Yeni Üyelik
52.
Bölüm

51.BÖLÜM "ÖLDÜREN DÜŞÜNCELER"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

****

51. BÖLÜM "ÖLDÜREN DÜŞÜNCELER"

Bir kitapta okumuştum. Hayat, biz planlar yaparken başımıza gelenlerdir yazıyordu. O gün bu cümleyi okuduğumda gülmüştüm. Bunun sıradan insanlar için geçerli olduğunu düşünmüştüm. Sıradan planlar yapıp sadece birkaç gün sonrasını düşünen, planlarının sadece kendi hayatını kapsayan insanlar için geçerlidir demiştim, benim ve benim gibiler için değil.

Benim hiçbir zaman kendim için bir planım olmadı. Yaptığım planlar bir cinayeti çözmek ve katilleri bulmak için oluyordu. O cümlenin bu yüzden benim için geçerli olmadığını düşünürdüm. Çünkü cinayet zaten gerçekleşmiştir, ortada olmasını beklediğin hiçbir şey yoktur, ortada olanı çözmen gerekiyordur. O cinayet ve o cinayetin işleniş şekli değişmez, değişmesi mümkün değil. Bu yüzden de plan yapmak kolaydır, çünkü yaptığın plan başına bir şey getirmez. En fazla tutmaz, olur, biter. Bu durum yıllardır benim için böyleydi ama şimdi, şimdi durum değişti.

Yaptığım plan başıma yeni bir iş daha açtı. Daha doğrusu varolan bir işi yeniden ortaya çıkardı. Bir insan yanlışlıkla bir gerçeği ortaya çıkarır mı? Ben yaptığım planla bunu ortaya çıkardım. Onun öldüğünden o kadar emindim ki onun ismini kullanıp onun arkasına saklanmak doğru olur diye düşündüm. Çünkü o zaman kimse benden şüphelenmez, herkes onun peşinde olur, ben de saman altından su yürütürüm diye düşünüyordum ama bu düşüncelerim elimde patladı.

Katilin yaşadığı ortaya çıktı, bir oyun gerçek oldu.

"Mira haklıymış." Dedi Doğan, gözlerimi mezarın içinden çıkardıkları cansız mankenden bir saniye bile olsun çekemedim. Haklı olmayı hiç istemezdim demek istedim ama diyemedim. Nasıl diyeyim ki? İki gündür savunduğum şey tam olarak buydu. Katil yaşıyor deyip duruyor, bunun için onları inandırmaya çalışıyordum. Onlar da buna inanmak için gecenin bir yarısı buraya gelmişlerdi. Gelirken düşündüğüm tek şey katilin çürümüş cesedini gördüklerinde benim ne yapacağımdı? Gizli işlerimi nasıl yürüteceğim diye düşünüyordum. Ben daha bunun için sıkıntı yaşarken daha büyük bir sorunla karşılaşmış, katilin gerçekten yaşadığını öğrenmiştim. Şimdi keşke diyorum keşke tek sorunum bundan sonra ne yapacağım olsaydı da şu cansız manken yerine gerçekten çürümüş bir ceset görseydim.

Boş mezarın içinde gezen böcekler yüzünden midem bir kez daha ağzıma gelirken o tarafa daha fazla bakamadım, bakışlarımı kaçırdım, elim mideme gitti. Nefes bile alamıyorum çünkü çok kötü bir koku geliyor toprağın içinden. İçine gerçekten bir ceset yoksa neden bu kadar kokuyor onu da anlamış değilim.

"İyi misin?" Diye sordu Doğan, gözlerim onu buldu, cevap vermek yerine başımı sallamakla yetindim ve böylece evet dedim ona ama iyi falan değilim. Hem de hiç iyi değilim. Hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak berbat bir durumdayım.

"Buraya gelmekle en doğrusunu yaptık." Dedi Doğan benden cevap alamayınca, bence de en doğrusunu yapmıştık, hiç değilse artık başımızdaki belanın farkındayız ama yine de bilmek istemezdim. Olan biten her şeye rağmen o katilin ölü olduğunu düşünürken çok daha mutlu ve rahat bir hayatım vardı.

"Bunu en başından yapmalıydık!" Diyen Ateş'e baktım, öfkeyle devam etti konuşmasına. "Her şey bu noktaya geldiğinde değil." Diye de ekledi, her şey bu noktaya o katil yüzünden değil Gamze yüzünden gelmişti. Katil bu zamana kadar herhangi bir hamle yapmadı. Ne birini öldürdü ne de bize ulaşmak için bir şey yaptı. Şimdilik onun hakkında bildiğimiz tek şey yaşıyor olduğu.

Sahi yaşıyorsa neden iki yıldır bir şeyler yapmadı? Niye hiç sesi çıkmıyor? Onun da böyle köşesine çekilmiş olması hiç hayra alamet değil. Ama ya yaptıysa ve biz fark etmiyorsak? Ya Gamze onun için çalışıyorsa ve aramıza girdiyse? Hayır bu mümkün değil. Eğer öyle bir şey olmuş olsaydı Gamze'yle konuştuğumda söylediklerime inanmamış olur, birinin peşinde olduğunu düşünmez ve o kadar telaşlanmazdı. Çünkü katilin yaşadığını bizden önce biliyor olur ve hizmetinde olduğu adamın kendisine bunu yapması onu korkutmaz şaşırtırdı.

Bu da demek oluyor ki Gamze katil için çalışmıyor, başka bir amacı var ama katil de yaşıyor. Fakat hiçbir bir hamlesi yok, sessizliğini koruyor. Ben de o katilin öldüğünü düşündüğüm için yerine geçtim ve bizimkilere karşı onun sessizliğini bozdum, yanlışlıkla bir gerçeği ortaya çıkardım. Ortalık hiç karışmaması gerektiği kadar çok karıştı. Aman ne güzel!

"Hata yaptık, o herifin kendini toparlamasına izin vermeyecektik, şimdi başımıza yine bir sürü iş açacak! Lan biz bu hataya nasıl düştük?" Ateş söylenirken zihnimdeki tüm düşünceler silikleşti, gözlerim onu buldu ve fazlasıyla öfkeli olduğunu gördüm.

"Hepimizin hatası bu." Dedim, dakikalar sonra ağzımdan birkaç kelime bir şey çıkmış, herkesin gözü beni bulmuştu. "Birimizin ya da birkaçımızın değil, hepimiz düştük bu hataya. O mesajlar gelene kadar da yaptığımız hatanın farkına varmadık." Dikkatle dinlediler beni, göz ucuyla açık mezara bakıp sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim ve devam ettim.

"Şimdi elimizde boş bir mezar, yaşayan bir katil ve sıralamada yer aldığımız bir ölüm sırası var." Gamze'nin yaptığı o sıralamanın katile ait olduğunu savunmaya devam ettim. Çünkü hâlâ bu işime gelirdi. Ne de olsa katil yaşıyor olsa da henüz ortada yok. O gerçekten ortaya çıkana kadar onun ismini kullanmaya devam edebilirim. Bu doğru mu olur yanlış mı bilmiyorum ama artık doğruyu yanlışı düşünecek durumda değilim. Bir anda hepimizin düştüğü o bok çukurundan hepimizi tek tek çıkarmam lazım. Yoksa canımız çok yanacak ve önümde olan boş mezar gibi mezarlara sevdiklerim girmek zorunda kalacak.

Benim, tek bir kişiyi bile kaybetmeye tahammülüm yok. Eger birisi ölecekse ölen ben olayım, benim için üzülsünler. Bu bencillik farkındayım ama üzülen taraf olmak istemiyorum. Ölmek daha kolay artık benim için. Hatta hiçbir şeyin kolay olmadığı kadar kolay. Ölüm daha cazip geliyor.

"O sıranın en başında da ben varım." Deyip sinirle güldüm, artık başında yer alan ben değildim, ben kendimi karşı tarafa atmış, onlara ihanet ediyor gibi görünerek kendimi koruyordum. Bunu yaparken Ateş'in ilk sırada yer alacağı aklımın ucundan dahi geçmemişti. Şimdi bu gerçekle yüz yüzeyim ve canımı yakıyor. Sanki bir kez daha ona ihanet ediyormuş gibi hissediyordum. Oysa ben kendimi de onları da korumak için Gamze'nin yanında yer aldım.

"Bu duruma gelmememiz gerekiyordu." Diye ekledim ve bir kez daha nefesimi sıkıntıyla dışarıya verdim, daha fazla da burada durmak istemedim. Hem yalnız kalmaya hem de bu iğrenç kokan mezardan uzaklaşmaya ihtiyacım vardı

"Ben gitsem iyi olacak, iyi hissetmiyorum." Doğruyu söyledim, hiçbiriyle göz teması kuramadım, bakışlarım yerdeydi. "Göreceğim kadarını gördüm zaten." Deyip yürümeye başladım, nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm ve yanlarından uzaklaştım.

Açık mezarın yanından uzaklaşınca o koku dağıldı burnumdan. Mezarlıkta olmama rağmen etrafta çok ağacın olmasından dolayı temiz bir hava vardı, bu da kendimi daha iyi hissetmemi sağlamıştı. Karanlığın içinde yürürken bir mezarlıkta olmam korkutmadı beni. Az önce mezardan çıkan cansız manken çıktı, katil yaşıyor diye öyle bir korktum ki gerçeği anlamam, gerçek korkunun ne olduğunu çözmem uzun sürmedi.

Meğerse ölülerden değil, yaşayanlardan daha çok korkuyormuşum. Onlar beni daha çok korkutuyorlar.

Duraksadım, kaybolmak istemedim. Gözlerim etrafta gezindi. Yakın olduğum yeri fark edince gözlerim doldu, gitmek istemedim ayaklarımın beni götürdüğü yere doğru yürüdüm. Dakikalar sonra başka bir mezarın başına oturdum. Gözlerim dolu dolu mezar taşına baktım.

Cihan Aksoylu

Abimin ismini okumak bile gözümden bir damla göz yaşının akıp gitmesine neden olurken kimse görmeyeceği için o göz yaşını saklama ihtiyacında bulunmadım.

"Yine ben geldim." Dedim, gözlerimi mezarından bir türlü çekemedim. "Hem de gecenin bu saatinde. Şimdi kesin kızıyorsundur bana bu saate burada işin var diye." Deyip iç geçirdim. "Ama olanları da biliyorsundur." Elim istemsizce toprağına gitti, avuçlarımın içine aldım o toprağı.

"Çok korkuyorum abi. Tahmin ettiklerinden, göründüğünden daha fazla korkuyorum. İşler hangi ara buraya geldi onu bile anlamadım, her şey benden habersiz oluyor, her şey yolundan çıkıyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum." Dediğimde göz yaşlarım akmaya başladı.

"Yapmak da istemiyorum, yoruldum artık, bitsin istiyorum. Hayatımdan bu konu tamamen çıksın, bir daha da hiç açılmasın istiyorum ama olmuyor bir türlü, çıkmıyor. Neden her şey eskiye döndü abi? Niye yaşıyor o katil?" Göz yaşlarım daha da hızlandı, içimi dökmeye devam ettim.

"Attığım her adımda biraz daha çukura düşüyorum. Bu olaydaki düğümleri bir bir çözmem gerekirken yeni düğümler atıyorum. Kendimi geri çekiyorum bana saldırıyorlar. Saldıramasınlar diye ben saldırıyorum bu sefer de canım yanıyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Senden başka anlatacak hiç kimsem yok. Keşke bana cevap verebilsen, doğru yolu göstersen. Ben bulamıyorum artık doğru yolu, kayboluyorum. Sıkıldım abi çok sıkıldım." Deyip göz yaşlarımı sildim. Konuşmaya, içimi dökmeye devam edecekken bir ayak sesi duydum, hızla arkamı döndüm ve bu tarafa doğru gelen Ateş'i gördüm.

Gördüğüm o olunca rahatladım, gözlerimi yeniden önüme çevirdim, mezara baktım ama konuşmaya devam etmedim, sustum, söyleyeceklerimi onun duyması pek de işime gelmezdi. Elimi topraktan çektim, o sırada Ateş yanımda belirken sessiz kalmaya devam ettim. Neden geldiğini biliyordum ne de olsa.

"Ne yapıyorsun burada? Kayboldun, gittin!" Diye çıkıştı, onun bu çıkışlarına kızmıyorum. Bana olan öfkesini her seferinde bilerek gösteriyor. Bunu yapmaya da devam edecek. Belki de yeniden bir şeylerin olmayacağını bana bu şekilde anlatmaya çalışıyordur ya da canımı böyle yakıp intikam alıyordur. İntikam almak istemesine de kızmıyorum, hak veriyorum. Hatta bunu istiyorum da. Canımı yaksın, intikamını benden alsın ki benim de içimde ona karşı olan vicdan azabı son bulsun, tüm duygularım yok olsun. Canım bir kere yansın bir daha da hiç yanmasın.

Onun sorusuna cevap veremezken sessiz kalmaya devam ettim, konuşsam ne diyeceğim ki zaten? Yüzüne de bakamadım, mezara bakmaya devam ettim. Yüzüne bakmak, onunla konuşmak içimdeki o vicdan azabının daha da artmasına neden oluyor.

Aslında ben ona bana ihanet ettiği için yaptım bunu. Söylediği yalanı kapatmak için yeni bir yalan söylediğine inandığım için yaptım. Buna inanmamı istediler çünkü ben de inandım, aptal gibi birkaç fotoğrafa kandım. Yalnız hâlâ o fotoğrafların nasıl çekildiğini merak ediyorum. Sahte karım dediği kadınla neden o kadar samimiydi? Ama artık bunun bir açıklaması olduğunu, beni kandırmadığını, benim bir yanlışa inanarak ona ihanet ettiğimi de biliyorum hatta bundan eminim. Fakat tüm bunlara rağmen de o gün onun daha fazla insanı öldürmesine engel olduğum için pişman değilim. O fotoğrafları görmemiş olsaydım eğer bunu farklı bir şekilde yapardım, onun hayatını mahvetmezdim, asla bunu yapmazdım. O zaman biz de bu durumda olmazdık, çünkü sadece ona engel olmuş olurdum, ihanet etmiş olmazdım.

"İyi misin?" Sordu, gözlerimi ona çevirdim, bakışlarımız kesişti. Sanki gözlerimin içine bakınca aklımdan geçenleri okuyacakmış gibi hissediyorum. Bu his yüzünden bakışlarımı yeniden ondan çektim.

"Oradan bakınca nasıl görünüyorum?" Sordum, birkaç adım atıp biraz daha yaklaştı, başımda durdu.

"Biraz sonra gidip kendini bir köprüden aşağıya atacak gibi." Deyince istemsizce güldüm ama bu uzun sürmedi, eski yüz ifademe çok çabuk döndüm.

"Belki de en doğrusu budur, baksana ne güzel rahat rahat yatıyorlar burada. Hiçbir şeyden haberleri yok, onları rahatsız eden yok, başlarına bela olan yok. Sanırım onlar bizden daha iyi durumdalar." Dediğimde yanıma oturdu, aramızdaki mesafeyi bozmadı ama, mesafesini korudu.

"Onların rahat olduğu ne belli, onlar da orada mutsuzdur belki." Diye sordu, abimin mezarına bakarken bir kez daha gözlerim doldu. Sanki çok duygusal bir şey söylemişti.

"Vallahi mutsuzlar mı değiller mi bilemem ama bizden daha iyi durumda oldukları kesin. Yaşamak bize verilmiş ceza gibi, yaşayın ve bulun belanızı denilmiş gibi. Zor geliyor bana artık." Dedim, bunları neden söyledim bilmiyorum. Gerçek düşüncelerim bunlar mı onu da bilmiyorum. Kendiliğinden ağzımdan dökülüyor bu cümleler. Belki de bilinç altımda olanlar bunlardır.

"Bak şimdi endişelenmeye başladım işte." Deyince bakışlarım istemsizce yeniden onu buldu, devam etti. "Gerçekten bir köprüden atlayacak olmandan korkmam gerekiyor mu?" Sordu, gözlerine bakılırsa ciddi ciddi endişenmişti.

"Pes etmek gibi bir niyetim yok." Dedim sadece, oysa içimden geçirdiğim şey çok başkaydı. Ateş sessiz kalırken "Ama iyi olurdu değil mi? Sen de diğerleri de kurtulurdunuz benden. Herkesten önce de ben, benden kurtulurdum." Deyip yeniden abimin mezarına döndüm.

"Zaten ölüm sırasında ilk olan ben değil miyim? Onlar beni öldürmeseler bile kendi zihnim öldürecek. Düşünceler beni ölüme sürüklüyor, onlar beni öldürüyor." İçimden bunları söylemek geliyordu. O benim için endişelensin diye yapmıyorum bunu, öyle bir amacım yok. Sadece beni öldürmek üzere olan bu düşünceleri birisi daha duysun istiyorum. Belki o zaman zihnimin ağırlığından kurtulurum.

"Saçmalıyorsun." Dedi Ateş, ona dönüp de hiçbir şey demedim. Böyle düşünüyor olması normaldi. Bir de benim düşündüklerimi bilse o zaman benim de söylediklerimin normal olduğunu anlardı ama anlatamıyorum ki. Ağzımı açıp da tek kelime edemiyorum.

"Ayrıca senden kurtulmak isteyen kim?" Dediği an bakışlarım ağır ağır onu buldu, söylediği şeyin şaşkınlığıyla baktım ona. O da ne dediğini yeni fark etmiş olacak ki hemen kendini toparlayarak devam etti.

"Yani şey niye kurtulmak isteyelim senden? Tüm bunları yapan sen misin ki?" Hayır, ben değilim. Aksine gerçeğin ortaya çıkmasını sağlayan benim ama o gerçeğin ağırlığı altında da eziliyorum.

"Senin de bizden bir farkın yok, olanlardan seni sorumlu tuttuğumuzu zannediyorsan yanılıyorusun. Kimsenin öyle bir şey düşündüğü yok." Beni rahatlatmaya çalışıyormuş gibi hissettim.

"Niye yapıyorsun bunu?" Diye sordum bir anda merakla, belki normalde olsa bunu görmezden gelir, yaptığı şey iyi geldiği için son vermesin diye fark etmemiş gibi yapardım ama bunu görmezden gelmek içimden gelmedi.

"Neyi?" Diye sordu, anında benden yanıt aldı.

"Beni rahatlatmaya çalışıyorsun, niye yapıyorsun ki?" Sordum, bunu yapması iyi geliyor olsa da saçmaydı. Onun benden nefret etmesi lazımdı. Benden nefret etmesi ve intikam alması. Çünkü istediğim şey tam olarak buydu.

"Neden yapmayayım? Bu işte beraber değil miyiz biz? Birinin kendini kaybetmesi işime gelmez. Diğerlerine olduğu gibi bu işte sana da ihtiyacımız var. Hatta doğrusu en çok sana ihtiyaç var. Ne de olsa en iyi düşünen sensin aramızda, bunu kabul etmek lazım. Katilin yaşıyor olduğunu ilk günden beri söyleyen sen oldun, söylediklerin de doğru çıktı." Önüme döndüm, sıkıntıyla ofladım.

"Keşke çıkmamış olsaydı." Diye mırıldandım kendi kendime. O da bunu duydu, bundan eminim ama hiçbir şey söylemedi.

"Bana söylediğin şeyi hatırlıyor musun?" Sorduğu soruyla başımı yeniden ona çevirdim, merakla baktım yüzüne, ne söylemiş olabilirdim ki ona? Hiçbir şey hatırlamıyorum.

"İki defa söyledin, hem de gözlerimin içine bakarak." Kaşlarımı çattım, ne söylediğimi daha çok merak etmeye başlarken bir yandan da düşündüm ama aklıma hiçbir şey gelmedi.

"Senden nefret ediyorum ama ölmeni isteyecek kadar değil dedin." Deyince hatırladım söylediklerimi ve bakışlarımı kaçırdım. Yalandı bu söylediğim, doğrusu söylerken doğruydu ama artık o doğruluk geçerli değil. İnandığım şeylerin yanlışlığını anlamak ona karşı olan öfkemi de nefretimi de yok etti.

Zaten boşluğa düşmeme neden olan da bu olmadı mı? Benim son iki yıldır tuttunduğum, ayakta kalmamı sağlayan iki duygu vardı; öfke ve nefret. Ondan önce de olanlara karşı beni ayakta tutan tek şey onun sevgisiydi. Şimdi ne onun sevgisi kaldı ne de ona olan öfkem ve nefretim. Tutunacak hiçbir şeyim kalmadı, boşluğa düştüm. O boşluk da beni yere düşürdü, canımı yaktı ama canım onun tarafından daha çok yansın istiyorum. Yaptığım şeylerin hesabını sorsun benden.

Birkaç dakika önce söylediği şeye yönelik "Doğru, öyle dedim." diye cevap verdim. Senden nefret etmiyorum, o nefret yok oldu diyemedim. Bunun sebebini sormayacak mıydı benden? Soaracak, cevap veremeyecektim. Sonra haksız yere ona ihanet ettiğimin de hesabını soracak ve ben o hesabı da veremeyeceğim. En sonunda da cevabını ve hesabını veremediğin her şeyin altında bir bir ezilecek, yok olacağım. Bunu istemiyorum. Bu yüzden sustum, söylemek istediğim her şeyi yuttum, içime attım.

"Aynı şey benim için de geçerli." Gözlerim onu buldu, boğazım düğüm düğüm oldu. Ağlamamak benim için hiç daha önce bu kadar zor olmamıştı. İlk defa bu konuda kendimle büyük bir savaşa giriyorum.

"Ölmeni isteyecek kadar nefret etmiyorum senden." Durup baktım sadece ona, buna sevinmem mi gerekiyor? Benden çok nefret etmiyormuş diye sevineyim mi? Yoksa iki yıl önce defalarca kez gözlerimin içine bakıp bıkmadan usanmadan sevgisini dile getiren adamın şimdi nefretini dile getirdiği için hâlime üzüleyim mi? Hangisi daha doğru olur? Cevabını bilmediğim sorulara bir yenisi daha eklendi.

"Hatta..." Dedi ve iç geçirdi, bakışları bir kez etrafta gezindikten sonra beni buldu. "Doğruları duymak istiyor musun?" Aniden sorduğu soru varolan düşüncelerimin yok olmasına neden olurken zihnimi o doğruların ne olduğuna dair bir merak kapladı.

"İstiyorum." Dedim merakla ama o merakı belli etmemeye çalışarak. Fakat bu konuda başarılı oldum mu olmadım mı ondan pek emin değilim.

Ateş kehribar gözlerini mavilerime odakladı. Bir an onun gözlerine bakmayı ne denli çok özlediğimi fark ettim. Bu özlemi ona fark ettirmemeye çalışırken kısık bir ses tonuyla "Ben senden nefret etmiyorum Mira." dedi, şaşkınca kalakaldım.

Ben senden nefret etmiyorum.

Bu cümle duymayı beklediğim şey değildi. Bu cümle benim için doğru olan da değildi. Doğru olan tam tersiydi, bana onu söylemesi gerekiyordu ama o hiç beklemediğim bir şey söyledi, donup kalmama neden oldu. "Sana karşı en ufak bir nefretim yok." Tepkisiz kalmaya devam etti, ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyorum çünkü ve bu konuşmanın sonunu merak ediyorum.

Nasıl devam edecek cümleye? Nefretimi hak etmeyecek kadar değersizsin benim için mi diyecek? Yoksa...yoksa o cümle yine beklemediğim bir şekilde mi devam edecek?

Bu kez merakımı gizlemek zor olurken "Hiçbir zamanda nefret etmedim senden." bir kez daha bozguna uğradım. Çünkü ikinci seçenek çıkmış, yine beklemediğim bir cümle gelmişti. Karşısında susmaya devam ettim. Bu kadar şeyden sonra ağır bir cümle kurmasından çok korktum. Çünkü o cümleyi kaldırabilecek bir güç görmüyorum kendimde.

"Nefret etmek istedim, çok istedim ama olmadı Mira. Seni o kadar çok seviyordum ki nefret etmeye kıyamadım." Dediği an gözümden bir damla yaş aktı, yanağımdan süzülüp boynuma düştü. Ates gözleriyle o yaşı takip ettikten sonra yeniden gözlerimin içine baktı.

"Bekledim de biliyor musun? Hep bekledim seni. Bizi o gün karakola götürdüklerinde gözlerim hep seni aradı etrafta. Sonra cezaevine girdik, çok kalmadık, kurtardık kendimizi bir şekilde ama orada da bekledim seni. Gelecek dedim kendi kendime, gelecek ve bana açıklama yapacak." Bir damla daha göz yaşı aktı, artık onlara engel olamadığım gibi saklamak için de hiçbir şey yapmıyordum.

"Gelmedin." Sesindeki ve gözlerindeki hayal kırıklığı bir ok misali kalbime saplandı, canımı yok yaktı. Ateş susmadı, devam etti. Belki de onun canımı yakma yöntemi budur.

"Beklemeye devam ettim ama yine de, çıktıktan sonra da devam ettim. Geleceğine inanıyordum çünkü. Kendi kendime hep dedim ki o da seni sevdi, gelecek. Ben böyleyim Ateş diyecek, ben yaptığın şeye göz yumamazdım, ben sana engel olmak zorundaydım diyecek dedim. Kendimi hep bu şekilde teselli ettim, seni beklemeye devam ettim ama sen gelmedin." Göz yaşlarım daha da hızlandı, Ateş yanaklarımdan süzülen yaşlara bakarken anlatmaya devam etti.

"Ben de beklemekten vazgeçtim. Çok uğraştım senden nefret etmek için ama olmadı, yapamadım. Öfkelendim, kızdım sana ama bu öfke hiçbir zaman yaptığın şey için olmadı, gelmedin diye kızdım. Ben seni beklerken gelmedin diye." Daha fazla bakamadım gözlerinin içine önüme döndüm. Ateş canımı yakan şeyleri anlatmaya devam etti, ona engel olmadım, duymak istiyorum çünkü.

"Sonra öfkem de geçti, anlamıştım çünkü artık." Dedi, başını hafifçe eğdi, gözlerime bakmaya çalıştı, böyle yapınca gözlerim onu buldu.

Gözlerimin içine bakarak canımı en çok yakan o cümleyi kurdu. "Aslında beni hiçbir zaman sevmediğini anlamıştım." Kalbim öyle bir acıdı ki bu acı dayanamayacağım bir noktaya ulaştı. Onu hiç sevmediğime mi inanıyor artık? Bakışlarındaki bu duygusuzluk bu yüzden mi?

"Senin sadece kendini seçebilecek bir kadın olduğunu anlamıştım." Kalbim sıkıştı, göğüs kafesim kırılıyormuş gibi hissettim, acıyla yandı içim. Sözlerinin canımı bu denli yakmaması gerekiyordu.

"Kızmadım bu yüzden sana, beni sevmedin diye niye kızayım ki? Sevmek zorunda mıydın?" Yerdeki başımı kaldırdım, eğdiği başı benimle birlikte kalkarken ona onu çok sevdiğimi söylemek istedim ama gözlerindeki duygusuzluk bana engel oldu.

Ben onu sevdim hem de çok sevdim. Kendimi bile sevmediğim kadar çok sevdim. Bu sevgi yüzünden inandığım o yalan beni o kadar öfkelendirmedi mi? Yaptığım büyük hatanın nedeni sevgimin büyüklüğü değil miydi? Şimdi o karşıma geçmiş onu hiç sevmediğimi söylüyordu. En kötüsü de bunu canımı yakmak için yapmıyor, gerçekten buna inanıyordu.

"Ateş..." Dedim, sözümü kesti, kendisi devam etti.

"Bir ara gerçekten beni sevdiğini düşünmüştüm oysa, canımı yakan en büyük şey de bu oldu zaten." Bu kez bakışlarını önüne çeviren o oldu, hayal kırıklığının gölgelediği yüzüne öylece baktım, hiçbir şey diyemedim.

"Sonra bu da canımı yakmayı bıraktı, zamanla geçer deniliyor ya hani? Gerçekten doğruymuş, zamanla geçip gidiyormuş." Deyip iç geçirdi, ağzından çıkan her kelime benim canımı biraz daha yakarken onunkini gerçekten de hiç yakmıyordu.

"Her şeyin geçmesine iyi gelen zaman, bir şeyi daha anlamama neden oldu, senin sevgimi hak edecek bir kadın olmadığını." Göz yaşlarımı sildim, ağlamak istemedim ama yapamadım, yeniden akmaya başladı göz yaşlarım. O konuşurken sessiz sessiz ağladım.

"Seni hâlâ seviyorum Mira." Dedi ve bana döndü, göz yaşlarım bile durdu kirpiklerimde, o kadar cümleden sonra bunu beklemiyordum.

"Gerçekten seviyorum, her şey zamanla geçecek bir şey olsa da benim sevgim bu kadar kısa zamanda geçecek kadar küçük değil ama artık eskisi kadar da büyük bir aşkla bağlı değilim sana. Bir daha asla böyle bir hataya düşmem. Bu hayatta sadece kendini sevebilecek bir kadını sevmem. Sana karşı olan sevgim o kadar azaldı ki içimde, artık hiçbir şekilde canımı yakmıyorsun, üzemiyorsun beni." Daha fazla dinlemek istemedim onu, içimdeki acıya dayanmak zor gelmeye başladı ama dinlemeye devam ettim, zor gelse canımı yakmaya devam etsin istedim.

"Bunları sana seni üzmek için ya da pişman ol diye söylemiyorum. Zaten hiç sevmediğin biri tarafından üzülmezsin, onu da biliyorum. Sadece bil diye söylüyorum Mira. Ne de ben ne de diğerleri öyle tahmin ettiğin gibi nefret etmiyor senden, hiçbir zaman da etmediler. Ben bile etmemişken onlar nasıl etsinler zaten değil mi? Onlar senin hâlâ arkadaşın, seviyorlar da seni. Sadece yaptığın şeyi kabul edemiyorlar, eğer sen de biraz onlara karşı ılımlı olursan belki Savaş'la, Cansu'yla, Doğan'la eskisi gibi olursun." Deyip ayağa kalktı.

"Tabii olmak istiyorsan, eğer bana karşı olan sevgin gibi onlara karşı olan da sahte değilse." Laf çarpmayı da ihmal etmedi. "Şimdi hadi bırak saçma sapan düşünceleri, kalk gidelim buradan." Başımı kaldırdım, gözlerine baktım ve kendimden hiç beklemediğim bir şey yapıp sordum.

"Peki ya sen?" Anında kaşları çatıldı, anlamsız bakışlar attı, devam ettim. "Nefret etmiyorum dedin, eskisi kadar sevmiyorum da dedin. Sen de mi artık arkadaşın olarak görüyorsun beni?" Birkaç saniye gözlerimin içine baktıktan sonra yanıtladı sorumu.

"Ben senin görmek bile istemiyorum Mira. Nefret etmesem de hayatımda istemiyorum. Hâlâ seviyorum desem de istemiyorum seni. Ne normal arkadaş olarak ne iş arkadaşı olarak ne de başka bir şey olarak yanımda istemiyorum. Senin de aynı şeyleri düşündüğünü çok iyi biliyorum. Bu yüzden bu iş bittikten sonra sen yoluna ben yoluma. Bizim en için en hayırlısı bu olacak." Dedi ve geldiği tarafa doğru yürüdü. Yürürken "Hadi kalk sen de." diye ekledi, önüme döndüm, kalkmak içimden gelmedi, oturmaya, onun söylediklerini düşünmeye devam ettim.

Kötü hiçbir şey söylemedi. Senden nefret ediyorum diye haykırmadı. Sevmiyorum bile demedi. Nefret etmiyorum ve eskisi kadar olmasa da seviyorum dedi ama hayatında istemediğini de söyledi. Gurur yapıp bunların tam aksini söylemesini bekliyordum. Doğrusu doğruların bunlar olduğunu ben bile bilmiyordum. Gerçekten nefret ediyor diye düşünmüştüm. Hatta canımı yakmak için seni hiç sevmemiştim falan demesini bekledim ama onun söyledikleri sadece kendi gerçekleri oldu.

Canımı yakan da tam olarak bu zaten. Söylediği her şeyin doğru olması ve gerçek hislerini söylemesi. Ben onun gibi yapamadım. Gözlerimin içine bakıp sen beni hiç sevmemişsin dediğinde bile hayır ben seni çok sevdim diyemedim. Hatta her şeye rağmen hala seviyorum da diyemedim. Bunu, bugün bir kez daha anladım. Yok ettiğimi düşündüğüm o sevgi hâlâ içimde. Onunkinin aksine azalmamış daha da büyümüş. Artık bunun daha çok farkındayım ama artık karşımda bu sevgiye inanmayan bir adam var ve o adamın bana karşı olan sevgisi her gün biraz daha yok oluyor.

Kaybediyorum.

"Mira." Sesini duydum, dönüp bakmadım. Kendisini duyduğumu çok iyi bildiğinden "Hadi!" dedi, artık kalkmam için.

Abimin mezarına son bir kez baktım. Sevdiğim adamla onun mezarının başında hesaplaşmayı hiç beklemiyordum doğrusu. Göz yaşlarımı sildim, ayağa kalktım, ona doğru döndüm ve beni beklediğini gördüm, yanına yürüdüm. İstediğini yapıp geldiğimi fark edince yanına ulaşmamı beklemedi, yoluna devam etti. Ben de birkaç adım arkasında yürüdüm, yanına gitmek istemedim.

Kazdıkları mezarın yanına yeniden ulaştığımızda mezarı kapattıklarını gördüm. Üstlerine temizlemişler, kazma küreği kaldırmışlardı. "Neredesiniz siz? Bir saatir sizi bekliyoruz burada!" Diye söylendi Erdem, sessiz kaldım, ona cevap veren Ateş oldu.

"Mira'ya bakmaya gittim ben, abisinin mezarına gitmişti, biraz orada oyalandık." Diye açıkladı, o mezarın abime ait olduğunu söylememiştim ama biliyor olması da tuhaf değildi.

"Senin abin mi vardı?" Erdem şaşkınca sordu, cevap vermek yerine başımı sallamakla yetindim. "Başın sağolsun." Dedi gayet yumuşak bir ses tonuyla, onu ilk kez böyle konuşurken duydum.

"Sağol." Dedim ve artık gerçekten bu mezarlığın içinde durmak istemediğimden "Ben bir taksiyle giderim. Benim ev sizin yolunuza çok ters kalıyor, buralarda da taksi çoktur zaten. Sonra konuşuruz yine, hadi size iyi geceler." Dedim, gitmek için bir hamle yaptım, dördü birden aynı "Olmaz!" dediler, sesleri yüksek çıkınca biraz irkildim. Gözlerim hepsinin üzerinde gezinirken Ateş konuştu.

"Bu saatte tek başına mı döneceksin eve? Hem de peşimizde bir katil olduğunu bildiğin hâlde!" Peşimizde şimdilik bir katil falan yoktu, bunu benim yüzümden düşünüyorlardı. Hatta benim peşimde şu an hiç kimse yoktu. Gamze de beni öldürmeyecekti. Yani benim için değil, kendileri için korkmaları gerekiyordu.

"Bazen polis olduğumu unutuyorsunuz." Dedim, önüme döndüm, gitmek için bir adım attım, Ateş yine konuştu.

"Bizimle beraber başkaları da unutuyor bunu. Ayrıca kafana vurup vurup alıp götürüyorlar seni. O zaman polisliğin hiçbir işe yaramıyor. Şimdi bin hadi şu arabaya." Dalga geçtiğini anlayınca kaşlarımı çattım.

"Haklı şimdi." Dedi Doğan, ona döndüm. Öfkeli bakışlarımın hedefinde o olurken aynı şeyi Erdem ve Savaş da söyledi. Çocuk gibi inat edip de burada durmak yerine istediklerini yaptım arabalardan birine bindim.

Çok geçmeden aynı arabaya Ateş ve Erdem de bindi. Erdem arabayı kullanıyor, Ateş yanında oturuyor ben de şoför koltuğunun arkasına denk gelecek koltukta oturuyordum. Doğan'la buraya geldiğim arabaya da Doğan ve Savaş bindi, onlar bizden önce mezarlıktan uzaklaştılar. Onların ardından Erdem de arabayı çalıştırdı, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, başımı cama yasladım ve sessizce dışarıya baktım.

Hiçbir şey düşünmek istemiyorum. Keşke bir imkânım olsa da her şeyi aklımdan silip atsam bir daha da hiç hatırlamasam. Acaba böyle bir şey mümkün müdür? Ne de olsa tıp bayağı ilerledi. Belki hafızayı silmek için falan bir yöntem vardır. Eğer öyle bir şey varsa sanırım ilk yaptıran ben olurum. Şöyle son 10 yılımı sildirirdim zihnimden. Ne de güzel olurdu. Yeniden 15-16 yaşlarıma dönerdim.

Sanırım o zamanlar şimdi olduğumdan daha mutluydum. Geçmişe gidebilseydim eğer bu mesleği asla seçmezdim sanırım. Seviyorum çok seviyorum ama yine de seçmezdim. Seçersem de trafik polisi falan olmak isterdim sanırım. Bence polisliğin içinde en kolay olanı trafik polisi.

Düşüncelerimden sıyrıldım, gözlerimi ön tarafa çevirdim ve bana bakan Ateş'le göz göze geldim, bakışlarını hızla çekti benden. Hiç görmemiş gibi davrandım. "Eve gitmeyeceğim." Dedim aniden aldığım kararla. Ateş arkasını dönüp sorgulayan bakışlar atarken az önce onun bana baktığı dikiz aynasından Erdem baktı.

"Otele gideceğim, dedemin oteline. Sizin de yolunuzun üstü zaten, beni oraya bırakın. Yolunuzu da değiştirmemiş olursun." Erdem beni onaylarken Ateş'in kaşları çatıldı. Ne bakıyorsun dercesine yüzüne bakınca önüne döndü, hiçbir şey demedi. Ben de gözlerimi ondan çektim, camdan dışarıya bakmaya devam ettim.

Tek bir şey dahi düşünmek istemiyorum. Aklım uçsun ve gitsin istiyorum. Bunu da birkaç yıldır hiç yapmadığım bir şekilde yapabilirim. Hem ben o zamanları özledim, son zamanlarda sürekli çalıştığımdan bunu yapmak için fırsatım olmamıştı ama şimdi işim yok, zorunlu ara verdim. Bu da istediğimi yapabileceğim anlamına geliyor.

Otelin önüne ulaşana kadar hiç kimseden ses çıkmadı. Önünde durduğumuzda ise "Bıraktığınız için teşekkür ederim, iyi geceler." dedim, arabadan indim. Oysa sabah olmak üzereydi, hava birazdan aydınlanırdı ama henüz benim için gece sayılır. Gecem gündüzüm birbirine karışık zaten.

Resepsiyona gittim, odanın yedek kartını aldım. Beni tanıdıkları için bu sorun olmuyordu. Odaya kırmızı şarap göndermelerini söyledikten sonra odaya çıktım. Bunu uzun zaman sonra bir kez daha yapmak benim için eğlenceli olacaktı.

Odanın perdelerini kapattım, dolabıma gittim ve içinde bana ait kıyafet var mı diye baktım. Fakat hiçbir şey yoktu. Uzun zamandır buraya uğramadığım için bir şey var mı yok mu hatırlamıyorum ama yokmuş. Neyse bu benim için sorun değil.

Ben etrafa bakmakla meşgulken odanın kapısına vuruldu "Oda servisi." denildi, kapıya gittim. Gelen genç çocuktan şarabı ve kadehi aldım. Gözlerim otelin koridorunda gezindi, kimse olmadığından emin oldum, odaya girdim.

Odanın ışıklarını kapattım, bu daha iyi oluyordu. Işık sevmiyorum, karanlık çok daha iyi. Elimdekileri yatağın yanındaki çekmecenin üzerine koydum. Daha sonra kazağımdan ve pantolumdan kurtuldum, yatağa girdim. Odanın içi gayet sıcak olduğundan sadece iç çamaşırlarımla olmak beni rahatsız etmedi.

Arkama yaslandım, şarap şişesini elime aldım. Bir kadeh doldurdum ve bir kerede içtim. Uzun zamandır içmediğim şarap yüzünden yüzümü buruşturdum, midem yandı. Ağzımdaki eşki tat yerini acı bir hisse bıraktı. Midemi ve boğazımı bu hisse alıştırdıktan sonra bir kadeh daha içtim. Sonra bir tane daha. En sonunda da kadehi bıraktım direkt şişeden içmeye başladım. Sarhoş olmak istiyorum. Hiçbir şey hatırlamayacak, düşünemeyecek kadar çok sarhoş olmak istiyorum. Saatlerce uyanmayayım uyandığımda da her şey düzelmiş olsun istiyorum ve bu konuda bana bir tek elimdeki şişe yardım ediyor.

Bu yüzden bir kez daha sarıldım o şişeye ve içmeye devam ettim. Bu gece uzun zaman sonra yeniden hiçbir şey düşünmeden, aklımda sorular olmadan uyuyacağım. Şimdiden o sorular yok olup gitti. Neyi düşünmem gerektiğini bile unuttum, rahatladım, zihnim huzura erdi. Böyle hissettikçe de içmeye devam ettim. Ta ki kocaman şarap şişesinin içinde içecek hiçbir şey kalmayana kadar. Ya çok çabuk bitmişti ya da ben çok hızlı içmiştim ama birkaç saat içinde elimdeki şişe tamamıyla boşalmıştı.

"Neden hemen bitiyorsun ya!" Söylenirken dilim dolandı, başımın döndüğünü hisettim, şişe elimden yatağa düşerken yatağın içinde kendi kendime dönmeye başladım. Bunu yaparken şişe de düştü, onun düşüşü beni sebepsizce güldürdü.

Kendi kendime güldüm, neye güldüğümü bilmeden güldüm. Şarkı söyledim, yatağın içinden hiç kalkmadan dans ettim. Tüm bunları yaparken olumsuz tek bir şey bile aklıma gelmedi. Zaten bir süre sonra da yorgun düştüm, duruldum ama uyumadım. Yüz üstü bir şekilde uzandım yatağa, karanlık odada gezinen gözlerim yavaş yavaş kapandı ama uyumak istemedim, kendimi zorladım fakat pek de başarılı olamadım, uykuya daldığımı hisettim.

Ta ki birinin elini yüzümde hissedene kadar. Önce irkildim, gözlerimi açtım. Karanlığın içinde yanımda oturan bir silüet belirdi, zorlukla araladığım gözlerimle onun kim olduğunu anlamaya çalışırken bunun daha öncede olduğu aklıma geldi, güldüm. Ne zaman sarhoş olsam bir hayal beliriyordu yanımda. Yine aynı şey oldu.

"Yine geldin." Dedim, kalkmak istedim ama omzuma dokundu kalkmama engel oldu. Onun bir yüzü yoktu benim için. Karanlıktı, hep böyle görmüştüm hep de böyleydi.

"Geldim." Sesi çok farklı çıktı, tanıdığım hiç kimsenin sesine benzemiyordu. Bir hayali görüyor, duyuyor olmam normal mi? Neyse ki sarhoşum da delirdiğimi düşünmüyorum.

"Sen niye hiç gelmedin buraya?" Sordu, sarhoşken daha önce hatırlamadığım şeyleri hatırladım, bana daha sık gelmemi söylemişti.

"Neden? Sen de mi beni bekledin?" Diye sordum, bunu sorarken sesim çatallandı. O bana bir cevap vermezken devam ettim.

"Herkes de beni bekliyormuş. Ben de herkesi bekledim. Ne tuhaf değil mi? Hayatımız bekleyerek geçiyor. Herkes birbirini bekliyor ama kimse kimseye gitmiyor." Deyip sıkıntıyla ofladım, eli yüzümde gezinmeye devam etti, bunu umursamadım.

"Hep bu..." Deyip sustum, gözlerimi ona çevirdim ama görebildiğim tek şey karanlık oldu. Konuşurken dilim dolanıyor ve zorlanıyor olsam da konuşmaya devam ettim, cümlemi tamamladım. "... küfür edeyim mi?" Diye sordum bir de. Olmayan biriyle konuşmak da tam bana göre bir hareket.

"Et." Dedi anında, hiç kendimi tutmadım ve bundan nefret ediyor olsam da küfür ettim.

"Hep bu siktiğim gururu yüzünden oluyor bunlar! Nefret ediyorum gururdan!" Diye söylenirken midem ağzıma geldi, kusacak gibi oldum, kendime engel oldum. Karanlığın içindeki silüet güldü, o gülünce ben de güldüm.

"Keşke delirmiş olsaydım da sen hep gelseydin. Sanırım geçmişimden yanımda bir tek sarhoş olduğum zaman çıkan hayalin kaldı. Ne tuhaf değil mi?" Sarhoşluğum yüzünden zorlukla konuşurken artık uykumun geldiğini hissettim, esnedim. Uyku mooduna geçtim, o sırada kulağıma fısıldadı.

"Gururun olmasaydı ne yapardın peki?" Sordu, az önce kapattım gözlerimi yeniden açtığımda çok yakın olduğunu gördüm. Kendi zihnimde oluşturduğum bir hayal bana yaklaşıyor diye heyecanlandım ama tuhaf bir şey vardı.

Bu, bu hayal gibi değildi. Gerçek gibiydi, sanki şu an yanımda birisi vardı. Derin bir nefes aldım, tanıdığım koku burnumu doldurdu, dudaklarım yana kıvrıldı. Bu kokunun kime ait olduğunu anlamak zor olmadı.

Ellerimi usulca kaldırdım, yüzüne dokundum. Yok olması gerekirken olmadı, onu hisettim. İnsan bir hayali hissedebilir mi? Ben onu hisettim. O gerçekti, buradaydı, gelmişti.

Şu an yüzüme dokunan, yanağımı okşayan, yüzü avuçlarımın arasında olan Ateş'ti. Yanımdaydı, bir nefes ötemde. Gözlerim doldu, yüzüne dokunmaya devam ettim. O kadar eğilmişti ki bana doğru, bedenini çıplak vücudumun üzerinde hissediyordum. Onun karşısında böyle olmak umurumda olmadı.

"Hayatımda gördüğüm en güzel hayalsin." Dedim, onun gerçek olduğunu anladığım hâlde. "Keşke gerçek olsan." O anlamasın diye kurdum bu cümleyi ama söylediklerim ağzımdan o kadar büyük bir zorlukla çıkıyor ki beni anlıyor mu bundan bile emin değilim.

"Ne yapardın gerçek olsam? Gururun olmasa ve ben gerçek olsam ne yapardın Mira?" Sesi hâlâ farklı çıkıyordu, kulaklarıma zaten söyledikleri uğultu gibi gelmeye başlamıştı. Ellerimi teninden ayırmadım.

"Gerçekten merak ediyor musun?" Sordum, muhtemelen hâlâ onu hayal olarak bildiğimi düşünüyor, gerçek olduğunu anladığımdan bihaberdi ve muhtemelen yarın sabah uyandığım zaman onun varlığını unutacağım, bu olanlar bir tek onun zihninde kalacaktı.

Keşke hatırlamak için bir şansım olsa.

"Merak ediyorum." Yanıtladı sorumu, beklediğim cevabı vermiş oldu. O benim beklediğim cevabı verdiğinden ben de ona cevap vermek istedim. Elimi yüzünden indirdim, kazağından tuttum ve kendime çektim, dudaklarımı dudaklarına bastırdım.

iki yıl sonra hasret kaldığım dudaklarını büyük bir özlemle öptüm.

Ben resmen Ateş'i öptüm.

****

Tekrardan selamlar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Ateş'in kendini anlattığı sahnede çok duygulandım yazarken :(

Mira'nın sondaki hamlesini bekliyor muydunuz? Sizce bundan sonra neler olacak?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%