Yeni Üyelik
42.
Bölüm

41.BÖLÜM "İHANETTEN KALANLAR"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım

Şimdi bölüme başlamadan hemen önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar.🍒 Bölüm sonunda görüşmek üzere.🦋

*****

~SUÇ ORTAĞIM 2. PERDE~

41. BÖLÜM "İHANETTEN KALANLAR"

Kendimizi en çok ne zaman güçlü hissederiz? Hangi an en güçlü olduğumuz zamandır? Benim en güçlü olduğumu düşündüğüm zamanlar hep birinin hayatını mahvetmek zorunda olduğum zamanlardı. Şimdi yine kendimi çok güçlü hissediyorum ve yine aynı şeyi yapmak üzereyim.

"Komiserim?" Başımı çevirip yanıma gelen, genç, kumral memura baktım.

"Sizi bekliyorlar, savcı gelmeden olay yerine bakmanız gerekiyor." Başımı sallayarak onu onayladım, önüme döndüm. Elimdeki dosyaya bakmaya devam ettim.

"Kalemin var mı?" Diye sordum hâlâ yanımda durmaya devam eden memura.

"Buyurun." Dedi, yeniden ona döndüm, uzattığı kalemi aldım, aldığım kararla elimdeki dosyaları imzaladım, kalemi yeniden memura uzattım, o kalemini alırken dosyayı kapattım.

Memur yanımdan uzaklaşırken elimdeki dosyaya bakmaya devam ettim. Peşinde olduğumuz suçlulara uzun zamandır birlikte çalıştığım arkadaşın iş birliği yaptığından şüphelenmiş, araştırmış ve haklı olduğumu anlamıştım. Elimdeki dosyada da o iş birliğinin delilleri vardı.

"Ben ne babama ne de..." Deyip sustum, gözlerimi kapattım, üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin canım yanıyordu, hem de çok yanıyordu ama artık o acıyla başa çıkmayı öğrenmiştim. "...ne de Ateş'e acıdım, buna mı acıyacağım?" Diye tamamladım cümlemi ve iç çektim.

"Komiserim?" Aynı memur uzaktan seslenirken ona döndüm, yanına doğru gittim, elimdeki uzattım. "Bunu Tufan müdüre ulaştır, benim gönderdiğimi söyle, o ne yapacağını bilir." Dedim, dosyayı elimden aldı. Babamdan sonra müdürümüz eskiden başkomiser olan Tufan amca olmuştu, bu da o kadar kötü şeyin içinde beni mutlu etmişti.

Memur yanımdan uzaklaşırken eski, yıkık dökük binaya girdim. Kalabalığa doğru yürüdüm, olay yeri inceleme fotoğraflar çekiyor, parmak izi arıyordu. Yanlarına ulaştım, birinin uzattığı eldivenleri aldım, taktım ve yerde uzanan cesedin yanına diz çöktüm, maktulün yüzüne baktım.

Sarışın bir kızdı, en fazla 20-21 yaşlarındaydı. Kafasından aldığı tek kurşunla öldürülmüştü. Başındaki yarasına baktım dikkatle ve "Başka yarası var mı?" diye sordum.

"Hayır komiserim ama kollarını görmeniz lazım." Dedi başımda duranlardan birisi, kızın kolunu tuttum, kazağının kol kısmını yukarıya sıyırdım, kolundaki kesikleri gördüm.

"Aynı izler bacaklarının belli bir bölümünde de var. Karnında ve göğüs kısmında da var hatta ama oradakiler çok az." Kaşlarımı çattım, ne olmuştu bu kıza böyle? Bu yaralar yeni değil gibiydi, kendine bunu mu yapıyordu yani?

"Kim olduğunu öğrenebildiniz mi?" Diye sordum, bildiğim kadarıyla kızın yanında kimlik çıkmamıştı.

"Öğrendim komiserim." Dedi aynı memur ve birkaç adım atıp onu görebileceğim bir yerde durduktan sonra konuşmaya başladı.

"İnci Şahin, 20 yaşında. Aslen Antalya'lı, İstanbul'a üniversite eğitimi için gelmiş. Üniversitesine yakın bir yurtta kalıyor, herhangi bir işte çalışmıyor. Şimdilik öğrendiklerimiz bunlar." Gözlerimi yeniden kıza çevirdim, bir hayatın sonu daha gözlerimin önündeydi. Vahşice öldürülmüş genç bir kız. Kim, neden böyle bir şey yapar ki? Hangi sebep bunu yapmasına neden olabilir? Doğrusu bunun bir sebebi olabileceğini düşünmüyorum, katillerin bir sebebi yoktur, bahaneleri vardır. Öldürmek ister, öldürürler ve sonra bir bahane uydururlar.

"Ailesine haber verildi mi?" Diye sordum kızın yanından kalkarken gözlerim eteğinden dolayı açıkta kalan bacaklarını buldu, karanlık yüzünden çok fark edilmiyordu ama kesik izleri yine de kendini belli ediyordu.

"Verilmedi." Dediği an kaşlarımı çattım, sinirlendim.

"Ne bekliyorsunuz peki? Ailesinin kızlarının ölümünü televizyondan öğrenmesini mi?" Cevap veremedi, sordum. "Ailesi Antalya'da mı?"

"Evet."

"Antalya emniyetiyle iletişime geçin, aileye haber verilsin." Deyip diğer polise döndüm.

"Olay yeri inceleme raporu bir an önce çıksın, öldürüldükten sonra buraya getirilmiş olabilir. Mobese kayıtları da bir an önce incelensin, buraya kadar yürüyerek gelmediler herhalde." Dedim, ormanın ortasında yıkık dökük bir binadaydık, biz bile arabayla 45 dakikada ulaşmıştık buraya, katiliyle birlikte bir araçla birlikte gelmiş olması gerekiyordu.

"Komiserim bilmeniz gereken bir şey var." Diye geldi ileriden bana doğru genç bir kız, merakla ona bakarken karşımda durup konuşmaya başladı.

"Ormanın içinde lüks bir villa var, birkaç gün önce öğrenciler tarafından bir parti verilmek üzere kiralanmış. Bu gecenin davetlilerinden biri de İnci'ymiş, zaten onun arkadaşlarının verdiği bir partiymiş. Suçlu partiye katılan birisi olabilir yani." Gözlerimi yerdeki kıza çevirdim.

"Demek ormanın içine kadar bu parti için gelmiş öyle mi?" Diye sordum, kız anında yanıtladı.

"Evet komiserim." Gözlerim kızın üzerindeki kıyafette gezindikten sonra onu incelerken taktığım eldivenleri çıkardım, eldivenlerden sonra da cebimdeki telefonu çıkardım, sosyal medyaya girdim.

"Kızın soyadı neydi?" Diye sordum, birisi anında cevap verdi.

"Şahin, İnci Şahin." Aldığım cevapla arama butonuna ismini yazdım, birkaç yanlış hesaba girdikten sonra en sonunda kızın hesabını buldum, incelemeye başladım.

Gayet lüks takılan, şık giyinen, havalı denilecek o kızlardandı. Fotoğraflarından bunu anlamak zor olmadı. Giydiği kıyafetler gayet güzel ve şıktı, böyle bir kızın lüks bir villada yapılan bir partiye sıradan bir kazak ve etekle gelmesi mümkün bile değildi. Bu durumun tek bir açıklaması vardı.

"Bu kız bu gece o partiye gitmedi, suçlu da partideki birisi değil. O partide olmayan birisi öldürdü onu, az önce dediğim gibi burada öldürülmedi bu kız, başka bir yerde işlendi cinayet, ceset sonradan buraya getirildi. Çünkü katil biliyordu partiyi öğrenip ilk önce partide olanlardan şüpheleneceğimizi." Herkes beni dikkatle dinlerken hepsinin yüzünde şaşkın bir ifade vardı.

"Tüm bunları nasıl çıkardınız?" Diyen kıza baktım.

"Kızın sosyal medya hesabından." Deyip telefonu çevirdim, hesabı ona gösterip devam ettim.

"Giyimine, görünümüne bu kadar önem veren bir kız böyle bir partiye bu kıyafetlerle katılmaz. Hadi diyelim ki katıldı, makyaj yapardı illa. Baksana kızın yüzüne, hiçbir şey yok. Muhtemelen partiye katılacaktı ama daha bunun için hazırlanamadan, başına bir şey geldi, öldürürdü ve katil suçu bir başkasının üzerine atıp okları başka bir yöne çevirmek için kızın cesedini partinin yapılacağı villanın bulunduğu bu ormana, bu yıkık binanın içine getirdi." Deyip bulunduğum yere baktım, bina derken öyle büyük bir yer değildi. Eski bir değirmen gibi bir şeydi.

"Tüm bunları sadece bir sosyal medya hesabından çıkarmak marifet ister biliyorsun değil mi?" Duyduğum sesle arkamı döndüm, gelen kişiyi görüp gülümsedim. Onun da dudakları yana kıvrılırken yanıma ulaştı, bana doğru eğildi, kulağıma fısıldadı.

"Ben olsaydım doğrudan partidekileri gözaltına alırdım." Deyince güldüm, Cansu geri çekildi. "Neyse ki sen varsın." Dedi, o da güldü, gözlerimi bize bakan memurlara çevirdim.

"Siz dediklerimi yapın, mobese kayıtları ve kızın telefonundaki aramalar önceliğimiz, onlardan başlayın." Onlar dediğimi yapmak için aralarında konuşmaya başlarlarken Cansu'ya döndüm.

"Devriyen olduğunu bilmiyordum." Dedim, omuz silkti.

"Eve gitmek istemedim bu gece, birinin yerine geçtim." Anladım dercesine başımı salladım, geçmişte olan her şeye rağmen onunla görüşmeye devam ediyordum, aramızda eskisi kadar olmasa da iyi sayılırdı. Zaten geçmişimden geriye yanımda kalan bir o olmuştu.

Hâlâ aynı yerde çalışıyor olmamıza rağmen Savaş yüzüme bile bakmıyordu, bana düşman kesilmişti. Diğerlerinden haberim yoktu zaten. Cansu hepsinin yakalanmasına neden olduğum o geceden sonra neler olduğunu anlatmak istemişti ama hiçbir zaman öğrenmek istememiştim. Bu yüzden de öğrenmekten hep kaçmıştım. Haklarında bildiğim tek şey cezaevinde olmadıkları, bir şekilde kurtulduklarıydı. Zaten bunu yaparken cezaevine girmeyeceklerini, kendilerini bir şekilde kurtaracaklarını biliyordum ama yine de yapmıştım.

Tüm yaptıklarımı öfkeyke yapmıştım ama pişman değilim çünkü öfkem onlarca insanın ölümden kurtulmasına neden olmuştu. Bu yüzden de hiçbir zaman pişman olmayacağım. Yani kısacası haklarında başka bir şey bilmiyorum, duymadım. Ne Ateş ne Doğan ne de Erdem'den haberim var. Son 2 yıldır başka bir haber almadım onlardan, almak da istemiyorum. Aslında merak ediyorum hem de çok merak ediyorum ama öğrenmeye cesaretim yok.

"Çıkalım buradan, ağır bir koku var, savcıyı dışarıda bekleyelim." Dedim Cansu'ya bakarak.

"Savcı geldi zaten, telefonla konuşuyordu." Dedi ve arkama bakarak "Bak hatta geldi bile." diye ekledi, arkamı döndüm, girişe doğru baktım, içeriye giren savcıyı gördüm. Uzun boylu, orta yaşlı, hafif kırlaşmış saçları olan bir adamdı. Gözleri beni bulduğunda duraksadı, kaşlarını çattı, bakışları bir anda sertleşti, doğrusu buna bir anlam veremedim.

Savcının gözleri üzerimde gezindi, her geçen an gözlerindeki öfkeyi daha net bir şekilde hissedebildim. Bakışları hâlâ bendeyken yanıma geldi, söylemem gereken birçok şey olmasına rağmen onun bakışları yüzünden susup kaldım. Tam karşımda durduğunda gözlerimin içine baktı, hiçbir şey demedi, sadece durup baktı. Göz ucuyla Cansu'ya baktım, gergin olduğunu gördüm, bakışlarımı yeniden savcıya çevirdim.

"Biz de sizi bekliyorduk Sayın Savcım." Dedim, derin bir nefes aldı, şu an arkamda duran cesetle değil de benimle ilgileniyormuş gibiydi.

"Tanımadın mı beni?" Diye sordu aniden şaşırdım, onu hayatımda ilk kez gördüğümden emindim, acaba kendisi mi beni biriyle karıştırdı.

"Kusura bakmayın tanıyamadım." Dediğimde tek kaşı kalktı, tanımak zorunda mıydım acaba onu? Bu davranışlarının başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

"Ben Agâh." Dedi, düşündüm, çıkaramadım. "Agâh Karadağ." Diye ekledi, bir anda anımsadığım şeylerle kalakaldım.

"Agâh abi benim için çok değerli, o baktı büyüttü beni. Sadece beni de değil Doğan'ı, Erdem'i, Pars'ı da o büyüttü. Hepimize babalık yaptı."

"Ateş'in bahsettiği kişi benim amcam, kendisi savcı."

Ateş ve Cansu'nun sesleri, 2 yıl önce bana söyledikleri şeyler kulaklarımda yankılanırken ağzımı açıp da tek kelime edemedim. Bu o adamdı, Cansu'nun amcası olan, sadece 2 yıl önce iş birliği yaptığım adamları ve eskiden sevdiğim adamı büyütüp onlara bakan adam. Evet eskiden diyorum çünkü eskide kalması lazım. Şu saatten sonra başka türlüsü mümkün değil zaten. Çünkü ben, Mira Aksoylu, hâlâ yaptığım şeyden pişman değilim, olmayacağım da. Benimle de kalbimle de gururumla da oynayan bir adam o, evli olduğu hâlde beni kandıran bir adam. Önce evli olduğunu söylemeyerek kandırmıştı beni sonra da o evliliğin sahte olduğunu iddia ederek.

"Şimdi tanıdın mı?" Diye sordu, kendimi toparladım, gözlerinin içine bakarak yanıt verdim sorusuna.

"Hayır, tanımam mı gerekiyordu?" Dediğim an kaşlarını çattı.

"Bence çok iyi tanıdın ama işine gelmiyor." Deyince sıkıntıyla ofladım.

"Size saygısızlık etmek istemem ama buraya benim için değil, arkamdaki maktul için geldiniz. Bunları konuşmamın yeri de sırası da değil." Dedim, doğrular bunlar olduğu için hiç çekinmedim, savcı da olsa özel hayatıma karışmak onun haddine değildi.

"Nelere sebep olduğunu öğrenmekten korktuğun için bu konuşmayı yapmaktan kaçınıyorsun bence." Nelere sebep olduğumu çok iyi biliyordum.

Ben, yaptığım şeyle bir yok oluşa sebep oldum.

Ateş Demirkan isminin yok oluşuna.

Ben, onu iki yıl önce yok ettim, ihanetimle.

Fakat bu ihanet tek taraflı değildi, hiçbir zaman da olmamıştı. O da bana ihanet etmişti. Bu yüzden vicdanım rahattı ve bu konuyu düşünmek istemediğim gibi konuşmak da istemiyordum. Bu yüzden o konuşmaya devam etmek istiyor gibi dursa da konuyu kapatmaya karar verdim ve bu karar doğrultusunda konuştum.

"Olabilir ama dediğim gibi şu an bunun sırası değil, bence işimize dönelim." Deyip ona arkamı döndüm, yanından biraz uzaklaştım, ellerimi arkamda birleştirdim ve onun işini yapmasını bekledim. Fakat işini yapmak yerine karşımda durup yüzüme bakmaya devam etti. O kadar büyük bir öfkeyle bakıyordu ki bu öfkeden rahatsız olmamak elde değildi.

"Başlayalım." Dedi yanındaki kıza bakarak, kız onu onayladı, işlerini yapıp cesedi incelemeye başladılar. Onlar inceleme yaparken onun kim olduğunu da az önce aramızda geçen konuşmayı da unutup o gelmeden hemen önce kız hakkında öğrendiklerimizi ve öğrendiklerimiz doğrultusunda çıkardığım tahminleri tek tek anlattım ona. O da bir yandan işini yaparken bir yandan da beni dinledi.

Hepimizin işi bitip kendimizi ağır koku yüzünden dışarıya attığımızda içeride kalanlar olay yeri incelemenin işi bittiğinden kızın cesedini kaldırıyorlardı. Yıllar geçse de alışamayacağım şeylerden birisi tam olarak buydu işte. Ceset görmek. Gördüğüm her cesette içimde oluşan o acı hisse engel olamıyorum, hiçbir zamanda olamayacak gibiyim.

"İyi misin?" Diye sordu Cansu yanımda belirirken, başımı ona çevirdim.

"İçerideki koku biraz rahatsız etti." Dediğimde yüzünü buruşturdu.

"Benim de midem bulandı." Derken tam o sırada bir kız koşarak dışarıya çıktı, kendini bir ağacın altına attı, kustu, Cansu'yla ikimiz ona bakarken bir anda göz göze geldik, gülmeye başladık. Kızın hâline değil, kendimize güldük. Çünkü yıllar önce bu mesleğe başladığımız da biz de böyleydik. Şimdi bizi rahatsız eden o koku bu mesleğe başladığımızda rahatsız etmekle kalmıyor kusmamıza ve günlerce yemeden içmeden kesilmemize neden oluyordu.

"Daha alışması için zaman ihtiyacı var." Dedim kıza bakarak ve gözlerimi önüme çevirdim, Cansu beni onaylarken bir şeyler söyleyeceğini anladım, bunu yüz ifadesinden belli etti ama söyleyemiyor gibiydi. Ben de fark etmemiş gibi yaptım, o sırada ileriden bana bakan savcıyı gördüm, işini bitirdiği hâlde hâlâ gitmemişti.

"Amcan bana çok öfkeli." Dedim bakışlarımı savcının öfkeli gözlerinden Cansu'ya çevirirken.

"Olanlardan sonra bu normal değil mi?" Diye sordu Cansu, haklıydı aslında bu çok normaldi. Diğerlerinin başında o vardı ve ben onun başında olduğu bir işi bozmuştum, bana öfkeli olmasın da kime olsun?

"Ateş anlatmıştır mutlaka sana amcamı. Onun onlara olan sevgisini, onların amcama olan sevgisini çok iyi biliyor olman gerekiyor. Bu durumda sana öfkeli olması çok normal." Dedi Cansu, sitem edercesine söylemişti tüm bunları.

"Onların yıllarca hazırladığı planı bozdun, hem de bunu Ateş'e olan..." Ne diyeceğini biliyordum, bunu öfkem yüzünden yaptığımı söyleyecekti, bu yüzden sözünü kestim.

"Evet bunu öfkem yüzünden yaptım, hiçbir zaman da inkar etmedim. O beni kandırdı, gururumu kırdı siz de sebebini çok iyi biliyorsunuz. Fakat yaptığım şey öfkeyle de olsa doğruydu. Ben onun öldürmeye çalıştığı onlarca insanın hayatını kurtardım! Biz polisiz suçlu değil! İnsanların ölümüne göz yumamazdım, öfkeli olmasaydım bile buna izin vermezdim emin ol." Konuşmak için dudaklarını araladı ama engel oldum.

"Siz de beni suçlamayı bırakın artık lütfen, bu durumdan çok sıkıldım. Onlar hakkında hiçbir şey duymak istemiyorum, bir şeyler bilmek istemiyorum. Aradan koskaca 2 yıl geçti, her şey unutuldu gitti." Gözleri etrafta gezindi, bir adım attı, yaklaştı.

"Gerçekten unutuldu mu?" Diye sordu, uzunca bir nefes aldım. Bunu sürekli yapıyordu, sürekli onu unutmadığımı, aklımda olduğunu ima edip duruyordu ama yanılıyor, benim için her şey o gece bitmişti, o defter çoktan kapanmıştı.

"Unuttum Cansu." Dedim kendimden emin bir şekilde, bu soruyu bana kaçıncı sorması, benim ona bu yanıtı kaçıncı vermem hatırlamıyorum bile.

"Mira ben seni tanıyorum, sen onu gerçekten seviyordun o da seni gerçekten seviyordu. Öfken yüzünden bu duruma geldiniz! Şimdi her şey..." Yine sözünü kestim, kısık bir sesle dişlerimi sıkarak konuştum.

"Ne aşkından ne sevgisinden bahsediyorsun sen Cansu? Adam evliymiş, evli! Sen hâlâ bana ne diyorsun ya?" Konuşmak istedi ama yine engel oldum.

"Yeter artık özür dilerim ama gerçekten yeter! Sürekli bana ondan bahsedip durma! Sevmiyorum onu! Bitti gitti benim için! Sevseydim sence ona bunu yapar mıydım? Eğer gerçekten seviyor olsaydım zaten doğrularımı bir kenara bırakır ona ayak uydururdum ama yapmadım çünkü doğrularım kadar bile önemli değil benim için! Aslında öyleydi, önemliydi. Fakat yerle bir oldu gözümde, ne gönlümde yeri var artık ne de hayatımda. Sen de lütfen biraz anlayışlı ol!" İstediğim şeyi net bir şekilde dile getirdim, onun hakkında tek kelime duymak istemiyorken Cansu'nun sürekli ondan bahsetmesi sinirimi bozuyordu çünkü. Belki biraz sert oldu bu konuşma ama olsun hiç değilse bundan sonra bir daha aramızda bu konu açılmazdı.

"Ona en başından söylemiştim zaten." Duyduğum sesle hızla arkamı döndüm, Agâh savcıyı gördüm, bir bu eksikti. "O kız seni sevmez demiştim." Göz devirdim, herkes nasıl olur da onun tarafında olur anlamıyorum.

"Doğru söylemişsiniz savcım, keşke büyük sözü dinleseymiş. Şimdi müsaadenizle." Deyip yanından geçtim, konuyu uzatmamak için bu cevabı vermiştim. Onlardan uzaklaşmak için attığım birkaç adımdan sonra sesini duydum.

"Doğru, büyük sözü dinlemesi lazımdı ama dinlemedi işte." Deyince duraksadım ama ona dönmedim, sırtım onlara dönük bir şekilde durmaya devam ettim. "Eğer dinlemiş olsaydı belki de..." Deyip sustu, merakla devam etmesini bekledim ama etmedi. Bu yüzden ona döndüm, öfkeli gözlerinin içine baktım.

"Belki de ne?" Diye sordum, gözünün ucuyla Cansu'ya baktı, Cansu bakışlarıyla ona bir şey söyledi, aralarında ne döndüğünü söyleyeceği şeyden daha çok merak ederken bakışlarını bana çevirdi.

"Neyse ne artık onun hakkında hiçbir şey seni ilgilendirmiyor." Dedi, bir kez daha göz devirmemek için kendimi zor tuttum.

"Bence de ilgilendirmiyor, bu yüzden siz de onlar da benden uzak durun, gördüğünüz gibi ben sadece işimle ilgileniyorum." Deyip önüme döndüm, o sırada olayla ilgilenen polislerden biri yanıma geldi.

"Komiserim kriminal laboratuvardan haber geldi, kızın telefonunun incelemesine hemen başlamışlar, 2 saate kadar rapor göndeririz denildi." İşte bu çok iyi olmuştu, sabaha kadar beklemek zorunda değildik.

"Siz karakola geçin o zaman, mobese kayıtlarıyla ilgilenin, ben daha hiçbir şey yemedim, bir şeyler yeyip hemen geleceğim yanınıza." Kız beni onaylarken ilerideki arabama doğru gittim, arabanın kapısını açtım, tam binecekken ileriden gelen Savaş'ı gördüm, bakışlarımız kesişti, eş zamanlı olarak bakışlarını başka bir tarafa çevirdi.

Her zamanki gibi ben yokmuşum gibi davranıyor, beni görmezden geliyor diye içimden geçirirken yanımdan geçip gitti, iç geçirdim. En çok da onu anlamıyorum. Neden bana bu kadar düşman? Ateş onun arkadaşıysa ben de arkadaşıydım ama onun tarafında olmayı tercih etti.

Ona bakmak yerine arabaya bindim. "Tek suçlu benim sanki! Gelen kızıyor giden kızıyor! Sanki çok umurumdalar!" Söylenerek arabayı çalıştırdım, öfkeyke gaza bastım, direksiyonu sıkıyor, öfkemi bastırmaya çalışıyordum ama olmuyordu. Öfkemi kontrol etme konusunda başarılı olamayınca sinirle vurdum direksiyona ve bağırdım.

Yüzüme düşen saçlarımı geriye attım, gaza biraz daha bastım, ormanlık alandan çıktım, gözlerim sinirden doldu, göz yaşım akmasın diye kendimi zorladım, başarılı da oldum, ağlamadım ama gözlerimin içi acıyla yandı, boğazım düğüm düğüm oldu. İçim o kadar acıdı ki öfkem daha da büyüdü.

Yol boyunca da sahile ulaşıp arabadan indiğimde de geçmedi o öfkem. Bulduğum ilk boş banka oturdum, başımı öne eğdim, ellerimi saçlarıma geçirdim, sıkıntıyla ofladım. Her şeyin üzerinden 2 yıl geçti, koskacaman 2 yıl. Ben her şeyi unuttum, hayatımdaki her şey değişti, değişmeye de devam ediyor ama insanlar bana olanları unutturmamak konusunda kararlıydılar.

Başımı geriye yasladım, soğuk hava yüzüme çarptı. Olanları düşünmemeye çalıştım. Her şeye rağmen şu an iyi bir hayatım vardı, düşünmem gereken tek şeyde buydu zaten. İyi bir hayatım olduğu ve daha da iyi olması için çalışmaya devam etmem gerektiği, başka bir şeyi kafama takmama gerek yoktu. Ne geçmişi ne acıyı ne aşkı ne de sevgiyi. Artık bunlar benim için önemli değildi. Aşka zaten artık inanmıyorum. Her şey yalan dolan! Aşk diye bir şey yok, varsa da sonsuza kadar sürmüyor. Geliyor ve geçiyor.

Ben bunları düşünürken telefonum çaldı, yine ne oldu da beni arıyorlar diye düşünüp telefonu cebimden çıkardığımda annemin aradığını gördüm, olumsuzluklar yok oldu gitti bir anda, kocaman gülümsedim. Tek mutluluğum oydu artık, çünkü onun da hayatında her şey yoluna girmiş, babama rağmen yeniden eskisi gibi olmayı başarabilmişti.

Annemin görüntülü aramasına yanıt verdim, görüntü açılır açılmaz annemi, teyzemi ve onların arkasındaki Serkan'ı gördüm. Son 4 aydır hepsi birden Amerika'ya gitmişlerdi. Aslında sadece birkaç haftalığına Serkan'ın yanına tatil için gitmişlerdi ama dönmek nedir bilmiyorlardı.

Ekrana dikkatle bakınca evde olmadıklarını anladım, eğlence mekanı gibi bir yerdeydiler. "Demek bensiz eğleniyorsunuz ha! Aşk olsun size!" Dediğimde üçü de güldü, Serkan arkadan kameraya doğru eğilerek konuştu.

"Kuzen burası bir harika! Senin de gelmen lazım bir an önce!" Deyince dudaklarımı büzdüm, üzülmüş gibi yaptım. Gel dedikleri hâlde sürekli işi bahane ediyor, gitmiyordum. Çünkü böylesi işime geliyordu.

"Mira cesetlerden, katillerden, suçlulardan fırsat bulursa eğlenmeye gelir oğlum." Dedi annem, her zamanki gibi bana laf çarptı, bu duruma alıştığım için artık bir şey demiyordum.

"Teyze sen de az değilsin vallahi! Kızımı özledim arayacağım diye tutturdun, kız telefonu açınca da demediğini bırakmıyorsun." Diyen Serkan'la gülmeye başladım, Serkan da eş zamanlı olarak annemden ve teyzemden birer tane yedi.

"Bak senin için ne hallere düşüyorum! Gör de bunları kıymetimi bil!" Dedi omuzlarını tutarken.

"Biliyorum kıymetini biliyorum sen hiç merak etme, sen de olmasan kim anlayacak beni?" Dediğimde güldü ama dediğim annemin pek hoşuna gitmedi.

"Aşk olsun Mira! Ben ne güne duruyorum burada?" Dedi sanki az önce söylenen o değilmiş gibi, ben daha ona cevap veremeden teyzem "Beni unuttun mu yoksa?" diye araya girdi, ikisine de güldüm.

"Tamam hanımlar sakin olun, lafın gelişi söyledim ben onu." Diyerek hemen kıvırdım, annem güldü, onun gülmesi keyfimi yerine getirdi.

Doğrusu babamın olayını böyle karşılayacağını tahmin etmiyor, her şey kötüye gidecek diye düşünüyordum. Fakat o sabırla babamın mahkemelerinin bitmesini beklemiş, babamın 15 yıllık cezası kesinleştikten birkaç ay sonra da bu suçları işlediği için değil, kendisini aldattığı için ondan boşanmış, hayatına tahmin ettiğimden de mutlu bir şekilde devam etmişti.

"Aaa canlı müzik başladı! Kapat kız kapat hemen şunu!" Dediler ve bir anda telefonu yüzüme kapattılar, boş ekrana bakakaldım.

"Yok artık ya! Bir insan bu kadar da çabuk satılmaz ki!" Söylenerek ayağa kalktım, telefonu cebime koydum. Kısa bir konuşma da olsa onlarla konuşmak iyi gelmişti.

Yaklaşık bir yıl önce keşfettiğim, balık ekmek satan abinin yanına gittim, yarım balık ekmek ve kola alıp küçük taburelerden birine oturdum, yemeye başladım. En son ne zaman düzgün yemek yediğimi hatırlamıyorum. Doğrusu en son ne zaman düzgün bir masaya oturup da keyifle yemek yedim onu da hatırlamıyorum. Günlerim böyle geçip gidiyor. Sıradan diyemiyorum çünkü sıradan değil. Neredeyse her gün yeni bir insan ölüyor ve hepsinin altından öyle şeyler çıkıyor ki şaşırmamak elde değil. Bir polise göre sıradan olsa da normal bir insana göre sıra dışı bir hayatım var.

"Ne zaman yalnız olmaktan sıkılacaksın?" Başımı kaldırdım, Ceyhun'u gördüm, yanıma oturdu. Aniden onu gördüğüm için şaşırmış olsam da bunu çok fazla belli etmeyip konuştum.

"Neden sıkalayım ki?" Deyip kolamdan bir yudum aldım, yutkundum.

"Ne zaman seni görsem yalnızsın, insan sıkılır be." Bakışlarımı ona çevirdim, bu konuyu konuşmaya devam etmek istemeyip "Balık ekmek?" diye sordum, dilini damağına çarpıtarak cıkladı.

"Aç değilim." Başımla onayladım, yemeye devam ettim. Ceyhun, yaklaşık 8 ay önce bizimle çalışmaya başlamıştı. Başta bana çok saf birisi gibi görünmüştü ama sonradan o kadar karşık cinayetleri çözmüştü ki ağzımın payını almış olmuştum.

"Olay yerine gittin mi?" Diye sordum gözlerimi onun koyu kahve gözlerine çevirirken.

"Ben biraz geç kaldım, gittiğimde her şey bitmişti. Tutanakları falan inceledim de pek bir şey anlamadım, anlamayınca da seni sordum. Oradakilerden birisi yemek yemeye gitti, sonra karakola geçecekmiş dedi, burada olduğunu anlayıp geldim, başka bir yerde bir şey yemiyorsun çünkü." Dediğinde küçük bir tebessüm ettim, ağzımdaki lokmayı yuttuktan sonra konuşmaya başladım.

"Benim düşüncem kızın başka bir yerde öldürüldüğü, öldürüldükten sonra getirilmiş olay yerine bence." Dediğimde Ceyhun'un kaşları çatıldı.

"Nereden anladın bunu?"

"İlk olarak başından vurulan birine göre etrafta çok az kan vardı. Bir de kan çok fazla dağılmıştı yüzünde. Normalde başından vurulan insanlar doğrudan yerde düşer ve düştükleri pozisyonda kalırlar, kanın da tek bir akış noktası olur. Fakat kızın neredeyse başındaki her yer kan içindeydi, saçlarına bile bulaşmıştı." Ceyhun dikkatle beni dinlerken yemek yemeye ara verip anlatmaya devam ettim.

"Bu da kızın öldürüldükten sonra hareket ettirildiğini gösteriyor. Eğer bir psikopatla karşı karşıya değilsek ve kızı öldürdükten sonra ona bir şey yapmaya, tecavüz etmeye çalışmadıysa ya da yaptığı şeyin sonradan farkına varıp kendince kızı kurtarmaya çalışmadıysa geriye tek bir açıklama kalıyor; o da kızı başka bir yerde öldürüp bulduğumuz yere getirmiş olması." Düşündüğüm şeyi düzgünce açıkladım.

"Bana mantıklı geldi, kızı gerçekten de başka bir yerde öldürmüş olabilir. Peki elimizde şüpheli var mı?" Diye sordu başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır hiç kimse yok, yarın kızın arkadaşları sorguya gelecek. Onlarla konuştuktan sonra illa birkaç şüpheli çıkar diye düşünüyorum. Kızın telefon kayıtlarından, ailesinin ifadesinden falan illa bir şeyler çıkacaktır. Bir şeyler bilen birileri vardır elbet." Dedim, Ceyhun beni onayladı, muhtemelen parti işini bilmediğinden onu da anlattım ona ve kızın sosyal medyasından çıkardığım sonuçla o partide olmadığını, katilin bizi partiye yönlendirmeye çalıştığını anladığımdan da bahsettim.

"Kesin o partide kızın anlaşamadığı, son günlerde sürekli kavgalı olduğunu belli ettiği birileri de vardır. Eğer dediğin gibiyse katil bunu bildiğinden bizi onlara yönlendirecekti." Başımı salladım.

"Aynen öyle, ben de öyle tahmin ediyorum. Katil kendini uzun süre saklamayı düşünüyor sanırım, bu uğurda da her şeyi yapacak gibi görünüyor. Dikkatli olmak da fayda var, oyununa düşüp de boş yere birilerini suçlamayalım." Ceyhun beni onaylarken çoktan balık ekmeğimi bitirmiş kolamı içmiştim.

"Hadi gidelim, bizi bekliyorlardır." Dedim, yediklerimin parasını önceden ödemiştim. Ceyhun bana ayak uydurup caddeye doğru yürürken etrafa bakındım ama onun arabasını göremedim.

"Senin araban nerede?" Dediğimde ofladı, bakışlarımı ona çevirdim, canı sıkkın gibiydi.

"Kızım son günlerde biraz rahatsızlandı, doktora götürmek zorunda kaldım." Dediği an gülmeye başladım, arabasından kızım diye bahsediyordu. Muhtemelen doktor da servisi oluyordu.

"İyi, geçmiş olsun o zaman size."

"Sağol ablası." Kahkaha attım "Manyak." dedim, o sırada benim arabanın yanına ulaşmıştık.

"O zaman hadi benim kızıma atla da gidelim." Deyip kendim bindim, diğer tarafa doğru yürüdü, kendisi de bindi. O binince arabayı çalıştırdım, gaza bastım, yola çıkmamla eş zamanlı olarak yanlış yönde olan bir araba karşıma çıktı, hızla geri geri gittim, araba geçip giderken, polislerden peşinden gittiler.

"N'oluyor öyle?" Ceyhun şaşkınca sorarken donup kaldım, aklıma yaptığım kaza geldi, gözlerimi kapattım, nefes alamıyormuş gibi hissettim. Ne zaman arabadayken bir şeyler olsa o an aklıma geliyordu.

"Mira iyi misin?" Ceyhun sordu, derin bir nefes aldım, gözlerimi açıp başımı ona çevirdim. "Yüzün bembeyaz olmuş." Dedi.

"İyiyim, bir anda olunca korktum, bir şey yok." Deyip önüme döndüm.

"İstersen ben kullanayım." Dedi, başımı olumsuz anlamda sallamakla yetinip bu sefer yola daha dikkatli bir şekilde çıktım.

"Kovalamada ters yöne girmiş olmaları gerekiyor, ne yaptı da kaçıyor acaba?" Ceyhun konuşurken az önce yaşadığım şey yüzünden ona hiçbir şey söyleyemedim.

Karakola ulaşıp arabadan inene kadar da aramızda pek bir konuşma geçmedi. Karakola girdiğimizde her zaman etrafında toplandığımız masaya doğru yürüdüm. Cansu, Savaş ve olay yerinde yanımda olan polisler oradaydı. Yeni başkomiserimiz Taner de vardı. Tufan amca müdür olunca o da başkomiserliğe terfi etmişti.

Masadaki boş olan yere oturdum, Ceyhun tek boş yer kalan yanıma otururken Savaş'ın bakışlarını fark ettim. Kaşlarını çatmış öfkeyle bakıyordu bana daha doğrusu bize. Ceyhun buraya geldiği ilk günden beri bana yakın olduğundan çok saçma bir şekilde ona da düşman kesilmişti. Sanki yaptıklarımı Ateş'e karşı değil de ona karşı yapmışım gibi davranıyordu ve bu ciddi anlamda sinirimi bozuyor.

"Mira boşuna oturma sen, Tufan müdür seni bekliyor." Diyen Taner'e baktım.

"Sebep?" Omuz silkti.

"Bilmem, Mira gelince yanıma gelsin dedi." Şaşırdım, gözlerimi kolumdaki saate çevirdim, gecenin 3'ü olduğunu gördüm. Bu saatte beni niye yanına çağırmış olsun ki? İşle ilgili bir şey olmuş olsa kendisi gelir, herkesin içinde söylerdi zaten.

"Hadi seni bekliyor." Dedi Taner "Tamam, gidiyorum." diyerek ayağa kalktım, Ceyhun'a bakarak konuştum.

"Sana anlattıklarımı anlat." Deyip ondan onay aldıktan sonra masadakilere döndüm, gözlerim hepsinin üzerinde gezinirken konuştum. "Ceyhun'un anlattıklarına kulak verin, emin olun siz de bize hak vereceksiniz." Dedim, Ceyhun sahildeyken beni can kulağıyla dinlediği için onun her şeyi eksiksiz anlatacağını biliyordum, bu yüzden gönül rahatlığıyla ayrıldım yanlarından, Tufan müdürün odasına gittim.

Odanın önünde durdum, kapıya vurdum "Gel." sesini duyar duymaz da odaya girdim. Sadece birkaç yıl önce babama aitti bu oda, bu masa... Şimdi ise ona ait. Babam da cezaevinde bir koğuşta, bir yatağın üzerinde uyuyordur şimdi. Böyle düşününce gözlerim doluyor, içimi sıkıntı kaplıyordu ama canımı en çok yakan şey bulunduğu o durumu hak etmiş olmasıydı.

"Beni çağırmışsınız müdürüm." Dedim, Tufan amcanın bakışları beni buldu, söylediğim şeyi onaylamak için başını salladı, ayağa kalktı ve yanıma geldi.

"Çağırdım." Deyip iç çekti, gözleri üzerimde gezindi ve kaşlarını çattı. Bir şey onu çok sinirlendirmiş gibiydi.

"Ne bu hâlin?" Diye sordu bir anda öfkeyke, buna şaşırıp başımı öne eğdim, kendime baktım ama tuhaf bir şey göremedim.

"Ne varmış hâlimde?" Deyip başımı kaldırdım, yüzüne baktım, bakışlarının biraz daha sertleştiğini gördüm.

"Şu hâline bak Mira! Uykusuzluktan, yorgunluktan geldiğin şu hâle bak!" Derdinin ne olduğunu anlayınca sıkıntıyla ofladım.

"Oflayıp durma!" Deyince dudaklarımı ısırdım, ellerimi arkamda birleştirdim, azarlamasının bitmesini bekledim.

"Kendine neden bunu yapıyorsun kızım? Kaç gündür evine gitmiyorsun sen?" Diye sordu, cevap vermedim. "Başta ayıyordum ama sonra saymayı bıraktım! Sandalyenin üstünde, arabada birkaç saatlik uykuyla ayakta duruyorsun!" Sesimi çıkarmadım.

"Şuna bak üstünü değiştirmek için bile eve gitmiyorsun! Kaç gündür aynı kıyafetle geziyorsun ortalıkta! Kızım senin hiç mi arkadaşın, dostun yok? Hadi onlar yok aileni de mi düşünmüyorsun? Niye annenin yanına gitmiyorsun?"

"Annem yurt dışında." Dedim anında, biraz daha öfkelendi.

"Bak bir de cevap veriyor! Mira..." Sözünü kestim.

"Müdürüm lütfen bu konuyu kapatalım, ben hâlimden memnunum, iyi olmasaydım zaten bunun farkında olur buna göre hareket ederdim." Diye savundum kendimi.

"Baban seni bana emanet etti! Babanın şu anda orada olması benim bu hayattaki tek dostum olduğu gerçeğini değiştirmiyor, o seni bana emanet etti ve ben bunu görevim olarak kabul ettim! Ama görüyorum ki ben seni rahat bıraktıkça sen kendini daha kötü bir durumun içine soktun." Yine sessiz kaldım, ne dersem diyeyim beni anlamayacak çünkü. Bahsettiği kötü durumum da bir şey olsa! Çok çalışıyor olmamdan bahsediyor.

"Yeterince çalıştın bu gece evine git, yarın da sakın gelme, tüm gün görmek istemiyorum seni. İyice uyu güzelce dinlen, ertesi gün gelirsin." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"İstemiyorum." Dediğimde sakinliği yok oldu, yine öfkelendi.

"Ne demek istemiyorum? Kızım sen beni delirtecek misin? Sana ne diyorsam onu yap hadi!" Dedi fazla sinirli bir şekilde, böyle sinirli davranınca istediğini yapacağımı zannediyordu. "Mira hadi!" Dedi ama gitmek yerine karşısında durmaya devam ettim.

"İlla sana bir şeyleri tehditle ya da zorla mı yaptırmam gerekiyor?" Diye sordu.

"Bana böyle davranarak kötülük yapıyorsun Tufan amca, ben böyle mutluyum, bırak da devam edeyim." Dedim, Tufan amca dedim çünkü şu an karşımda müdürüm değil de küçüklükten beri tanıdığım Tufan amca duruyor, öyle davranıyordu.

"Mira kızım..." Yine sözünü kestim.

"Lütfen Tufan amca, lütfen rahat bırak beni. Bir şeylere zorlama, yapmam için ısrar etme. Bunu yapan bir sürü kişi var zaten, bari sen yapma da burada rahat olayım." Dediğimde iç çekti, hiçbir şey diyemedi.

"Benim burada olmaya ihtiyacım var, evde olmaya değil. 2 yıl önce ben bu mesleği bırakmayı, buradan gitmeyi düşündüm ama yapamadım. Sevdiğim için değil, bırakırsam boşluğa düşer her şeyi düşünürüm diye bırakamadım. Ben işimi yaparken bir yandan da zihnimi oyalıyorum. Bırak da bu şekilde kendimi iyi hissetmeye devam edeyim." Son cümlemi kurduğumda sesim çatallandı, yalandan öksürüp kendimi toparladım.

"Gerçeklerden kaçıyorsun yani?" Dedi, doğrusu bu olmadığı için itiraz ettim.

"Kaçmıyorum, istesem de kaçamam çünkü o bahsettiğin gerçekler benim zaten şu an içinde bulunduğum hayat. Sadece o gerçekleri düşünmek istemiyorum, düşünmek canımı yakıyor."

"İkisi de aynı şey Mira." Dedi anında.

"Her neyse ne, eğer beni buradan gönderirsen benim için iyilik değil kötülük yapmış olacaksın. Bir emir verirsen yerine getirmekten başka şansım yok biliyorum ama bu istediğini düşünmeni istiyorum senden. Çünkü bu benim iyiliğime olmayacak." Dedim, bakışlarını başka bir yöne çevirdi, cevap veremedi.

"Peki, seni göndermeyeceğim. İzine çık diye seni zorlamayacağım ama bana bir söz vermek zorundasın." Deyince bu sözün beni çok zorlamamasını umut ederek sordum.

"Ne sözü?" Dediğimde ellerini arkasında birleştirdi, omurgasını dikleştirdi, merakla ona bakarken karşımda kendinden emin bir şekilde durdu ve bu biraz korkmama neden oldu. Umarım çok büyük bir şey istemeyecektir diye içimden geçirirken konuştu.

"Çalışmaya devam et, izine çıkma ama sadece normal saatler içerisinde." Dedi, kaşlarımı çattım, devam etti. "Diğerleri kadar çalış sadece. Gecenin bir yarısında, sabahın köründe, günün her anında burada olma. Mesai saatleri içinde ve mesaiye kalman gereken zamanlarda burada ol. Diğer tüm vakitleri kendine ayır ve kaçtığın her şeyle yüzleş. Yoksa bu hâllerinin sonu senin için hiç iyi olmayacak." O konuşurken böyle bir söz verip veremeyeceğimi düşündüm, sanırım bunu bile yapmak içimden gelmiyordu. Az önce de dedim ya ben hâlimden memnunum diye. Bu yüzden de bu durumu değiştirmeye hiç niyetim yok. Bahsettiği zaman dilimlerinde ona görünmeden de devam edebilirim ama.

"Söz." Dedim aniden aldığım kararla, Tufan amcanın kaşları çatıldı, bu kadar çabuk kabullenmemi beklemiyordu sanırım. "Bakma bana öyle, izine çıkmaktan iyidir." Dedim, şüphe çekmek istemedim. Gözlerini kısıp şüpheyle yüzüme baktıktan sonra bir sorun olmadığına inanmış olacak ki uzun bir nefes aldı, rahatlamış gibiydi.

"Madem söz verdin ben de sana güveniyorum şimdi işinin başına dönebilirsin. Diğerleri ne zaman eve dönerse sen de döneceksin." Dedi, başımı olumlu anlamda salladım, aldığı cevapla arkasını döndü, masasına doğru yürürken konuştum.

"Ben de bir şey istiyorum." Dediğimde duraksadı, bakışlarını bana çevirdi, o konuşmadan devam ettim. "Fakat bunu Tufan amcamdan değil, müdürümden isteyeceğim." Tek kaşı kalktı, meraklandı, bunu yüz ifadesinden anlayabildim.

"Neymiş o?" Diye sorunca vereceği tepkiyi bilerek konuştum, evet tepkisini biliyorum çünkü tahmin etmek hiç zor değil ama yine de şansımı denemek istedim.

"Bu gece genç bir kız öldürüldü." Dedim, gözlerini kapatıp açarak beni onayladı.

"Biliyorum, Taner araştırıyor olayı."

"Ben de tam olarak bu konuda bir şey isteyeceğim sizden." Dedim hemen, ne isteyeceğimi anlamış olacak ki tek kaşını yine kaldırdı, sinirli gibi baktı ama bu bakışlar bana hiç etki etmediğinden konuştum. "Bu olayı tek başıma araştırmak istiyorum." Dediğim an o bakışları biraz daha sertleşti.

"Mira saçmalama! Tek başına araştıracakmış! Şimdi hemen diğerlerinin yanına dön ve işini yap!" Baştan kesip atması beni de sinirlendirdi.

"Taner başkomiser hiçbir zaman olay yerlerine gelmiyor, raporlardan ve tutanaklardan olay hakkında bilgi ediniyor! Öyle sizin zannettiğiniz gibi bize öncülük ettiği falan yok!"

"Ne yani onun bulunduğu pozisyonu hak etmediğini mi düşünüyorsun?" Diye sordu, sıkıntıyla ofladım.

"Öyle bir şey demiyorum, kimsenin pozisyonu beni ilgilendirmiyor ama bu işi tek başıma yürütmek istiyorum. Zaten yanımda bir sürü polis olacak bana yardım etmek için ama yine de kimseye hesap vermek zorunda kalmadan bir olay çözmek istiyorum artık. Lütfen buna izin verin, söz veriyorum sizi hiç pişman etmeyeceğim." Kendimi düzgünce açıkladım, bunu yapmam Tufan amcanın kaşlarını çatmasına neden oldu.

"Taner sana hiçbir zaman engel olmuyor, ne yapmak istiyorsan yapıp istediğin ip ucunu takip edebiliyorsun, derdin onunla değil sanırım. Doğruyu söyle Cansu ve Savaş'la mı çalışmak istemiyorsun? Ya da Ceyhun'la?"

"Benim hiç kimseyle hiçbir sorunum yok, sadece artık bir şeyleri tek başıma da yapabileceğimi göstermek istiyorum ama bunun için bana fırsat verilmiyor."

"Kendini göstermene gerek yok, burada bunu hiç kimsenin yapmasına gerek yok Mira. Boş yere sorumluluk altına girme, bırak herkes işini yapsın. Senin için böyle bir inisiyatif sağlayamam." Dedi, yerine oturdu, gözleriyle kapıyı gösterdi. "Şimdi çıkabilirsin."

"Ama..." Diye girdim itiraz etmek için söze fakat devam etmeme izin vermedi.

"Çıkabilirsin dedim Mira." Bıkkınca ofladım. "Peki, iyi çalışmalar." Deyip arkamı döndüm, kapıya doğru yürüdüm, odadan çıkmadan hemen önce "Teşekkür ederim." dediğini duydum, dönüp bakmadan odadan çıktım, kapıyı çektim, nefesimi dışarıya verdim. Yine olmamıştı, hiçbir şekilde bir işi tek başıma yürütmeme izin vermiyordu ve bu canımı sıkıyordu.

Can sıkıntımı belli etmemeye çalışarak masaya yürüdüm, tek boş yer olan Ceyhun'un yanına oturdum, masadakiler beni fark ettiler ve ben gelmeden önce her ne konuşuyorlarsa onu konuşmaya devam ettiler.

"Kızın kaldığı yurdun müdürüyle iletişime geçtim, adam kızın başına böyle bir şey geldiğini duyunca çok şaşırdı. Kendi hâlinde iyi bir kızmış, bildiğim kadarıyla dersleri de çok iyiydi, okuluna önem verirdi dedi." Diyen kıza döndüm, dikkatle dinlemeye devam ettim onu.

"Yurtta bu zamana kadar onunla ilgili hiç sorun çıkmamış, hep..." Kız devam edecekken araya girdim.

"Neden hiçbir şey yapılmamış peki? Kız gece dönmemiş, birilerine haber verilmesi gerekiyordu önce." Kızın bakışları beni buldu.

"Kız sabahtan ailemin yanına gideceğim diye izin almış, önemli bir şey olduğundan bahsetmiş. Doğal olarak da izin verilmiş." Deyince şüphelerim daha da arttı.

"Gerçekten ailesinin yanına mı gidecekti acaba yoksa partiye katılmak için bahane mi üretti?" Diye sordum, Ceyhun araya girdi.

"Muhtemelen partiye katılmak için yalan söylemiş müdüre, bu da demek oluyor ki kız bu gece için kalacak bir yer ayarlamıştı kendi için." Ona döndüm, başımı salladım.

"Aynen öyle, belki de partinin yapılacağı villada kalmayı düşünüyordu." Ben konuşurken Savaş araya girdi bu kez de.

"Arkadaşlarından bir şey bilen çıkacaktır illa ki, yarın onlarla konuştuktan sonra daha net bir şeyler söyleyebiliriz." İlk defa bana yönelik bir şey söylediğinden şaşkınca ona döndüm ama bana değil de başkomisere baktığını fark edip yanlış anladığımı anladım, bakışlarımı önüme çevirdim.

"O zaman yarın kızın arkadaşlarıyla konuşmak senin ve Cansu'nun işi." Dedi başkomiser Taner, Savaş onu onaylarken az önce konuşan kız devam etti.

"Kaldığı yurdun kamera kayıtlarına göre kız saat 16:49'da elinde küçük, sarı bir valizle çıkıyor. Yurda gittiğimizde odadaki kızlarla konuşmak için de fırsatımız oldu. Söylediklerine göre valizin içinde birkaç parça kıyafet koymuş sadece." Dedi anladığım şeyle yine araya girdim.

"Muhtemelen geceyi başka bir yerde geçireceği için pijamalarnı aldı yanına. Partiye yurttan hazırlanıp gidemeyeceği için o valizin içinde partide giyeceği kıyafette olması gerekiyor." Deyip Taner'e döndüm. "Yurttan çıktıktan hemen sonra villaya gitmeyecekti muhtemelen. Hazırlanmak için başka bir yere uğrayacaktı. Bir arkadaşının evi de olabilir kuaför de olabilir. Sanırım önce nereye gitmek istediğini öğrenip kayıp valizi bulmamız gerekiyor. Çünkü olay yerinde valiz falan yoktu, belki de valiz gerçek olay yerinde bir yerlere saklandı." Taner'in gözleri söylediğim şeylerle beni buldu.

"Ceyhun bana ona anlattıklarını anlattı, cinayetin başka bir yerde işlendiğinden eminsin yani?" Diye sordu, hiç düşünmeden başımı salladım.

"Eminim, tüm oklar başka bir yeri gösteriyor. Bizim için sahte bir olay yeri hazırlandı ve birisi suçu partidekilerin üzerine atmak istiyor. Eğer gerçek suçluyu bulmak istiyorsak önce gerçek olay yerini bulmamız gerekiyor. Eminim orada bizi katile götürecek bir sürü ip ucu vardır." Taner birkaç saniye durup düşündükten sonra yanıtladı.

"Haklı olabilirsin, her şeyi değerlendirmemiz gerekiyor. O zaman bu görev de seninle Ceyhun'a ait. Kızın gerçekten öldürüldüğü yeri bulun, kayıp valizi de arayın." Dediğinde Ceyhun'a döndüm, aldığı görevden memnun olmuş gibiydi. Aslında ben de memnun oldum çünkü kendi bildiğini okuyan, benim söylediklerim doğrudur diyen birisi değil, karşısındakini dinleyip onun da fikirlerine değer veren biriydi. İşte bu yüzden bu işte onunla iyi anlaşacaktık çünkü kendime göre bir iş arkadaşı bulabilmiştim sonunda."

"Tencere yuvarlandı kapağını buldu." Diye bir cümle duydum, birisi çok kısık bir şekilde söylemişti bunu. Başımı çevirdim, masadakilere baktım, yüz ifadelerinden kimin söylediğini anlamak zor olmadı, Savaş'a bakarak konuştum.

"Bir şey mi dedin?" Sordum, başını kaldırdı, gözleri beni buldu ama sessiz kaldı. "Bir şey dediğini duydum da." Diye ekledim, masadaki herkes bize bakıyordu

"Doğru dedim, duyduğuna göre de tekrar etmeme gerek yok sanırım." Deyip kendisinin söylediğini inkar etmedi. Kaşlarımı çatmış, öfkeyke ona bakarken ayağa kalktı, Taner'e bakarak konuştu.

"Sabah ilk işim kızın arkadaşlarıyla konuşmak olacak." Dedi, Cansu da onunla birlikte kalktı. Cansu'yla hâlâ aram iyiydi, konuşuyor, arkadaşlık ediyorduk ama onlarla benden daha yakın olduğu da bir gerçekti.

"Tamam en kısa zamanda bir şeyler bekliyorum sizden, bu iş daha fazla uzamasın." Taner'in söylediği şeyle Savaş gözünün ucuyla bana bakıp öfkeli bir bakış attıktan sonra önüne döndü, yanımızdan uzaklaştı, Cansu da onun peşinden gitti.

"Mira sen de..." Taner bir şey söyleyecekken aniden ayağa kalkarak ona engel oldum. "Müsaadenizle." Diyerek peşlerinden gittim, çok fazla uzaklaşamadan onlara ulaştım, bir metre kadar arkalarında durdum, beni duyabileceği bir ses tonuyla sordum.

"Benimle alıp veremediğin ne?" İkisi de aynı anda durdu, Cansu bana döndü ama o hareket etmeden durmaya devam etti. "Bu zamana kadar hiçbir zaman sesimi çıkarmadım ama bu kadarı artık sinir bozucu olmaya başladı. Neden sana kötülük yapmışım gibi davranıyorsun?" Diye sormamla bana dönmesi eş zamanlı oldu, bir anlığına gözleri arkama takılınca arkamı döndüm, Ceyhun'u görüp yeniden bakışlarımı ona çevirdim, onun da bakışları bendeydi.

"Yapmadın mı?" Diye sorunca kaşlarımı çattım.

"Sana hiçbir şey yapmadım ben!" Dedim dişlerimi sıkarak.

"Sana öfkeli olmam için illa bana mı bir şeyler yapman gerekiyor?" Deyince elimden geldiği kadar sakin olmaya çalıştım.

"Neden sadece benim yaptığım şeyi görüyorsunuz? Niye herkes beni suçlayıp onun arkasında duruyor? Onun bana yaptıklarının hiç mi önemi yok?" Alayla güldü, bu sinirimi bozdu, söylediklerim karşısında da sessiz kalınca konuşmaya devam ettim. "Ben de senin arkadaşındım ama sen haklı olan ben olmama rağmen onun yanında oldun, bunun için sana hiçbir şey diyemem, kızmam da çünkü buna hakkım yok. Ne istersen onu yaparsın ama ben haklıyken bana bu kadar kızmış olmanı, benden bu kadar nefret ediyor olmanı da kabul edemem." Tek kaşı kalktı.

"Sen haklısın öyle mi?" Hiç düşünmeden başımı salladım.

"Öyle, ben haklıyım, bunu siz de çok iyi biliyorsunuz!" Birkaç adım attı, aramızdaki mesafeyi azalttı, gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Sen körsün, hırsın gözlerini kör etmiş, sadece doğru olduğuna inandığın şeyi görüyorsun çünkü sadece onu görmek istiyorsun. Başka bir şey görmeye de bilmeye de cesaretin yok!" Deyince konuşmak için bir hamle yaptım ama bunu fark edip engel oldu kendisi konuşmaya devam etti.

"Korkuyorsun, daha önce hiç korkmadığın kadar çok korkuyorsun hem de. Şu an gözlerinin içine baktığımda bunu görebiliyorum. Haksız çıkıp yaptığın şeyden pişman olacak olmaktan çok korkuyorsun. Çünkü sen Mira'sın, Mira Aksoylu'sun. Bir şey yaptıysan vardır bir sebebi ve her zaman o sebebin arkasına saklanarak vicdanını rahatlatıp ayakta kalabiliyorsun! Eğer gerçeği görürsen arkasına saklandığın o sebebin yok olmasından, arkasına saklanacağın, destek alacağın hiçbir şey kalmayacak olmasından çok korkuyorsun. Çünkü eğer öyle bir şey olursa ayakta kalamazsın, yerle bir olursun, bir daha da kalkamazsın! Bunu da gururuna yediremezsin. Çünkü sen Mira Aksoylu'sun." Hiçbir şey diyemedim, susup kaldım.

Haklı olduğu için değil, beni anlamadığı ve hiçbir zaman anlamayacağı için için sustum. Çünkü onlar benim gördüklerimi görmediler, şahit olduklarıma şahit olmadılar. O fotoğrafları görmediler, öfkeyke yırtıp attığım için de hiçbir zaman gösteremedim. Muhtemelen onları da sahte bir evlilikti diye kandırdı. Artık ondan her şeyi bekliyorum çünkü.

Savaş başka bir şey söylemeyip arkasını dönüp giderken "İyi misin?" diye yanımda belirdi Ceyhun, Cansu Savaş'ın peşinden giderken başımı Ceyhun'a çevirdim.

"İyiyim." Dedim ama o buna pek de inanmış gibi durmuyordu.

"Bu zamana kadar haddim olmadığı için hiç sormadım sana ama artık çok merak etmeye başladım. Onunla aranızda ne geçti? Niye bu kadar nefret ediyor senden? Bahsettiğiniz o kişi kimdi? Sen kime ne yaptın?" Merak ettiği şeyleri art arda sordu.

"Boş ver." Dedim sadece ama bu cevap onu tatmin etmedi, yüzündeki ifadeden bunu anladım. "Birine hak ettiği bir şeyi yaptım ve Savaş onun hak etmediğini düşünüyor, her şey bundan ibaret başka bir şey yok." Deyip önüme döndüm, oturup ona detaylıca anlatacak değildim.

"Barış Erendil kim?" Diye sorduğu an hızla ona döndüm, nereden duymuştu bu ismi? "Buradaki herkes ara sıra ondan bahseder. Ondan ve senden. Senin ona iftira attığını söylüyor herkes." Kaşlarımı çattım, Ceyhun devam etti.

"Hatta abartanlar bile var. Sen onu seviyormuşsun, sevgine karşılık alamadığın, onun başka biriyle de ilişkisi olduğunu öğrendiğin için iftira atmışsın." Yok artık, gerçekten arkamdan böyle mi konuşuyorlardı?

"Sen de buna inandın mı?" Diye sordum Ceyhun'a, başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır inanmadım, doğrusu inanıp inanamak konusunda hiçbir şey düşünmedim çünkü buna ihtiyacım yoktu, insanların ne dediğiyle genelde pek ilgilenmem."

"İyi bunlarla da ilgilenme o zaman, anlattıkları söyledikleri her şey benim için bir saçmalık, umarım senin için de öyle olur." Deyip önüme döndüm. "Bence yeterince oyalandık, hadi işimizin başına dönelim." Dedim, çıkışa doğru yürüdüm.

Karakoldan çıktık, Cansu ve Savaş'ı arabaya binerken gördüm. Araba bahçeden uzaklaşırken arkalarından bakmak yerine kendi arabama gittim, o sırada saate bakıp sabahın dördü olduğunu gördüm, bir şeyler yapmaya başlamak için birkaç saate ihtiyacımız vardı. Çünkü insanların uykularından uyanmaları, hayatın başlaması gerekiyordu.

"Sence ilk neyin peşine düşmeliyiz?" Diye sordum Ceyhun'a arabanın yanına ulaştığımızda, biraz düşündükten sonra konuştu.

"Bence kızın sürekli gittiği bir kuaför varsa onu bulmalıyız, başka birinin yanına hazırlanmak için gideceğini zannetmiyorum." Deyince neden böyle düşündüğünü merak ettim.

"Neden peki?" Bana doğru geldi, arabanın önünde duruyorduk ikimiz de.

"Çünkü eğer birinin yanına gidecek olsaydı muhtemelen gitmediği zaman o kişi her kimse illa bir şeyler yapardı. Kıza ulaşamadığı zaman boş ver gelmesin diyecek hâli yok değil mi? Kimse hiçbir şey yapmadığına göre bu kız bir arkadaşının yanına değil kuaföre gidecekti." Böyle söyleyince ona hak verdim.

"Nasıl bir zamanda yaşadığımızı biliyorsun Mira. Kadınlar, çocuklar sokağa çıkmaya korkuyorlar. Hatta bazen erkekler bile korkuyor bundan. Dışarıdayken başımıza her an bir şey gelebilir, biri silahını çekip bizi vurabilir, biri arabasıyla üstümüzden geçebilir. Her an her şey olabilir yani. İnsanlar da artık bunun farkında." O böyle konuşurken hiçbir şey diyemedim.

"Eskiden birisini aradığımızda yanıt alamayınca aklımıza gelen ilk şey telefonunun şarjı bittiği, kapandığını ve fark etmediğini ya da ne bileyim telefonu duymadığını falan düşünürdük. Şimdi birini arayıp ulaşmadığımız zaman aklımıza gelen ilk şey acaba başına bir şey mi geldi oluyor. Başına bir şey mi geldi? Biri mi saldırdı? Bir olaya mı karıştı? Birisi ona zarar mı verdi? Bu sorular geçiyor aklımızdan, artık herkes bu durumdayken bir kız yanlarına gelmediğinde, telefonlarını açmadığında illa bir şeyler yaparlardı. Fakat kimse bir şey yapmış gibi görünmüyor." Dedi ve sustu, sonuna kadar dinledim onu çünkü haklıydı.

"O zaman en iyisi yurttaki oda arkadaşlarıyla konuşup kızın gittiği yeri öğrenmek olacak. İlla çıkarken gideceği yeri söylemiştir, aynı odada yaşıyorlar anlaşıyorlardır herhalde." Dedim, Ceyhun beni onayladı ama bir sorunumuz vardı, kızlarla konuşmak için havanın aydınlanmasını beklememiz gerekiyordu. Elimizde hiçbir izin olmadan yurda dalıp kızları sorguya alamazdık.

"Sabah olmasını beklemeliyiz." Dedi Ceyhun, içimden geçirdiğim şeyi söyledi, başımla onayladım onu, tam o sırada başımın döndüğünü hissettim, Ceyhun bunu fark etmezken kendimi toparlamaya çalıştım.

"O zaman ben bir evime geçeyim, üstüme başıma çeki düzen vereyim, birkaç saate yurdun önünde buluşalım olur mu?" O konuşurken kendimi bir nebze olsun toparlamıştım.

"Olur, haberleşiriz." Dedim, Ceyhun benden aldığı cevapla "Hadi o zaman görüşmek üzere." deyip yanımdan ayrıldı, arabaya tutundum, gözlerimi kapattım.

Bir süre sonra başımdaki dönme geçti, kendimi daha iyi hissedince arabaya bindim, midemde de hafif bir ağrı vardı. Bir anda ne oldu ki böyle? Yine sinirlenmek mideme zarar vermişti, her zaman böyle oluyordu. Midemdeki ağrı yüzünden de başım ağrımaya başlamıştı.

Gözlerimi birkaç kez kapatıp açtıktan sonra arabayı çalıştırdım, yol boyunca kendimi biraz daha toparlamaya çalıştım. Yol boyunca da düşündüğüm tek şey bu gece cesedini bulduğumuz kızdı. Atladığım bir şeyler var mı diye düşünürken evime ulaşmıştım bile.

Arabadan indiğimde önünde durduğum apartmana baktım. 6 ay kadar önce kendim için bir ev tutmuştum, karakola çok yakındı. Hatta sadece birkaç sokak uzaktı. Gidiş geliş kolay olsun diye bu kadar yakın bir yerden tutmuştum evi.

Arabanın kapılarını kilitledim, kendimi bir anda o kadar kötü hissetmeye başlamıştım ki bakışlarım bulanıklaşmıştı. Neyse ki eve gelmiştim, bir duş alıp bir saat uyusam kendime gelirdim zaten, daha önce birkaç kez daha olmuştu aynı şey çünkü.

Ağır adımlarla apartman kapısına yürüdüm, kapalı kapıyı açmak için cebimdeki anahtarı çıkardım, bulanık gören bakışlarım yüzünden anahtarı yerine sokmak biraz zaman aldı, zaman geçtikçe de kendimi daha kötü hissettim. Anahtarı çevirdim, kapıyı açtım. İçeriye girmek için kapıyı ittim ama bir anda o kadar güçsüzleşmiştim ki kapıyı itmeye gücüm yetmedi.

Kapıyı açmak için kendimi zorlarken başımdaki dönme arttı, dengemi kaybettim, düşmemek için kapıya tutundum ama bu bile fayda etmedi, kendimi boşlukta buldum. Düşüp canımın yanmasını beklerken bir çift kol beni sardı, havalandım, beni tutanın daha kim olduğunu göremeden, bilincimi kaybettim.

****

Tekrardan selamlar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Ben ikinci kitap için çok heyecanlıydım birkaç gündür, hâlâ da heyecanlıyım hatta :)

Sizce son sahnede Mira'yı tutan kimdi? Tanıdık birisi mi dersiniz? Aslında şu an hepinizin aklından kimin geçtiğini çok iyi biliyorum jdjshshhs

Yeni karakterimiz Ceyhun'u sevdiniz mi?

Bu arada artık sizlerle çözmemiz gereken bir cinayet daha var, hazır mısınız?

Gelecek bölüm hakkındaki tahminlerinizi bekliyorum :) her pazartesi bölüm geleceğini unutmayın.

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%