPIYORSUN LAN SEN?" Sedat Amir bağırırken ona kulak asmadım. Mira'yı usulca battaniyenin içine yeniden yatırdım. Yüzü gözü yara içindeydi. Üzerinde onu son gün gördüğümün aksine farklı kıyafetler vardı.

"BARIŞ NE YAPIYORSUN?" Cansu bağırırken onu da hiç umursamadım. Nefes almıyor, nabzı atmıyordu. Belki saçmalıktı hatta büyük saçmalıktı ama bu riski göze alamam. O telefonun diğer ucunda kim varsa tam bir manyaktı. Her şeyi yapmış olabilir.

"DELİRDİN Mİ SEN NE YAPIYORSUN?" Cansu'nun sesi gelmeye devam ederken duymamazlıktan geldim. Bunun böyle olmayacağını benim bir şey yapamayacağımı anlayınca ve okuduğum mesajlarda yarım saatten az zamanın var dendiği aklıma gelince Mira'yı kucağıma aldım.

"KESİN AĞLAMAYI!" Diye bağırdım ve kucağımda Mira'nın oluşuna rağmen koşmaya başladım.

"NEREYE GÖTÜRÜYORSUN BARIŞ DUR!" Savaş arkamdan bağırdı, umursamadım.

Yokuş gibi olan yolu çıkmakta zorlansam da arabaların olduğu yere çıkabildim. Herkes arkamdan gelirken Mira'yı arabanın arka kısmına yatırdım. O sırada yanımda duran Cansu'yu gördüm, kolundan tuttuğum gibi arabaya bindirdi.

"HEY DUR NE YAPIYORSUN!" Bağırması giderek sinirimi bozmaya başlamıştı.

"BİN ŞU ARABAYA! OTUR YANINA DÜŞMESİN!" Deyip Cansu'yu zorla arabaya bindirdim. Ön tarafa yönelip kapıyı açtım, Sedat Amir bir anda yanımda belirince öfkeyle konuştum.

"Hastaneye götürüyorum!" Dedim ve cevap vermesini beklemeden arabaya bindim. Arabayı çalıştırdım, tam sürecekken kapı açıldı ve yanıma bindi, sinirle önüme döndüm.

"Ya sabır!" Söylenerek gaza bastım. Bu adam ciddi anlamda sinirimi bozuyordu.

"Yaşıyor, yaşıyor değil mi? Bir şeyler fark ettin yaşadığını anladın. Yoksa niye böyle acele edesin! Kızım yaşıyor değil mi?" Yanımda konuşurken cevap vermedim. Dikiz aynasından arkaya baktığımda Mira hâlâ cansız gibiydi. Yaşadığına dair tek bir belirti bile görmemiştim ama o mesajlardan çıkardığım tek anlam buydu.

Bakmak ve görmek aynı şey değildir. Benim bu cümleden çıkardığım tek anlam buydu. Ölü gibi göründüğü hâlde yaşıyor olması.

"Nabzını, nefesini sürekli kontrol et Cansu!" Dedim gaza biraz daha basarken ve devam ettim.

"Boynuyla, başına dikkat et! Sabit tut, hareket etmesin!" Cansu beni başıyla onaylarken yüzündeki umutsuz ifadeyi görmemek mümkün değildi.

"CEVAP VERSENE BANA! YAŞIYOR DEĞİL Mİ? HAREKET ETTİĞİNİ Mİ GÖRDÜN?" Göz ucuyla Sedat'a baktım ve daha fazla dayanamayıp bağırdım.

"BİLMİYORUM! LANET OLSUN BİLMİYORUM! GİDİYORUZ İŞTE HASTANEYE!" Benim bağırışımdan sonra arabanın içinde büyük bir sessizlik olurken içten içe tahminlerimde yanılmamak için dua etmeye başladım.

Kısa bir zaman sonra hastaneye ulaştık, arabayı gelişigüzel durdurup telaşla arabadan indim. Acil kapısına doğru bakarak bağırdım.

"SEDYE GETİRİN! DOKTOR GELSİN HEMEN!" Beni duyan güvenliklerden birisi koşarak içeriye giderken arka kapıyı açtım. Mira'yı Cansu'nun kucağından aldım, acil kapısına yöneldim.

Acile daha ulaşamadan yanımıza getirilen sedyenin üzerine Mira'yı bıraktım ve doktora bakarak konuştum.

"Kayıptı, kayalıklarda bulduk. Bulduğumuzda bu hâldeydi, hemen hastaneye getirdik." Deyip kısaca açıkladım. Doktor yapılması gerekenleri hemşireye söylerken diğer doktor konuştu.

"Nabız yok, solunum yok! Solunum cihazına bağlayın hemen! Müdahale odasını hazırlayın!" Beni dinlemeyi bırakıp kendi aralarında konuşmaya başladılar. Aynı zamanda koşarak müdahale odasına götürdüler, içeriye girdiler. Adım adım onları takip ederken hemşire önümde durdu.

"Siz buraya giremezsiniz beyefendi, dışarıda bekleyin lütfen. Size haber vereceğiz." Dedi ve kapıyı kapattı, kapalı kapıya öylece bakakaldım.

Kapının önünden çekilip volta atmaya başladım. Elimi saçlarıma geçirip bıkkınca ofladım. O sırada Cansu yanımda belirdi.

"Bir şey dedi mi doktor?" Başımı sağa sola salladım.

"Nasıl olur bu Barış? Nefes almıyor, kalbi atmıyor ama aldın kızı yaşıyor diye hastaneye getirdin. Aklım almıyor! Yoldayken defalarca kez kontrol ettim..." Durdum, ona döndüm ve sinirle konuştum.

"Bilmiyorum Cansu! Soru sorup durma bana! Hiçbir şey bilmiyorum! Getirdik işte hastaneye! Ne yapsaydık durup başında ağlamaya devam mı etseydik?" Cansu'nun kaşları çatıldı. Ağlamaktan dolayı şişen gözlerini kıstı, üzerime dikti.

"Son günlerde çok tuhaf davranıyorsun Barış. Bir şeyler bildiğinden şüpheleniyorum." Tek kaşım kalktı, devam etti.

"Niye böyle davranıyorsun? Konuşmayayım, sormayayım falan diyorum ama dayanamıyorum! Bir şeyler biliyor gibisin! Sanki tüm bu olanlardan zaten haberin varmış gibi hissediyorum!" Gözlerimi kapattım, sakin kalmaya çalıştım.

"Yanlış hissediyorsun o zaman! Siz ne biliyorsanız ben de o kadarını biliyorum! Sizin gibi ağlayıp durmadığım için mi şüpheliyim? Aldım kızı hastaneye getirdim!" Cevap vermedi.

"Bir daha sakın karşıma geçip abuk sabuk konuşma!" Deyip yanından uzaklaştım, volta atmaya devam ettim. Odanın önündeki sandalyenin üzerinde çaresizce oturan Sedat amire baktım, yanına gidip bir tane vurmamak için kendimi zor tuttum.

Mira'yı onun sayesinde susturabilmiş olsam da onun da hesap sormak istediğim o insanlardan hiçbir farkı yoktu ve ona olan nefretim her geçen gün daha da artıyordu. Hesap soracaklarım arasında yer almıyor olsa da polis Barış olarak aralarında işim bittikten sonra elbet o da hesabını verecekti.

Gözlerimi ondan çekip volta atmaya devam ettim. Birkaç dakika içinde tüm koridor polislerle doldu. Hepsi umutla beklediğimiz doktorun iki dudağının arasından çıkacak olan cümleleri duymayı bekliyordu tıpkı benim gibi.

Hepsinin yüzündeki umutsuz ifade zaman geçtikçe artıyordu. Fakat onlarkinin aksine benim umudum artıyordu. Çünkü olumsuz bir şeyler söyleyecek olsaydılar çoktan o odadan çıkmış olurlardı. Bir doktor için birinin öldüğünü anlamak bu kadar uzun sürmezdi. İçeride de boş boş oturmadıklarına göre bir şeyler yapıyorlardı. Bu da hâlâ yaşadığı anlamına geliyor.

Bir sağa bir sola gidip durmaktan başım dönmeye başladı. Odaya girmelerinin üzerinden yarım saatten fazla geçti ama Bir türlü çıkmak bilmediler.

"NEDEN HÂLÂ HİÇ KİMSE BİR ŞEY SÖYLEMİYOR! ALDILAR KIZIMI İÇERİYE NİYE BİRİSİ ÇIKIP İYİ DEMİYOR!" Sedat bağırmaya başlarken ona hak vermedim değil. Birinin çıkıp bir şeyler söylemesi bu kadar zor mu diye içimden geçirirken sonunda odanın kapısı açıldı.

Uzun boylu sarışın doktor odadan çıktı. Arkasından da diğer doktorlar çıktı. Onlar bize hiçbir şey söylemeden yanımızdan uzaklaşırken sarışın genç kadın durdu, yanına gittik.

"Kızım yaşıyor mu? Yaşıyor değil mi? Yoksa bu kadar uzun sürmezdi müdahale!" Doktor Sedat amire bakarak konuştu.

"Sakin olun lütfen, kızınız durumu iyi. Fakat gözlem altında tutmamız lazım, yoğun bakıma alacağız." Sonunda rahat bir nefes alabildim.

"Kalbi atmıyordu, nefes almıyordu. Biz onu ölü zannettik. Kötüydü çok kötüydü hem de. Biz onu gerçekten öldü zanettik. Böyle bir şey nasıl olabilir?" Sedat amirin sorusuyla merakla doktora baktım, iç çekti.

"Odama gidelim, sizinle detaylı konuşmak istiyorum. Böyle ayak üstü değil." Kaşlarımı çattım, niye böyle söylemişti şimdi?

"Bir sorun mu var? Kızımın hayatı..." Doktor sözünü kesti.

"Lütfen sakin olun beyefendi, korkulacak hiçbir şey yok. Buyurun odama gidelim, anlatacağım." Sedat Amir doktoru onayladı, odasına doğru yürüdüler. Durmak yerine peşlerinden gittim.

Odaya girdiklerinde hiç çekinmeden ben de girdim. Burada oluşumun sorgulanmaması işime gelirken Cansu ve Savaş da odaya girdi. Doktor yerine oturdu, biz de masasının önündeki koltuklara.

"Sizi dinliyorum Doktor Hanım." Dedi Sedat Amir. Kadın derin bir nefes alarak konuştu.

"Kızınıza bir ilaç verilmiş." Kaşlarımı çattım, ilaç mı?

"Ne ilacı?" Diye sordum merakla, doktor devam etti.

"Genelde kalp hastalarının ritim bozukluğu için kullandığı ilaçlardan birisinden verilmiş diye tahmin ediyoruz. Muhtemelen çok yüksek dozda verilmiş. Tabii sağlıklı birine verilince nabzını düşürmüş." Tek kaşım kalktı, devam etti.

"Kızınız şu anda ilacın etkisinde. Damar yolundan verildiğini tahmin ediyoruz ve ilacı vücudundan bir an önce atabilmesi için biz de ilaç vermeye başladık."

"Yani?" Diye sordum, anlattıklarından çok fazla bir şey anlamamıştım.

"Buraya geldiğinde hasta bir ölüden farksızdı. Makineye bağladıktan sonra kalp atışını alabilmeye başladık ve hastaya müdahale ettik. Sizi buraya çağırdım çünkü bu adli bir olay ve araştırılması gerekiyor." Ellerimi yumruk yaptım. Okuduğum mesajlar tek tek aklıma geldi.

Birisi önce kıza ilaç vermiş, bir battaniyenin arasında kayalıklara bırakmıştı. Sonra da polis telsizinden onun cansız bedeninin bulunduğunu söylemişti. O korkuyu bize yaşattığı yetmezmiş gibi yanına ulaştığımızda da ölü olduğunu düşünmemizi sağlamıştı. Ama tüm bunlar bir yana Mira'yı da öldürmek istememişti. Eğer onu öldürmek istiyor olsaydı o telefonu oraya bırakmaz, o mesajları hiç atmaz, onu hastaneye bu kadar çabuk getirmemizi sağlamazdı. Sessiz kalır ve ölü olduğunu düşündüğümüz Mira'nın başında ağlarken yavaş yavaş ölmesine izin vermemizi keyifle izlerdi ama bunu yapmamıştı.

"Ayrıca hastanın vücudunda bir çok yara izi var. Yüzünde kollarında ve bacaklarında cam kesikleri var. Çok ciddi yaralar yok değil bunlar ama ciddi olanlarda var. Kafatasında çatlak var ama tedavi edilmiş. Tam anlamıyla iyileşmemiş henüz iyileşme sürecinde ama iyi bir tedavi almış." Gözlerim irileşti.

"Kafatasında çatlak mı var?" Doktorun gözleri beni buldu, başını salladı.

"Evet ama dediğim gibi iyi bir tedavi almış hasta. Çatlak ciddi bir sorun olmaktan çıkmış. Hastanın 5 gündür kayıp olduğunu ve her yerde arandığını biliyorum. Muhtemelen o ilacı veren kişi kızınızı bir yerlerde tutuyordu ama kafatasında oluşan çatlak öyle ev ortamında ya da basit bir klinikte tedavi edilebilecek bir şey değil. Tam teşekküllü bir hastanede iyi bir tedavi almış kızınız. Bunları polis olduğunuz için ve olayla siz ilgilendiğiniz için anlatıyorum, normalde ailelere böyle şeyleri anlatmayız." Sessiz kaldım, diğerleri de sustu. Kimdi bunlar? Bizimle kim uğraşıyordu bu kadar?

"Biz doktor arkadaşlarımla hastanın şu anki durumundan bu tespitleri yaptık. Hastanın şu anki durumuna gelecek olursam az önce de dediğim gibi iyileşme sürecinde. Kazadan dolayı bir çok yarası var ama basit tıbbi müdahalelerle halledilebilecek yaralar ve şu anda hemşire arkadaşlarım ilgileniyor. Aldığı ilaç yüzünden şimdilik yoğun bakımda gözlem altında tutacağız, durumuna göre de sizi bilgilendireceğim." Deyip kadın ayağa kalktı.

"Şimdi izninizle ilgilenmem gereken diğer hastalar var." Onunla beraber ayağa kalktık, odadan çıktık. Doktor yanımızdan uzaklaşırken Sedat Amirin gözleri bizi buldu.

"Kızıma bunu kimin yaptığını hemen bulacağız! Onu bu hâle kim getirdiyse, bizimle kim oynuyorsa bulacaksınız!" Cevap vermedim, o konuşmaya devam ederken çalan telefonumu bahane edip yanlarından ayrıldım.

Doğan'ın aramasına yanıt verip olan biten her şeyi baştan sona anlattım. Buraya geleceğini söyleyip telefonu kapattığında Agah abiyi aradım. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı kalın sesini duydum.

"Söyle aslanım." Hemen konuya girdim.

"Kız bulundu birisi onunla baya uğraşmış, zarar vermiş. Kızı aramanı istedim ama şimdi de senden ona bunu yapanı bulmanı istiyorum." Deyip sustum, bir şeyler söylemesini bekledim ama sessiz kaldı.

"Senden bu zamana kadar hiçbir şey istemedim, şimdi beni geri mi çevireceksin?" Dediğim an sert sesini duydum.

"Bu zamana kadar hanginizi geri çevirdim Ateş? Şu an sadece şaşkınım. Senin de dediğin gibi şimdiye kadar benden hiçbir şey istemeyen bir adam bir kadın için 1 saat içinde 2 şey istedi benden. Bu kıza olan zaafın iyi değil Ateş." Dişlerimi sıktım.

"Kıza zaafım falan yok benim! Sadece..." Sözümü kesti.

"Kızın peşinden gezdiğini biliyorum Ateş bana yalan söyleme! Her otele gittiğinde peşinden giden sen değil miydin?" Kaşlarımı çattım, nereden biliyordu bunu?

"Sen benim peşime adam mı taktın?" Güldü.

"O kadar da değil sadece sizi çok iyi tanıyorum diyelim." Sinirlendim. Doğruydu, bizi iyi tanıyor ama bu bazen sinir bozucu olabiliyordu.

"Agâh abi..." Yine sözümü kesti.

"Eşek kadar adam oldun, artık küçük çocuk değilsin. Korkma ben de bunu biliyorum. Bu yüzden kimi sevip sevmeyeceğin, kiminle olup olmayacağın senin kararın ama benim söylediklerimi de göz ardı etme. O kıza olan zaafın seni girdiğin bu işte ileriye değil geriye atıyor." Cevap vermedim, bıkkınca ofladım. Bu konuyu onunla konuşmak istediğim en son şey bile değildi.

"Zaaflarına dikkat et Ateş. Onlar seni ölüme bile götürebilir. Geçmişi unutma, bir kadına kapılıp amaçlarını hiçe sayma." Dedi ve telefonu yüzüme kapattı, sinirle yanında durduğum duvara tekme attım.

"Size ne lan? Size ne?" Sinirle söylenerek doktorun odasının önüne doğru baktım, kimse olmadığını gördüm.

Oyalanmak yerine yoğun bakımın olduğu kata çıktım, herkesin koridorda olduğunu gördüm. Mira'nın dedesine kadar herkes buradaydı. Onların arasından onun yanına girmem mümkün gibi görünmüyor.

Yanlarına gittim, hepsi bunu kimin yaptığını konuşuyorlardı. Sessizce bir köşede durdum ve beklemeye başladım. Benim yapmam gereken hiçbir şey yoktu. Polislerin haricinde Erdem, Agâh abi, Doğan hepsi bu işin peşindeydiler. Kendimden bile daha çok güveniyorum onlara. Bu yüzden de bunu yapanı en kısa zamanda bulacaklarını çok iyi biliyorum, gözüm arkada kalmıyordu.

Boş bir yere oturdum. Kayalıklardaki mesajlar aklıma geldi. İnsanları öldürerek bize not bırakan seri katili Aren olarak düşünmüştük. Ölünce de her şey bitti zannetmiştik ama şimdi yine onun gibi davranan birisi ortaya çıkmıştı. Ya Aren o gün oraya gönderilmiş bir maşaysa? Asıl katil hâlâ yaşıyor ve hatta belki aramızdaysa?

Aren'i yıllardır tanıyorum. Yetimhanedeyken onunla tanışmıştım. Zaten ölen insanların bileklerindeki harflerden birisi gerçek ismimi yazmaya çalıştığında katilin tanıdığım birisi olduğunu anlamıştım. Otelde Aren'i gördüğüm zamanda bana bunu yapması için kendimce sebepler buldum ama şimdi o gece yaşanan her şeyin yalan olduğunu düşünüyorum. Aren bir maşaydı. Gerçek katil hâlâ yaşıyor. Sanırım onu fena köşeye sıkıştırdığımız için Aren'i ortaya atmış kendisi ortadan kaybolmuş ve peşini bırakmamızı sağlamıştı. Muhtemelen şimdi de kendini toparlamış olacak ki yeniden döndü.

Katil yeniden döndü ve tahminlerime göre aramızdan birisi. Tufan başkomiserin odasına girip Mira'nın bıraktığı notu karalayacak kadar bize yakın birisi hem de.

Sinirle ayağa kalktım, burada daha fazla kalmak istemeyip bahçeye çıktım. Aklım çok karışık ve artık hiçbir şey anlamamaya başladım.

"Yolunda gitmeyen çok şey var gibi görünüyor buradan bakınca." Başımı çevirip Doğan'a baktım. Ellerini cebine koydu, yanıma geldi.

"Duyacaklarımdan korkuyorum ama anlat sen yine de n'oldu?" Önüme döndüm, iç çektim ve az önce katil hakkında düşündüğüm her seyi ona tek tek anlattım. Konuşmam biter bitmez konuya girdi.

"Bu iş çok uzadı Ateş farkında mısın? Sanki her geçen gün biraz daha batıyormuşsun gibi hissediyorum." Göz ucuyla ona baktım.

"Hissetme çünkü öyle oluyor. Hiçbir ilerleme kaydedemiyorum." Benim gerginliğim onu da etkilemiş gibiydi.

"Hâlâ toplayamadın mı isimleri?" Diye sorunca başımı sağa sola salladım.

"Birkaç tanesi hariç diğerlerinin kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok. Her boş anımda arşive giriyorum ama olay hakkında tek bir belge bile yok. Geçmişe dair her şey yok olmuş gibi." Kaşlarını çattı.

"Sen en başında bu işe girerken olayın bu karakol tarafından bakıldığını söylemiştin. Agâh abi burada çalışman için çok uğraştı. İçlerine girip belgeleri bulacak, çıkacaktın ama 2 yıldır birkaç kişi dışında hiç isim bulamadın. Bu normal mi?" Başımı sağa sola salladım.

"Normal değil ama zaten artık bir şeyler bulmayı beklemiyorum burada. Yıllar önce o katliamın üstü kendine polis, savcı diyen o mesleklerin bile adını kirleten birkaç şerefsiz yüzünden nasıl kapatıldıysa belgeler de yok edilmiş olmalı." Tek kaşı kalktı.

"Bunu biliyorken niye hâlâ buradasın? Madem artık buradan hiçbir şey çıkmaz, başka yollar dene. Kendini burada tehlikeye atma." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Olmaz bunun için daha çok erken. Burada öğrenmem gereken daha çok şey var."

"Neymiş onlar?" Diye sordu anında.

"Zamanı geldiğinde öğrenirsin şimdi konumuz benim burada yapacaklarım değil! Mira'ya bunu benim yüzümden kimin yaptığı! Yetimhaneden birinden şüpheleniyorum. Aren'i ancak oradan birileri kullanabilir. Yetimhanedeki o odada çok kalabalık değildik. Birisi benden o lanet haftanın hesabını soruyor. Kendimi kurtardım ama onları kurtaramadım birisi benden bunun hesabını soruyor. O odada 8 kişi kalıyorduk. Benim sayma geriye 7 kişi kalıyor. Aren'i çıkar kaldı 6. Bizimle uğraşan her kimse o 6 kişiden birisi. Onların hepsine tek tek ulaşıp hangisinin bunu yapabilecek bir konumda olduğunu öğrenmemiz lazım." Cevap vermedi.

"Kadın ya da erkek hiç fark etmez. O 6 kişinin hepsini araştıralım ve daha fazla ileriye gitmesine izin vermeyelim." Başını salladı.

"Tamam halledeceğim ben, Erdem'e haber vereceğim." Gözlerimle onayladım.

Onunla bir süre daha konuştuktan sonra işi çıktı, gitti. Yukarısı çok kalabalık olduğu için ve onlar için hiçbir şey yapmıyor oluşum daha doğrusu bir polis olarak hiçbir şey yapmıyor oluşum dikkat çekmesin diye yanlarına gitmedim. Fakat belki bir fırsat olur ve Mira'yı görürüm umuduyla hastaneden de ayrılmadım. Bir kız için böyle bir duruma düştüğüme inanamıyorum.

Hava karardı, gece yarısı oldu. Hava fazla soğuyunca arabama bindim, içinde bekledim. Bir ara yukarıdakileri hastanenin bahçesinde gördüm. Bir süre bahçede konuştuktan sonra herkes arabasına binip gitti. Onlar gidince umutla arabadan inip hastaneye girdim, yoğun bakıma çıktım ama Sedat amiri ve Mira'nın annesi Özlem Hanım'ın burada olduğunu görünce onlara görünmeden yeniden hastaneden çıktım, arabaya bindim.

Arabanın içinde sabahı ettim. Bir ara uykuya daldım ama hastaneye gelen ambulansın sesi uyanmama neden oldu. Uyandıktan sonra biraz daha zaman geçmesini bekledikten sonra sanki yeni geliyormuş gibi yapıp yeniden yoğun bakıma çıktım. Hâlâ annesi ve babası buradaydı. Onlardan durumunun daha iyi olduğunu öğrendim. Biz konuşurken Savaş ve Cansu geldi. Eve gitmiş, dinlenmiş gibiydiler. Çünkü son birkaç güne göre iyi görünüyorlardı.

Öğlene kadar koridorda boş boş bekledik. Olayı Tufan başkomiser öncülüğünde başka polisler araştırdığı için rahat davranıyorlardı. Öğleden sonra doktor yeniden kontrole geldi. Mira'nın durumunun daha iyi olduğunu ve uyuması için verdikleri ilacı kestiklerini söyledi. Bunu duymak içten içe beni mutlu etti. Hiç değilse artık o bir şeyler anlatacaktı ve bazı şeyler açığa kavuşacaktı.

Akşama doğru yoğun bakımdan çıkan hemşire Mira'nın uyandığını söyledi. Annesi Mira'yı görmek istese de içeriye girmesine izin verilmedi ama neyse ki Mira uyandığı ve durumu iyi olduğu için doktor kontrolünde yoğun bakımdan çıkarıldı ve aynı kattaki normal odaya alındı.

Şimdi ise bir odanın önünde içerdeki hemşirelerin çıkmasını bekliyorduk. Benimle birlikte Savaş ve Cansu da burada olduğu için hatta Tufan başkomiser bile geldiği için burada oluşumu kimse yadırgamadı. Odadan çıkan hemşireler içeriye girebileceğimizi söyleyince ilk giren annesi oldu. Onun peşinden Sedat Amir girerken Tufan başkomiser onu ben de Tufan başkomiseri takip ettim, odaya girdim.

Girdiğimde Mira'yı gözleri kapalı buldum. Başını sarmışlardı. Her yeri yara bere içindeydi. Küçük kesiklerin üstü açıktı ama büyük kesikler pansuman edilmiş ve sarılmıştı. Gözlerini açsın diye umutla ona bakarken annesi elini tuttu.

"Güzel kızım, duyuyor musun beni?" Annesinin sesiyle sağ gözünü araladı. Sol gözü çok fazla şişmişti, sanırım bu yüzden de açamıyordu.

Etrafa hiç bakmadan sadece annesine baktı ve bulunduğu duruma rağmen gülümsedi. Gülümsemesi daha iyi olduğuna inanmama ve rahatlamama neden oldu.

"Anne." Sesi fısıltı gibi çıktı. Zorlukla konuşuyor gibiydi. Annesi eğilip yanağından öptü. Aynı zamanda ağlamaya da başlamıştı.

"Baba." Dedi Mira Sedat Amire doğru dönerken ve ona da gülümsedi. Bu kız en son babasına sinirli değil miydi? Bariz bir öfkeyle bakıyordu babasına. Belki de başına gelen şeyler ona olan öfkesinin dinmesine neden olmuş olabilir.

"Kızım çok korkuttun bizi. Sen..." Deyip sustu Sedat Amir ve derin bir nefes alıp devam etti. "Neden Mira? Neden tek başına bir şeyler yapmaya çalıştın?" Gözlerim Mira'yı buldu. Babasına cevap vermek yerine Cansu'ya bakıp ona da gülümsedi. Cansu'dan sonra Savaş'a Savaş'tan sonra da bana baktı ve gülümsedi. Şaşırıp kaldım. O bana gülümsedi mi? Son günlerde bana karşı olan öfkeli bakışları yok olmuştu ve bu biraz tuhaf.

"Bu sayede ne kadar sevildiğimi anlamış oldum işte." Deyip güldü. Herkes ona şaşkınca bakarken gözlerini benden çekip babasına baktı. "Hem tek başıma ne yapmışım ben baba?" Kelimeler hâlâ ağzından heceyle çıkıyordu. Kazayı hatırlamıyor muydu bu kız?

"Kendine gelene kadar sormayı düşünmüyordum ama madem konusu açıldı ve gördüğüm kadarıyla iyisin. Hadi anlat kızım olanları. Anlat ki sana bunu yapanları bir an önce bulalım." Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, vereceği cevabı bekledim.

"Neyi anlatayım baba? Anlamıyorum seni." Tek kaşım kalktı. Sedat Amir Özlem Hanım'ı Mira'nın yanından kaldırıp kendisi oturdu ve sormaya başladı.

"Kızım o arabaya binmeden önce Tufan'ın odasına bir not ve istifa mektubu bırakmışsın. Ateş Demirkan'ın evine gidiyorum yazmışsın! Sonra da kaza yaptın ve 5 gündür ortada yoksun! Ateş Demirkan kim? 5 gündür nerede tutuyorlardı seni? Kazayı nasıl yaptın? Bunların hepsini anlatmalısın bana. Seni yormak istemiyorum ama bunları anlatman lazım. Yoksa sana bunu yapan o şerefsizi bulamayacağım." Ellerimi yumruk yaptım. Hâlâ benim yaptığımı düşünüyorlardı.

"Ateş mi?" Diye sordu Mira babasına bakarken ve elini karnının üzerine koydu. Canı yanıyor gibiydi, buna rağmen konuşmaya devam etti.

"Katil." Dedi tek kaşım kalktı. "İnsanları öldüren o seri katil bize o ismi vermişti. Hatta bana da siz anlattınız ya senin odanda. Onu hatırlıyorum başka bir şey hatırlamıyorum bu isim hakkında. Notu hatırlamıyorum, istifa mektubunu, kazayı falan hatırlamıyorum. Hem niye istifa edeyim ki ben?" Gözlerim irileşti. Hatırlamıyorum mu? Yok artık bu mümkün mü?

"Ne demek hatırlamıyorum? Kazayı falan hatırlamıyor musun?" Başını sağa sola salladı, sessiz kaldı.

"Emin misin kızım? Kendini biraz zorla, iyice düşün. Gerçekten hatırlamıyor musun?" Mira gözlerini kapattı. Birkaç dakika sonra gözlerini yeniden açtığında kendisi da şaşkındı.

"Hatırlamıyorum baba. Başım ağrıyor çok ağrıyor." Sedat Amir devam edecek gibi dururken Mira'nın annesi izin vermedi.

"Sedat yeter! Başım ağrıyor diyor kız. Sonra konuşursun, önce gidip şu durumu doktorla konuşalım." Deyip kadın ayağa kalktı, Sedat Amir de peşinden kalktı.

"Tamam konuşalım doktorla." Deyip bize döndü. "Yanında kalın." Cansu onu hemen onaylarken karısını da aldı odadan çıktı. Tufan başkomiser onlarla birlikte odadan çıkarken Cansu Mira'nın yanına gitti.

"Gerçekten hiçbir şey hatırlamıyor musun?" Mira gözlerini kapattı.

"Hatırlamıyorum Cansu. En son o adam çatıdan atlamıştı. Sonra eve dönüp uyudum, gerisi yok. Gerisini hatırlamıyorum. Belki de ilaçlar yüzünden bilmiyorum ama hatırlamıyorum işte." Deyip elini başına götürdü.

"Başım gerçekten çok ağrıyor lütfen daha sonra konuşalım." Cansu daha fazla Mira'nın üzerine gitmedi.

"Peki o zaman biz odanın önüne çıkalım. Sen biraz dinlen. Hemen kapının önünde olacağız, bir şey olursa seslen." Mira başını salladı. Başını yana çevirdi ve sanki uyuyacakmış gibi yaptı. Gözlerini açabildiği hâlde sürekli gözlerini kapatarak konuşuyordu. Eğer onu çok az da olsa tanıyorsam bu yaptığı normal değil.

"Hadi beyler çıkalım kız biraz dinlesin." Sinirlendim, burada kalmam onunla konuşmam gerekirken bunun için bir bahane bulamadım ve bu sinirimi bozdu. Bu yaşıma kadar biriyle yalnız kalıp konuşabilmek için böyle bir çabaya hiç girmemiştim.

El mecbur onların peşinden kapıya yöneldim. Muhtemelen birkaç dakika içinde bir bahane bulur yeniden dönerim diye düşünürken Mira'nın sesi durmama neden oldu.

"Barış şu verir misin?" Durdum, ona döndüm. Gözleri benim üzerimdeydi. Savaş ve Cansu'ya baktım ve hâlâ odada olduklarını gördüm. Mira'nın su isteği işime geldi, yeniden yanına döndüm. O sırada kapanan oda kapısından amacıma ulaştığımı, yalnız kalabildiğimizi anladım.

Bazı şeyleri anlayabilmek için ona bazı imalarda bulunmam ve tepkisini ölçmem gerekiyordu. Ya şu an bir oyun oynuyordu ya da gerçekten olanları unutmuştu ve eskisi gibi Ateş olduğumdan bihaberdi.

"Şurada su olması lazım." Deyip odadaki mini dolaba gittim. Eğilip kapağını açtım ama daha içinden suyu alamadan Mira'nın sesini duydum.

"Hiçbir şeyi unutmadım." Ağır hareketlerle doğruldum, ona baktım. Az önceki sakinliği yok olmuş gözlerinde öfke vardı.

"Seni hatırlatıyorum, kim olduğunu, neler yaptığını hatırlıyorum." Ellerimi cebime koydum, bunu tahmin ediyordum zaten. Birkaç adımda yanına gittim ve başında dikildim.

"Neden yalan söyledin o zaman." Gözlerini üzerimden çekti.

"Konuşmayayım diye beni tehdit etmiştin unuttun mu? Nasıl oldu bilmiyorum ama nottan Ateş'in sen olduğunu anlamamışlar. Muhtemelen her şeyi anlatmak için yazdıklarımda ortadan kaybolmuş. Bunu nasıl başardın bilmiyorum ama yine sen kazandın." Yanına oturdum.

"Neden yaptın? Sana bana gelirsen her şeyi anlatacağım dediğim hâlde bana gelirken neden beni yakmaya çalıştın?" Sessiz kaldı, yüzüme bakmadı.

"İstifa etmişsin. Her şeyi bitirip kaçmayı mı düşünüyordun?" Yine sessiz kaldı.

"Her şeyin bu kadar çabuk biteceğini mi zannediyorsun? Bu kadar şey yapmışken hayatımı bağladığım amacı yok etmene izin mi verecektim sence?" Gözleri beni bulduğunda hüzünlü bakıyordu.

"Hiçbir şey bilmeden, sorgulamadan, gerçekleri öğrenme şansın varken neden mahvetmeyi tercih ettin?" Diye sordum, göz yaşları akmaya başladı.

"Ağlama boşuna! Korkma bu küçük oyununu görmezden geleceğim." Tepki vermedi, ağlamaya devam etti.

"Ağlama dedim sana!" Diye uyardım ama ağlaması daha da şiddetlendi. Aynı zamanda kalkmaya da çalıştı.

"Mira uzan şuraya! Kalkma, ne yapıyorsun?" Deyip ona engel olmaya çalışmama rağmen doğruldu. Yaşlı gözleri gözlerimi bulduğunda ağlıyor olmasına lanet ettim.

"Mira tamam ağlama!" Göz yaşlarını sildi. Gözü çok kötü görünüyordu. Doktor bunun kafasındaki iyileşme sürecinde olan çatlak yüzünden olduğundan bahsetmişti.

"Korkuyorum." Dedi göz yaşları içerisinde öylece bakıp kaldım ona, ne diyeceğimi bilemedim.

"Çok korkuyorum, onu hiç görmedim ama hep yanımdaydı." Kaşlarımı çattım, devam etti.

"Senin yüzünden babama anlatamam. Anlatırsam o notu da açıklamak zorunda kalacağım bu yüzden anlatamam ama hatırlıyorum Ateş." Deyip göz yaşlarına boğuldu ve devam etti.

"Hiç görmedim yüzünü ama hep yanımdaydı. Konuşuyordu sürekli, kızıyordu bana. Sizi anlatıyordu, beni nasıl aradığınızı anlattı." Korkusunu hissetmek deliye döndürdü beni. Yüzünü avuçlarımın arasına aldım, göz yaşlarını sildi.

"Korkma güzelim geçti, bir daha böyle bir şey asla olmayacak izin vermeyeceğim." Göz yaşları hızlandı.

"Bitmedi, yine geleceğim dedi Ateş. Gelecek yine gelecek biliyorum. Çok korkuyorum, yardım et bana." Öfkem arttı. Karşımda Mira değil de bir başkası varmış gibiydi. Mira'nın korkudan ağlaması, nefret ettiği benden yardım istemesi mümkün değildi ama yapıyordu. Bu kızı korkudan bu hâle getiren şerefsizi elime geçirdiğim ilk an geberteceğim.

"Lütfen yardım et." Dedi ve bir anda bana doğru eğildi ellerini belime doladı. Başını göğsüme gömerken yaptığı şey yüzünden donup kaldım.

"Çok korkuyorum." Diye ekledi. Ellerimi kaldırıp beline koydum ve titrediğini fark ettim. Bu kıza ne yapmışlardı böyle? Bunları yapanın Mira olduğuna inanmam çok güçtü.

"Tamam güzelim korkma, söz veriyorum bir daha kimse sana zarar veremeyecek." Dedim ona daha sıkı sarılırken. Bir elimle onu sardım, diğer elim saçlarını buldu.

Mira sanki günlerdir bu anı bekliyormuş gibi kollarımın arasında küçük bir kız çocuğu gibi göz yaşlarını akıttı.

****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Bu bölüm şimdilik Ateş'ten okuduğunuz son bölümdü. Belki ileride yeniden onun anlatımıyla yazabilirim.

Mira'nın değişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu bölümde otelde Mira'nın yanına kimin geldiğini de öğrenmiş oldunuz.

Sizce Ateş'in tahminleri doğru mu? Gerçek katil hâlâ yaşıyor olabilir mi? Yaşıyorsa aralarından hangisi Ateş'in tahmin ettiği katil olabilir?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Loading...
0%