@gizzemasllan
|
Selam canımın içleri ✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar <3 *** 47. BÖLÜM "SAVAŞ MEYDANI" Korku dolu gözlerim hâlâ ilerideki kapıda iken kapı da yavaş yavaş çalmaya devam etti. Her kimse sanki gerçekten beni ürkütmek istiyormuş gibi kapıya çok yavaş vuruyordu. "Saçmalama Mira! Kapı çalıyor diye mi korkacaksın?" Kendi kendime konuşup ayağa kalktım. Uzanıp sehpanın üzerinde duran silahı aldım, sürgüsünü çektim, mermiyi namluya getirdim, sıkı sıkı tutup kapıya yürüdüm. O sırada salonun ışıklarını da açtım. Adımlarımı o kadar yavaş attım ki birinin duyması imkânsızdı. Kapıya ulaştım, derin bir nefes aldım, göreceğim şeye kendimi hazırlayıp kapının deliğinden baktım, şaşkınca kaldım. Korku falan kalmadı, gerginliğim yok olup gitti. Tüm bu duygular yerini şaşkınlığa bıraktı. Kapıdaki Doğan ve Erdem'di. Ne işi var bunların burada? Delikten geri çekildim, kapının kilidini açtıktan sonra da kapıyı açtım, silah hâlâ elimdeydi. Kapıyı açmamla birbirlerinde olan bakışları beni buldu. Erdem'in gözleri doğrudan elimdeki silaha giderken Doğan yüzüme baktı. "Silahla mı açıyorsun bize kapıyı?" Diye sordu Doğan, silahı daha önceden fark etmiş olsa gerek. "Son günlerde nereden ne çıkacağı pek belli olmuyor, ben de kendimce tedbirler alıyorum." Dedim, gözlerim ikisinin arasında gidip gelirken de "Sizin burada ne işiniz var? Niye geldiniz?" diye sordum. "Konuşmamız lazım." Dedi Erdem, kaşlarımı çattım. Önce ne hakkında konuşacak diye düşündüm ama daha sonra bunu anlamam çok uzun sürmedi. "Bildiğim her şeyi anlattım, olan biten sana anlattığım kadar. Eğer hâlâ ona zarar verenin ben olduğumu düşünüyorsanız da gidin polise şikâyet edin, gereken yapılır. Onlara da her şeyi anlatırım ama lütfen artık beni rahat bırakın." Dedim, bir adım geri gidip eve girdim, kapıyı yüzlerine kapatacakken son anda Erdem'in söylediği şeyle bunu yapamadım. "Onu vuranın sen olmadığını biliyoruz." Gözlerimi yeniden ona çevirdim, devam etti. "Başka bir şey konuşmak için geldik." Sesi gayet sakin çıktı, gözlerim ikisinin arasında gidip geldi, gerçekten de başka bir şey var gibiydi. "Müsaaden olursa içeride konuşalım." Dedi Erdem, sadece ona baktım. O birinin ayağına gidip de konuşmak için bu kadar ısrar edecek bir adam değildi. Nemrut, soğuk, umursamaz biriydi. Eğer kapıma kadar gelip konuşmamız lazım diyorsa gerçekten lazımdır. Bu yüzden uzatmayıp az önce yüzlerine kapatacağım kapıyı biraz daha açtım, kapının önünden çekildim. "Geçin." Dedim, ilk giren Erdem oldu, peşinden de Doğan girdi. Silahla salonu gösterdim. "Oturun." Dedim, ikisi de elimdeki silaha baktılar, bir an bu durum komik geldi ama yine de gülmedim. Onlar dediğimi yapıp salona geçerken silahın emniyetini açtım, bir kaza çıkma ihtimalinin önüne geçtim. Hâlâ açık olan kapıyı da kapatıp yanlarına gittim. Karşılarındaki koltuğa oturmadan hemen önce silahı sehpanın üzerine bıraktım. "Dinliyorum sizi." Dedim, ikisi de birbirlerine baktılar, ne söyleyecekler gerçekten çok merak ediyorum. "Şu sana gelen fotoğraf." Diye konuya girdi Erdem ve cebinden telefonunu çıkardı, bir şeyler yaptı, bana uzattı. "Al bak." Deyince merakla telefonu elinden aldım ama elimden geldiği kadar ağır davrandım, meraklı olduğumu belli etmedim. Ekrana baktım, Erdem'in fotoğrafını ve üstünde yazan 3 sayısını gördüm. Çok iyi biliyordum onlara da aynı fotoğraflardan geldiğini. "Bana da geldi." Dedi Doğan, gözlerimi ona çevirdim, ekledi. "Hatta hepimize. Hem de aynı anda." Telefonu yeniden Erdem'e uzattım, aldı. "İkinci sırada Ateş var, üçüncüde de gördüğün gibi ben. Daha sonra da Savaş, Cansu ve Doğan diye devam ediyor. Sıralama bu şekilde." Geriye yaslandım, az önceki telefon görüşmesi geldi aklıma. Muhtemelen bu bizi öldüreceği sıraydı. Resmen ölüm sırasına dizmişti bizi. O sıranın başında da ben varım. "Ölüm sırası bu." Dedim, ikisi de kaşlarını çattı, anlamsız bakışlar attı. "Bizi öldüreceği sırayı söylemeye çalışıyor." Erdem konuşmak istedi ama devam edip engel oldum. "Bunu bizzat o söyledi bana." Dediğim an şaşırıp kaldılar. "Siz gelmeden önce telefonda onunla konuşuyordum." Erdem'in bakışları sertleşti. "Ne demek bu? Nasıl konuşuyordun?" Omuz silktim. "Kendisi aradı beni." Dedim gayet rahat bir şekilde. Sanki çok sıradan birisiyle konuşmuşum gibi. "Siz de tedbirli olsanız iyi olur, hepimizi öldürmek istiyor." Dedim sıkıntıyla ofladım ve ekledim. "Kim olduğunu da saklamak gibi bir niyeti yokmuş. Sesini değiştirmişti ama o kadar ince geliyordu ki sesi kadın olduğunu anlamak zor olmadı." İkisi de dikkatle dinliyordu beni. "Bu kadar, başka bir şey yok. Siz bana bu fotoğrafı göstermek için mi geldiniz?" Diye sordum, kadın olduğunu tahmin ettiğim o kişinin bana yaptığı tekliften hiç bahsetmedim, gerek duymadım. "Başta yanlış anladık seni." Dedi Erdem, ona baktım. Elini sakallarına attı, kaşıdı. "Ateş'e zarar verdiğini düşündük o telaşla ama yapmayacağını da biliyoruz. Bilmen gerek diye düşündüğümüz için geldik, bu bela sadece senin değil bizim de başımızda." Deyip iç geçirdi ve ekledi. "Dikkatli ol." Hiçbir şey demedim, sessiz kalmaya devam ettim. Bu kadar yolu sadece beni uyarmak için mi gelmişlerdi yani? "Açığa alındığını duyduk." Diyen Doğan'a baktım, nasıl duyduklarıyla ilgilenmedim. Pek de umurunda değil çünkü. "Savaş ve Cansu seni aradılar ama açmadın." Deyince Savaş'ın arama sebebini de öğrenmiş oldum. "Duymamışım." Dedim ama bunun yalan olduğunu eminim ki onlar da biliyorlardı. "Aramızda en korumasız olan sensin." Dedi Erdem. "Bahsettiğin ölüm sırasının başında olan da sensin." Gözlerimi önüme çevirdim, işte bunda haklıydılar artık. Hem yalnızım hem de ilk hedef benim. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yok. "Belki de amacı budur." Diye devam etti Erdem, sessizliğimi koruyup sadece onları dinlemeye devam ettim. "Bunları sadece bize kendini tanıtmak için yaptığını düşünmüyorum. Gerçekten amacı seni yalnız bırakıp ilk hedefine kolaylıkla ulaşmak olabilir." Erdem'in söylediği şey mantıklı geldi, zaten başka ne gibi bir amacı olabilirdi ki? "Ateş'i öldürmek isteseydi kafasına ya da kalbine sıkardı, omzuna değil. Bilerek yaraladı, daha doğrusu yaralanması için emir verdi çünkü sıra onun değildi, ilk sıra senin. İkinizi bilerek bir araya getirdi ve senin yanında Ateş'i yaraladı. Çünkü bir polis olarak bütün olaylardan uzakta kişisel bir mesele yüzünden böyle bir olaya karışırsan açığa alınacağını çok iyi biliyordu. Bu olanların tüm sebebi bu, senin açığa alınmana sebep olup yalnız kalmanı sağlamak." Bakışlarımı önüme çevirdim, yere baktım. Telefonda bana yaptığı teklifi hatırladım. Muhtemelen amacı Erdem'in de dediği gibi beni yalnız bırakmaktı ama yalnız kalmamı istemesinin sebebi hiçbir zaman beni kolaylıkla öldürmek olmadı, kendi tarafına çekmekti. Yüzümde alaylı bir ifade oluştu, bana gerçekten ihtiyacı olsa gerek. Yoksa asla böyle bir şey yapmaz, bunu düşünmez bile. Bu kadar şeyden sonra da benden aldığı ilk hayır cevabında pes etmez. Bir kez daha bana ulaşmaya çalışacak, beni kendi tarafına çekmek için çabalayacak. O zamana kadar da ölüm yok. Ne bana ne de diğerlerini. Çünkü ölüm sırasına göre beni öldürmeden diğerlerine hiçbir şey yapmaz. "Tehlikenin içindeyiz Mira." Dedi Erdem, yerdeki bakışlarım onu buldu. "En çok da sen, çünkü şu an tam istediği konumdasın." İç geçirdim, düşündüğüm şeylerden onlara bahsetmedim. Bilmemeleri şimdilik benim için çok daha iyiydi. "Uyardığınız için teşekkür ederim." Dedim gayet samimi bir şekilde, tersleyecek hâlim yoktu. Ne de olsa gerçekten benim iyiliğim için buraya kadar gelmiş, karşımda oturuyorlardı. "Dikkat edeceğim, ben kendimi ne kadar korursam sıra size gelmez. Eğer koruyamazsam da başıma bir şey gelirse siz kendinizi koruyun. Çünkü o zaman sıra size gelmiş olacak." Yine ikisi birbirlerine baktılar, sanki buraya başka bir şey için daha gelmiş gibiydiler. Yoksa uyarılarını yaptıktan sonra kalkıp giderlerdi ama onlar hâlâ karşımda oturuyorlar ve yüz ifadelerinden anladığım kadarıyla gerçekten de bir şey söyleyeceklerdi. "Bana bir şey söylemek istiyormuşsunuz gibi hissediyorum." Ve bakışlar yeniden bana döndü, Erdem başını salladı. "Söyleyeceğiz." Deyince geriye yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Buyurun, söyleyin dinliyorum sizi." Dedim ama her ne söyleyeceklerse söylemediler, sessiz kaldılar. Kızacağım bir şey mi acaba? Bu yüzden mi bu kadar çekiniyorlar? "Sana yardım etmek istiyoruz." Dedi Doğan, şaşkınca kaldım. Yardım mı? Onlar mı? Ciddiler mi diye dikkatle baktım yüzlerine ve gayet ciddi olduklarını gördüm. "Yardım mı?" Diye sordum, Erdem başını salladı. "Siz mi?" İnanmak istercesine sordum, Doğan konuştu. "Bunu yaptığın şeyin karşılığı olarak düşün." Gözlerimi ona çevirdim, devam etti. "Sen bizim kardeşimizin hayatını kurtardın. Bize de söylediğin gibi oradan kaçıp bir tek kendini kurtarabilirdin. Başının belaya gireceğini bildiğin halde kardeşimizi kurtardın. Biz de bunun karşılığını ödemek istiyoruz." Kaşlarımı çattım, sebep bu muydu yani? "Ateş kimseye borçlu kalmaz, zor durumda olduğunu da..." Erdem'in sözünü kestim. "Sizi buraya o mu gönderdi?" Diye sordum anında, Doğan hemen itiraz etti. "Buraya gelmemizle onun hiçbir ilgisi yok Mira! Adam hâlâ yoğun bakımda zaten, uyanmadı bile. Nasıl haberi olsun da bizi buraya göndersin? Fakat uyanık olsaydı da aynı şeyi o da yapmak isterdi." Sakin kalmaya çalıştım, Doğan devam etti. "Sen de az çok biliyorsun Mira, Ateş kimseye borçlu kalmaz. Sana hiç kalmaz. Sen onun hayatını kurtardın o da yaşaman için sana yardım etmek isteyecektir. Ayrıca şunu da sakın unutma; bu sadece senin değil, hepimizin meselesi. Sen ölme ki sıra bize de gelmesin değil mi?" Dedi alaylı bir ifadeyle ve geriye yaslandı. "Tüm mesele bu, buraya da bunu söylemek..." Erdem'in sözünü kestim. "İstemiyorum." Dediğim an ikisi de susup kaldı, sadece baktılar bana. "Ben kendi kendimi korurum, hiç şüpheniz olmasın." Doğan konuşmak istedi, bunu fark ettiğim an engel oldum. "Burada hepimiz biliyoruz ki biz birbirimize güvenemeyiz, beraber bir iş yapamayız." Dedim, tuttuğum nefesimi bıraktım ve sakin sakin konuşup doğruları söylemeye devam ettim. "Yapsak bile her iki tarafta birbirinin arkasından iş çevirecek çünkü karşı tarafa güvenmeyecek. Ne siz bana yardım edebilirsiniz ne de ben sizden yardım alabiriim, buna da ihtiyacım yok zaten. Kimsenin bana da borcu falan yok, insanlığımdan yaptım ben. Karşılığında bir şey beklediğim için yapmadım." Sessiz kaldılar. "Bu bir savaşsa eğer sizlerle ben aynı taraftayız ama aynı yolda olamayız, bu sadece bize zarar verir. Herkes kendini korusun ben de kendimi korurum. Biz aynı yolda yürüyemeyiz şu saatten sonra." İçimden geçenleri söyledim, çünkü doğrular bunlardı. İhanetlerin örtülediği bir geçmişten sonra güven dolu bir gelecek olamaz. Ben hep onlardan şüphe edeceğim onlar da benden. Başka türlüsü mümkün değil. "Sen bilirsin." Dedi Erdem ve ayağa kalktı. "Biz üstümüze düşeni yaptık. Eğer senin de dediğin gibi bu bir savaşsa artık teksin, buna göre hareket et. Kendini iyi koru, arkanı kolla. Bu kişi her kimse bize çok yakın, dikkatli ol." Diye uyardı, başımı salladım. "Olurum." Dediğimde Doğan da ayağa kalktı, birkaç saniyelik bakışmanın ardından gözlerini çekti benden, hiçbir şey demedi. Erdem de demedi, ben de sessiz kaldım. Sessizce çıkıp gittiler evden, arkalarından baktım. Bu gerçekten bir savaş artık ve bu savaşta iki taraf var. Birinci taraf; kim olduğunu bile bilmediğim sadece kadın olduğunu tahmin ettiğim kişi. İkinci taraf da; bir zamanlar arkadaşım dediğim, içinde sevdiğim adamın da olduğu bir grup ve ben iki taraftan da gelen yanımızda ol teklifini reddettim. Şimdi iki ateşin ortasındayım ve tek başımayım. Kendimi bir şekilde bu işin içinden çekip kurtarmam lazım. Hayatım artık bir bok çukurundan farksız olsa da o çukurda yaşamayı öğrenmem lazım. Çünkü ölmek istemiyorum. Orta sehpada duran silahıma baktım. Kendimi bir tek bununla koruyabilirim fakat eğer biraz mantıklı olur ve zekice düşünürsem bunu kullanmama bile gerek kalmaz. Bir taraf gerçekten iyiliğimi istediği için yardım teklif etti. Farkındayım bunun, başka bir amaçları yok ama diğer taraf bana ihtiyacı olduğu için bu teklifi yaptı. Eğer biraz düşünürsem bu ihtiyacı kullanabilirim. Oturduğum koltuktan kalktım, pencereye gittim. Tül perdenin ardından evin önüne baktım. Doğan ve Erdem çıkmış, arabaya biniyorlardı. Onlar evin önünden uzaklaşıp giderken bakışlarım caddede gezindi. Şüphe çeken ya da tuhaf bir şey var mı diye bakındım etrafa bir kez daha ama hiçbir şey yoktu. Pencerenin kenarından çekildim, salonun ışıklarını yeniden kapatıp kapıyı kilitledim ve salona döndüm. Koltuğa oturdum, ayaklarımı orta sehpaya uzattım. Rahat yatağım dururken burada uyumaya karar verdim. Gözlerimi kapattım, başımı geriye yasladım. Karanlık odanın tavanına baktım. Zihnimde onlarca şey dönüp duruyordu. Bunlara son veremiyorum, çıkmıyorlar aklımdan bir türlü. En nefret ettiğim huyum tam olarak bu. Bir şey olduğu zaman onu düşünmeden duramıyorum. Sürekli aklımda, zihnimi meşgul ediyor, beni rahatsız ediyor. Bir çözüme kavuşmadan da asla çıkmıyor. Elim başıma gitti, çok kötü ağrıyordu. Bayıltmak için her neyle vurdularsa çok acıtmıştı. Tabii bir de sızlayan bileğim vardı. İplerden kurtulayım derken kendi kendimi kesmiştim ve şu an çok fena sızlıyor. Bunların yanı sıra tüm vücudum ağrıyor, hiç hâlim yok. Yorgunum hem de çok yorgunum ve bu yorgunluk bir türlü geçmek bilmiyor. Vücudumdaki ağrıları düşünürken uykum daha ağır bastı. Düşünceler zihnimde silikleşti, başım yana düştü, unutmak istediğim her şey yok oldu ve uykuya daldım. ***** Karşımdaki boğaza bakıp iç çektim, boğaz havası almak kendimi daha iyi hissetmeme neden olurken birkaç dakika önce geldiğini fark ettiğim Ceyhun yanıma oturdu, denize bakmaya devam ettim. "Günaydın." Dedi oturur oturmaz fakat gün bana hiç de aymamıştı, canım çok sıkkındı. Buna rağmen "Günaydın." diye karşılık verdim. "Saat sabahın altısı." Dedi Ceyhun imayla ona döndüm, devam etti. "Sabahın beşinde aradın beni, ben de bir şey oldu zanettim. Sen hiç uyumuyor musun?" "Uyudum, uyandım, fazlasına ne gerek var? Neyse boş ver şimdi sen beni, ne oldu dünden sonra? İnci Şahin cinayetinde bir gelişme var mı?" Diye sordum, cevap vermesini bekledim ama onun yaptığı tek şey elini ağzına bastırıp esnemek oldu. Esnedikten sonra cevap verir diye bekledim fakat bu sefer de gözlerini ovaladı. "Ya sen o kadar yol geldin hâlâ uyanamadın da mı burada böyle esniyorsun?" Diye sordum, kaşlarını çattı. "Mira benim evim, birkaç sokak arkada sadece. Sen aceleyle arayınca nasıl giyinip çıktım da buraya geldim onu bile hatırlamıyorum. Hâlâ uyanamadım yani ve ilk duyduğum şey bir cinayet oluyor." Sitem edercesine söyledi bunları, saate baktım ve henüz daha yeni yeni altı olduğunu gördüm. Gerçekten de biraz erken davranmışım ama olsun, sonuçta erken kalkan yol alır. "Söylenmeye devam edeceksen gideyim ben sonra konuşuruz. Yok konuşacağım diyorsan da bence bir an önce anlatmaya basla." Derin bir nefes aldı, başını salladı, gözlerini boğaza çevirdi. Geriye yaslandı, bana değil boğaza bakarak konuştu. "Hiçbir gelişme yok. Kızın eski sevgilisi Kadir'le bir daha konuşuldu ama hiçbir şey çıkmadı. Valize ulaşılamadı, kızın bindiği ikinci taksiden de hiçbir şey çıkmadı. Yarı yolda inmiş taksiden, kamera kayıtlarında da görünüyor ama bir süre sonra kameranın açısından çıkıyor, kayboluyor. Sonrasında da ne olduğunu bilmiyoruz, sonuç olarak ölüyor. Ölüme nasıl gittiğine dair elimizde hiçbir şey yok." Sıkıntıyla ofladım, bu hiç iyi olmamıştı. Nedense içimden bir ses bu cinayetin gizemli kişiyle bir bağlantısı olduğunu söylüyor. Bu yüzden bu kadar önemsiyorum. Sanki bu cinayeti çözersek ona dair de bir şeyler bulabilecek gibi hissediyorum. "Olay yeri kızın bulunduğu yer olarak kabul edildi. Yani senin başka bir yerde öldürülmüş diye savunduğun şeyi göz ardı ediyorlar. Sadece bu da değil cinayete dair ürettiğin tüm teoriler göz ardı ediliyor Mira." Alayla güldüm, gerçekten böyle bir şey yaptıklarına inanamıyorum. Tamam anladık beni sevmiyorlar ama ortada bir cinayet ve katil var. Her şeyi doğru düzgün açıklayıp teorilerimi destekleyecek şeyler sundum önlerine ve onlar mantığı bir kenara bırakıp sadece beni sevmiyorlar diye kendi bildiklerini yapıyorlar. Bu tamamen saçmalık, akıl dışı bir şey. Nasıl bu kadar aptalca davranırlar anlamıyorum. "Çözemeyecekler yani." Dedim doğrudan, Ceyhun konuşacak gibi oldu ama müdahale ettim. "Ben hâlâ söylediklerimin arkasındayım. Fakat onlar duygularıyla hareket edip mantıklı olan her şeyi itiyorlar. Bu tamamen saçmalık!" Diye çıkıştım sanki bunu yapan Ceyhun'muş gibi. "Bunun doğru olmadığını ben de söyledim ama tek başımayken sözümün onlar için pek bir hükmü olmadı. Taner başkomiser, Tufan müdür de arkalarında olup onlara onay verince soruşturmanın seyri değişti. Hatta katilin partide olan biri olduğunu düşünüyorlar ve oradakileri soruşturmaya başladılar." Ellerimi yumruk yaptım, elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım. "Gerçekten saçmalık! Katil her kimse onun istediğini yapıyorlar şu an! Muhtemelen birkaç gün içinde o partiden birini suçlu bulacak, şüpheli olarak göstericekler. Gerçeği anlayana kadar da ortada ne delil kalacak ne de katile dair herhangi bir iz. Resmen katile bir çıkış kapısı açtılar." Diye söylendim. "Bu senin suçun değil Mira, sen elinden geleni yaptın. Ayrıca görevden uzaklaştırılmamış olsaydın da yapmaya devam edecektin." Beni rahatlamaya çalıştı. Aslında normal bir zamanda olsam bunu asla umursamam. Aksine hata yapsınlar ki bir daha böyle bir şey yapmasınlar isterdim. Sonuçta ne de olsa er ya da geç doğrunun farkına varıp peşine düşecekler. Elbet katil yakalanır derdim ama yok diyemiyorum. Çünkü bu olayın gizemli kişiyle bir alakası olduğunu düşünüyorum ve bir an önce çözülmesini istiyorum. "Bence boş ver, umursama. Er geç her şeyin farkına varacaklar." Düşündüğüm şeyi söyledi ama umursamamak gibi bir lüksüm yoktu. Fakat bundan ona bahsetmek istemedim. "Bence de boş vereyim hem banane ki? Artık polis değilim ne de olsa." Deyip sıkıntıyla ofladım. "Mira bu durum sadece bir süre geçerli. O adamı vurup sana mesaj atan kişi her kimse bulunduğu zaman sen yeniden göreve geleceksin. Tufan müdür eğer seni uzaklaştırırsa koruyabileceğini düşündüğü için böyle bir karar aldı. Belki de haklıdır, biraz uzak mı kalsan olaylardan?" "Ben de öyle düşünüyorum." Düşündüğüm şeyin tam aksini söyledim. "Hem bunu kendim için bir tatil olarak görebilirim." Yalan söylemeye devam ettim. "Biraz kendimi düşüneceğim, kimse umurumda değil." Diye de ekledim inandırıcı olmak için ama oldum mu olmadım mı bundan pek emin olamadım. "Aynen öyle." Dedi Ceyhun ve ayağa kalktı. "Hadi gidip kahvaltı falan edelim bari, karnım çok acıktı." Ayağa kalktım, karşısında durdum. "Sen git, benim başka işlerim var sana katılamayacağım." Kaşlarını çattı "Ne işin varmış? Bak eğer bana böyle konuşup bu işin peşine düşersen fena bozuşuruz." "Merak etme, öyle bir amacım yok. Hem zaten ne yapabilirim ki tek başıma? Yapmaya da niyetim yok zaten, rahat ol. İşim var derken de dedemden bahsediyordum, onun yanına gideceğim. Kaç gündür gidemiyorum, ihmal ettim. Kahvaltıyı onunla yapacağım." Dedim ve inandırıcı olmak için de "Hadi istersen sen de gel benimle." diye ekledim, gelmeyeceğini çok iyi biliyordum. Bu yüzden söylediğim yalandan sonra gönül rahatlığıyla böyle bir teklif yaptım. "Yok, gelmeyeyim ben. Şuralarda bir yerlerde yerim bir şeyler, karakola geçmem lazım." Deyince yalandan yaptığım teklif üzerine hiç ısrar etmedim. "Peki, sen bilirsin." Dedim, gün içinde onu bir daha arayacağımı söyleyip yanından ayrıldım, yol kenarında duran arabama bindim. Dedemin yanına gitmek gibi bir niyetim yoktu. Yapmam gereken bir sürü başka şey vardı ama nereden başlamam gerektiğine dair en ufak bir fikrim bile yok. Arabanın torpido gözüne uzandım, silahı aldım, belime yerleştirdim. Arabayı çalıştırırken dikiz aynasından arkaya doğru baktım. Görünürlerde kimse yoktu ama birilerinin beni takip ettiğinden eminim. Gaza bastım, ıssız yerlere doğru sürdüm arabayı. Gözlerim de sürekli dikiz aynasına gitti. Arkamda onlarca araba vardı ve sürekli değişip duruyordu o arabalar. Caddelerden geçip ara sokaklara girdim, ıssız olduğunu bildiğim bir sokağa girdiğimde peşimden gelen tek bir araba oldu. O kadar uzaktaydı ki ama tüm bunlar olmasaydı birinin beni takip ettiği aklımın ucundan dahi geçmezdi. Takip edildiğimden emin olduktan sonra arabayı durdurdum, gözlerim etrafta gezindi ve başka kimse olmadığından emin olup arabadan indim. Amaçlarının şimdilik beni öldürmek olmadığını tahmin ettiğimden rahattım. Umarım yanılmıyorumdur. Yoksa aldığım bu risk benim ölümüm olacaktı ama almaktan başka da şansım yoktu. Arabadan inince beni takip eden arabaya doğru döndüm. Çok uzakta durmuştu ve içindekilerin şu anda beni izlediğinden emindim. Elimi belime attım, silahımı çıkardım ve onlara gösterdim. Gösterdiğim silahı da arabanın açık camından içeriye attım. Daha sonra da ellerimi kaldırdım, o tarafa doğru yürüdüm. Araba hareket etmedi, içinden kimse inmedi. Bu da beni beklediklerini anlamama neden oldu. Epey bir yaklaştım arabaya, tam karşılarında durdum, ellerim hâlâ havadaydı. En ufak bir şey de bana saldıracaklarını bildiğimden yanlış bir hareket yapmamaya, onları telaşa düşürmemeye çalıştım. Havada olan elimi indirmeden camı indirmelerini işaret ettim. Beni duymaları için bunu yapmaları gerekiyordu. Arabanın dört camından sadece şoför tarafındaki açıldı. Camlar fimli olduğundan içeriyi görmem imkânsızdı. Arabanın tam karşısında dururken de açılan camdan içeriyi görmem mümkün değildi. "Patronunuza Mira teklifini düşünmüş deyin." Dedim, telefondaki o kişiye bir tek bu şekilde ulaşabilirdim. "Yalnız kalmak istemediğimi, bir taraf olmak zorunda olduğumun farkına vardığımı söyleyin." Düşündüğüm şeylerin tam aksini söyledim. Bir bir savaş. Normal bir savaşta iki taraf olur. Ben bu savaşın üçüncü tarafı olacağım. Herkese karşı tek başıma savaşacağım ve kazanmadan durmayacağım. Bunun için de gereken her şeyi yapacağım. Ne demişler? Aşkta ve savaşta her şey mübahtır. "Ona deyin ki Mira bu kararı alırken gururunu da duygularını da benliğini de bir kenara bıraktı, yapmam dediği şeyi yaptı ve yalnız kalmamaya karar verdi." Ellerimi havada tutmaktan artık kollarım acımaya başlamıştı. "Yeterince fedakarlık yapmış yani deyin ve aynı şeyi senden de bekliyormuş deyin. Eğer ona güvenmemi ve benimle yol almayı gerçekten istiyorsa karşıma bizzat kendisi çıkacak." Arabanın içindekiler hiçbir şey yapmamaya devam ettiler, bu da söylediklerimin yerine ulaşacağını anlamamı sağladı. "Bu gece tam saat 8'de evimin önünde bekliyor olacağım. Silahsız ve savunmasız olacağım. Ya beni orada vurur, öldürür ya da karşısına çıkmamı sağlar. Bunları patronunuza eksiksiz bir şekilde söyleyin." Deyip arabaya arkamı döndüm, ellerimi indirdim ve kendi arabama doğru yürüdüm. Yürürken de artık onlardan uzaklaştığım için ellerimi indirdim. "Hadi bakalım umarım tutacak." Diye mırıldandım kendi kendime ve arabama ulaşıp bindim, gaza bastım. Biraz uzaklaştıktan sonra dikiz aynasından arkaya doğru baktım, takip edilmediğimi fark ettim. Peşimi bırakmışlardı. Onların yanlarından ayrıldıktan sonra gerçekten yapacak başka hiçbir şeyim olmadığı için dedemin yanına gittim. Tüm gün onunla vakit geçirdim, beraber annemlerle konuştuk. Açığa alındığımdan bahsetmedim, bilsinler istemedim. Tüm günü dedemin yanında geçirmek ve her şeyden biraz uzaklaşmak gerçekten bana iyi geldi ama kendimi iyi hissetmeye başladığım hâlde akşamı düşünmeden edemedim. Saat 6'ya doğru dedemin yanından ayrıldım, evime döndüm. Eve ulaştığımda saat 7 buçuk olmuştu. Eve çıktım, doğrudan yatak odasına gittim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtuldum. Siyah boğazlı kazağımla siyah pantolonumu giydim. Aynı renk postallarımı ayağıma geçirdim, aynanın karşısına geçtim. Sarı saçlarımı sımsıkı topladım. Düzgün göründüğümden emin olup yatağın üzerinde duran silaha baktım, onu yanıma alamam. Hem bu gece lazım olmayacak gibi. Umarım gerçekten de düşündüğüm gibi olur. Yatak odasından çıktım, askıdaki deri montumu alıp giydim. Eve bir göz attıktan sonra saate bakıp 8'e gelmek üzere olduğunu gördüm. Evden çıktım, merdivenleri inip apartmandan da çıktım ve kaldırımda ellerimi arkamda birleştirip beklemeye başladım. Ya öleceğim ya kalacağım bu gece. Kalırsam bu dünyayı başlarına yıkacağım. Ölürsem de hiç değilse bir şeyler yapmaya çalışırken ölmüş olacağım. Tam bana yakışır bir ölüm olacak. Gözlerim etrafta gezindi, gelen giden yoktu. Bir süre daha bekledikten sonra cebimden telefonu çıkarıp saate baktım, 8'i geçtiğini gördüm. Kimse gelmeyecek mi? Bunun olmasını istemiyorum. O zaman tüm planım alt üst olur. Gelecekler mi gelmeyecekler mi diye düşünürken ileriden gelen siyah arabayı gördüm, bakışlarımı önüme çevirdim. Bence onlardan biriydi. İnşallah onlara ait bir arabadır da geçip gitmez diye düşünürken araba önümde durdu, dudaklarım yana kıvrıldı. Artık istediğim olmuştu. Kalbim ağzımda atmaya başladı. Arabanın kapıları açıldı, arka kapıdan iki adam indi. Her zamanki gibi görünüyorlardı. Yüzlerinde maske vardı ve simsiyah giyinmişlerdi. Bana doğru geldi bir tanesi, şimdiye kadar kafama sıkmadıklarına göre istediğim olmuştu. "Üzerini arayacağız." Dedi adam, hiç itiraz etmeden başımı salladım. Elleri vücudumda gezindi ama telefonum dışında hiçbir şey bulamadı, çünkü gerçekten yanıma hiçbir şey almadım. Telefonumu da aldı. "Arabaya bin." Dedi geri çekilirken bunu beklediğim için hemen dediğini yaptım, arabaya bindim. Ortaya geçtim, sağıma ve soluma arabadan inen adamlar oturdular. "Gözünü bağlayacağız, nereye gittiğimizi bilmemen gerekiyor." Dedi, ona döndüm, başımı salladım. Bunu da beklediğim için itiraz etmedim. Elindeki siyah kumaşı bağladı gözlerime, etraf karardı. "Şunları da takalım." Dedi ve kulaklığı taktı. Bu da muhtemelen geçtiğimiz yolları seslerden takip etmemem içindi. Buna da itiraz etmedim. Kulaklıkta saçma sapan bir fon müziği çalıyordu, tüm yol buna mecburdum. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, geriye yaslandım ve sessizce yolculuğun bitmesini bekledim. Hiçbir şeye itiraz etmeyip de onlara ayak uydurmamdan dolayı yüzlerinde oluşan şaşkın ifadeyi az çok tahmin edebiliyordum. Fakat en başından beni bir yere götürmek isteyeceklerini ve götürürken bu yollara başvuracaklarını biliyordum, bu yüzden de itiraz etmedim. Zaten başka ne olabilirdi ki? Karşıma çıkıp de evin önünde mi konuşacaktı benimle? Ya da nerede yaşadığını bilmemi mi sağlayacaktı? Tabii ki böyle tedbirler alacaktı. Bu şekilde sanırım bir saaten fazla yolculuk yaptık. Kulaklıktan gelen müzik sesi yavaş yavaş beni rahatsız etmeye başlamıştı. Arabanın durduğunu hisettiğimde elimi gözlerime attım ama bir el buna engel oldu. Kulaklığı çıkardıktan sonra "Şimdi değil." dedi elimi yeniden indirdim. O sırada arabanın kapılarının açıldığını duydum. Sağ kolumu tuttu birisi. "İn hadi." Deyince onun yönlendirmesiyle arabadan indim. "Korkma yürü, önünde bir şey yok." Dedi, dediğini yaptım, yürümeye başladım. Kolumdan tutuyor ve bana yön veriyordu. Ayaklarımın altındaki şeyin beton değil de toprak olduğunu hissedebiliyordum. Nereye getirdi bu adamlar beni? "Önünde iki basamak var." Dedi adam, adımlarımı buna göre attım. O iki basamağı çıktıktan sonra rüzgar kesildi, yüzüme sıcak hava çarptı. Sanırım bir yere girmiştik. Adam beni sağa doğru çekiştirince ben de o tarafa doğru yürüdüm, ayakkabımın çıkardığı sesten parkeye bastığımı anlamam zor olmadı. Bir kapı açılma sesi duydum, sanırım yeni bir odaya girmiştik. Karanlıktan yavaş yavaş bunalmaya başlarken adam "Dur." dedi, durdum. "Geldik mi?" Diye sordum ama kimseden cevap alamadım. "Hey geldik mi?" Sorumu yineledim ama yine cevap alamadım. "Sıkıldım artık ben bundan! Çıkarıyorum!" Dedim, elimi yüzüme attım, o sırada birinin sesini duydum. "Çıkarabilirsin." Bir an duraksadım. Kadın sesiydi, hem de tanıdığım bir sesti. Daha önce duyduğuma eminim ama kim olduğunu çıkaramıyorum. Düşünmeyi bıraktım, siyah kumaşı gözümden çekip aldım. Kumaş elimde kalırken ortamda loş bir ışık olmasına rağmen gözlerim karanlığa alıştığından kamaştı, birkaç kez kapatıp açtım, kendime geldim ve en sonunda gözlerimi karşıya çevirdim, gördüğüm kişiyle ağzım açık kaldı. "Sen..." Diyebildim bir tek, inanmak istercesine baktım yüzüne. "Evet ben." Dedi, başımı sağa sola salladım, yanlış mı görüyorum diye dikkatle baktım ama yok doğru görüyorum. Bu o kadın işte, Ateş'in karısı. "Şaşkın olduğunun farkındayım ama iş konuşacaksan bu şaşkınlığı üzerinden atman gerekiyor." Dedi, kaşlarımı çattım. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Diye sordum, üzerine yürüdüm. Eş zamanlı olarak silah sürgünlerinin sesini duydum, olduğum yerde kaldım, etrafa bakındım ama hiç kimseyi göremedim. "Boşuna bakma etrafa, kimseyi göremezsin ama onlar seni görüyorlar. Bana doğru attığın tek bir adımda kafana sıkarlar, dikkatli ol derim." Sakin kalmaya çalıştım, bir adım geri gidip eski yerime döndüm, ondan uzaklaştım. "Alışıyorsun." Dedi geri gittiğim için, dalga geçtiğini anlayınca sinirlendim ama şu an ipler onun elinde olduğu için hiçbir şey yapamadım. "Ne oluyor burada?" Diye sordum gözlerinin içine bakarak ve "Tüm bu olanların sebebi sen misin?" inanmak istercesine sordum, hiç düşünmeden başını salladı, kaşlarımı çattım. Bu mümkün mü? Yoksa bir oyunun içinde miyim? Emin değilim. "Artık bu işin geri dönüşü yok Mira. Beni gördün, şu saatten sonra benimle yürümek zorundasın. Yoksa..." Sustu, gözleri üzerimde gezindi. "Ne yaparsın? Öldürür müsün beni? Sence bunu göze almamış olsaydım burada olur muydum?" Diye sordum, yüzünde alaylı bir ifade oluştu. "Sana hiçbir şey yapmam Mira, fiziksel olarak hiçbir zarar görmezsin ama seni öldürmekten beter ederim." Deyip bir kez daha baktı bana, acıyarak bakıyor gibiydi. "Senin gibi kaybedecek birçok şeyi olan bir kadını alt etmek kolay olur." Hiçbir şey demedim, devam etti. "Aileni alırım senden tıpkı işini aldığım gibi." Öfkelendim. "Sen..." Sözümü kesti. "Bana hiçbir şey yapamazsın, istediğim an kayıplara karışırım bir daha asla beni bulamazsın. Bunu yapabileceğimi en iyi senin biliyor olman gerekiyor." Sakin kalmak için derin derin nefes aldım, söylediklerini duymamazlıktan geldim. "Amacın ne? Evli olduğun adamı neden öldürmek istiyorsun?" Diye sordum, yüzündeki alaylı ifade büyüdü. Siyah saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdı, elleri yeniden arkasında birleşti. Merakla ona bakarken gözleri beni buldu, kıpkırmızı ruj sürdüğü dudaklarını araladı. "Bilmem." Deyince kaşlarımı çattım, bilmem mi? "Sen de bilmeyeceksin." Diye ekledi ve devam etti. "Burada olma amacın benim neyi neden yaptığım değil, senin ne yapacağın ama önce izlemen gereken bir şey var." Dedi, biraz sağa doğru yürüdü. Merakla ona bakarken arkasındaki duvara bir anda görüntü yansıdı, bir kafede oturan annemleri gördüm, öfkem daha da arttı. "Ne güzel ailecek sohbet ediyorlar." Dedi, bakışlarımı ona çevirdim. "Eğer onlara herhangi bir şey..." Sözümü kesti. "Devamını izle Mira." Deyince hiçbir şey diyemeyip yeniden ekrana döndüm ve bu kez de dedemi gördüm, ellerimi yumruk yaptım. Bu kadar herhalde diye düşünürken ekranda babam belirdi, tüm bedenim kasıldı. "Cezaevindeki babana bile ulaşırım Mira." Ona döndüm, devam etti. "Buna ne sen engel olabilirsin ne de bir başkası. Şuradan çıktıktan sonra bile elinden hiçbir şey gelmez. O kadar çok insanla çalışıyorum ki sen daha birkaç tanesiyle baş etmeye çalışırken ben senin tüm aileni yok ederim. Sonra da seni ve diğerlerini." Ağzımı açıp da tek kelime edemedim, haklı olduğunu biliyorum çünkü. Hâlâ karşımda onun olmasının şaşkınlığını yaşıyorum ama zayıf görünmek istemediğim için de tüm duygularımı bastırıyorum. "Sustuğuna göre gücümü kabul ediyorsun." Deyince gözlerimi ekrandan çekip ona baktım. "Gücünü kabul etmiyorum, kim olduğunu bilmiyorum. Bildiğim tek şey ismin Gamze, kimsin nesin haberim yok. Nereden bileceğim o kadar güçlü olduğunu da gücünü kabul edeceğim?" Diye sordum, yine düşündüklerimin aksini söyledim. "Yakında anlarsın, sen akıllı kızsın bir şeylerden emin olmadan hareket etmezsin. Hele ki işin ucunda ailenin hayatı varsa değil mi?" Cevap vermedim sorusuna, kendi sorumu sordum. "Kim olduğun umurumda değil. Doğrusu bunları neden yaptığında umurumda değil. Hakkında tek merak ettiğim şey öldürmek istediğin, bunun için her şeyi yaptığın bir adamla neden evli olduğun? Sadece bunu merak ediyorum." "Bunu bilmen gerekmiyor Mira, bir sebebi var ama senden uzak bir sebep. Seni ilgilendirmiyor yani. Ben istemediğim sürece de öğrenemezsin. Bu yüzden boşuna kendini yorma." Göz devirdim, şu an böyle bir durumda olduğuma inanamıyorum. "Benden ne istiyorsun peki? İçlerine girip hepsini tek tek öldürmemi mi?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır sadece içlerine yeniden girmeni istiyorum, ölümler bana ait olacak." Kaşlarımı çattım, devam etti. "Seni katil yapmak gibi bir niyetim yok, merak etme." "Ne gibi bir niyetin var o zaman? Bana senden ölüm istiyorum dedin ama şimdi sadece içlerine girmeni istiyorum diyorsun. Sanki benden bir şeyler istemekten çok benimle alay ediyor gibisin. Şimdi ya bana istediğin şeyi doğru düzgün söyle ya da ben gideyim. Tabii ölmeden buradan çıkabilirsem." "Senin onların yanında olman, Ateş'le iş birliği yapman hep işime geldi Mira. Senin Ateş'le olman benim için avantajdı. Tam da bu yüzden ta Amerika'ya kadar gelip onu terk etme diye elimden geleni yaptım ama işler istediğim gibi gitmedi. Sen hiç beklemediğim bir şey yaptın, ona ihanet ettin. Tüm planlarım alt üst oldu. " Deyip iç geçirdi. "Senin yüzünden çok zaman kaybettim Mira, kaybetmeye de devam ediyorum. Ateş seni seviyor sen de..." Sözünü kestim. "O beni sevmiyor ben de artık onu sevmiyorum. O köprünün altından çok sular aktı. Eğer onu sevdiği biriyle vurmaya çalışıyorsun, derdin ne bilmiyorum ama canını böyle yakmak istiyorsan aradığın kişi ben değilim." Bana bir adım atarsan ölürsün diyen kadın bana doğru geldi, iyice yaklaştı, gözlerimin içine baktı. "Aşk bu Mira, yeniden küllenir. Bir kadın isterse her şeyi yapar. Onu yeniden kendine aşık et o zaman, aşk küllensin. Hatta öyle bir küllensin ki sana olan aşkı daha da büyüsün. Öyle bir aşık et ki onu kendine yeryüzü böyle bir aşka şahit olmamış olsun. Ben de ancak o zaman istediğime ulaşabilirim." Ben de ona doğru bir adım attım. "O bana bu kadar aşık olduktan sonra ölüm sırasını mı devreye sokacaksın? İlk önce o kadar büyük bir aşkla bağlı olduğu beni öldüreceksin, canını yakacaksın. Sonra da onu öldürecek, amacına ulaşacaksın. Diğerlerini de başına bela olmasınlar, intikam için karşına çıkmasın diye öldüreceksin. O sıralamanın amacı bu değil mi?" "Zekisin Mira çok zekisin ama bilmediğin çok şey var, bu yüzden böyle düşünüyorsun. Ben, benim için bir şeyler yapan birine asla zarar vermem." Dedi kendinden emin bir şekilde ben de aynı şekilde karşılık verdim. "Ben de yapacağım şeyin sonuçlarını bilmeden tek bir adım bile atmam." Tek kaşı kalktı. "Sevmiyorum dediğin adamın ölmesinden mi korkuyorsun yoksa?" Diye sordu, anında yanıtladım. "Bu savaşta kimin ölüp kimin kalacağı emin ol umurumda bile değil. Umurumda olan tek şey kimlerin canını yakacağım, kimlere zarar vereceğim. Belki de ona böyle davranmak için haklı bir sebebin vardır ama benim yok. Ben kimseye sebepsiz yere zarar vermem. Ailemi korumak için yine vermem. Çünkü onlar böyle şerefsiz bir yaşamı değil şerefli bir şekilde ölmeyi tercih ederler. Ailem yaşasın diye kimsenin ölümüne sebep olmam, canını yakmam. Bu en nefret ettiğim kişi de olsa yapmam. Sen de bunu böyle bil." "Çok büyük konuşuyorsun Mira! Bir gün bu sözlerini yutmak zorunda kalacaksın. Şu an basit bir tehditle karşı karşıya olduğunu düşündüğün için bu kadar rahat konuşuyorsun ama unutma silahımı ailene doğrulttuğum an önümde diz çökecek kadar duygusal olarak güçsüzsün. Şimdi beni tehdit etmeyi bırak ve bir cevap ver! Yapacak mısın yapmayacak mısın?" Yakınlığından rahatsız olup bir adım geri gittim, gözlerimi arkasındaki ekrana çevirdim. Hâlâ babamın fotoğrafı duruyordu. "Yapmayacağım dersem neler olacak?" Diye sordum, gözlerimi ona çevirdim. "Çok merak ediyorsan dene istersen." Dedi, sıkıntıyla ofladım. Hep bir oyun peşinde diye düşünürken bir anda içerisi kıpkırmızı oldu. Sonra yeniden karardı bir daha kızardı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken sordu. "Cevap vermek için 5 saniyen var Mira, ver kararını dedi." Neden acele ettiğini anlamazken geri sayım yapmaya başladı. "4-3..." O devam ederken istediğini asla yapmayacağım hâlde buradan çıkmak ve bir şeyler yapabilmek için ayak uydurmak zorundaydım. "Tabii ki yapacağım! Buraya kadar boşuna gelmedim! Nefret ettiğim bir adam için de vazgeçmem." Dedim, eğildi ve kulağıma fısıldadı. "O zaman tüm olanlara ayak uydur." Demesiyle arkadan başıma sert bir cisimle vuruldu, başım döndü, kendimi yerde buldum. Acıyla inledim, elim başıma gitti. "Ne yapıyorsun geri zekalı?" Diye bağırdım acıyla, yanıma oturdu, elime bir silah tutuşturdu. "Yaşamak istiyorsan önüne geleni vur! Sakın Mira! Sakın bir açık vereyim deme! Tek bir emrimle bir saat içinde tüm aileni yok ederim." Dedi ve ayağa kalktı, koşmaya başladı ve karanlığın içinde yok oldu. O yok olurken bir anda silah sesleri patlamaya başladı. Elime tutuşturduğu silahı sıkı sıkı tuttum. Zorlukla ayağa kalktım. O sırada ışıklar açıldı ve hiç beklemediğim bir şey oldu. Az önce ailemin görüntüsünün yansıtıldığı duvar yok oldu. Gözlerim iri iri bakıp kaldım. Ne yani göz yansıması mıydı o duvar? Duvar yok olunca boşlukla karşılaştım. Koşarak en uca gittim, demir trabzanlara tutunup aşağıya doğru baktım ve büyük bir salonun balkon kısmında olduğumu fark ettim. En kötüsü de o salon cesetlerle doluydu. Hayal mi görüyorum, delirdim mi anlayamazken büyük bir gürültü koptu, arkamı döndüm ve bulunduğum yerin kapısının kırıldığını fark ettim. Koşarak içeriye bir adam girdi, silahını bana doğrulttu, ondan önce davranıp kafasına sıktım, yere serildi. Hâlâ neler olduğunu anlayamazken ve olanların şokunu yaşarken sadece kendimi korumaya odaklandım. Silahı kapıya doğru tuttum ve içeriye girip beni vurmak isteyen birkaç adamı da öldürdüm. Ta ki aniden içeriye Erdem girene kadar. Girer girmez silahı bana doğrulttu, şaşkınca ona baktım, o da beni görünce şaşırdı. Yerdeki ölülere baktı, silahımı usulca indirdim. Onun ardından Cansu, Doğan ve Savaş da girdi. Hepsi beni görünce şaşkınca kaldılar. Fakat az önce burada olanları görselerdi daha da şaşkın olurlardı. Tıpkı şu an benim olduğum gibi. Kendimi küçük bir odada zannederken cesetlerle dolu bir salonun balkonundaymışım meğerse. Gamze bir anda yok olup gitti. Savaş meydanı gibi her yerden bir ceset çıktı. Burada olmasını beklediğim son kişiler karşımda duruyorlar şu anda. Bir kabusun içindeymiş gibi hissediyorum kendimi. "Mira." Dedi Erdem şaşkınca, hiçbir şey demedim, gözlerimi aşağıya çevirdim, kanlar içinde olan cesetlere baktım, bir anda midem alt üst oldu. Önüme döndüm, gözlerimi kapattım ve tüm bu olanlara bir anlam vermeye çalıştım. Gerçekten her şey bir kabus olabilir mi? Ya da gerçekten delirdim mi? Elim acıyan başıma giderken "Mira." ismimi bir kez daha duydum başka birinin ağzından. Başımı usulca kaldırdım, karşıya baktım, Ateş'le göz göze geldim. Karşımda sapasağlam duruyordu ama pek iyi görünmüyordu. Kolunda bir kolluk vardı, beyaz gömleğinin omuz kısmı kan olmuştu. Omuzları çökük, acı çektiği yüzünden belli oluyordu. Onlar bir açıklama yapmam için şaşkın bir ifadeyle bana bakarlarken hepsine arkamı döndüm, balkonun kenarlarına tutunup aşağıya baktım. Ne yapacağımı bilmiyorum, nasıl bir açıklama doğru olacak onu da bilmiyorum. Tüm bu olanlara nasıl kılıf uyduracağım? O manyak kadın nereye gitti? Niye beni böyle bir durumun içine attı? Onlar neden buraya geldi? Sorular zihnimin içinde dönüp dururken aklımı kaybediyormuşum gibiydim. "Sesler oradan geliyor." Duyduğum şeyle hızla arkamı döndüm, Cansu'ya baktım. Ne sesinden bahsediyor diye düşünürken girdikleri kapının tam karşısındaki kapıya doğru yürüdü, Ateş hariç hepsi de onun peşinden giderken Ateş durup gözlerimin içine bakmaya devam etti. "Burada!" Dedi Cansu, gözlerimi Ateş'ten çekip o tarafa baktım ve şaşkınlığı falan bırakıp koşarak ben de oraya gittim, hepsinin arasından geçtim, odaya girdim ve girmemle birlikte bir kez daha hayretler içinde kaldım. Gamze buradaydı, bir sandalyede elleri ayakları bağlı bir şekilde oturuyordu. Ağzında kocaman siyah bir bant vardı, az öncekinin aksine berbat görünüyordu. Kaşı patlamış, yüzünde tırnak izleri vardı. Saçı başı dağılmış, üstü toz toprak olmuştu ve iç çeke çeke ağlıyordu. Cansu ve Doğan onu çözdüler. O sırada odaya Ateş de girdi. Gamze'ye bakıyordu, kaşlarını çatmıştı. Çok sinirli görünüyordu. Gamze iplerden kurtulunca ayağa kalktı, bir kez daha hiç beklemediğim bir şey oldu ve herkesin içinde koşar adımlarla yanıma geldi, bir anda boynuma atıldı. Sanki az önce tüm bunlar olmadan karşımda duran kadın farklı bu kadın farklıydı. "Teşekkür ederim Mira, çok teşekkür ederim. Hayatımı kurtardın benim, sana can borcum var." Dedi, öylece durmaya devam ettim o da bana sıkı sıkı sarıldı. Herkes bize şaşkınca bakarken düşündüğüm tek bir şey vardı; Ben nasıl bir oyunun içindeyim? *** Tekrardan selamlar, nasılsınız? Neler yapıyorsunuz? Gerginliklerle ve şaşkınlıklarla bir bölüm oldu sanırım, son sahnelerde yüzünüzde oluşan ifadeyi az çok tahmin edebiliyorum. Her şeyin altından Gamze'nin çıkmasını bekliyor muydunuz? Sizce Gamze'nin amacı ne? Ne yapmak istiyor olabir? Yeni bölümde neler olacak dersiniz? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |