@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.🦋 Keyifli okumalar.🍒 **** 27. BÖLÜM "HER ŞEY YENİDEN BAŞLIYOR" Tüm vücudum titrerken eve girdim, bahçe kapısını kapattım. Sıcacık salon kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken salonda kimsenin olmadığını fark ettim. Oysa bunalıp hava alacağım diye bahçeye çıkarken herkes salondaydı. Giden kimse de olmamıştı. Nerede şimdi bunlar? Merdivenlere doğru yürüdüm. O sırada arka odalardan birinden bir bağırma sesi geldi, kaşlarımı çattım. Bu da neydi şimdi? Telaşla sesin geldiği tarafa gittim. O tarafa doğru attığım her adımda sesin seviyesi artarken en son aralık olan kapının önünde durdum, kapıyı usulca itip içeriye doğru baktım ve gördüğüm manzara karşısında donup kaldım. Odanın ortasında bir masa atmışlar Cansu, Savaş, Erdem ve Doğan da etrafına oturmuş, başımızda bu kadar dert varken, sıkıntıdayken okey oynuyorlardı. Ağzım açık bir şekilde onlarla bakarken Doğan bir anda gülmeye başladı, Erdem'e uzanıp omzuna vurdu. "Kardeş gibi kardeş! Yine biz kazandık!" Dedi ve herkesin ıstakasını devirip kazanmanın sevincini yaşamaya devam etti. Erdem onun aksine sevincini sadece tebessümle yaşadı. Ben şaşkınca onlara bakarken bir anda Cansu Doğan'ın devirdiği ıstakasını alıp havaya, Doğan'a doğru, kaldırdı. "Vallahi bunu kafana vururum ha!" Sessizce ben de güldüm. "İyi anladık kazandın! Otur düzgünce yaşa sevincini!" Dediğinde Doğan usulca yerine oturdu, Cansu ıstakayı masaya bırakıp kendisi de oturdu. "Bu ne ya? Kaç oldu kaybediyoruz!" Cansu söylenirken konuştum. "Siz ne yapıyorsunuz burada?" Dedim, herkesin tek tek gözü beni buldu, ortama büyük bir sessizlik hâkim oldu. "Oyun oynuyoruz." Dedi Cansu, gözlerimi ona çevirdim. "Oyun oynuyorsunuz?" Sordum, başını salladı. "Evet." Bakışlarım bana dikkatle bakan Erdem'i buldu, ona da sordum. "Oyun oynuyorsunuz?" Ona da başını salladı. "Evet." Deyip önüne döndü. "İyi, devam edin siz." Dedim belki birisi mantıklı olanı yapar ve biz ne yapıyoruz diye sorgular diye ama hiçbirinin umurunda olmadı, hepsi önüne döndü, imayla söylediğim şeyi yapıp oyuna devam ettiler. "Pes artık!" Söylenerek odadan çıktım. "Resmen işi gücü bırakmış, oyun oynuyorlar. Manyak bunlar ya." Söylenmeye devam ederken salona döndüm, Ateş'e bakındım. Herkes odada oyundaydı ama o yoktu. Yukarıda mı acaba diye düşünüp üst kata çıkacakken bu sefer de bana engel olan şey mutfaktan gelen sesler oldu. "O da tek başına mı oynuyor acaba?" Dedim ve kendi söylediğim şeye kendim güldüm, mutfağa doğru yürüdüm. Kapının önünde durduğumda Ateş'in tezgahın önünde durmuş bir şeyler yaptığını gördüm. Arkası dönük olduğu için ne yaptığını göremedim. Merakla ona bakarken ses verip kendimi fark ettirsem mi diye düşünürken o konuştu. "Hay ben senin domates gibi!" Dediği an kahkaha atmak istedim ama kendimi tuttum. Elini sallayıp ağzına doğru götürünce parmağını kestiğini anladım. O sırada bedeninin gizlediği o tezgahta neler oldu bilmiyorum ama bir karışıklık yaşandı, Ateş sıkı bir küfür etti ve telaşla tişörtünü çıkardı. Tezgahtan yere akan sıvıyı görünce bir şeyleri döktüğünü anladım. "Yandık bir de iyi mi?" Dediğinde gözlerim tişörtünü çıkardığı için çıplak kalan vücudunda gezindi. Ateş kendini toparlamaya çalışırken onun beni görmüyor oluşundann faydalanıp bakmaya devam ettim. Ta ki kendi bakışlarımı fark edene kadar. Fark ettiğim an kendime kızıp başımı sağa sola salladım, kendime geldim ve burada onu izlerken yakalanmak istemediğim için o fark etmeden ben konuştum. "İyi misin?" Deyip telaşla yanına gittim, başını çevirdi, gözleri beni buldu. "İyiyim." Dedi ama karın bölgesinde kızarıklık vardı. Tezgahın üzerine baktığımda çayı döktüğünü anladım. "Kötü görünüyor, acımıyor mu?" Sordum gözlerimi yüzüne çevirirken. "Su tutarsam geçer birazdan." Deyip musluğa doğru gidince telaşla konuştum. "Su tutman doğru değil bence, daha kötü olabilir. Bir yanık kremi falan sürmek gerekebilir." "O kadar abartmaya gerek yok, çay o kadar da sıcak değildi zaten." Dedi ve elini ıslatıp karnına sürdü, yüzünü buruşturdu. Bunu birkaç kez daha yaptıktan sonra yerdeki tişörtünü alıp konuştu. "Üzerimi değiştirip geliyorum." Dedi, mutfaktan çıktı. O çıkarken az önce yapmaya çalıştığı şeye baktım. Karnı acıkmış olacak ki ekmek arası bir şeyler yapıyordu ve sanırım becerememişti. Bunu bile yapamayacak ne varki? Bir insan bir domatesi dilimleyemez mi? Bırakıp çıkmak istesem de aç kalmasına içim el vermedi. Islanan ekmeği bir köşeye bırakıp tezgâhın üstünü temizledim. Daha sonra da yeni bir ekmek alıp onun çıkardığı malzemelerle ekmek arası yaptım. Hâlâ bir köşede demlenen çaydan da bir bardak alıp tepsinin içine koydum. Tepsiyi alıp mutfaktan çıktım. Üst kata çıkarken merdivenlerde bir an için duraksayıp bunu yaptığım için beni yanlış anlar mı diye düşündüm. Daha sonra bu kadar düşünmenin çok da iyi olmadığına kanaat getirip son kalan birkaç basamağı da çıktım, üst kata ulaştım. Ateş'in odasının önünde durdum, aynı şeyi bir kez daha sorguladım ama yine doğru olduğunu düşündüğüm şeyin tam aksini yapıp ayağımla kapıya birkaç defa vurdum. "Gel." Dediğinde hafif olan tepsiyi tek elimle tutup kapıyı açtım, odaya girdim. Ayağımla kapatıp içeriye doğru ilerlediğimde Ateş'in yatağın önüne bana arkası dönük bir şekilde durduğunu gördüm, telefonuyla ilgileniyordu. Niye bana bakmıyor diye düşünürken konuştu. "Kız Pars'ı yaralayıp kaçmış, her yerde onu arıyormuş dün geceden beri. Senin haberin yok mu?" Dedi, gözleri beni buldu ve şaşırdı. "Sen miydin?" Deyince beni Erdem'le karıştırdığını anladım. "Ben de Erdem geldi zannettim." Derken gözleri elimdeki tepsideydi. "Fark ettim onu." Deyip birkaç adım atıp tepsiyi komodinin üzerine bıraktım. "Buraya bırakıyorum bunu." Dedim, geri çekildim, devam ettim. "Hastanede benimle ilgilenip şimdi de beni düşündüğün için yaptım bunu, başka bir şey yok." Dudakları yana kıvrıldı, ekledim. "Her şey karşılık sonuçta değil mi? Sen bana yardımcı oldun ben de sana olmak istedim." Cevap vermedi. "Neyse ben çıkayım, afiyet olsun." Deyip arkamı döndüm, kapıya ulaştığımda konuştu. "Ben karşılık beklediğim için yapmadım onları." Duraksadım ama ona dönmedim, elim kapının kolunda öylece durdum. "Seni sevdiğim, yanında olmak istediğim için yaptım." Deyince dudaklarımı ısırdım. "Bunu sen de çok iyi biliyorsun." Cevap vermek zor geldi, kolayı seçip kapıyı açtım, kendimi dışarıya atacakken bunu fark edip konuştu. "Teşekkür ederim." Kapıyı kapatmadan önce ona döndüm ve bir kez daha "Afiyet olsun." deyip odadan çıktım, kapıyı da kapatıp derin bir nefes aldım. "Ne oluyor bana ya?" Deyip sıkıntıyla ofladım. Kendimi ona kaptırıyormuş gibi hissediyorum. Bu doğru değil farkındayım ama bundan kendimi alamıyorum. Bu benim elimde olan bir şey değil ki. Aslında çok iradeli biriyim. Fakat onun yanında bu iradem kaybolup gidiyor. Kim olursa olsun ne yapmış olursa olsun sevgisini o kadar güzel hissettiriyor ki bu sevgiyi görmezden gelemiyorum. Görmezden gelemediğim her an da kendimi onun için bir şeyler yaparken buluyorum. Bunu nasıl atlatacağımı bilmiyorum. Merdivenlere doğru yürüyüp salona indim. Salondaki koltuklardan birine kendimi atıp başımı geriye yasladım ve tavana bakmaya başladım. Kendimi biraz daha ona kaptırmaktan çok korkuyorum. Ne kadar onun sevgisini göz ardı etmeye çalışsam da olmuyor. Bir gün gerçekten onu sevmekten korkuyorum. Sevmek, aşık olmak bunlar benim yabancısı olduğum duygular. Fakat benim de bir kalbim var. Hayatım boyunca bu duygularla hiç ilgilenmemiş olsam da hatta bile isteye kaçmış olsam da şimdi o duygular beni kaçtığım yerde bile buldu. Evet sonunda kendime itiraf edebiliyorum. Belki onunki kadar büyük duygular içinde değilim ama hissiz de değilim. İçimde yeni yeni yeşeren bu duyguların büyümesine izin vermek istemiyorum. Kendimi kurtarmak istiyorum. Amaçlarıma ve hedeflerime ulaşmak için kendimi bu duygulardan kurtarmam gerekiyor. Başka türlüsü mümkün değil. Çünkü bu duygular içimde var olduğu sürece büyüyecek ve bir gün öyle bir hâl alacak ki kendimi kurtarmam çok daha zor olacak tüm amaçlarımı unutmama neden olacak bunların olmasını izin veremem. Sanırım ilk defa kendime engel olamamaktan bu kadar çok korkuyorum. Bir şekilde bu korkuyla da içimde yaşanan o duygularla da başa çıkmayı öğrenmem gerekiyor. Başka şansım yok, başka seçeneğim yok, olamaz da olmamalı. Çünkü en doğrusu ondan kaçmak, kendime de engel olmak. "Ateş nerede?" Arkamdan gelen sesle Erdem'in salona geldiğini anladım, pozisyonumu hiç bozmadan konuştum. "Üzerine çay döküldü, tişörtünü değiştirmek için odaya çıktı." Dediğimde karşıma oturmuştu. "Yandı mı?" Başımı kaldırdım, geriye yaslandım. "Evet ama önemli bir şeyi yok gibi." Başını salladı, sordum. "N'oldu oyununuz bitti mi?" Gözleriyle onaylamakla yetindi. O sırada arkamdan sesler gelmeye başladı. Diğerleri de odadan çıkmış bu tarafa geliyorlardı ve Cansu hâlâ oyunu kaybettikleri için söylenip Doğan'a da sürekli doğru düzgün sevin diye kızıyordu. Hep beraber salona dönüp rastgele oturdular. Doğan Cansu'yla kaybettiği için dalga geçerken Cansu ona kızıyor, Savaş da telefonuyla uğraşıyordu. Erdem her zamanki gibi herkesten kendini soyutlamış bir şeyler düşünüyordu. Ben de merdivenlere doğru bakmış Ateş'in gelmesini bekliyordum. "Tamam lan kapatın şu konuyu artık! Çocuk musunuz siz? Oynadık bitti işte!" Erdem Doğan'a kızdı, Doğan ve Cansu anında sessizleşirken merdivenlerden gelen ayak sesiyle Ateş'in geldiğini anladım, gözlerimi hızla başka tarafa çevirip başka şeylerle ilgileniyormuş gibi yapmaya başladım. "Sonunda ev sahibi de teşrif edebildi." Diyen Doğan'a baktığımda alaylı bir ifadeye büründüğünü gördüm, hiç dönüp Ateş'e bakamadım. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, uzunca bir nefes aldım ve gerginliğimi elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım. "Sizin gibi işi gücü boş verip oyun mu oynasaydım?" Dedi Ateş ve tek boş yer olan benim yanıma oturdu. Fakat çok da yakın degildi. Aramızda bir kişilik daha yer vardı. "İki oyun oynadık diye dilinize düştük! Ne yapalım lan eğlendik azıcık! Doktorlar bile ameliyata girdiklerinde gerginliklerini azaltmak için müzik dinliyorlar. Biz de gerginliğimizi atıp daha iyi planlar yapmak için okey oynadık işte." Dediğinde Doğan'a baktım. "İyi hadi planlarını da anlat o zaman." Gözleri beni buldu. "Anlamadım?" Omuz silktim. "Doktorlar müzik dinlerken hastayı ameliyat eder, işlerini bitirir, görevlerini yaparlar. Madem sen de bunun için okey oynadın, oynarken yeni planlar yapman gerekiyordu. Anlat biz de bilelim o zaman planlarını." Dedim bilerek, planı falan olmadığı çok belliydi. Zaten yeni bir plana da ihtiyacımız yoktu. "Doğru." Dedi Doğan ve elini ensesine attı, gergince konuştu. "Düşünme kısmını atlayıp sadece oyuna odaklanmışım kusura bakmayın. Neyse artık bir dahaki sefere düşünürüm." Güldüm, Cansu da bana eşlik ederken Ateş'in sabır dilediğini fark ettim. "Bununla iş yaptığımıza inanamıyorum." Dedi Erdem, Doğan'ın kaşları çatıldı. "Lan bari sen yapma! Kardeşinim lan ben senin!" Dediğinde Erdem'in kaşları çatıldı. "Doğru konuş lan! Abinim ben senin!" Doğan Erdem'in söylediği şeyle alayla güldü. "Sadece 1 yaş var aramızda." Onlar klasik kardeş kavgasına girerken Ateş araya girdi. "Tamam! Kapatın şu konuyu! İşimiz gücümüz yok bunlarla mı uğraşacağız!" Dedi, ayağa kalktı. "Hadi kalkın, toplanın gidiyoruz." Şaşırdım, merakla sordum. "Nereye?" Gözleri beni buldu. "Tuzağı kurduk, gidip bir bakalım fare kapana takılmış mı? Hiç değilse bir kontrol edelim değil mi?" Dedi, ayağa ilk kalkan Erdem oldu. "Aynen öyle, benim de içinde bir sıkıntı vardı zaten. Gidip hiç değilse adamları bir de yüz yüze uyaralım ki gözlerini dört açsınlar." Erdem bunu söyleyip evden çıkarken Cansu ve Savaş da ayağa kalktı. İkisi de montlarını giyip bahçeye çıkarken Ateş askıdaki bana ait olan montu alıp yanıma geldi. "Hadi sen de giy şunu, hava çok soğuk." Uzanıp elinden aldım, giydim. Benimle birlikte o da eşyalarını topladı. Cüzdanını, telefonunu falan alıp cebine koydu, beraber evden çıktık. Doğan ve Erdem kendi arabalarına, Savaş ve Cansu Savaşı'ın arabasına binmişti. Biz de Ateş'inkine bindik, yola çıktık. Çağrı müdürün evine gidiyorduk. Muhtemelen her şey bu kadar çabuk olmayacaktı ama gidip bir kontrol etmek de fayda vardı. "Niye bu kadar gerginsin?" Diye sordu, ona döndüm. "Niye gergin olmayayım? Karşımızda sıradan bir insan yok. Onlarca insanın katili var. Böyle bir planla onu yenebilecek miyiz bilmiyorum. Bilmiyor olduğum için de gerginim. Birine bir şey olacak diye çok korkuyorum." Gözleri beni buldu. "Bunun için korkmana gerek yok, biraz rahatla. Gergin olman kimse için iyi değil." Deyip önüne döndü ve ekledi. "Bu sefer kazanamazsak bile kaybetmeyeceğiz." Söylediği şeyi anlayamazken açıkladı. "O adamı yakalayamazsak, plan boşa çıksa bile bizden birisi zarar görmeyecek. Bundan emin olabilirsin." Başımı sağa sola salladım. "Bundan emin olamam, sen nasıl bu kadar eminsin buna da bir anlam veremiyorum." Omuzlarını dikleştirdi. "Çünkü kendime güveniyorum." Dedi dudakları yana kıvrılıp gerçekten de kendinden emin bir şekilde dururken. Onun bu hâli bana da biraz güven verirken önüme döndüm. Umarım her şey yolunda gider ve bugünler için hiçbir zaman pişman olmam. Çünkü eğer olursam kendimi hiçbir zaman affedemem. Bir saatlik yolun ardından Çağrı müdürün evine ulaştık. Evin olduğuu sokağa girmeden arabaları caddeye park edip toplu bir sekilde dikkat çekmemek için de ayrı ayrı eve doğru yürüdük. Ateş benimle birlikte gelmeyi tercih etmişti. Beraber evin önüne ulaştığımızda ileriden bizi fark eden adam koşarak yanımıza geldi, nefes nefese kalmıştı. "Abi sizin burada ne işiniz var?" Diye sordu Ateş'e bakarken. "Kontrol etmeye geldik, gelen giden var mı?" Adam göz ucuyla muhtemelen tüm gün önünden ayrılmadığı eve bakıp bize döndü. "Hiçbir hareketlilik yok abi, yaşlı adam bile çıkmadı dışarıya." Ateş ellerini cebine koydu. "İyi, gözünüzü dört açın." Ateş adamla konuşurken çok ileride Cansu ve Savaş'ı gördüm. Kendilerince etrafı kolaçan ediyorlardı. Erdem ve Doğan da kim bilir nerede ne yapıyorlardır. Etrafa bakındım onları görmek için ama görünürde yoklar. "Sen hiç merak etme abi, kuş uçsa haberimiz oluyor. Adamlar mahallenin her yerinde, hatta gizlice evi gözetlemek için ileriden ev bile tuttular. Muhtemelen şimdi bizi izliyorlardır. O şerefsiz bu mahalleye düştüğü an çıkışı yok." Adamın söyledikleri içimi rahatlatırken Ateş onunla konuşmaya devam etti. İşte tam da sırada içimi öyle büyük bir sıkıntı kapladı ki nefes alamadığımı hisettim. Bu da neydi şimdi böyle? Elim istemsizce boğazıma gitti. Sanki birisi beni boğuyor gibiydi. Gözlerim fıldır fıldır etrafta gezindi. Ne zaman böyle hissetmem bir şey oluyordu ve yine olacak gibiydi. Yoksa burada mı? Belki de adamlarla birlikte o da bizi izliyordur. Korkum giderek arttı, nefes almak daha da zorlaştı. Birisi ensemdeymiş gibi hissediyorum. Arkamı dönsem boğazıma yapışacak gibi. Buna rağmen telaşla arkamı döndüm, gündüz geldiğimizin aksine fazla sessiz ve sakin olan sokağa baktım. İçimden kendime sakin olmam gerektiğini söyleyip durdum ama ortaya çıkan kötü his geçmek yerine daha da büyüdü, dengemi kaybettim, düşecek gibi oldum. O esnada Ateş hâlimi fark edip beni tuttu, kollarına tutundum. "Mira iyi misin?" Yutkundum, gözlerimi kapatıp başımdaki dönmenin geçmesini bekledim. Gözlerim açıkken tüm duvarlar üstüme üstüme geliyor gibiydi. "Oturmam lazım." Dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. Ateş hızla harekete geçti, onun yardımıyla kaldırıma çöktüm, gözlerimi kapattım ve kendimi toparlamaya çalıştım. "Abi arabayı getireyim mi? Hastaneye gidelim mi?" Az önce Ateş'in konuştuğu adam sordu, tek gözünü açıp Ateş'e sorduğu hâlde ben cevap verdim. "Hayır, gerek yok. Önemli bir şey değil, başım döndü sadece." Deyip cevap vermesini beklemeden önüme döndüm, gözümü yeniden kapattım. Bu şekilde durmak çok daha iyi geliyordu. Duyduğum ayak seslerinden diğerlerinin de yanıma geldiğini anladım. O sırada Ateş elimi tuttu. "Arabaya götüreyim seni biraz dinlen, geçmezse de hemen bir hastaneye gidelim olur mu?" Yeniden açtım gözlerimi, yakınımda olduğu fark ettim. "Hayır, gerek yok." Yine aynı cevabı verdim, Ateş'in kaşları çatıldı. "Ne demek gerek yok? Baksana şu hâline iyi değilsin!" Derin bir nefes aldım, artık kendimi daha iyi hissediyordum. Bir anda ne oldu bilmiyorum ama ilaçlardan dolayı bu hâlde olduğumu çok iyi biliyorum. "İyiyim ben, başım döndü sadece." Dedim ve kuruyan boğazım yüzünden birkaç kez öksürüp konuştum. "Birazcık su iyi gelebilir ama." Dediğim an Cansu konuştu. "İleride bakkal vardı, hemen alıp geliyorum." Dedi mahallenin içinde koşturmaya başlarken. Gözlerimi ondan Ateş'e çevirdim. Gözlerindeki endişeyi görmemek mümkün değildi. Daha önceden de fark ettiğim şey yine olmuştu. Endişelendiği zaman terliyordu ve şu anda da terliydi. Gözlerinin önüne düşen, terlediği için ıslak görünümde olan siyah saçını geriye doğru attığında boncuk boncuk terlediğini gördüm. Benim için birinin bu kadar endişelenmesi ister istemez hoşuna gitti ama onu bu kadar endişeli görmek çok da hoşuma gitmedi. Büyük bir çelişki yaşadım yani. "İyiyim ben." Dedim gözlerinin içine bakıp iyi olduğuma inandırmak için. Fakat bu bile fayda etmedi, hatta gözlerindeki o endişe giderek büyüdü. Gözlerimi kapatıp biraz daha öyle durduktan sonra kendimi çok daha iyi hissedip hiç beklemedikleri bir anda ayağa fırladım. Başım dönüyormuş gibi oldu bir an için ama o his çok çabuk geçti. "Kızım ne kalkıyorsun? Otursana şuraya iki dakika!" Dedi Ateş ardımdan hemen ayağa kalkarken, omuz silktim. "İyiyim ben, sadece başım döndü ya bu kadar abartmayın." Konuşurken Cansu geldi, aldığı suyu elinden aldım, birkaç yudum içtim. Kuruyan boğazıma su iyi gelirken hepsi hâlâ aynı ifadeyle bana bakmaya devam etti. "Yeter! Boş verin beni! Buraya ne için geldiğimizi unuttunuz mu? Hadi işimizin başına! İyiyim ben!" Deyip sudan birkaç yudum daha içtim, Ateş konuştu. "Erdem siz buraları halledin, biz gidiyoruz." Diyen Ateş'e baktım, daha nereye gidiyoruz diye soracakken bir anda kendimi onun kucağında buldum, sessiz bir çığlık attım. Sonuçta hâlâ bir mahalle arasındayız. "Ne yapıyorsun ya! İndir hemen beni!" Dedim ama umurunda bile olmadı, caddeye park ettiğimiz arabaya bu şekilde gittik, arabanın yanında durduğunda beni kucağından indirdi. Bir havalanıp bir indiğim için baş dönmem yeniden nüksetti. Bunun için Ateş'e kızarken kapıyı açtı. "Bin hadi şuna!" Deyince kaşlarımı çattım. "Yeter ama ya!" Tepkimi gösterdim, Ateş sesiz kalırken devam ettim. "Sen kendini iyice patron zannetmeye başladın! Onu yap bunu yap! Hayırdır n'oluyor?" Sordum ama cevap veremedi, tabii ki veremez! "Bence biraz kendine gelsen iyi olur! Ben senden emir almam bunu sakın unutma!" Tek kaşı kalktı. "Sana emir vermedim!" Deyince daha da sinirlendim. "Bu emir vermemiş hâlin mi?" Başını salladı. "Evet." Bir de utanmadan evet diyordu. "Tamam Mira sakin ol." Dedi, gözleriyle açık kapıyı gösterdi. "Şimdi arabaya biner misin? Ayakta kalman doğru değil çünkü." Az öncekinin aksine düzgünce söylediği için binmeye karar verdim. "Tabii ki binerim." Dedim ve bindim, Ateş kapıyı kapatıp diğer tarafa geçti, kendisi de arabaya bindi. "Eve mi?" Sordum, sorumu duymamazlıktan gelerek konuştu. "Bundan sonra senin sahada işin yok." Dediği an kaşlarım bir kez daha çatıldı, devam etti. "Evde kalıp beyin takımında olacaksın. Sahadaki işleri biz hallederiz." Bakışlarımı elimden geldiği kadar sertleştirdim. "Niyeymiş o?" Anında yanıtladı. "Çünkü hastasın, iyileşmedin ve bu yüzden yorulduğun zaman kötüleşiyorsun. Bunun olması da senin için hiç iyi olmayacağı için senin beyin takımında olman daha doğru." Göz devirdim. "Çocuk mu kandırıyorsun sen? Beyin takımıymış." Deyip önüme döndüm, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Ben çok ciddiyim Mira!" Göz ucuyla ona baktım. "Farkındayım bu yüzden de ben de çok sinirliyim. Yok öyle bir şey! Biz bu işe beraber girdik ve her şeyi beraber yapacağız! Sen de bunu sakın aklından çıkarma!" Derin bir nefes aldı, sabır diler gibiydi. "Sana geri çekil diyen yok Mira! Tabii ki her şeyi beraber yapacağız. İş bölümünde de sana böyle bir iş düşüyor." Resmen çocuk gibi beni kandırmaya çalışıyordu. "Ateş uğraşma, yemem. Ayrıca..." Deyip ona döndüm. "...biz ne ara iş bölümü yaptık? Bundan benim niye haberim yok?" Arabayı çalıştırırken konuştu. "Tek derdin bu olsun güzelim, eve gidince hallederiz." Benimle dalga geçtiğini anlayınca uzanıp koluna vurdum. "Dalga geçme benimle." Güldü, cevap vermedi. Arabayı park ettiğimiz yerden uzaklaşırken "Eve mi gidiyoruz?" diye sordum. "Hayır." Deyip biraz daha gaza bastı, hızlanırken konuştu. "Sahile gidelim, biraz hava alırsan daha iyi olursun." Başımı salladım, temiz hava almak iyi gelebilirdi gerçekten. Emniyet kemerimi takarken Ateş'in biraz daha hızlandığını fark edince konuştum. "Biraz yavaş kullanır mısın?" Dediğim an yavaşladı, hızlı olan arabalarda artık kendimi çok rahatsız hissediyorum. Hatta artık arabaya bindiğimde bile kendimi kötü hissediyorum. Sahile yakın bir yerde olduğumuz için 15 dakika içinde sahilde durduk, arabadan indik. Banklara doğru yürüyüp boş bulduğum ilk yere oturdum, Ateş de yanıma otururken demir korkulukların arkasında kalan denize bakıp temiz havayı soludum. Ciğerlerime dolan soğuk hava kendimi iyi hissettirmişti. "Daha iyi misin?" Diye sordu Ateş, başımı salladım. "Çok iyiyim, oradayken de iyiydim zaten. Abartan sen oldun." "Olsun, kötü olursan söyle hastaneye gidelim. Doktorun çok dikkat etmeniz gerekiyor dediğini sen de duydun. Hemen iyileşmek istiyorsan da dikkat edeceksin işte." O benim sağlığım hakkında konuşurken sessiz kalmayı tercih ettim. Bir süre sonra o da sustu, ortama yine sessizlik hâkim oldu. "Aslında benim küçük bir fikrim var." Dediğimde gözleri beni buldu. "Neyle ilgili?" "Şu Çağrı müdür planıyla ilgili. Hani aklıma yatmayan şeyler var demiştin ya? İşte benim de vardı ve şu an daha iyi olacağına inandığım başka bir planım var ama diğerleri ne der bilmiyorum." Gözlerini kıstı, meraklı bir ifadeye büründü. "Öyle mi? Neymiş o plan? Anlat ben de bileyim." Dedi, tamamen ona dönüp anlatmaya başladım. "Hani bizim planımız kızın yaşadığına adamı inandırıp doğrulamak için de Çağrı müdürün yanına geldiğinde onu yakalamaktı ya?" Başını salladı. "Evet." Deyince devam ettim. "İşte öyle yapmayalım, aynı taktikle farklı bir şey yapalım. Mesela o adamı dinlediği telefonun yanında yeni bir konuşma yapalım. Birisi bizi dinlediğini anlamış gibi yapsın. Kızın yaşadığını onun da bildiğini bildiğimizi duyuralım ama nereden dinlediğini bildiğimizi belli etmeyelim. Yoksa şüphe çekici olur. Bunu yaptıktan sonra Çağrı müdürü saklamak için duyacağı bir plan yapalım ve bunu da duysun, Çağrı müdür fikri aklına gelsin. Günlerce onun aklına Çağrı müdürün gelmesini mi bekleyeceğiz? Bu zaman kaybından başka bir şey değil. Ona müdürü biz hatırlatalım." Ateş'in kaşları çatıldı. "Niye bu kadar acele ediyorsun Mira? Senin anlattığın şey planı riske atmaktan başka hiçbir şey değil. Anlattığın planda o şerefsizi tuzağa çektiğimiz o kadar belli oluyor ki bunu ona inandırmamız mümkün bile değil." Önüme döndüm, sessiz kaldım. "Senin aklında başka bir şey var gibi." Dedi ama yine cevap vermedim. "Yoksa niye her şeyin bu kadar çabuk bitmesini isteyesin ki?" Deyince aniden sordum. "Seni ortaya çıkarmamdan mı korkuyorsun?" Deyip ona döndüm, gözleri bendeydi. "Korkuyorum." Deyince açıkça bunu söylediği için şaşırdım, devam etti. "Kimliğimin ortaya çıkmasından ya da tüm hayatım boyunca kurduğum planı mahvetmenden değil." "Neyden korkuyorsun?" Biraz eğildi, gözlerimin içine bakarak konuştu. "Seni kaybetmekten korkuyorum." Dediği an öylece kaldım. "Beni arkamdan vurmandan ve bir daha birbirimizin yüzüne bile bakamayacak bir hâle gelmenden çok korkuyorum." Gözlerim doldu, önüme döndüm. "Tek korkum bu Mira, başka da hiçbir şeyden korkmuyorum. Beni anlıyorsun değil mi?" Başımı salladım. "Anlıyorum." Dedim sadece, şimdi ona karşı bir şeyler yapmam daha zordu. Ama izin veremem ki. Polis olduğum için, Mira olduğum için falan da değil, insan olduğum için böyle bir şeye izin veremem. Ailesini öldürenleri, buna susanları tek tek bulup öldürecek. Tüm kimliklerim bir yana dursun sadece insan olduğum için bile böyle bir şeye göz yumamam. Zamanı geldiğinde her yolu deneyip ona engel olmam lazım. Eğer deseydi ki onları tek tek bulup adalet önünde cezalandırılmalarını sağlayacağım işte o zaman her şey çok farklı olur, ben bile canla başla ona yardım ederdim. Fakat o öldürmeyi planlıyor. Böyle bir şeyin yaşanmasına izin veremem. "Ne düşünüyorsun?" Sordu, ona döndüm. "Hiç öyle, hava çok güzel değil mi?" Deyip konuyu değiştirdim. "Ya öyle yaz mevsimindeymişiz gibi." O da bana ayak uydurdu, bu da işime geldi. "Denize girmeyi sever misin?" Diye sordum, niye sordum ben de bilmiyorum ama merak etmiştim işte. Ateş soruya şaşırdı ama yine de cevap verdi. "En son 9 yaşındayken girmiştim, Agâh abi götürmüştü bizi. Sonra hiç girmedim, fırsat falan olmamıştır herhalde." Dedi, gözleri beni buldu. "Ama severim yine de." Gülümsedim, denize bakarak konuştum. "Ben de çok severim, fakat benim de senden bir farkım yok. Sanırım en son 11 yaşındayken girmiştim. Ailecek Marmaris'e tatile gittiğimizde." Deyip iç çektim, ekledim. "Abim de vardı. O varken aslında daha mutlu bir ailem vardı. O gittikten sonra herkes mutsuzluğunu yaşamak için kabuğuna çekildi. Sonra da bir daha hiç toparlanamadık, şimdi de ailem dağıldı." Dedim, Ateş'e döndüm. "Abimin vefatından sonra ne annemi ne de babamı bir kez bile gerçekten, içten bir şekilde gülerken görmedim." Yüzümde buruk bir gülümseme peydah olurken bir kez daha iç çektim, önüme döndüm. İçimden anlatmak gelmiş anlatmıştım ama devam etmek istemiyorum. "Siktir!" Ateş'in söylediği şeyi duyduğum an ona döndüm. "Anlamadım?" Dedim, arkama baktığını fark ettim. "Nereye bakıyorsun?" Deyip arkamı döndüğümde gördüğüm kişiyle öylece donup kaldım. Annem teyzemle beraber karşımda duruyordu. Henüz bizi fark etmiş gibi değillerdi. Zaten etmiş olsa soluğu yanımızda alırdı. "Yakalandık." Dememle Ateş'in ayağa kalkması, beni de kolumdan tutup kaldırması bir oldu. "Fark etmemiş bizi daha, koş." Deyince ona hak verip onların olduğu tarafın aksi yönüne Ateş'le birlikte koşmaya başladım. Sürekli dönüp dönüp arkama bakmayı ihmal etmedim. Annem denizde olan bakışlarını bizim olduğumuz tarafa çevirdiği an da bu sefer ben Ateş'in kolundan tuttum, büyük gövdeli ağacın arkasına çektim. Sırtımı ağaca yaslayıp Ateş'i de kendime çektim, fısıldadım. "Bu tarafa bakıyor." Dediğimde Ateş başını çok az çıkardı, anneme doğru bakıp hızla geri çekildi. "Bu tarafa geliyorlar." Deyince elim ayağım birbirine girdi. "Sakin ol, burada bekleyelim. Ağacın arkasında bizi görmez zaten. Geçip gittiğinde de koşarak arabaya biner uzaklaşırız." Önce fikir mantıklı geldi, başımı salladım sonra kurduğu cümledeki ayrıntı yüzünden yeniden telaşlandım. "Tamam ama arabaya doğru gidiyorlar. Senin arabanı tanıyor annem!" Ateş ağacın ardına bakıp bana döndü. "Görseler bile ben hallederim sen hiç merak etme." Deyince içim biraz rahatladı, sessizce beklemeye başladım. Benim sırtım ağaca yaslıydı. Ateş de iki elini ağaca koymuş arkama doğru bakıyordu sürekli. Sanki her an öpecek gibiydi. Aklımdan geçirdiğim şey yüzünden kendime kızarken Ateş'in gözleri beni buldu. "Gidiyorlar." Dedi ama şu an annemleri falan düşünecek durumda değildim. Şu an umursadığım tek şey bana çok yakın oluşuydu. "İyi misin?" Sordu, kötü mü görünüyordum ki? "İyiyim." Dedim sessizce, o benim aksime normal konuşuyordu ve benim fısıldamama güldü. "Mira fısıldamana hiç gerek yok, annenin bizi duyması mümkün değil de." Yine benimle dalga geçti. "Dalga geçme ya! Ben telaştan ne yapacağımı biliyor muyum ki?" Cevap vermeden, arkama bakıp yeniden bana döndü. "Çok uzaklaştılar." Dedi ve sadece küçük bir adımla geri çekildi, fakat bu durumda bile hâlâ çok yakındı. Gözleri dudaklarımı bulduğunda istemsizce yutkundum. Dudaklarıma uzun uzun baktı, başını eğdiğini fark ettim. Öpeceğini anlayınca ellerimi yumruk yaptım. Ateş ona engel olmadığım için biraz daha yaklaşırken gözlerimi kapattım, nefesini dudaklarımda hisettim. Nefesimi tuttum, boğazım düğüm düğüm oldu. Dudakları dudaklarıma temas etti, arkamdaki ağaçla bir bütün olmak üzereydim artık. Dudaklarının varlığını hissetmeye devam ederken aramızdaki sessizliği ve bu büyülü anı bozan çalan telefon oldu, bir uykudan uyanıyormuş gibi gözlerimi açtım, kendime geldim. Ateş'in bakışları sertleşti. "Telefon çalıyor." Dedim, geri çekildi, cebimden telefonumu çıkarıp annemin aradığını görünce telaşlandım. "Annem arıyor! Gördü bizi kesin!" Deyip ağacın arkasından çıktım, annem ve teyzem ileride duruyorlardı. Fakat bize değil yolun karşısında duran arabaya bakıyorlardı. "Arabayı görmüş olmaları lazım." Deyip Ateş'e döndüm. "Ne diyeceğiz şimdi? Nasıl açıklayacağım arabayı?" Ateş'in gözleri beni buldu. "Sakin ol Mira, başka bir arabayla gittik de olsun bitsin. Arkadaşlarımızın arabasıyla gittik dersin." Evet, bu mantıklıydı. "Barış da arabasını bir arkadaşına vermiş, o kullanıyordur de." Ateş'in anında yalanlarını art arda söylemesi şaşırmama neden olsa da çok üzerinde durmayıp telaşla aramaya yanıt verdim. "Efendim anneciğim?" Sesim tahmin ettiğimden daha düzgün ve sakin çıktı. "Neredesiniz Mira siz? Döndünüz mü?" Arabayı gördüğü için böyle bir soru sorması normaldi. "Hayır, hâlâ Marmaris'deyiz, döndüğümüzü de nereden çıkardın?" "Barış'ın arabası şu anda karşımda duruyor." Dediğinde Ateş'in söylediklerini ona söyledim, bir şekilde inandı. Bir süre onunla konuşup iyi olduğuma inandırdım, telefonu kapattım. Zaten annem benimle konuşurken sahilden uzaklaşmışlardı. Telefonu cebime koyarken konuştum. "Ucuz atlattık sanırım, koskaca İstanbul'da nasıl karşılaştık aklım almıyor." Ateş yolu gösterdi. "Hadi gidelim." Bunu keyifsizce söyledi, az önce olan şey yüzünden böyle davranıyordu. Bir de trip atıyor beyefendi. "Gidelim." Dedim, arabaya doğru yürüdük. Elimizden geldiği kadar hızlı yürüdüm. Çünkü küçük bir aksiyon daha yaşamaya hiç niyetim yoktu. Arabaya bindik, Ateş arabayı çalıştırıp sahilden uzaklaşırken bir yandan da Erdem'i aradı, Çağrı müdür hakkında her şey yolunda mı değil mi diye sordu. Olumlu bir cevap almış olacak ki morali yerine geldi, telefonu kapattı. "Her şey yolundaymış." Dedi, dikkatini yola verdi. Gözlerimi ondan çektim, yola baktım. O sırada telefonum yine çalmaya başladı. Annem bir şey söylemeyi unuttu herhalde diye düşünürek telefonumu çıkardım, ekrana baktım ve yabancı bir numaranın aradığını gördüm. "Annen mi?" Ateş sordu, gözlerimi ona çevirdim. Merakla bana bakarken telefonu kaldırdım, ekranı gösterdim. Ateş ekranda kayıtlı olmayan numarayı görünce arabayı sağa çekti. "Ver bana." Deyip telefonu elimden alacakken engel oldum. "Hayır ben açacağım!" Kaşlarını çattı. "Mira saçmalama! Ver bana ben konuşurum! Ne diyecekse bana desin!" Omuz silktim. "Ben konuşurum dedim sana! Sana bir şey söyleyecek olsaydı seni arardı ama beni aradı! Demek ki benimle konuşmak istiyor!" Derin bir nefes aldı. "Mira ver dedim ben de sana!" Telefonu arkama sakladım. "Vermiyorum! Sen de rahat dur! Düzgünce konuşup kapatacağım! Sesi dışarıya veririm sen de ne dediğini duyarsın!" Gözlerini kapattı, uzunca nefes aldı. Gözleri yeniden beni bulduğunda az öncekinin aksine sakinleşmiş gibiydi. "Tamam hadi aç, sesi de dışarıya ver." Başımı salladım, arkama sakladığım telefonu çıkardım. Tam aramaya yanıt verecekken bir anda telefon ellerimin arasından kaydı, Ateş'e doğru yol aldı. Şaşkın gözlerim Ateş'i buldu. "Ne yapıyorsun? Ver hemen onu bana! Benim telefonumu açmaya hakkın yok senin!" "Var ya da yok! Ben konuşurum o şerefsizle! Sen bir daha onunla konuşmayacaksın!" İşaret parmağımı kaldırdım. "Yine bana emir veriyorsun, verme! Yoksa çok fena olacak!" Deyip elimi uzattım. "Şimdi de ver hemen o telefonu bana!" Kaşlarını çattı. "Veremem!" Dedi önüne döndü, bu sefer o aramaya yanıt verecekken üzerine doğru atıldım, tam telefonu alacakken geri çekmesiyle boşluğa düştüm ve öylece kalakaldım. Şu an resmen yan koltuktan kalkmış adamın kucağına doğru uzanıyordum. Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti, arabanın içinde duyulan tek ses hâlâ ısrarla çalmaya devam eden telefon olurken araya Ateş'in sesi de girdi. "Yerin rahat sanırım." Dediği an kendime geldim, toparladım, hemen doğruldum. Yeniden yerime otururken Ateş'in yüzündeki muzip ifadeyi gördüm, kaşlarımı çattım. "Ne bakıyorsun öyle? Aniden oldu!" Dedim, Ateş'in yüzündeki muzip ifade geçmek yerine biraz daha artarken telefon sustu, öfkeyle konuştum. "Senin yüzünden konuşamadık, kapattı!" Dişlerimin arasından konuştum, telefondan gözlerini bana çevirdi. "Asıl senin yüzünden kapattı! Avını yakalamaya çalışan kaplan gibi üstüme atlamasaydın ben çoktan açmış, konuşmuş olurdum!" O söylenirken telefon bir anda yeniden çalmaya başladı, onun elinde olduğu hâlde ekran bana dönük olduğu için yine aynı numaranın aradığını gördüm, almak için yine üzerine atlayacakken Ateş telefonu geriye çekti, dişlerinin arasından konuştu. "Sakın! Rahat dur, ben halledeceğim!" Onunla baş edemeyeceğimi anlayınca başımı salladım, önüme döndüm, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "İyi tamam, sen konuş, sesi de dışarıya ver." Onun yaptığını ben de yaptım ama onun aksine onu kandırmak gibi bir niyetim yoktu. Ateş telefonu açtı, sesi de dışarıya verdi. Merakla ikisinin konuşmasını beklerken ilk konuşan telefonun diğer ucundaki oldu. "Değerli müşterimiz yılbaşına özel faizsiz kredi seçeneklerimiz..." Devamını dinleyemeden öylece bakıp kaldım telefona. Ateş'in gözleri ağır ağır beni buldu, göz göze geldiğimiz an kendimi tutamayıp gülmeye başladım. O da bana eşlik ederken gülmemin arasından zorlukla konuştum. "Biz bir saattir bunun için mi kavga ediyoruz?" Gülerken başını salladı. "Sanırım." Dedi, gülmeye devam ettim. Ta ki Ateş'in söylediği şeyi duyana kadar. "Çok güzel gülüyorsun." Sesim kesildi, yüzümdeki gülümseme yavaşça soldu. Ateş gözlerimin içine bakarak konuştu. "Seni çok nadiren böyle gülerek görmüşümdür." Gözlerimi kaçırdım, yine yabancısı olduğum o duygular kendini belli etti. Bu sefer yanında ekstra olarak utancı da hisettim. Kolay kolay utanmayan ben bile utandım. "Bu yüzden seni daha çok güldürmem gerekiyor." Gözlerim yeniden onu buldu, söyleyecek bir şey bulamadığım için sessiz kaldım. Ateş yüzündeki hayran ifadeyle bana bakarken bu ifade yüzünden utancım daha da arttı. Ateş yan koltukta oturuyor olmasına rağmen bana doğru eğildi, başım benden habersiz öne giderken ben de ona yaklaşmış oldum. O sırada Ateş'in elini elimde hissettim. Gözlerimi kapattım, nefesini yine dudaklarımda hisettim, bir eli yüzümü buldu, baş parmağıyla yanağımı okşarken biraz daha yaklaştı, dudaklarını hisettim. Tam öpecek gibi oldu, bunu yapmasını beklerken bir anda arabanın camına birisi vurmaya başladı, telaşla geri çekildim. "Sikeceğim şimdi böyle işi!" Ateş küfür etti, cama bir kez daha vuruldu, başımı çevirdiğimde küçük bir çocuk olduğunu gördüm. Camı indirdim, çocuğun ne söyleyeceğini merak ettim. Fakat daha cam tam inmemişken çocuk içeriye bir kağıt attı ve koşarak uzaklaştı. Arkasından şaşkınca bakarken elime kağıdı aldım. "Ne oluyor ya?" Kendi kendime konuşurken katlı kağıdı açtım. "Ne attı?" Ateş sordu, cevap vermedim, kâğıdı açınca yazan şeyi Ateş'in de duyması için sesli bir şekilde okudum. "Onun adını bile ağzınıza almayacaktınız." Deyip yutkundum, Ateş merakla bana bakarken yazdığı son cümleyi korkuyla okudum. "Bu zamana kadar olup bitenleri unutun. Her şey şimdi yeniden başlıyor!" **** Selamlar nasılsınız, nasıl gidiyor? Mira da artık hislerinin farkına varıyor, sizce bundan sonra neler olacaktır? Yeni bölüm tahminlerinizi bekliyorum.♡ Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |