Yeni Üyelik
46.
Bölüm

45.BÖLÜM "ÖLMEYECEKSİN ATEŞ DEMİRKAN!"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar<3

****

45. BÖLÜM "ÖLMEYECEKSİN ATEŞ DEMİRKAN!"

Bir kapanan kapıya bir de yerde yatan Ateş'e baktım. Ne yapacağımı bilemedim. Beynim sanki durmuş gibi hiçbir şey yapamadım. Ta ki Ateş acı çektiğine dair sesler çıkarana kadar.

Girdiğim şokun etkisini üzerimden attım, gözlerimi üzerimize kapanan kapıdan çektim, Ateş'e baktım ve hızla yanına oturdum. Konuştu, bir şeyler söyledi ama ne söylediğini anlayamadım. Vaktim olmadığı için ne söylemek istediğini anlamayı bırakıp üzerindeki siyah montu zorlukla ve ona zarar vermeden çıkardım, yarasının sağ omzuna yakın bir noktada olduğunu gördüm.

"Mira." Dedi Ateş, ona cevap vermedim, gömleğinin düğmelerini açtım, sağ kolunu biraz indirdim, yarasına baktım. Sıyırıp geçmiştir falan diye düşünüyordum ama yok, bayağı kurşunu yemiş. Yarası da kötü görünüyor.

Ateş'in ellerini yumruk yaptığını fark ettim, acısını bastırmaya çalışıyordu. "Çıkacağız buradan." Dedim, gözlerimi gözlerine çevirirken. "Söz veriyorum çıkacağız." Deyip üşümesin diye yarı çıkardığım gömleği yeniden ona giydirip montunu üzerine bıraktım.

Yarası için yapabileceğim hiçbir şey yoktu, acısı için de yoktu. Bu yüzden onunla uğraşmak, bir şeyler yapmak yerine en iyisi onu buradan çıkarmak olacaktı. Koşar adımlarla kapıya gittim, açmaya çalıştım ama açılmadı. Yerdeki büyük taşı aldım, az önce pes ettiğim şeyi yapmaya, kapının kilit kısmına vurmaya devam ettim. Bu kez daha büyük bir hırsla ve kuvvetle vurdum. Bu zaten çıkardığım gürültüden anlaşılabiliyordu.

"Mira." Dedi Ateş, göz ucuyla ona baktım, sayıklıyor deyip umursamayacakken "Bırak onu." dedi, kaşlarımı çattım. Bu durumda bile hâlâ bırak diyor diye içimden geçirirken "Yanıma gel." dedi, belki de bir bildiği vardır diye düşünüp taşı bıraktım, yanına gittim, oturdum.

"Söyle." Yüzünü buruşturdu, dişlerini sıkmıştı. Merakla ona bakıp bir an önce konuşmasını isterken dudaklarını araladı.

"Çi..." Deyip sustu, ne söylemek istediğine dair en ufak bir fikir bile oluşmadı bende. Bu yüzden de anlamsız bakışlar atarken kendini zorlayıp devam etti. "Çivi." Bir tek bu çıktı ağzından. Çivi mi? Ne alaka? Bilincini falan mı kaybetti acaba bu? Ateş'in gözleri kapandı ama bayılmadı, sadece gözlerini kapattı. Ben hâlâ çiviyi düşünürken anlatmak istediği şey bir anda zihnimde bir ışık gibi yandı, telaşla gözlerimi yere çevirdim.

Sonuçta burası harabe bir bina, neredeyse her şey var etrafta ama bulunduğumuz odayı boşaltmışlar. Fakat yerde çivi olabilirdi. Kumların arasında, çivinin o sivri ucuyla da kapıyı açabilirdim. Bu vurmaktan daha etkili olurdu.

Aldığım kararla ellerimi hızla yerdeki kumun içine daldırdım ve gezdirmeye başladım. Dizlerimin üstünde sürüne sürüne kapıyı açmak için çivi aradım. Çivi olmasa da olurdu ama ucu sivri bir şey illa ki bulmam gerekiyordu.

Tırnaklarımın arasına kadar kum olurken sivri bir şeyler aramaya devam ettim. Moloz yığınının arasına bile baktım ama herhangi bir şey yoktu. Gözlerimi Ateş'e çevirdim, sağ kolunu tutmuş, acı içinde kıvranıyordu yerde. Onu öyle görmek canımı yakarken bir şeyler bulamayacağımdan emin oldum, ayağa kalktım ve koşarak kapıya gittim. Gerçekten yapacak başka hiçbir şey olmadığından el mecbur taşla kapının kilit kısmına vurmaya devam ettim ama hiçbir şekilde kırılmıyordu. Kırılmak bir yana dursun kapıya zarar bile gelmiyordu.

Öfkeyle bağırdım, taşı falan bırakıp kapıyı yumruklamaya başladım. "Açın şu kapıyı hemen! Allah belanızı versin sizin!" Öfkemi bağırarak çıkarttım, kapıya vurmaya devam ettim ama biliyordum ne kadar bağırırsam bağırayım açmayacaklarını.

Çaresizlikten gözlerim doldu, elimden hiçbir şey gelmiyor oluşuna lanet ettim. Ateş'in yanına döndüm, çok fazla kan kaybettiğini fark ettim. Bu şekilde devam ederse bu odadan canlı çıkamazdı. "Kurtaracağım seni." Dedim, gözlerini açtı, bakışları beni buldu. "Hiçbir şey olmayacak, kurtaracağım." Diye söz vermeye devam ettim.

Bir yandan ona söz verip onu rahatlatmaya çalışırken bir yandan da montumu çıkardım, yere attım. Montumdan sonra kendi bileğim için sadece ucundan kestiğim gömleğimi tamamen çıkardım. Sadece iç çamaşırımla kalmış olmamı bile umursamadım. Ateş dikkatle bana bakarken gömleğimi çıkardığımı fark ettiği ilk an bakışlarını kaçırdı benden, acısını çekmeye devam etti.

Gömleği yere bıraktım, montumu yeniden giyip fermuarımı çektim ve gömleği aldım. "Canın biraz acıyacak ama bunu yapmak zorundayım." Dedim, Ateş sorgulayan bakışlar atarken gömleği avuçlarımın içinde top hâline getirdim ve yarasına tüm gücümle bastırdım. Eş zamanlı olarak boş odanın içinde Ateş'in acıyla haykırışı yankılandı.

"Acıyacak demiştim." Deyip biraz daha bastırdım, kan akışını durdurmam gerekiyor ki çok fazla kanamasın, kan kaybetmesin. Ateş tüm bedenini sıktı, bunu bir anda belirginleşen damarlarından anlayabildim. "Çok kan kaybediyorsun bunu yapmam lazım." Diye de açıkladım, bir de ona bilerek eziyet ettiğimi falan düşünmesin.

Yarasına baskı uygulamaya devam ettim, bunun iyi geleceğini kanı durduracağını düşünüyorum ve umarım yanılmıyorumdur. Yoksa ona zarar veriyorum demektir ve eğer öyle bir şey olursa kendimi hiç affetmem. "Kapı." Dedi Ateş, kaşlarımı çattım, kapıya doğru döndüm ve sesler geldiğini fark ettim, diğer tarafta birisi vardı.

"Açın şu kapıyı! Buradan çıkarsam hepinizi kendi ellerimle öldüreceğim yemin ederim?" Diye bağırdım, hâlâ kapının önünde birisi vardı ve beni duydu ama tabii ki cevap vermedi. Öfkeyle önüme döndüm, Ateş'in yarasına baskı uygulamaya devam ettim. Şu an tek umudum Ceyhun'du, bir an önce onun buraya gelmesiydi ama gelecek olsaydı da bu saate kadar gelmez mi? Bizim uyanmamızın üzerinden bile iki saat kadar geçti, bir de baygın olduğumuz süre vardı. Yani en az dört saat oldu ona mesaj atalım ama ne gelen var ne de giden.

"Birilerinin geleceğinden emin misin?" Diye sordum Ateş'e, biraz önce öyle demişti çünkü. Gelirken haber verdiklerim var, beni bulmak için illa gelirler demişti.

"Bilmiyorum." Dediği an kaşlarımı çattım.

"Ne demek bilmiyorum? Biraz önce illa gelirler demiştin." Dişlerini sıktı, ancak bu şekilde konuşabiliyordu zaten. Merakla ona bakarken dişlerinin arasından zorlukla konuştu.

"Gelecek olsalar şimdiye kadar gelirlerdi." Sıkıntıyla ofladım, o da benim gibi düşünüyordu.

"Ben de binaya girmeden önce birine mesaj attım, gelmeden önce de konuştum, konum attığım zaman yanına birilerini de alıp gelecekti ama gelmedi." Diye açıkladım kendimi, aslında onunla tek kelime bile konuşmak istemiyorum. Yüzüne bakmak, sesini duymak, dokunmak ve onun bana dokunması canımı yakıyor ama şu an tüm bunların sırası değil.

Ondan tüm kalbimle nefret ediyorum ama ölmesini isteyecek kadar da değil.

"Başka bir yol bulmamız lazım, burada durup da birilerinin bizi bulmasını bekleyemeyiz. O kadar zamanın yok." Dedim açıkça, eğer yarası bu şekilde kanamaya devam ederse buna ancak birkaç saat daha dayanabilirdi, daha fazlası mümkün değildi.

Ateş bana cevap vermek için dudaklarını araladı, bunu fark ettim ama hiçbir şey söylemedi. Gözleri kapandı, bayılıyor zannedip telaşlandım ama gözlerini kapattıktan sonra bile hareket etmeye devam etti. Canı çok yanıyor farkındayım ama elimden hiçbir şey gelmiyor.

Elimden hiçbir şey gelmiyor oluşunun çaresizliğini yaşamaktansa onun yerinde olup o acıyı çekmeyi daha çok isterdim. Çünkü eminim şu an benim canım ondan daha çok yanıyordur.

"Şimdi gelmediler ama ortadan kaybolduğumuzdan emin olunca illa peşimize düşerler, gelirler buraya. Bizi burada bırakacak hâlleri yok ya! O zamana kadar dayanman lazım." Dedim, Ateş derin bir nefes aldı, ağır ağır yutkundu ve bakışları beni buldu.

"Kimse gelmeyecek Mira." Deyince bir kez daha kaşlarım çatıldı, böyle bir şeyi nasıl olur da kendinden bu kadar emin söyler ki? "Çünkü burada..." Deyip sustu, kısa kısa ve hızlı nefesler aldı. "...olduğumuzu bilmiyorlar." Diye tamamladı cümlesini. Bu adam ne dediğini şaşırdı herhalde. Hem kendisi gelirken haber verdim diyor hem de kimse bilmiyor diyor. Onun yüzünden aklım karışırken devam etti.

"Muhtemelen başka..." Ve yine sustu, konuşurken çok zorlanmaya başlamıştı, parmaklarımın arasına kadar onun kanı gelirken bunu hiç umursamayıp yarasına biraz daha baskı uyguladım fakat sanırım bu pek fayda etmemeye başlamıştı, akan kan azalmıyordu çünkü. "...bir yere getirdiler bizi." Sonunda bu cümlesini de tamamladı ama duyduğum şey beni çok da memnun etmedi. Başka bir yer mi?

"Eğer birilerine haber verdiğimizi..." Deyip sustu, o bu cümleyi de tamamlamak için derin bir nefes alırken onun konuşmasına izin vermeyip cümlesini ben tamamladım.

"O birileri bizi bulamasın diye biz baygınken başka bir yere getirildik." Dedim, Ateş cümlesinin devamını doğru tahmin etmiş olacağım ki başını salladı.

"Haklısın." Dedim, ben nasıl bunu düşünemedim ki? Telaşla hareket edersem bu şekilde mantıksız davranırım işte. Böyle bir plan yapan biri bizi bayılttıktan sonra geldiğimiz yerde tutmaya devam eder mi? Tabii ki hayır. Muhtemelen şu an Ceyhun da onun adamları da bizi ilk gittiğimiz binada ve onun çevresinde arıyorlardır.

"Buradan bizi kimse kurtaramaz." Dedi ve yine sustu, gözlerimi hâlâ seslerin geldiği kapıya çevirdim, öfkem daha da arttı. Bize bunu yapan birinin o kapının ardında olduğunu bilmek ve hiçbir şey yapamadan burada eli kolu bağlı olmak canımı çok sıkıyor ve daha çok öfkelenmeme neden oluyordu. "Buradan ancak kendimiz çıkarız." Diye de tamamladı cümlesini, bakışlarımı yeniden ona çevirdim.

"Tamam, ben bir şeyler yapacağım. Sen kendini yorma, buradan bizi ben çıkaracağım. Sana da söz veriyorum sana hiçbir şey olmayacak." Dedim, sesim çaresizliğimin verdiği etkiyle boğuk boğuk çıktı.

Kapının önündeki sesler giderek arttı, anahtarların birbirine değme sesini duyduğumda içeriye gireceklerini anladım. "Sözümü tutarım ben." Dedim ve diğer tarafına doğru eğildim, elinden düşen bıçağı aldım, o sırada Ateş'in eli bileğimi kavradı. Yaralı bileğimi çok sıkmadı, sadece tuttu.

"Olmaz." Dedi zorlukla ve birkaç kez öksürdü, yüzünü buruşturup devam etti. "Seni de vururlar, buradan çıkamayız." Derdinin ne olduğunu anlayınca başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hiçbir şey olmayacak." Diyerek elimi usulca çektim, ondan kurtardım. O sırada bileğimin çok acıdığını hisettim ama şu an önemli olan benim bileğim değil, buradan kurtulmaktı.

Kapının hemen yanında durdum. Sırtımı duvara yasladım, elimdeki bıçağı sıkı sıkı tuttum. Kapı usulca açıldı, nefesimi tuttum. Nefes alış veriş sesimi duyarsa burada olduğumu anlardı. Ateş bir bana bir de kapıya doğru bakarken doğrulmaya çalıştı, buna engel olmak istedim ama hareket bile edemedim.

Kapının gıcırtısı odanın içinde yankılanırken adamın tek ayağını gördüm, içeriye girdiğini anladım. Doğrulttuğu silahı fark ettim. O hâlâ arkasında benim olduğumu fark etmezken fark etmesine izin vermedim.

Silahı tutan elinin bileğine, en acıyacak noktaya tüm gücümle vurdum. O daha ne olduğunu anlayamazken de silahın ucunu tuttum, ters çevirdim, bileği ters dönünce silahı elinden almış oldum. Saldırmaya çalıştığı ilk anda elimdeki bıçağı karnına sapladım, üzerime doğru yıkılırken silah elimden düştü, onun yere düşmesine izin vermeyip sapladığım bıçağı karnından çektim ve bir kez daha karnına sapladım. Benim tabiatımda acımak yoktu. Eğer buradan kurtulmak ve Ateş'i de kurtarmak istiyorsam başka şansım yok, bu binada olan herkesi bir bir öldürmem lazım. Ben acıyıp öldürmezsem onlar bize hiç acımayacaklar çünkü.

İkinci kez sapladığım bıçağı çektim, birkaç adım geri gittim, adam yere serildi, gözlerimi Ateş'e çevirdim. Yerde kıvranıp durmaktan bize bakamıyordu bile. Yerdeki silahı aldım, belime yerleştirdim. Yere diz çöküp kanlı bıçağı yerdeki adamın üzerine sürüp temizledikten sonra bıçağı da belime koydum ve adamın üstünü aradım, bize lazım olabilecek en ufak bir şey bulmak istedim. Araba anahtarı, başka silah gibi ama üzerinde hiçbir şey yoktu.

Yanından kalktım, baş kısmına geçip kollarından tuttum ve odanın içine çektim. Yerde kıvranıp duran Ateş bir kez daha ayağa kalkmaya çalışırken kapıya doğru gittim, başımı uzatıp dışarıya baktım. Tam da Ateş'in tahmin ettiği gibi başka bir yerdeydik, burası benim girdiğim bina değildi. Doğrusu burası bina bile değildi. Bayağı tek katlı, küçük bir yerdi. Bulunduğumuz odanın aksine ne kum vardı ne de moloz yığınları. Muhtemelen hâlâ aynı yerde olduğumuzu düşünelim ve umutla bekleyelim diye o binada olduğumuzu zannetmemizi isteyip odayı o hâle getirmişlerdi.

Dışarıda kimsenin olmadığından emin olduktan sonra gözlerimi Ateş'e çevirdim, ayağa kalktığını gördüm, yanına gittim. Duvardan tutunuyordu, destek vermek için yanına ulaştım, tam o sırada düşecek gibi oldu, hızla beline sarıldım, düşmesine engel oldum.

Kendini toparlayıp doğrulurken bakışlarımız kesişti, çok yakın olduğumuzu fark ettim, ellerimi belinden ayırdım. Önünden çekilip yanında durdum, kolunun altına girdim. "Buradan çıkmamız lazım bir an önce, sık biraz dişini." Dedim, o cevap vermezken yürümeye başladım, benimle birlikte küçük adımlar attı. Onun sol kolu omzumdayken benim de sağ kolum belindeydi, diğer elimle de silahı sıkı sıkı tutuyordum.

Bir metre kadar uzakta olan kapıya ulaşmamız bile birkaç dakika sürdü. Kapıya ulaşıp dışarıya doğru baktım, kimsenin olmadığından emin oldum, dışarıya çıktık. "Hızlı olmamız lazım biraz." Dedim, Ateş çıkardığı mırıltılarla beni onayladı, elinden geldiği kadar hızlandı.

Dışarıya açıldığını tahmin ettiğim büyük kapıya doğru yürürken o kapının açıldığını fark ettiğim ilk an Ateş'i bıraktım. Sessizce "Duvardan tutun." dedim, Ateş duvardan tutunup ayakta kalmaya çalışırken silahı kaldırdım, kapıya doğru tuttum.

O sırada kapı tamamen açıldı, siyah giyinmiş bir adam gördüm, bakışlarımız kesişti, elini beline attı. O daha silahını çekemeden alnının ortasından vurdum onu, yere düştü. O düşerken hızla Ateş'in yanına döndüm, kolunun altına girdim.

"Böyle olmayacak..." Deyip sustu, onu yürütmeye devam etmeye çalıştım ama yürümeye niyeti yoktu. "...silahı bana ver, sen diğer adamkini al." Dedi, yine düşecek gibi oldu ama yine tuttum, düşmesine engel oldum. "Git buradan." Dediği an kaşlarımı çattım, devam etti. "Ben kendimi korurum." Ve yine sustu, birkaç kez öksürdü. "Sen yardım bul." Diye tamamladı cümlesini.

"Saçmalama!" Dedim, kolunu omzumdan indirdi, eliyle hafifçe itti beni.

"Git dedim sana." Dedi ve kendini yere bıraktı, oturmaya çalıştı ama engel oldum.

"Ateş saçmalama! Ben kimseyi arkada bırakmam!" Deyip omzumdan destek verdim ona, ayağa kalkmasını sağladım. "Gideceğiz! Neymişte kendisini burada bırakacakmışım!" Dedim ve itiraz etmesine engel olup yürüdüm, mecburen o da benimle birlikte yürümeye başladı.

Kapıya doğru yürüdük, sonradan diğer adamın gelmesi iyi olmuştu, kapı açılmıştı hiç değilse. Kapıya ulaşmamız en az 10 dakika sürdü, Ateş yürümekte çok zorluk çekti. Kapıya ulaştık, tam dışarıya çıkacakken bir anda başka bir adamla karşılaştık, donup kaldım.

Telaşla Ateş'i bıraktım, adam elini beline attı, benden önce davranıp silahını çıkardı. Bana doğrultamadan eş zamanlı olarak ayağımı kaldırdım, tekme attım, geriye doğru savruldu, üzerine gittim.

Bileğini kavradım, ters çevirdim, silah yere düştü. Yakasından tuttum, kendime çektim, yüzünün ortasına kafamı geçirdim, acıyla inledi. Kendisine gelmesine izin vermeyip bacağının arasına tekme attım, acıyla haykırdı, iki büklüm oldu. İkinci tekmeyi karnına geçirdim, yere düşürdüm onu. Üçüncü tekmeyi yüzüne geçirdim, başını ayağımın altına alıp hareket etmesine engel olduktan sonra belimdeki silahı çıkardım, göğsüne isabet aldım, bir saniye bile olsun düşünmeden sıktım.

Adam can çekişirken onu bıraktım, Ateş'in yanına döndüm, bakışlarında tuhaf bir şey vardı. Bakışlarını görmezden geldim, kolunun altına yeniden girdim, benden destek almasını sağladım. "Gerçekten çok değişmişsin." Dedi, neden bunu söyledi anlayamadım ama durup sorgulamak için vakit olmadığından tek kelime etmeden yürümesine yardımcı oldum, bulunduğumuz yerden çıkardım onu.

Gözlerim etrafta gezindi, bayağı dağın başında bir evdeydik. Etrafta hiçbir şey yoktu. Ne bir yol ne de herhangi başka bir ev. Resmen dağ başında kaldık. Araba falan da yok. Ben onu buradan nasıl götüreceğim? Ateş'i kapının önüne yere oturttum, otururken konuştum. "Adamların telefonlarına bakacağım, yardım çağırmaya çalışacağım." Dedim, Ateş beni sadece başıyla onaylarken konuşamayacak kadar güçsüzleştiğini anladım.

Yanından uzaklaştım, göğsünden vurduğum adamın yanına gittim, ceplerini karıştırdım ama telefon falan yoktu. Onunla vakit kaybetmeyip içeride başında vurulan adamın yanına gittim, onun da ceplerine baktım ama bunda da telefon yoktu. Allah aşkına bu adamlar nasıl haberleşiyor?

"Allah kahretsin!" Deyip yanından kalktım, koşar adımlarla Ateş'in yanına döndüm, kendi kendimize gitmekten başka çaremiz yoktu. Tabii gidebilirsek. Daha ne tarafa gideceğimizi bile bilmiyorum.

Ateş'in yanında durdum, yanına oturdum. "Ancak kendimiz..." Deyip sustum, gözleri kapalıydı. "Ateş." Dedim, yüzüne dokundum ama sesi çıkmadı. "Ateş." Dedim bir kez daha ve kendine gelmesi için yüzüne birkaç defa daha vurdum ama ne gözünü açtı ne de bir tepki verdi.

"Hayır olmaz! Ateş kalk!" Deyip yüzüne vurmaya devam ettim ama uyanmadı, gözlerim doldu. "Hayır ya hayır!" Deyip öfkeyle yere vurdum. Ateş'in başı düştü, refleksle tuttum.

"Ölmeyeceksin Ateş Demirkan! Hiç değilse benim yanımda ölmeyeceksin! Sonra ne hâlin varsa gör ama şimdi değil!" Deyip ona arkamı döndüm, iki kolundan tutup arkadan bana sarılmasını sağladım. Daha sonra da ayağa kalkmaya çalıştım, onu da benimle birlikte kaldırdım, bunu yaparken istemsizce bağırdım.

Ayağa kalktım, belim iki büklüm olmuştu. Sırtımdaki Ateş'in kollarını sıkı sıkı tuttum, yürümeye başladım. Küçük küçük birkaç adım atıyordum, o da peşimden resmen sürükleniyordu. İstemsizce bir kez daha bağırdım, zorlukla yürümeye devam ettim. Belim ağrıdı, kesik bileğim çok acıdı ama elimden başka bir şey gelmediğinden yürümeye devam ettim.

Yarım saat içinde ancak evin önünden uzaklaşabilmiştim. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum doğrusu. Sadece yürüdüm belki bir şey karşıma çıkar, kurtulacak bir umudumuz olur diye yürüdüm.

"Ateş." Dedim yürürken, bana cevap versin istedim ama sesi çıkmadı, kollarını bıraktığım ilk an yere yığılacaktı. Bunu bildiğimden sıkı sıkı tuttum onu. "Bugün ölmek yok sana! Buna izin vermeyeceğim!" Derken düşecek gibi oldum ama dengemi toparladım son anda. Tek derdim bu değildi aslında, herkesin benden bilmesi değildi ama bunu da düşünüyorum. Herkes birbirimizden ne kadar nefret ettiğimizi biliyor, yapacakları ilk şey beni suçlamak olacak.

"Ölmeyeceksin Ateş Demirkan!" Dedim bir kez daha, bu şekilde kendime güç verdim. Sanki her geçen dakika biraz daha ağırlaşıyor, sırtımdaki yük artıyordu ama pes etmedim, dağın başında nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ettim.

Çıkardığı mırıltıları duydum, buruk bir şekilde gülümsedim. Hâlâ ölmedi, yaşıyor. Yani bir umudum daha var. Tutunacak küçük bir umut bulmak bana biraz daha güç verdi, daha hızlı yürümeye başladım. Tabii hızlı dediysem adımlarımı biraz daha hızlı atabildim sadece. Ateş sırtımdayken hızlı yürümem pek de mümkün değildi.

Yürürken bir yol gördüm, derince bir nefes aldım ve o tarafa doğru yürüdüm. Belki o yola ulaşmam on beş dakika sürmüştür ama yine de pes etmedim. Yola ulaştığımda ise daha fazla dayanamadım, Ateş'i bırakmak zorunda kaldım ama yine de yere düşmesine izin vermeyip düzgünce uzanmasını sağladım.

Yarası hâlâ kanıyordu. Baskı uygulamak pek fazla işe yaramamıştı. Tabii bir de kollarından tutmak zorunda kaldığım için kanamanın durması mümkün değildi. Bir ona bir de yola doğru baktım. Ya onu burada bırakıp gidecek ve yardım bulacağım ya da onu arkamda bırakamayacak, onunla beraber devam edeceğim. Bu da bana epey vakit kaybettirecek.

Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve kendimi toparladım. Benim vaktim çok ama onun vakti hiç yok. Bu yüzden onu bırakıp yardım getirmeye gitmek dışında yapabileceğim hiçbir şey yok. Eğer onunla devam edersem ölümüne sebep olacağım.

"Geri döneceğim, söz veriyorum çok çabuk döneceğim." Dedim, yanından kalktım. Bir an ya ben yokken başına bir şey gelirse diye sorguladım ama başka şansım yoktu. Eğer yanında kalır ve onunla yürümeye devam etmek istersem başına gelebilecek en kötü şey gelecek ve ölecekti.

Arkamı döndüm ona ve koşmaya başladım. Kararımı vermiştim, gitmekten başka şansım yoktu. Koşabildiğim kadar hızlı koştum. Yardım bulacağımdan eminim. Nefesim kesilene kadar, karnım koşmaktan ağrıyana kadar koştum. Bir süre sonra de bir ağaca tutunup iki büklüm oldum ve derin derin nefes alıp nefesimi düzene sokmaya çalıştım.

Kendimi biraz toparlayınca da koşmaya devam ettim. Ta ki bir benzin istasyonunu görene kadar. "İşte bu be!" Deyip daha hızlı koştum, benzin istasyonuna ulaştım ve ulaşır ulaşmaz bağırdım.

"Yardım edin!" Bağırdım, nefes nefese kaldığımdan sesim çok da yüksek çıkmadı ama beni duymuş olmaları gerekiyordu. "Yardım edin!" Bir kez daha bağırdım, marketten birkaç adam çıktı, koşarak bana doğru geldiler.

"Hanımefendi iyi misiniz?" Diye sordu adamlardan biri, nefes nefese kalmış bir şekilde konuştum.

"İyiyim ama..." Dedim, uzunca bir nefes aldım. "...arkadaşım iyi değil." Deyip sustum, yorulduğum için öksürmeye başladım.

"Yaralısınız." Diyen adamla bileğime baktım, çok kanamaya başladığını gördüm.

"Mühim değil benimki, arkadaşımın durumu daha kötü. N'olur yardım edin, yolun kenarında bırakıp gelmek zorunda kaldım, bir an önce yanına gitmemiz lazım." Dememle ortadaki sarışın adam koşarak park hâlindeki arabalara doğru gittiler.

"Ambulansı arayalım." Dedi birisi de bakışlarım onu buldu.

"Ambulans olmaz, gelmesini bekleyecek kadar vaktimiz yok, biz götürelim hastaneye." Dediğimde durumun ciddi olduğunu anlamış olacaklar ki söylediğimi kabul ettiler. O sırada koşarak giden sarışın adam, siyah bir arabayla yeniden yanımıza döndü. Ambulans fikrini sunan adam ve ben arabaya bindik, eş zamanlı olarak adam gaza bastı, gideceğimiz tarafı gösterdim.

20 dakikadır koştuğum yolu hızla birkaç dakika da geçtik. Adam son hız arabayı sürerken de kurşun yarasını görürlerse korkmasınlar diye açıkladım. "Polisiz biz, peşine olduğumuz adamlar tarafından kaçırıldık. Arkadaşımı kaçarken yaraladılar." Diye açıkladım, şoför koltuğunda oturan değil de diğeri bana döndü.

"Polis misiniz?" Diye sordu şaşkınca, başımı salladım.

"Evet." Dedim, yalan değildi ben polistim o da eski bir polisti sonuçta. Adam başka bir şey sormazken Ateş'i bıraktığım yere geldiğimizden "Burada durun." dedim, araba durdu, telaşla indim ve koşarak Ateş'in yanına gittim. Hâlâ bıraktığım gibi yatıyordu.

"Ateş." Dedim sanki beni duyacakmış da cevap verecekmiş gibi. İki adam da arabadan inip yanıma geldiler. "Kaldıralım." Deyince ikisi de dediğimi yaptı, Ateş'i yerden kaldırdılar, arabaya götürüp arka koltuğa yerleştirdiler. Daha sonra ikisi de ön tarafa binerken ben de arkaya bindim, Ateş'in başını dizlerime koymak zorunda kaldım

Kanlı elim istemsizce yüzüne gitti, gözlerim doldu. Bir dahaki karşılaşmamız böyle mi olacaktı? 2 yıl sonra yeniden karşı karşıya gelmemiz bu şekilde mi oldu yani? Hep onu bir daha göreceğimi biliyordum, içimde onu göreceğime, bir kez daha karşılaşıp birbirimize hesap soracağımıza dair bir his vardı. Hislerimde de yanılmadım ama yanılmış olmayı dilerdim. Bu şekilde karşılaşmaktansa keşke son nefesimi verene kadar bir daha onu hiç görmeseydim.

Ne yaptığımı fark edince elimi yüzünden çektim, kendime olan öfkemle kaşlarım çatıldı. Onun bana yaptıklarını bir bir hatırlattım kendime ve nefretimin de öfkemin de gün yüzüne çıkmasına izin verip kalbimin yumuşamasına engel oldum.

"Aramak istediğiniz bir yer var mı?" Diye sordu öndeki adam, bakışlarımı ona çevirdim, adam şaşırıp kaldı. Herhalde yüzümdeki öfkeli ifadenin kendisine yönelik olduğunu düşündü, kendimi çok çabuk toparlayıp konuştum.

"Hastaneden ararım." Dedim ama kimi arayacağım, ben birilerinin numarasını ezbere bilmiyorum ki. Neyse illa bir şekilde haber veririm birilerine diye içimden geçirip yarasına baktım, çok kötü görünüyordu.

"Biraz daha hızlı sür Salih, adamın durumu iyi değil." Dedi adam, onlar da farkındaydı her şeyin, durumu gerçekten iyi değildi, çok kan kaybetmişti ve kaybetmeye de devam ediyordu.

Elimden hiçbir şey gelmedi, sadece durup baktım ona. Dağın başında olduğumuzdan hastaneye ulaşmamız bir saat falan sürmüştü. Ulaşır ulaşmaz da arabadan indim, acil kapısının önünde avazım çıktığı kadar bağırdım.

"Yardım edin! Sedye getirin!"Dedim, çok fazla bağırdığım için boğazım biraz acıdı ama yine de bağırmaya devam ettim. "Yardım edin!" Diye bağırmamla hastaneden koşarak çıkanları gördüm, geldiklerini anladım, arabanın içine doğru döndüm, Ateş'e baktım. Arabaya tutunduğum elim bir anda boşluğa düştü, elim bileğime gitti, acıyla inledim. O sırada sedye geldi, bizi getiren adamlar ve hasta bakıcılar Ateş'i arabadan indirdiler, sedyeye yerleştirdiler.

"Silahla yaralandı sağ omzundan." Dedim doktor olduğunu tahmin ettiğim kişiye bakarak, göz ucuyla bana baktı, sessiz kaldı. Ateş'e dönüp onunla ilgilendi.

Telaşla sedyeyi girişe doğru sürdüler, peşlerinden gittim. Doğrudan müdahale odasına aldılar, ilk müdahaleyi yaptıktan sonra muhtemelen ameliyata alınacaktı. Odanın önünde bir sağa bir sola gidip telaşla volta atarken ileride duran adamları gördüm, yanlarına gittim.

"Çok teşekkür ederim, sizin sayenizde yetiştirdim onu buraya." Dedim, minnetle bakarken.

"Biz sadece insanlık görevimizi yaptık, umarım Memur Bey de sağ salim kalkar ayağa." Dediğinde buruk bir şekilde gülümsedim. "Umarım." Dedim, adamlar gitmeleri gerektiğini söyleyip bir kez daha iyi dileklerini belirttikten sonra yanımdan uzaklaştılar, onlar giderken de "Geçmiş olsun." diyerek bir hemşire yanıma geldi, gözlerimi ona çevirdim.

"Sağ olun." Demekle yetindim.

"Hastanın bilgilerini almamız lazım, kimliği üzerinden çıkmadı da." Doğru ya bir de bu vardı, kayıt yapılması gerekiyordu.

"İsmi Barış Erendil." Dedim, onun yüzünden yalan söylemek zorunda kaldım. Sonuçta Barış Erendil kimliğiyle yaşıyordu. "Hakkında başka bir şey bilmiyorum, yakınları birazdan gelir, ondan öğrenirsiniz." En iyisi tanımıyormuş gibi yapmaktı, onun hakkında pek da fazla bir şey söylemek istemiyorum. Ne de olsa tamamen yalan bir hayatı var beyefendinin. Her şeyiyle bir yalan kendisi.

"Siz?" Diye sordu hemşire, kadın beni de yakını zannediyordu haklı olarak.

"Ben tanımıyorum kendisini." Dedim ve yalana devam ettim. "Cinayet şubeden komiser Mira Aksoylu ben, beyefendi gittiğim bir olay yerinde karşıma çıktı, yaralandı. Kendisini tanımıyorum alıp buraya getirdim." Diye açıkladım, o sırada polisler geldi, sıkıntıyla ofladım. Ne kadar uğraşmak istemesem de uğraşmak zorundaydım.

Hemşire söylediklerimle pek ilgilenmeyip giderken polisler silahlı yaralama olduğundan ifade almak için yanıma ulaşmışlardı bile. Onlara da en başından beri her şeyi olduğu gibi anlattım. Polis olduğumu, bir iş için harabe bir binaya gittiğimi, oradan başıma bir şey vurarak bayılttıklarını ve uyandığımda onunla bağlı olduğumu, bir şekilde iplerden kurtulduğumuzu, adamların onu yaraladıklarını ve buraya gelişimizi tek tek anlattım. Polislere söylediğim tek yalan onu tanımıyor oluşumdu. Zaten bir fırsatım olsa tanımamayı seçerdim.

Verdiğim ifadeden sonra polisler tutanak tuttular. Normalde beni alıp götürmeleri gerekirken TC kimlik numaramı alıp gerçekten polis olduğumu teyit ettikten sonra söylediklerime inandılar ve yanımdan uzaklaştılar. Fakat bu iş burada bitmezdi, onları iş için oradaydım diye geçiştirdim ama mantıklı bir sebep sunmam lazımdı. Bunun da tek yolu doğruları söylemekti, başka şansım yoktu.

Polisleri bir şekilde atlattıktan sonra bir hemşirenin telefonuyla merkeze ulaştım, oradan da Ceyhun'a haber verdim. Hem onun gelmesini hem de Savaş ve Cansu'ya haber vermesini istedim. Ne de olsa Ateş'in en yakın arkadaşları onlardı. Onların gelişini beklerken Ateş'i alelacele ameliyata aldılar, çok kan kaybettiğinden de kan lazım olduğunu söylediler. Daha önceden bildiğim üzere aynı kan grubuna sahiptik zaten, bu yüzden de ona kan veren ben oldum.

Kan verdikten sonra pantolonumum cebinde kalan parayla bir şeyler aldım, yedim. Karnım aç olduğu için değil de kan verdikten sonra bir yerlerde düşüp bayılmamak için yedim. Ameliyathanenin önüne döndüğümde yerimde duramayıp bir sağa bir sola gidip durdum. O sırada bileğim çok acıdı, montumun kol kısmı geldiğinden böyle olduğunu bildiğim için montumu biraz yukarıya çektim ve volta atmaya devam ettim. Ta ki yorulup bir yere çökene kadar.

Bulduğum ilk yere oturup bileğime baktım. Elimin her yeri kan olmuştu resmen. Acıyan bileğimi salladım sanki acısı böyle geçecekmiş gibi ve dizimin üstüne koydum. Bu şekilde oturmaya devam ederken ileriden gelenleri gördüm.

2 yılın sonunda gördüğüm Ateş'ten sonra aynı gün içinde Doğan'ı ve Erdem'i de görmüş oldum. Gözlerimi önüme çevirdim, bir an için geçmişte onlarla geçirdiğimiz günler aklıma geldi. Keşke her şey gerçek olsaydı, aramızda yalan olmasaydı da arkadaşlığımız devam etseydi.

"Ateş nerede?" Diye sordu yanıma gelir gelmez Doğan, başımı kaldırıp ona baktım.

"Ameliyata aldılar." Kaşlarını çattı, gözlerindeki korkuyu hissedebildim.

"Ne oldu? Nasıl bu hâle geldi?" Soruyu soran Erden'e döndüm, konuşmak için dudaklarımı araladım ama Doğan araya girdi.

"Sen mi yaptın?" Dediği an öfkeli bakışlarımı ona çevirdim, ayağa kalktım. Onlarla birlikte Cansu, Savaş ve Ceyhun da gelmişti.

"Ben yapmış olsam alır hastaneye mi getiririm?" Diye sordum, Savaş konuştu.

"Suç bastırmak için getirmiş olabilirsin." Öfkeli gözlerim bu kez de onu buldu.

"Emin ol bir suç işlersem arkasında duracak kadar da cesurum! Ben ona hiçbir şey yapmadım, aldım hastaneye getirdim. Bunu bile yapmak zorunda değildim oysa, kendi canımı kurtarmak için arkamda bırakabilirdim onu!" Doğruyu söyledim, yaptığım şeyleri söylemeyi sevmediğim hâlde söyledim hem de bunları.

Savaş başka bir şey söylemezken Erdem "Senin onun yanında ne işin vardı? Niye beraberdiniz? Kim yaptı bunu?" Üst üste sordu sorularını.

"Yeter!" Diye araya girdi Ceyhun ve yanıma geldi. "Görmüyor musunuz? Kör müsünüz? Kız da yaralı! Bu hâliyle arkadaşınızı kurtardığı için teşekkür edip minnet duyacağınıza kızı sorguya çekiyorsunuz!" Diye çıkıştı.

"Ne olduysa o da iyi olunca, biraz kendini toparlayınca anlatır! Bir yere kaçtığı yok, kaçacak olsa siz gelmeden kaçar giderdi, burada başında beklemezdi!" Dedi, hepsini susturdu ve bana döndü.

"Hadi Mira gidip şu bileğine baktıralım." Diyen Ceyhun'u başımla onayladım, burada kalmak istemediğim için de tek kelime etmeden ondan önce davranıp yanlarından uzaklaştım. Ceyhun yanımda yürürken başımı ona çevirdim.

"Teşekkür ederim." Dedim, bakışları beni buldu.

"Önemli değil ama..." Sözünü kestim.

"Lütfen Ceyhun sen de sonra sor, şu an bir şey anlatacak hâlim gerçekten yok." Deyip sormasına engel oldum.

"Sakin ol, hiçbir şey sormayacağım. Sadece ama onlardan daha fazla kaçamazsın illa açıklama yapmak zorundasın diyecektim." Gözlerimi önüme çevirdim.

"Zorunda değilim, arkadaşları uyandığı zaman neler olduğunu ondan öğrenirler." Dedim kendimden emin bir şekilde, hiç kimseye açıklama yapmak zorunda değilim. Polise gerekeni anlattım zaten.

"Ben bundan pek emin değilim." Dedi Ceyhun, cevap vermedim. Henüz beni tanımıyordu, hepsiyle çok da güzel baş ederim. "Bu arada bunlar bende." Deyince bakışlarım yeniden onu buldu, elindeki rozetimi, kimliğimi, telefonumu ve silahımı gördüm.

"Konum attığın yere gittiğimde öyle yerde atılı duruyorlardı. O adama ait olanlar da vardı, arkadaşlarına verdim." Dedi, başımı sallamakla yetindim, önüme döndüm.

"Sen de kalsınlar, alırım." Dedim, aramızda başka bir konuşma geçmeden acil kısmına geçtik, Ceyhun benim için hastaneye kayıt yaptırırken ben pansuman odasını buldum, ben bulana kadar zaten o da yanıma geldi, odaya girip sedyeye oturdum.

Hemşire geldi, yarayı inceledikten sonra malzemeleri hazırlarken "Montunuzu çıkartın lütfen." dedi, elim montumun fermuarına gitti, tam açacakken aklıma gömleğimi çıkardığım geldi, duraksadım.

"Ben Barış'ın yarasına bastırmak için gömleğimi çıkarmak zorunda kalmıştım." Dedim, Ceyhun'un bakışları beni buldu, ne söylemek istediğimi anlamış olacak ki anında "Ben kapıda bekliyorum." dedi, odadan çıktı. Kapıyı kapatınca hemşireyle yalnız kalmış olduk, montumu çıkardım, sadece iç çamaşırımla kaldım.

Hemşire bana döndü, bileğimdeki yarayı temizledi, pansuman yaptı, sardı. İşini bitirdikten sonra ona teşekkür edip montumu tekrar giydim, bileğimdeki acı biraz olsun azalmıştı ama hâlâ vardı. Odadan çıktım, Ceyhun'u görmeyi bekledim ama kapıda bekliyorum dediği hâlde etrafta yoktu.

"Nereye gitti bu adam?" Kendi kendime konuşup etrafa bakınıp Ceyhun'u ararken ileriden gelen Erdem'i gördüm, gözlerimi önüme çevirdim. Şimdi onun beni suçlamasıyla uğraşamayacağım. Gözlerimi önüme çevirdim, görmemiş gibi yaptım ve kapıya doğru yürüdüm. "Mira." Diye seslendi arkamdan, duymamış gibi davranıp yürümeye devam ettim ama bu kez daha büyük bir sesle "Mira." deyince durmak zorunda kaldım, sıkıntıyla ofladım ve ona doğru döndüm, yanıma gelmesini bekledim.

Aramızdaki mesafeyi kapattı, birkaç adım uzağımda durdu. "Eğer beni suçlamak için..." Sözümü kesti.

"Suçlamayacağım, doğru düzgün konuşmak için geldim." Dedi, tepkisiz kaldım. Onunla doğru düzgün konuşmak mı? Hiç zannetmiyorum ama neyse.

"Bana neler olduğunu anlat, ona bunu yapanın kim olduğunu bulmam için neler olduğunu bilmem lazım. Bunu da bana bir tek sen anlatabilirsin." Ellerimi montumun cebine koydum.

"Benim yaptığımı düşündüğünüzü zannediyordum." Dediğimde kaşlarını çattı, bakışları sertleşti.

"Bence boş yere tartışmayalım Mira, sen bana olanları anlat sonra nereye gitmek istiyorsan git." Dedi, başımı salladım, burada kalmak istemiyordum zaten.

"Dün öğlene doğru bir mesaj aldım, birisi fotoğrafımı çekmiş üzerine de 1 yazmış ve bana atmıştı. Başta çok telaşlandım, araştırdım falan ama elime hiçbir şey geçmedi. Ben de vazgeçtim bir şey yapmaktan ve sadece beklemeye başladım. Bugün gün içinde de mesajlar atıp durdu, umursamadım. En sonunda beni görmek istiyorsan yanıma gel diye bir mesaj atıp konum attı. Onu görmeyeceğimi bildiğim halde belki hakkında bir şeyler öğrenirim, kim olduğunu anlarım diye düşünüp gittim. Ateşi orada ilk gördüğümde onlardan biri zannettim, silahımı falan doğrulttum ama sonradan yüzünü dönünce o olduğunu anladım." Erdem beni pür dikkat dinliyordu.

"Ben daha neler olduğunu anlayamazken başıma bir şeyle vurup bayıltmışlar. Aynı şekilde Ateş'i de bayıltmışlar. Uyandığımda sırt sırta bir şekilde bağlıydık. Bir şekilde iplerden kurtulduk ama odadan kurtulamadık. Biz daha ne yapacağız diye düşünürken bir adam geldi Ateş'i vurdu. Vururken de bu daha başlangıç dedi. Sonra bir şekilde kurtuldum oradan, Ateş'i de çıkardım. Dağ başında bir evdi, yakınlardaki bir benzin istasyonunda çalışanlar yardımcı oldular hastaneye geldik. Ben de başka hiçbir şey bilmiyorum, olanlar bundan ibaret. Kim yaptı neden yaptı bilmiyorum ama tahmin etmek de çok zor değil." Erdem sonuna kadar beni dikkatle dinledi, en sonda söylediğim şey yüzünden kaşları çatıldı.

"Ne demek tahmin etmek zor değil? Sen kimin yaptığını biliyor musun?"

"Sen de biliyorsun, hiç mi aklına gelmedi? Tabii ki o katil, yeniden ortaya çıktı." Dedim kendimden emin bir şekilde, dilini damağıma çarpıtarak cıkladı.

"Olmaz, o öldü." Kaşlarımı çattım.

"Öldüğünden emin miyiz?" Başını salladı.

"Eminiz, dün gece konuştuk biz Cansu ve Savaş emin olduklarını, adamın ölüsünü bizzat görüp cenazesine bile gittiklerini söylediler." Deyince gözlerimi kıstım, tek kaşımı kaldırdım, şüpheyle baktım yüzüne.

"Siz dün gece niye bu konuyu konuştunuz?" Diye sordum, afalladı. Bunu fark edince muhtemelen bana geldiği gibi onlara da kendi fotoğraflarının geldiğini anlamış oldum, yoksa niye konuşsunlar ki?

"Senin yüzünden." Dedi bir anda, bu kez afallayan ben oldum. Benim yüzümden mi? Yok artık bu da mı bana kaldı? "Sen dün Savaş'a Ateş benden intikam almaya çalışıyor, bu yüzden böyle yapıyor falan demişsin. Savaş da bize anlatınca öylesine konuştuk yani önemli bir şey değil." Alayla güldüm, yalan söylediği her hâlinden belliydi.

Ona doğru birkaç adım attım, aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp gözlerinin içine bakarak "Berbat bir yalancısın, neler olduğunu benden gizlemeye devam edin ne de olsa başıma bir şeyler gelmesi hepinizin işine gelir. Sonuçta hepiniz benden nefret ediyorsunuz değil mi?" Diye sordum, bakışlarını kaçırdı, hiçbir şey diyemedi.

"Size ihtiyacım yok zaten, kendi başımın çaresine kendim bakarım. Siz bana ayak bağı olmayın yeter." Dedim, yanından uzaklaştım. Bildikleri ve öğrenmemem için büyük bir çaba sarf ettikleri bir şey vardı, bunu da çok belli ediyorlardı. Eğer benim de adım Mira'ysa onun ne olduğunu en kısa zamanda öğreneceğim.

Hastanenin bunaltıcı havasından bahçeye kaçtım. Gözlerim etrafta Ceyhun'u aradı. Bekliyorum dediği hâlde nereye gitti bu adam diye düşünürken ileriden bana doğru geldiğini gördüm. Koşar adımlarla yanıma ulaştı, o sırada hastaneden çıkan Erdem'i gördüm, bu tarafa doğru baktı, yanıma gelecek gibiydi. Dikkatle ona bakarken bir bana bir de Ceyhun'a baktı, ağzının içinden bir şeyler söyledi ve başka bir tarafa yöneldi.

O gidince bakışlarımı Ceyhun'a çevirdim. Daha nereye gittiğini soracakken elindeki karton poşeti gösterdi. "Kazak aldım sana." Deyince şaşırdım, öylece kaldım, devam etti. "Hava çok soğuk, montunun altında hiçbir şey yok, hasta olacaksın. Hadi içeriye girelim, uygun bir yerde giyin." Şaşkın gözlerimi gözlerine çevirdim.

"Buna gerek yoktu."

"Gerek vardı, daha önce bana çok kolay hasta olduğunu söylemiştin. Yapmamız gereken bu kadar iş varken hastalanmak istemezsin diye düşündüm." Gülümsedim, uzattığı poşeti aldım.

"Teşekkür ederim o zaman." O da gülümsedi.

"Rica ederim." Dedi, ona gülümseyerek bakarken bir anda gözlerim ileriye takıldı. Hastanenin girişinde Doğan, Erdem ve Savaş duruyordu. Üçü de ellerini arkasında birleştirmiş, ayaklarını omuz hizasında açmış, kaşlarını çatmış bana bakıyorlardı. Sanki üçü de aynı kişiymiş gibi hissettim bir anda. Birbirlerinden hiçbir farkları yoktu.

"Bunlar sana niye böyle bakıyor?" Diye sordu Ceyhun, gözlerimi ona çevirdim.

"Bilmiyorum, anlamadım da." Dedim ve yeniden onlara baktım, bu sefer de hepsi aynı şekilde fakat biraz daha öfkeli bir şekilde Ceyhun'a bakıyorlardı. Hadi anladım benden nefret ediyorlar da Ceyhun'dan ne istiyorlar anlamış değilim.

Ellerimi onlar gibi arkamda birleştirdim. Onlar kadar sert baktım hem de gözlerinin içine. Onlardan korktuğumu ya da çekindiğimi düşünmelerini istemedim. Ne ben gözlerimi çektim onlardan ne de onlar benden çektiler. Ta ki bir anda bir gürültü kopana kadar.

Büyük bir gürültü koptu, etraf toz duman oldu, gözlerimi kapattım, elimdeki poşet yere düşerken çınlayan kulaklarıma bastırdım ellerimi ve duman yüzünden öksürmeye başladım. O kargaşanın içinde biri elini ağzıma bastırdı, çığlık atmak istedim ama olmadı, çırpındım, vurmaya çalıştım, başarılı olamadım ama arkamdaki her kimse bu konuda başarılı oldu, başıma sert bir cisimle vurdu, gözlerim kapandı, sesler kesildi, bilincimi kaybettim.

***

Tekrardan selamlar, bir bölüm daha bitti. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Son sahnede neler oldu sizce, kim yaptı bunu?

Mira'nın düşündüğü gibi Erdem ve diğerleri bir şeyler saklıyorlar mı dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%