@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar.🍒 *** 31. BÖLÜM "VİCDAN AZABI" Başımı ellerimin arasına aldım, saçlarımın dibine parmaklarımı geçirip kendime olan öfkemle saçlarımı çektim. Sinirle ayağımı yere vurup durdum. Kendi canımı yakmak hem de çok yakmak istedim. Belki o zaman içimdeki vicdan azabını bir şekilde azaltabilirdim. Belki o zaman kendimi suçlamayı bırakabilirdim. Vicdan azabı, suçluluk duygusu, öfke, pişmanlık... Tüm bu duyguları bir arada yaşıyor, ağırlıkları altında eziliyorum. Omuzlarımdaki yük bu kadar fazlayken bir de bunlar eklenmişti. "Mira sakin ol." Başımı kaldırıp Cansu'ya baktım. Çatalanan sesimle "Benim yüzümden oldu." dedim. Cansu yanıma oturdu, elimi tuttu ve gayet sakin, bir o kadar da rahatlatıcı bir ses tonuyla konuştu. "Saçmalama, hepimiz oradaydık Mira. Bir sürü adam vardı, Ateş bir sürü tedbir almıştı. Buna rağmen böyle bir şey yaşandı. Eğer bir suçlu varsa bu hepimiziz bir tek sen değil!" İç çekip önüme döndüm. "O adam bana vurmaya kalktığında geldi aniden. Üzerimden alıp dövmeye başladı, bayıldığını düşününce bırakıp yanıma geldi. İyi misin falan diye sorarken o pislik ayağa kalktı, kaçmaya çalıştı. Ben de Ateş'e bağırdım, peşinden git dedim, gitti. Sonra da olan oldu işte. Alt katta yakalamış, birbirlerine girmişler. Engel olacakken Ateş bir anda yere çöktü, karnında bıçak vardı. Nasıl olduğunu bile görmedim." Cansu dikkatle beni dinlerken göz yaşlarım aktı, ellerimle silip konuşmaya devam ettim. "Ateş'e yardım etmek istedim, arkamdan vurdu, yere düşürüp binadan kaçtı. O sırada Ateş bana pencereden sık, ben iyiyim dedi. Dediğini yapacakken bir başkası karşı apartmandan sıktı, vurdu. Zaten yaralıydı, anında yere serildi ama ondan sonra bir kurşun daha yedi. Ben sonra ne oldu bilmiyorum Ateş'le ilgilendim, Erdem'i aradım. Onunla Ateş'i alıp buraya getirdik işte." Her şeyi en başından anlattım, Cansu da başımızda duran Doğan da Savaş da beni dikkatle dinlediler. "Senin bir suçun yok işte, tabii ki onu peşinden gönderecektin. Hepimiz o adamı yakalamak için oradaydık. Nereden bilebilirdin böyle bir şey olacağını? Hem Ateş'i ameliyata alan doktor ne dedi duymadın mı? Bıçak organlara denk gelmemiş, küçük bir operasyon sadece merak etmeyin dedi. Sen de duydun, lütfen artık biraz sakin ol." Cansu beni teselli etmeye çalışırken başımı sallamakla yetindim. O sırada Erdem konuştu. "O şerefsiz ortalarda yok." Dediği an başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Ne?" Ellerini cebine koydu. "Yok işte, çatıdaki adamlardan biri anlattı, bir araba gelmiş, içinden hiç kimse inmeden arabaya almış, götürmüşler. Çok sıktık alamasınlar diye dediler ama araba kurşun geçirmezmiş, engel olamamışlar." Sıkıntıyla ofladım, bir bu eksikti! Demek Ateş'le ilgilenip Erdem'in gelmesini beklerken duyduğum silah seslerinin sebebi buymuş. "O şu an umurumda bile değil, ölüsü lazım değil zaten bize. Kurtulduk ya o yeter bize!" Doğan kaşlarını çattı. "Öldüğünden bu kadar emin misin?" Sordu, başımı salladım. "Eminim, yaralıydı zaten, kötü görünüyordu. İlk kurşunu kalbinden yedi, net bir şekilde gördüm. İkinci kurşunu yere düştüğünde yediği için sırtına denk geldi. Bu kadar şeyden sonra yaşaması mümkün mü bilmiyorum ama öldüğüne inanmak istiyorum." Dediğimde Cansu konuştu. "Bence ölmüştür, bu kadar şeyden sonra yaşaması mümkün değil. Biraz manyak ama o da insan sonuçta. 9 canlı falan değil yani." Cansu bana destek çıkarken aklımın bir köşesinde hâlâ ya yaşıyorsa sorusu dönüp duruyordu. O zaman ne olacak? Kardeşi sayesinde ayağımıza kadar getirdik, küçük bir plan olsa da işe yaradı ama her şey tam olarak istediğimiz gibi gitmedi ki. Şu an onun ölüsü de olsa elimizde olması gerekiyordu ama yok işte. Sadece öldüğüne inanıyoruz hepsi bu, başka da bir şey yok. "Tamam, şimdi bunları düşünmenin sırası değil." Savaş bizi sustururken ameliyathanenin kapısı açıldı, hastaneye ilk geldiğimizde konuştuğumuz doktor dışarıya çıktı. Telaşla ayağa kalktım, yanına gittim. "Durumu nasıl?" Sordum, doktorun gözleri beni buldu. "Sakin olun, ameliyattan önce de söylediğim gibi küçük bir operasyondu sadece. Ateş Bey'in durumu gayet iyi, şu an anestezinin etkisinde olduğu için baygın ama birkaç saate kendine gelecektir." Saatler sonra rahat bir nefes aldım, merakla sordum. "Onu görebileceğiz değil mi?" Doktor başını salladı. "Tabii yoğun bakıma almayacağız zaten, servis de olacak. İstediğiniz zaman görebilirsiniz." Deyince gülümsedim. "Teşekkür ederiz Doktor Bey, her şey için çok teşekkür ederiz." Doktor gülümsedi, gün içinde kontrole geleceğini söyleyip yanımızdan ayrıldı. "İşte bu kadar!" Dedi Cansu, ona döndüm, devam etti. "Katil öldü, Ateş yaralı olsa da durumu çok iyi. Her şey istediğimiz gibi gitmedi ama her şey istediğimiz gibi sonuçlandı." Dedi, gözleri hepimizin üzerinde gezindi, ellerini iki yana açarak konuştu. "Lütfen siz de artık şu yas havasından çıkın! Biraz mutlu olun ya!" Onun söylediği şeyle güldüm, diğerleri de bana eşlik edip güldüler. Fakat hâlâ içimde şüphe vardı ve o şüphe beni yiyip bitiriyordu. Fakat bunun mutluluğumun önüne geçmesine izin vermedim. Evet, mutluyum hem de çok mutluyum çünkü Ateş iyi. Biz ameliyathanenin önünde durmuş konuşmaya devam ederken kapı bir kez daha açıldı. Ateş'i çıkardılar, peşlerine takıldık. Kalacağı odaya geldiğimizde biz kapıda bekledik, hemşireler ve hasta bakıcılar Ateş'i odaya aldılar. Zaten çok geçmeden 10 dakika kadar sonra odadan çıktılar. Hemşirelerden birisi çıktığında çok kalabalık olmayın lütfen falan demişti ama onlar yanımızdan uzaklaşır uzaklaşmaz biz odaya doluşmuştuk. Ateş baygın olduğu için zaten oturup onun ayılmasını beklemekten başka şansımız yoktu. Hiç kimse yanlış anlamasın diye elimden geldiği kadar uzak durdum. Öyle odadaki sandalyeye, koltuklara dağılmış sessiz sessiz otururken bir süre sonra sessizliği bozan Ateş'in sesi oldu. "Mira." Dediğini duyduğum an gözlerim irileşti, herkesin bakışları bir anda beni buldu, o sırada Ateş bir kez daha "Mira." dedi, resmen ismimi sayıklıyordu. "Ne bakıyorsunuz? Mira su ver falan diyecektir. Son günlerde sabah akşam beraber olduğumuz için Mira demesi çok normal. Evdede zaten sürekli Mira su verir misin, Mira kahve yapar mısın falan diyordu oradan bilinç altına işlemişsem demek ki." Kendimi savundum, herkesin yüzünde öyle bir ifade oluştu ki gülmemek için kendilerini zor tutuyor gibiydiler. "Mira." Ateş bir kez daha ismimi söyledi, daha fazla kendimi savunamadım, acaba yine de bir şeyler söylesem mi diye düşünürken Erdem bir anda ayağa kalktı. "Bunun uyanacağı yok, benim çok işim var. Öğlene doğru yeniden uğrarım." Deyip kapıya yöneldi, odadan çıkıp gitti. Hastaneye gece 2 gibi falan geldiğimiz için çoktan sabah olmuştu bile. "Aynen öyle, benim de karakola geçmem gerekiyor. Herkes beni bekliyordur şimdi, uyanırsa bana haber edersiniz, kaçtım." Dedi ve Doğan da odadan çıkıp gitti. O daha çıkarken de Cansu ve Savaş ayaklandı, onlar da Doğan'ın bahanesini kullanıp çıkıp gittiler odada Ateş'le bir başıma kaldım. "Mira." Gözlerim Ateş'i buldu, az önce diğerleri var diye yapamadığım şeyi yapıp kalkıp yanına gittim. "Mira Mira ne Mira! Rezil olduk senin yüzünden!" Söylenerek yanına oturdum. "Başka sayıklayacak bir şey mi bulamadın?" Söylenirken Ateş bir kez daha "Mira." dedi, güldüm. "Buradayım." Dedim ama sonra belki beni duymuyordur diye varlığımı hissetmesi için elini tuttum. Gülümseyerek ona bakarken gözlerini araladı, dudakları yana kıvrıldı, gözlerini yeniden kapattı ve boğuklaşan sesiyle "Öldüm mü?" diye sordu, benimle bu hâlde bile alay ettiğini anlayınca güldüm, konuştum. "Yok, başaramadım, bir dahakine artık." Dediğimde gözlerini yeniden araladı. "Kalbimi kırıyorsun." Sadece iki kelimelik bu cümleyi bile zorlukla kurmuştu. "Sen kafanı kırmadığıma dua et! Ben sana git bıçaklan mı dedim? Git adamı yakala dedim!" Öksürdü, bunu yaparken canı acımış olacak ki yüzünü buruşturdu, tuttuğum değil de diğer eli karnının üzerine gitti. Fakat buna rağmen konuştu. "Baktım senin beni seveceğin yok, belki bu hâlimi görür insafa gelir de beni seversin dedim." Deyince gülmemek için kendimi tutup ciddi bir ifadeyle konuştum. "Ya demek öyle? Bunu öğrendiğim çok iyi oldu! Bana karşı duygu sömürüsü yapmana izin vermeyeceğim Ateş Demirkan!" Dedim, dudaklar yana kıvrıldı. "Duygu sömürüsü yapmama gerek kalmayacak Mira Aksoylu, kendi isteğinle yanımda kalıp benimle ilgileneceksin." Tek kaşımı kaldırdım. "Bundan bu kadar eminsin yani?" Hareket eden adem elmasından yutkunduğunu fark ettim. Yutkunduktan sonra yalandan öksürüp boğazını temizledi ve sonunda konuşabildi. "Eminim, istesen de gidemezsin." Doğruydu, gidemezdim. Her şey bir yana ben hastanedeyken yanımda olduğu, benimle ilgilendiği için yapamazdım bunu ama yine de onunla uğraşmak hoşuma gidiyordu. Bu yüzden kapıyı göstererek konuştum. "Bak kalkar giderim o zaman görürsün ben isteyince neler oluyormuş." Kaşlarını çattı. "Sen beni tehdit mi ediyorsun?" Sordu, başımı salladım. "Evet." Eli karnının üzerindeyken yüzünü buruşturdu, masum masum bakarak konuştu. "Bu yaralı adamı." Söylediği şeyle kahkaha atmak istedim ama yine kendimi tutup başımı salladım. "Evet, bu yaralı adamı!" Bakışları biraz daha masumlaştı. "Öyle olsun, insan düştüğü zaman anlıyor zaten kimin dost kimim düşman olduğunu. Git Mira, beni bu hâlimle bırak, arkana bile bakmadan git." Daha fazla kendimi tutamayıp güldüm, gülerken konuştum. "Rahmetli babaannem gibi konuştun." Dediğimde o da güldü ama gülmek canını yakmış olacak ki acı çektiğine dair sesler çıkarıp gülmeyi bıraktı. "Neyse bırakalım şakayı, bir şey istiyor musun?" Sordum, başını sağa sola salladı. "Hayır, sağol." Dedi, daha fazla dayanamayıp diğer konuyu açtım. "Sen bilmiyorsun, sormadın da ama birçok şey oldu." Ağır ağır iç çekti. "Sormasam da anlatacağını biliyordum, konuya senin girmeni bekliyordum. Anlat bakalım, n'oldu?" Derin bir nefes aldım, o adam hakkında konuşmak bile nefes alıp vermemi zorlaştırıyordu. "Bana onu vur dediğinde pencerenin kenarına gittim. O anları hatırlıyorsun değil mi?" Gözleriyle beni onayladı. "Hatırlıyorum." Deyince anlatmaya devam ettim. "Onu vurmak için pencerenin kenarına gittiğimde senin çatılara güvenlik için yerleştirdiğin keskin nişancılardan birisi onu benden önce vurdu." Dedim, Ateş duyduğu şeye rağmen gayet rahat görünüyordu. "Çok güzel yapmış, ellerine sağlık. Kaçmasından daha mı iyiydi?" Başımı sağa sola salladım. "Sorun bu değil." Kaşlarını çattı. "Sorun ne?" "Vurulduktan sonra yere düştü bir kurşun daha yedi. Ben öldüğünü düşünüyorum Cansu da benim gibi düşünüyor ama hala şüphelerimiz var ölmediğine dair." Ateş'in bakışları sertleşti. "Ne demek şüphelerimiz var? Adam iki kurşun yemiş öldüğünü görmediniz mi? Cesedini görmüş olmanız gerekiyor." Olan biteni bilmediği için bu noktaya takılmış olması çok normaldi. "O vurulduktan sonra seninle ilgilenmek için yanına geldim. Yardım için Erdem'i falan ararken dışarıdan silah sesleri gelmeye devam etti ama umursamadım. Herhalde etrafta adamları vardı senin adamların ona sıkıyor falan diye düşündüm. Meğerse o sırada bir araba gelmiş, içindekiler onu almış arabaya bindirmiş. Keskin nişancılardan birisi arabadan hiç inmeden içeriye doğru çektiler adamı dedi. Engel olmak için sıkmışlar ama araba kurşun geçirmezmiş engel olamamışlar." Ateş her kelimemde biraz daha öfkelenmiş gibiydi. "Yani cesedi elimizde değil, bu da hepimizin aklında tek bir soru işareti oluşturuyor; ya yaşıyorsa?" Ateş gözlerini kaçırdı, düşüncelere daldı. Merakla ona bakıp bir tepki vermesini bekledim ama hiçbir şey söylemeyince dayanamayıp konuştum. "İlk kurşunun kalbine denk geldiğinden eminim, kendi gözlerimle gördüm. İkinci kurşunu yere düştüğü için sırtına denk geldi. Yani riskli noktalara denk geldi hep kurşunlar. Bu yüzden aslında biraz rahatım, öldüğünü düşünüyorum ama şüphelenmeden de edemiyorum." Ben konuşurken Ateş'in gözleri beni bulmuştu. "Kalbine ve sırtına." Diye mırıldandıktan sonra ağır ağır iç çekti, eli yüzüne gitti, gözlerine bastırıp gözlerine ovalarken bu durum fazlasıyla canını sıkmış gibiydi. Tıpkı benim ve diğerlerinin canını sıktığı gibi. "Ölme ihtimali daha yüksek. Aynı anda hem kalbine hem sırtına kurşun isabet etmiş. Zaten yaralıydı yaşaması mümkün mü emin değilim ama her ihtimali düşünmemiz gerekiyor. Yaşaması mümkün değil deyip bu konuyu göz ardı edemeyiz. Onun öldüğünü kendi gözlerimizle görmemiz gerekiyor. Eğer öldüyse cesedini yaşıyorsa dirisini bulmamız gerekiyor. Bizim için başka yol yok." İşte bunlar tam olarak duymak istediğim şeylerdi. Eğer o kendinden emin bir şekilde öldüğünü savunmuş olsaydı muhtemelen burada kavga çıkacaktı. Birilerinin benim gibi düşünüyor olması bana iyi geliyor. Hem de hiçbir şeyin gelmediği kadar iyi geliyor. "Bunu nasıl yapacağız?" Merakla sordum, Ateş engel olmama rağmen yatağın kenarlarından destek alıp doğrulduktan sonra soruma yanıt verdi. "Nasıl yapacağız bilmiyorum ama bir yol bulacağım, bulmam lazım. Fakat şu an ne onu ne de başka bir şeyi düşünecek durumda değilim. Birkaç gün ara verelim bu işe. Zaten yediği kurşunlardan sonra yaşıyorsa bile ayaklanması biraz zaman alacak. O sırada biz de biraz kendimizi toparlayalım." Ona hak verdim. "Haklısın senin bayağı dinlenmen gerekiyor." Dediğimde kaşlarını çattı. "Senin değil bizim! Sen de hâlâ iyileşmedin, artık evde bakarız birbirimize." Deyince bir an için söylediği şeye bir anlam veremedim. "Anlamadım?" Dedim Ateş aynı rahat ifadeyle söylediği şeyi yineledi. "Sen de hâlâ iyileşmedin, eve gider bakarız birbirimize dedim." "Tam olarak bunu anlamadım zaten. Eve gideriz derken?" Yüzündeki alaylı ifade yok oldu, ciddileşti. "Başka bir yere gitmeyi mi düşünüyordun?" Başımı salladım. "Evet mesela kendi evime." Yüz ifadesi bir anda değişti, yüzü düştü. Ne zannediyordu ki? Bundan sonra hep onun yanında kalacağımı falan mı? Eğer böyle düşündüyse bile bu benim suçum değil ki. En başında ona her şey katili yakalayana kadar demiştim. Katil yakalanana kadar rahat hareket edebilmek için onun yanında kalacak, yakalandıktan sonra da evime dönecektim. Bunu en başından beri o da çok iyi biliyordu. Tamam şimdi katil yakalanmamış ve ortada büyük bir belirsizlik olabilir ama bu benim eve dönmeme engel değil ki. "Evine döneceksin." İnanmak istercesine yineledi, başımı salladım. "Evet, hani en başından böyle anlaşmıştık ya, ne çabuk unuttun?" Göğsü inip kalktı, uzunca bir nefes aldı. Merakla ona bakarken sanki bozulduğunu belli etmemeye çalışır gibiydi. "Haklısın, öyle anlaşmıştık. Neyse bizimkiler nerede?" Konuyu değiştirdi. "Sen ayılırken çıktılar odadan, hepsinin işi varmış, öyle söylediler. Öğlene doğru gelirler herhalde." Dedim ve aklıma gelen şeyle ekledim. "Bu arada polis falan gelmeyecek buraya, Erdem halletmiş. Sen de biliyorsun normalde böyle yaralanmalarda polis gelir ifade alır." Dediğimde Ateş'in yüzünde tuhaf bir ifade oluştu. Bir an için söylediklerimi düşündüm, bizim de bir polis olduğumuz aklıma geldi, acıyla güldüm. "Şu hâlimize bak, polisken polisten kaçar hâle geldik." Deyip ayağa kalktım. "Bu çok acı verici." Deyip sıkıntıyla ofladım. Ne ara unutmuştum polis olduğumu? Resmen geçmiş karşısına polisten kurtulduğumuzu anlatıyorum. "Mira." Diyen Ateş'e döndüm, devam etti. "Biz kötü bir şey yapmadık." Yine aynı şeyi yineledi, sürekli bunu söyleyip duruyordu. Biz kötü bir şey yapmadık! Ben de bunun farkındayım, kötü bir şey yapmadık ama yine de yasa dışı bir sürü şey yaptık. Ne denli bu duruma böyle alıştım bilmiyorum ama alışmamam gerekiyordu. "Kötü bir şey yapmadığımızı ben de biliyorum!" Dedim ve bir sandalye çekip otururken devam ettim. "Neyse boş verelim, şimdi bunları konuşmanın sırası değil." Deyip konuyu kapattım. Bir anda yüzüme çarpılan gerçekler moralimi çok bozmuştu. "Sen bence eve dön, biraz uyu dinlen. Ev derken benim evden bahsediyorum. Kendini biraz toparladıktan sonra yarın ya da daha sonra dönersin ama bu hâlde olmaz." Dediğinde başımı öne eğdim, kendime baktım. Siyah pantolonum çamur içinde kalmış, gömleğimin ucu yırtılmış, montum kirlenmiş, yüzümün hâlini ise az çok tahmin edebiliyordum zaten. "Yüzün çok acıyor mu?" Diye sordu Ateş, elim istemsizce yüzüme gitti, işte tam da o an canım yandı. Ateş bana merakla bakarken o manyakla kavga ederken yüzümün taşa sürttüğü aklıma geldi, elimi çektim. "Yok acımıyor." Dedim sanki ilk andan beri o yaranın farkındaymış gibi ve ayağa kalktım. "Ben yine de bir elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." Deyip banyoya kaçtım, kapıyı kapatıp aynanın karşısına geçtim ve kendi kendimi görüp yüzümü buruşturdum. Berbat görünüyorum hatta iğrenç görünüyorum. "Bu ne hâl ya? Bayağı salmışım kendimi." Söylenerek suyu açtım, yaralarıma dikkat ederek elimi yüzümü yıkadım. Fakat buna rağmen aynadaki hâlim beni memnun etmedi, moralim bozuk bir şekilde banyodan çıktım. Yeniden Ateş'in yanına döndüğümde yatağa tekrardan uzandığını gördüm. Duvardaki minik televizyona baktım. Açıktı ama sesi kısıktı. Oradan saate bakıp henüz daha sabahın 7'si olduğunu gördüm, az önce kalktığım yere oturdum. Neredeyse son 24 saatir hiç uyumadığım için uyku artık gözümden akıyordu. "Sen çok yorgun görünüyorsun." Diyen Ateş'e baktım. "Yorgun değilim ama uykum var biraz." "Eve git diyorum sana ama cevap bile vermedin." Kaşlarımı kaldırdım. "Olmaz, seni yalnız bırakamam." Açıkça söyledim, onu yalnız bırakamazdım. Ateş hiçbir şey söylemeden uzandı, hemşire çağırmak için kullanılan kırmızı butona bastı. "N'oldu? Niye bastın ona? Bir şey mi oldu?" Dilini damağına çarpıtarak cıkladı. "Hiçbir şey olmadı." "Niye bastın o zaman?" Sordum ama cevap alamadım. Zaten o sırada odanın kapısı açıldı, hemşire içeriye girdi. "Bir sorun mu var?" Sordu, yanımıza gelmişti bile çoktan. "Hayır, taburcu olmak istiyorum. Doktora durumu bildirin." Dediği an öylece kaldım. "Ne taburcusu ya? Senin ameliyattan çıkalın daha birkaç saat oluyor!" Gözleri beni buldu. "O kadar da önemli bir yara değil, eve gideceğim." Ben ona şaşkınca bakarken hemşire araya girdi. "Beyefendi sizi şu an taburcu etmemiz mümkün bile değil. Cem Hoca da zaten böyle bir şeye asla izin vermez." Ayağa kalktım, Ateş'in yanına ulaştım. "Doğru söylüyor! Bu mümkün bile değil! Senin bu fikri sunman bile..." Sözümü kesti, hemşireye bakarak konuştu. "Siz benim dediğimi yapın, izin isteyen olmadı zaten. Çıkacağım dedim, çıkacağım. Hatta şu an hazırlanıyorum, siz de işlemleri halledin." Dedi ve tüm engel olma çabalarımıza rağmen ayağa kalktı, dolaptan kıyafetlerini aldı. Şaşkınca ona bakarken hemşire çoktan durumu haber vermek için odadan çıkmıştı bile. Hemşireden sonra doktor odaya girdi, Ateş'e bunun hata olduğunu söyledi, ben de onu sürekli destekleyip durdum ama hiçbirisi Ateş'in umurunda olmadı, üzerini değiştirdi ve işlemler hallolduktan sonra hastaneden çıktık. Tüm yol boyunca söylenip durdum, ona kızdım. 2 saat kadar sonra eve ulaştık. Yol boyunca sarsılıp durduğu için kötü görünüyordu ama sesini çıkarmıyordu. Onu salona oturttum. Bir şeyler yemesi gerektiği için hazırlamayı teklif ettim ama ben bir şeyler hazırlayacak birini bulurum diyerek beni zorla odaya uyumaya gönderdi. Eğer gitmezsem kalkıp kendinin götüreceğini söyleyince mecburen dediğini yapıp odaya çıktım. Odaya girince kirli kıyafetlerden kurtuldum, pijamalarımı giydim, yatağa girip annemi aradım. Annemle konuşup her şeyin yolunda olduğuna onu inandırıp yalandan birkaç tatil anısı anlattıktan sonra telefonu kapattım. Yataktan çıkıp odanın perdelerini çektim, odayı karanlık yaptıktan sonra yeniden yatağa girdim, gözlerimi kapattım ve tüm olumsuzlukları bir kenara bırakıp sadece iyi şeyleri düşünürek kolaylıkla uykuya dalabildim. ***** Mavi kot pantolonumla, siyah boğazlı kazağımın iyi olduğuna kanaat getirip saçlarımı topladım. Fondötenle yaralarımı kapattıktan sonra da telefonumu aldım, odadan çıktım. Yorgunluktan o kadar çok uyumuşum ki akşam olmuştu bile. Fakat uyumak çok iyi gelmişti. Tüm acılarım yok olmuş, kendimi çok iyi hissediyordum. "Kaç kişi kaldı?" Duyduğum sesle duraksadım, yarı açık olan kapıya doğru baktım. Ses Ateş'in odasından gelmişti ve Erdem'in sesiydi. "Emin değilim ama 10 kişi gibi bir şey kaldı, isimlerine ulaşmak üzereyim." Ateş'in sesiyle odaya doğru birkaç adım attım, ne hakkında konuştuklarını anlamış, merakıma yenik düşmüş ve dinlemeye başlamıştım. "Yıllardır o isimleri toplamak için çalışıyorsun, şimdi de yüzdün yüzdün kuyruğuna geldin ama hâlâ bize bile net bir şeyler söylemiyorsun! Sen bu adamlara ne yapacaksın Ateş?" Merak ettiğim ve hiç cevabını alamadığım o soruyu sordu Erdem. Merakla Ateş'in vereceği cevabı bekledim. O cevap benim için çok önemliydi. Belki de hayatımın geri kalanını şekillendirecekti o cevap. "Zamanı gelince öğrenirsiniz, ben ne yaptığımı çok iyi biliyorum hiç merak etmeyin." Dedi Ateş, göz devirdim. Yine üstü kapalı cevap vermişti. Hadi bana bu konuda güvenmiyor anladım da Erdem'e bile anlatmamış! Bu adamın aklında ne var? Düşünmeyi bıraktım, burada böyle yakalanmak istemediğim için kapı açık olmasına rağmen birkaç kez vurdum. "Gel." Ateş'in sesini duyar duymaz odaya girdim. İkisinin de gözleri beni buldu. "Uyanmışsın." Dedi Ateş, yanına doğru yürürken ekledi. "İyi misin?" Başımı aşağı yukarı salladım. "Çok iyiyim." Deyip yanlarında durdum. Zaten Erdem ayakta, Ateş de yatağın kenarında oturuyordu. "Sen nasılsın?" Sordum. "Daha iyiyim." Dedi sustu, sessizlik oldu. Muhtemelen ikisi de buraya neden geldiğimi sorguluyordu. Bu yüzden Ateş'e bakarak "Biraz konuşabilir miyiz?" Dedim. "Olur, dinliyorum seni." Dedi, konuşmak yerine Erdem'e baktım. "Biraz özel." Dediğim an kapıya doğru yürüdü, tek kelime bile etmeden odadan çıkıp gitti, arkasından bakmak yerine Ateş'e döndüm. "Neymiş o özel olan şey?" Merakla sordu, yanına gittim, onun gibi yatağın kenarına, tam karşısına oturdum. "Senden küçük bir şey isteyeceğim." Tek kaşı kalktı, şüpheyle baktı. "Tabii." Deyince istediğim şeyi yapmasını umut ederek konuştum. "Bana gösterdiğin videolar vardı ya hani? Babamla ilgili olan." Başını salladı. "Evet." "Annemi aldattığını da birini öldürürken çekilmiş olanını da bana vermeni istiyorum." Dediğim an kaşları çatıldı. "Ne yapacaksın sen onları?" Şüpheyle sordu ama sorusunu duymamazlıktan gelerek devam ettim. "Bana güvenmiyorsun bu konuda biliyorum, bu yüzden sana doğrudan bana ver demiyorum ama bir kopyasını vermeni istiyorum." İç çekti. "Ne yapacaksın diye sordum Mira." "Gerekeni yapacağım." Tek kaşı kalktı, gözlerini kıstı. "Ne demek şimdi bu?" Sormaya devam etti, anında yanıtladım. "Ne anladıysan o! Ben bu konuda bir şeyler yapmak için o pisliğin yakalanmasını bekliyordum! Şimdi de doğru zamanın geldiğini düşünüyorum ve bir şeyler yapabilmem için senin bana o videoyu vermen gerekiyor." "Babanı şikayet mi edeceksin?" Diye sordu şaşkınca, gözlerim doldu, ağlamamak için kendimi tuttum. Bunu yapmak zordu hem de çok zordu ama doğrusu da buydu. Her kim olursa olsun birini öldüren birisinin cezasını çekmesi gerekiyordu. Babam bile olsa yaptığının cezasını çekmesi lazım. Bunun için elimden geleni yapacağım. Çünkü her suçlu bir gün elbet cezasını çekecek. İnandığım en büyük şey buydu. Hatta bir gün ben bile bu işlediğim suçların cezasını çekeceğim. Ben suç işlemiyor olsam da işlenen suçlara ortak oluyorum. Suç ortağı oluyorum. "Gerekeni yapacağım dedim işte sana! Şimdi verecek misin vermeyecek misin bana onu söyle." İç çekti, merakla ona bakarken gözlerini benden çekti, uzanıp komodinin çekmecesinden bir flash bellek çıkardı ve bana uzattı. "İki video da içinde, kopyasına falan ihtiyacım yok. İstediğini yapabilirsin." Deyince elinden aldım, pantolonumun cebine koydum. "Yapacağım." Deyip ayağa kalkmak için bir hamle yaptım, eş zamanlı olarak Ateş'in eli bileğimi kavradı, beni yeniden yerime oturttu. "Bunun senin için çok zor olduğunu biliyorum. Senin de bunu yapmak zorunda olmadığını bilmen gerekiyor. Baban için bu mesele kapanıp gitti, şu an ortada bu konuyla ilgili hiçbir şey yok. Sen açmadığın sürece de olmayacak." "Ben en doğrusunu yapacağım Ateş, ne olursa olsun birini öldürdü benim babam. Hem de masum birini. Hiç suçu olmayan masum bir adamı öldürdü babam ve bunun cezasını çekecek." Dediğimde gözümden bir damla göz yaşı aktı. "Çekmek zorunda." diye ekledim, Ateş elini kaldırdı, yanağıma dokundu. Gözümden akan yaşı sildi, gözlerimin içine bakarak konuştu. "Sen çok güçlü bir kadınsın." Buruk bir şekilde gülümsedim. "Bu hayatta gördüğüm en güçlü kadınsın." Onun bu şekilde konuşması göz yaşlarımın daha çok akmasına neden olurken elini yüzümden çekti, bana sarıldı. Ellerim istemsizce beline gitti, sarıldım ona. Birine sarılmak kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken geri çekildi, gözlerimin içine baktı. Gözleri bir anlığına dudaklarımı bulduğundan yutkundum, eğildi, kirli sakalları yanağıma battı. Dudaklarını dudaklarımda hisettim, nefesi tenime değdi. Eli yeniden yüzümü buldu, dudaklarının varlığını biraz daha hisettim, gözlerim kapandı. Onun beni öpmesine kendimi hazırlarken bir anda odanın kapısına vuruldu, irkildim, gözlerimi açtım, kendimi geri çektim. "Hey! Yemek hazır! Gelmiyor musunuz?" Cansu'nun sesiyle telaşla ayağa kalktım. Ateş ağzının içinden küfür ederken koşar adımlarla kapıya gittim, odadan çıktım. Cansu birkaç adım geri gitti, kapıyı çekerken konuştum. "Geliyoruz!" Cansu şaşırdı. "Tamam, biraz sakin ol. Sadece yemeğe çağırdım, Ateş nerede?" Odayı gösterdim. "Odada, gelir o da birazdan." Dedim ve sanki bizi öpüşürken görmüş gibi telaşlanıp yanından geçtim, salona indim. Herkes buradaydı ve masaya oturmuşlardı. Boş bir yere oturdum, kimseyi beklemeden yemeye başladım. Bir süre sonra Ateş salona indi. Sanki bıçaklanıp sabah ameliyattan çıkan benmişim gibi çok sağlıklı görünüyordu. Hatta hiçbir şey olmamış gibiydi. Onun yaşadığını ben yaşamış olsaydım muhtemelen hâlâ hastanede canım acıyor diye kıvranıp dururdum. Güzel bir akşam yemeğinden sonra hep beraber salona geçtik. Bir süre dün gece olan biten hakkında konuştular. Katil eğer gerçekten öldüyse bunu nasıl öğreneceklerini konuşup durdular. Herkes evine dağıldığında ben de kaldığım odaya çıktım. Cebimdeki flash bellek yüzünden gerginim. Yarın yapacağım şey yüzünden mutsuz bir o kadar da keyifsizim ama doğru olan şeyi yapacağım için tüm bu olumsuz duyguları görmezden gelebiliyorum. Farkındayım babamın hayatını mahvedeceğim ama yine de yapacağım. Hem bu sayede annemi koruyabileceğim. Belki babamın gerçekte nasıl birisi olduğunu öğrenirse ona bu kadar bağlı olduğu hâlde ondan ayrılması daha kolay olabilirdi. Tüm gün uyuduğum için gece uyuyamadım. Tüm geceyi odada volta atarak geçirdim. Sabahın ilk ışıklarında da odadan çıktım, bahçedeki bir adamdan beni şehire götürmesini rica ettim. Tüm bunlar olurken Ateş odasında uyuyordu. İlaçlar onu fazla uyutuyordu sanırım. Yanımdaki adamla birlikte evden uzaklaştım, şehire indim. Oradan da adalet sarayına gittim, savcının özel kalem müdürünü buldum, beni savcıyla görüştürmesini istedim. Polis olduğumu öğrenince öncellik aldım, savcının ilk boş anında odasına girdim. Şimdi de ellerimi önümde birleştirmiş karşısında duruyordum. "Oturabilirsiniz." Dedi savcı, kısa boylu, minyon tipli bir adamdı. Saçları kırlaşmış, kırklı yaşlarının sonunda gibiydi. Adam kahverengi gözlerini üzerime dikmiş dikkatle bana bakarken gerginliğimi belli etmemeye çalışırak konuştum. "Teşekkür ederim, böyle iyiyim." Elindeki kalemi indirdi, konuştu. "Peki, sizi dinliyorum o zaman." Dediğinde derin bir nefes aldım, tüm duygularını bastırıp savcıya doğru birkaç adım attım, önüne dün gece Ateş'in verdiği flash belleği indirdim, eski yerime döndüm ve konuşmaya başladım. "Ben emniyet müdürü Sedat Aksoylu'nun kızı, komiser yardımcısı Mira Aksoylu'yum." Kendimi tanıttım, çatallanan sesimi düzeltip devam ettim. "Babam Sedat Aksoylu, bir cinayet işledi, masum birini öldürdü. Size verdiğim flash bellekte o anın görüntüleri var, izlerseniz siz de anlayacaksınız." Savcı şaşırdı, devam ettim. "Babam annemi aldatmış, bunun görüntüleri onun yakaladığı suçluların eline geçince de sırf annemi aldattığı ortaya çıkmasın diye suçluların istediği tüm yasa dışı işleri yapmış. Bahsettiğim masum adamı da bu yüzden öldürmüş. Başka bir şey bilmiyorum, bildiklerim bundan ibaret. Bu size yaptığım bir suç duyurusu, olayın araştırılmasını talep ediyorum. İsterseniz bunu yazılı olarak da yapabilirim ama şimdilik bunun daha doğru olduğunu düşündüğüm için böyle bir yol denedim." Savcı bıraktığım flash belleği alırken konuştu. "Şu an babanızdan bahsediyorsunuz, babanız hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz." İnanmak istercesine sordu. "Evet çünkü babam bir suçlu ve ben doğru olanı yapıyorum. O videoda bir cinayet işleniyor ve gerekenin yapılması lazım. Babam ya da bir başkası olsun benim için fark etmiyor." Dedim, savcı ayağa kalktı. "Bunun için gerekeni yapacağımdan emin olabilirsiniz." Dedi cübbesini ve masanın üzerinde duran birkaç dosyasını alırken konuştu. "Şu an bir duruşmaya gireceğim, ondan sonra tüm gün bu konuyla ilgileneceğim. Gereken yapılacak." Dedi, ne diyeceğimi bilemeyip sustum. "Siz üzerinize düşeni yaptınız, ben de yapacağım. Yazılı olarak ifadenizi de alacağım. Bunu size bildireceklerdir zaten, şimdi çıkabilirsiniz." Dediğinde yutkundum boğazımda oluşan yumrudan kurtularak konuştum. "Peki, iyi günler." Dedim ve kaçar gibi odadan çıktım, çıkar çıkmaz göz yaşlarım akmaya başladı. Elimi saçlarıma geçirdim, sessizce ağlamaya başladım. Vicdan azabım kendini belli etti, ihanet ediyor gibi hissediyorum. Babamın tüm bunları benim yaptığımı öğrendiğinde hissedeceklerinin altında ezildim, canım yandı çok yandı ama hâlâ zihnimin içinde dönüp duran tek bir cümle vardı. Ben, doğru olan şeyi yaptım. *** Selam, nasılsınız? Mira'nın böyle bir şey yapmasını bekliyor muydunuz? Sizce Mira doğru mu yaptı? Bundan sonra neler olacaktır dersiniz? Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |