@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.🍒 *** 22. BÖLÜM "SALDIRI" "İkimizde ölüme yakınız, sence önce hangimiz gidecek demiştim. Ben o sorunun cevabını biliyorum, senin de bilmeni istiyorum. Bunun için de sana bir soru sormam gerekiyor." Kaşlarımı çattım, dün gece söyledikleri bir bir aklıma gelirken her şeyi daha yeni hatırladığımın farkına varıp büyük bir merakla bir diğer mesajı da okudum. "10. Kişi olmaya hazır mısın Mira Aksoylu?" Değişen yüz ifademi toparlamaya çalıştım. Açık açık beni öldüreceğini söylüyor. Ya gerçekten amacı bu ya da hâlâ kendisine inanmam için beni korkutmaya çalışıyor. Tıpkı hastanede en yakının senden gitti deyip hiçbir şey yapmadığı gibi. "Ben bu herifin belasını sikerim!" Ateş'in söylediği şeyi duyunca ona döndüm, gözlerinin elimdeki telefonda olduğunu görüp mesajı okuduğunu anladım. "Bizim acelemiz var da çıkalım hemen." Deyip Ateş'in kolundan tuttum, dışarıya doğru çekiştirdim. Annem ve babam gitmemize engel olmazken babamın anneme söylediği şeyi duydum. "Dün tüm gece bunlarla uğraştım işte. Bir gecede 9 kişiyi öldürmüş şerefsiz herif." Ona dönmeden Ateş'i sürükleyip dışarıya çıkardım, bahçedeyken bir anda kolunu sertçe çekti Ateş. "Kızım bir dur!" Sesi fazlasıyla sinirli çıktı. Birkaç adım uzaklaştıktan sonra çekiştirdiğim için dağılan kazağını düzeltti, öfkeli gözleri beni buldu. "O herif hâlâ sana mesaj atıyor! Bundan benim neden haberim yok!" Öfkeyke sordu, cevap veremedim. "Hani birlikteydik! Hani her şeyi beraber yapıp olan bitenleri anlatacaktık! Benim niye bunlardan haberim yok!" "Ateş ben..." Sözümü kesti. "Seni öldürmekle tehdit ediyor! Kim bilir daha önce neler yazdı, neler söyledi sana ve benim hiçbir şeyden haberim yok! Bu nasıl iş birliği Mira!" Söyleyecek hiçbir şeyin olmadığı için ağzımı açıp tek kelime edemedim. "Niye susuyorsun? Cevap versene bana!" Dudaklarımı ısırdım, elimdeki telefona baktım. Buradan beni dinlediğini biliyorum daha doğrusu tahmin ediyorum ama emin gibiyim de. Bu yüzden telefon varken konuşmak istemiyorum. Zaten az önce onun söyledikleri beni yeterince sıkıntıya düşürmüştü. "Mira konuşsana!" Dişlerinin arasından tısladı. "Bir dakika." Deyip hiç beklemediği bir anda elinden onun da telefonunu çekerek aldım, koşar adımlarla yanından uzaklaştım. "MİRA NE YAPIYORSUN? NEREYE GİDİYORSUN?" Arkamdan bağırdı, cevap vermedim. Arabasına ulaştım, telefonu koltuğa attım, kapıyı da kapatıp koşarak yeniden yanına döndüm. "Ne yapıyorsun sen?" Omuz silktim, söylesem muhtemelen saçmaladığımı falan düşünecekti. "Boş ver şimdi sen benim ne yaptığımı! Biraz sakinleş ve düzgünce konuşalım!" Başıyla onayladı. "Tamam bak ben gayet sakinim şu an! Anlat şimdi ne olduğunu!" Dediğinde anlatmaya başladım. Hastanede telefonu bulduğum ilk anı, hastanedeki olan olaydan sonra onunla olan konuşmamızı sonra da dün gece bizi dinleyip dinlenmediğini öğrenmek için kurduğum oyuna kadar her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlattım. Her cümlemi hatta her kelimemi dikkatle dinledi ve duyduğu her kelimeden sonra varolan öfkesi biraz daha artmış gibiydi. "Bir şey söylemeyecek misin?" Dedim anlatacağım şeyler bittiği için ve artık bir tepki vermesi için. "Aferin sana Mira! Aferin!" Dedi ellerini kaldırıp beni alkışlayarak kaşlarımı çattım. "Ateş lütfen..." Konuşmama izin vermedi. "Bana lütfen deyip durma! Ben bana güven, sana ihanet etmeyeceğimden emin ol diye elimden gelen her şeyi yapıyorum! Sen de her seferinde benden bir şey saklayıp sürekli kendi başına hareket ediyorsun! Sonra da geçmiş karşıma ben sana güvenmiyorum diyorsun! Ben sana nasıl güveneyim Mira?" Cevap veremedim, haklıydı ama anlattığım zaman da bana inanmıyordu. Hâlâ dün gece ormanda olan şeye bile inanmıyor gibiydi. İçten içe benimle dalga geçiyormuş gibi hissettiğim için de bir şeyler anlatasım gelmiyor. Bunu anlatmıyor olmam da onun suçu. Eğer bana inanacağına dair küçük de olsa bir inancım olsaydı belki de en başından ona da anlatmış olurdum. "Gerçekten inanamıyorum sana! Böyle şeyleri nasıl saklarsın aklım almıyor! Delireceğim! Yemin ederim bir gün senin yüzünden aklımı yitireceğim!" Sıkıntıyla ofladım, daha fazla susmak istemedim. "Anlatsam bile inanamayacaktın muhtemelen. Dün gece o arkadaşınla beraber benimle alay etmediğiniz kaldı!" Kaşlarını çattı. "Saçmalama Mira! Niye alay edelim seninle!" Göz devirdim. "Bakışlarınızdan bile belli oluyordu! İkiniz de bana inanmadınız!" Derin bir nefes aldı. "Mira seni daha fazla korkutmak istemedik! Bu yüzden sorup üzerine gelmedik! Anlat diye sıkıştırmadık!" Cevap veremedim, devam etti. "Yeterince korkmuştun, seni bulduğumuzda korkudan tir tir titriyordun. Biz sen korkma, üzerine gelmeyelim, kendini toparla diye uğraşırken sen sana inanmadığımızı mı düşündün?" Başımı salladım, az önceki konuşmadan önce tam da söylediği şeyi düşünüyordum ama şimdi öyle düşündüğüm için kendimden utanıyorum bile diyebilirim. "Peki tamam özür dilerim." Sanırım hayatımda ilk defa kendi isteğimle ve gerçekten karşıya hak vererek birinden özür diledim. "Madem bana inanıyorsun o zaman dinlendiğimize de inanman gerekiyor. Ateş yemin ederim o adamın çok kötü planları var!" Derin bir nefes aldı. "Güzelim yemin etmene falan gerek yok! Bunu zaten biliyorum! Az önceki mesajdan sonra zaten başka bir şeye inanmam mümkün değil!" Bunu duymak beni biraz da olsa rahatlatırken hevesle konuştum. "O zaman yaptığım plana benimle birlikte uyman gerekiyor. Bak bu plandan çok umutluyum. O adamı alt edebiliriz." Elini yüzüne bastırdı, kirli sakallarını sıvazladı. Merakla ona bakarken gözleri beni buldu. "Şu dinleme işinden mi bahsediyorsun?" Heyecanla başımı salladım. "Evet, ondan bahsediyorum. Bizi nasıl dinlediğini öğreneceğiz bu şekilde. O adam bana ulaşmak için her fırsatı değerlendiriyor. Muhtemelen bugün ya otelde ya mezara ve yahut ikisine de gelecek. Onu orada görsek bile görmemiş gibi yapacağız. Bizi nereden dinlediğini öğrenip bundan emin olduktan sonra da oturup plan kuracağız. Öyle bir plan kuracağız ki kaçışı olmayacak." Başını sağa sola salladı. "Olmaz! Böyle bir şeyi yapmana asla izin vermem! Kızım sen resmen kendini yem ediyorsun adama! Adam daha 10 dakika önce sana mesaj attı, tehdit etti! Sen şimdi göreceğiz ama hiçbir şey yapmayacağız diyorsun! Lan o yaparsa ne olacak?" "Yapmayacak!" Kaşlarını çattı, bakışları sertleşti. "Nasıl emin olabiliyorsun bundan? Adam seni öldürmek istiyor! Eline bir fırsat geçmişken de bunu değerlendirecek! Senin güvenli bir yerde saklanman, o şerefsiz ortaya çıkana kadar senin ortaya çıkmaman gerekirken sen kendini ona yem etmek için uğraşıyor beni de buna ortak ediyorsun!" Elimi saçlarıma geçirdim, bıkkınca ofladım. Yine başım ağrımaya başlamıştı ve ben hâlâ ona laf anlatmakla uğraşıyorum. "Ateş beni öldürmeyecek! Amacı bu değil! Sadece beni korkutmaya çalışıyor! Çünkü sana değil ona inanmamı istiyor, seninle değil onunla iş birliği yapmamı istiyor. Bunun için de kendince gövde gösterisi yapıp beni korkutuyor! Eğer öldürmek isteseydi bunu 5 gün yanında olduğum zaman yapardı. Beni patlamak üzere olan arabadan kurtaramazdı." Kaşlarını çattı, devam ettim. "Biliyorum tüm bunlar sana saçmalık gibi geliyor ama söylediklerime güvenmen lazım. Benim ölmem onun işine gelmeyecek, o adam beni öldürmeyecek! Sadece korkutmaya çalışıyor!" Cevap vermedi, fazlasıyla ciddi bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Sanki ben ne dersem diyeyim kendi söylediğine inanacak gibiydi. Bu yüzden birazcık blöf yapmaya karar verdim ve bunu hemen uyguladım. "İstersen de hiçbir şey yapma! Bana güvenme ve kendi düşündüğün şeyleri düşünmeye devam et! Ama ben başladığım işi bitireceğim! Geri adım atmaya hiç niyetim yok! Bunu yapmayacağımı da zaten en iyi sen bilirsin!" Tek kaşı kalktı, işe yaradığını düşünüp devam ettim. "Tek başıma giderim, o planı tek başıma uygularım! Benim hiç kimseye ihtiyacım yok!" Ellerini cebine koydu, imalı bakışlar attı. "Emin misin?" Diye sordu aniden, başımı salladım. "Eminim." Yolu gösterdi. "Buyur git o zaman." Dediği an öylece kaldım. Bu ciddi mi? Gerçekten bana tek başına git mi diyor? "Ne duruyorsun? Hadi gitsene!" Kaşlarımı çattım, umursamazlığı ister istemez öfkelenmeme neden oldu. "Giderim! Sana ihtiyacım yok benim! Sen de ne hâlin varsa gör! Ben kendi başımın çaresine bakarım gıcık herif!" Deyip ona da öfkeli olduğumu belli edecek bir bakış attıktan sonra arkamı döndüm, bahçedeki arabalardan birine yürüdüm. Ta ki arkamdan söylediği şeyi duyana kadar. "Ben de içeriye gidip annene neler olduğunu anlatacağım." Dediği an durdum. "Tabii nereye gittiğini ve ona yalan söylediğinde dahil. O kapıdan çıkarken sakın bunu aklından çıkarma olur mu?" Ona döndüm, kaşlarımı çattım. Yüzümdeki şişlikler yüzünden yeterince öfkeli gibi görünememiştim sanırım ama yine de öyle görünmeye çalışmayı sürdürmeye devam ettim. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" Başını salladı. "Aynen öyle, seni tehdit ediyorum. Şimdi gel yanıma, hiçbir yere gitmiyorsun! Çünkü eğer gidersen annen bugünden sonra günlerce şu kapıdan dışarıya adım atmana bile izin vermez. Bence bu ikimizin de işine gelmez." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve sakin kalmaya çalıştım. Fakat bu konuda başarılı olamayıp sinirle yanına gittim. "Sen beni tehdit edemezsin!" Ellerini cebine koydu, omuzları dikleşti, kendinden emin bir şekilde durarak konuştu. "Ettim bile! Bu yüzden de hiçbir yere gidemezsin!" Kaşlarımı çattım, konuşmak için dudaklarımı araladım ama benden önce davranıp konuşmama engel oldu. "Hiç değilse ben yokken!" Dediğinde tek kaşım kalktı, doğru mu anladım diye düşünürken ekledi. "Beraber gideceğiz ama daha güvenli daha tedbirli bir şekilde gideceğiz!" Dudaklarım istemsizce yana kıvrıldı. İşte şimdi her şey istediğim gibi ilerliyordu. Az önce tek başıma giderim falan demiştim ama muhtemelen o tehdit etmesiydi bile buna cesaret edemeyecektim. Çünkü itiraf etmem gerekirse ben dün gece o adamdan yeterince korkmuştum. "Seni yem etmeye değil onu avlamaya gideceğiz! Kendini tehlikeye atmayacaksın!" Başım salladım. "Tamam atmayacağım, hadi artık lütfen gidelim. Yoksa şimdi annem çıkacak ve hâlâ burada oluşumuzu açıklayamayacağız." Dedim ve tam o sırada aklıma gelen şeyle sıkıntıyla ofladım. "Ya da sen arabaya bin geliyorum hemen." Diyerek soru sormasına izin vermeden koşarak yeniden eve döndüm, kapıdan içeriye doğru baktım. Görünürde hiç kimsenin olmayışı işime gelirken koşar adımlarla odama gittim. Nasıl böyle bir şeyi unuturum anlamıyorum. Odaya girdim, evdeki her şeyimi buraya getirmelerini istemiştim. Umarım gerçekten de her şeyi getirmişlerdir diye içimden geçirip hâlâ açılmayan çantaları açtım ama hiçbirinde silahı bulamadım. Çantaları bırakıp daha önce hiç bakmadığım çekmeceleri tek tek kontrol ettim, sonunda silahımı buldum ve rahat bir nefes aldım. "Bugün işime çok yarayacaksın." Kendi kendime konuşup elimdeki silaha uzun uzun baktım. Uzun zamandır elime almamıştım ve bu yüzden özlediğimi hisettim. Silahıma aşkla bir süre daha baktıktan sonra belime yerleştirdim, odadan çıktım. Daha sonra da hiç kimseye yakalanmadan evden çıktım ve Ateş'in çoktan arabaya bindiğini gördüm, koşarak arabaya ulaşıp ben de bindim. Oturduğum koltuğun üzerinde duran telefonları aldım. Kendi telefonumu cebime koyup ona da telefonunu verdim. Aynı zamanda dudaklarımın arasından onu bir şeyler söylememesi konusunda uyardım, sabır diler gibi bakışlar attıktan sonra önüne döndü, arabayı çalıştırdı ve sonunda evden çıktık. "İlaçlarını içtin mi?" Diye sordu aniden alakasız bir şekilde. Gözlerimi ona çevirdim, başımı salladım. "Evet, içtim." Tek kaşı kalktı, yola doğru bakıyordu ama yüzündeki şüpheli ifadeyi görmemem mümkün değildi. "O ifadeye bir anlam veremedim yalnız." Göz ucuyla baktı, soru tarzındaki cümlemi yanıtsız bıraktı. Buna rağmen merakla yüzüne bakmaya devam ettim, bakışlarımı fark etmiş olacak ki konuştu. "Neden bana öyle dikkatle bakıyorsun?" Gözlerimi üzerinden çektim, geçiştirmeye çalıştım. "Hiç öylesine." Dedim ama yine bir tepki alamadım, dayanamayıp yüzüne baktığımda da gülümsediğini, yüzünde muzip bir ifade olduğunu gördüm. Tavırlarına bir anlam veremezken gözleri beni buldu ve o ifadeyi gizlemeye ihtiyaç duymadan konuştu. "Hayırdır?" Diye sordu, yola döndü ve ekledi. "Bana aşık mı oldun yoksa?" Dediği an öylece kaldım, gözlerim şaşkınlıkla irileşti. Aşık mı? Yok artık! Bakışlarımdan bu anlamı mı çıkarmıştı yani? "Ne aşkı ya!" Deyip önüme döndüm ve saçma sapan bir cümle kurduğunu hareketlerimden belli etmek için ortada gülünecek hiçbir şey olmadığı hâlde alayla güldüm. Yetmedi, gülmemin arasından "Komikmiş." dedim. Ateş'in gözleri beni buldu, bozulmuş gibi hissetmeye başlamıştım. "Komik olan ne?" Benim aksime fazla ciddi çıkan sesiyle sordu, onun ciddiyeti bana yansıdı, gülmeyi bıraktım. "Sana aşık olmam." Fısıltı gibi çıkan sesimle cevap verdim, daha birkaç dakika önce söylediğim şeyden pişman olmaya başlamıştım. Her şeye rağmen bu konuda ona haksızlık ediyorum ve bunun farkındayım. Bir insanın duygularını kullanmak tamamen aşağılık bir hareket ama ben onu kullanmıyorum ki. Seni seviyorum demedim, sevmeye çalışacağım dedim. Bunu yapmıyorum, bu aklımın ucundan dahi geçmiyor ama onun olumsuz bir cevaba kendini hazırlamış olması gerekiyor. Tamamen olumlu bir cevap bekliyor olamaz herhalde. Bekliyorsa da bu benim suçum değil ki. "Bunu komik olarak mı görüyorsun?" Dudaklarımı ısırdım, haklı bir soruydu. Şimdi ne cevap vereceğim? Sanırım en iyisi geçiştirmeye çalışmaya devam etmek ve bir an önce konuyu değiştirmek. "Komik olarak görmüyorum! Sadece aniden sorunca öyle gülesim geldi. Yani her şeyin bu kadar çabuk olmasını beklemiyorsun herhalde değil mi?" Yine gözleri beni buldu, kısa ama imalı bir bakış attıktan sonra önüne döndü. "Hiçbir şey beklemiyorum merak etme." Kaşlarım bir kez daha çatıldı. Ne demekti şimdi bu? Öylesine söylenmiş bir cümle olduğunu düşünmüyorum. Sanki altında çok daha büyük bir anlam varmış gibiydi. "Bir şeyler mi söylemek istiyorsun? Yoksa bana mı öyle geliyor?" Konuyu kapatmak istediğim hâlde açıkça sordum. "Sana öyle gelmiş." Diyerek anında yanıtladı, tabii bunu söylerken gözleri bir anlığına bile beni bulmadı, yola baktı. "Öyle olsun." Deyip ben de önüme döndüm, sessizliğe büründüm. Kendimi suçlu hissetmekten alıkoyamıyorum ve böyle hissettiğim için kendimden gerçekten nefret ediyorum. Bazen onun suçlu olduğunu unutuyorum. Tüm bu olanları zaten onun yüzünden yaşamıyor muyum? Katil her kimse o da tanıyor ve onunla bir sorunu var. Yoksa niye maktullerin bileklerine onun ismini yazar ki? Tabii bu beni ona yönlendirmek için de olabilir. Belki de daha büyük bir şey planlıyor ve beni onun sahte polislik yapmasıyla oyalıyor. "Bana anlatır mısın?" Diye sordum aniden ve gözlerimi ona çevirdim, gözünün ucuyla baktı. "Neyi?" Alt dudağımı ısırdım, nasıl tepki vereceğini bilmediğim için sormaktan biraz da olsa çekindim ama bir kere sormuştum. Bu yüzden de geri adım atmak istemedim. "Aren'i nereden tanıdığını anlatabilirsin mesela ya da katilin sizi nereden tanıyor olabileceğini. Onunla nasıl bir bağlantınız olabilir? Aren o çatıdan atlamadan önce öldürülen o insanları tanıyorum demişti, Ateş de tanıyor demişti. Öldürülen o insanlar kimdi Ateş? Nereden tanıyorsun?" Açıkça sordum ve merakla cevap vermesini bekledim ama yola döndü, hiç sesini çıkarmadı. "Sence de bu kadarını bilmeye benim de hakkım yok mu?" Diye sordum ama yine cevap alamadım, devam ettim. "Sana kimsin diye sormuyorum! Bana kendini anlat demiyorum! Neden sahte polissin, neden bu işin içine girdin, amacın ne diye sormuyorum! Sadece o insanları nereden tanıyorsun, Aren kimdi, senden ne istiyor onu merak ediyorum ve senin şu an yaptığımız şeyi bilmeye hakkın olduğu gibi benim de bunu bilmeye hakkım var." Gözleri sonunda beni buldu, kısa bir bakış atıp yeniden önüne döndü ve sonunda bir şeyler söyleyebildi. "Hakkım olduğunu bildiğin hâlde hiçbir şey anlatmadın ama." İşte şimdi doğruyu söylemişti ama ben Mira Aksoylu'yum. Bu lafın altında kalmam. "Geç de olsa anlattım, sen geç kalma ve anlat." Kaşlarını çattı, devam ettim. "Ayrıca sen yeterince geç kaldın, bunu da unutmasan iyi olur!" Derin bir nefes aldı, merakla gözlerimi üzerine diktim, cevap vermesini bekledim ama sessiz kaldı. "Yalnız Ateş Bey sessiz kalarak bana bir cevap vermiş olmuyorsunuz. Ve bu sessizliğiniz beni hiç tatmin etmiyor! Yani bana bir cevap vermeniz gerekiyor. Derdimi anlatabildim mi acaba?" Tek kaşı kalktı ve gözleri yeniden beni buldu. "Bir anda neden resmi frekansa geçtiğinizi öğrenebilirir miyim acaba Mira Hanım?" Gülmemek için kendimi tutarak konuştum. "Ne kadar ciddi olduğumu anlamanız için." Elini ceketinin cebine attı, telefonunu çıkardı ve gözleriyle telefonu gösterdi. Ne söylemek istediğini anladığım an dudaklarımı ısırdım. Doğru ya o manyak muhtemelen bizi dinliyor. Tabii Ateş buna inanmadığı hâlde şu an anlatmamak için benim inandığım bu şeyi kullanıyor gibi ama olsun, dinleniyoruz sonuçta. Hatırlattığı iyi olmuştu. "Bunu kullandığının farkındayım." Deyip imalı bir bakış attım, çok belliydi zaten bunu kullandığı. "Ama hayır demedin ve ben bunu anlatacağım olarak anladım. İşlerimiz bittikten sonra bir yerde oturup düzgünce konuşsak çok iyi olacak bence." Dudakları yana kıvrıldı, önüne döndü. "Konuşuruz." Deyince aslında şaşırmadan edemedim. Onun şu an bu duruma itiraz etmesi falan gerekiyordu ama yapmamıştı. Acaba beni geçiştirmeye çalışıyor olabilir mi? Neyse canım bunu en fazla birkaç saat içinde bu konuyu yeniden açtığım zaman anlamış olacağım. Zaten şu an düşünmem gereken çok daha önemli bir işim var. O katili tuzağa düşürmek gibi. "Eee söyle bakalım nereye gidiyoruz şimdi?" Diye sorunca düşündüm ve dün telefonla konuşma numarası yaparken mezara saat 2 de otele de oradan sonra gideceğim dediğimi hatırladım, saate baktım ve henüz daha 10 olduğunu gördüm ve sıkıntıyla ofladım. 4 saat boyunca ne yapacağız ki? Babam yüzünden de evden apar topar çıkmıştım. Bu kadar zaman gelmedi keşke biraz daha gelmeseydi de evde oyalansaydık. "Bugün 2 gibi abimin mezarına gideceğim." Gözleri beni buldu, ne yapmaya çalıştığımı anlamış olacak ki sesini çıkarmadı. "Ama şu an saat daha 10. Çok erken çıktık sanırım evden." Başını salladı. "Öyle olmuş." Dediğinde aklıma gelen şeyle konuştum. "Şey yapalım o zaman hastaneye gidelim. Tabii senin başka bir işin yoksa." Kaşlarını çattı. "Hastane?" Sorgular bir ifadeyle baktı, konuştum. "Doktor kontrole mutlaka gel demişti. Madem dışarıdayız ve vaktimiz yok. Gidip onu halledelim. Sonra da yaparız işte bir şeyler." Ateş beni onaylarken vakit geçirmek için hastaneye gittiğimiz için hâlimize güldüm. Gülmemi fark eden Ateş'in gözleri beni buldu. "Hayırdır niye gülüyorsun?" Omuz silktim, cama döndüm ve ellerimi göğsümün altında birleştirerek konuştum. "Hiç aklıma komik bir şey geldi de ona güldüm." Dediğimde camdaki yansımasından bana baktığının farkındaydım. "Allah Allah neymiş o komik olan şey?" Yine omuz silktim. "Hiç önemli bir şey değil." Deyip konuyu kapattım, yola bakmaya devam ettim. Korkmuyor değilim, olacaklardan çok korkuyorum ama bunun bana hiçbir faydası olmadığı için sürekli bu korkumu görmezden gelmek zorunda kalıyorum. Tüm bu işler bittiğinde nerede, nasıl, ne yapıyor olacağımı çok merak ediyorum. Belki de amacına ulaşan ben değilim o olur ve ölmüş olurum. Fakat bunun olmaması için de elimden gelen her şeyi yapacağım. Kendi canımdan geçtim anneme böyle bir şeyi bir kez daha yaşatamam. Zaten her şeye onun için katlanmıyor muyum? Onun için de yaşamam lazım. Yaşamam onu da yaşatmam. Bundan sonra bu hayattaki tek amacım o ve bunun için çabalıyorum. Düşüncelerimin arasında hastaneye ne ara ulaştığımızı fark edemedim bile. Arabadan inip beraber hastaneye girdiğimizde gözlerim hep etraftaydı. Ateş'in de benden hiçbir farkı yoktu. O da endişeli gözlerini etrafta gezdiriyor sürekli etrafı kontrol ediyordu. Randevu aldıktan sonra doktorun odasına gittik, Ateş endişeli bir şekilde odanın önünde bir sağa bir sola gidip volta atarken ben canım acıdığı için bir köşeye oturup bekledim. Sıramız geldiğinde beraber odaya girdik. Ateş doktorun masasının önündeki yere otururken ben arkaya geçtim, sedyeye oturdum. Doktor geldi, başımı ve gözümü dikkatle kontrol etti. Gözümdeki şişlik birkaç güne göre daha iyi gibiydi ama yine de çok fazla ağrıyordu. Bunu da doktora söylemeyi ihmal etmedim. İlaç iyi gelse de ağrısı tam anlamıyla geçmediği için rahatsızlık çektiğimi anlattım. Doktor daha yüksek dozlu bir ilaç yazıp başımın ve gözümün iyileşmesinin yolunda gittiğini söyledi, ön tarafa geçtim, reçeteyi de aldım, Ateş'le beraber odadan çıktık. "Eee hastanede de işimiz bittiğine göre şimdi ne yapıyoruz?" Çıkışa doğru yürürken sorduğu soruyla aniden aklıma onun evinde kalan adam geldi. Saate bakıp 12 olmak üzere olduğunu gördüm. Henüz daha 2 saatimiz vardı. Bu da onun evine gidip bu konuyu halletmek için iyi bir fırsattı. Adım kadar eminim ki hâlâ dediğimi yapmadı ve o adamı hâlâ evinde tutuyor. Aniden durdum, ona döndüm ve "Sana gidelim." deyip şaşırmasına neden olduktan sonra yüzündeki ifade yüzünden fazla yanlış anlaşılmaya müsait olan bir cümle kurduğumu fark edip "Yani şey o adam senin evinde ya o yüzden öyle dedim." deyip durumu biraz da olsa toparladım. "Mira o adam..." Sözünü kestim. "Ateş bana inandığını söylemiştin hatırladığıma göre. Bu konuda da dediğimi yapacağız herhalde değil mi?" Derin bir nefes aldı. "Yapacağız Mira! Her şey sen nasıl istersen öyle olsun!" Dedikten sonra elindeki telefonu göstererek ekledi. "Ayrıca hiç merak etme o adam hiçbir şekilde kurtulamaz o depodan." Bana ayak uydurduğunu fark etmem gülümseme neden olurken bozuntuya vermedim. Dün gece ona ve Erdem'e söylediğim şeyin aksine şimdi de "Dikkat etsen iyi olur. Kaçmaması çok önemli. O adamın bir şeyler bildiğinden eminim." dedim, Ateş'in bana alayla gülmesine neden oldum. Hâlime güldüğünü bildiğim için gözlerimi kıstım, imalı bir bakış atıp önüme döndüm ve yoluma devam ettim. Hastaneden çıkıp etrafıma bakındım. Şüphe çeken hiç kimse yoktu etrafta. Hastaneye geleceğimizi söylediğimde telefon yanımızdaydı. Etrafta görünmüyordu, acaba bizi dinleme aracı telefon değil miydi? Yok, hayır bundan hemen bu kadar çabuk emin olamam. Ne zaman erken karar versem yanılıyordum çünkü. Arabaya bindik, Ateş şoför koltuğuna binerken gözlerim bir anda hastanenin dışında duran birisinde takılı kaldı. Simsiyah giyinmiş, kapüşon takmıştı. Her zaman gördüğümün aksine uzun boylu iri yapılı değildi. Kısa boylu minyon tipli birisiydi ve sanki buraya bakıyor gibiydi. Ateş arabayı çalıştırırken telaşla "Şuna bak." dedim ve Ateş'e dönüp ekledim. "Hastanenin dışında, duvarın arkasında biri buraya bakıyor gibi. Kapüşon takmış." Hızla gözlerini tarif ettiğim tarafa doğru çevirdi. Bir anda kaşları çatıldı, yüzünde şüpheli bir ifadeyle oluştu. "Birisi bizi takip ediyor olabilir mi?" Diye sordum, gözleri beni buldu. "Mira ben bu kadını daha önce de gördüm." Dediği an şaşkınca sordum. "Kadın mı?" Başını salladı. "Evet kadın, sen kayıpken annen karakolda bayılmıştı. İşte o gün bahçedeyken gördüm, beni izlediğini. Sen zannedip koşarak yanına gittim ama başka birisiydi. Şüphelendim fakat sonra bir şekilde uzaklaştı yanımdan." Kaşlarımı çattım, bahsettiği kadın yine burada ve ben bunun tesadüf olduğunu hiç zannetmiyorum. "Mira..." Ateş devam edemedi çünkü telaşla arabadan indim, koşar adımlarla hastanenin çıkışına yürüdüm. "Mira dur!" Ateş arkamdan bağırdı ama umursamadım. Hastaneden çıktım, kadının yanına gittim. Bizi izliyor olsaydı şu an uzaklaşmış olması falan gerekiyordu. Kadının yanına ulaştım, başını bana çevirdi. O sırada Ateş de yanımda belirdi. "Buyurun?" Dedi ama başındaki kapüşonu henüz çıkarmamıştı. Neredeyse gözlerine kadar kapalıydı, tam anlamıyla yüzünü göremiyordum. "Kapüşonu çıkarır mısın?" "Sebep? Siz kimsiniz?" Dedi ve başını Ateş'e çevirdi. "Yine mi sen? Ne istiyorsun benden ya?" Onu tanıdığına şaşırmadım. Ateş kadınla konuştuğunu arabada söylemişti zaten. "Ben de aynı soruyu sana soracaktım! Yine mi sen? Neden bizi takip ediyorsun?" Kadın bir anda başındaki kapüşonu indirdi. Esmer, siyah saçlı biriydi ve doğruyu söylemem gerekirse fazlasıyla güzel bir kızdı. "Nerede ne yapacağımı sana mı soracağım? Senin beni takip etmediğin ne belli? Her yerde karşıma çıkıp yanıma gelen sensin!" Kız Ateş'e öfkesini kusarken gözlerimi Ateş'e çevirdim, onun da sinirli olduğunu gördüm. "Bak kızım polisim ben polis! Seni takip ettiğim falan yok! Sürekli..." Kız Ateş'in sözünü kesti. "Polissin diye her önüne geleni durdurmak zorunda mısın? Ne güzel dünyaymış ya! Geçen seferde yanıma geldiğinde kapüşonuma takmıştın zaten! Ne giydiğimden sanane?" Kızın ağzı güzel laf yapıyordu. "Her önüme geleni durdurmuyorum! Şüpheli gördüğüm herkesi durduruyorum ama! Aynı polisin iki defa karşısına çıkar, şu tiple gizli gizli onu izliyormuş gibi bir izlenim verirsen de sadece ben değil herkes şüphelinir." Ateş kendini savundu, kız alayla güldü. "Hayatımda sadece 2 kere polisle konuştum. 2'si de sen oldun. Acaba sıkıntı sen de olabilir mi?" Göz devirdim, ikisinin arasında durmuş resmen atışmalarını dinliyordum. "Emin ol senin hayatında kaç tane polis gördüğünle hiç ilgilenmiyorum! Neden böyle giyinip sürekli karşıma çıkıyorsun onu söyle bana!" Kız ellerini göğsünün altında birleştirdi. "Söylemiyorum! Ne yapacaksın tutuklayacak mısın beni?" Sıkıntıyla ofladım ve daha fazla dayanamayıp araya girdim. "Bu kadar tartışma yeter bence! Hanımefendi lütfen kimliğinizi verir misiniz?" Gözleri beni buldu. "Siz kimsiniz?" "Ben komiser yardımcısı Mira aksoylu, lütfen şimdi kimliğinizi verir misiniz?" Başını salladı. "Tabii ki veririm ama önce sizin polis kimliğinizi görüp neden bana böyle davrandığınızı öğrenebilir miyim?" İşte bunu söylemekte haklıydı. Kim tanımadığı birine kimlik verir ki? Benim de polis kimliğim yanımda değildi. "Sizi bekliyorum, çıkarın kimliğinizi." Diye ısrar etti. Kadına cevap verecekken Ateş'in kimliğini çıkardığını fark ettim, o sırada 12-13 yaşlarında bir kız yanımızda belirdi. "Abla getirdim." Deyip konuştuğumuz kıza bir telefon uzattı, kız telefonu alıp cebine koyarken Ateş çoktan kimliğini çıkarmıştı ama yanımıza gelen küçük kız yüzünden zaten yanıldığımızı anlamıştım. "Kusura bakmayın, gidebilirsiniz." Dediğimde hem Ateş hem de kız şaşırdı ama kız şaşkınlığını üzerinden çabuk atıp konuştu. "Derdiniz ne gerçekten anlamıyorum." Dedi, Ateş'e döndü. "Umarım bir daha hiçbir zaman karşılaymayız komiser Barış!" Tek kaşım istemsizce kalktı, ismini nereden biliyor bu bunun? "Bakıyorum da hâlâ ismimi unutmamışsın." Ateş'in söylediği şeyle kaşlarım indi, çatıldı. Resmen hoşuna gitmiş gibiydi. "İnsan bir sevdiklerinin bir de nefret ettiklerinin ismini hiç unutmazmış. Hangi konuma girdiğini az çok tahmin edebiliyorsundur. Neyse gitsek iyi olacak." Deyip kardeşine döndü. "Hadi canım yeterince vakit kaybettik zaten." Dedi ve kızı da alıp gitti, o giderken Ateş'in arkasından baktığını fark edip konuştum. "Çok üzüldün sanırım gidiyor diye, istersen git bir numarasını falan al arada konuşursunuz." Gözleri beni buldu. "Ne?" Alayla güldüm. "Ne söylediğimi duymayacak kadar dalmışsın kıza." "Ne diyorsun Mira anlamıyorum, bakıyordum öyle sadece." Göz devirdim. "Ben de bakıyor olmandan bahsediyorum zaten. Neyse canım şu an durup seninle tartışacak değilim." Deyip gidecekken bir anda kolumdan tuttu, yanına çekti. "Ne yapıyorsun? Bırak!" Dediğimde omzuna çarptım, fazla yakın bir şekilde karşısında durdum. "Sen..." Dedi gözleri dudaklarımdan gözlerime çıkarken ve cümlesini tamamladı. "Beni kıskanıyor musun?" Gözlerim irileşti, öylece kaldım. Az önce yaptığım şeyi düşününce saçmaladığımın farkına vardım. Resmen kızla konuştu diye istemsizce tepki vermiştim. "Ne kıskanacağım seni ya?" Deyip kolumu çektim, birkaç adım geri gittim ve devam ettim. "Niye kıskanayım ki seni?" Cevap vermedi. "Gidelim mi artık?" Diye sordum, başını salladı. "Gidelim." Derken eliyle yolu gösterdi, beklediğim cevap geldiği için hiç oyalanmadan ilerledim. Ta ki yanımda belirip söylediği şeyi duyana kadar. "Kız çok güzeldi değil mi?" Dediği an duraksadım, onun benim aksime yürümeye devam ettiğini fark edince bozuntuya vermeden peşinden ilerledim ama sorusunu da yanıtsız bıraktım. Tamam kabul ediyorum güzeldi, hatta bunu o söylemeden önce ben de düşünmüştüm ama bunu dile getirmeye hiç niyetim yok. "Biraz uzaktan baktığım için fark edemedim ama gözleri elaydı sanırım." Yine durdum, bu sefer benimle birlikte o da durdu, sordum. "Sen kızın gözlerine mi baktın?" Kaşlarını çattı. "Konuşurken neresine bakacağım başka?" Dedi alay dolu sesiyle, sessiz kaldım. Niye söylediklerine bu denli öfkelendim anlamıyorum. Öfkelenecek bir şey yok ki. O da benim düşündüklerimi söylüyor ama söylüyor olması da sinirimi bozuyor. Onun da dediği gibi kıskanıyor olabilir miyim? Yok canım niye kıskanayım? Seven insan kıskanır. Ben onu sevmiyorum ki. Sevmiyorum değil mi? Tabii ki sevmiyorum! Sevmem mümkün bile değil. Barış olduğunu düşünürken bile bir şey hissetmiyordum şimdi suçlu Ateş'i mi seveceğim? Yok artık diye içimden geçirirken bir anda Cansu'nun günler önce söylediği şeyler zihnimin içinde dönüp durmaya başladı. "Barış'a karşı bir şeyler mi hissediyorsun?" "Sanki ona karşı bir ilgin var gibi." Ateş'in omzumdan sarsıp "Mira!" demesiyle kendime geldim, gözlerimi ona çevirdim. Şimdi aklım karışmadı değil. Ya kontrolüm dışında bir şeyler oluyorsa. Hayır böyle bir şey olmasına asla izin veremem. "Duyuyor musun beni?" Şaşkınca sordu, başımı salladım. "Duyuyorum." Tek kaşı kalktı. "Bir saattir sana sesleniyorum neden cevap vermiyorsun o zaman?" Gözlerimi kapatıp açıp derin bir nefes aldım, kendimi toparladıktan sonra konuştum. "Dalmışım." Dedim ve sırf bu konuyu değiştirmek için sinir olduğum hâlde kızın konusunu açtım. "Bir kere kızın boyu kısaydı." Dediğim an Ateş'in yüzündeki o şüpheli ifade yok oldu, muzip bir ifade oluştu. "Boyu falan kısa değildi, seninle aynı boydaydı sanırım. Kısa mısın sen?" Kaşlarımı çattım. "Sen kızla beni karşılaştırdın mı bir de?" Aniden sordum, cevap veremedi. Bunu düşünmek bile daha çok öfkelenmeme neden oldu, bu öfkeyi gizleme ihtiyacı da hiç duymadım. "Hangimiz daha güzeliz diye falan mı baktın? Tabii beni bu hâlde gördüğün içinde bir anda kız daha güzel geldi, çok güzel dedin değil mi?" Ateş şaşkınca kaldı, konuşmak için dudaklarını araladı ama ondan tek kelime duymak istemediğim için önce davranıp konuştum. "Hiç konuşma! Ben anladım anlayacağımı!" Ateş mümkünmüş gibi biraz daha şaşırdı, devam ettim. "Neyse ya zaten beni hiç ilgilenirmiyor. Niye ilgilendirsin ki?" Dedim ve bir cevap vermesini bekledim ama hiçbir şey demedi, sessizliği biraz daha sinirimi bozdu ve sinirle gülüp yanından uzaklaştım. Hastanenin bahçesine yeniden girdim, arabanın yanına ulaştım, uzaktan kapıyı açmasını bekledim. Kapıların açılma sesini duyunca da onun gelmesini beklemeyip arabaya bindim ve yine saate baktım. Az önce 12 olmak üzereyken şimdi 12'yi geçiyordu ama hâlâ 2 saate yakın bir zamanımız olduğu için onun evine gidebilirdik. Ne olursa olsun o adamın yaşıyor olduğunu kendi gözlerimle görüp Ateş'in istediğimi yaptığından emin olmam lazım. "İstersen önce..." Ne söyleyeceğini bildiğim için sözünü kestim. "Hayır sana gidelim önce." Başını salladı, önüne döndü ve arabayı çalıştırdı. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim. Bir de geçmiş karşıma açıkça seninle aynı boydaydı diyor. Resmen bizi karşılaştırmış. Bu biraz gururumu kırmış olabilir. Daha doğrusu ben bu kadar kötü bir hâldeyken içimden güzel olduğunu düşündüğüm bir kadınla kıyaslanmak hoşuma gitmemişti. "Sen şimdi bana niye trip atıyorsun ben tam olarak anlamadım." Ona döndüm, kendimi gösterdim. "Ben sana trip mi atıyorum?" Başını salladı. "Evet tam da şu an onu yapıyorsun." Göz devirdim, önüme döndüm. "Trip falan attığım yok! Sana öyle gelmiş! Sür şu arabayı da gidelim bir an önce! Sıkıldım şu hastaneden yeter!" Dediğimde telefonuma mesaj geldi, Ateş dediğimi yapıp arabayı sürüp hastaneden çıkarken telefonu çıkardım, ekrana baktım ve yine o manyaktan mesaj geldiğini gördüm. Hâlâ bana bıraktığı telefonu kullanmamın sebebi de tam olarak bu zaten. Onun bana rahatça ulaşmasını sağlamak ve söylemek istediği her şeyi bilmek. Göreceğim şeye kendimi hazırlayıp mesaja dokundum, açtım ve okudum. "Kıskanmak mı? Hiç sana yakışmıyor Mira." Gözlerim irileşti. Telefondan mı yoksa arabadan mı duymuştu bizi? Ayrıca şu durumda bile onun da kıskandığımı düşünmesine takılmıştım. Bunun için içten içe kendime kızarken bir mesaj daha geldi. "Yoksa numaradan sevmeni istediğim adama gerçekten mi aşık oldun?" Göz devirdim, başka mesaj gelse de hemen okumamaya karar verip telefonu cebime koydum ve sıkıntıyla ofladım. Bu adam niye sürekli bizim birlikte olmamızı istiyor? Bu konuda büyük bir amacı olmalı. "Kimdi o mesaj atan? Yine o şerefsiz mi?" Gözlerimi Ateş'e çevirdim. Aslında bu konuda yalan söylemek istemedim ama şimdi kıskançlık konusunun da bir daha açılmasını istemedim. Bu yüzden de yalan söyledim. "Annem, nasıl olduğumu soruyor." Yalan söylediğim için gözlerine bakmadan konuştum. "Öyle olsun." Deyince inanmadığını hissettim ama takılmadım. Ateş dikkatle arabayı sürerken ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve başımı cama yasladım, dışarıya bakmaya başladım. O adamın benimle ne derdi olduğunu öğrenmem lazım. Daha doğrusu hem benimle hem Ateş'le ne derdi olduğunu. Neden onunla yalandan ya da gerçekten birlikte olmamı istiyor? Böyle düşünüyorum çünkü az önce attığı mesajdan onu kıskandığımı düşündüğü için fazlasıyla memnun gibiydi. Numara yapmamı isteyen de kendisiydi zaten. "10. Kişi olmaya hazır mısın Mira Aksoylu?" Söylediği cümle zihnimin içinde yankılandı. Hem beni öldürmek istiyor hem de Ateş'e yakın olmamı istiyor diye düşünürken zihnimin içinde bir ışık yandı. Bir dakika ne dedim ben az önce içimden? Hem beni öldürmek istiyor hem de Ateş'e yakın olmamı istiyor. İşte bu! Aradığım sorunun cevabı tam olarak bu! Derdi benimle falan değil, derdi Ateş'le. Ona yakın olacağım, sevildiğini hissettireceğim, mutlu olacak ve o mutlu olduğunda beni öldürecek. Onun canını yakmak istiyor, benim değil. Onun yüzünden benimle uğraşıyor benim yaptığım bir şey yüzünden değil. Belki de onu tanıyan ben değilimdir Ateş'tir. Onunla uğraştığına göre sadece Ateş tanıyor olabilir. Beni başkalarına yönlendirmek için de ben de tanıyormuşum gibi bir izlenim vermiştir olamaz mı? "Ne düşünüyorsun?" Ateş'in sesiyle kendime geldim, gözlerimi ona çevirdim. Tüm düşündüklerimi ona da anlatmak istedim ama şimdi sırası değildi. O adamın bizi duyduğundan az önceki mesajla tamamen emin olmuştum. "Hiç." Deyip önüme döndüm, etrafa bakındığımda çoktan onun ormandaki evinin yoluna girdiğimizi fark ettim. Bugün yoğun ve verimli bir gün olacak. Bir sürü şey öğreneceğime inanıyorum. O katilin kim olduğunu öğrenemesem bile hakkında bir şeyler öğrenecekmişim gibi bir his var içimde. Ve ben hislerimde çoğu zaman yanılmayan biriyim. Ateş'in evine ulaştık, arabadan indikten sonra gözlerim etrafta gezindi birilerini aradı ama görebildiğim tek şey bahçedeki adamlar ve evden çıkan Erdem olmuştu. Gözlerimi Ateş'e çevirdiğimde telefonuyla ilgilendiğini görüp yeniden Erdem'e döndüm. Dün gece sanırım ona sert çıkan ben olmuştum. Bir şaka yaptı diye cıvık demiş sonra da karşılığını almıştım. Ateş'in en yakını o olduğuna göre, yani ben öyle düşünüyorum, onunla da iyi geçinmem lazım. Onun da birçok şey bildiğine inanıyorum. Ateş hâlâ telefonuyla uğraşırken yanına gittim, yanına ulaştığımda bana imalı bir bakış attı, sessiz kaldı. Onun aksine konuştum. "Dün gece için kusura bakma." Dediğimde kaşlarını çattı, tepkisiz kaldı. "Eğer bana hakaret etmeseydin muhtemelen özür de dilerdim ama birbirimize karşılıklı hakaret ettiğimiz için içimden özür dilemek falan gelmiyor." Alayla güldü, yine sessiz kaldı. "Kısacası kusura bakma yani." Başını salladı ve sonunda ağzından birkaç kelime bir şey çıktı. "Sen de kusura bakma, sinirli anıma denk geldi." Deyince elimi uzattım. "O zaman aramızda bir sorun yok." Elime baktı, yavaşça elini kaldırdı ve uzattığım elimi tuttu, konuştu. "Sorun yok ama..." Deyip sustu, merakla ona bakarken devam etti. "...hâlâ seni burada istemiyorum. Hâlâ seni görmekten rahatsızım bunu da sakın unutma." Kaşlarımı çattım, ilk elini çeken o olurken konuştum. "Neden? Ne yaptım ben sana? Niye benden bu kadar rahatsızsın?" Ellerini cebine koydu. "Bana hiçbir şey yapmadın, yapamazsın da. Sadece bu iş birliğini doğru bulmuyorum. Bir polisin yanımızda olması saçmalık gibi geliyor." Cevap veremedim, doğru söylüyordu aslında. Bu iş birliği tamamen saçmalıktı ama başka şansımız da yok "Haklısın bana da saçmalık geliyor ama ben bunu yapmaya mecbur kaldım, senin arkadaşın beni mecbur bıraktı. Bir rahatsızlığın varsa gidip onunla konuşabilirsin." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu, göz ucuyla Ateş'e doğru bakarak konuştu. "Sen bir şeyler yapmaya mecbur kalacak bir kız değilsin. Sanki başka bir şeyler yapıyormuşsun gibi hissediyorum ama neyse böyle bir şey varsa zaten yakında çıkar kokusu." Dediğinde Ateş yanımızda belirdi. "Ne konuşuyorsunuz?" Gözlerimi Ateş'e çevirdim. "Hiç öyle havadan sudan." Dedim ve etrafa bir göz atıp yeniden döndüm Ateş'e. "Nerede adam?" Gözleri Erdem'le aramda gidip geldikten sonra derin bir nefes aldı, bir şeylere bozulmuş gibiydi. Merakla ona bakarken konuştu. "Gel benimle." Deyip arka tarafa doğru yürüdü, peşinden gittim. Erdem de benim arkamdan gelirken arka bahçeye ulaştık, bodrum gibi bir yerin önünde durduk. Ateş kapıyı açıp içeriye girdiğimizde boş alanın ortasında sandalyeye bağlı adamı gördüm. Gayet sağlıklı görünüyordu, sadece gözünde ve çenesinde morluk vardı. "Daha kötü bir manzarayla karşılaşmayı beklemiştim oysa ki." Dediğimde Ateş'in gözleri beni buldu. "Söz verdim sonuçta, sözümü de tuttum." Dedi ve eğilip kulağıma fısıldadı. "Nasıl kaçmasını sağlayacağız?" Tıpkı onun gibi ben de fısıldadım. "Sen orasını bana bırak ve ne dersem onu yap." Geri çekildiğinde tek kaşının kalkık olduğunu görüp konuştum. "Yani şey lütfen." Dediğimde dudakları yana kıvrıldı, başını salladı. Adamın yanına gittim, karşısında durdum, gözleri beni buldu. "Oo Komiser Hanım da buradaymış, sence de bir polisin beni burada böyle tutması ne kadar doğru?" Cevap vermedim, Ateş'e baktım. "Siz çıkabilirsiniz, dediklerinizi yapın, geleceğim birazdan." Ateş'in kaşları çatıldı, devam ettim. "Benim de ona soracak birkaç sorum var." Deyip Erdem'e baktım, onun da yüzünde şüpheli bir ifade olduğunu gördüm. "Dikkat et, ne derse desin sakın ellerini çözme." Adam Ateş'in söylediği şeye gülerken ben formaliteden söylediğini bildiğimden dolayı başımı salladım, onu onayladım. Ateş dediğimi yapıp Erdem'i de aldı, bodrumdan çıktı. Onlar çıkarken bağlı adam konuştu. "Boşuna uğraşma hiçbir soruna cevap vermeyeceğim!" Dediği an telaşlanmış gibi yaparak önünde diz çöktüm, konuştum. "Seni buradan kurtaracağım." Dediğim an şaşırdı, devam ettim. Bir yandan da ayaklarını çözmeye başladım. "Onlarla iş birliği yapmıyorum ben! Buna mecbur kaldığım için yanlarındayım. İkisi de umurumda değil, ikisini de zamanı geldiğinde hapise tıkacağım." Dediğimde ayaklarını çözmüş, arkasına geçmiş, ellerini çözmeye başlamıştım. "Arka taraftayız, burada hiç kimse yok. Duvarın üzerinden atlayıp ormana geçersen seni bulamazlar. Kapıyı da açık bırakacağım çıkarken." Dedim, ellerinden ayırdığım ipi yere atıp önüne geçtim. Adam hızla ayağa kalkıp konuştu. "Bunu neden yapıyorsun? Sen de..." Sözünü kestim, acelem varmış gibi davranmaya devam ettim. "Polisim ben! Birini zorla bir yerde tutmak bana göre değil! Onun yanında seni tutmasına izin verdim çünkü onlarla olduğuma inanması gerekiyordu!" Kaşlarını çattı. "Peşinde olduğun adam..." Yine sözünü kestim. "Onun hakkında hiçbir şey bilmediğini çok iyi biliyorum ve emin ol senin gibi biriyle ona ulaşamayacağımı da biliyorum. Bunları biliyorken de seni burada tutmalarına izin verip birinin ölümüne sebep olacak değilim!" Şaşırdı, aslında bunların birazının da olsa tam aksini düşünüyordum. Onun sayesinde katile değil ama katili tanıyan birine ulaşmayı hedefliyordum. "Anlıyorum." Dedi adam sadece, kapıya doğru baktım. Birisi var mı yok mu diye kontrol ediyormuş gibi yaptıktan sonra yeniden ona döndüm, telaşla konuştum. "Dediğim gibi çıkarken kapıyı açık bırakacağım! Duvardan atladığın an özgürsün kalırsın. Uzun bir süre de arkaya geçmelerine engel olacağım. Uzaklaşman için yeterince vaktin olacak. Eğer tüm bunlara rağmen yakalanırsan da kusura bakma ama senin aptallığın olur!" Tepki vermedi, geri geri yürüdüm. "Dikkatli ol! Sakın ses çıkarma! Benden daha iyi biliyorsun ne kadar kalabalık olduklarını! Yakalanırsan sana ben bile yardım edemem! Mümkün olduğu kadar da acele et ve bir an önce kaç git!" Dediğimde çoktan kapının önüne ulaşmıştım, adamın söylediklerime karşılık vermesini beklemeden odadan çıktım, kapıyı aralık bıraktım ve telaşlı moddan çıkıp sinsi hir ifadeye büründüm. "Aslında oyuncu da olabilirmişim." Kendi kendime mırıldanıp ön bahçeye doğru yürüdüm. Ön bahçeye yürürken Ateş ve Erdem'i bahçede, kapıya yakın bir noktada, durduklarını gördüm. Yaptığım şeyin gururuyla yanlarına ulaştım, adamı bu yalana inandırmış olmanın sevinci yüzüme kocaman bir gülümseme olarak yansıdı, yanlarına ulaştım. "Sanki sizi kandırıyormuş gibi davrandım." Aslında bu yalan biraz da olsa doğruydu ama onun da bunların yalan olduğunu düşünmelerine ihtiyacım vardı, bu yüzden devam ettim. "Onu burada tutmanızı istemiyormuş gibi konuşup arkanızdan iş çeviriyormus gibi yaptım ve elini ayağını çözdüm. Söylediğim her şeye inandı. Peşine takılacak olan adamlar hazır değil mi? Bu işi gerçekten becerecek birilerini ayarlaman gerekiyordu. Özenle seçtin umarım adamları?" Sorgular bir ifadeyle baktım, başını salladı. "Merak etme izini kaybetme..." Devam edemedi çünkü bir anda büyük bir gürültü koptu, eş zamanlı olarak silah sesleri gelmeye başladı. Korkuyla arkamı döndüm fakat daha arkamdaki kargaşayı göremeden birisi bileğimi kavradı, kendimi evin girişindeki küçük ağaçların arasında, yerde, buldum. Üzerime bir ağırlık çöktü. Bunun Ateş olduğunu anında anlarken tüm vücudunu bana siper etti. Neler olup bittiğini anlayamadım, şoka girmiş gibi donup kaldım. Ne bir tepki verebildim ne de ağzımı açıp tek kelime edebildim. Sesler giderek yükseldi, art arda kulak acıtan o gürültü kopmaya devam etti. Bir ara Ateş'in kollarının arasındaki minik aralıktan bahçeye doğru baktığımda arabaların, bombaların patladığı, büyük silahlarla çatışmanın yaşandığı bir savaşın içinde kaldığımı fark edip hayatımın en büyük korkusunu ve şaşkınlığını yaşadım. *** Tekrardan merhabalar :) nasıl gidiyor? Sizce son sahnede saldıran kimdi? Adamın kaçışıyla Mira'nın eline bir şey geçecek midir dersiniz? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |