Yeni Üyelik
47.
Bölüm

46.BÖLÜM "ÖLÜME MERHABA DE!"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

***

46. BÖLÜM "ÖLÜME MERHABA DE!"

"Mira." Dedi birisi ve yüzüme yavaşça vurdu. Başımda şiddetli bir ağrı vardı, sesler kulağıma uğultu gibi geliyordu. O seslerin arasından birinin ismimi söylediğini işitiyordum ama kimin sesi olduğunu çıkaramadım. "Mira." Dedi bir kez daha aynı ses ver yavaş yavaş yüzüme vurmaya devam etti.

Göz kapaklarım ağırlaşmıştı, kaldırmak zor oldu ama kendimi zorlayıp kaldırdım, gözlerimi araladım. Gördüğüm ilk şey bir lamba olurken, o ışık gözlerimi kamaştırdı, yüzümü buruşturdum. "Uyandı." Aynı sesin bunu söylediğini duydum. Başımı başka tarafa çevirip yine zorlukla açtım gözlerimi.

Bu kez de pencereyi gördüm, hava kararmıştı ve dışarıda yağmur yağıyordu. Yağmur damlaları pencereyi ıslatıp usul usul aşağıya doğru kayarken bakışlarımı oradan çektim, yüzüme gölgesi düşen Ceyhun'a baktım. Az önce bana seslenen o muydu?

"Beni duyuyor musun?" Diye sordu, konuşmak için yutkundum, o sırada araya başka bir ses girdi.

"Kızın sadece başına vurdular, sağır olmadı." Bu sesin sahibini tanıyamadım. Hem benim yanımda başka kim olabilir ki?

"Bilinci yerine tam olarak gelmeyen birisi gözlerini açtığı hâlde hiçbir şey duymaz, her şey ona uğultu gibi gider. Bunu öğrenmeye çalışıyorum, bundan sonra başınıza böyle bir şey gelirse senin de ilk yapacağın şey bu olsun." Dedi Ceyhun ve bakışları beni buldu. Bunu her kime söyledi bilmiyorum ama bayağı susturmuştu onu.

Gözlerimi açık tutmak zor gelince kapattım, bu şekilde de "Kavga etmeye devam mı edeceksiniz?" diye sordum, yüzümü buruşturdum. Başım çok fazla ağrıyor, normalden de fazlaydı bu ağrı.

"Burada durup da birileriyle kavga etmeye hiç niyetim yok." Dedi yine aynı ses, yerine gelen bilincim sayesinde bu sesin Doğan'a ait olduğunu anlayabildim de onun burada ne işi vardı ki? Acaba yanlış mı anladım?

Onlar kendi aralarında küçük bir tartışmaya girerken bu tartışmaya başka bir ses dahil oldu. "Tamam yeter susun! Kapatın konuyu!" Bu da Erdem'in sesiydi. Gözlerimi zorlukla araladım, odanın içine bakındım.

Doğan ve Erdem buradaydı. Uzakta durmuş, ikisi de başımda dikilen Ceyhun'a öfkeyke bakıyorlardı. Ben öldüm de hayal mi görüyorum acaba? Yoksa onların benim yanımda olmaları pek de mümkün değil.

"Asıl konuyu kapatması gereken senin kardeşin! Geldiğinden beri..." Ceyhun'a doğru uzandım, bileğini tuttum, konuşması yarım kalırken bakışları beni buldu.

"Mira." İsmim ağzından döküldü, kendimi ona fark ettirdikten sonra elimi usulca geri çektim ve yutkunduktan sonra konuştum. "Kavga etmeyin." Diyebildim bir tek. Ceyhun başını salladı, istediğim şeyi yapıp susarken bahçede ne olduğunu bile sorgulayamadım, Doğan ve Erdem'e döndüm.

"Bir şey mi söyleyeceksiniz?" Diye sordum, çünkü öyle görünüyorlardı. Hem arkadaşları önemli bir ameliyattayken benim değil onun yanında olmaları gerekiyordu. Tabii söyleyecek bir şeyleri yoksa.

"Bir şey söylemeyeceğiz, madem uyandın gidelim biz." Dedi Erdem, arkasını döndü, kapıya yöneldi, o çıkmadan konuştum.

"Neden uyanmamı beklediniz o zaman?" Duraksadı, omurgası dikleşti, merakla ona bakarken bana döndü.

"İnsanlık." Dedi, kaşlarımı çattım. "Bazılarının aksine bizim insanlığımız daha ölmedi." O bana laf mı çarptı? "Ne de olsa bir zamanlar sen de arkadaşımızdın, korkma düşündüğünün aksine ölmeni isteyecek kadar nefret etmiyoruz senden." Dedi, önüne döndü ve kapıyı açıp odadan çıktı. O çıkıp giderken Doğan peşinden gitti.

"Doğan." Dedim, kapının önünde durdu, bakışları beni buldu, sessiz kaldı.

"Buradaki hiç kimseyi tanımıyorken seni tanıyordum, sen benim iyi arkadaşımdın." Yüz ifadesi yumuşadı, hiçbir şey demedi ama. "Çok eskide kaldı ama ben sırt sırta verip savaştığımızı hiç unutmadım, daha önce de söylemiştim sana hep senin gibi bir polis olmak istedim diye." Bakışlarını kaçırdı.

"Sonra devran döndü, yan yana geldik. Bu kez de yan yana savaştık bir seri katille." Gözleri yeniden beni buldu, kendinden emin ve ifadesiz duruyordu.

"Fakat yan yana gelmeden önce bana ihanet ettin, onu da hatırlıyorum." Dediğim an kaşları çatıldı. "Sana güvenip sana gelmiştim. Sonradan öğrendim sen de onunlaymışsın. İsteyerek ya da istemeyerek de olsa sen de bana ihanet ettin." Göz ucuyla Ceyhun'a baktı, sanırım o var diye konuşmuyordu, bu işime gelirken devam ettim.

"Cansu ve Savaş onlar da bana arkalarını döndüler. Ben de sizin arkadaşınızdım ama siz hep onun tarafında oldunuz." Dememle birkaç büyük adımda ve fazla öfkeli bir şekilde yanıma geldi.

"Sen bize ihanet ettin Mira, o gece yaptığın şeyi ne çabuk unuttun? Her şeyi mahvettin! Şimdi geçmiş karşıma niye onun yanında oldunuz diye mi soruyorsun?" Dişlerinin arasından söyledi tüm bunları, onun aksine gayet rahat bir şekilde konuştum.

"Bunun bir sebebi olabileceği hiç mi aklına gelmiyor?" Kaşlarını çattı.

"Bunun ne gibi bir sebebi de olabilir ki? Kendini nasıl haklı çıkaracaksın? Ben böyleyim, babama bile acımadım size mi acıyacaktım diyeceksin? Bunu bilmeniz gerekirdi mi diyeceksin? Ne diyeceksin Mira? Nasıl haklı çıkacaksın? Sen hangi hakla bana bu konuda hesap sorabilirsin ki?" Hiçbir şey demedim, sadece durup baktım yüzüne. Ateş bile karşıma geçip ben sana ne yaptım ki diye sorabildikten sonra onların bunu sorması çok normaldi.

"Cevap bile veremiyorsun." Dedi, yine sessiz kaldım. Aradan tam 2 yıl geçti, cevap versem neye yarar ki? Bana hak mı verirler? Versinler, ne değişir şu saatten sonra? Benim yanımda mı olurlar? Ateş varken, tabii ki hayır. Cevap versem ne değişecek ki? Değişmesini istiyorum mu ki? Sanırım hayır, ben yalnız yaşamaya alıştım.

"Çıkabilirsin." Dedim, gözlerimi ona çevirirken, bir nevi odadan kovmuş oldum. Doğan yazık dercesine başını sağa sola salladı ve odadan çıkıp gitti, o giderken gözlerimi Ceyhun'a çevirdim. Meraklı olduğunun farkındaydım ama her zamanki gibi davrandı, hiçbir şey sormadı.

"Dışarıda neler oldu?" Diye sordum, gözlerini odanın kapısından bana çevirdi. "O patlama sesi neydi? Birisi bana arkadan saldırdı, bayılttı. Başka da hiçbir şey hatırlamıyorum, ne oldu Ceyhun?" Merak ettiğim şeyi sordum, iç çekti. İleride duran sandalyeyi yatağın yanına doğru çekti, oturdu. Merakla ona bakıp konuşmasını beklerken bir kez daha iç çekti.

"Bir araba patladı hastanenin dışında, bize yakın bir noktada." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım. Bunu tahmin etmiştim zaten, o sesin başka bir açıklaması olamazdı.

"İnsanlar yaralandı, çok kişi yaralandı Mira." Dediğinde gözlerimi yeniden açtım, ellerimi yumruk yaptım. Bizimle uğraşan her kimse bu kez büyük şeyler yapıyor, büyük zararlar veriyordu.

"Yoğun bakımda olanlar var, neyse ki henüz ölü yok." Bu bir nebze olsun içimi rahatlattı ama çok da değil.

"O kargaşada senin de hatırladığın gibi birisi sana arkadan saldırmış, bayıltmış. Muhtemelen kaçıracaktı, yoksa böyle bir şey yapmazdı. Erdem nasıl gördüyse görmüş o arada, yanınıza geldiğinde sen çoktan bayılmışsın. Adam Erdem'in geldiğini görünce seni bırakıp kaçmış, peşinden gidenler oldu ama elleri boş döndüler, yakalayamamışlar." Gözlerimi önüme çevirdim, demek beni kurtaran Erdem oldu.

"Seni Erdem kurtardı yani, o görmemiş olsaydı muhtemelen şu anda bunları kim yapıyorsa onun elinde olacaktın." Deyince üzerinde oturduğum çarşafı sıktım öfkeyle.

"Bunlar kim Mira? Sorarak seni sıkıştırmak, zor durumda bırakmak istemiyorum ama bunun saklanacak bir tarafı kalmadı. Adamlar hastanenin önünde araba patlattılar sırf seni alıp buradan götürebilmek için. Amaçları ne? Senden ne istiyorlar?" Üst üste sordu, sıkıntıyla ofladım.

"Bilmiyorum, yemin ederim hiçbir şey bilmiyorum Ceyhun." Dedim ve kısaca o fotoğraf olayını da ona anlattım, onun da dediği gibi saklanacak bir tarafı kalmamıştı çünkü.

"Birisi resmen seni öldürmek istiyor yani. Hem de canını yakarak öyle mi? Tüm bunlar bu yüzden mi?" Diye sordu anlattıklarımdan sonra.

"Amacı öldürmek mi süründürmek mi bilmiyorum ama benimle uğraşıyor. Sadece benimle değil, az önce gördüğün iki adamla da Cansu ve Savaş'la da ve tabii ameliyata aldıkları Barış'la da." Kaşlarını çattı.

"Barış mı yoksa Ateş mi?" Dediği an öylece kaldım, devam etti. "Mira aptal değilim ben, adama bir Barış diyorsunuz bir Ateş. Onun hakkında da çok şey döndüğü belli." Gözlerimi önüme çevirdim.

"Bu konunun olanlarla hiçbir ilgisi yok." Dedim, oturup da neden Barış değil Ateş olduğunu anlatacak değildim.

"Ama o adamla ilgisi var, az önce kendi ağzınla onunla da uğraşıyorlar dedin."

"Evet öyle ama en kısa zamanda bu işin arkasında kimin olduğunu bulacağım. Her şey İnci Şahin cinayetiyle başladı Ceyhun. Ben bu iki olayın birbirleriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum." Dedim kendimden emin bir şekilde, bu iki gizemli olayın denk gelmesi tesadüf değildi. Mutlaka bir noktada birleşiyor olmaları gerekiyor.

"Bunun onunla..." Ceyhun'un sözünü kesen aniden açılan kapı oldu, gözlerimi kapıya doğru çevirdim ve Taner başkomiser ile Tufan müdürü gördüm. Bir bunlar eksikti, onlar da geldi tam oldu.

Tufan müdür yanıma geldi, yatağın kenarında durdu. Ellerini arkasında birleştirdi, öfkeyle baktı yüzüme. "Bana hemen neler olduğunu anlat Mira!" Sesi o kadar öfkeli çıktı, şimdi değil sonra diyemedim bile. Hatta bunu zihnimden geçirmeye bile korktum.

"Hadi Mira!" Diye çıkıştı, yüksek bir ses tonuyla.

"Müdürüm eğer biraz zaman..." Dedi ve Ceyhun yine sustu. Çünkü Tufan müdürün öfkeli bakışlarıyla karşılaştı, o bu kadar öfkeliyken araya girmesi bile doğru değildi zaten.

"Bu sefer benim hiçbir suçum yok müdürüm! Hiçbir şey yapmadım, ben sadece..." Ve sözümü kesti.

"Mira kimin suçlu kimin suçsuz olduğunu sormadım sana! Sen ne yaptın diye de sormadım! Sadece ne olduğunu anlat dedim. Hem de en başından ve hemen şimdi!" Diye bağırdı cümlenin sonuna doğru, bunu beklemediğim için irkildim.

"Şimdi şöyle oldu." Diye girdim konuya ve bir bir anlatmaya başladım her şeyi. En başından fotoğraf olayından başlayıp bugünkü patlamaya kadar ne oldu ne bittiyse anlattım. Hem de eksiksiz ve yalansız bir şekilde. Başıma bela almak gibi bir niyetim yoktu çünkü.

Anlatacaklarım bitip sustuğumda benimle birlikte herkes sustu, kimsenin sesi çıkmadı. Birileri bir şeyler söylesin, bir tepki versin diye bekledim ama yemin etmişler gibi ağızlarını bıçak açmadı, hepsi şaşkındı.

"Bir şey söylemeyecek misiniz?" Diye sordum, Taner başkomiser gözlerini başka bir tarafa çevirdi, sessizliğini korudu. Ceyhun'a döndüm, omuz silkti. Zaten o ne diyebilir ki diye içimden geçirip Tufan müdüre döndüm.

İnip kalkan göğsünden derin nefes aldığını anladım. Merakla ona bakarken yerdeki bakışları beni buldu. "Silahını ve rozetini teslim et, açığa alındın." (Görevi başında kalmasında sakınca bulunan devlet memurlarının geçici süre ile görevden el çektirilmesidir.) Dediği an öylece kaldım karşısında. Yok canım ben yanlış duymuş olmalıyım. Açığa alındın dememiştir o.

"Ne?" Verebildiğim tek tepki bu olurken ellerini arkasında birleştirdi.

"Duydun kararımı, bir süre uzak kalman herkes için en iyisi olacak, açığa alındın." Hızla doğruldum, Ceyhun engel olmaya çalıştı ama ona izin vermeyip ayağa kalktım.

"Mira yat yerine!" Dedi Tufan amca ama umurumda olmadı. "Doktor bir süre daha dinlenmen..." Sözünü kestim.

"Ben bana ceza vermeniz gereken hiçbir şey yapmadım!" Dedim öfkeyle.

"Bu sana verdiğim bir ceza değil, aksine seni her şeyden uzaklaştırarak bu olanlardan koruyorum." Kaşlarımı çattım.

"İşimi benden alarak mı koruyorsunuz beni?" Diye sordum, sesimin yüksek çıkmasına engel olamıyordum.

"Bir süreliğine sadece Mira!" Dedi daha da öfkelendim.

"Haksız yere bana bunu yapıyorsunuz! Ben bunu hak etmedim! İşimin başına olup..." Yine sözümü kesti.

"Son kararımı duydun, şimdi dediklerimi yap. Yoksa bunu emre itaatsizlik olarak kabul ederim." Derin derin nefes aldım, elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım ama yapamadım.

"Ben yanlış hiçbir şey yapmadım! Katilin biri benimle uğraşıyor diye nasıl beni suçlu tutup da böyle davranırsanız? Siz bunun adil olduğuna inanıyor musunuz?" Diye sordum bir kez daha öfkeyle. Belki işe yarar dedim ama hiç de işe yarayacak gibi durmuyordu.

"Mira ben ne dersem diyeyim bunun kendin için bir ceza olduğunu düşünmeye devam edeceksin. Bu yüzden sana açıklama yapmayacağım, şimdi dediğimi yap sonra da geç şu yatağa uzan ve güzelce dinlen." Onun aldığı karardan dönmeyeceğini bildiğimden kendimi boş yere yormak istemedim.

"Peki." Dedim, hepsi bu kadar çabuk kabullenmeme şaşırırken Ceyhun'a döndüm.

"Sendeydi." Dediğimde gözleriyle çekmeceyi gösterdi. Açtım, içinden silahı ve rozeti aldım, Tufan müdürün eline tutuşturdum. Fakat devamında onun istediğini yapıp yatağa girmek yerine yatağın yanında duran ayakkabılarımı giydim.

"Mira! Şu an hastaneden çıkman doğru değil! Doktor başına sertçe vurulduğunu bu yüzden de bir süre gözetim altında kalman gerektiğini söyledi!" O konuşurken onu dinlemedim bile. Ayakkabılarımı giyip doğruldum. Aynı çekmecede duran kimliğimi ve telefonumu aldım. Odadaki dolaba gidip montumu çıkardım, giydim. Ceyhun'un aldığı siyah kazağı giydirmişlerdi üzerime zaten.

"Mira! Sana şu yatağa geç dedim!" Diye emir verdi Tufan müdür ama umursamadım, Ceyhun yanıma geldi.

"Sakin olur musun lütfen? Şimdi geç otur, düzgünce konuşup halledelim." Dedi onu da duymamazlıktan geldim, telefonumu ve kimliğimi cebime koyduktan sonra Tufan müdürün yanına gittim, gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Bir süreliğine de olsa polis olmadığıma göre siz de benim müdürüm değilsiniz, sizden emir almak zorunda değilim yani." Dedim, şaşırıp kaldı. "Beni bu şekilde korumaya çalışıyorsanız da yanılıyorsunuz, bir gün illa bu şekilde bana daha çok zarar verdiğinizi anlayacaksınız." Hiç tepki vermedi, sadece gözlerimin içine baktı öylece. "Bundan sonra kendi başımın çaresine bakarım, hiç kimseye ihtiyacım yok benim!" Dedim ve kapıya doğru yürüdüm.

"Mira dur!" Dedi Tufan müdür ama umursamadım, odadan çıktım, asansöre doğru yürüdüm. Birisi peşimden çıktı, kapı sesinden bunu anlayabildim ama durup bakmadım, yürümeye devam ettim. Ta ki asansöre ulaşmak üzereyken Ceyhun bir anda önümde durana kadar.

"Nereye gidiyorsun?"

"Evime." Diye yanıtladım anında, kaşlarını çattı.

"Bana yalan söyleme! Eğer başına bir iş..." Sözünü kestim.

"Evime gidiyorum, dinleneceğim." Dedim, doğrusu buydu, evime gidiyordum. Zaten gidecek başka bir yerim mi var?

"Sakın bana bana da kızgın olduğunu söyleme, ben sadece sana yardımcı olmaya çalışıyorum. Emin ol eğer bir fırsatım olsaydı olanları öğrenmelerine asla izin vermezdim." Telaşla söyledi bunları, neden kendisine de kızgın olduğumu düşündüğünü anlayamadım. Elimi kaldırdım, koluna dokundum.

"Sen benim için elinden gelen her şeyi yaptın, bunun farkındayım. Sana da kızgın değilim. Sadece evime gitmek ve dinlenmek istiyorum. Korkma, başıma iş açmak gibi bir niyetim yok." Dedim ama o pek de inanmadı gibi.

"Söz mü?" Diye sordu emin olmak için gülümsedim.

"Söz veriyorum." Dedim, başını salladı.

"İyi, peki. Hadi gel o zaman ben seni bırakayım eve. Senin araban o harabe binanın önünde kalmıştı, benimle yanına gelen memur arkadaşlar evinin önüne götürdüler arabanı." Dedi, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Ben bir taksiyle giderim." Dedim, itiraz edecek gibi oldu ama engel oldum. "Senin onların yanında kalmana ihtiyacım var. Ne olursa olsun neler olup bittiğini öğrenmem gerekiyor, bunu da bir tek senin sayende yapabilirim. Lütfen onların yanında kal ve bana yardımcı ol." İkna etmek için söyledim bunları. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra başını sallayarak onayladı beni.

"Görüşürüz o zaman." Dedim, gözleriyle onayladı beni ve "Görüşürüz." dedi, başka bir şey söylemeden yanından geçtim, asansöre bindim.

En alt katın düğmesine bastım, kapılar kapanırken aklımdan bir türlü çıkmayan Ateş yüzünden kendime kızdım. Nasıl olduğunu çok merak ediyorum. Ameliyattan çıktı mı? Ameliyatı nasıl geçti? Şimdi durumu nasıl? Doktor ne diyor? Tüm bunları çok merak ediyorum ama hiç kimseye soramıyorum. Nasıl soracağım ki zaten? Herkes bir şeyleri yanlış anlamaya dünden hazır, bir de bununla uğraşamam. Şimdi değilse bile elbet öğreneceğim neler olduğunu, nasıl olduğunu.

Telefonumu cebimden çıkardım, kapalı olduğunu fark ettim, açtım. Açıldıktan sonra görmeyi beklediğim tek şey yeni bir mesaj oldu ama ne mesaj vardı ne de arayan. Telefonu yeniden cebime koyarken asansör durdu, kapıları açıldı, indim ve çıkışa doğru yürüdüm. Ne olursa olsun dikkatli olmam lazım, başıma bir şey gelmesine izin vermemem gerekiyor ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum.

Artık bir süreliğine de olsa polis değilim. Her an arayıp yardım isteyeceğim polisler yok. Tek bir arkadaşım yok. Tufan müdür arkamda değil. Taner başkomiser asla yardım etmez bana. Benimle bir işe girmez. Bir tek Ceyhun var fakat onu da bu işe bulaştırıp başına bela açamam, bu yükün altına giremem. Tek başımayım yani, hiç kimsem yok, bu sefer gerçekten yalnızım.

Hastaneden çıktım, çıkar çıkmaz gördüğüm ilk şey ileride duranlar oldu. Herkes orada duruyordu. Erdem, Doğan, Cansu ve Savaş. Kaşlarımı çattım, niye bahçedeler ki? Niye içeride değiller? Hararetli bir şekilde bir şeyler konuşuyorlardı. Bir sorun olduğu belliydi. Acaba Ateş'e mi bir şey oldu? Yok canım öyle bir şey olsa böyle durup da konuşmazlar. Girip neler olduğunu öğrensem mi? Zaten hepsi dışarıda değil mi?

Aldığım kararla yeniden hastaneye girdim ve koşarak danışmaya gittim. Danışmadan ameliyattan çıktığını ve yoğun bakıma alındığını öğrendim, yoğun bakımın olduğu katı öğrenip oraya çıktım. Elimden geldiği kadar hızlı davranıyordum çünkü birilerine yakalanmak isteyeceğim en son şey bile değil.

Yoğun bakımı buldum, içeriye giren bir hemşireye Ateş'i sordum. Tabii ki Barış olarak sormak zorunda kaldım. Doktoruyla konuşmamın daha doğru olduğunu söyledi ama biraz ısrar edince de doktorun Erdem'lere söylediği şeyleri yineledi.

"Doktor Bey ameliyatının iyi geçtiğini, durumunun da şimdilik iyi olduğunu, bir süre yoğun bakımda gözetim altında kalacağını ve daha kesin bir şeyleri durumunu takip ettikten sonra söyleyeceğini söyledi." Dedi, iyi olduğunu öğrenmek biraz rahatlamama neden oldu.

"Teşekkür ederim." Diyerek kızı rahat bıraktım. O yoğun bakıma girip işine dönerken iyi ki de gelip sordum diye geçirdim içimden. Yoksa tüm gece içim içimi yiyecek ve meraktan çatlayacaktım.

Yeniden hastaneden çıkmak için asansöre yöneldim, tam o sırada gördüğüm kişiyle donup kaldım. Bu o kadındı, 2 yıl önce Ateş'in karısı olduğunu öğrendiğim kadın. Karşıma kadar çıkıp aramızda hiçbir şey yok, olmadı hiçbir zaman da olmayacak, onu hayatımda sadece birkaç kez gördüm diyen kadın. Fakat sonradan boy boy fazla samimi fotoğraflarını gördüğüm kadın.

Öfkem gün yüzüne çıktı, bastırmaya çalıştım ama engel olamadım. O fotoğraflar bir bir gözlerimin önünden geçtim. Bu kadına sarıldığı, öptüğü o anlar geldi gözlerimin önüne. Sonra da bizim yaşadıklarımız. Canım yandı hem de çok yandı. Hızla arkamı döndüm kadına. Beni fark etsin istemedim. Onun aksi yönüne hızla yürüdüm, bulunduğum koridordan uzaklaşınca adımlarımı yavaşlattım.

Durdum, sırtımı duvara yasladım, elim kalbimin üzerine gittim. Niye kimse canımın yandığını görmüyor? Niye kimse beni düşünmüyor? Niye herkes bir tek onu düşünüyor? Onun canının yandığından, ihanete uğradığından bahsediyor? Niye kimse benim kırık kalbimi görmüyor? Bu kadar mı değersizim herkesin gözünde? Bu kadar mı önemsizim?

Gözlerimi sımsıkı kapattım, içimdeki tüm acıyı bastırdım. Bağırmak, haykırmak istediğim her şeyi yuttum, sustum. Haykırsam ne olur ki onlar beni duymak istemedikten sonra? Duymak isteyen fısıltımı bile duyar, haykırmaya ne gerek var ki?

Ağır adımlarla ilerledim hastane koridorunda. Bu taraftaki asansöre binip yeniden indim en alt kata ve çıktım hastaneden. Hâlâ hepsi aynı yerde duruyorlardı. Gözlerimi onlardan çekecekken bir anda göz göze geldik. Hepsi bana baktılar. Tek tek baktım gözlerinin içine. Neredeyse hepsinde, Cansu da bile nefret vardı. Nefret ve saf bir öfke. Bu kez güçlü duramadım karşılarında, bakışlarımı önüme çevirdim, çıkışa doğru yürüdüm. Mecburen önlerinden geçmek zorundaydım.

Ellerimi cebime koydum, hiçbirinin yüzüne bakmadım bu kez. Omuzlarım çökmüş, yorgun ve bitkin bir şekilde geçtim önlerinden. Onlara bakmadığım hâlde bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Onların bakışları eşliğinde hastaneden çıktım, kapıda duran taksilerden birine gittim.

Taksinin kapısını açtım, binmeden önce dönüp onlara baktım ve hâlâ bana baktıklarını fark ettim. Fakat ben onlara döner dönmez hepsi önüne döndü. Muhtemelen neler olduğunu merak ediyorlardı. Taksiye bindim, evin adresini verdim. Araba hareket ederken de başımı cama yasladım, gözlerimi kapattım.

Çok yorgunum. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak. Çökmüş gibi hissediyorum kendimi. Sanki bir daha kalkamayacak gibi. Yine her şey üst üste geldi. En kötüsü de sadece benim üstüme geldi. Ya da onların da geldi ama onlar hiçbir şey anlatmayıp her şeyi gizledikleri için ben bilmiyorum.

Eve ne ara geldim ne ara evime çıkıp da içeriye girdiğimi de anlamadım. Zaten hep böyle olurdum. Aklımda başka bir şey varken ne yaptığımın farkında olmazdım.

Eve girer girmez kapıyı kilitledim. Montumdan ve ayakkabımdan kurtulduktan hemen sonra pencerelere gittim, perdeleri çektim, içerinin görünmesine engel oldum. Daha sonra yatak odama gittim, oranın da perdelerini çektikten sonra üzerimdeki kazaktan ve pantolondan kurtuldum, evden çıkmayı düşünmediğim için de bir şortla tişört giydim, odadan çıktım.

Mutfağa gittim, dolabı açtım, içine baktım. Bomboştu, bir parça ekmek bile yoktu. Günlerce eve uğramazsam, evde tek bir gün bile geçirmezsem böyle olur işte. Dolabın kapağını kapattım, gözlerim mutfakta gezindi ama bir şeyler bulamadım. Zaten boş dolabı görmek tüm iştahımı kapattı, canım bir şey yemek istemedi.

Mutfaktan çıktım, salona gittim. Çekmeceleri karıştırıp evdeki silahımı buldum. Bu silah üzerime kayıtlıydı ve ruhsatı da vardı. Silahı orta sehpanın üzerine koydum. Salonun ışıklarını kapattım, pencerenin kenarına gittim ve tül perdenin ardından sokağa baktım, şüphe çeken bir şeyler aradım.

Dakikalarca bakmama rağmen ne evin önünde ne de tüm caddede şüphe çeken hiçbir şey görmedim. Her şey normal akışında ilerliyordu. Ayakta durmaktan ayaklarım ağrımaya başlayınca salona döndüm, ışıkları açmadım ama. Karanlıkta oturmayı sevdiğimden bu şekilde oturdum.

Başımı geriye yasladım, salonun tavanına gözlerimi diktim ve tüm olanları sakin kafayla düşündüm. Bir ipucu bulmam lazım, küçük de olsa ipucu. Ancak o şekilde elime bir şeyler geçer. Böyle elimde hiçbir şey yokken bir şeyler yapmak resmen boşa kürek çekmek olur. Bu da sadece bedenimi ve zihnimi yorar. Başka hiçbir şey olmaz.

Gözlerimi kapattım, sakin sakin düşünmeye devam ettim. Katil olabilir mi ihtimalini aklımdan tamamen çıkardım. Erdem ağzından kaçırmıştı, bu konu üzerinde epey bir konuştukları belliydi. Savaş ve Cansu böyle hassas bir konuda gerçekten emin olmadan hiçbir şey söylemezlerdi. Bu yüzden onlara güvendim ve katil yaşıyor mu sorusunu aklımdan çıkarıp attım. Geriye aklıma gelen tek mantıklı bir şey kalıyordu. Katil öldü ama bu konuyla ilgisi olan birileri yaşıyor, intikam almaya çalışıyorlar. Aklıma mantıklı başka hiçbir şey gelmiyor. Zaten her şey geçmişte olup bitenlere bu kadar çok benziyorken bu konunun başka bir şeyle ilgisi olamazdı.

Ben tüm bunları düşünürken salondaki sessizliği bozan şey çalan telefonum oldu. Gözlerimi açtım, doğruldum ve sehpanın üzerinde duran telefonu aldım, Ceyhun'un aradığını gördüm. Kimseyle konuşmak istemediğimden aramasını meşgule atıp evde olduğuma ve uyuyacağıma, beni merak etmemesine dair bir mesaj attım. Bu mesajdan sonra bir daha atamayacağını bildiğimden de telefonu yanıma bıraktım, yeniden geriye yaslandım, düşünmeye devam ettim.

Kim bir katilin intikamını almak ister ki? Kardeşi olamaz, bilinen tek kardeşi ölmüştü, Ateş böyle anlatmıştı. Hatta biz de onu kullanmaya çalışmıştık katili yakalamak için. Önce yetimhanede sonra sokakta büyüdüğü için akrabası da olamaz. Bizimle uğraşan ya ona çok sadık bir adamı ya da yakın bir arkadaşı. Aklıma başka ihtimal gelmiyor.

Telefonum bir kez daha çaldı, tüm düşünceler dağıldı zihnimde. Uzanıp telefonu aldım, Cansu'nun aradığını gördüm, kaşlarımı çattım. Niye arıyordu şimdi? Bakışları gözlerimin önüne geldi. Öfkesini ve nefretini hisettirdim kendime ve aramayı duymamazlıktan geldim, telefonu yerine bıraktım. Niye aradığı umurumda değil ne olduğu da umurumda değil. Ne onunla ne de bir başkasıyla konuşmak istemiyorum, kendi sesim dışında kimsenin sesini duymak istemiyorum. Yeterince insanların nefretine maruz kaldım, daha fazla kalamam.

Arkama yaslandım, gözlerimi kapattım ve huzur bulmayı düşünürken telefonum bir kez daha çaldı, izin vermediler. "Aaa yeter ama ya! Bu ne böyle! İnsana bir rahat vermiyorlar!" Söylenerek aldım telefonu elime ve gördüğüm isimle şaşırıp kaldım, Savaş arıyordu beni. İsmi telefonumda en son ne zaman yazmıştır onu bile hatırlamıyorum. O beni iş için bile aramaz, şimdi niye arıyor ki?

Neden aradığını çok merak etsem de açmadım telefonu. Niye açayım ki? Kim bilir ne söyleyecek de canımı sıkacak! Bu yüzden onun da aramasını açmadım, açmaya gerek duymadım. Arayıp nasılsın iyi misin diye soracak hâlleri yoktu, canımı sıkacaklardı. Yeterince sıkkın zaten canım diye içimden geçirirken telefon yeniden çalmaya başladı.

"Açmayacağım işte ya açmayacağım! Ne arıyorsunuz be! Aramayın işte aramayın!" Kendi kendime konuşup telefonu tamamen kapatmak için elime aldım, bunu yapacağım hâlde ekranda gördüğüm numara yüzünden durup kaldım. Yabancı bir numara arıyordu. Kaşlarımı çattım. Yine mi başlıyoruz? Buna cesaretim var mı? Tabii ki var! Geri adım atmak, kaçmak hiç bana göre değil!

Cesaretimi topladım, duyacağım her şeye kendimi hazırlayarak aramaya yanıt verdim, kulağıma götürdüm ama hiçbir şey söylemedim, ilk onun konuşmasını bekledim. "O kadar reddettiğin aramadan sonra beni de açmazsın diye düşündüm." Sesi kulaklarıma robotik geldi. Fakat o kadar inceydi ki sanırım karşımda bir kadın vardı. Hem aramaları reddettiğimi nereden biliyor? Nasıl biliyor? Artık hiçbir şeye şaşırmıyorum.

"Beni merak ediyorsun değil mi?" Diye sordu, konuşmam gerektiğinin farkına varıp kendimi toparladım ve sesimin düzgün çıkmasına dikkat ederek konuştum.

"Aslında hiç merak etmiyorum, kim olduğunu öğrenmek istemiyorum, amacının ne olduğunu da öğrenmek istemiyorum. Fakat öğrenmek zorundayım değil mi? Bunun için aradın zaten." Dedim, gerçekten de öğrenmek istemiyordum. Çünkü bu başıma daha büyük belalar açardı hep.

"Bunun için aradım. Zaten kendimi saklamak, gizemli olmak gibi bir niyetim yok. Kim olduğumu bilseniz bile asla beni bulamazsınız." Dedi, sesinin robotik gelmesi kulağımı rahatsız ediyordu. "Ayrıca seninle anlaşma yapmak için aradım." Dediği an kaşlarımı çattım, devam etti. "Seninle anlaşabiliriz Mira."

"Seninle herhangi bir anlaşmaya varabileceğimi sanmıyorum. Sen bir suçlusun, bir polis memurunu ve bir vatandaşı kaçırdın, birini yaraladın. Hastanede araba patlattın, onlarca insanın yaralanmasına sebep oldun. Hatta belki ölen bile vardır. Tüm bunlar senin yaptığın şeylerken hangi cesaretle bana anlaşma teklif edebiliyorsun?" Diye sordum, geriye yaslandım. Bu iş gittikçe ilgi çekici bir hâl arıyordu.

"Savaş olacak Mira, büyük bir Savaş." Tek kaşım istemsizce kalktı. "Bu savaşta bir taraf tutmak zorundasın. Unutma sen artık ne birilerinin arkadaşısın ne de polissin. Yalnızsın sen Mira, çok yalnızsın. Savaş kalabalık olur, o kalabalığın içinde yalnız kalmak istemezsin." Göz devirdim.

"Benden ne istiyorsun? Nasıl bir anlaşma bu?" Diye sordum, belki bir şekilde onu kandırabilirdim.

"Aklından neler geçirdiğini çok iyi biliyorum Mira." Dedi, kaşlarımı çattım. "Beni kandırmaya çalışacaksın."

"Gerçekten seninle bir anlaşma yapacak olsam bile hiçbir zaman bundan emin olamayacaksın. Bu yüzden sana kendimi inandırmam gerektiğini hiç düşünmüyorum. Şimdi teklifin ne onu söyle bana." Dedim, duymayı gerçekten istiyordum.

"Sana yaşamayı vaad ediyorum Mira." Dedi, kaşlarımı biraz daha çattım, yaşamak mı?

"Eğer benim tarafımda olursan yaşarsın, çünkü benim seninle hiçbir işim yok ama onların tarafında olursan onlarla birlikte ölürsün Mira. Tıpkı onların gözlerinin yaşına bakmayacağım gibi seninkine de bakmam!" Resmen açık açık tehdit ediyordu.

"Teklifim ise ölüm, ölüm istiyorum senden." Öylece kaldım, hiçbir şey diyemedim. Ölüm mü?

"Onları öldürmeme yardım edeceksin, yeniden gireceksin içlerine. Bu kez benim için..." Devam edemedi çünkü devam etmesini beklemeden gülmeye başladım. Ciddi ciddi bunu söylemek için mi aramıştı yani ben? Onların içine yeniden gireceğim ve onun istediklerini yapıp ölüm getireceğim öyle mi? Kafayı yemiş olmalı.

"Sen ciddi ciddi benim bunu kabul edeceğimi mi düşünüyorsun?" Diye sordum alay dolu sesimle ve devam ettim. "Her kimsin bilmiyorum ama beni hiç tanımıyorsun. Ben masum hiç kimsenin katili olmam bu bir! İkincisi; ben katillerle, suçlularla iş birliği yapmam! Üçüncüsü; ben casus değilim, dizi ya da film çekmiyoruz burada!"

"Sen seçimini yaptın Mira!" Dedi anında ve devam etti. "Yanlış bir seçim yaptın hatta." Göz devirdim. "Onlar çoktan planlarını yaptılar, kendilerini güvene aldılar! Sen yalnızsın, akıllarına dahi gelmiyorsun! Onlar için öldürecek tarafta değil ölecek tarafta olmayı seçtin ama hiçbiri buna değmez. Ben de seni akıllı bir şey sanırdım." Sıkıntıyla ofladım, devam etti.

"Ölümler başlıyor Mira, hepinizin sırası var. İlk sırada sen varsın unuttun mu?" Yüzümdeki alaylı ifade yok oldu. İlk sıra mı? Bizi bir de öldürmek için sıraya mı soktu? Yoksa fotoğrafın üzerinde yazan 1 bunun için miydi? İşte şimdi taşlar bir bir yerine oturmaya başlamıştı.

"Bundan sonra kendini koru Mira, tüm gücünü sadece bunun için harca. Çünkü ölüm artık ensende. Nefesini hissediyor musun?" Tüylerim diken diken olurken bir anda kapıya yavaş yavaş vuruldu, ses salonda yankılandı. Gözlerimi hızla kapıya çevirdim, birisi belli aralıklarla kapıya vuruyordu. Ürperdim, korku dolu gözlerimi kapıdan çekemedim. Neler olduğunu anlamaya çalışırken son cümlesini de kurdu.

"Ölüme merhaba de Mira, senin için geldi."

***

Bir bölüm daha bitmiş bulunmakta, son sahneyi yazarken ben bile ürperdim hsjsjjsjs

Sizce gelen kimdi? Neler olacak dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%