Yeni Üyelik
43.
Bölüm

42.BÖLÜM "İHANETİN İZLERİ"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

*****

42. BÖLÜM "İHANETİN İZLERİ"

Kulağıma uğultu gibi bir ses gelirken gözlerimi araladım. Aralık olan gözlerimden sızan ışık yüzünden gözlerimi yeniden sımsıkı kapatıp yüzümü buruşturdum. Elimi usulca kaldırıp ağrıyan başıma dokundum. O sırada aynı ses kulaklarımı doldurmaya devam etti.

Biraz daha iyi hissedince bu kez karşılaşacağım o rahatsız edici ışığa kendimi hazırlayarak açtım gözlerimi. Yine de birkaç kez kapatıp açma ihtiyacı duyduktan sonra alışabildim o ışığa ve odanın penceresinin önünde duran Ceyhun'u gördüm, hâlâ uyandığımı fark etmemişti.

Onu gördükten sonra en başta yapmam gereken şeyi şimdi yapıp şöyle bir odaya göz attım, hastanede olduğumuzu anladım. Sahi ne oldu bana öyle bir anda? Beni tutan kimdi? Hastaneye kim getirdi? Ceyhun'a haber veren kimdi? Sanırım tüm sorularımın cevabı şu anda telefonla konuşan Ceyhun'daydı.

Kendime gelmiş olmak uğultuların kesilip söylediği şeyleri anlamamı sağlarken Ceyhun'un "Tabii müdürüm." dediğini duydum, sıkıntıyla ofladım. Umarım Tufan amcaya benim hakkımda bir şeyler söylememiştir.

O arkasını dönmüş telefonla konuşmaya devam ederken zorlukla doğruldum, doğrusu vücudumda herhangi bir ağrı hissetmiyordum ama başım çok ağrıyordu. Doğrulup arkaya yaslandım, başımı ellerimin arasına aldım, yüzümü buruşturdum. Tam o sırada Ceyhun bana doğru döndü, şaşırdı.

"Arayacağım ben sizi müdürüm, haber vereceğim durumu." Dediğinde benim hakkımda bir şeyler söylediğini anlayabildim, bir bu eksikti diye içimden geçirirken Ceyhun telefonu kulağından indirdi, birkaç büyük adımda yanıma geldi.

"Mira, iyi misin?" Dedi, yatağın kenarına oturdu, endişeyle bakıyordu gözlerime, uzun zaman sonra ilk kez birinin bana böyle baktığını fark ettim. Endişe ve korkuyla. Bu gözleri, bu bakışları tanıyorum ben. En son bana böyle bakan şu an yanımda değil, nerede ne yapıyor bilmiyorum.

Ceyhun merakla bana bakarken bakışlarımı kaçırdım, onun gözlerine bakmak bana başka birini hatırlattı, bu canımı yaktı, bu yüzden bakamadım ona daha fazla. "Mira?" Dedi Ceyhun, sesi bile endişeli çıkıyordu.

"İyiyim iyiyim, merak etme." Dedim, derin bir nefes alıp kendimi toparladım ve bakışlarımı ona çevirdim. "Bana sakın Tufan müdüre haber verdim deme fena bozuşuruz." Deyip umutla beklediğim cevabı vermesini diledim.

"Yok korkma, bir şey söylemedim. Şu cinayet hakkında bir şeyler söylemek için aramış, seninle ilgili değildi." Deyince rahatladım, yine de şüphe edip dikkatle baktım yüzüne ama yalan söylüyormuş gibi durmuyordu.

"Doktor birazdan gelecek, ne olduğunu söyler." Diye ekledi, omuz silktim.

"Ne söyleyecek ki? Önemli bir şey yok, biliyorum. Muhtemelen tansiyonum düştü, bayıldım. Sahi sana kim haber verdi? Beni buraya kim getirmiş biliyor musun?" Merak ettiğim şeyleri sordum.

"Ben getirdim." Diye yanıtladı anında ve elindeki telefonu göstererek "Telefonumu arabanda unutmuşum. Taksiyle dönüyordum eve unuttuğumu fark ettim, zaten evin karakola çok yakın olunca geçerken alayım dedim. Taksiden indiğimde evinin önünde duruyordun, çok seslendim ama duymadın. Yanına geldim, daha o kadar sesleniyorum nasıl duymuyorsun diye soracakken bir anda yığıldın, ben de korkuyla kucaklayıp buraya getirdim seni." Tüm sorularımın cevabını almış olduğumdan rahatlamıştım.

"Anladım, neyse saat kaç?" Diye sordum, gözlerini kolundaki saate çevirip "Yedi buçuk." dedi, bu kadar baygın kalmış mıydım yani? Neyse hiç değilse vakit geçmişti.

"O zaman yurda gidebiliriz." Dedim ve onun şaşkın bakışları altında ayaklarımı yataktan sarkıttım, siyah botlarımı giydim.

"Mira biraz dinlenmelisin, henüz doktor bile gelmedi. Bence..." Ona dönüp devam etmesine izin vermedim.

"Çok iyiyim, bir sürü işimiz var, burada yatacak değilim." Dedim ve ayakkabılarımı giymiş olduğumdan ayağa kalktım, odadaki dolaba gidip açtım, orada olduğunu tahmin ettiğim montumu buldum, giydim, Ceyhun'a döndüm.

"Silahımla telefonum nerede?" Dediğimde gözleriyle yatağın yanındaki çekmeceyi gösterdi. O tarafa yöneldim, çekmeceyi açıp silahımı aldım, belime taktım. Telefonumu alırken başımdaki ağrının şiddetli olduğunu fark ettim, sanki içinde filler tepiniyordu ama umursamadım. Çünkü bu ağrıyı düşündükçe hissetmeye, hissettikçe de rahatsız olmaya devam edecektim.

"Ben hâlâ biraz yatıp dinlenmenden yanayım, böyle aniden ayağa kalkman doğru değil." Diyen Ceyhun'a bakıp söylediklerini duymamazlıktan geldim.

"Hadi gidelim." Sıkıntıyla ofladı, benimle baş edemeyeceğini biliyor olacak ki kalmam için ısrar etmeye devam etmeyip ayağa kalktı, yanıma geldi.

"İyi tamam, gidelim." Deyince uzatmamış olması beni memnun etti. "Ama hiç değilse doktoru bekleyelim, bir gelsin bir şeyler söylesin. Böyle kafamıza göre çıkıp gitmek olmaz Mira, nereden biliyorsun? Belki de basit bir tansiyon değil! Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Konuşmak için dudaklarımı araladım ama bana engel olan şey odanın kapısının açılması oldu. Gözlerimi kapıya doğru çevirdim, odaya giren doktoru ve hemşireyi gördüm.

İkisi de yanımıza doğru geldi. Uzun boylu, sarışın, orta yaşlı doktor yatağı boş beni de ayakta görünce kaşlarını çattı. "Gayet iyi görünüyorsunuz." Dedi, ellerini beyaz önlüğünün cebine koydu.

"Gayet iyiyim çünkü." Dedim kendimden emin bir şekilde ve ekledim. "Sadece başım ağrıyor." Diye de doğruyu söyledim, belki bir ilaç falan verirdi.

"Normal ama önemli bir şeyiniz yok. Sadece tansiyonunuz düşmüş." Başımı çevirip Ceyhun'a baktım, haklı çıkmış olmanın gururunu yaşadım.

"Kendinizi çok fazla yoruyor olmanız lazım, bundan sonra daha dikkatli olun. İşinizi sevdiğiniz belli oluyor ama biraz da kendinize vakit ayırın." Bunu bir doktor söylememişti o da söyledi tam oldu.

"Dikkat edeceğim." Dedim konu daha fazla uzamasın diye.

"Size bir ağrı kesici veriyorum, baş ağrınız olduğunuz zaman alabilirsiniz ama yine de çok fazla almamaya dikkat edin. Bir de vitamin yazdım, düzenli olarak kullanın." Deyince başımı salladım.

"Kullanacağım." Dedim, hemşire yanıma geldi, doktorun yazdığı reçeteyi verdi, alıp cebime koydum. Bir ara eczaneye uğrar alırdım.

"Çıkabilir miyiz şimdi?" Diye sordum, bir an önce çıkıp gitmem gerekiyordu, bir sürü işim vardı.

"Çıkabilirsiniz." Dedi doktor, duyduğum şeyle rahat bir nefes aldım, gülümsedim.

"Teşekkür ederim, ilaçlarımı alıp düzenli kullanacağım." Deyip Ceyhun'a döndüm. "Hadi gidelim." Dediğimde iç çekti, sabır dilercesine baktı yüzüme.

Onun bu bakışları altında önce odadan sonra da hastaneden çıktık, ileride duran arabamı gördüm, Ceyhun da bunu fark etmiş olacak ki "Senin arabanla geldik." dedi ve anahtarı uzattı, kendime güvenemediğim için anahtarı almadım.

"Sen kullan." Dediğimde gözlerini kıstı, şüpheyle baktı yüzüme, sanırım hâlâ iyi olmadığımı düşünüyordu. "Eğer biraz daha böyle bakmaya devam edersen ben kullanacağım arabayı." dememle eş zamanlı olarak, anahtarı çekti, ellerini arkasında birleştirdi.

"Ben kullanırım." Dedi, dudaklarım yana kıvrıldı, o sırada işlerimiz aklıma geldi, sordum.

"Plan değişmedi değil mi? Yurda gidiyoruz." Dedim emin olmak için, başını salladı.

"Evet, bir an önce gidelim de kızları çıkmadan yakalayalım. Yoksa tek tek hepsinin okuluna gitmek zorunda kalacağız, işimiz uzayacak." Dedi, ona hak verdim, arabaya bindim, peşimden de kendisi bindi.

Biner binmez arabayı çalıştırdı, kızın kaldığı yurda doğru yola çıktık. Tam o esnada montumun cebine koyduğum telefona mesaj geldi, cebimden çıkardım. Ekrana baktığımda tanımadığım bir numaradan geldiğini gördüm, kaşlarımı çattım. Ekrana dokundum, gelen mesaja daha doğrusu gönderdiği fotoğrafa baktım, gördüğüm şeyle öylece kaldım.

Az önce hastanedeyken arabanın önünde durup konuştuğumuzda birisi fotoğrafımı çekmiş ve fotoğrafın kenarına '1' yazıp göndermiş. Bu da ne demekti şimdi? Kim yapar böyle bir şeyi? Hem 1 de ne alaka? Ne anlama geliyor? Sorular zihnimin içinde dönüp dururken 2 sene önce olan her şey bir bir aklıma geldi.

Seri katil, mesajlar, cinayetler, karmaşık olaylar, Ateş ve diğerleri... Tek tek geldiler aklıma. Çünkü en son böyle bir mesaj aldığımda o katille uğraşıyordum. Şimdi yine aynı şey olmuştu ama onun yaşaması mümkün değildi, ölmüştü. Öldüğü anı kendi gözlerimle görmüştüm. Cansu ve Savaş da ölüsünü görmüşlerdi. Bizzat gidip kontrol etmiş ve o olduğunu teyit etmişlerdi.

Katil öldüyse bu mesajın sahibi kim?

"Mira?" Deyip Ceyhun omzuna dokundu, dokununca irkildim, bakışlarım hızla onu buldu.

"Sakin ol, korkma." Dedi, bir an fazla korktuğumu fark ettim. "Yanımda oturuyorsun ama beni duymuyorsun, bir saattir Mira diyorum." Kaşlarımı çattım, nasıl duymamıştım onu? Yine dalıp gitmişim.

"Dalmışım, bir şey mi oldu?" Diye sordum, sorumu görmezden gelip gözünün ucuyla elimdeki telefona baktı, bakışları yeniden beni bulduğunda meraklı bir ifadeyle konuştu.

"Kötü bir haber mi aldın? Niye öyle bakıyordun telefona?" İki sene önce o yoktu, hiçbir şeyden de haberi yoktu. Anlatsam muhtemelen anlamayacak, diğerleri kadar endişe etmeyecekti ama yine de anlatmak istemedim.

"Yok bir şey, kuzenim yazmış da ona cevap veriyordum. Sen ne diyecektin?" Diye sordum bir kez daha ve konuyu değiştirmeye çalıştım.

"Yolu bilmiyorum sen biliyor musun diye soracaktım." Deyince başımı kaldırdım, bulunduğumuz yere baktım, kızın kaldığı yurdu bildiğimden hiç düşünmeden "İleriden sağa döneceksin." deyip dikkatimi yeniden elimdeki telefona verdim.

Dudaklarımı ısırdım, zihnimin içinde binlerce senaryo dönüp duruyordu. Gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp sakin kalmaya ve aklımı toplamaya çalıştım. Çünkü bu kez yanımda hiç kimse yok. Geçen seferki gibi değil hiçbir şey. O zamandan bu zamana kadar birçok şey değişti, başta da yanımdaki insanlar. Artık yalnızım, hiç kimse yok yanımda, bir başımayım. Ne beni anlayacağını, inanacağını düşündüğüm ekip arkadaşlarım var ne de güvendiğim bir adam. Söylediğim her şeyi dikkate alıp bana inanan, arkamda duran bir babam da yok.

Düşündüğüm şeyler yüzünden bir anda gözlerim doldu, Ceyhun bunu fark etmesin diye başımı diğer tarafa çevirdim, yola baktım. Gelen tek bir mesajla fark ediyorum ne kadar yalnız olduğumu. Bu benim suçum mu? Hayır, benim suçum olduğunu düşünmüyorum. Ben doğru bildiğim şeyi yaptım, doğru bildiğimden de öte ona hak ettiği şeyi yaptım.

Ellerimi yumruk yaptım, öfkemi bastırmaya çalıştım. Gördüğüm o fotoğraflar bir kez daha geldi gözlerimin önüne canım çok yandı, ruhum acıdı. Artık hissetmediğim, bana ait olmadığını düşündüğüm ruhum acıdı. Ateş'in yüzü gözlerimin önüne geldi. Bana bakışı, dokunuşu, sevişini hatırladım. Sonra onların yalan olduğu gerçeğiyle bir kez daha yüzleştim. Ağzından çıkan her cümle yalanmış meğerse, bunu geç de olsa anlamıştım.

Önce evliliğini sakladı benden, tesadüfen o evliliği öğrendiğimde de yalan söyledi bana, sahte dedi. Ta ki o fotoğrafları görene kadar. Her şey sahte olsa da o fotoğraflar sahte değildi. Evlendikten sonra bile hiç görüşmedik, her şey mahkeme için yapılmış bir oyun dedikten sonra karşıma çıktı o fotoğraflar. Fakat her şey bu da değildi, keşke sadece bununla kandırmış olsaydı beni ama o daha da ileriye gitti. Beni sevdiğini, her işte beraber olduğumuzu söyleyen, ben katil değilim, beni hiç tanımamışsın diyen adam beni kandırıp onlarca insanın katili olmaya gitmişti. Bir de buradan vurmuştu beni.

Onunla aramızda geçenler yüzünden herkes arkasını dönmüştü bana. Bir zamanlar sevip güvendiğim herkes. Erdem'i, Doğan'ı anlarım, onların zaten benim yanımda olması saçmalık olurdu ama Savaş da dönmüştü bana arkasını. Cansu da beni seçmek yerine onları seçmişti, benimle konuşuyor olsa da o da Ateş'in yanındaydı. Keşke sadece bu kadarla kalsa ama daha fazlası da vardı.

O karakolda Ateş'i Barış olarak tanıyan ve seven herkes benden nefret ediyordu şu anda. Bazen yüzüme nefretle ve tiksinerek bakıyorlardı. Kendi aralarında saçma sapan bir dedikodu yaymış sonra da ona inanmışlardı. Neymişte ben ona aşıkmışım, aşkıma karşılık alamayınca onu da başka bir kadınla görünce gururuma yediremeyip ona tuzak kurmuş, meslekten men edilmesine neden olmuş ve hayatını mahvetmişim. Herkes buna inanıyor buna göre davranıyorlardı bana.

Tabii bir de babamı seven, bu yüzden beni yadırgayanlar da var. Bazıları babama iftira attığımı bile düşünüyorlar. İnsanlar nasıl bu kadar kör ve mantıksız olabiliyorlar anlamıyorum. Babama, öz babama iftira atabileceğimi düşünüyorlar. Buna inandıkları için kendilerini haklı çıkaracak bir sebepleri bile yok. Sebep bir kenarda dursun mantıklı bir bahaneleri de yok! Bir yol tutturmuş gidiyorlar, benden çok uzakta olan bir yol.

Artık hiç kimsenin hayatında yerim olmadığını hissediyorum.

Düşündüğüm şeyleri fark edip başımı sağa sola salladım, aklımı dağıttım. Bunları düşünmemek kimseyi umursamamak konusunda kendime bir söz vermiştim ve o sözü tutmam gerekiyordu. Kimse umurumda değil, ne düşünürlerse düşünsünler. Ben kendimi bilsem yeter, başka birine ihtiyacım yok!

Ceyhun'a yolu tarif ederek sonunda yurda ulaştım. Arabadan iner inmez güvenliğe gittik, polis kimliklerimizi gösterip cinayetten bahsettik ve İnci'yle aynı odada kalan kızları bahçeye çağırmasını istedik. O bizim dediğimizi yaparken Ceyhun'a bakıp "Birini arayıp hemen geliyorum." deyip ayrıldım yanından, epey bir uzaklaştıktan sonra mesaj atan o numarayı aradım.

"Aradığınız numara kullanılmamaktadır. Çağrı merkezimizi..." Operatör konuşmaya devam ederken telefonu kulağımdan indirdim. Yarım saat önce bana mesaj atan bir numara nasıl olur da kullanılmaz? Bu mümkün mü? Sıkıntıyla ofladım, tüm bu olanlar hiç de hayra alamet değil.

Boş boş durmak yerine Esra'nın numarasına girdim, az önceki numarayı ona atıp "Bu numarayı benim için araştırır mısın? Çok acil." Yazdıktan sonra telefonu yeniden cebime koydum, ellerimi arkamda birleştirdim.

İçimde büyük bir korku var. O korku kendime beynimi kemiren sorular sormama neden oluyor. Ya ölmediyse o katil? Ya yine ortaya çıktıysa? O zaman neler olur düşünmek bile istemiyorum. Hem acaba sadece bana mı ulaştı yoksa diğerlerine de ulaştı mı? Peki ya tahmin ettiğim şey değilse? Ya bu mesajı bana o katil atmadıysa? Kim attı o zaman? Bugünlerde öyle gizemli bir olay olmadı, olanlar da çözüldü ve sorumlular şu anda cezaevinde. Kim neden benim fotoğrafımı çekip üstüne 1 yazdıktan sonra bana atar ki? Sahi o 1 yazısı da önemli, ne anlama geliyor?

Düşüncelere dalmış gitmişken Ceyhun'un "Mira." dediğini duydum, ona döndüm, yanındaki 3 kızı gördüm. Esra'dan cevap gelene kadar bu konuyu düşünmemeye karar vererek yanlarına gittim.

"Kızlar geldiler, dördü birlikte kalıyorlarmış." Ceyhun'un söyledikleriyle karşımdaki 3 kıza baktım.

Biri sarışın, uzun boylu, zayıftı. Korktuğu her hâlinden belli oluyordu. Olanlar onu etkilemiş gibiydi. Yanındaki kız onun aksine esmer, uzun siyah saçlı, hafif tombul bir kızdı, çok tatlı birine benziyordu. Diğer kızın aksine korkmuş gibi görünmüyordu. Gözlerimi ondan çekip diğerine baktım. Buğday tenli, kısa kahverengi saçları vardı. Kısa boylu, zayıf minyon bir kızdı. O kadar ifadesiz duruyordu ki ne hissettiğini ne düşündüğünü anlayamadım.

"Şey özür dilerim ama ne soracaksanız biraz acele eder misiniz?" Dedi ortadaki kız, bu tatlı olduğunu düşündüğüm kızdı. "Bir an önce gitmem gerekiyor, sınavım var." Ona doğru bir adım attım.

"O zaman senden başlayalım." Dedim, başını salladı, sarışın kızın çok korktuğunu fark edince "Bizden korkmayın, buraya sizi suçlamak için gelmedik, suçlu olduğunuzu düşündüğümüz için de gelmedik. Arkadaşınız dün gece öldürüldü siz de öğrenmişsinizdir şimdiye kadar. Sadece onun hakkında birkaç soru soracağız ve gideceğiz." Dedim o kızı rahatlatmak için ve sanırım başarılı oldum. Kız biraz sakinleştikten sonra devam ettim.

"Siz ikiniz biraz uzaklaşır mısınız? Özel olarak konuşacağız." Dedim, sağdaki ve soldaki kız yanımızdan uzaklaştı. Birbirlerinden etkilenmelerini istemediğim için böyle bir şey yaptım. Hepsi birbirinin ne söylediğinden habersiz olsa daha iyi olacaktı. Göz ucuyla Ceyhun'a baktığımda yaptığım şeyi onayladı, gözlerimi yeniden kıza çevirdim.

"İnci'yi ne zamandır tanıyorsun?" Diye sordum, hiç düşünmeden yanıtladı.

"İstanbul'a okumak için geldim, geldiğim ilk günden beri de bu yurtta aynı odada İnci'yle beraber kalıyorum. 2 yıl olmak üzere." Dedi, bu kez Ceyhun sordu.

"İyi anlaşır mıydınız onunla?" Kız Ceyhun'a döndü, yanıtladı.

"Bu zamana kadar hiç kavga etmedik. Samimi değildik, dışarıda hiç beraber olmazdık ama sonuçta aynı odada kalıyoruz. Neredeyse her gün birbirimizi görüyorduk, her şeyimizi paylaşıyorduk. İyi anlaşırdık." Kız gayet cesurca ve düzgünce cevap veriyordu.

"Peki iyi anlaşamadığı birileri var mıydı yurtta?" Diye sordum, kız bu sefer de bana döndü.

"Öyle konuşkan, arkadaş canlısı birisi değildi. Bizim dışımızda hiç kimseyle konuşmazdı, tanımazdı bile kimseyi. Bizimle de zaten aynı odada kaldığı için konuşuyordu. Yurttan kimseyle bir sorunu da yoktu." Diye yanıtladı, yurdun müdürü de bizimkilere buna benzer şeyler söylemişti.

"Peki dışarıdan birileriyle sorunu var mıydı? Son günlerde bir şeyler oldu mu? Ya da onda bir değişiklik var mıydı? Canının sıkkın olması gibi." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır yoktu, her zamanki gibiydi son günlerde de. Varsa da bize belli etmemiş olabilir." Deyince anladım dercesine başımı salladım.

"Onu en son ne zaman gördün?" Diye sordu Ceyhun, kız yine hiç düşünmeden yanıtladı.

"Dün akşam üstü saat 4-5 arası gördüm." Dediğinde kızın yurttan evime gidiyorum diye ayrıldığı saat olduğunu anladım, daha soracakken kız anlatmaya devam etti. "Ailemin yanına gidiyorum dedi, bir valiz hazırladı ama..." Deyip sustu, kaşlarımı çattım.

"Ama ne?" Kız derin bir nefes aldı.

"Valize koyduklarını gördüm. Şık bir elbise koydu, topuklu ayakkabısını aldı. Birkaç da makyaj malzemesi aldı. En sonda da pijamalarını ve birkaç parça bir şey daha koydu. O zaman anladım ailesinin yanına gitmediğini, çünkü ailesinin yanına giderken genelde odada hiçbir şeyini bırakmaz, her şeyini alır gider. Sık sık giderdi çünkü ailesinin yanına, oradan biliyorum. Eşyalarına birilerinin dokunmasını sevmez giderken de her şeyini alırdı ama bu kez almadı." İşte beklediğim cevap buydu.

"Peki sormadın mı nereye gidiyorsun diye?" Merakla sordum.

"Tabii ki sordum ama ısrarla Antalya'ya gidiyorum dedi, hatta çok sorduğum için kızdı bana. Ben de inanmadığım hâlde üzerine gitmedim." Diye yanıtladı, Ceyhun konuştu

"Diğerleri bir şey sormadı mı peki?" Deyince odadaki diğer iki kızdan, yani şu an ileride duran kızlardan bahsettiğini anladım.

"İnci yurttan ayrılırken onlar yurtta değillerdi, görmediler gittiğini yani." Bu sorumuzu da cevapladı, devam ettim.

"2 yıldır berabersiniz, vücudundaki izleri illa görmüş olman gerekiyor. Dün gece onu bulduğumuzda gördük o izleri, dün gece olmuş gibi değildi, eskiydi o izler. Nasıl olduğunu biliyor musun?"

"Maalesef." Dedi anında ve sıkıntıyla oflayıp devam etti. "Gördük o izleri ama defalarca sormamıza rağmen hiç cevap vermedi. Biz de hep merak ettik ne olduğunu ama hiç öğrenemedik, söylemedi." Bu çok da normal değildi sanırım.

"Ne zaman ortaya çıktı o izler peki?" Bilmiyorum anlamında dudaklarını büzdükten sonra cevapladı.

"Bilmiyorum, onu tanıdığım ilk günden beri vardı o izler. Diğer kızlar benden sonra gelmişlerdi zaten, onların da ne zaman o izlerin ortaya çıktığını bilmediklerinden eminim." Deyince nefesimi sıkıntıyla verdim dışarıya, elle tutulur hiçbir şey yoktu ve sanırım ona daha fazla soru sormaya da gerek yoktu.

"Bizim sorularımız bu kadar, senin bize söylemek istediğin bir şey var mı?" Diye sordum, bir süre düşündükten sonra başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır." Dedi sadece.

"Peki, yardımcı olduğun için teşekkürler, gidebilirsin, sınavına geç kalma." Dedi Ceyhun, kız ikimize de gülümsedikten sonra koşar adımlarla ayrıldı yanımızdan, o giderken bizden en çok korkan sarışın kıza baktım, gelmesini işaret ettim, korkak adımlarla geldi yanıma.

Önce ona korkmaması gerektiğini bir kez daha söyledikten sonra az önceki kıza sorduğumuz şeyleri tek tek de ona sorduk, aşağı yukarı aynı cevabı aldık, kız konuştukça rahatladı, daha düzgün cevaplar verdi ama o cevaplar işe yarar şeyler değildi. Onunla da konuşup gidebileceğini söyledik, gitti. O gittiğinde sona kalan kahverengi saçlı kız yanımıza geldi.

Ona da farklı hiçbir şey sormadık, aynı şeyleri sorduk ve maalesef ki aynı cevapları ondan da aldık. Üçünden de işe yarar hiçbir şey çıkmadı yani. Bu benim gibi Ceyhun'un da canını sıkarken kıza son olarak "Senin bize söylemek istediğin bir şey var mı?" diye sordu, kız bakışlarını yere çevirip düşündü, bir süre sonra bakışları bizi bulduğunda bir şeyler olduğunu anladım, fakat söyleyecek gibi durmuyordu.

"Eğer bildiğin bir şey varsa, bu işlerine yaramaz diye bile söylemiyorsan birini korumuş gibi görünürsün. Sakın bu hataya düşme, ne biliyorsan söyle bize." Kızın gözleri ikimizin arasında gidip geldikten sonra sonunda konuştu.

"Kimseyi suçlamak istemiyorum, birinin zor durumda kalmasını istemem ama bir adam vardı, erkek arkadaşı. Birkaç ay önce ondan ayrıldı, İnci'yle bir gün yalnız konuşmak için fırsatımız olmuştu, normalde konuşmayı sevmezdi ama o gece anlattı bana. O adamdan bahsetti, onu sevmediğini fark ettiği için ayrıldığını söyledi ama adam çok seviyormuş İnci'yi. Onu üzdüğü için üzülüyordu, canı sıkkındı." İşte bu bir ipucu olabilirdi.

"Adamın kim olduğunu da söyledi mi sana?"

"İsminin Kadir olduğunu biliyorum, okulundan biri değil, sanırım bizden büyük birisi başka da hiçbir şey bilmiyorum."

"Bu bile yeter bizim için, söyleyerek en doğrusunu yaptın. Soracak başka bir şeyimiz kalmadı, gidebilirsin." Dediğimde kız yanımızdan uzaklaştı, Ceyhun'a döndüm.

"O adamı bulmamız lazım, cinayetin onunla bir ilgisi olabilir." Dedim anında, başını salladı.

"Haklısın, muhtemelen telefonundan numarası çıkar, oradan buluruz adamı. Telefonu kriminal laboratuvardan gelmişti, şifresi kırılmıştı. Birini arayayım, numaraya baksın." Dedi, gözlerimle onu onaylarken telefonla konuşmak için yanımdan uzaklaştı, o giderken cebimdeki telefonu çıkardım, Esra'dan mesaj geldiğini gördüm, telaşla açtım mesajı, okudum.

"Kullanılmayan numara, kapatılmış bir hat. 79 yaşındaki Niyazi Güvener'e aitmiş, adam vefat ettikten sonra numara kapatılmış." Yazdığı şey yüzünden kaşlarımı çattım, durum böyleyken o numaradan bana mesaj gelmesi mümkün mü diye düşünürken alttaki diğer mesajı okudum.

"Neden istedin araştırmamı?" Diye sormuştu, ona önemli bir şey olmadığını, yardımcı olduğu için de teşekkür ettiğimi yazıp aynı numaraya bir kez daha girdim, gelen fotoğrafa baktım. Neler oluyor yine? Korkum her geçen dakika biraz daha artıyor.

Başımı telefondan kaldırdım, gözlerim etrafta gezindi, belki de şu an bile birisi beni izliyordur ya da fotoğrafı çektikten sonra bunu düşüneceğim için peşimi bırakmıştır. Sanırım bu fotoğrafı kimin çektiğini anlamanın bir yolu vardı ve bir an önce bir şeyler yapsam iyi olacaktı.

"Adam zaten şu an karakoldaymış." Diye yanıma gelen Ceyhun'a baktım.

"Hangi adam?" Diye sorduğum an kaşlarını çattı.

"Hangi adam mı? Kızın bahsettiği adam tabii ki, Kadir. Sen iyi misin? Aklın çok dağınık bugün."

"İyiyim ben." Dedim ve konuyu değiştirmek için "Kim getirmiş karakola?" diye sordum.

"Okuldaki arkadaşlarıyla konuşmuş Savaş ve Cansu, orada da aynı adamın ismi verilince adama ulaşmışlar, o da ifade vermek için karakola gelmiş." Deyince başımı salladım ve aklıma gelen şeyle konuştum.

"Bugünkü işimiz valizi bulmaktı ama bulamadık, Kadir ismine ulaştık sadece. Buraya gelirken kızın buradaki arkadaşlarına doğruyu söyleyeceğini onlar da kızın yurttan nereye gitmek için çıktığını bileceklerini ve valize ulaşacağımızı düşünüyordum ama kızlardan hiçbir şey çıkmadı." Dedim, Ceyhun beni dikkatle dinliyordu.

"Bir an önce o valizi de gerçek olay yerini de bulmamız lazım Ceyhun, yoksa bu olayı çözemeyeceğiz." Ceyhun bana hak verdiğini yüzündeki ifadeden belli ederken konuştu.

"Daha önümüzde uzun bir gün var Mira, önce şu adamla konuşalım bir. Belki ondan bir şeyler çıkar." Dedi, başımı salladım ama önce benim yapmam gereken başka bir şey vardı, fotoğrafı kimin çektiğini bulmak gibi.

"Hadi gidelim, adamın sorgusuna yetişelim." Gözlerimi Ceyhun'a çevirdim.

"Sen git, benim bir işim var önce onu halletmem lazım." Tek kaşı kalktı.

"Ne işi?"

"Özel." Dedim, bir tek bu şekilde sormaya devam etmezdi.

"Anladım, sorguyu elimden geldiği kadar oyalarım, sen de biraz acele et, yetiş."

"Yetişmeye çalışacağım, yetişemezsem de kaydı izlerim ya da sen anlatırsın, fırsatın olursa eğer sorman gereken her şeyi sor." Başını salladı.

"Tamam, senin için yapabileceğim bir şey var mı peki?" Diye sordu, gülümseyip başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, yine de teşekkürler. Çabucak gelmeye çalışacağım." Dedim ve yanından uzaklaştım, bir an için aklıma gelen şeyle ona döndüm.

"Seni de burada bırakmış oldum, özür dilerim." Dedim, benim arabayla gelmiştik sonuçta buraya.

"Taksiyle dönerim ben, sorun yok, rahat ol sen. Bir şeye ihtiyacın olursa da mutlaka ara." Dedi, gözlerimle onayladım onu, kız yurdundan çıktım, kapıdaki arabama bindim ve az önce ayrıldığımız hastaneye doğru yola çıktım.

Aklımdaki sorularla hastanenin önüne geldiğimde telaşla indim arabadan, doğrudan kapıdaki güvenliğin yanına gittim, adam sorgulayan bakışlar atarken polis kimliğimi çıkardım, gösterirken konuştum. "Cinayet şubeden Mira Aksoylu." Diye tanıttım kendimi, kimliği yeniden cebime koyarken güvenlik konuştu.

"Buyurun komiserim size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Hastanenin güvenlik kamerası kayıtlarına ulaşmam lazım." Şaşırdı fakat sorgulamadı.

"Tabii, buyurun ben sizi götüreyim." Dedi, diğer güvenliğe döndü. "Birkaç dakika sadece." Dedikten sonra bakışları beni buldu. "Gidelim." Dedi, yürüdü, onu takip ettim.

Giriş katında olmamıza rağmen bir alt kata indik, yukarıdaki gürültünün aksine sessiz koridorda ilerledik. Duyulan tek şey bizim ayak seslerimizdi. Bir odanın önünde durduk, adam kapıya vurdu, kapı içeriden açıldı, bir güvenlik çıktı, sorgulayan bakışları ikimizin arasında gidip gelirken beraber geldiğim güvenlik konuştu.

"Memur Hanım'ın kayıtlara bakması gerekiyormuş." Dediğimde adamın gözleri beni buldu.

"Kimsiniz?" Diye sordu adam memur hanım demesine rağmen. Kimliğimi çıkardım, ona gösterdim, ona da kendimi tanıttıktan sonra konuştum.

"Bahçeyi gösteren kayıtlara bakmam gerekiyor." Kaşlarını çattı.

"Peki sebep? Niye bakmak istiyorsunuz?" Diye sordu hâliyle.

"Bir cinayeti çözmek için uğraşıyoruz, bu süre zarfında birisi tarafından takip edilmeye başlandım. Gizlice fotoğrafımı çekip bana attı, içinde olduğumuz olayla bir ilgisi olabilir, fotoğraf hastanenin bahçesinde çekildi yaklaşık 2 saat önce. Çeken kişinin kimliğine ulaşmak için kayıtlara bakmam lazım." Adam birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra aralık olan kapıyı açtı "Buyurun." dedi, odaya girdim.

Girer girmez de cebimden telefonumu çıkardım, gelen fotoğrafı adama gösterdim. Adam fotoğrafın çekildiği yeri gösteren kamerayı açtı, fotoğrafın çekim açısına göre kayıtları inceledik, bir süre sonra zaten tahmin ettiğim şey oldu ve fotoğrafı çekeni gördüm.

Simsiyah giyinmişti, yüzünü göstermiyordu, fotoğrafı çektikten sonra da caddeden koşarak uzaklaşmıştı. Bu şekilde kimliğini tespit etmem mümkün değildi ama vücut hatlarından erkek olduğunu anlamıştım. Artık aklıma tek bir şey geliyor, o katil. Başka bir şey olması olağan gibi değil.

Güvenliklere bana yardımcı oldukları için teşekkür ettikten sonra odadan ayrıldım, giriş katına çıkıp hastaneden de ayrıldım, bahçedeki arabama bindiğimde gözlerim etrafta dört dönüyordu. N'olur yanlış düşünüyor olayım ve o katil yeniden ortaya çıkmış olmasın. N'olur olmaz dediğim şey olmasın, katil ölmüş olsun. Hem ölmemiş olsa Cansu ve Savaş biz kendi gözlerimizle gördük ölmüştü derler miydi? Neden bu konu hakkında yalan söylesinler ki? Hem katil yaşıyor olsaydı bir şeyler yapmak için 2 yıl bekler miydi? Sanmıyorum. Daha önceden ortaya çıkardı, daha önceden bir şeyler yapardı, şimdi değil. Tuhaf şeyler dönüyor ve benim neler olduğunu derhal çözmem gerekiyor, yoksa yine düşünmekten deliye döneceğim.

"Sakin ol Mira, sakin ol. Hata yapmak yok." Diye mırıldandım kendi kendime, doğrusu bu işte yalnız olmak beni korkutuyor.

Derin bir nefes aldım, kendimi sakinleştirdikten sonra mantıklı düşünmeye başlamıştım. Eğer bana bu mesajı atan tahmin ettiğim kişiyse, bildiğimizin aksine ölmediyse ve intikam almak için yeniden ortaya çıktıysa intikam almak isteyeceği tek kişi ben olamam, diğerlerinden de almak isteyecek. Bu da demek oluyor ki eğer tüm bu düşündüklerim doğruysa bu mesaj bir tek bana gelmedi, diğerlerine de geldi. Bunu da öğrenmenin bir yolu var, hem de çok kolay bir yolu.

Arabayı çalıştırdım. Hem şu mesaj işini çözmek hem de karakoldaki adamın ifadesini dinlemek için karakola doğru sürdüm. Karakolun önüne geldiğimde trafik yüzünden epey bir geç kalmıştım. Koşarak içeriye girip her zaman oturdukları masaya doğru gittiğimde kimsenin olmadığını gördüm.

"Sorgu odasına geçtiler, kızın eski sevgilisinin sorgusunu izliyor herkes." Diye geldi Esra yanıma, gözlerimi ona çevirdim.

"Teşekürler." Deyip sorgu odasına doğru gitmek için birkaç adım attım, Esra sordu. "Araştırmamı istediğin numara kimindi?" Deyince ona döndüm. "Bir sorun mu var?" Diye de ekledi.

"Hayır, sadece küçük bir şey için lazımdı." Dedim, Esra tepkisiz kalırken devam ettim. "Bu aramızda kalabilir mi? Rica ediyorum." Gülümsedi.

"Tabii, meraklanma kimsenin haberi olmaz." Dediğinde ben de gülümsedim. "Teşekkür ederim, ben de sorguya geçeyim." Deyip ayrıldım yanından.

Sorgu odasına gittim, içeriye girdiğimde buranın beklediğimden kalabalık olduğunu gördüm, herkes camın arkasında durmuş içeriyi dinliyordu. "Mira da geldi." Dedi Ceyhun, bakışlarımı ona çevirdim, onunla birlikte herkesin Tufan müdürün bile gözleri beni buldu. Normalde bu durumda en önde yer alacağımı biliyorlardı, bu kez sonradan gelmiş olmam hepsini şaşırtmıştı.

Bakışları görmezden gelip Ceyhun'un yanına gittim, ellerimi arkamda birleştirip camın ardına baktım. Sorguya Savaş girmişti. "Korkma, bir şey kaçırmadın." Diye fısıldadı Ceyhun kulağıma, ona döndüm ama bu yanlış bir hamle oldu çünkü bir anda çok yakın olduk, gözlerinin içine bakarken donup kaldım. Aldığı nefesi yüzümde hisettim, nefesimi tuttum.

Kalp atışım nedensiz yere hızlanırken kendini ilk çeken Ceyhun oldu, az önceki yakınlık yüzünden kendimi çok tuhaf hissederken o bunu hiç umursamadan "Daha yeni başladılar." dedi, gözlerini cama doğru çevirdi, ben ise ona bakakaldım. Neden böyle oldu, niye böyle hissettim anlamadım.

"Mira ısrar etmeyecek misin?" Diye sordu Tufan amca, yaptığım şeyin farkına varıp gözlerimi Ceyhun'dan çektim, Tufan amcaya baktım.

"Ne konuda ısrar edeyim ki?" Ellerini arkasında birleştirdi, tek kaşı kalktı.

"Sorguya girmek konusunda, ben de gireyim diye ısrar etmeyecek misin?" Gözlerimi önüme çevirdim.

"Etsem bile izin verecek misiniz sanki? Kızıp susturacaksınız." Dedim, daha önce yaptığı şeyleri ima ettim.

"Kızmayacağım, bu kez girmeni ben istiyorum." Şaşkınca döndüm ona.

"Ne?" Aynı şaşkınlıkla sordum.

"Diyorum ki hadi gir, sorguya katıl." Dudaklarım yana kıvrıldı.

"Siz ciddi misiniz?" Diye sorduğum an kaşlarını çattı.

"Vazgeçmek üzereyim." Dediği an daha fazla karşısında durmak yerine kapıya doğru gittim, odaya girmeden önce durup onlara döndüm, Ceyhun'la göz göze geldim, gülümseyerek bakıyordu bana. Ben de ona gülümseyip odaya girdim ama girer girmez en ciddi hâlime büründüm.

Açtığım kapıyı kapatıp masaya gittim, Savaş'ın yanına oturdum, Savaş "Senin ne işin var burada?" diye sordu, gözlerimi ona çevirdim.

"Bunu sorgudan sonra müdürüne sorarsın, şimdi işimizi yapalım." Deyip önüme döndüm, o daha adamın bilgilerini soruyordu tek tek. İlerideki kamerada bizi kayda alıyordu.

Savaş burada olduğumdan memnun olmadığını her hâliyle belli ederken hiç umursamadım onu. Karşımdaki adama odaklandım. Uzun saçları vardı, saçlarını toplamıştı, aynı şekilde sakalları da uzundu. Gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş, kan çanağına dönmüştü. Bakışları boştu, ne olduğunu bile sorgulamıyor gibiydi. Adam resmen çökmüştü yani ya da çökmüş gibi davranıyordu.

"İnci'yle ne zaman ayrıldınız?" Diye sordu Savaş ve sorguya başladı, adam elini yüzüne bastırdı, gözlerini ovalarken cevap verdi.

"Bugün tam 2 ay oldu, 3 Ocak gecesinde ayrıldı benden." Adam tarihi tam olarak hatırlıyordu.

"Ayrılma sebebiniz neydi?" Diye sordum, elini yüzünden çekti, bakışları beni buldu.

"Beni sevmediğini söyledi." Diye yanıtladı, geriye yaslandım.

"Bunu size böyle açıkça söyledi mi yani?" Savaş sordu, adam bu kez de ona döndü.

"Söyledi, gözlerimin içine bakıp bir saniye bile olsun tereddüt etmeden seni sevmiyorum, bunun farkına vardım, özür dilerim ama ayrılmak istiyorum dedi." Kaşlarımı çattım, bu durum zoruna gitmiş gibiydi.

"Bu sanki sizi üzmek yerine kızdırmış gibi." Bakışları hızla beni buldu.

"Kızdım tabii ki! Hem de çok kızdım!" Aldığım tepkiye şaşırdım, doğrusu inkar etmesi gerekiyordu. "Ben onu ölesiye severken o benim karşıma geçip seni sevmiyorum dedi! Kim kızmaz ki buna?" Ona doğru eğildim, gözlerinin içine baktım.

"Ölesiye sevmek? Ölesiye değil de öldüresiye seviyor olabilir misin?" Dediğim an gözleri irileşti, hiçbir şey diyemedi. "Neden cevap vermiyorsun?" Diye sorduğum an yüz ifadesini topladı.

"Ne düşündüğünüzü biliyorum, beni terk ettiğinden ona kızgın olduğum için tek şüpheli benim farkındayım ama ben yapmadım. Onu bu kadar severken ona zarar vermem, veremem!" Dedi, sesi çok öfkeli çıkmıştı.

"Onun canı yandığında benim de canım yanardı, o benim sevdiğim kadındı, siz şimdi geçmiş karşıma onu öldürdüğümü ima ediyorsunuz." Konuşmak için dudaklarımı araladım ama Savaş benden önce davrandı.

"İma etmiyoruz, doğrusu hâl ve hareketlerinizle böyle düşünmemizi siz sağladınız." Deyince göz ucuyla ona baktım, sorguya o devam etti. "Onu bu kadar severken belki de onun sizi sevmemesini gururunuza yediremediniz olamaz mı?" Diye sordu Savaş, gözlerimi adamın gözlerine odakladım, merakla vereceği cevabı bekledim.

"Gurur, gururumu kırdığı doğrudur. Gurur olmadan aşk zaten bir hiçtir. Fakat aşk olmadan da gurur bir hiçtir. İkisi birbirini tamamlar, ayrılmaz bir bütündürler. Kırsın gururumu, ne olmuş yani? Ben onu kaybetmiştim, çıkmıştı hayatımdan. Gururumu kırsa ne olurdu ki? Dedim ya aşk olmadan gurur da bir hiçtir diye." O konuşurken hiçbir şey diyemedim, bakışları beni buldu, sormamıza izin vermeden konuşmaya devam etti.

"Hem dürüst oldu o bana, seviyorum diye kandırmadı beni, yalan bir aşkı sürdürmedi, dürüst davranıp çıktı hayatımdan. Bana iyilik yaptı o ihanet etmedi, o beni sevmediği hâlde bunu yapmışken ben onu bu kadar severken ona ihanet edip onu öldürebilir miyim?" Diye sordu, yine hiçbir şey diyemedim, adamın gözünden bir damla göz yaşı akarken "İnsan hiç bu kadar sevdiği birine ihanet eder mi?" Diye sorduğu an bakışlarımı kaçırdım, Savaş'la göz göze geldim, hadi cevap versene der gibi bakıyordu bana.

Gözlerimi ondan da kaçırdım, hâlâ beni suçlamaya devam ediyordu. Ben ihanet ettim doğrudur ama ilk ihanet ondan geldi, ilk önce o bana ihanet etti. Ben de karşılık verdim.

"Kendini benim yerime koy Memur Hanım." Dedi adam, bakışlarım onu buldu. "Sen gerçekten sevdiğin birine ihanet eder misin?" Dizlerimin üstündeki ellerimi yumruk yaptım. "Aşk ve gurur bir bütündür ama aşk ve ihanet çok farklıdır, asla bir araya gelmezler gelemezler. İhanetten geriye kalan duygu aşk olmaz. İhanet aşkı öldürür, dünyanın en büyük aşkı olsa bile öldürür. Olur da bir gün bir araya gelirse işte o zaman her şeyi öyle bir yakar kavurur ki geriye hiçbir şey kalmaz." Boğazım düğüm düğüm oldu, yutkunup bu histen kurtulmaya çalıştım. Adamın bu konuşmaya devam etmesine de daha fazla tahammül edemeyecektim.

"Konuyu değiştirmeyin, buraya sizi bunları anlatın diye değil sorularımıza cevap verin diye çağırdık. Madem İnci'yi bu kadar seviyordunuz vücudundaki o izlerin nasıl olduğunu biliyor olmanız gerekiyor, bana o izleri anlatın." Konuyu tümüyle değiştirdim.

"İnci'yle 5 yıl önce tanıştım." Dediği an kaşlarım çatıldı.

"Kız 15 yaşındayken yani." Dedim, başını salladı.

"Evet, onu tanıdığım zaman ben de 20 yaşındaydım. Bir hastanede tanıştık onunla, ailesi uyuşturucu kullandığını öğrendiği için getirmişlerdi onu hastaneye, tedavi olması için." Deyince şaşırdım, neden buna biz ulaşamadık? İlla birilerinin bunu öğrenmiş ve bize söylemiş olması gerekiyordu.

"Kullandığı zaman kendine zarar veriyormuş, o izler o zamandan geliyor. Ailesiyle konuşmadınız sanırım, konuştuğunuz zaman onlar da aynı şeyi söyleyecektir." Sonunda izlerin sebebini de öğrenmiş oldum.

Uzun bir sorgu oldu, aklıma gelebilecek her şeyi sordum, Savaş da benimle birlikte soruyor, cevaplarını alıyordu. Sorgunun ardından alabileceğim her cevabı aldıktan sonra sorguyu bitirdim, bir polis memuru odaya girdi, adamı alıp çıkarttı. Bir diğeri de kamerayı sonlandırdı, ses kaydı da durmuştu muhtemelen. Önümdeki dosyaya ifadeyi aldığıma dair imza attım, aynı şeyi Savaş da yaparken ikimiz yalnız kalmıştık.

Onunla yalnız kalmak istemediğimden kapıya yöneldim, kayıtların durmuş olmasını ve dışarıdakilerin bizi duyamayacak olmasını fırsat bilip bundan cesaret almış olacak ki tam odadan çıkacakken konuştu. "Sen hiç sevdiğine ihanet ettin mi?" Durup kaldım, o sırada Cansu belirdi, gözleri benim ve arkamda duran Savaş arasında gidip gelirken Savaş devam etti.

"Sana bunu sordu, neden cevap vermedin?" Öfkeyle döndüm ona, zaten tüm gün saçma sapan şeyler olmuştu bir de onun imalarıyla uğraşamayacaktım.

Savaş ellerini arkasında birleştirmiş bana bakarken birkaç adımda yanına ulaştım, gözlerinin içine baktım. "Cevap vermedim çünkü işim ona cevap vermek değil, ondan cevap almak." Tek kaşı kalktı.

"Ama verecek bir cevabım vardı, duymak ister misin?" Diye sordum, anında başını salladı.

"İsterim." Deyince konuştum.

"Sevdiğim birine ihanet ettim hem de çok severken ihanet ettim. Bunun bir sebebi de vardı ama, hiç kendine bu sebebi sordun mu? Bu kız neden böyle bir şey yaptı diye sordun mu? O çok sevdiğin arkadaşına bunu hak edecek ne yaptın diye sordun mu? Sormadın, çünkü beni suçlamak kolay geldi." Bakışları sertleşti, Cansu sessizce bir köşede bizi dinlerken Savaş konuşmak istedi ama engel oldum.

"İhanet ettim çünkü bunu hak etti, ilk ihanet eden o oldu." Susup kaldı. "Siz sadece benim ona yaptığımla ilgilendiniz onun bana yaptığıyla değil. Eğer bir gün sevdiğin kadın sana ihanet ederse, canın benimki kadar acırsa ancak o zaman anlarsın beni ve neden ona bunu yaptığımı, bunları da seninle o zaman konuşalım." Deyip arkamı döndüm, yine konuşarak gitmeme engel oldu.

"Eğer bir gün sevdiğim kadın bana ihanet ederse o zaman anlayacağım tek kişi Ateş olacak, sen değil. Çünkü o sana ihanet etmedi." Hâlâ bana inanmıyordu, kendimi ona inandırmak gibi bir amacım da yoktu zaten, ben bunları çoktan geçmiştim.

Yeniden ona dönüp "Ne dersem diyeyim beni anlamayacaksın, en iyisi bir daha konuşmamak olacak. Yokmuşuz gibi davranmaya devam edelim, çünkü ben böyle devam edeceğim." Dedim, tam gidecekken aklıma o mesaj geldi, aynı mesajın onlara da gelip gelmediğini öğrenmem lazımdı. Çünkü ancak o zaman o mesajı atanın katil mi değil mi olduğunu anlayabilirdim.

"O arkadaşına da söyle..." Deyip sustum, söylediğim şey hem Savaş'ın hem de Cansu'nun şaşırmasına neden oldu, çünkü 2 yıldır ilk kez böyle bir şey yapıyor, onun için bir şeyler söylüyordum.

"Peşimde dolanmayı bıraksın." Savaş biraz daha şaşırdı, bunu Ateş'in yapmadığını biliyordum ama onu suçlamaktan başka şansım yoktu, ancak böyle amacıma ulaşırdım.

"Ya da adamlarını çeksin peşimden, yoksa onun için iyi şeyler olmaz." Deyip elimdeki telefonu kaldırdım, göstererek konuştum. "Ve bir daha sakın ola ki bana mesaj atmaya, bana ulaşmaya çalışmasın. Gizli gizli fotoğraflarımı çekip bana atmasın. Söyle ona intikam almak istediğinin farkındayım ama ondan korkmuyorum, korkmam. Hayatımdan çıksın! Siz de benimle uğraşmaktan vazgeçin artık!" Dedim ve onları şaşkınlıklarıyla baş başa bırakıp odadan çıktım.

Az önce Ateş'i suçlayarak bir kumar oynadım. Ya her şey yolunda gidecek ve bugün o mesajı kimin, niye attığını öğreneceğim ya da şu andan sonra her şey bir kez daha mahvolacak, kendimi yepyeni bir savaşın içinde bulacağım.

****

Ve yine bir bölüm sonunda beraberiz. Nasıl gidiyor, neler yapıyorsunuz bugünlerde?

Sürekli Ateş'in ismini kullanıp fakat hiç onu yazmamak biraz zormuş, sanırım onu özlüyorum :(

Sizce Mira'ya o mesajı atan kimdi? O kadar şeyden sonra katil yaşıyor olabilir mi? Belki de yeni olayla alakası vardır, ne dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%