@gizzemasllan
|
Merhaba, suç ortaklarım.✨ Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫 Buraya ben de sizin için yıldız ve kalp bırakıyorum.⭐♡ Siz de bırakabilirsiniz. Birbirimizi sevelim.♡ Keyifli okumalar... ***** "Ne zaman düzelecek her şey? Ateş, her şeyi yakıp kül ettikten sonra mı?" 4. BÖLÜM "NEDEN KİMSE BİZİ GÖRMÜYOR?" Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor, gözlerimin üzerinde bir kaya kütlesi varmış gibi açamıyordum. Sesler kulağıma uğultu gibi gelirken olanlar da tek tek aklıma geldi. Gözlerimi araladım, etrafıma bakındım ama gözümü kamaştıran ışık yüzünden hiçbir şey fark edemedim. "Mira." Uğultunun içinden algılayabildiğim Cansu'nun sesiyle gözlerimi birkaç defa kırpıştırıp sonunda açmayı başardım ve Cansu'nun endişeli gözlerini gördüm. "Güzelim iyi misin?" Cansu'ya cevap veremezken arkasındakilere baktım. Savaş ve Barış da Cansu gibi endişeyle bana bakarlarken doğrulmaya çalıştım ama Cansu izin vermedi. "Kalkma, dinlen biraz." Onun uyarılarını dinlemeyerek doğruldum. Acıyan başımı tutunca sarılı olduğunu fark ettim. "İyi misin?" Diyen Savaş'a baktım. "Hayır." Dedim ve yatağa vurarak öfkeyle devam ettim. "Kıl payı kaçırdım ya kıl payı! Gördüm onu ben! Allah kahretsin aramızda santimler vardı! Nasıl kaçırırım ben o pisliği nasıl!" Cansu elimi tuttu. "Mira saçmalama! Bu yüzden kendini mi suçluyorsun sen? Şu hâline bak ya resmen hastanelik oldun hâlâ ne diyorsun?" Cevap veremedim. "Cansu haklı kendini suçlaman çok saçma. Sen elinden geleni yaptın." Diyen Savaş'a baktım ve yine sessiz kaldım. Gözlerimi Barış'a çevirip onun da bir şeyler söylemini bekledim ama değil bir şey söylemek dönüp yüzüme bile bakmadı. "Sen bir şey söylemeyecek misin?" Gözleri beni buldu. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra konuştu. "Bir daha kendi başına iş yapma." Söylediği şeye şaşırarak konuştum. "Kendi başıma değildim. Siz arkamdan geliyordunuz." "Gelemedik ama." Doğru ya bunlar neden benim arkamdan gelmemişlerdi? "Babana..." Söyleyeceği şeyi anladığım an devam etmesine izin vermedim. "Babama bu konu hakkında tek kelime edenle bozuşurum ona göre." Hepsinin kaşları çatıldı. "Gördüğümüzü ve bir şekilde elimizden kaçırdığımızı söyleyeceğiz ama bana vurduklarını bilmesine gerek yok." Cansu yanımdan kalkarken konuştu. "Ne yani yalan mı söyleyeceğiz?" Omuz silktim. "Bu zamana kadar sizin için hep yalan söyledik babama. Bir kerede benim için siz söyleyin." Cevap vermediler. "Hey size diyorum! Babama bir şey söylemek yok!" Cansu itiraz etmeyip beni başıyla onaylarken Savaş konuştu. "Benim zaten babanla konuşmak gibi bir niyetim yok. Böyle konularla hep Barış ilgilenir. Neler yaptığımızı babana hep o anlatır ona söyle." Gözlerim yeniden Barış'ı buldu. Masum kedi bakışları atarak bir cevap vermesini bekledim ve çok geçmeden istediğimi aldım. "Söylemem." Deyince rahat bir nefes aldım. "Gidelim o zaman, iyiyim ben. Devam edelim." Hepsi aniden bana bakarken esaslı bir şaşkınlık yaşadıklarını fark ettim. "Neden bana öyle bakıyorsunuz?" İlk konuşan Cansu oldu. "Hastaneden çıkmak mı? Kızım..." Devam etmesine izin vermedim. "İyiyim ben, vurulmadım sadece başıma vurdular. Hastanede yatıp yarın akşam birinin daha öldürülmesine izin veremem." Savaş elindeki telefona bakarken konuştu. "Yarın akşam değil bu akşam. Sen uyurken çoktan sabah oldu bile." Savaş'ın söylediği şeyle daha da hızlı haraket ettim. Birinin daha ölmesini istemiyorum. Yataktan çıkıp başımdaki sargıdan kurtuldum ve şaclarımı düzelttim. Savaş çıkış işlemlerini halletmeye giderken Barış da çalan telefonuna bakmak için odadan çıktı. Cansu'nun yardımıyla hastane elbisesinden kurtulup siyah kotumla mavi gömleğimi yeniden giydim. Cansu'nun verdiği silahımı belime yerleştirip diz çöktüm ve siyah botlarımı da ayağıma geçirdim. Cansu kendi montunu giyerken ben de işimi halledip yeniden ayağa kalktım ve montumu giydim. Hastaneden çıkıp arabaya binerken ise neredeyse kırk defa iyi olup olmadığımı sordular ve ben de her seferinde aynı cevabı vererek iyiyim dedim. Arabaya binip merkeze doğru yola çıkarken de sormaya devam etmelerine engel olmak maksadıyla konuyu değiştirdim. "Siz neden dün peşimden gelemediniz? Ben koşarken arkamdaydınız ve baya da bir takip ettiniz. Sonra ne oldu da yok oldunuz?" Savaş ve Barış birbirinin yüzüne bakınca merakım daha da arttı. Yanımda oturan Cansu'ya baktığımda gülmemek için kendini tuttuğunu gördüm. "Ne oluyor? Niye cevap vermiyorsunuz?" Barış küfür edip önüne dönerken Savaş da ifadesiz kaldı. Onların cevap vermeyeceğini anlayınca Cansu'ya döndüm ve bir cevap vermesini bekledim. "Cansu?" Gözleri beni buldu. Kötü bir şey olmadığı çok belliydi çünkü kendisini bıraksa gülecekti. "Ben koşarken düştüm." Dedi ve pantolonu gösterdi. Pantolonuna bakıp kurumuş çamur lekelerini görünce yeniden gözlerimi ona çevirdim. "Ben geride kaldım ama Savaş'la Barış koşmaya devam ettiler arkandan. Fakat onları da devriye ekipleri ellerinde silahla koştuklarını görünce arabayla önlerini falan kesmiş. Tabii bunlar da cüzdanlarını arabada unutmuş, polis olduklarını kanıtlayamamışlar. Yanlarına gittiğimde az kalsın tutuklanıyorlardı." Deyince kaşlarımı çattım. "O kadar ateş ettim benim yanıma gelmediler de sizi mi durdurdular?" Cansu dudaklarını büzüp beni onaylarken Savaş'ın da Barış'ın da sinirli olduklarını gördüm. Sanırım babam bize siz daha yenisiniz bu işi çözemezsiniz derken haklıydı. "Dün gece kovaladığım kişi kimdi bilmiyorum. Katil de ona yardım eden biri de olabilir." Kimse cevap vermezken devam ettim. "Sol omzundan vurdum onu. Aradığımız kişinin ya da kişilerin arasında artık sol omzu yaralı birisi var. 1.70 ya da 1.75 boylarında iri yapılıydı. Fakat şüphelendiğim bir şey var." Cansu ve Barış bana merakla bakarken Savaş'ın da gözleri dikiz aynasından beni buldu. "Dün gece kovaladığım kişi kadın olabilir." Dediğim an hepsi yine şaşırdı. "Yani koşması hareketleri falan bir kadın gibiydi. Bol giyinmişti vücut hatlarını falan tam göremedim ama kadın gibiydi işte." Cevap vermediler. "Ayrıca yanlız da değil. Kendisini bekleyen siyah bir arabaya doğru koştu. Zaten arabaya binmesin diye ateş ederken yaraladım onu. Sonra çıkmaz sokağa girdik. Tek bir kelime bile etmedi bana. Konuşturmaya çalıştım, cevap vermedi. Sürekli başını sallayıp durdu. Belki de kadın olduğunu anlamamızı falan istemiyordu. Zaten onu yere yatırıp, tutuklayacakken bir başkası arkadan başıma sert bir şeyle vurdu." Deyip sustum. İlk konuşan Cansu oldu. "Ne yani o zaman biz katil değil katiller mi arıyoruz? Ya da katil ve yandaşcılarını mı?" Başımı salladım. "Evet ve emin olun bundan fazlasıyla eminim. Katil yalnız değil. Ona yardım eden birileri var." Dedim ve bıkkınca ofladım. "Dün gece kaçırmasaydık eğer şu an elimizde bir şüpheli olacaktı." Kendi kendime söylenirken Barış konuştu. "Esra'ya mesaj attın. İstanbul'daki tüm hastanelere, sağlık ocaklarına, kliniklere haber versin. Sol omzundan silahla yaralanmış herhangi bir kadın ya da erkek gelirse olaya bakan polisler hemen bize bildirsinler. Önemli bir detay bu atlamayalım." Cansu Barış'ı onaylayıp telefonunu çıkardı. O Esra'ya mesaj yazarken benim cebimdeki telefon titredi. Cebimden telefonu çıkardığımda dün hepimize mesaj atan numaradan yine bir mesaj daha geldiğini gördüm. "Ateş, her şeyi yakıp kül edecek. Yanmaya hazır olun." Okuduğum şey zihnimin içinde bir ışık yakarken bayılmadan hemen önce birinin bu cümleyi kulağıma fısıldadığını hatırladım. Bizimkilere bakıp onlara mesaj gelmediğini görünce telaşla konuştum. "Bana yine mesaj geldi." Savaş aniden arabayı durdurdu. Bu öne doğru savrulmama neden olsa da kendimi toparlayabildim. Onunla birlikte Cansu ve Barış'ın da gözleri beni bulurken konuştum. "Ateş, her şeyi yakıp kül edecek. Yanmaya hazır olun." Diye mesajı tekrar ettim. Hiçbiri tepki vermezken devam ettim. "Dün gece bayılmadan hemen önce birisi bunu kulağıma fısıldadı. Şimdi mesaj gelince hatırladım. Kalın bir erkek sesiydi. Yüzünde kar maskesi vardı yüzünü görmedim ama kokusunu hissettim. Sigara kokuyordu hem de çok ağır bir şekilde." Barış elini uzattı. "Telefonunu ver." Şaşırdım. Barış elini sallayıp tekrar etti. "Hadi telefonunu ver." İtiraz etmeden telefonu eline verdim. Merakla ona bakarken gelen mesajı bir kez de kendisi okudu ve bana döndü. Kaşları çatık ve sinirliydi. "Sen bu mesajlara cevap yazdın mı?" Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum. "Hayır." Şüpheyle yüzüme bakarken devam ettim. "Yemin ederim cevap yazmadım ya." Barış cevap vermezken bu sefer de Savaş telefonu aldı ve mesajı okuyup bana döndü. O da sinirliydi. "Tüm dikkatli üzerine çekiyorsun Mira." Deyip telefonu gösterdi. "Bu mesaj niye bir tek sana geliyor?" Cevap veremedim. Savaş öfkeyle devam etti. "Kendini neden bu kadar ortaya atıyorsun? Bir şey demedik falan ama şu hâline bak. Ya daha kötü bir şey yapıp sana zarar verseydiler? Ya başına daha kötü bir şey gelseydi?" Telefonu elinden aldım ama Savaş susmadı. "Bundan sonra tek başına hiçbir şey yapmak yok! O katil yakalanana kadar tek başına markete bile gitmek yok! Bu mesaj bir tek sana geldiyse bunlar seninle uğraşacak demektir." Göz devirdim. "Abartmayın ayrıca ben de bir polisim ve..." Cansu devam etmeme izin vermedi. "Dün gece de polistin Mira. Bunun polislikle falan bir ilgisi yok. Haklılar başına bir şey gelebilir. Babana da söylememizi istemiyorsun ama..." Cansu'nun devam etmesine de Barış izin vermedi. "Sadece Mira değil. Sen de tek başına hiçbir şey yapmayacaksın. Herkes bundan sonra daha dikkatli olacak." Olay daha da büyümesin diye konuştum. "Ya şimdi bizi bırakın. Farkında değil misiniz Ateş diyor. Hem mesaj yazdı hem de dün gece bana söyledi. Ateş dedi. Maktüllerin bileğine yazdığı harflerle de ateş kelimesi çıkıyor demiştik. Sizce de artık buna yoğunlaşmanın zamanı değil mi?" Cansu bıkkınca oflayarak konuştu. "Merak etme baktık biz onlara. Eren Ateş veya Ateş Eren isminde kayıtlı binlerce kişi var Türkiye'de. Hepsini tek tek araştırmamız mümkün bile değil. İsimler ayrı ayrı olunca ise bu sayı ikiye katlanıyor. Yani isimlerle elimize hiçbir şey geçmeyecek. Barış'ın da dediği gibi onu bu isimlerle bulabilecek olsaydık bize bu isimleri vermezdi zaten." Onu dikkatle dinledikten sonra önüme döndüm, cevap veremedim. Sanki bir şeyleri atlıyormuş gibi hissediyordum. Sanki bir şey vardı ve gözümüzün önünde beni görün ben burdayım diyordu ama biz görmüyormuşuz gibiydi. Mantığa sığmayan, yerine oturmayan bir şey vardı. Sanki o şeyi bulsak, o ipin ucunu tutsak sorun çözülecek gibiydi ama tutamıyorduk. Merkeze geçince bizimkiler dün gece olanları anlatmak için odasına gittiler. Ben de her zaman oturduğumuz yere oturup boş bir kağıt ve kalem alarak çizmeye başladım. Resim yapmak, polislik dışındaki bir diğer tutkumdu. Bir şeyi bir kere görmem çizmem için yeterliydi. Dün gece gördüğüm kişiyi arkası dönük bir şekilde olsa da çizdim. Tüm dikkatimi önümdeki kağıda verip resmi tamamlamaya çalışırken etrafımda oluşan hareketlilikle başımı kaldırdım ve bizimkilerin babamın odasından çıktıklarını gördüm. Tabii arkalarından da babam çıktı. Hepsi gelip masaya otururken babam da en üste köşeye geçip oturdu. Neler olduğunu anlamaya çalışırken babam konuştu. "Boşaltın burayı!" Herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle söylemişti. Etrafımızdaki diğer polisler bulunduğumuz alandan uzaklaşıp oturduğumuz yeri ve babamın odasını diğer yerlerden ayıran kapıyı kapattılar. Bu büyük bir sessizlik olmasına neden olurken babam ayağa kalkıp ellerini cebine koydu. "Anlattığınıza ve gördüklerime göre katil aranızdan biriyle uğraşıyor ve o kişi her kimse şu anda kendisini çok iyi biliyor fakat biz bilmiyoruz." Çizdiğim kağıdı ikiye katlayıp cebime koyarken babam devam etti. "Bu zamana kadar kızıma hiç ayrıcalık tanımadım. Siz de bunu çok iyi biliyorsunuz. Size nasıl davrandıysam ona da öyle davrandım ve şu an tıpkı ona güvenimin tam olduğu gibi size de tam." Söylediği şey gülümsememe neden oldu. "Fakat biriniz bu güveni boşa çıkardınız. Bunu yapanın Mira olmadığını biliyorum. Bu yüzden de geriye sadece 3 kişi kalıyor." Deyince yine bizimkilere baktım. "Bunu bir ayrımcalık olarak sakın düşünmeyin. Çünkü ona kızım olduğu için değil baktığı her dosyadan, attığı her adımdan, girdiği her olaydan ve aldığı her karardan haberim olduğu için onun olmadığından eminim. Fakat sizin geçmişinize dair hiçbir şey bilmiyorum araştırma gereği de hiç duymadım. Çünkü siz de birer polissiniz buna gerek yok. Çalıştınız, çabaladınız ve başarılı olup buraya kadar geldiniz. Hepiniz çok yetenekli hepiniz çok zeki çocuklarsınız." Yine hiç kimse ses çıkarmazken babam etrafımızda dönerek devam etti. "İleride çok iyi yerlere geleceğinize eminim. Bir gün hepiniz sevilen, saygı duyulan birer polis olacaksınız. İnsanlar başarılı olan kişileri eleştirip onları kötülemekten çok hoşlanırlar. İleride bir gün sizin açığınızı bulmak, başarınıza gölge düşürmek isteyen insanlar olacak. Bu yüzden bu olayın duyulmasına bir seri katilin içinizden biriyle uğraştığını birilerinin bilmesine asla izin vermeyeceğim. Bu olay burada aramızda kalacak. Biriniz bir dosyada, bir olayda hata yapmış olabilirsiniz." Tek tek bizimkilere baktım ve hepsinin tepkisiz olduğunu gördüm. "Ben bu olayı sizin gibi büyük bir şey olarak görmüyorum. Siz birbirinizi kimliğini gizleyip sahte polislik yaparak hain olmakla suçluyorsunuz ama bu çocuk oyuncağı değil. Siz de biliyorsunuz polise olmadan önce 7 ceddiniz araştırılıyor. Öyle sahte kimlikle emniyete girip polis olmak, suç işlemek falan bu kadar basit değil." Dedi ve babam masanın başında tekrar durarak devam etti. "Büyük bir ihtimal biriniz katille ilgili olan bir dosyada bir hata yaptı. Bu çok bariz bir sey. Başka bir şey olması imkânsız zaten. Bu yüzden birbirinizi suçlamayın sakın. Her insan hata yapabilir. Ne demişler hatasız kul olmaz." Diyerek yeniden yerine oturdu. "Bu yüzden bu konuyu uzatıp meslek hayatınız boyunca böyle bir hatayla anılmanıza izin vermeyeceğim. Emin olun böyle bir lekeyi üzerinizden temizlemek çok zor olur. Temizleseniz bile insanlar size bu durumu hep hatırlatır. Bir polisin başına gelebilecek en kötü şey de budur zaten. Çünkü bir polis hata yaparsa suçsuz birinin ceza çekmesi, suçlu birinin elini kolunu sallayarak dışarıda gezmesi demektir. Siz yaptığınız hatayı unutursunuz ama kimse size unutturmaz." Diyerek kolundaki saate baktı. "Şimdi size sadece 1 saat veriyorum. 1 saat içinde yanıma gelip katil benimle uğraşıyor, bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor amirim derseniz ben her koşulda sizin arkanızda dururum ama eğer itiraf etmez ve insanların ölümüne müsaade etmeye devam ederse işte o zaman benden çekeceği var." Dedi ve ayağa kalktı. "Dediğim gibi sadece bir saatiniz var. Katili falan bulmayı bırakın, olayı araştırmayı şimdilik yasaklıyorum size. Üst ekip her şeyi didik didik ediyor zaten. Siz oturun ve düzgünce düşünün." Diyerek işaret parmağını kaldırdı. "Bir saat sonunda yanıma gelen hiç kimse olmazsa, bana bir itiraf gelmezse bu olayı ben devralacağım ve emin olun akşam olmadan o kişi her kimse bulmuş olacağım." Hiçbirimiz cevap vermezken odasına doğru yürüyerek devam etti. "Bekliyorum, beni uğraştırmayın gelin ve itiraf edin." Diyerek odasına girdi. O girince ilk Cansu'ya baktım. Aşırı rahat görünüyordu. Sonra Savaş'a baktım elindeki kalemi masaya yavaş yavaş vuruyor ve ifadesizdi. Gözlerim Barış'ı bulduğunda ise onun da baya rahat olduğunu gördüm. "Karnım acıktı benim." Dediği an esaslı bir şaşkınlık yaşadım. Benimle birlikte diğerleri de ona bakarken konuştu. "Ne bakıyorsunuz bana öyle? Benim itiraf edeceğim hiçbir şey yok." Ona cevap verecekken Savaş ayağa kalktı. "Benim de ne itiraf edeceğim bir şey ne de düşünmemi gerektirecek bir şey yok." Dedi ve yanımızdan uzaklaştı. Onun nereye gidiyor olabileceğini düşünmeye çalışırken Cansu konuştu. "Benim zaten bu konuyla ilgimin olması mümkün bile değil. Zaten bir ilgim olsaydı her şeye rağmen ilk andan itiraf etmiş olurdum. Benim yüzünden birilerinin ölmesine asla izin vermem." O da kendini savundu. Yine elimizde hiçbir şey yoktu. Babamın konuşması bile hiçbir şeyi değiştirmemişti. Ama sadece şimdilik! Belki de bir saat içinde değişen şeyler olabilirdi. "Benim sanırım kendimi savunmama bile gerek yok. Babam..." Devam edecekken babam yeniden odasından çıktı. Beni çağırıp odaya yeniden girerken savunmamı yarım bırakıp ayağa kalktım. Odasının kapısını çalıp içeriye girdiğimde odanın ortasında ayakta durduğunu gördüm. "Kapıyı kapat." Dediğini yapıp kapıyı kapattım ve ona döndüm. Birkaç adım atıp yanıma geldi ve bir anda sımsıkı sarıldı. "Baba?" Sesimin şaşkın çıkmasına engel olamadım. Ellerimi yavaşça kaldırarak ben de sımsıkı sarıldım ona. "İyi misin?" Gülümsedim ve başımı salladım. "Çok iyiyim." Geri çekilince kaşlarının çatık olduğunu fark ettim. "Bir daha sakın, sakın tek başına bir şey yapmaya kalkma! Ya daha kötü bir şey olsaydı?" Deyince daha da çok şaşırdım. "Baba..." Devam etmeme izin vermedi. "Benim her şeyden haberim olur kızım. Dışarıda bir şey demedim çünkü dışarıda amirindim ve sen de polistin. Başına böyle bir şey gelmesi çok normal. Ama şimdi yalnızız ve ben senin babanım yani sana kızabilirim." Güldüm. "Ama ben hâlâ polisim babacığım. Senin de dediğin gibi başıma böyle bir şey gelmesi çok normal." İç çekti. "Biliyorum." Dedi ve oflayıp ekledi. "Maalesef." Parmaklarımın ucunda yükseldim ve boyuna yetişip yanağından uzunca öptüm. "Hiç merak etme baba. Bundan sonra daha dikkatli olacağım." Başını salladı. "Umarım." Gülümsedim. Polis olmamı annemden bile daha çok desteklemişti ama polis olmamdan da çok fazla memnun değildi. Sedat amir olarak sürekli beni tebrik edip, başarılı olduğumu söylese de babam olarak çok farklı davranıyordu. Sadece dikkatli olmamı söyleyip duruyordu. "Tamam hadi neyse evde konuşuruz şimdi işlerim var." Başımı salladım. "Çıkıyorum o zaman ben." Koltuğuna doğru yürürken konuştu. "Çık." Dese de çıkmadım ve merakıma yenik düşerek sordum. "Sence hangisi?" Gözleri beni bulunca sorumu daha açık bir şekilde yineledim. "Katil sence hangisiyle uğraşıyor?" Derin bir nefes aldı. "Bilmiyorum, tahmin bile edemiyorum ama dediğim gibi birisi gelip itiraf etmezse akşam olmadan kim olduğunu bulacağım." Dedi ve geriye yaslanıp, gözlerini kısarak sordu. "Sen söyle; sence hangisi?" Gözlerimi babamdan çektim. Bu sorunun cevabını günlerdir ben de düşünüyorum ama kendime herhangi bir cevap veremiyordum. "Hepsine çok güveniyorum baba. Birisinden şüphe etmem hata gibi geliyor." Babam cevap vermezken devam ettim. "Kimliğini gizlemiş olması aklımıza geliyor ama senin de dediğin gibi sahte polislik yapmak basit bir şey değil." "İşte tam da bu yüzden hain değil hiç kimse." Babamdan bunu duymak beni rahatlatırken cevap vermeden odasından çıktım. Masada bir tek Barış'ın oturduğunu görünce heyecanla yanına gittim ve cebimdeki kağıdı çıkarıp önüne bıraktım. Kağıda bakmak yerine bana baktı. "Ne bu?" "Dün gece gördüğüm kişi. Yani yüzünü görmedim ama arkasından gördüğüm tam olarak böyleydi. Siz tam görmediniz ya hani o yüzden çizdim." Gözlerini benden çekip kağıdı aldı ve dikkatle inceledi. "Çizim yeteneğin de baya iyiymiş." Deyince gülümsedim. "Seviyorum çizmeyi." Kağıdı yeniden masaya bıraktı. "Neyse bakmam gereken dosyalar var benim." Diyerek ayağa kalktı ve başka bir şey söylemeden yanımdan uzaklaştı. O giderken kağıdı yeniden alıp katladım ve cebime koydum. O sırada önüme karton bardakta kahve bırakıldı. Başımı kaldırıp baktığımda Cansu'yu gördüm. Yanıma oturdu ve kendi kahvesinden bir yudum alarak konuştu. "Sana bir şey sorabilir miyim?" Önüme bıraktığı kahveyi alırken cevap verdim. "Tabii." Deyip merakla ona bakarken sordu. "Barış'a karşı bir şeyler mi hissediyorsun?" Dediği an karşısında öylece kaldım. "Sanki ona karşı ayrı bir ilgin var." Kaşlarımı çattım. "Öyle bir şey yok! Bunu da nereden çıkardın?" Omuz silkti. "Ben sadece gördüğümü söyledim." "Yanlış görmüşsün." Bakışlarını elindeki kahveden çekip bana baktı. "Sinirlenme hemen sadece sordum. Hem bunda yanlış bir şey yok ki neden bu kadar kızdın?" "Çünkü öyle bir şey yok. Bunu düşünmen bile rahatsız edici." "Özür dilerim sadece konuşmak istemiştim." Sert bir tepki verdiğimi fark edince ifademi yumuşattım. "Lütfen bunu bir daha söyleme. Böyle bir şey yok, mümkün bile değil." Başını salladı. "Peki tamam bir şey demedim." Dedi ve iç çekti. "Sanırım bu olay hepimizin kafasını karıştırdı kusura bakma." Dedi ve yanımdan kalktı. Omzuma dokunup Esra'nın yanına giderken ben de ayağa kalktım ve arşive doğru yürüdüm. Arşive giderken Barış'la Savaş'ın karşıdan bana doğru geldiklerini görünce hemen telefonumu çıkardım ve onunla uğraşıyormuş gibi yapıp onları görmemiş gibi yaparak yanlarından geçtim. Bunu yaparken ikisinin de bakışını üzerimde hissettim ama yine de görmezlikten geldim Burası son bir yıla ait tüm kayıp ve cinayet dosyalarını içeren arşivdi. Buna rağmen çok büyük bir odadaydı. Her yer raftı ve raflar dosyayla doluydu. Bir düzen içerisinde duran dosyalardan 6 ay öncesine, mayıs ayına, ait olanları buldum. Bir saat kadar boştum. Boş durmak yerine başka bir dosyayla ilgilenebilirdim. Hem bu sayede hiç değilse biraz aklım dağılmış olur ve delirmekten kurtulurdum. Dosyalar içinden her sabah annesinin buraya gelip bir haber beklediği kızın, Azra Kevser'in, dosyasını aldım ve yere oturup dosyayı incelemeye başladım. 8 Mayıs'ta iş yerine gitmek için evden çıkmış bir daha da geri dönmemiş. Telefonu en son çalıştığı restoranın 1 Km uzağında sinyal vermiş. Etrafta yapılan arama çalışmarında ise hiçbir ize rastlanmamış. Onu en son gören ise aynı yerde çalıştığı arkadaşı. Telefonun en son sinyal verdiği yerde gördüğünü ve telefonla konuştuğunu iddia ediyor. Görüldüğü en son yerden başlayıp 5 kilometrelik bir alanda geniş çaplı bir arama yapılmış ama Azra'nın izine rastlanmamış. Elimdeki dosyanın özeti tam olarak buydu. Dosya şimdi kayıp bölümünde bulunuyordu ama eğer Azra'dan olumsuz bir haber gelirse doğrudan cinayet bölümüne geçecekti. Kız hakkındaki diğer dosyaları da incelerken önümde bir çift ayak belirdi. Başımı yavaşça kaldırdım ve Barış'ı gördüm. "Ne yapıyorsun burada?" Başımı yeniden öne eğip dosyaya bakarak cevap verdim. "Hiç." Dedim sadece. Sanırım ona karşı biraz daha mesafeli olsam iyi olacaktı. Çünkü Cansu gibi başkalarının da yanlış anlamasını istemiyorum. Barış gitmek yerine yanıma oturdu. Sırtını raflara yaslayıp kollarını dizinin üzerine koydu. Bana bakmak yerine karşıdaki raflara bakıyor onları inceliyormuş gibi yapıyordu. "Niye geldin?" Şaşkınca sorduğum soruyla gözleri beni buldu. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra omuz silkti. "Yapacak başka şeyim yoktu." Dedi ve elimdeki dosyaya baktı. "Neyi inceliyorsun?" Cevap vermek yerine dosyayı uzattım. Elimden alıp dosyanın ismine baktı ve yeniden önüme doğru attı. "Ben detaylı inceledim o dosyayı hiçbir şey yok. Olaya bakan polislerle de konuştum. Hâlâ arıyoruz diyorlar." İç çektim. "Annesi her gün geliyor. Kadına bir şey söyleyemiyorum. Belki ona söyleyecek iyi bir şeyler bulurum dedim ama senin de dediğin gibi hiçbir şey yok." Cevap vermedi. Ben de sessiz kaldım. Dosyaya boş boş bakmaya devam ederken bir başka ses aramızdaki sessizliği bozdu. "Ne yapıyorsunuz burada?" Arkamı döndüm ve Savaş'ı gördüm. Omuz silkip önüme dönerken Barış benim ona verdiğim cevabı vererek hiç dedi. Savaş yanımıza gelip Barış'la aramıza oturdu. Bu beni şaşırttı ve fazla yakın olduğu için biraz geri gitmeme neden oldu. "Neye bakıyorsun öyle?" Deyip gözleriyle elimdeki dosyayı gösterince tıpkı Barış'a yaptığım gibi ona da cevap vermek yerine dosyayı uzattım. Eline alıp dosyayı incelerken Barış'ın kaşlarını çatmış Savaş'a bakıyordu. Gözlerimi onlardan çekip cebimden telefonumu çıkardım ve saate baktım. 7. Kasım 11.32 Bıkkınca ofladım ve yeniden telefonu cebime koydum. Babamın verdiği 1 saatlik sürenin dolmasına 40 dakika kalmıştı ve henüz hiç kimse bir şey itiraf etmemişti. Edecek gibi de durmuyolardı. "Bu kız öldürüldü muhtemelen. Bu kadar zaman hiç kimse kayıp olamaz. Her yerde kayıp ilanı var kızın. İlla bir gören olur haber verirdi. Katilini aramaya başlasalar daha iyi olur." Dedi ve dosyayı önüme bıraktı. Bu kadar sakin ve soğuk kanlı olması beni gerçekten korkutuyordu. "Cansu nerede?" Diye sordum. Barış sessiz kalırken yine Savaş konuştu. "Olayı araştırmamız bir saatliğine de olsa yasaklandı. Eminim bir yerlerde uyuyordur o." Deyince güldüm. Doğru söylüyordu. Cansu, her boş anında uyuyan birisiydi. Onun için yer ve zaman hiç fark etmez uyurdu. "Eğer bir itiraf gelmezse babam bu dosyayı incelemeye devam etmemize izin vermeyebilir." İkisinin de gözleri beni buldu. "Ama ben her şeye rağmen araştırmaya devam etmek istiyorum. Eğer..." Savaş devam etmeme izin vermedi. "Bence o cümleyi boşuna tamamlama. Baban gerekeni söyledi zaten. Bir şeyler saklayan her kimse bir an önce itiraf etse iyi olur." Barış isterik bir şekilde güldü. "Benden mi şüpheleniyorsunuz?" Deyince ona baktım. Bize bakmıyordu. "Ben öyle bir şey demedim." Savaş kendini savunurken Barış bize döndü. "Neyse bekleyelim bakalım neler olacak." Dedi ve yerden destek alıp ayağa kalktı. "Gittim ben." Diyerek cevap vermemizi beklemeden yanımızdan uzaklaştı. Bir anda moralinin bozulmuş olması tuhaf gelirken Savaş konuştu. "Herkesin sinirleri bozuk." Deyip o da ayağa kalktı. "Sen de çok fazla oturma yerde hasta olursun." Dedi, o da tıpkı Barış gibi cevap vermemi beklemeden yanımdan uzaklaştı. "Şu iş bitsin artık!" Kendi kendime konuşarak ayağa kalktım ve dosyayı yerine yerleştirip toz olan üzerimi temizledim. "Resmen herkesin dengesi bozuldu!" Söylenerek ben de arşivden çıktım. Her zaman oturduğumuz masaya doğru yürürken birinin bana seslenmesiyle durdum. "Mira?" Arkamı döndüm ve Taner'i gördüm. Doğru bir de bu vardı değil mi? Adamın adını öğreneceğim diye yakın davranmış yetmezmiş gibi sonra görüşürüz demiştim. "Nasılsın?" Deyip gülümseyerek yanıma geldi. Ben de tıpkı onun gibi gülümsedim. "İyiyim, sen?" "Ben de iyiyim." Deyip elini ensesine attı. Bir şeyler söylemek istediğini anlayınca kaşlarımı çattım. "Bir sorun mu var?" Dudaklarını ısırdı ve gergin bir şekilde konuştu. "Ben aslında sana bir şey söyleyecektim." Dedi ve ağzının içinde bir şeyler gevelemeye başladı. "Dinliyorum seni." Gözlerini benden kaçırdı. Sabırla ona bakarken konuştu. "Akşam beraber bir şeyler yapalım mı diyecektim? Tabii eğer sen de müsaitsen." Gelen soruya şaşırdım. Adamın yanlış anlayacağını başta tahmin etmem gerekiyordu ama bir anlık gaflete düşüp ona ilk adımı atan ben olmuştum. "Aslında şey..." Devam etmeme izin vermedi. "Bu akşam işlerin varsa yarın da gidebiliriz. Benim için sorun değil. Bence güzel bir yemeğe çıkabiliriz." Derin bir nefes aldım. Böyle durumların içinde olmaktan nefret ediyorum. Bu yüzden en iyisi yalansız dolansız bir şekilde durumu ona düzgünce açıklama yapmaktı. "Taner aslında sen beni çok yanlış anlamışsın. Daha doğrusu ben senin beni yanlış anlamana neden oldum." Kaşlarını çattı. Her ne kadar söyleyeceklerim biraz utanç verici olsa da devam ettim. "Araştırdığımız olayı sen de biliyorsun. Maktüllerin sol bileğinde T E ve A harflerini bulmuştuk. İçimizden birisi olacağından ve boynunda tırnak izi olacağından şüpheleniyorduk. Yani ben de seni öyle tırnak iziyle falan görünce ismini öğrenmek istedim." Şaşkınca konuştu. "Katilin benim olduğumu mu düşündün?" İtiraz etmek yerine başımı salladım. "Evet." Taner aldığı cevapla daha çok şaşırırken devam ettim. "Ama artık senin olmadığını biliyorum merak etme bir sorun yok yani. Sadece beni yanlış anlamanı istemediğim için açıklamak istedim durumu. Öyle davranmamın başka bir nedeni yoktu yani." Dediğim an gülmeye başladı. Gülmesi ilginç gelirken o durumu biraz daha abartıp omzuma dokundu ve katılarak gülmeye devam etti. "Hiç güleceğim yoktu. Ben ve katil olmak öyle mi? Tamamen saçmalık." Dedi ve gülmesini biraz da olsun durdurup yüzüme baktı. "Gerçekten hayatımda bundan daha saçma bir teori duymamıştım." Deyince kaşlarımı çattım. "Tamam komik falan ama yine de bu kadar şey yapmaya gerek yok. Teori bana aitti." Dediğim an yeniden ciddileşti. "Kusura bakma ama şimdi düşünüyorum da gerçekten saçmalık." Cevap veremedim. "Her neyse olur böyle şeyler. Belki de bu tanışmamız için bir fırsattır ne dersin? Akşam çıkıyor muyuz?" Hiç düşünmeden cevap verdim. "Akşam çok işim var benim, imkânsız." Omuz silkti. "Yarın akşam?" Deyince kaşlarımı hayır anlamında kaldırdım. "Sonraki gün?" Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Ben yemek yemem. Yemek yemeye karşıyım ben." Şaşkınca bana bakarken devam ettim. "Yemek insanın içine çekildiği bir tuzak bence. Asla yemek yemem ben." Taner'in gözleri şaşkınlıkla irileşirken devam ettim. "Sen de yeme. Bence kimse yemesin yemek büyük bir tuzak ve hepimiz bu tuzağa düşüyoruz." Taner'in bakışları değişmezken saçmalamaya devam ederek yanından ayrıldım. Yüz ifadesine kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyorum. Bizimkilerin yanında gidip masaya oturduğumda hepsinin gözlerinin üzerimde olduğunu ve meraklı olduklarını gördüm. "Gidip bir yemek falan mı yesek ya acıktım ben." Dedim az önceki saçmalıkların aksine. Sanki beni duymamış gibi hiçbiri cevap vermedi. "Neden bana öyle bakıyorsunuz?" Deyince sessizliği bozan Cansu oldu. "Ne konuşuyordunuz onunla?" Aklıma gelen şey yeniden gülmek istememe neden oldu ama kendimi tutup omuz silktim ve cevap verdim. "Hiç öyle havadan, sudan, yemekten falan." Dedim alaylı bir ses tonuyla ve onlardan bir cevap beklemeden yine cebimden telefonu çıkarıp saate baktım. 11.45 "Babamın verdiği sürenin dolmasına yarım saatten az bir zaman var. Süre dolarsa olayı araştırmaya da devam edebiliriz çünkü yasak kalkmış olacak." Cansu güldü. "Ne yani hâlâ bunu mu düşünüyorsun? Eğer babana bir itiraf giderse bu demek oluyor ki..." Devam etmesine izin vermeden omuz silkerek konuştum. "Ben de artık babam gibi aramızda bir hain olmadığına inanıyorum. Aramızda bir hain değil hatalı birisi var. Hataları yüzünden birine olan bakış açımın değişeceğini hiç zannetmiyorum." Hepsi beni dinledi ama kimse cevap vermedi. "Anlayacağınız kimin hata yaptığı artık beni pek ilgilendirmiyor. Sonuçta herkes hata yapabilir. Tamam belki hatasının bedeli biraz büyük oldu ama bu onun suçu değil. Psikopatın birisi insanları öldürsün biz de burada onu bulup artık bu işe bir dur demek yerine birbirimizi suçlayıp duruyoruz. Barış günlerdir bu konuda bizi uyarıyordu. Sanırım onu dinlememiz gerekiyordu. Bu kadar vakit kaybetmemiş olurduk." Dedim ve etrafıma bakıp babamın olmadığından emin olduktan sonra devam ettim. "Bu yüzden de biraz daha vakit kaybetmeye hiç gerek yok. Babam burada olmadığına göre konuşabiliriz. Bence artık yöntemimizi değiştirmenin tam zamanı ve benim aklımda çok güzel bir fikir var." Deyip sustum. "Neymiş o çok güzel fikir?" Hemen Savaş'a baktım. Zaten bu soruyu sormalarını beklediğim için konuştum. "Tam 5 gündür biz katili kovalıyoruz ve elimize onun bize bıraktığı kanıtlar dışında hiçbir şey geçmiyor. Bu yüzden bırakalım o bizi kovalasın." Barış'ın kaşları çatıldı. "O nasıl olacak?" "Bu, bizden birine bir şeyler anlatmaya çalışmıyor mu? Yani bu olaya biz bakıyoruz diye bu kadar rahat. Ya biz bu olaydan çekilirsek?" Diye sordum. "İnsanları öldürmeye devam edecek." Cansu'ya baktım ve başımı olumsuz anlamda salladım. "Devam etmeyecek, edemez çünkü etmesinin bir önemi kalmayacak. Bıraktığı işaretleri, notları biz görmeyeceğiz. Bu da onu sinirlendirecek. Başka bir şekilde bize ulaşmaya çalışacak ya da siniri yüzünden hata yapıp açık vermeye başlayacak ve biz ilk hatasında onu yakalayacağız." Dedim ve Barış'a baktım. "Senin de dediğin gibi artık ipleri elimize almanın zamanı geldi." Dudakları yana kıvrıldı ama sessiz kaldı. Diğerleri de ikna olsun diye devam ettim. "Her şeyden haberimiz olacak. Bırakmaya devam ettiği harflerden, notlardan, maktüllerin bilgilerinden haberdar olacağız ama haberimiz yokmuş gibi, sanki olayla artık ilgilenmiyormuşuz gibi davranacağız. Bu sayede o pislik hem insanları öldürmekten vazgeçecek hem de bize ulaşmak için başka yollar deneyecek. O denediği yollarında sonunda onu biz bekliyor olacağız." Cansu omuz silkti. "Bence iyi fikir. Onun peşinden koşarak elimize hiçbir şey geçmedi zaten. Sanırım bir nevi kaçan kovalanır taktiği uygulayacağız." Deyince gülerek başımı salladım. "Aynen öyle." Deyip Savaş'a döndüm ve onun da onay vermesini bekledim. Yine elindeki kalemi masaya yavaş yavaş vuruyor ve biraz düşünceli görünüyordu. Merakla bir cevap vermesini beklerken yüzümüze bakmadan konuştu. "Herkes kabul ediyorsa benim için de bir sıkıntı yok. Katilin bu oyuna düşeceğini hiç zannetmiyorum ama belki bir ihtimal tutar, deneyelim." Deyince rahat bir nefes aldım. Barış'a sanırım sormaya bile gerek yoktu çünkü o kabul ederdi. Bize aykırı olup ortaya başka fikirler atan hep Savaş olurdu. O da kabul ettiğine göre hiçbir sıkıntı yok. "Eee şimdi ne yapacağız yani?" Diyen Cansu'ya baktım. "Başka bir olaya dahil olacağız, o olayı araştıracağız. Zaten üst ekip katili araştırıyor. Bırakalım herkes sessizce pes edip kaçtığımızı düşünsün. Zamanı geldiğinde o pisliği tutuklayan biz olacağız." "Pislik değil pislikler. Dün gece tek olmadığını öğrenmiştik." Cansu'yu başımla onayladım. "Eee biz hangi olaya bakacağız?" Savaş'ın sorusuna hiç düşünmeden cevap verdim. "Kayıp kızın, Azra'nın, dosyasına bakacağız. Belki bir yardımımız dokunur." Dediğim an Barış ayağa kalktı. "Bence çok güzel bir fikir. Burada böyle boş boş oturmaya da gerek yok. Gidip, kızı araştıralım." Deyip montunu giyerken konuştum. "Ama daha babamın verdiği süre..." Devam etmeme izin vermedi. "O bu dosya için geçerli değil. Benim babana itiraf edeceğim hiçbir şey yok bu yüzden rahatlıkla buradan çıkabilirim. Gelmek isteyen de benimle birlikte gelebilir." Diyerek yanımızdan uzaklaşınca Cansu da ayağa kalktı. "Benim de burada kalmama gerek yok. İtirafı yapacak olan ben değilim." Deyip Barış'ın peşinden gidince hiç oyalanmadan ben de ayağa kalktım. "Benim de yok." Savaş'ın gözleri beni buldu. "Geriye bir tek ben kaldım." Diyerek gözlerini kıstı. "Hain ben miyim acaba?" Dayanamayarak güldüm. "Dalga geçme kalk hadi." O da gülüp ayağa kalktı ve montunu giyerek yanıma geldi. Yüzünde muzip bir ifade oluştuğu an ne yapacağını anlayıp geri çekildim. "Bak eğer yine aynı şeyi yaparsan yemin ederim..." Devam etmeme izin vermeden bir anda yanıma yaklaşıp elini başımın üzerine koydu ve saçlarımı dağıttı. "Bıktım be senden bıktım!" Savaş gülerek arkasını dönüp yanımdan uzaklaşırken dağılan saçlarımı düzelttim. Bunu yapmasından nefret ediyorum ve o da bunu çok iyi bildiği için sürekli yapıyor. Hem saçımı düzeltip hem de peşinden gittim. Beraber otoparka inip Barış ve Cansu'nun içinde olduğu arabaya bindik. Geleceğimizden o kadar emindiler ki yine aynı pozisyonda oturmuşlardı. "Eee söyleyin bakalım nereye gidiyoruz şimdi?" Savaş'ın arabayı çalıştırırken sorduğu soruya Barış şu anda arama çalışmalarının devam ettiği gölün ismini söyledi ve adresi verdi. Araba çalışıp merkezden çıkarken bu planın işe yaramasını umut ettim. Eğer ise yararsa bir taşla iki kuş vurmuş olacağız. Hem Azra'nın dosyasında bir ilerleme kaydetmiş hem de katili yakalamış olacağız ve bu da bizim için çok iyi bir şey. Azra'nın telefonun en son sinyal verdiği yerden 1 km uzakta olan göle gelip arama çalışmaları hakkında bilgi aldık. Son bir haftadır gölde aranıyordu ama buradan da hiçbir şey çıkmamıştı. Fakat aramaya da devam ediyorlardı. Barış ve Savaş polislere konuşmaya devam ederlerken ben Cansu'yu da alıp gölden uzaklaştım. "Nereye gidiyoruz?" Cansu'ya bakmadan etrafa bakarak konuştum. "Orada yapılacak bir şey yok. Boş yere zaman kaybetmeye gerek de yok." Deyip ona döndüm bu sefer de o etrafa bakarak konuştu. "O zaman şey yapalım. Buralarda bir yerlerde kitapevi varmış. Kız iş yerinden erken çıktığı zamanlarda hep oraya gidermiş. Arkadaşları söylemişti. Oraya gidelim." Cansu'yu başımla onayladım. Etrafta çok fazla bir şey yoktu. Sessiz bir semtti. Kızın çalıştığı restoran göl kenarındaydı. Hemen karşısında büyük bir kitapevi ve etrafta birkaç kafe vardı ama bilindik yerler değildi. "Buralar çok tuhaf bir şekilde sessiz değil mi? Normalde göl kenarlarında oluşan tüm yerleşmeler kalabalık olur." "Haklısın, gerçekten de çok ıssız buralar. İnsan ister istemez ürperiyor." Cansu cevap vermedi. Aramızda başka bir konuşma geçmeden kızın sürekli gittiği kitapevine gittik. Kasvetli bir havası olan kitapevinin içine bakarken karşıdan bize doğru orta yaşlı, kısa boylu bir adam geldi. "Hoşgeldiniz çocuklar. Bir şey mi istemiştiniz?" Montumun cebinden polis kartımı çıkararak adama gösterdim. "Cinayet bürodan geliyoruz. Birkaç soru sormamız gerekiyor." Adam başını salladı. "Gelin benimle, gelin de şuraya bir yere oturup rahat rahat konuşalım." Deyip adam masalardan bir tanesine doğru yürüdü. Cansu hemen adamın peşinden giderken ben etrafa bakmaya devam ettim. Her yer kitap kokuyordu ve ben bu kokuyu çok seviyorum. Yavaş adımlarla peşlerinden gittim. Masalardan birine oturduğumuzda bizden başka hiç kimsenin olmaması dikkatimi çekti. "Neden kimse yok?" Adamın bakışları beni buldu. "Bu saatlerde kimse olmaz burada. Genelde okul çıkışlarında ve akşamları kalabalık olur. İnsanlar okuldan, işten çıkıp geliyorlar." "Anladım." Dedim ve rahatsız eden montumun fermuarını açarak konuştum. "İsminiz neydi?" "İbrahim." Deyince hemen konuya girdim. "İbrahim Bey..." Devam etmeme izin vermedi. "Bu kelimeyi hiç sevmiyorum. Herkes bana abi der. Tüm müşterilerim beni abi olarak tanır. Siz de abi diyebilirsiniz." Deyip gülümsedi. Ben de adama gülümseyerek bakarken Cansu durumu yadırgamadan konuştu. "O zaman abiciğim bizim sana sormamız gereken birkaç soru var." Adam Cansu'ya bakıp başını salladı. "Sorun kızım, dinliyorum sizi." Deyince konuştum. "Azra Kevser'i tanıyor musunuz?" Gözleri doldu. Bu şaşırmama neden olurken dolu gözlerle konuştu. "Tanımaz olur muyum? Tabii ki tanıyorum. Neredeyse her gün geliyordu buraya. Kaybolduğunu duyduğum günden beri her an aklımda o var." Dedi ve iç çekip ekledi. "Umarım en kısa zamanda iyi bir haber alırız." "Umarım, bu konuda sizin de yardımınıza ihtiyacımız var. Azra o gün, kaybolduğu gün, buraya hiç geldi mi?" "Evet geldi. Sabah saat 8 buçuk gibi buradaydı. Dediğim gibi sürekli gelir giderdi buraya. Birbirimizi çok iyi tanırız. Acil bir işi olduğunu söyledi. Elinde paketleri vardı. Buraya bıraksam olur mu dedi ben de kabul edince eşyalarını bırakıp gitti. Sizden önce de onlarca polis geldi. Hepsine aynı şeyleri anlattım. İlk gelen polisler eşyalarını delil olarak aldılar benden." "Peki ya size nereye gideceğine dair herhangi bir şey söyledi mi?" "Sınavını unuttuğunu söyledi. Acilen okula yetişmem gerekiyor dedi. İş yerinden de sınavım var diye izin almış duyduğuma göre." Bu sefer ona cevap veren Cansu oldu. "Henüz onlarla konuşmadık ama onlarla da konuşacağız." Adam Cansu'yu onaylarken ben devam ettim. "Bir şeyden korkar gibi ya da kaçar gibi bir hâli var mıydı? Her gün geliyor dediniz. Her gün olanların dışında olan bir şey var mıydı?" Başını olumsuz anlamda sallayarak konuştu. "Hayır dikkat çekici hiçbir şey yoktu. Sadece telaşlıydı. Dediğim gibi sınava geç kaldığını söyledi. Ben de telaşlı olmasına şaşırmadım. Okuluna, derslerine çok önem veren biriydi." Cansu biz konuşurken sessiz kaldı. Adamın şüphe çekici hiçbir şeyi yoktu ama hâlâ benim aklıma takılan soru işaretleri vardı. "Kaybolduğu günün ertesi günü akşam ailesi tarafından kayıp ihbarı verildi. Eşyalarını size bırakmış, gelip alacağını söylemiş. Peki eşyalarını bırakıp gitmesinin üzerinden 36 saat geçtiği hâlde neden bir şey yapmadınız? Hiç geriye dönmediğini merak etmediniz mi?" Adam cevap veremezken devam ettim. "Yani demek istediğim şey şu; birbirinizi bu kadar yakından tanıdığınız hâlde geriye dönüp eşyalarını almamış olması sizi hiç mi şüpheye düşürmedi?" "Yapacağım bir şey yoktu. Gelir alır diye bekledim ama gelmedi." "Telefon numarası yok muydu sizde? Aramadınız mı?" Adamın az önceki yumuşak bakışları sertleşti. "Sen yanlış anladın beni galiba. Ben buraya gelen herkesle tanışır, sohbet ederim. Buraya gelen herkes beni sever, sayar ama öyle samimiyet de olmaz aramızda. Yani hiçbir müşterimin numarasını almak aklıma gelmedi. Bu biraz saçma değil mi?" Başımı salladım. "Haklısınız çok saçma ama eşyalarını size emanet edip gitmiş birini hiç merak etmemiş olmanızda bana biraz saçma geliyor. Yani hiç değilse karşıdaki iş yerine gidebilirdiniz değil mi? Neden gelmediğini sorabilirdiniz. Ya da onlardan Azra'ya ulaşmalarını isteyip eşyalarını ne yapacağınız konusunda bir bilgi alabilirdiniz. Bunları yaptınız mı?" "Hayır ama..." Devam etmesine izin vermedim. "Neden yapmadınız?" Derin bir nefes aldı, sessiz kaldı. Merakla yüzüne bakıp cevap vermesini beklerken birkaç saniye sonra konuştu. "Şimdi de benden mi şüpheleniyorsunuz?" Geriye yaslanıp ellerimi göğsümün altında birleştirdim. "Bu durumda herkes şüpheli. Her ihtimali araştırmamız gerekiyor ki bir ipucu bulalım. O ipucundan da Azra'yı bulalım değil mi?" Başını salladı. "Haklısınız ama böyle bir şeyle itham edilmek biraz onur kırıcı bir şey ve buraya gelerek bunu yapan tek polis siz oldunuz." Biraz ona doğru eğildim. "Belki diğer polislere bana anlattığınız şeyden farklı bir şey anlatmışsınızdır ve şüphe çekmemişsinizdir olamaz mı?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Olamaz." "Neden?" Omuz silkti. "Çünkü olayları farklı anlatmam için hiçbir sebep yok. Ayrıca böyle bir şey olsaydı her polise farklı bir şey anlatacak kadar saf mı görünüyorum?" "Hayır öyle görünmüyorsunuz." Cevap vermedi. Etrafa bakıp, devam ettim. "Tek mesleğiniz bu mu? Yaptığınız ilgilendiğiniz başka işler var mı?" Kaşlarını çattı. "Neden böyle sorular soruyorsunuz anlamıyorum. Ben..." Yine devam etmesine izin vermedim. "Sadece merak etmiştim. Bu sorumun olayla hiçbir ilgisi yok. Kitapevlerini çok severim ve ilk defa bu kadar güzel dekore edilmiş bir kitap evi görüyorum." Gülümsedi. "Kızım mimar benim için o dekore etti." Cansu bana şaşkınca bakarken bakışlarına hak verdim. Olaydan bu kadar sapmış olmama şaşırması çok normaldi. "Kızınız bu işte baya yetenekliymiş o zaman." Güldü. "Biraz öyledir." Etrafa bakmayı bırakıp gözlerimi yeniden ona çevirdim. "Size bir sır vereyim mi?" Kaşlarını çattı. Merak yüzüne yansıdı ve hiç itiraz etmeden başını salladı. "Tabii." Biraz daha ona doğru eğildim ve gülümseyerek konuştum. "Sizin gibi birisi asla katil olamaz bana göre. Sanırım sizi daha fazla rahatsız etmemize gerek yok." Yüzünde memnun olmuş gibi bir ifade oluştu. "Beni rahatsız etmediniz. Ne zaman isterseniz gelin ve sorularınızı sorun. Her sorunuza cevap vereceğim ve az önceki şüpheli tavrın geçtiği için çok memnunum." Ayağa kalktım. Cansu da benimle birlikte kalkarken adama elimi uzattım. "O zaman size iyi günler, tanıştığıma fazlasıyla memnun oldum." Gülümsedi. "Ben de." Deyip elimi tuttu ve sıktı. Cansu da adamla konuşup el sıkışırken etrafa hayranca bakmaya devam ettim. "İstediğin zaman buraya gelebilirsin. Senin gibi bir kitap dostum olmasını çok isterim." Adama döndüm. "Mutlaka geleceğim." Dedim ve Cansu'ya döndüm. "Gidelim artık işlerimiz var." Hâlâ şaşkındı ve çok haklıydı. Beraber kitapevinden çıkarken karşıdaki restoranın yanındaki duvarda yazan yazı dikkatimi çekti. "Biz buradayız neden hiç kimse bizi görmüyor?" Yazı bana ilginç gelirken arkamdaki adama döndüm ve yazıyı göstererek konuştum. "Bunu kim yazdı?" Göz ucuyla gösterdiğim yere bakıp bana döndü. "Gençler yazıyor. Sürekli değişir o duvardaki yazı. Rahatsız oluyoruz ama durmuyolar işte. Bir sabah gelip bakıyorum yazmışlar." "Anladım." Deyip adama son kez gülümsedikten sonra Cansu'yla beraber yanından uzaklaştık. "Mira sen iyi misin?" Yürürken ellerimi cebime koydum ve ona baktım. "Bu adam bir şeyler biliyor Cansu. Adam şüphelenmesin falan diye salağa yattım ama adam bana baya bir şüpheli geldi." Dedim ve arkama baktım. Adamın hâlâ bize baktığını görünce başımla selam verip yeniden Cansu'ya döndüm. "Hâlâ bakıyor. Sanki bir şeyler saklıyormuş gibiydi. Hem o duvardaki yazı neydi öyle?" Cansu hâlâ görünen duvara bakarak konuştu. "Biz buradayız neden hiç kimse bizi görmüyor?" Okudu ve bana döndü. "Ne varki bunda?" "Bilmiyorum ama normal değil sanki. İçimde çok kötü bir his var." Cansu derin bir nefes aldı. "Sen bu seri katil yüzünden paranoyak olmuş olabilir misin?" Başımı olumsuz anlamda sallayarak konuştum. "Anlamıyorsun Cansu gerçekten tuhaf bir şeyler vardı adamda. Bence bu adamın üzerine biraz daha gidilmesi gerekiyor. Bir seyler biliyor olabilir." Cansu cevap vermedi. Ne yapacağımı düşünürken ileriden bize doğru gelen Savaş ve Barış'ı gördüm. Onlara bakarken cebimdeki telefon yeniden titredi. Gözlerimi onlardan çekip telefonumu çıkardım ve yine aynı bilinmeyen numaradan mesaj geldiğini gördüm. Heyecanla mesajı açıp ne yazdığına baktım. "Saçların dağılmış." Okuduğum şey kaşlarımı çatmama neden oldu. Yanında durduğumuz arabadan yansımama baktım ve gerçekten de saçlarımın dağıldığını gördüm. Katil beni görüyor! Gözlerim hızla etrafta gezip birilerini ararken bir mesaj daha geldi. "Olduğun her yerde, bulamayacağın tek yerdeyim." Ne söylemek istediğini anlamaya çalışırken bir mesaj daha attı. "Biz buradayız neden hiç kimse bizi görmüyor?" Hemen daha az önce hakkında konuştuğumuz duvara doğru baktım. Bir şeyler görmeyi umut ederken bir mesaj daha geldi. "Bakmakla görmek farklı şeylerdir. Bir şeyler bulmak istiyorsan bakma, gör!" Söylediği şeylerden tek bir kelime bile anlamazken mesaj atmaya devam etti. "Şimdi başını kaldır ve gör. Çünkü görülmeyi bekleyen çok şey var." Kafam tamamen karışmış bir hâldeyken ve ekrana boş boş bakarken bir tane daha mesaj geldi "Şimdi cevap ver bana Mira Aksoylu." "Ne cevabı ya?" Kendi kendime konuşurken ve bizimkiler bana merakla bakarken telefonum bir kez daha titredi. "Ne zaman düzelecek her şey? Ateş, her şeyi yakıp kül ettikten sonra mı?" "Ateş." Diye kendi kendime mırıldanırken ekranda bir yazı daha belirdi. "Şimdi kaldır başını, bak ve gör!" Gözlerimi ekrandan çekip tekrardan yazı yazan duvara baktım ve gözlerim beni izleyen bir çift gözle temas etti. ***** Uzun bir aradan sonra herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫 Farkındayım bölüm geç geldi. Hem de biraz fazla geç geldi ama kendimce sebeplerim vardı. Bu yüzden biraz ara vermek zorunda kaldım, üzgünüm :( fakat hiç merak etmeyin bir sonraki bölüm daha çabuk gelecek.✨ "Biz buradayız neden hiç kimse bizi görmüyor?" Sizce duvarda yazan bu cümlenin ne gibi bir anlamı olabilir? Katil neden bu şekilde mesajlar atmaya başlamış olabilir? Mesajların anlamı ne olabilir? Ve mesajlar herkese gelirken şimdi neden sadece Mira'ya geliyor? Buraya bölümü en iyi anlatan emojileri bırakabilirsiniz.✨ Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥ Yeni bölüm alıntısı ve bölüm duyuruları için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle, sağlıkla ve kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |