Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1.BÖLÜM "CİNAYET"

@gizzemasllan

Buraya okumaya başladığınız tarihi atabilirsiniz.⠀


Maviyi sevemezsin, siyaha aşıkken...⠀


~SUÇ ORTAĞIM 1. PERDE~

1. BÖLÜM "CİNAYET"

5 Kasım 23.55

Gözlerimi telefonun saatinden çekip benimle birlikte aynı masada oturanlara tek tek baktım. Hepsi son iki gündür olduğu gibi yine gergindi.

"Son beş dakika kaldı." Barış'ın kehribar rengi gözleri bir anlığına beni buldu. Hiçbir şey söylemeden saatine baktı. Barış her zamanki sessizliğini korurken Savaş'ın da tıpkı Barış gibi kehribar rengi olan gözleri beni buldu.

İkisinin de göz renkleri kehribardı. Tuhaf olan şey ise gözlerindeki kehribar renginin tonu bile aynıydı. Onları ilk tanıdığımda bu benzerlik beni şaşırtmıştı ama zamanla alışmıştım.

İkinci bir şaşkınlığı ise isimlerini öğrendiğimde yaşamıştım. Savaş ve Barış. Gözlerindeki benzerlik kadar zıttı isimleri ama yan yana oldukları zaman ikisine de ayrı bir hava katıyordu.

"Sizce yine aynı şey olacak mı?" Savaş'tan gelen bu soruyla Barış'ın cevap vermeyeceğini bildiğim için onu es geçerek yanımda oturan Cansu'ya baktım. Dirseğini masaya elini yüzüne koymuş dudaklarını büzmüştü.

"Bilmiyorum. Tek bildiğim şey olmasını istemediğim." Dedi ve geriye yaslanıp bıkkınca ofladı.

"Aynı olayı bir kez daha
kaldıramayacağım." Diye ekledi. Savaş Cansu'dan aldığı cevapla bana bakarken konuşmak yerine ellerimi iki yana açtım ve bilmiyorum anlamında dudaklarımı büzdüm.

"Olacak." Dedi Barış kendinden ve söylediği şeyden fazlasıyla emin bir şekilde.

"Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor." Ayağa kalktı. Ellerini cebine koydu ve devam etti.

"Ve biz anlayana kadar aynısını yapmaya devam edecek." Onun nasıl bu kadar emin konuştuğunu merak ederken Savaş'ta ayağa kalktı.

"Biz de durumun farkındayız zaten ama bize ne anlatmaya çalışıyor olabilir ki?" Barış derin bir nefes aldı.

"Bilmiyorum, bilseydim onu beklemek yerine şu anda onu yakalıyor olurdum." Savaş bize döndü. Ellerini masaya koyup bize doğru eğildi.

"Bir katil bize bir seyler anlatmaya çalışıyor hem de bunu insanları öldürerek yapıyor. Sizin bir fikriniz yok mu?" Cevap vermek yerine başımı olumsuz anlamda salladım.

"Bir fikrim olsaydı Barış'ın da söylediği gibi burada oturup yeni birinin ölümünü beklemek yerine katilin peşinde olurdum." Savaş derin bir nefes alıp tekrar yerine otururken Barış bana baktı.

"Saat kaç Mira?" Gözlerimi yeniden telefona çevirip saate baktım.

23.58

"58 geçiyor." Dedim yeniden Barış'a bakarak. Beni başıyla onayladı ve tuttuğu nefesini bıraktı.

"Son iki dakika." Deyip merkezin içine bir göz attı. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve son kalan iki dakikanın geçmesini bekledim.

Neler olduğunu merak ediyorsunuz değil mi? Size kısaca anlatayım;

Her şey tam iki gün önce, 3 Kasım, saat 00.00'da 155'e gelen bir ihbarla başladı. Aldığımız ihbardan hemen sonra olay yerine, İstanbul'un ücra bir mahallesinin en ıssız sokağındaki bir eve, gidip bir kadın cesetiyle karşılaşmıştık.

Başta her zamanki karşılaştığımız cinayetler gibi bir cinayet zannetmiş olsak da öyle olmadığını çok yakın bir zamanda çok iyi öğrendik.

Bulduğumuz kadın cesedinin sol bileğinde yazan T harfi başta bizi düşündürmüş olsa da sonradan cinayetle bir ilgisi olmadığına karar vermiştik ama biz daha bu olayı çözemeden ertesi gün, 4 Kasım, saat 00.00'da 155'e gelen bir başka ihbar doğrultusunda başka bir mahallede, başka bir evde bulunan erkek cesedinin sol bileğinde yazan E harfi bize bu harflerin cinayetle ilgisi olduğunu ve iki kişinin de katilinin aynı kişi olduğunu kanıtlamıştı.

Dün gece gelen o ihbardan sonra neredeyse bu saatte kadar her ayrıntıyı, her kanıtı tek tek inceleyip, ölen kişilerin hayatlarını araştırmıştık ama katile dair en ufak bir ize bile rastlamamıştık.

Gözlerimi yeniden telefona çevirip hayatımda ilk defa korkuyla saatte baktım.

5 Kasım 00.00

Saatti gördüğüm an başımı kaldırdım ve etrafıma baktım. Dördümüzün de gergin bakışları etrafta gezerken önünde oturduğumuz odanın kapısı açıldı ve babam dışarıya çıktı.

Babam, İstanbul emniyet amiri Sedat Aksoylu. 20 yaşından itibaren bu zamana kadar, 45 yaşına kadar, bu emniyette bir çok başarılı işe imza atmıştı. Küçük çocukken bile benim babam bir kahraman diye onunla gurur duyardım. Şimdi ise burada olmamın tek sebebi onun da benimle gurur duymasını istiyor olmam.

"Bir sorun mu var çocuklar?" Deyip yanımıza geldi. Ona cevap vermeden hemen önce telefondan bir kez daha saate baktım.

00.02

Hâlâ hiçbir gelişme yoktu. İki dakika önce ihbar gelmesi ve o ihbarın bize bildirilmesi gerekiyordu. Acaba tahmin ettiğimiz gibi bir şey yok muydu ortada diye düşünürken babamın sesini duydum.

"Size bir soru sordum. Bir sorun mu var? Neden hâlâ bu saatte buradasınız? Hepinizin aynı anda devriyesi mi var?" (Devriye, bir yerde, genellikle geceleri güvenliği sağlamak için dolaşan polis, jandarma ya da asker topluluğu.)

"Hem de büyük bir sorun var." Dedi Barış babama doğru adımlayarak.

"İki gündür normal olmayan şeyler oluyor ve olmaya da devam edecek gibi duruyor." Babamın gözleri hepimizin üzerinde gezindikten sonra yeniden Barış'ı buldu.

"Ne demek şimdi bu?" Barış masanın üzerindeki iki dosyayı alarak babama uzattı.

"3 Kasım 00.00 da ve 4 Kasım 00.00 da gelen iki ihbar. Bir erkek ve kadın cesedi. Kadının sol bileğinde T adamın sol bileğinde E harfi var. Bu da ikisinin katilinin aynı kişi olduğunu gösteriyor. Siz de bu kadar tesadüfün normal olmadığının farkındasınızdır." Babam ellerini cebine koydu. Tam o sırada yanımıza başkomiserimiz Tufan Yürekli geldi.

Sadece son iki yıldır başkomiserim olsa da yıllardır onu tanıyorum çünkü yıllardır babamın en yakın arkadaşı ve bizim aile dostumuz.

"Devam et." Dedi babam sert çıkan sesiyle. Dosya ilgisini çekmiş olacaktı. İki gündür baktığımız dosyadan tabii ki de haberi vardı ama diğer şeyler hakkında ona bilgi vermemiştik. Mesela bir katille uğraştığımızı düşünüyordu. Seri bir katille değil.

"İki gündür, dosyayı aldığımız ilk andan beri, her şeyin peşine düştük ama elimizde hiçbir şey yok." Babam yeniden gözlerini bize çevirdi.

"Siz de şimdi oturdunuz ve yeni bir ihbar gelmesini mi bekliyorsunuz?" Ne Cansu ne Barış ne de Savaş cevap vermezken ben konuşma ihtiyacı duydum.

"Beklemekten başka çaremiz yok. İki gündür her ayrıntıyı inceledik, bulduğumuz en ufak bir şeyin peşine bile düştük ama..." Babam devam etmeme izin vermedi.

"Aması falan yok! Sizin işiniz oturup yeni bir cinayeti beklemek değil o cinayeti engellemek!" Babamın sesi yeterince öfkeli çıktı ve hepimizi sus pus etti.

"Madem iki gündür böyle bir durum var bundan bizim niye haberimiz yok?" Başımı öne eğdim. Göz ucuyla bizimkilere baktığımda Cansu'nun da benim gibi başının önde olduğunu gördüm ama Barış ve Savaş babama bakıyorlardı.

"İnsanlar öldürülüyor!" Yerdeki başımı kaldırdım ve ben de babama baktım.

"Amirim." Dediğim an bakışları beni buldu. Burada ona baba dememi istemediği için ben de ona herkes gibi amirim demek zorunda kalıyordum.

"Biz elimizden gelen her şeyi yaptık. Zaten buraya da 10 dakika önce geldik. Katilin ne zaman cinayet işleyeceğini biliyoruz ama nerede ve kimi..." Öyle bir baktı ki susmak zorunda kaldım ama söylediğim her şey doğruydu. Biz gerçekten son dakikaya kadar elimizden gelen her şeyi yapmıştık. Yeni bir ihbar gelmesini beklemekten başka çaremiz yoktu ki.

"Tufan dosyayı bir üst ekibe ver." Babamın söylediği şeye şaşkınca bakarken Savaş araya girdi.

"Amirim iki gündür biz uğraşıyoruz bu dosyayla. Her şeyi adım adım Tufan Başkomiserime bildirdik. Her attığımız adımdan haberi var. Şimdi bu dosyayı bizden alamazsınız. İlk defa..." Babam Savaş'ın devam etmesine izin vermedi.

"Bu öyle sıradan bir dosya değil çocuklar. Seri katilden bahsediyorsunuz. Kaybettiğiniz her dakika dışarıda gezen bir insanın hayatının tehlikede olması demek. Şu an oturmuş birinin daha öldürülmesini bekliyorsunuz. Bu yüzden bırakın bir üst ekip dosyayı alsın daha fazla insanın canı yanmadan katil yakalansın." Hiçbirimiz cevap veremedik. Babam yeniden Tufan amcaya döndü.

"Tufan dosyayı bir üst ekibe ver. Attıkları her adımdan haberim olsun. Tek bir kişinin daha canı yanmadan yakalansın katil." Dedi ve bize döndü.

"Siz de birkaç gün benimle birlikte olacaksınız." Bizimkilere baktım. Hiçbiri tıpkı benim gibi babamın aldığı karardan memnun değildi.

"Çocuklar farkındayım böyle dosyalar ilginizi çekiyor ama bu şekilde insanlar ölmeye devam ederken bu dosyayı size veremem. Siz bu işlerde daha çok yenisiniz ve kısa sürede bu işi çözemezsiniz." Söylediklerine hak verdim ama bu dosyayı da bırakmak istemiyordum. O bunları söylerken bile aklımın bir köşesinde maktüllerin sol bilegindeki harflerin ne anlama geldiği ve saattin 00.00'ı geçmiş olmasına rağmen gelmeyen ihbar vardı.

İhbar gelmemiş olması çok iyi bir şeydi aslında. Çünkü ihbar yoksa cinayette yoktu ama eğer gerçekten bir seri katille karşı karşıyaysak o ihbarın gelmiş olması gerekiyordu.

"Tamam hadi unutun şu dosyayı. O dosyayı çözmek artık başkasının görevi. Bizim sizinle başka bir işimiz var." Yeniden gözlerimi babama çevirdim. Yüz ifadesinden bir sorun olduğu çok belliydi.

"Emekli Büyükelçi Tansu Tokgöz'ün kızı öldürülmüş. Ben de az önce aldım haberi. Cinayeti benim araştırmam istendi. Bana da bu konuda siz yardımcı olacaksınız." Babamın söylediği şeyle yeniden bizimkilere döndüm.

Barış, kirli sakallarıyla sıvazlayarak iri gözlerini kısmış ve babamı dinliyordu. Yüzünde memnun olduğunu belli edecek bir ifade vardı. O, polisliğe aşık bir adamdı. Önüne verilen her dosyaya büyük küçük demeden aynı önemi gösterirdi. Bu yüzden de kaybettiğimiz dosya umurunda değildi. Yeni dosya için şimdiden kendini hazırlamış bile olabilir.

Gözlerimi ondan çekip hemen yanında duran Savaş'a baktım.
Barış'ın aksine her olayı değil de daha gizemli olayları çözmeyi seviyordu. Her olaya aynı hevesle koşmaz, olayları çözerken genelde kendini hep bizden geri tutardı. Bu yüzden de kaybettiğimiz gizemli dosya onu fazlasıyla üzmüş gibi görünüyordu.

Dört kişilik ekibimizde her ne kadar konuşkan olmayan, sessizliği seven Barış olsa da soğukkanlı ve vurdumduymaz olan Savaş'tı. Bu da ona ayrı bir hava katıyordu. Mutsuz ve sinirli bir şekilde elindeki seri katil dosyasını masanın üzerine doğru atarken gözlerimi ondan çekip yanımda duran Cansu'ya baktım.

Cansu, bizden çok farklıydı. Bir işin peşinden koşturmayı ve düşünmeyi çok sevmezdi. Bu yüzden bu işten kurtulduğu için mutlu bile olabilirdi şu an. İşinde başarılıydı ama polis olduğu için pişman gibiydi. Bunu çok fazla dile getirmemişti ama her seferinde hareketleriyle açıkça durumunu belli ediyordu.

Zamanında polis olacağım diyerek anne ve babasına rest çekmemiş olsaydı eğer şimdiye çoktan yapamıyorum deyip işi bırakırdı ama geri adım atmamak için bu işi yapmaya devam ediyordu.

"Büyükelçinin kızından bahsediyoruz. Bu davayı bizimle yürütmek istediğinizden emin misiniz?" Dedi Cansu sıkılmış bir ifadeyle. Hem konuşup hem de dağılan kahverengi saçlarını toparlıyordu. Şu an zihninin içinden neler geçtiğini tahmin etmek hiç zor değildi. Büyük bir ihtimal babamın bizi bu işten de uzak tutmasını ve ilk gündür yeterince yoruldunuz eve gidin demesini istiyordu.

"Yanınızda hem ben hem de başkomiseriniz olacak. Yani yine tek başınıza olmayacaksınız. Her şeyi beraber yürütüp şu işi bir an önce halledelim. Büyükelçiyi kızdırmak hiç istemeyiz." Yine kimse babama cevap vermezken babam devam etti.

"Ayrıca eğer yarın akşama kadar büyükelçinin kızının katiline kelepçe takabilirsek bir üst ekiple beraber seri katil dosyasına siz de dahil olabilirsiniz ama şimdilik önceliğimiz büyükelçinin kızı." Dedi ve babam bize arkasını döndü.

"Şimdi beni takip edin." Deyip ilerlerken Savaş'ın sesini duydum.

"Sikeceğim şimdi lan dosyasını da davasını da! İki gündür biz bu işle uğraşıyoruz. Sonra ver bir üst ekip çözsün!" Kaşlarımı çattım.

"Düzgün konuş! İki tarafta da öldürülen insanlar var. Senin görevin zevklerine göre bir seçim yapmak değil senden yardım bekleyen insanlara yardım edip, bir katilin dışarıda elini kolunu sallayarak gezmesine engel olmak." Ona bir tepki göstermiş olmama başta şaşırdı ama sonra yanıma geldi ve karşımda dikilip gözlerimin içine baktı.

Sinirli görünüyordu. Derin bir nefes alıp siyah saçlarını karıştırdı. Kendini sakinleştirmeye çalıştığını fark etmiştim ama buna rağmen bana öfkeyle bakıyordu. Bana doğru bir adım atınca geri gitmek yerine kehribar rengi gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Benden çok fazla uzun olmadığı için bunu yapmam kolay oldu.

"Ne bakıyorsun bana öyle? Söylediklerim doğru değil mi?" Yeniden derin bir nefes aldı ve sonunda dudaklarını aralayıp bir şeyler söyledi.

"Ben yaptığım işin ne olduğunu çok iyi biliyorum. Bunu bana öğretmek sana düşmedi."

"Biliyorsan ona göre davran. İstediğin işi alamayınca çocuk gibi mızmızlanacağına sana söyleneni yap!" Savaş'ın kaşları biraz daha çatıldı. Bana cevap verecekken Barış bir anda Savaş'la aramızdaki o küçük boşluğa girdi. Bana doğru dönük olunca gereksiz bir yakınlık oldu.

"Sakin ol." Dedi rahatlatıcı bir ses tonuyla. Gözlerinin içine bakınca sanki hâlâ Savaş'a bakıyormuş gibi hissettim. O kadar aynıydı ki göz renkleri böyle hissetmekten kendimi alamadım.

Yakınlıktan dolayı yüzüme çarpan nefesi yutkunmama ve bir adım geri atmama neden oldu. İlk defa bu kadar yakın olduğu için ilk defa kokusunu bu kadar net hissettim. Mest edici bir parfüm kokusu vardı. Tam olarak neye benzediğini çıkaramamıştım.

Barış dikkatle yüzüme bakarken olay büyümesin diye sadece başımı salladım ve onu onayladım. Dudakları hafifçe yana kıvrıldı.

"Ha şöyle boşuna kavga etmeye hiç gerek yok." Dedi ve bana arkasını, Savaş'a yüzünü döndü.

"Kavga etmenin zamanı değil. Büyükelçiden bahsediyoruz. Ayrıca Sedat amiri duydun. Bu işi ne kadar çabuk halledersek diğer dosyaya dönebileceğiz. Yani anlayacağın daha çok işimiz var." Dedi ve Savaş'ın kolundan tuttu. Savaş cevap vermezken onu babamın gittiği yöne doğru çekiştirip yanımızdan uzaklaştırdı.

"Bunlar hep iki gündür uyumuyoruz diye oluyor. Aslında bir evimize gidip sıcacık yataklarımıza girsek ertesi gün hiçbir şey kalmayacak ama bir oraya bir buraya gitmekten eve gidebilen var mı? Tabii ki yok!" Diye söylene söylene Cansu da arkalarından gitti.

"Allah'ım ya ne olur düzgün birkaç insan gönder yoksa ben de bunların arasında delireceğim." Kendi kendime konuşarak peşlerinden gittim.

"Aslında diğer ikisine göre Barış iyi ama o da normal değil ki. Bir gün melek bir gün şeytan gibi. Ne olduğu belli değil!" Merkezdekilerin bana şaşkın şaşkın baktıklarını görünce kendi kendime konuşmayı bıraktım.

Hep beraber merkezden çıkınca babam ve Tufan amca arabalarına binip olay yerine gittiler. Tabii biz de başka bir sivil arabaya binip peşlerinden gittik.

"Üf bir sizin kavganız eksikti cidden! Farkında mısınız bilmiyorum ama dördümüz ailelerimizden çok birbirimizi görüyoruz bari iyi anlaşalım." Yanımda oturan Cansu'ya bakacakken bir anda dikiz aynasından bana bakan ve şoför koltuğunda oturan Savaş'la göz göze geldim.

Cansu haklıydı belki ama babamın arkasından o şekilde küfür edince kendimi tutamamıştım işte. Gözlerimi ondan çekip bizi sakinleştiren Barış'a baktığımda arabanın içindeki konudan çok uzak olduğunu ve telefonuna gömüldüğünü gördüm.

"Hey size diyorum duymuyor musunuz beni? Hadi birbirinizden özür dileyip barışın." Diyen Cansu'ya tekrar baktım ve kendimden emin bir şekilde konuştum.

"Ben özür dilenecek bir şey söylemedim." İç çekti ve Savaş'ı gösterdi.

"O da o kadar tepki göstermeni gerektirecek bir şey yapmadı ama. Tamam küfür etti ama Sedat amire yönelik bir şey değildi. Öyle sinirlenince birden ağzından çıktı." Dedi ve öne doğru baktı.

"Değil mi Savaş?" Savaş sessizliğini koruyup sadece başını sallayınca ben de sessiz kaldım. Cansu bizimle konuşmaya devam ederken Barış gibi arabadaki konudan sıyrılıp telefonuma döndüm ve saate baktım.

00.28

28 dakika geçmişti. Acaba yeni bir ihbar gelmiş miydi merkeze? İki gündür peşinde olduğumuz katil birini daha öldürmüş müydü? Her ne kadar Savaş'a bu konuda tepki göstermiş olsam da söylediği şeyin bir kısmında haklıydı. İki gündür uğraştığım bu cinayetlerin katilini bizim bulmamızı çok isterdim. İçimdeki ses bu dosyaya yakın olmamı söylüyordu. Farkındayım çok tuhaf ama böyle hissediyorum. Sanki bir el beni bu işin içine çekiyor gibiydi.

İçten içe Savaş'a hak verdiğimi fark edince olayı uzatmak istemedim ve yeniden Savaş'a döndüm. Yola baktığı için beni fark etmezken biraz ona doğru eğilip omzuna dokundum. Gözleri yine dikiz aynasından beni bulunca konuştum.

"Kusura bakma." Dedim sadece. Tebessüm etti.

"Sen de kusura bakma düzgün konuşmam gerekiyordu." Deyince ben de gülümsedim ve elimi geri çekip arkama yaslandım. Sorunun düzelmiş olması beni rahatlatırken Cansu gülerek konuştu.

"Ohh be şöyle olun işte. Yemin ederim hayatımın baharı cinayetle, katille, kanla, ölümle geçiyor ve etrafımda güzel olan bir tek sizler varsınız. Bari siz bozulmayın." Söylediği şey beni güldürürken Barış sonunda aramıza katıldı.

"Madem bu işten bu kadar pişmansın neden bırakmıyorsun?" Dedi arabayı kendisi sürmediği hâlde bir saniye bile olsun gözlerini yoldan çekmeden.

Cansu sabahtan beri bir türlü şekil veremediği saçlarını yeniden toparlamaya çalışırken Barış'a da cevap verdi.

"Çünkü bırakırsam anne ve babamın dilinden kırk yıl kurtulamam. Akademiye girerken çok büyük konuştum ve ikisine de rest çektim. Şimdi ise o söylediklerim yüzünden bırakamıyorum." Barış'ın ne tepki vereceğini merak edip dikkatle ona baktım. Kaşlarını çatıp ağır hareketlere arkaya döndü. Cansu onun tam arkasında oturduğu için tam dönmek yerine göz ucuyla ona baktı.

"Annen ve babanın diline düşmemek için hayatın boyunca sevmediğin işi yapmaya devam mı edeceksin?" Barış'ın haklı sorusuyla Cansu dudaklarını büzdü.

"Bilmediğiniz şeyler var. Boş verin." Deyip ellerini göğsünün altında birleştirdi ve başını cama yasladı. Herkes onun söylediği şeyle sessizleşirken ne gibi bir derdi vardı merak etmiştim doğrusu.

Arabada başka bir konuşma geçmeden büyükelçinin kızının yalnız yaşadığı, lüks bir sitede bulunan bir apartman dairesine, geldik.

Babam ve Tufan amca önde biz peşi sıra arkalarında 3. kattaki eve çıktık. Olay yeri inceleme özel kıyafetlerle evin içinde katile dair bir iz ararken salonun ortasında yatan cesede baktım ve yüzümü buruşturdum. Bu işi severek yapıyor olsam da bu görüntüyü görmek hoşuma gitmiyordu.

Savaş aklı diğer dosyada olmasına rağmen bu davaya da hemen adapte olup kızın cesedinin yanına oturdu ve incelemeye başladı. Barış ona ayak uydururken babamın yanına gelen bir adamla olay hakkında konuştuğunu gördüm ve her ne kadar bunu yapmaktan hoşlanmıyor olsam da ben de onların yanına gittim. Göz ucuyla Cansu'ya baktığımda bizim aksimize buraya gelmemek için kendini başka şeylerle oyaladığını gördüm.

"Boğazında morluk var, boğularak öldürülmüş." Dedi Barış kızın boğazını incelerken.

"Ev darmadağın, kollarında hep tırnak izi var. Büyük bir arbade çıkmış olmalı. Komşuların kavgayı duymamış olması mümkün değil." Diyen Savaş'a baktım. Kızın kollarını incelemiş yüzüne bakıyordu.

"Eldivensiz bir şekilde hiç bir yere dokunmayın!" Olay yeri inceleme ekibinden birisi evdekileri uyarırken kızın morluklarla dolu olan diğer koluna baktım. Birisi kızı çok fena hırpaladıktan sonra öldürmüştü. Elini tutup tırnaklarına baktım ve kan lekesi olduğunu gördüm.

"Kız da adamı yaralamış. Tırnakları çok uzun ve kan lekeleri var. Bu tırnaklarla derin yaralar açmış olmalı." Savaş ve Barış dikkatle bana bakarken devam ettim.

"Kasım ayındayız ve havalar çok soğuk. Katilin soğuklardan dolayı kazak giydiğini, kollarının kapalı olduğunu ve etrafa parmak izi bırakmamak için eldiven taktığını varsayarsak eğer, şu an aradığımız kişinin yüzünde veya boynunda tırnak izleri var." Barış ve Savaş söylediğim şeyleri onaylarken kızın vücudunu incelemeye devam ettim.

Onlar kızın yüzüne bakıp vücudunun renginden ne zaman öldürüldüğünü çözmeye çalışırken tuttuğum elini bırakıp bileğini çevirdim. Sol bileğinde oluşan kan lekelerinin henüz kurumamış olması beni şaşırtırken baş parmağımla kanı sildim ve bir anda fark ettiğim şeyle öylece kaldım.

Tıpkı dün geceki erkek cesedinde ve bir gece önceki kadın cesedinde olduğu gibi sol bileğinde harf yazıyordu.

"Kızın yüzündeki yaralardaki kan daha kurumamış. Bir saati geçmiş olması mümkün değil. Bu kadar kısa sürede nasıl fark etmişler öldürüldüğünü?" Savaş merakla sordu. Barış ona cevap verecekken telaşla araya girdim.

"Seri katil..." Barış'ın gözleri hemen beni buldu ve devam etmeme izin vermeden konuştu.

"Şu an başka bir işle ilgileniyoruz. Unutun artık şu seri katili." Sesi öfkeli çıkarken göz devirdim.

"Unutamam çünkü unutursam kızın katilini bulamam." İkisi de kaşlarını çatarken kızın bileğini gösterdim ve ekledim.

"Bileğinde harf yazıyor." Dediğim an Savaş ayağa kalkıp benim olduğum yere geldi ve yeniden diz çöküp kızın bileğine baktı.

"Siktir!" Deyip Barış'a döndü.

"Gerçekten de yazıyor." Barış bize bakmayı bırakıp o da kızın bileğine baktı.

"A." Dedi kendi kendine ve bana baktı.

"Ne demek şimdi bu? T E ve A?" Derin bir nefes aldım.

"Bilmiyorum." Dedim ve iç çektim.

"Ama bu sefer ihbar falan gelmedi. İki gündür aynı şeyi yaparken neden tarzını değiştirdi bir anda?" Diyen Savaş'a cevap veren ben oldum.

"155'e ihbar gelmedi ama aynı saatlerde babama haber geldi. Hatırlasanıza biz ihbar gelecek diye beklerken saat tam 00.00'da babam..." Deyip sustum. İksi de bana dikkatle bakarken düzelterek devam etti.

"Yani Sedat amir odasından çıktı. Bize cinayeti bildirmeye geliyordu. İhbar gelmemiş olsa da aynı saate haber geldi." Savaş düşünürken Barış başını salladı ve beni onaylayarak konuştu.

"Mira haklı. Yine aynı kişiyle karşı karşıyayız ve bize yine bir mesaj bıraktı." Dedi ve kızın yüzüne bir kez daha baktı.

"T E ve A." Diyerek iç çekti ve ekledi. "Ne anlatmak istiyor bize bu harflerle?" Bizimle değil de kendi kendine konuşuyormuş gibiydi. Harflerin ne anlama geldiğini ben de düşünürken Savaş kızın ceplerini karıştırdı.

"Ne yapıyorsun?" Sesimin şaşkın çıkmasına engel olamadım. Savaş bana bakmadan cevap verdi.

"Fark etmediğimiz bir şeyler olmalı. Madem bizim için işaretler niteliğinde harfler bırakıyor baska şeyler de bırakmış olabilir." Dosyanın dönüp dolaşıp yeniden onu bulmuş olmasından dolayı mutlu görünüyordu.

Hem de bir ölünün ceplerini karıştırırken bile mutlu görünüyordu.

Soğukkanlılığı beni bir kez daha şaşırtırken o kızın şortunun ceplerini karıştırmaya devam etti.

"Ne yapıyorsunuz be bir saattir burada? Cesede bakmak hoşunuza falan mı gidiyor? Psikopat mısınız siz?" Diyerek yanımıza oturan Cansu'ya olayı kısaca özet geçip onu şaşkınlığıyla yalnız bıraktım ve yeniden Savaş'a döndüm.

"Var mı bir şey?" Dediğim an durdu.

"Ne oldu?" Hepimiz merakla ona bakarken bize cevap vermeden elini kızın cebinden çekti. Elindeki kağıt parçasını fark ettiğim an sanki bir hazine bulmuş gibi oldum ama önümde genç bir kız cansız bir şekilde yatarken tabii ki de sevinemedim.

Savaş alelacele katlı kağıdı açtı ve okudu. Barış ona doğru eğilip onunla birlikte kağıtta yazılan şeyi okurken Cansu hâlâ şaşkınlığını üzerinden atamamıştı.

"Ne yazıyor?" Diye sordum. Savaş ve Barış beni duymayıp birbirlerine bakarken daha fazla dayanamayıp Savaş'ın elinden kağıdı çekip aldım ve okudum.

Kim olduğunu biliyorum. Başkalarının öğrenmesini istemiyorsan işaretleri takip et.

Okuduğum şeyle başımı kaldırdım ve bizimkilere baktım. Yüz ifadelerinden ne düşündüklerini anlayamazken soran gözlerle bize bakan Cansu'ya da kağıdı uzattım.

"Ne demek şimdi bu? Bizden birinden mi bahsediyor?" Dedim ama kimse bana cevap vermedi.

"Ne yapıyorsunuz siz burada? Her işte bu kadar yavaş olacaksanız eğer sizinle çok işimiz var." Başımı yavaşça kaldırıp babama baktım. Gözleri tek tek üzerimizde gezindikten sonra kaşlarını çattı.

"Ne oluyor size? Niye yüzleriniz bembeyaz?" Ayağa kalktım ve babamın karşında durdum.

"Bilmen gereken şeyler var." Merak yüz ifadesine yansırken bir yerde yatan kıza bir de bana baktı.

"Sorun ne?" Ona cevap vermek yerine bizimkilere beraber onu yeniden evden çıkartıp olay yerinden uzaklaştırdık ve durumu baştan sona anlattık. Tüm olayı anlattıktan sonra ise bulduğumuz kağıdı ona da okuttuk. Şimdi ise hepimiz karşısında durmuş bize bir cevap vermesini, olanlar hakkında bir şeyler söylemesini bekledik.

"3 gündür aynı saatlerde bulunan maktüller aynı kişi tarafından öldürüldü diyorsunuz yani?" Babamın sorgular hâline hak verdim. Bize inanmıyor, inanmakta zorluk çekiyordu çünkü;

Hepimizin polislikte en az 5 yılımızı geçirmiştik ama cinayet büroda yeniydik. Bu konuda acemi olduğumuzu düşünüyordu. Bu bölümde aramızda en uzun çalışan Barış'tı ve o da daha ikinci yılını bile doldurmamıştı. Ben ise henüz altıncı aydayım. İşte tam da bu yüzden her söylediğimiz şeye şüpheyle yaklaşıyor, abarttığımızı düşünüyordu ama elimizdeki kanıtları da görmezden gelecek değildi herhalde.

"Baba..." Dediğim an kaşları çatıldı. Hâlâ bu duruma alışamamış arada pot kırıyordum. Bakışlarını görmezden gelip, hitap şeklimi düzelttim ve devam ettim.

"Yani amirim elimizde bir sürü kanıt var. Üç maktulünde sol bileğinde harf yazıyor ve ölüm saatleri aynı. Ya bize inanmıyorsun ama..." Devam etmeme izin vermedi.

"Ortada böyle bir durum varken niye size inanmayayım ben? Tabii ki de inanıyorum. Hem size inanmaya gerek yok her şey ortada ve haklısınız ama..." Dedi ve sustu.

"Aması ne?" Diye Savaş araya girdi. "Vakit yok diyen sizdiniz. Şimdi düşünmenin mi sırası yoksa bir şeyler yapmanın mı? Sizin de dediğiniz gibi insanlar ölüyor hem de hiçbir suçları yokken." Babam Savaş'a baktı, derin bir nefes aldı ve sessizliğini korudu.

"Dosyayı bir üst ekibe verdiniz ama bizim de büyükelçinin kızı cinayetinden sonra müdahil olabileceğimizi söylediniz. İki dosyanın da faili aynı kişi olduğuna göre biz de araştırmaya devam edebiliriz demek ki." Babam Cansu'ya baktı. Sanırım işinden nefret ettiği hâlde o bile bu dosyayı almak istiyordu.

Savaş ve Cansu'dan sonra Barış'ın da bir şeyler söylemesini bekledim ama o sessizliğini korudu. Onun için olay önemli değildi ki. Her dosyaya bakar, özenle çözerdi. Bu dosyanın da onun için diğerlerinden bir farkı yoktu. Bu yüzden de almak için büyük bir çabaya girmemişti.

"Madem bu kadar çok istiyorsunuz devam edin araştırmaya ama attığınız her adımdan hatta aldığınız her nefesten haberim olacak. Eğer başınıza buyruk iş yaparsanız, bu söylediklerimi göz ardı edip bilinçsiz hareket ederseniz dördünüzün de gözünün yaşına bakmam sakın unutmayın!" Bu işe girdiğim günden beri sonunda büyük bir olay alabilmiştim daha doğrusu alabilmiştik çünkü diğerlerinin de benden çok bir farkı yoktu.

"Şimdi başlayın bakalım, bir an önce çözün işi. Bir üst ekip de araştırıyor olayı bir tek size bırakamam ama eğer onlardan önce siz çözerseniz bir sonraki dosyayı gönül rahatlığıyla bırakacağım size." Hepimiz sadece başımızı sallayarak onu onayladık.

"Hata yapmak yok! Vakit kaybetmek yok! Kaybettiğiniz her dakika birinin öldürülme ihtimalini arttıracak. Yarın akşam aynı kişi tarafından işlenmiş yeni bir cinayet daha duymak istemiyorum. Bu işi hemen çözün! Benim şimdi büyükelçiyle konuşmam lazım. Kızının cinayeti hakkında bir şeyler öğrenmek isteyecektir. Sakın size güvendiğim için beni pişman etmeyin." Dedi ve yanımızdan uzaklaştı. O gider gitmez bizimkilere döndüm.

"Nereden başlayacağız?" Cansu Savaş'ın, cesedin üzerinde bulduğu kağıdı göstererek konuştu.

"Notta kimden bahsettiğini bulmakla ve harflerin gizemini çözmekle başlayabiliriz mesela." Deyince kağıdı ondan aldım ve bir kez daha fakat bu sefer sesli bir şekilde okudum.

"Kim olduğunu biliyorum. Başkasının öğrenmesini istemiyorsan işaretleri takip et." Dedim ve başımı yeniden kağıttan kaldırdım.

"Sanki bizi tanıyormuş ve aramızdan birisi kimliğini saklıyormuş gibi bir imada bulunmuş." Savaş kağıdı elimden çekip aldı.

"Tamamen saçmalık." Deyince kaşlarımı çattım o ise devam etti.

"Hepimizin kim olduğu belli. Başka bir şey ima etmiş olmalı." Ellerimi göğsümün altında birleştirerek konuştum.

"Daha güzel bir tahminin varsa alalım." Gözleri beni buldu.

"Şimdilik herhangi bir tahminim yok ama kusura bakma seninki de güzel bir tahmin değil saçma bir tahmin." Ona cevap verecekken Barış yine araya girdi.

"Mira haklı. Her kimse tam olarak böyle bir imada bulunmuş ama bizden bahsetmiyor da olabilir. Çünkü bugün hariç önceki iki gün olaylar direkt 155'e ihbar edildi. O gün orada biz değil de başka bir ekip olmuş olsaydı olay yerine onlar intikal edecek, dosyaya onlar bakacaktı ve bu kağıdı da onlar bulmuş olacaktı. Yani ortada gerçekten de bizimle ilgili bir şey olmayabilir." Barış'ın hem benim hem Savaş'ın söylediği şeyi doğrular nitelikteki konuşması ortamı sakinleştirirken Cansu araya girdi.

"Yapmayın arkadaşlar burada seri katilden bahsediyoruz. Bu kadar şeyi planlayıp, düşünen birisi olaya kimlerin baktığını da biliyordur. Her kimse bir başkasından değil açıkça bizden bahsediyor." Savaş bu sefer de Cansu'nun söylediklerini kendince yorumladı.

"Bu konuda haklısın ama atladığın bir nokta var. Biz iki gündür bu olayı araştırıyoruz ama katilin yaptığı tek şey maktüllerin sol bileğine harf yazmaktı. Fakat bugün dosya bizden alınıp bir üst ekibe verildi ve maktulün cebinde not bulduk. Yani her kimden bahsediyorsa bizim aramızda değil bir üst ekipten birisi." Dediği an bu sefer de ben araya girdim.

"Senin de atladığın bir nokta var." Deyince gözleri beni buldu.

"Neymiş o?" Dikkatle bana bakarken anlatmaya başladım.

"Bu geceki cinayet işlendikten, Sedat amir cinayet haberini aldıktan sonra dosya bizden alındı. Eğer durum senin dediğin gibi olmuş olsaydı yani bizden değil de bir üst ekipte olan birinden bahsetmiş olsaydı cinayet haberi polise ulaştıktan sonra notu bırakmış olması gerekiyor. Sence bu mümkün mü?" Söylediğim şey mantıklı gelmiş olacak ki Savaş cevap veremedi. İlk defa onunla girdiğim bir mülakaşada haklı olmanın gururunu yaşarken Barış bunun çok fazla uzun sürmesine izin vermedi.

"Mümkün." Dedi tek bir nefeste. Gözlerim onu bulurken derin bir nefes aldı ve polis dolu olan eve baktı.

"Eğer notta bahsedilen kişi dışında polisin içinde bir hain varsa bu mümkün." Diye devam etti. Şaşkınca ona bakarken daha açık oldu.

"Eğer Mira'nın söylediği şeyler doğruysa ve katil dördümüzden birinden bahsediyorsa o not cinayet ilk işlendiğinde bırakıldı. Fakat Savaş'ın söylediği şey doğruysa..." Deyip sustu. Hepimiz merakla ona bakarken iç çekerek devam etti.

"İşte o zaman bugün buraya olay yeri inceleme de dahil olmak üzere gelen herkes şüpheli durumunda. Çünkü onlardan birisi katili tanıyor ve ona yardım ediyor. Notu da kızın cebine o koydu." Deyip ellerini cebine koydu.

"Notta kimden bahsettiğini bulmamız için notu maktulün cebine ne zaman koydu onu bulmamız gerekiyor önce." Diye ekledi Barış. Sadece başımı sallayarak onun söylediği şeyi onaylarken Cansu araya girdi.

"Farkında mısınız bilmiyorum ama eğer ilk ihtimal doğruysa ve o not cinayet işlendiği zaman bırakılmışsa..." Deyip sustu ve alt dudağını ısırarak devam etti.

"Aramızdan birisi gerçek kimliğini saklıyor ve aramızdan birisinin peşinde bir seri katil var." Dediği an öylece kaldım. Bir saattir konuşuyorduk ama olayı bu açıdan düşünmek aklıma bile gelmemişti.

"Doğru." Dedi Barış Cansu'yu onaylamak adına. Savaş'a baktığımda sessizliğini koruduğunu ve düşünceli olduğunu gördüm. Birkaç adım geri gidip iki aydır her günümü geçirdiğim insanlara birer kez daha baktım.

Eğer bir saattir savunduğum şey doğruysa Cansu'nun da söylediği gibi aramızdan birisi aylardır hem bizi hem emniyeti kandırıp gerçek kimliğini gizliyordu ve büyük bir suç işliyordu. Aynı zamanda polisliğe ihanet ediyordu ve en önemlisi başı bir seri katille beladaydı.

Cansu'ya, Savaş'a ve Barış'a tek tek ve ilk defa bu kadar dikkatli bir şekilde baktım. Zihnimin içinde dönen tek bir soru vardı.

Savunduğum şey doğruysa büyük yalanların arkasındaki suçlu hangisiydi?

*****
Selam suç ortaklarım, nasılsınız?

İlk bölüm yayımda ve yorumlarınızı çok merak ediyorum, umarım sevmişsinizdir.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz ♡

Biraz aklınız karışmış olabilir. Mesele tanıtımda bahsedilen ana karakter, Ateş, bölümde yoktu olarak düşünüyorsunuz fakat tanıtımı dikkatli okuduysanız eğer Ateş'in başka bir isimde polislik yaptığını anlamış olmanız gerekiyordu.

Şimdi sizin tahminlerinizi alma zamanı. Sizce Ateş okuduğunuz hangi karakterdi? Savaş mı yoksa Barış mı?

Tüm bölüm boyunca geçen T E ve A harflerinin gizemi neydi sizce? Gizemli seri katilimiz bize ne anlatmaya çalışıyor olabilir?

Karakterlerden Savaş'ı mı yoksa Barış'ı mı daha çok sevdiniz? Peki ya Mira ve Cansu hakkında neler düşünüyorsunuz?

Bir de size bir konuda açıklama yapmak istiyorum; bu bir hikâye arkadaşlar. Gerçek olaylarla hiçbir ilgisi olmadığı gibi bazen gerçek sistemle de bir ilgisi olmayabilir. Gerçekliğe çok yakın bir şekilde kitabı ilerleteceğimden emin olabilirsiniz. Gerçeklikten aşırı derecede uzak, tamamen hayali şeyler asla yazmam fakat bazen farklı şeylerde yazabilirim. Mesele bu bölümde olduğu gibi. Örneğin; Türkiye Cumhuriyeti sisteminde bir üst ekip ya da çaylak ekip diye bir şey yoktur ama ben bu kitapta bu şekilde, sanki böyleymiş gibi, anlatacağım. Bizimkiler çaylak ekip gibi ilerleyecekler. Umarım bu ve bunun gibi durunlar hakkında "Böyle saçma şey mi olur?" ya da "Tamamen saçmalık gerçekte böyle bir şey yok." gibi yorumlar yazmadan önce aklınıza söylediğim bu şeyler ve okuduğunuz şeyin bir kurgu olduğu gelir ve bu durumu anlayışla karşılarsınız. ♡

Unutmadan söyleyeyim; hiç merak etmeyin bölümler düzenli bir şekilde gelecektir.

Bir sonraki bölümün alıntısını okumak, duyurulardan haberdar olmak ve sohbet etkinliklerimize katılmak için beni aşağıya bırakacağım sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.

Yeni bir bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle, sağlıkla kalın.♡

Instagram / Twitter: gizzemasllan

​​​​​

Loading...
0%