@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.🍒 *** 20. BÖLÜM "ÖLÜMÜ HİSSETMEK" Gözlerim doldu, göğsüm sıkıştı. Nefes alamıyor gibi hissettim. Düşecek gibi oldum, Ateş beni sıkıca tutup buna engel oldu. Korku dolu gözlerim onu bulduğunda ağzımdan kelimeler istemsizce döküldü. "Annemi öldürdü." Ateş kolumdan sıkı sıkı tutarken konuştu. "Mira sakin ol, önce neler olduğunu anlayalım." Kolumu hızla ondan çektim. "Anneme bir şey yaptı." Yineledim, etrafıma bakındım. "Annem yok, burada olması gerekiyordu ama yok." Dengemi kaybeder gibi olup duvardan tutundum. Ateş destek vermek istedi ama engel oldum. "Annem gitti, annem yok." Göz yaşları içerisinde konuşup canım yansa da tek başıma ve fazla hızlıca koridorun diğer tarafına doğru yürüdüm. "Mira dur! Kendine zarar vereceksin!" Ne onu dinledim ne de yanıma gelip engel olma çabasını umursadım. "ANNE!" Belki annem beni duyar diye bağırdım. Zaten şu an herkes silah sesi yüzünden koşturup duruyor, gürültü yapıyorlardı. Koridorun diğer ucuna ulaşınca geniş alana baktım. Çok kalabalıktı. Birini görmem mümkün değil gibiydi. Gözlerim etrafta gezinirken bir umut bir kez daha bağırdım. "ANNE!" Bu sefer sesim istediğim kadar güçlü çıkmadı, acıyan kaburgalarıma dokunup duvardan destek aldım. İki büklüm olurken Ateş yanımda belirdi. "Mira geç otur şuraya! Bulacağım anneni! Bu hâlde o kalabalığa giremezsin!" Öfkeli gözlerimi Ateş'e çevirdim. "O KATİL ANNEME BİR ŞEY YAPTI! DUYUYOR MUSUN BENİ? ANNEME! SEN BANA OTUR DİYORSUN!" Deyip tuttuğu kolumu bir kez daha çekip kurtardım, duvardan destek alarak yürümeye devam ettim. Ta ki yürüyemeyecek bir hâle gelip olduğum yerde kalana kadar. Acısına dayanamadığım ağrılarım yüzünden daha fazla devam edemeyip durup kaldım. Annemin nerede ne hâlde olduğunu bilememek göz yaşlarımın akmasına neden olurken etraftaki gürültüye rağmen Ateş'in sesini duydum. "Mira annen geliyor." Hızla başımı kaldırdım, baktığı yere baktım ve giriş kapısındaki annemi gördüm. Onun da gözleri bizi bulunca telaşla yanımıza doğru yürüdü. "Yaşıyor." Büyük bir heyecanla konuştum ama ona doğru gitmek için hiçbir şey yapamadım. "Yaşıyor." İnanmak istercesine yineledim, kocaman gülümsedim. Fakat bu gülümsemem o adamın söylediği şeyi hatırlayana kadar sürdü. "Bir yakının daha gidiyor senden." "Bedelini bir başkası ödedi mavi gözlü kız." Birine bir şey yapmıştı. Yakının dediğine göre de tanıyorum. Annem burada olduğuna göre kime zarar verdi? Gözlerimi annemden çekip Ateş'e baktım. "Birine zarar verdi! Hâlâ hastanede olmalı! Bul onu hemen! Çıkmadan yakala!" Ateş'in gözleri beni buldu. "Lütfen bul onu! Bitsin artık!" Başıyla onaylayıp cebinden telefonunu çıkardı. Koşarak yanımdan uzaklaşıp hiçbir şey söylemeden annemin yanından da geçip giderken umarım yakalar diye içimden geçirdim. "Mira kızım?" Annem sorgular bir ifadeyle yanıma gelirken hâlâ tutunduğum duvarı bıraktım, ellerimi onun boynuna doladım. "Anne." Sesimin ağlayacakmışım gibi çıkmasına engel olamadım. Annem ellerini belime dolarken konuştum. "Ne bu hâlin? Neydi o silah sesleri öyle?" Sadece silah sesini sorduğuna göre anons seslerini duymamıştı. Bu işin bizimle ilgili olmadığını ona inandırmama gerek kalmamış gibiydi. "Bilmiyorum, biz de odadan çıkarken duyduk." Deyip geri çekildim ve gözlerinin içine bakarak konuşmaya devam ettim. "Ben senin için endişelendim diye böyle oldu, neyse şu an bunun önemi yok. Hadi çıkalım bir an..." Susup kaldım. Kalabalığın arasından geçen simsiyah giyinen, kapüşon takan ve yüzünü gizlemeye çalışan adamı gördüğüm an ona bakakaldım. "Nereye bakıyorsun sen öyle?" Göz ucuyla anneme baktım. "Odada bir sürü eşyam kaldı, sen onları alır mısın? Ben de şurada biraz dinleyim." Başını salladı. "Tamam olur, kalabalığa girme sakın. Birkaç dakikaya geliyorum, beraber çıkarız." Dedi ve endişeyle yanımdan uzaklaştı. O gözden kaybolur kaybolmaz canımın yanmasını bir kez daha hiç umursamadan kalabalığın arasına karıştım, etrafa bakındım. Az önce gördüğüm siyahlar içindeki adamı odalardan birine telaşla girdiğini gördüm. Aynı zamanda az önce fark edemediğim şeyi de fark ettim. Elinde silah vardı, odaya girerken beline yerleştirmişti. Girdiği odadan gözlerimi çekip yanımdan koşarak geçmekte olan güvenliğin kolundan tuttum. "Hanımefendi lütfen..." Dedi, bana dönünce sustu. "Mira Hanım?" Beni nereden tanıdığına anlam veremezken acelem olduğu için bunu sormayıp konuştum. "Silahını ver." Kaşlarını çattı. "Anlamadım?" "İsmimi biliyorsan polis olduğumu da biliyorsundur. Şimdi lütfen silahını ver bana, acil durum." "Mira Hanım kim olduğunuzu biliyorum ama babanız..." Hiç beklemediği bir anda silahı elinden çekip aldım. "Söz veriyorum başına bela almayacaksın. Kime hesap verilmesi gerekiyorsa ben vereceğim." Dedim ve omzuna dokundum. "Diğerlerine haber ver. Hastanenin tüm giriş çıkışlarını kapatsınlar. Kalabalığı da elinizden geldiği kadar çabuk dağıtın." Adam şaşkınca bakarken göz ucuyla odaya bakıp ona döndüm. "Durup bakma öyle! Vaktimiz yok! Hadi dediğimi yap!" Dedim ve az önce adamın girdiği odaya doğru yürüdüm. "Siz iyi misiniz? Bu şekilde..." Yine devam etmesine izin vermedim. "Merak etme iyiyim ben." Deyip elimdeki silahı sıkı sıkı tuttum. Yürürken canım yanıyordu ama şu an düşüneceğim en son şey bile değildi bu. Odanın önüne ulaşmak üzereyken silahı ateşlemeye hazırladım. Bugün burada her şey bitebilir. Yine kendi elleriyle kendisi köşeye sıkıştı. Bir an için kaburgalarım beni zorlayınca duraksadım, derin bir nefes aldım. Kendimi sıkıp bedenimin acısını unutmaya çalıştım. Pembe eşofmanlarım yeniden dikkatimi çekerken bu durumda bile sıkıntıyla ofladım. Bu şekilde bir katilin peşinden gittiğime inanamıyorum. Elim karnımın üzerinde dururken odanın kapısının açıldığını fark ettim. Aynı adam dışarıya çıktı. Bu sefer elinde bir paket olduğunu gördüm. Kapıyı kapatıp bana doğru döndü, duraksadı. Kapüşonu gözlerine kadar geliyor, sadece dudakları ve burnu görünüyordu. Şu an bir şey yapmak yerine durup gözlerini göstermeden alttan alttan bana baktığını fark etmek bile ondan şüphelenmekte haklı olduğumu anlamama neden oldu. Karnımı bıraktım, şu an acı çekmenin sırası değildi. Silahı ona doğru doğrulttum, ellerini kaldırması için bağıracakken kalabalık yüzünden sıkamayacağımı anlamış olacak ki bir anda arkasını döndü koşmaya başladı. "DUR! KALDIR ELLERİNİ!" Bağırdım, herkes bir anda bana doğru bakınca adam tüm hızıyla koşmaya devam etti. "Canım yanacak biraz ama başka çare yok." Kendi kendime konuşurken koşmaya başladım. Sanki attığım her adımda bir kemiğim kırılıyordu, buna rağmen koşmaya devam ettim. "DUR DEDİM SANA! KALDIR ELLERİNİ!" Bir kez daha avazım çıktığı kadar bağırdım. Bu hâlde peşinden koşarken hâlâ izini kaybetmemiş olmak da benim için başarıydı. Umarım dediğimi yapmış giriş çıkışları kapatmışlardır diye düşünürken yangın merdivenlerine girdiğini gördüm. "Hayır ya!" Dedim koşarken ve ben de merdiven kapısına ulaştım. Büyük kapıyı açmak için kendimi zorladım, kapının önünde durup kaldım. "AH!" Tepkime engel olamayıp bağırdım, karnımı tuttum. Şimdi pes edemem ama devam da edemiyorum. "Bırakamam, şimdi olmaz." Deyip kapıyı bir kez daha çektim. O sırada canım yandığı için gözlerim doldu. Sinirle duvara vurdum. Şimdiye kadar çoktan gitmiştir adam. Bunun bilincinde olmak daha çok sinirlenmeme neden olurken açtığım kapıdan girdim. Girer girmez de dengemi kaybettim. Düşecek gibi oldum. Sinirlenip bir kez daha duvara vurdum, göz yaşlarım akmaya başladı. Ta ki üst kattan gelen bağırma seslerini duyana kadar. Doğruldum, derin derin nefes alıp dişlerimi sıktım. Kendimi biraz daha toparladıktan sonra duvardan destek alarak merdivenleri çıktım. Kaburgalarımın acısı bir yana dursun başım da ağrımaya başlamıştı. "VER LAN SİLAHINI!" Bu Ateş'in sesiydi. Yakalamış mıydı yani adamı? Bir elim karnımın üzerinde bir elim duvarda merdivenleri çıktım, bir üst kata ulaştığımda kapının yanında yerde oturan adamı ve onun başında duran Ateş'i gördüm. Nasıl anlamıştı onu kovaladığımı? Nasıl buraya girdiğini fark edip benden önce davranmıştı? Ben düşünmeye devam ederken Ateş adamın elinden silahını aldı, kapüşonunu indirdi. Dikkatle yüzüne baktım, daha önce görmediğim birisiydi. Bunun o katil olup olmadığını anlamam için de tek bir kelime etmesi yeterli olacaktı. "KİMSİN LAN SEN?" Ateş bağırdı, son kalan birkaç merdiveni de çıktım, Ateş'in gözleri beni buldu. "İyi misin?" Diye sorunca başımı sallamakla yetindim, yerdeki adama baktım. Tanıdığım birini görmeyi beklerken hiç tanımadığım birisi karşımda duruyordu. Bu benim için iyi bir şey mi değil mi diye sorgularken odadan çıkarken elinde gördüğüm, şu an yerde duran paketi aldım. Telaşla paketi açıp içinde pansuman malzemeleri olduğunu gördüm. Uyuşturucu iğneye kadar vardı. Gözlerimi paketten çekip adama baktım. "Niye aldın bunları?" Merakla sordum, gözleri beni buldu, sessiz kaldı. "Konuşsana! Kimin için çaldın bunları? Kimsin sen?" Tek bir kelime etmesini bekledim. Şu an bana küfür etmesine bile razıyım ama yine sessiz kaldı. "Cevap versene lan!" Ateş araya girdi, yerdekine dikkatle baktım. Kovalarken onun o katil olduğunu düşünüyordum ama şu an o değilmiş gibi geliyor. Bu kadar kolay yakalanması mümkün değil gibiydi "Sen miydin o anonsu yapan? Başka biri de var mıydı yanında?" Ateş sorularını sorarken adam derin bir nefes aldı ve sonunda konuştu. "Başka biri her zaman vardır." Dediği an sıkıntıyla ofladım, Ateş'e baktım. "Bu o değil." Gözleri beni buldu, o adamın sesi kulaklarımda hâlâ yankılanmaya devam ediyordu ve o sesle bu ses aynı kişiye ait değil. "Onun için çalışıyor olabilir ama o değil." Ateş bunu nasıl anladın der gibi bakarken kısa bir açıklama yaptı. "Sesleri farklı." Dediğimde adam yeniden konuştu. "Beni tutuklamanız için hiçbir sebep yok. Tutuklasanız bile alacağım tek ceza hastaneden şunları çaldığım için olacak." Deyip elimdeki paketi gösterince alayla gülüp Ateş'e verdiği silahı gösterdim. "Silah taşıman da bir suç. O silahı hastenede sıkman daha büyük bir suç. Bunlar bile seni tutuklamamız için yeterli bir sebep." Güldü. "Ruhsatı var o silahın, devletten izni var yani. Ayrıca o silah sesleri benim silahımdan çıkmadı. Bunu kamera kayıtlarını incelediğinizde de anlayacaksınız ve beni kendi ellerinizle yeniden serbest bırakacaksınız." Göz ucuyla Ateş'e baktığımda fazla öfkeli olduğunu gördüm. "O katil için çalışıyorsun, bu yüzden bırakmam seni! Bir şeyler söyleyene kadar..." Sözümü kesti. "Önce bunu ispatlaman gerekiyor. Bir katil için çalıştığımı ispatladıktan sonra beni bu yüzden sorguya alabilirsin. Şimdi alsan bile sadece hırsızlık suçundan savcılığa göndermek dışında hiçbir şey yapamayacaksım." Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalışıyordum ama adam karşıma geçmiş benimle açıkça alay ederken bu pek mümkün olmadı. "İkimiz de çok iyi biliyoruz ki onun için çalışıyorsun!" Sinir bozucu bir şekilde güldü. "Komiser hanım dediğim gibi önce bunu ispat etmeniz gerekiyor. Siz de işler böyle yürüyordu bildiğim kadarıyla." Dediği an kendimi tutamayıp tekme attım, dizini tuttu, yüzünü buruşturdu ama sesini çıkarmadı. Ona vurmak benim de canımı acıtırken Ateş yanıma geldi sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuştu. "Karakola götürmeyelim." Dediği an kaşlarımı çattım, devam etti. "Ben onu konuştururum." Bakışlarım sertleşti. "Saçmalama!" Deyip adama döndüm, kolumdan tutup yeniden kendisine bakmamı sağladıktan sonra konuştu. "Adam doğru söylüyor! Eğer karakola götürürsek kendi ellerimizle yeniden bırakacağız! Bırak halledeyim!" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Olmaz! Polisim ben! Senin aksine gerçek bir polisim hem de! Karşıma geçmiş ne diyorsun bana?" Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, gözleri yeniden beni bulduğunda konuştu. "Mira söz veriyorum hiçbir şey yapmayacağım adama, öldürmeyeceğim! Hatta yaralamayacağım bile! İzin ver, bu fırsatı kaçırmayalım. O adama ulaşmak için tek yolumuz bu adam!" Adama doğru baktım, yüzündeki alaylı ifadeyi görmek sinirimi bozdu. Az önce söylediği her şeyde haklıydı. Bu şekilde karakola götürülse bile hırsızlık suçundan yargılanacak sadece ve sonra ortadan kaybolup gidecek. Ya gerçekten son fırsatımız bu adamsa? "Mira iyi düşün, kararını ver. Unutma; bu adam son şansımız!" Gözlerimi yeniden Ateş'e çevirdim. "Kötü hiçbir şey yapmak yok! Öldürmeyecek, yaralamayacaksın! Sadece konuşturmaya çalışacaksın." Başını salladı. "Söz veriyorum." Gözlerimi ikisinden de çekip yere çevirdim. Bu yaptığım tamamen saçmalık. Böyle bir şeye razı olduğuma inanamıyorum ama başka çarem yoktu. "Nereye istersen götür o zaman." Dediğimde ellerimi yumruk yapmıştım. Ateş cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı, buraya gelmesini söylerken suç işlediğimin farkına vardım. Ben şu an gerçekten suç işliyorum. Ciddi ciddi onun suçuna ortak oluyorum. Bunu yaptığım için kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim. "Sen iyi olduğuna emin misin?" Gözlerim yeniden Ateş'i buldu, iyi değilim demek yerine başımı salladım. Oysa az önceki küçük aksiyonum yüzünden canım çok yanıyordu. "Şunu alsınlar buradan, annenin yanına gidelim. Çok merak etmiştir seni." Yine sadece başımı salladım. Elini uzattı. "O silahı da ver artık bana." Tutacak gücüm olmadığı için silahı verdim, beline yerleştirirken konuştu. "Nereden buldun sen aniden bunu?" Yerdeki adama bakarken konuştum. "Güvenlikten aldım, giderken versek iyi olur." Sesimin çatallanmasına engel olamadım. "Veririz." "Ver o zaman!" Kaşlarını çattı. "Kızım sen şimdi bana niye sinirlendin? Sorduk tamam dedin işte! Habersiz bir şey mi yaptım?" "Sinirlenmedim ben!" Tek kaşı kalktı. "Bu sinirlenmemiş hâlin mi?" Başımı salladım. "Evet bu sinirlenmemiş hâlim!" İç çekti. "İyi, öyle olsun!" Konuşmaya devam ettim. "Niye gelmedi adam daha? Yakalanmadan götürün şunu artık!" Ateş şaşırdı. "Yakalanmak? Kime yakalanacağız?" Soğuk soğuk terlemeye başlamıştım. Fazlasıyla gergin olduğum için nefes alamıyormuş gibi hissediyorum. "Bilmem yakalanırız birine, suç işliyoruz sonuçta. Götürün bunu bir an önce. Eğer yakalanırsak..." Ateş sözümü kesti. "Kimse bunun peşinde olduğumuzu bilmiyordu, sakin ol. Biraz sonra çıkacağız buradan." Derin bir nefes aldım. Kendimi azılı bir suçlu gibi hissediyorum. "Çıkacağız, doğru çıkacağız. Bir suçlu olarak çıkacağız buradan. Bunu yaptığıma inanamıyorum. Sana ayak uydurduğuma inanamıyorum." "Mira..." Sözünü kestim. "Bana sakın sakin ol deme! Boş ver adamı falan al sen götür bunu! Ben de annemin yanına gideceğim!" Konuşmak için dudaklarını araladı ama engel oldum. "Çok ciddiyim ben! Hadi dediğimi yap! Annemi görürsen Mira lavaboya gitmiş yavaş yavaş geliyor de. Ben size ancak yetiştirim." Şaşkınca durup baktı sadece. "Ateş hadi!" Dişlerimin arasından konuştum. Diz çöktürdüğü adamı kolundan tutup kaldırırken konuştu. "Çok gerginsin, fazla abartıyorsun." Söylediklerini duymamazlıktan geldim. Yanında durduğumuz kapıyı açtı, adamı kolundan çekiştirip koridora geçerken ben de peşinden çıktım. Onlar önde benden hızlı giderlerken yetişmeye çalışmak yerine bulduğum ilk yere oturdum. Ateş ve adam gözden kaybolurken cebimdeki telefonu çıkardım, açtım. Telefon açılırken etrafa bakındım. İnsanlar az öncekinin aksine daha sakindi. Etrafta güvenlikler ve polisler vardı. Silah sesinin nedenini bulmaya çalışıyorlardı. Gözlerimi telefona çevirdiğimde açıldığını gördüm. Eş zamanlı olarak ekranda tek bir cevapsız çağrı belirdi. Bir kez daha etrafa bakınıp kimse olmadığından emin olduktan sonra aynı numarayı aradım. Sanki bunu yapmamı bekliyormuş gibi anında aramaya yanıt verdi. "Güzel bir oyun oldu değil mi?" Sesi alaylı çıktı, cevap vermedim. "Anladım, sanırım senin çok hoşuna gitmedi bu oyun." Derin bir nefes aldım ve doğrudan sordum. "Neden ben?" Sesim tahmin ettiğimden berbat çıkmıştı. Gözlerim doldu, yanımda kimse olmadığı için bunu saklama ihtiyacında bulunmadım. "Benimle neden uğraşıyorsun? Kimsin, ne yaptım sana? Tek suçum diğerlerinin inandığı oyunlarına inanmıyor oluşum mu?" İsyan edercesine konuştum ama cevap vermedi. "Cevap ver bana! Sana ne yaptım? Peşinde o kadar polis varken neden benimle uğraşıyorsun?" Yine sessiz kaldı, dinlediğini bildiğim için devam ettim. "Ateş'in Ateş olduğunu bile belki de senin sayende öğrenmişimdir. Azra'yı ve onun gibi esir tutulan insanları senin sayende kurtardım. Her şeyin farkına varmama sen neden oldun. Başta bana yardım ediyorsun zanettim ama şimdi benim de canımı yakmaya çalışıyorsun. Bir derdin olmalı, benimle özel bir derdin olmalı." Yine sustu. "Takıntılı bir sevgi falan besliyorsun desem Ateş'e yakın olmamı, onun sevgisini kullanarak onu kandırmamı istemezdin benden. Eski olaylardan birinden bana takık, intikam almak isteyen birisisin desem daha önce senin gibi bir psikopatla hiç uğraşmadım. Şimdi söyle bana benimle ne derdin var? Tüm bunları neden yapıyorsun?" "Tüm bunları senin için yaptığımı da nereden çıkardın?" Bıkkınca ofladım. "Şu an bile benimle konuşuyor olman benim için yeterli bir sebep. Başkasıyla değil benimle konuşuyorsun. Kimsin sen? Ne istiyorsun benden?" Anında yanıtladı. "Senden hiçbir şey istemiyorum." Kaşlarımı çattım, devam etti. "Hiçbir zaman da istemeyeceğim. Emin ol seninle hiçbir derdim yok." "O zaman Ateş'le var. Onu tanıyorsun ve onun canını yakmak istiyorsun. Tüm bunları da onun için yapıyor olmalısın. Onun canını yakmak için. Beni sevdiğini bildiğin için de bunu benimle yapmaya çalışıyorsun. Sen onu hayal kırıklığına uğratamadın senin aracılığınla benim onu hayal kırıklığına uğratmamı bekliyorsun." Sessiz kaldı. "Seni çok üzmüş olmalı, sana kötü bir şey yapmış olmalı. Yoksa ondan neden bu kadar nefret edesin değil mi?" Tam beklediğim gibi yine cevap vermedi. Sanırım doğru tahminlerde bulunuyordum. "Yoksa bu konuştuğum kişi de senin bir maşan mı? Sesini tanımayayım diye söylemek istediklerini bir erkeğe söyletiyor olabilirsin. Senin kadın olduğunu düşünmeye başladım. Şu an bana cevap verecek olan kişi de sen değil senin bir maşan olabilir. Senin söylediklerini bana söyleyen bir maşa." Ve yine cevap gelmedi "Eğer tahminlerim doğruysa ve muhtemelen bir kadınsan onu seviyor olabilirsin. Sevgine karşılık mı vermedi? Ya da verdi de sonra terk mi etti? Her ikisi de bunları yapman için geçerli bir sebep değil ama yine de..." Sözümü kesti. "Saçmalıyorsun. Sence tüm bunları kıskançlık duygusu için mi yapıyorum? Şu an gerçekten benimle konuşuyorsun, başka kimseyle değil. Hâlâ buna inanmıyor olmak senin sorunun ama..." Deyip sustu, merakla devam etmesini bekledim. "Ama bir gün inanmak zorunda kalacaksın Mira Aksoylu." "Ne zevki uğruna insanları öldüren bir katile ne de sahte polislik yapan bir adama asla inanmam. Sana inanmamı bekleme boşuna! Hiçbir zaman böyle bir şey olmayacak!" "Bu yüzden mi dediklerimi yapmaya başladın?" Neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken devam etti. "O adamı karakola götürmek yerine Ateş'in götürmesine izin verdin. Ateş'i yanından kovmak yerine dün geceden beri hiç ayrılmadınız. İstemeden de olsa benim istediklerimi yapıyorsun Mira." Müzipçe güldüm, tam da istediğim şeyi düşünmeye başlamıştı. Beni de maşa olarak kullanbileceğini düşüneceği o ana kadar da yaptığım şeyleri yapmaya devam etmem gerekiyordu. "Seninle işimiz uzun Mira Aksoylu. İşimiz de yolumuz da uzun. O yolun sonunda bizi neler beklediğini de bir tek ben biliyorum. Daha sonra görüşmek üzere mavi gözlü kız." Dedi ve telefonu yüzüme kapattı, kaşlarımı çattım. Mavi gözlü kız. Bu bana nereden tanıdık geliyor? Sanki çok daha önceden de duymuş gibiyim ama bir türlü kimin bana böyle hitap ettiğini hatırlayamıyorum. Gözlerimi elimdeki telefona çevirip yeniden aramasın diye kapattım, cebime koydum. O sırada ileriden gelen annemi gördüm, endişeyle bana doğru koşuyordu. Onu bu duruma düşürdüğüm için kendime kızarken yanıma ulaştı. "Mira! Kızım iyi misin? Sana beni bekle demedim mi? Nereye kayboldun öyle aniden?" Dedi gözleri endişeyle üzerimde gezinirken. Elini tutup ondan destek alarak ayağa kalktım, konuştum. "İyiyim, anne. Sadece tuvalete gitmem gerekti, gittim. Yürürken yorulunca da oturdum işte buraya." Başını salladı, koluma girdi. "Peki, hadi gidelim bir an önce buradan. Çok karışık hastane, çıksak iyi olacak." Gözlerimle onu onayladım, az önce koşturup duran ben değilmişim gibi ondan destek alarak yürüdüm. "Babanı yine aradım ama açmadı telefonunu. Nerede bu adam geceden beri?" Annemin sorusuyla kendimi kötü hisettim, ne diyeceğimi bilemedim. "Bilmem." Diyebildim bir tek, annem babama ulaşmak için Tufan amcası falan aramaktan bahsederken yapma deyip ona engel olmadım. Belki ben ona söylemek zorunda kalmadan o kendisi her şeyin farkına varırdı. Hasteneden çıktık, Ateş kapıda bizi bekliyordu. Çıktığımızı görünce yanımıza geldi, annem arabaya binerken o da benim binmeme yardımcı oldu, daha sonra kendisi de öne geçip şoför koltuğuna oturdu, annem de önde oturduğu için arka koltuğa rahatça yayıldım. "Sen de geceden beri bizimle uğraşıyorsun oğlum, çok yoruldun." Annemin söylediği şeyle Ateş'in gözleri dikiz aynasından beni buldu. "Yorulmadım ben, sizinle olmasam içim rahat etmez, aklım kalırdı." Dikiz aynasından gözlerimin içine bakarak söyledi, gözlerimi kaçırdım, yola baktım. En son arabaya bindiğimde yaptığım kaza aklıma gelince gözlerim doldu. Sanırım hayatım boyunca o anı asla unutamayacağım diye düşünürken Ateş konuştu. "Doktor 2 gün sonra mutlaka muayene için çağırdı. O zamana kadar da kendini yormasın dedi." Annemle konuştuğu için ben sessiz kalırken annem konuştu. "Merak etme böyle bir şeye asla izin vermem, yataktan bile çıkmayacak. Bu arada sen de bizi bıraktıktan sonra istersen evine git biraz dinlen ama sonra akşam yemeğe gel, mutlaka. Sana bugün kendi ellerimle yemek yapacağım." Şaşkınca anneme baktım. Sanırım Ateş'i gereğinden fazla sevmişti. "Çok isterdim ama maalesef akşam işlerim var. Erteleyebileceğim şeyler de değil. Üzgünüm ama gelemem." Gözlerim Ateş'i buldu. Muhtemelen akşam o adamı konuşturmak için uğraşacaktı. Ben de orada olmak istiyorum. O adama bir şey yapmasına izin veremem. Konuşurken de onunla olmam lazım ki benden bir şey gizleyemesin. Ama annemi atlatıp nasıl gideceğim ki onunla? Annem ve Ateş yemek davetini sonraya erteleyip aralarında konuşmaya devam ederken sadece onları dinlemekle yetindim. Aklımda hâlâ o katil vardı. Bu kadar psikopatça davranan bir adamla nasıl uğraşacağım ben? Güzel bir plan yapmam lazım ama aklım o kadar karışık ki konuya odaklanamıyorum bile. Sanki düşündükçe altından başka şeyler çıkıyormuş gibi hissediyorum. Kazdıkça yeni şeylerle karşılıyorum ve bu beni çok korkutuyor. Dedemin evine gelince düşüncelerimden sıyrıldım. Annem eğer iş düşündüğümü fark ederse muhtmelen bu hâlde bile hâlâ mı diye saatlerce söylenir dururdu. Bu yüzden düşünmeyi bile gizli yapmam gerekiyordu artık. Annemin yardımıyla arabadan indim. O sırada Ateş'te arabadan inip yanıma doğru geldi. Annem koluma girerken Ateş konuştu. "Gideyim artık, bir şeye ihtiyacınız olursa mutlaka arayın beni." Dedi ve bana döndü. "Yarın seni görmeye geleceğim." Başımı salladım, koluma giren anneme baktım. "Anne bize biraz izin verir misin? Ateş..." Deyip sustum, dudaklarımı ısırdım ve düzelttim. "Barış'la konuşmam gereken bir şey var." Annem başını sallayıp yanımdan uzaklaşırken Ateş konuştu. "Şu isim konusuna alışsan iyi olacak bence. Başka birinin yanında söylersen bu kadar çabuk çeviremeyebilirsin." Başımı salladım. "Daha çok dikkat edeceğim." Dedim ve anneme baktım, yeterince uzaklaştığını görünce yeniden Ateş'e döndüm. "Akşam beni buradan al." Şaşırdı. "Anlamadım?" "Anlamayacak bir şey yok! O adamla konuşurken ben de yanında olmak istiyorum. Bir şey söyleyecekse ben de bilmek istiyorum." "Mira..." Ne söyleyeceğini bildiğim için sözünü kestim. "Sen de bana söylersin biliyorum ama yine de orada olmak istiyorum. Akşam 9'da arka tarafta ormanlık alanda bekliyor olacağım. Birilerini gönder beni oradan aldır ya da kendin gel. Erken olursa daha iyi olur. Çıkar çıkmaz kaçarız." "Sen ciddi misin?" Şaşkınca sordu, başımı salladım. "Çok ciddiyim, akşam ben de orada olacağım. Annemleri atlatırım bir şekilde, dediğim gibi birilerini gönder ya da gel, yeter. Hadi gittim ben." Deyip eve yöneldim, fakat sadece birkaç adım atmışken durup yeniden ona döndüm ve elimden geldiği kadar samimi görünmeye çalışıp gülümsedim. "Her şey için, yanımda olduğun için, yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim." Dediğimde o da gülümsedi, başka bir şey söylemeyip eve doğru yürüdüm, büyük kapıdan girmeden önce durup yeniden ona döndüm. Hâlâ aynı yerde durduğunu, bana baktığını görünce istemsizce elim kalktı, el salladım. Ateş buna şaşırıp sadece başıyla selam verir gibi bir hareket yaparken önüme dönüp eve girdim. Beni görmeyeceği bir yerde durup başıma yavaşça bir tane vurdum. "Aptal! El sallamak ne ya? Salak, rezil ettin kendini!" Kendi kendime kızıp geniş koridorda ilerledim, büyük salona ulaştım. Teyzem beni görür görmez ayağa kalkıp hızla yanıma geldi. "Ay benim güzel yeğenim mi gelmiş?" Dedi ve yanıma gelip sımsıkı sarıldı, gülümseyip ellerimi beline doladım, daha kısık bir sesle kulağıma fısıldadı. "Pencereden seninkini gördüm, bayağı yakışıklıymış. Aferin kız sana." Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti, teyzem geri çekilip yüzüme baktı ve daha yüksek bir ses tonuyla konuştu. "Çok özledim seni güzel yeğenim." Dedi ve bir kez daha sarılıp diğer kulağıma fısıldadı. "Annen biliyor mu?" Gülmemek için kendimi zor tuttum. "Bilmesi gereken bir şey yok teyze." "Eminim öyledir." Deyip yine geri çekildi, koluma girdi. "Hadi gel ayakta durma." Dedi ve salona götürdü, koltuğa oturtup kendisi de yanıma oturdu. Annem gülümseyerek bize bakarken teyzem konuştu. "Sabahtan beri evde senin gelmenin telaşı var. Deden odanı hazırlattı, sevdiğin yemekleri yaptırdı, rahat et diye kıyafetlerini bile getirtti. Anlayacağın çalışanlar bir türlü durmak bilmedi. Artık kalırsın şöyle birkaç hafta." Gülüp başımı salladım. "Merak etmeyin çok uzun süre buradayım." Deyip anneme baktım ve ekledim. "Daha doğrusu buradayız." Annem beni onaylarken onu babamdan uzaklaştırmış olmak hoşuma gitti. Yavaş yavaş her şey düzelecek bu sayede. "Dedem nerede?" Diye sordum, bir an önce onunla konuşmam lazımdı. "Çalışma odasında, gelir şimdi. Görmedi sanırım sizin geldiğinizi. Dur bizim kızlara söyleyeyim de haber versinler geldiğinizi." Diyen teyzeme bakıp hemen itiraz ettim. "Hayır, ben çıkarım yanına." Deyip koltuktan destek alıp ayağa kalktım. "Madem hâlâ görmedi benim geldiğimi, minik bir sürpriz yapayım." Dedim ve yanlarından uzaklaştım, dedemin çalışma odasına doğru yürüdüm. Neyse ki oda üst katta değildi de bir de merdivenle uğraşmayacağım. Annemlerin peşimden gelmemesi işime gelirken dedemin çalışma odasının önünde durdum kapıya birkaç kez vurdum. "Gel." Sesini duyar duymaz kapıyı araladım, başımı içeriye uzattım. "Ben geldim." Sesim sandığımdan daha keyifli çıkarken gözleri beni buldu. "Benim güzel kızım gelmiş." Dedi dedem ve ayağa kalktı, odaya girip yanına gittim, sımsıkı sarıldım. O da aynı şekilde beni sarıp sarmalarken saçlarımdan öptü. "Yanına gelmeme izin vermediler. İyi ki de sen geldin buraya. Aklım sendeydi." Deyince geri çekildim. "Sen de hastasın dede, o yüzden izin vermemişler. Hem artık uzun bir süre burada seninleyim." Güldü. "İşte bu günün en güzel haberi." Deyince ben de güldüm ama buruk bir şekilde. "İyi misin sen? Niye canın sıkkın gibi?" Kapıya doğru bakıp kimse olmadığından emin olduktan sonra ona döndüm. "Seninle çok önemli bir şey konuşmam lazım. Biliyorum daha yeni geldim ama erteleyebileceğim bir konu değil." Masanın önündeki koltuğu gösterdi. "Otur bakalım şuraya neymiş canını sıkan şey öğrenelim." Dedi ve odanın kapısını kapattı, gösterdiği yere oturdum. Kendisi de karşıma oturdu. "Anlat bakalım, dinliyorum seni." Dudaklarımı ısırdım, ona anlatmaktan başka şansım yoktu. "Hadi kızım, korkma, anlat bana." Derin bir nefes aldım ve cesaretimi toplayarak konuştum. "Buraya geldim, annemi de getirdim ve bir daha geri dönmek istemiyorum." Dedem şaşırdı. "Ne demek şimdi bu?" "Burada yaşayalım, annem yeniden bu eve alışsın istiyorum." Kaşlarını çattı. "Mira hiçbir şey anlamıyorum. Burada kalmak istiyorsan tabii ki kalabilirsin. Annen de kalabilir. Burası sizin eviniz. Sadece şu an bunu neden söylüyorsun anlayamadım." Yutkundum, boğazımda oluşan yumrudan kurtularak konuştum. "Babam..." Deyip sustum, gözlerim doldu. Bunu söylemek çok zordu ama dedemden başka hiç kimseye de söyleyemem bunu. Bu yüzden konuştum. "Annemi aldatıyor." Dediğim an dedemin gözleri öfkeyle doldu, ayağa kalktı. "NE!" Bağırırken hızla ben de ayağa kalkıp yanına gittim, bağırmasına engel oldum. "Dede lütfen bağırma, annem duyacak." Göz ucuyla kapıya doğru bakıp bana döndü. "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Ne dediğinin farkında mısın?" Başımı salladım. "Farkındayım dede ve söylediklerim doğru. Babam annemi aldatıyor. Annemin hiçbir şeyden haberi yok. Ben, bir şekilde fark ettim işte ve eminim doğru olduğundan. Annemi kurtarmamız lazım. Senden başka anlatacak hiç kimsem olmadığı için sana anlattım." Derin derin nefes almaya başladı, kolundan tutup kalktığı yere yeniden oturttum. Oturduğu sandalyenin hemen önündeki sehpaya da ben oturup konuşmaya devam ettim. "Annemin durumunu sen de çok iyi biliyorsun. Sana yaptığım gibi gidip her şeyi ona böyle anlatamam ama el birliğiyle bunu yapabiliriz. Lütfen sakin ol ve bana yardım et dede. Senden başka hiç kimsem yok." Gömleğinin birkaç düğmesini açtı, sakinleşmeye çalıştı. Masanın üzerinde duran suyu alıp uzattım, birkaç yudum içtikten sonra konuştu. "Sen bunu nasıl öğrendin? Belki de yanlış falan anlamışsındır." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Yanlış anlamadım dede çok eminim. Zaten emin olmasam gelip buraya babam hakkında böyle şeyler söyler miyim?" Durup yüzüme baktı sadece, sessiz kaldı. "Annem abimin ölümünden sonra kendini toplayamadı, ne yaptığını sen de çok iyi biliyorsun. Yine aynı şeylerin olmasını göze alamam, annemi kaybedemem." Dedemin öfkesi biraz daha arttı. "Kızımın o adam yüzünden kendine bir şey yapmasına asla izin vermem! O aptallığı bir kere yaptı bir daha yapamaz!" Gözümden akan bir damla göz yaşını sildim, dedem konuştu. "Buraya kadar gelip bunları anlattığına göre bir planın da olmalı. Anlat bakayım; ne yapmayı düşünüyorsun?" "Annemin doktoruyla konuşacaktım ama o gün kaza geçirdim, gidemedim. Onunla benim yerime sen konuş, ben annemin yüzüne muhtemelen evden bile çıkamam. Ne yapmamız gerektiğini en doğru o söyler bize." Başını salladı. "Tamam." Susmak yerine konuşmaya devam ettim. "Annem babama bağlı yaşıyor dede. Yeniden kendi hayatına dönmesi lazım. Mesela yeniden mesleğini yapmaya başlamalı." "Babana bağlı falan değil annen! Benim kızımın o adamın parasına ihtiyacı yok! Burada o adamla olduğundan çok daha iyi imkânlarda yaşar!" "Dede biliyorum paraya ihtiyacı olmadığını ama uğraştığı, ilgilendiği şeyler olmalı. Mesela burada kalırken ona burada da mutlu olduğunu hissettirmemiz lazım. O zaman sadece babamla mutlu olduğunu düşünmeyecek. Maddi bir bağımlılıktan değil manevi bağımlılıktan bahsediyorum." Başını salladı. "Elimden geleni yapacağım!" Deyip işaret parmağını doğrulttu ve devam etti. "Zamanı geldiğinde o herife de kızıma yaptığının hesabını soracağım!" Cevap vermemeyi tercih ettim, başımı eğip dolu gözlerimi saklamaya çalışırken dedem yüzüme dokundu. "Tamam kızım, üzülme sen. En doğrusunu yapıyorsun şu an. Çocukca davranmıyorsun hiç değilse. Annen için en iyisine karar vermişsin, seninle gurur duyuyorum." Deyince yerdeki başımı kaldırıp ona baktım, buruk bir tebessüm ettim. "Sadece annemin mutlu olmasını istiyorum." Elimi tuttu. "Olacak, söz veriyorum en kısa zamanda her şey düzelecek. Şu saatten sonra her şey benim kontrolüm altında sen hiç merak etme. Ben ne yapacağımı çok iyi biliyorum." Onun annem için kötü bir şey yapamayacağını bildiğimden dolayı ne yapacaksın diye sormadım bile. Zaten bu yüzden buraya gelip her şeyi anlatmıştım ya. O yapılacak en doğru şeyi yapacaktır. "Şimdi sen bunları düşünüp kendini üzme, önce iyileşmene bak." Deyip ayağa kalktı. "Hadi kalkl bakayım gidip yemeğimizi yiyelim. Şu senin burada da mutlu olduğunu hissetmesi gerekiyor planını da devreye sokarız." Güldüm, başımı salladım. "Olur." Dediğimde koluma girdi. Üzüldüğümü belli etmemeye çalıştım ama üzülmemem mümkün değildi ki. Babam annemi aldatıyordu ve ben de annemi boşanmaya hazırlıyordum. Bu benim için çok ağır. Hatta bu herkes için çok ağır bir duygu olmalı. "Aslında..." Dedi dedem ve sustu, meraklı gözlerimi ona çevirdim, devam etti. "O babanı da hiç sevmezdim zaten. Annenin onu boşayacak olmasına hiç üzülmedim." Kaşlarımı çattım. "Dede!" Sesim uyarır gibi çıkınca önüne döndü. "Tamam tamam bir şey demedim." Dediğinde kol kola odasından çıkmıştık. "Senin bu gözündeki şişlik ne zaman inecekmiş, çok kötü görünüyor." Sıkıntıyı oflayıp cevap verdim. "En az 1 ay dedi doktor." Dikkatle gözüme bakarak konuştu. "Görüyor musun sen şimdi onunla?" Gülmemek için kendimi tutarak konuştum. "Çok az ve bulanık." Yüzünü buruşturdu, bir kez daha kaşlarımı çattım. "Yoksa çirkin mi görünüyorum?" Önüne döndü, kem küm ettikten sonra konuştu. "Yoo." Gözlerimi kıstım, göz ucuyla bana baktı ve gülmeye başladı. "Şaka şaka hâlâ çok güzelsin." Deyince gururum okşandı, omuzlarımı dikleştirdim. "Şuna bak! Hemen de şımardı!" Omuz silktim. "Hastayım ben, şımarmak hakkım." Dedim ve koluna daha sıkı tutundum, salona ulaşmıştık. "Sonunda dedeyle torun kavuşmuş. Deden iki gündür hastaneye gelecek zorla tutuyoruz evde." Güldüm, dedeme baktım. "Şu saatten sonra bizi kimse ayıramaz artık onunla." Dediğimde dedem yerine oturdu ben de yanına oturdum. "Ne diyelim o zaman Allah muhabbettinizi bozmasın." Teyzeme gülerken annem araya girdi. "Ne konuşup gülüyordunuz öyle?" Gözlerim onu buldu, kibirli görünerek konuştum. "Dedem bu hâlde bile çok güzel olduğumu söylüyordu." Dedem şaşkınca bana bakarken annem ve teyzem gülmeye başladılar, ben de onlara eşlik ettim. Bir süre oturup muhabbet ettik. Daha sonra masaya geçip öğlen yemeğimizi yedik. Neredeyse herkes tek tek ısrar ettiği için kapasitemin çok üstünde yemek yemiş masadan zorlukla kalkmıştım. Yemekten sonra ilaçlarımı aldım, annem ve teyzem dışarıda işleri olduğunu söyleyip giderlerken dedem de annemin doktoruyla konuşmak için evden çıktı, yalnız kaldım. Tüm gece uyumayacağımı bildiğim için evde yalnız kalmayı fırsat bilip benim için hazırlanan odaya gittim, zaten üzerimde eşofmanlarım olduğu için doğrudan yatağa girdim. O sırada cebimdeki telefonun varlığını hissedip cebimden çıkardım. Açmak istemeyip odaya birinin girme ihtimaline karşı telefonu yastığın altına sakladım, yorganımı üzerime çektim ve günlerin yorgunluğuyla uykuya daldım. ***** Acıyan başımı ovaladım, yüzümü buruşturup odadan çıktım. Neredeyse akşam olmuştu, bu saate kadar ancak uyanabilmiştim. Ve sanırım bir an önce bir şeyler yapıp bu evden çıkmam lazım çünkü muhtemelen Ateş gönder dediğim adamları göndermiştir. "Mira'nın yanında konuşmak istemiyorum ama hâlâ çok korkuyorum." Annemin sesiyle duraksadım, salona gitmek yerine durup dinledim. "5 gün ortada yoktu bu kız! Şimdi de hiçbir şey hatırlamıyor! Korkmamak elde mi? Ne geldi o 5 gün içinde bu kızın başına? Neredeydi, ne yapıyordu? Aklım almıyor bir türlü!" Annemi korkuttuğum için kendime kızarken teyzem konuştu. "Sedat abi bulur bir şeyler. Neler olduğunu o zaman anlarız. Adam gece gündüz demeden bunun için çalışıyor. İlla bulacak sonunda bir şeyler." Göz devirdim, muhtemelen babamın aklına dahi gelmiyorumdur. O sevgilisiyle ilgileniyordur. "İnşallah bulur bir şeyler de bunu kim yaptı ortaya çıkar! 5 gündür bu kız kimin yanındaysa bizzat kendim göndereceğim onu parmaklıkların arkasına!" Annemin söylediği şeyle yüzümde anlamsız bir gülümseme oluştu. "Ablacığım yoksa yeniden işe mi dönüyorsun?" Teyzemin sorusuyla merakla annemin vereceği cevabı bekledim. "Hiç bırakmamıştım ki zaten, ara vermiştim sadece. Bu da bahanesi oldu, bunu yapan pislik bir ortaya çıksın Mira'nın avukatlığını ben yapacağım." Kendi kendime sessizce gülmeye başladım. İşte tam da istediğim şey oluyordu. Duyduğum şeyin mutluluğuyla salona gittim, beni fark etmeleri için selam verdim. Hepsinin gözü beni bulurken keyifle annemin yanına oturdum. Ben gelince konuyu değiştirmişlerdi ben de hiçbir şey duymamış gibi onlara ayak uydurdum, daha sonra bir an önce yemek yiyip yeniden odama dönmek için aç olmadığım hâlde acıktım deyip erkenden herkesi yemek masasına topladım. Annem tüm gece beni rahat bıraksın diye bol bol yemek yedim, odaya gelmesin diye de gözlerinin önünde ilaçlarımı içtim. Bugün teyzemle dışarıya çıktıklarında aldıkları kıyafetlere bakıp biraz daha onlarla vakit geçirdikten sonra ilaçlar uyku yapıyor diye küçük bir yalan uydurdum, lütfen rahatsız etmeyin diye de uyardıktan sonra yeniden yanlarından ayrıldım. Yaralı olduğum için üst kattan değil bu kattan bir oda ayarlanmıştı ve bu fazlasıyla işime geliyordu. Odanın önünde durup uzakta kalsa da salonu dinledim, peşimden kimsenin gelmediğinden emin olduktan sonra hızlı adımlarla arka bahçeye açılan kapıya gittim, kendimi bahçeye attım. "İşte bu kadar." Deyip rahat bir nefes aldım. Birkaç saate döneceğim zaten. Rahatsız etmeyin dediğim için muhtemelen kaldığım odanın önünden dahi geçmeyeceklerdir. Bahçedeki birkaç güvenliğe görünmeden evin arka kapısından çıktım, ev şehirden biraz uzakta olduğu için doğrudan ormana geçmiş olmuştum. Ağır adımlarla evden uzaklaştım, etrafa bakınıp araba falan görmeyi umut ettim ama hiç kimse yoktu. "Niye kimse yok ya? Gel dedim o kadar gelmedi mi?" Kendi kendime konuşup etrafa bakınmaya devam ettim. Ta ki gözlerim ağaçların arasında beni izleyen bir çift gözle buluşuncaya kadar gözlerimi etrafta gezdirdim. Ellerimi yumruk yaptım. Ateş'in gönderdiği birisi değil gibiydi. Yüzünde kar maskesi vardı. Sadece gözleri görünüyordu. Silahim olmamasına lanet ettim, adamın gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Kimdi bu şimdi? Niye hiçbir şey yapmadan durup bana bakıyor? "Bu sefer beni yakalamaya çalışmayacak mısın?" Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Bu onun sesiydi. Resmen şu anda karşımda duruyor, gözlerimin içine bakıyordu. "Ne o? Durup bakacak mısın sadece?" Etrafa bakındım. Şu an Ateş'in ya da onun yanındaki adamlardan birkaç tanesinin burada olması gerekiyordu ama hiç kimse yok. Tek başıma elimde silahım bile yokken ne yapabilirim ki? Ama yapmam gerekiyor. Böyle bir fırsatı kaçıramam. "Bence peşimden geleceksin." Dedi ve arkasını döndü, koşmak yerine yürümeye başladı. Ah şu an elimde bir silah falan olsaydı! İşte o zaman her şey çok daha güzel olacaktı. Acaba bahçedeki güvenliklerden yardım mı istesem? "Korkma, seni öldürmek gibi bir amacım yok! Bunu yapmak isteseydim 5 gün boyunca yanımdayken yapardım." Ormanın içine doğru yürürken konuştu. Ne yapacağım şimdi? Arkasını dönüp gitmesine izin mi vereceğim? Ayaklarım istemsizce ona doğru gitti. Ona karşı kullanacağım hiçbir şeyim olmadığı için korkak adımlar attım ama yine de attım. Arkasının dönük olmasını da fırsat bilip yerden büyük bir taş aldım. Şu an uzakta ve giderek daha da uzaklaşıyor ama yine de lazım olabilir. "Niye çıktın karşıma?" Diye sordum, bana döndü, gözlerinden başka hiçbir yeri görünmüyordu. Elinde bile eldivenleri vardı. Gözleri benim üzerimdeyken geri geri yürüdü, uzaklaşmaya devam etti. Ben de ona doğru yürümeye. "İnan diye." Kaşlarımı çattım, şu an ormanın ortasında seri katille konuşuyor olduğuma inanamıyorum. "Sana inanmam neden senin için bu kadar önemli?" Geri geri yürümeye devam etti. Keşke ayağı bir şeye takılıp yere falan düşse de saldırabilsem. "Bunun cevabını sadece kendime verebilirim sana değil." Ona doğru yürümeye devam ettim. İkimizin sesi dışında duyulan tek şey bastığımız çalıların çıkardığı seslerdi. "Seni tanıyorum değil mi?" Ellerini iki yana açtı. "Belki de." Sinirlerimi bozuyordu. Keşke şu an silahım olsaydı elimde. "Sana en başında da söyledim Mira Aksoylu." Dedi ve ellerini bir kez daha yana açarak konuştu. "Olduğun her yerde göremeyeceğin tek yerdeyim!" Aynı cümleyi bize mesaj attığı zamanlarda da kurmuştu. "Bundan sonra da hep böyle olmaya devam edecek." Dedi ve durdu, istemsizce ben de durdum. "Şimdi asıl konumuz benim buraya neden geldiğim!" Deyip etrafa bakındı, gözleri yeniden beni buldu ve elini kaldırıp beni gösterdi. "Seni öldürmeyeceğim!" Diye yineledi, alaylı bir ses tonuyla ekledi. "Sadece sınırlarını ölçmek istiyorum." Ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken ellerini arkasında birleştirdi. "Bakalım Mira Aksoylu neler yapabiliyor." Dediğinde arkamda birinin varlığını hissettim, telaşla arkama dönecekken birisi elini ağzıma bastırdı, çığlık atmaya çalıştım ama engel oldu. Ondan kurtulmak için çırpınırken canım fazlasıyla yandı. Elini ağzıma biraz daha bastırırken elimdeki taşla arkamda olmasına rağmen ona vurmaya çalıştım, bazen vurdum ama bazen ıskaladım. Canım yandığı için göz yaşlarım akarken hareketlerimi yavaşlattım, bunu yapmamla eş zamanlı olarak arkamdaki beni ağaca yasladı, yüzüm ağaca değerken diğeri konuştu. "Çok çabuk pes ettin Mira." Gözlerim onu buldu, arkamdaki başımı tuttuğu için başımı çeviremedim, gözlerimi hareket ettirdim sadece. "Seni geberteceğim!" Canımın acısıyla dişlerimin arasından konuştum, ofladığını fark ettim. "Bu tehditler bana pek işlemiyor, bu işin sonunda kaybeden ben olursam başıma gelecek her şeye razıyım çünkü." Hiçbir şey diyemedim, arkamdaki elini biraz gevşetince hiç beklemediği bir anda elinden kurtuldum, ona döndüm ve hâlâ elimde duran taşı hiç acımadan kafasına indirdim, acıyla bağırıp yere düştü. Yerdeki bedenine baktım, o da diğeri gibi simsiyah giyinmiş, yüzünde kar maskesi vardı. "Madem yapabileceklerimi görmek istiyorsun." Deyip henüz ismini bilmediğim katile doğru döndüm ve burada olmadığını gördüm. "Ne oluyor ya?" Şaşkınca etrafa bakınırken ürktüm. Bir an önce geri dönsem iyi olacak diye düşünürken ileride bir ağacın arkasından çıktığını gördüm. "Şizofren misin sen? Ne yapmaya çalışıyorsun?" Sesim korku dolu çıktı, yerdeki adama baktım. Silahı falan olsa alacaktım ama yoktu maalesef. "Onun ben olduğuma ne çabuk inandın?" Bu ses karşımda duran adamdan değil, arkamdan gelmişti. Telaşla arkamı döndüm, aynı boyda, aynı giyinimli başka bir bir adam gördüm. Yerdeki de aynı onlara benziyordu zaten. Gözlerim üçünün arasında gidip gelirken dengemi kaybeder gibi oldum, ağaçtan tutundum. Gözlerimi kapatıp kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimi yeniden açtığımda o 3 kişinin daha da kalabalık olduğunu gördüm. "Olduğun her yerde göremeyeceğin tek yerdeyim Mira." Hangisinin konuştuğunu anlayamadım. Her yerden birisi çıkmış, çemberin içine almışlardı beni. Korkudan ellerim titrmeye başladı, derin derin nefes aldım. Kabus falan görüyor olmalıyım. "Hissediyor musun? Ben hissediyorum. Ölümü hissediyorum. İkimiz için de çok yakın gibi. Sence hangimiz önce gideceğiz?" Cevap vermedim, hepsi birbirinin aynısı bir sürü adam vardı. Hangisi o bilmiyorum, buradan gitmek istiyorum. Hayatımda ilk kez bu kadar çok korkuyorum. "Seni öldürmeyeceğim! Ama ölümü hissetmene izin vereceğim!" Diye yineledi, gözlerimi kapattım, göz yaşlarım akmaya başladı. Yanımda duran ağaca düşmemek için tutundum. Korku tüm bedenimi esir aldı. Buradan gitmek istiyorum. "Neden bir şeyler yapmıyorsun Mira? Sen bu musun?" Elimi kulaklarıma bastırıp bağırdım. "SUS!" Dediğim hâlde konuşmaya devam etti. "Öldürdüğüm insanları hatırlıyor musun? Hepsinin bileğine kendimden bir iz bıraktım. Ölmeden önceki o son hâllerini görmen gerekiyordu. O son bakışları, o çaresiz bakışları şu an senin yüzünde de var!" Kulaklarıma biraz daha baskı uyguladım. "SUS!" Bağırdım, ağacın dibine çöktüm. "Beni hiçbir zaman yakalayamayacaksınız. Hiçbir zaman atacağım adımları tahmin edemezsiniz. Daha çok kişinin canı yanacak. Canımın yandığı her gün için bir kişinin canı yanacak." Duymak istemedim, bunun için elimden geleni yaptım ama olmadı. "Bu işin sonunda en çok canı yanan kim olacak biliyor musun?" Diye sordu, göz yaşlarım hızlandı. Hiçbir şey yapamayıp sadece ağladığım için kendime kızdım. Şu an bir şeyler yapmam lazım ama bunun için gücüm yok, güçsüz olmakta korkmama neden oluyor. "Bu sorunun cevabını zamanı geldiğinde kendin vereceksin." Daha fazla dayanamadım, evden çok uzakta olmadığım için avazım çıktığı kadar bağırmaya başladım. "İMDAT!" Dediğimde ellerimi kulaklarımdan çekmedim, gözlerimi sımsıkı kapatıp üst üste bağırmaya devam ettim. "İMDAT!" Aynı şeyi defalarca kez söyledim, etrafta büyük bir hareketlilik oluştu. Gözlerimi açıp bakamadım, bilincimi kaybederken biraz daha kısık sesle de olsa bir kez daha bağırdım. "YARDIM EDİN!" Dediğimde başım yana düştü, çalıların üzerine uzandım, ağzımın içine konuştum. "Yardım edin." Bilincimi kaybederken duyduğum en son şey etrafımdakilerin koşuşturmaları olmuştu. *** Herkese merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫 Sizce ormanda Mira'ya bir şey olacak mıdır? Yeni bölüm tahminlerinizi bekliyorum.♡ Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |