Yeni Üyelik
54.
Bölüm

53.BÖLÜM "GAMZE ALKAN"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

****

53. BÖLÜM "GAMZE ALKAN"

Gemiden indim, şaşkın gözlerim kıyının epey ilerisindeki evi buldu. Aslında buraya ev demek de olmuyordu. Saray gibi bir yerdi resmen. Çok büyük ve çok ihtişamlı görünüyordu. Gözlerimi evden çektim, etrafa bakındım.

Bir adaya gelmiştim, adamın evi adadaymış ama öyle bildiğimiz gibi insanların, evlerin, marketlerin olduğu gezilecek yerler listesine olan adalardan değil. Bir tek onun evi ve bir tek o var burada. Adam kendine burada gerçek dünyadan uzak bambaşka bir hayat kurmuş. Gelmeden önce biraz araştırmıştım onu ama hakkında öğrendiğim tek şey altı yıl önce bu adayı satın aldığı ve hayatına burada devam ettiği. Başka da hiçbir şey bilmiyorum, öğrenemedim. Ah tabii bir de kardeşlerinin Doğan ve Erdem olduğunu biliyorum bu kadar.

Eve doğru yürüdüm, o sırada evden çıkıp da yanıma gelen iki adam gördüm, olduğum yerde kaldım, yanıma gelmelerini bekledim. Koşarak yanıma ulaştı, karşımda durdular. Kendimi tanıtıp nedem geldiğimi ve Pars'la görüşmem gerektiğini söylemek için dudaklarımı araladım, adamlardan birisi engel oldu.

"Pars Bey sizi bekliyor Mira Hanım." Şaşkınca kaldım, beni mi bekliyor? Ben geleceğimi haber vermedim ki. Geldiğimi görmüş olsa da beni nereden tanıyacak da ismimi bilecek? Zihnimin içinde bunlar geçerken babamın da bir şekilde haber vermiş olabileceği aklıma geldi ve en mantıklı olanın bu olduğuna karar verdim.

"Bizi takip edin lütfen." Dedi, arkasını döndü ve yürüdü, diğeri de onun peşine takıldı, ben de onları takip ettim.

Eve girdik, kocaman bir bahçe vardı ve bahçenin tam ortasında kocaman bir süs havuzu vardı. O havuzun yanından geçtik, evin en alt katı tamamen camdandı, camlar siyah olduğu için de içerisi görünmüyordu. Oradan eve gireceğiz herhalde diye düşünürken evin sağında ve solunda olan merdivenleri fark ettim. İkisi de aynı yere çıkıyordu ama ev o kadar büyüktü ki iki taraflı merdiven hiç de tuhaf durmuyordu.

Sağ tarafa doğru yürüdük, ikinci katın terasına ulaştık. Burada da kocaman bir camdan duvar vardı. O duvarın da aynı şekildeki camdan kapısından geçtik, büyük bir salona ulaştık. Salon da kasvetli bir hava hâkimdi. O kadar koyu renkler kullanılmıştı ki içeride bunaltıcı ve bir o kadar da ilgi çekici bir hava vardı.

Gözlerimi salonda gezdirmeyi bıraktım, önümde ilerleyen adama baktım. "Nerede?" Sordum, bakışları beni buldu, salonu göstererek konuştu.

"Buyurun oturun, şimdi gelecektir kendisi." Dediğinde başımı salladım, adımlarımı hızlandırdım, siyah koltuklardan birine ulaştım, oturdum ve Pars Atakan'ın gelmesini bekledim. Şu an onun kim olduğu umurumda değildi, tek umurumda olan şey bu adamın bize yardım edip edemeyeceğiydi. Fakat kardeşlerinin de bu işin içinde olduğunu ve hiçbir şey yapamadığını düşününce bu sorumun cevabı hep olumsuz oluyor, sıkıntıya giriyorum.

Gözlerim kasvetli salonda gezinmeye devam ederken duvardaki tablolar dikkatimi çekti. Hepsi birbirinden güzel görünüyordu. İçimden bir an kim bilir bunlar ne kadardır diye geçirmeden edemedim. Daha sonra Ateş'in anlattıkları aklıma geldi. Hepsinin Savcı Agâh Karadağ'ın yanında büyüdüğünü, ondan önce de sokakta kaldıklarını hatırladım, kaşlarımı çattım.

Hayatı böyle geçen bir adam nasıl olur da şu an kendine bir ada alacak, bu kadar lüks bir evde lüks eşyaların içinde yaşayacak kadar zengin olmuş olabilir? Ki bunlar sadece benim birkaç dakika içinde gördüklerim. Kim bilir bu adamın hayatında daha neler vardır? Bu paranın kaynağının pek de iyi bir yerden gelmediği çok belliydi. Polis kimliğim devreye girip de bunları sorgularken kendime kızdım. Nereden geldiyse geldi, banane? Şu an uğraşmam gereken çok daha başka ve çok daha önemli bir şey var.

Duyduğum ayak sesleriyle gözlerimi evin koyu renk merdivenlerine çevirdim. Bir evde her şey koyu tonlarda olur muydu? Burada öyleydi ve doğruyu söylemem gerekirse bu fazlasıyla ürkütücü. Tabii buna bir de adanın ve evin ölüm sessizliği eklenince daha da ürkütücü oluyor. Resmen çıt bile çıkmıyor evde, en ufak bir ses yok. Şu an bile duyduğum tek ses birinin adımlarının sesi.

Merdivenlerin başında bir adam göründü. Pars'ı daha önce hiç görmediğim için gördüğüm adamın o olup olmadığını anlayamadım, adamı incelemeye başladım. Beyaz bir gömlek, siyah pantolon giymişti. Uzundu, hem de çok uzun bir adamdı. Boyu iki metre falan var mıdır bunun acaba? Yoksa bile ona yakın bir şeydir. Uzunluğunun yanı sıra heybetli bir adamdı, iri bir yapısı, geniş omuzları vardı.

Yaklaştıkça, merdivenleri indikçe yüzünü daha net görebildim. Çok fazla olmasa da esmer bir adamdı, sakalları uzun, yeşil gözleri kısık, kaşları çatıktı. Benim yüzümden mi yoksa başka bir şey mi oldu bilmiyorum ama bir şey onu çok fena sinirlendirmiş gibiydi. Ya da hep böyledir, sinirli bir yapısı vardır, bilmiyorum.

Salona geldi, gözleri sadece bir anlığına beni bulmuş sonra yeniden önüne dönmüş, yüzüme bakmamıştı. Karşımdaki koltuğa oturdu, erkeksi bir tavırla ayak ayak üstüne attı, sonunda gözleri yeniden beni buldu ama gözlerime bakmadı, bakışları üzerimde gezindi. Adamın hareketleri fazlasıyla gerilmeme neden olurken daha fazla susmak istemedim, konuştum.

"Merhaba." Diye girdim, önce bir selam vermek gerekirdi. Adam başını öne ve sağa doğru eğdi, kendince bana selam verdi, konuşmaya devam ettim.

"Kendimi size tanıtmama gerek yok bence, anladığım kadarıyla siz beni çok iyi tanıyorsunuz, geleceğimi de biliyormuşsunuz." Tek kaşı kalktı, geriye yaslandı ve sonunda dudaklarını aralayıp bir şeyler söyleyebildi.

"Bu adaya, benim evime herhangi birisi gelmeyi aklının ucundan bile geçirse haberim olur." Dediğinde, kibirli davranışları canımı biraz sıktı. Çünkü bana göre en çok kibirli insanlar hata yapar ve benim hata yapma ihtimalim söz konusu bile değil, olamaz.

"Fakat konumuz şu an bu değil, konumuz senin buraya neden geldiğin?" Kaşlarımı çattım, ne yani neden geldiğimi bilmiyor mu?

"Bence neden geldiğimi çok iyi biliyorsunuz, tahmin ediyorsunuzdur. Babam..." Sözümü kesti.

"Baban kim senin?" Diye sordu bir anda, bu adam benimle dalga mı geçiyor? İçeriye girerken ismimi söylediler, buraya gelmeyi aklının ucundan geçirenden haberim olur dedi ama ne beni ne de babamı tanımıyor öyle mi? Saçmalık! Sanırım sabrımı sınamaya çalışıyor, en iyisi sakin olmak ve sakin cevaplar vermek.

"Eski emniyet müdürü Sedat Aksoylu, şu an cezaevinde." Açık oldum, bunu bildiğini çok iyi biliyordum zaten.

Dudakları hafifçe yana kıvrıldı, yüzünde keyifli bir ifade oluştu. Sanki gerçekten kimin kızı olduğumu bilmiyormuş da yeni öğrenmiş gibi davrandı. "Hı." Dedi sondaki 'I' harfini uzatarak ve "Bizim müdürün kızısın." Diye ekledi, bizim müdür mü?

"Öyleyim." Demekle yetindim.

"Baban nasıl?" Sordu, bu soruya biraz şaşırmış olabilirim ama yine de cevap verdim.

"Çok iyi." Gözlerini kıstı, birkaç saniyelik duraksamanın ardından devam etti.

"Çıkmak gibi bir durumu yok mu?" Yine sordu, yine aynı sakinlikle cevap verdim.

"Avukatımız uğraşıyor, inşallah yakın zamanda kurtulacak." Başını yavaş yavaş salladı, ne yapmaya çalıştığını az çok anladım. Muhtemelen nasıl birisi olduğumu anlamaya çalışıyor, bunu da beni konuşturarak yapıyordu. Normalde böyle şeylere tahammüll edemem ama ona ettim.

"İyi, derdini söyle şimdi de. Herhalde baban seni bana git bir hâlini hatrını sor diye göndermedi yanıma değil mi?" Diye sordu, başımı salladım, sonunda asıl konuya geldiğimize içten içe sevindim.

"Babamla aranızda ne gibi bir bağ var bilmiyorum, doğrusu merak da etmiyorum ama babam size bir şey iletmemi istedi." Dediğimde tek kaşı kalktı, meraklı bir ifadeyle baktı, devam ettim.

"Kabul ettiğini söyledi." Dediğim an yüzündeki meraklı ifade yok oldu, keyfi daha da arttı. Bu yaptığım doğru mu değil mi bilmiyorum ama babama güvenmek dışında elimden başka hiçbir şey gelmez. "Neyi kabul ettiğine dair hiçbir fikrim yok ve merak da ediyorum. Neyse babam eğer size kabul ettiğini iletirsem bana yardımcı olacağınızı söyledi, ben de buraya bunun için geldim." Dikkatle dinledi beni ama hiçbir şey söylemedi.

"Öncelikle babamın neyi kabul ettiğini bana söyler misiniz?" Diye sordum, o sırada bir kadın geldi salona. Yanımda durdu, elindeki tepsiyi uzattı, tepsinin içindeki çayı aldım. Şu an çayın sırası değildi ama kadın getirmişti bir kere. Ben çayı aldıktan sonra Pars'ın yanına gitti, o da çayını aldı. Ben uzanıp orta sehpaya bıraktım, o elinde tuttu, hatta bir yudum da aldı, soruma cevap vermesi için merakla baktım yüzüne.

"Küçük bir iddia sadece." Diye yanıtladı, kaşlarımı çattım, daha da meraklandım, devam etti. "Baban emniyet müdürüyken bir keresinde karşı karşıya gelmek zorunda kalmıştık. Öyle silahla falan değil ama medeni bir karşılamaydı ve kazanını ben oldum." Sanki bunları alay edercesine söyler gibiydi.

"O gün babana bir gün herkes benim gücümü kabul edecek, sen bile demiştim ve eğer bir gün karşıma çıkıp da bunu kabul ettiğini söylerse bunun şerefine benden isteyeceği herhangi bir şeyi yapacağımı da söyledim. Kabul ettiği şey benim gücüm yani, başka bir şey değil." Bu konuşma bile bana fazla kibirli gelirken aslında biraz da rahatladım. Hiç değilse kötü bir şeyi kabul etmemişti.

"Ben sözümü tutarım, şimdi bana sana nasıl yardım edebileceğimi de söyle." Daha ne isteyeceğimi bile bilmeden kabul etmiş gibiydi.

"Aslında biraz başınızı ağrıtacağım sanırım, çünkü çok uzun bir konu ve en başından anlatmam gerekiyor. Yoksa işin karışıklığını anlayamazsınız." Dedim, çayından bir yudum daha aldı, uzanıp sehpaya bıraktıktan sonra bakışları yeniden beni buldu.

"Vaktim bol, seni dinliyorum." Deyince konuşmak için derin bir nefes aldım ama her şeyi anlatmadan önce emin olmam gereken bir şey vardı.

"Öncellikle bana bir söz vermenizi istiyorum." Dediğim an yanıtladı.

"Hiçbir münasebetim olmayan birine herhangi bir söz vermem." Fazla net bir cevap olmuştu.

"O zaman size güvenemem." Dediğimde yine anında yanıtladı.

"Eğer 'Söz veriyorum' sözüme güvenebiliyorsan bu zaten çoktan bana güvenmeye başladığın anlamına gelir. Gözünde sözünü tutacak bir adamımdır. Ayrıca şunu unutma; yanıma gelen, karşıma çıkan sensin. Senin bana değil, benim sana güvenmem lazım. Şimdi dökül." Kaşlarımı çattım, hem sinir bozucu hem de maalesef haklıydı. Elimden geldiğince sakinliğimi korumaya çalışarak konuşmaya başladım.

"İki yıl önceydi..." Diye anlatmaya başladığım an sözümü kesti.

"Oraları geç, her şeyi biliyorum. Bir seri katil vardı, peşindeydiniz. Sonunda öldü sen de bizim çocuklara ihanet ettin, gittin. O kısımları en ince ayrıntısına kadar biliyorum, bana şimdiden bahset. Şimdi benden ne istiyorsun." Yüzümde alaylı bir ifade oluştu, bunları biliyor olması çok normaldi ama en başında bilmiyormuş gibi davranması hiç de normal değildi.

"Peki." Dedim ve bir kez daha derin bir nefes aldım, anlatmaya başladım. Bana gelen fotoğraftan başlayıp Gamze olayından devam edip mezarlığa kadar olan her şeyi bir bir anlattım. Hiçbir şeyi atlamadım, gizlemedim, yalan söylemedim. Olup bittiği gibi aktardım ona. Çünkü hem burada bizi kimsenin dinlemediginden emindim hem de babam sayesinde ona güveniyordum. Tabii güveniyor olmamın nedeni bu işin içinde kardeşlerinin de olmasıydı. Kardeşleri için hata yapmaktan kaçacaktı. Benimle iş birliği yapmak zorundaydı. Tabii babamın bahsettiği kadar güçlü bir adamsa.

Konuşmam bittiğinde sustum, bu kez çay içen ben oldum ve onun bir şeyler söylemesini, anlattıklarıma herhangi bir tepki vermesini bekledim. "Saklaman çok saçma, ilk öğrendiğin an o kadının gözlerinin içine bakarak herkese her şeyi anlatman gerekiyordu. Koskaca dört tane adam, iki de kadınsınız." Dediğinde kardeşlerinden, Ateş'ten, Savaş'tan, Cansu ve benden bahsettiğini anladım. "Tek bir kadın mı korkuttu seni?" Alay edercesine sordu.

"O tek kadının arkasında kimler var bilmiyorum, öğrenmem lazım. Kadını bir şekilde halletsek arkasındakilerin saldırısına uğrayacağız. Neyin ne olduğundan bihaberken hiçbir şey yapamam." Anlattığım o kadar şeye rağmen rahatça çayından bir yudum daha aldı, dinledi beni.

"Sizden de bu konuda hiçbir şey yapmamanızı istiyorum, benim aklımda yapacağım şeyler var zaten." Kaşlarını çattı.

"Neden şu an karşımdasın o zaman? Niye anlattın bana bunları?" Diye sordu haklı olarak, anında yanıtladım.

"Güvenlik istiyorum sizden, ailemi de diğerlerinin ailesini de koruyun. Sizden bir tek bunu istiyorum. Eger siz bana güvenliği sağlayacağınıza söz verirseniz ben de bir şeyler yapmaya başlayabileceğim. Ailemin peşinde silahlı adamlar varken, diğerlerinin ve onların da ailesinin hayatları tehlike altındayken elimden hiçbir şey gelmiyor, elim kolum bağlı." Gözlerini kıstı.

"Ben güvenliği sağlayacağım sen de onları çökerteceksin yani öyle mi?" Diye sordu, başımı salladım.

"Aynen öyle, biliyorum size saçma geliyor ama bunun tek başıma yapabilirim. Fakat o kadar kişiyi tek başıma koruyamam, elimden gelmez. Gördüğüm kadarıyla da siz de bunu çok iyi yapabilirsiniz. Bana yardım edin hem kendimi hem de kardeşlerinizi tehlikenin içinden çekip alayım."

"Olur." Dedi anında, bu kadar kolay kabul etmiş olmasından dolayı şaşırdım, devam etti. "Benim koruduğum herhangi birine kimse zarar veremez. Her kim olursa olsun bunu yapamaz, yapmayı aklının ucundan geçiren birisi yok olur. Benim koruduğum birisi benim korumam altındayken kendine bile zarar veremez, izin vermem, yapamaz." Kendine tahmin ettiğimden çok fazla güveniyordu bu konuda.

"Kardeşlerimin başından geçen her şeyi bir bir biliyorum, bilmediğim tarafları da sen anlattın bana ve onlara zarar vermek isteyen bir kadınla aynı eve girip çıkıyor olmaları beni fazlasıyla rahatsız etti. Hem bu yüzden hem de babana verdiğim söz yüzünden yardım edeceğim. Bundan sonra ailen, cezaevindeki babandan Amerika'daki kuzeninin sevgilisine kadar benim korumam altındalar." Gözlerim iri iri oldu. Babamı zaten tanıyor, Serkan'ı tanıyor olmasını da anlarım ama bu adam Serkan'ın sevgilisine kadar tanıyor resmen ve ona kadar koruyacağını söylüyor.

"Tıpkı diğerlerinin ve diğerlerinin ailelerinin güvenliğini sağlayacağım gibi." Dedi ve çayından bir yudum daha aldı, geriye yaslandı devam etti.

"Bundan sonra rahat ol, istediğin her adımı at, istediğini yap, seni tehdit ederlerse umursama. Herkesi koruduğumu unutma, kimse kimseye benim iznim olmadan zarar veremez bu saatten sonra. Anlayacağın ben sözümü tutacağım, ailen ve aileleri yaşayacak. Sen de sözünü tut, her şeyi ortaya çıkar. Bunu yapamazsan en kısa zamanda benim yapacağımı da unutma. Sadece sana bizimkiler karşısında geçmişi telafi etmen bir şans veriyorum. Yoksa her şeyi kendim de yapabilir, bu işe son veririm." Bunları duymak keyfimi yerine getirdi. Aynı zamanda bu adama nedensizce büyük bir güven duygusu hissetmeye başlamıştım.

"Anlaştık." Dedim, buraya gelirken bu konuda umutsuzdum ama onu tanımak o umutsuzluğu yok etmişti. Fakat yine de tedbirli davranmaya devam edeceğim. Gerçekten koruyup koruyamayacağından emin olmam lazım.

"Bence o zaman bir an önce işe koyulun, çünkü ben daha fazla vakit kaybetmek istemiyorum." Dediğimde başını salladı.

"Bu evden çıktıktan sonra istediğini yapabilirsin. Aileni düşünmeden, başlarına bir şey gelir mi diye içinden geçirmeden. Çünkü sen çıktığın an onlar artık güvende olacaklar." Deyince ayağa kalktım.

"Buna sevindim, iyi bir anlaşma oldu." Dedim, koltuğun kenarlarından destek aldı, usulca ayağa kalktı.

"Bence de." Dedi, yanına gittim, elimi uzattım.

"Görüşmek üzere o zaman." Arkasında birleştirdigi elini çıkardı, uzattı, elimi tuttu, sıktı ve hemen geri çekip yeniden arkasında birleştirdi.

"Bir dakika." Dedi, başını camdan duvara çevirdi, dışarıya baktı. Eş zamanlı olarak koşar adımlarla bir adam içeriye girdi. Adama gözleriyle beni gösterdi, neler olduğunu anlamaya çalışırken adam bana bir telefon uzattı.

"Bundan sonra bu telefonu kullan." Deyince kaşlarımı çattım, devam etti. "Benimle bunun üzerinden iletişime geç, kimse dinleyemez, takip edemez." Şaşkınca kaldım, bunu hangi ara düşünmüştü?

"Peki." Dedim, bir iş yapıyorsak tam olması gerekiyordu. Adamın uzattığı telefonu aldım, cebime koydum. "Bunu kullanacağım." Diye ekledim, o sırada adam konuştu.

"Pars Bey Ayliz Hanım..." Demesiyle Pars'ın elini kaldırması, adamı susturması bir oldu.

"Daha sonra." Deyince adam konuşmaya devam etmedi, muhtemelen ben olduğum için konuşmuyordu. Bir an önce gitmek istedim bu yüzden buradan.

"O zaman ben gideyim, bir şey olursa sizi arayacağım." Başıyla onayladı beni, o sırada geldiğim andan beri ürkütücü bir sessizliğin hâkim olduğu evi bir kadının sesi inletti

"Ya bırak beni! Çekiştirip durma!" Kaşlarımı çattım, gözlerim hızla giriş kapısını buldu.

Uzun boylu, zayıf, çok uzun gri saçları olan bir kız gördüm. Kız kolunu tutan adamdan kurtulduktan sonra eve kendi isteğiyle girdi, gözleri hemen beni buldu, kaşlarını çattı, bakışları üzerimde gezindi. Benden rahatsız olduğunu hissederken benim de gözlerim onun üzerinde gezindi. Hava çok soğuk olmasına rağmen mini beyaz bir kazak elbise giymişti. Ayağında topuklu, siyah çizmeleri vardı. Tırnakları uzun ve ojeliydi, bana göre fazla abartılı olan bir makyaj yapmıştı. Çok güzel bir kızdı, bakımlı olduğu her hâlinden belli oluyordu ama şu an hiç de iyi bir durumda değildi. Bahsettiğim kıyafetleri toz toprak içindeydi ve bacaklarında çizikler vardı, muhtemelen çok fena düşmüştü.

Kız öfkeli gözlerini benden çekti, Pars'a baktı ve öfkesi yok oldu, dudaklarını ısırdı, korkmuş gibiydi. Göz ucuyla ben de Pars'a baktım, kıza büyük bir öfkeyle baktığını gördüm. Kimdi bu kız? Neden burada bu hâlde ve neden zorla getirildi buraya?

"Odana çık." Dedi Pars yüzündeki ifadenin aksine gayet sakin bir ses tonuyla. Kızın burada kaldığını anladım ama pek de isteyerek kalıyormuş gibi değildi. Bu kız burada bayağı zorla tutuluyor.

"Pars ben sadece..." Kız konuşmak istedi ama Pars engel oldu.

"Odana çık." Yine aynı şeyi söyledi, kızın keyfinin kaçtığını anladım. Hiçbir şey söylemeden yanımızdan geçti, evde duyulan tek şey onun topuklu çizmelerinin sesi olurken kendimi daha fazla tutamadım.

"İyi görünmüyorsun." Dediğim an hem onun hem de Pars'ın gözleri beni buldu, devam ettim. "Düşmüşsün." Dedim, yardıma ihtiyacı olabilirdi. Buraya kendim için gelmiş olsam da Pars'la iş konusunda anlaşmış olsak da bu onu görmezden geleceğim anlamına gelmiyordu.

"Küçük bir kaza, önemli bir şey yok." Diye açıkladı kız, benden rahatsız olduğu ve bunu belli ettiği hâlde sakince konuştu.

"İyi olduğunuza emin misiniz?" Israrla sormaya devam ettim, en ufak bir işaret yapmasını ya da bir şeyler söylemesini bekledim. Şu an burada zorla tutuluyorsa bir şeyler yapması gerekiyordu.

"Evet." Dedi, üst üste sormuş olmam onu biraz şaşırtmış gibiydi.

"Polis her yerde polistir." Dedi Pars, ona döndüm, devam etti.

"Sakin ol sarışın, kaçırmadım onu, zorla tutmuyorum, rahat ol yani, bir şey yapmana gerek yok." Amacımı hemen anlamıştı, anlaşılmayacak gibi değildi zaten. Fakat ben söylediği şeye değil bana hitap ediş şekline takıldım.

"Mira." Dedim, tek kaşı kalktı, devam ettim. "İsmim Mira, böyle hitap edebilirsiniz." Elini gelişigüzel salladı.

"İsim hafızam pek yoktur sarışın, genelde yüzünü hatırlarım. Muhtemelen birazdan unutacağım ismini." Deyince bu konuyu uzatmadım, gözlerimi ondan çektim, kıza baktım. Artık polis olduğumu da öğrenmişti, başında bir bela varsa bunu tam da şu an belli etmesi gerekiyordu ama yaptığı tek şey gülmek oldu.

"Polissin demek." Dedi, bunda gülünecek bir şey göremezken kendini toparlayıp devam etti. "Zorla tutulmuyorum." Sesi gayet rahat çıktı, madem zorla tutulmuyor az önce adam niye bunu içeriye öyle iterek getirdi ki?

"En kötüsü de tam olarak bu ya zaten!" Deyip Pars'a baktı, yüzünü buruşturdu, önüne döndü ve üst kata çıktı. Kızın Pars'ı sevmediğini anlamak zor olmadı, Pars'a döndüğümde onun da aynı şekilde arkasından baktığını fark ettim. Bu sevgisizlik tek taraflı değilmiş anladığım kadarıyla.

"Araştırmanı da yaptıysan bence artık gidebilirsin." Dedi Pars, sanırım açıkça kovulmuş oldum. Durumu sorgulamış olmamdan rahatsız olmuş gibiydi.

"Gidiyorum." Dedim ve başka bir şey söylemesini beklemeden evden çıktım. Büyük bahçeden de geçtikten sonra, evden tamamen çıktım, kıyıya doğru yürüdüm. Beni buraya getiren tekneye yeniden bindim, İstanbul'a döndüm.

Tekneden indikten sonra adama ücreti ödedim, caddede park hâlinde olan arabama gittim, bindim ve arabadaki telefonu çıkardım, saate baktım, çoktan yedi olduğunu gördüm. Nereye gittiğim bilinmesin, takip edilmeyeyim diye telefonu arabada bırakmıştım.

Ekrandaki cevapsız aramalara baktım. Babamın avukatından ve Ceyhun'dan gelmişti aramalar. Ceyhun muhtemelen akşamki yemek için aramıştır ama babamın avukatı neden beni arasın ki? Belki de babam yeniden görüşmek istiyordur. Ceyhun'u daha sonra aramaya karar verip ilk önce avukatı aradım. Sanki benim aramamı bekliyormuş gibi hemen ilk çalışta açtım.

"Mira Hanım?" Dedi, sesi endişeli çıktı, bu beni biraz korkuttu.

"Buyurun?" Benim de sesim çok endişeli çıktı.

"Cezaevi müdürü ulaştı bana, babanız rahatsızlanmış. Revirde tedavi edilemeyince hastaneye kaldırılmış." Telaşlandım, babamın bir rahatsızlığı yok ki, hem bugün çok iyi görünüyordu. Nereden çıktı şimdi bu?

"Hangi hastane?" Diye sordum, aynı zamanda arabayı çalıştırdım. Avukattan hastaneyi öğrendikten sonra telefonu hemen yana attım, gaza bastım. Muhtemelen bir şey yapmışlardı babama. Belki de bana yardım ettiğini öğrenmişlerdir. Bilmiyorum ama aniden ortaya çıkan bu rahatsızlığın sıradan bir şey olmadığından eminim, birisi zarar verdi babama.

Gözlerim doldu, bir an önce ulaşmak istediğim için biraz daha gaza bastım. Pars'ın yanına gitmekte belki de geç kaldığım için oldu bunlar. Şu an ona kızamıyorum çünkü adamla konuşalım daha bir saat oldu, avukat beni ondan önce aramış. Muhtemelen onun yanına giderken olmuştu bu olay, onun da bir suçu yoktu yani.

Hastaneye ulaştığımda telaşla acilden içeriye girdim, koşarak danışmaya gittim. Oradaki kıza sordum ve babamın yoğun bakımda olduğunu öğrendim, korkum da endişem de daha çok arttı, kalbim acıyla sıkıştı.

Yoğun bakıma çıkmak için asansöre doğru koşarken gördüklerimle bir anda durup kaldım. İleride bir odanın önünde Ateş duruyordu, Gamze de yanındaydı. Onların neden burada olduğunu sorgularken bir anda Ateş'le göz göze geldim, şaşırdı. Onun da beni görmeyi beklemediği çok belliydi, babam için burada olmadığını anladım. Zaten babam ve o ne alakaydı ki?

Ateş şaşkınca bana bakarken muhtemelen babama zarar vermiş olan kişiye, Gamze'ye, öfkeli bir bakış attım, gözlerimi onlardan çektim ve koşarak asansöre gittim, bindim, yoğun bakımın olduğu kata çıktım, avukatı buldum. Tam ona neler olduğunu soracakken yoğun bakımın kapısı açıldı, bir doktor dışarıya çıktı, yanımıza geldi.

"Sedat Aksoylu'nun yakınları?" Emin olmak için sordu, hemen atıldım.

"Ben kızıyım." Dediğimde, yanımıza polisler ve takım elbise giymiş olan bir adam geldi, doktor hepimize tek tek baktıktan sonra konuştu.

"Babanız zehirlenmiş." Şaşkınca kaldım, zehirlenmiş mi? "Fakat basit bir his zehirlenmesi değil." Dedi ve yanımızdaki polise baktı. "Adli bir vaka, yediği bir şeyin içine zehir katılmış." Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti. Zehir mi? Yok artık!

"Zehir mi?" Takım elbiseli diye bahsettiğim adam şaşkınca sordu, doktor başını salladı.

"Evet, gerekli olan her şey yapıldı hastaya. Yapmamız gereken birkaç test vardı, onları yaptık, sonuçlarını bekliyoruz. Tedavisine o zaman başlayacağız, vücudunu zehirden temizleyeceğiz. O zamana kadar hasta yoğun bakımda kalacak." Doktor açıklama yaparken, takım elbiseli adam, sanırım cezavinden sorumlu birisiydi, araya girdi.

"Hasta bir mahkûm, cezavinden getirildi buraya. İzin verirseniz memur bey kelepçe..." Demesiyle doktor, adamın sözünü kesti.

"Bilinci yerinde değil, nefes almakta bile zorlanıyor. Kelepçeye gerek yok, yerinden kalkması mümkün değil hastanın. Ayrıca bu işimizi zorlaştırır. İçeride bir sürü tetkik yapılıyor." Dedi ve kelepçeye izin vermedi, bu adamın bu durumda böyle bir şey teklif etmesi bile saçmalıktı.

"Durumu hakkında sizi yeniden bilgilendireceğim. Şimdi gidip şu zehir konusuyla ilgilenmem gerekiyor." Dedi ve yanımızdan uzaklaştı, o giderken öfkeyle takım elbiseli adama döndüm.

"Siz kimsiniz?" Sordum, bakışları hemen beni buldu.

"Ben cezaevi müdür yardımcısı Fehmi..." Devamını dinlemedim, sözünü kestim.

"Nefes almakta bile zorlanan bir adama kelepçe taktırmaya çalışacak kadar işinizi seviyor, önem veriyorsanız babamı korusaydınız." Şaşkınca kaldı, bu tepkiyi beklemiyor olsa gerek.

"Hanımefendi..." Sözünü kestim.

"Nasıl olur bu? Babam cezavindeyken nasıl zehirlenir? Bu nasıl bir sorumsuzluk? İşinizi böyle mi yapıyorsunuz? O zehir içeriye nasıl girdi?" Hiçbir şey diyemedi, susup kaldı.

"Dua edin babama bir şey olmasın ve uyansın. Yoksa başınıza çok büyük bela almış olacaksınız." Dedim öfkeyle, söylediklerim adamı sinirlendirirken devam ettim. "Ve burada durup da yoğun bakımda olan adama kelepçe taktırmaya çalışacağınıza gidip işinizi yapın ve sorumluları bulun, bunu kimin yaptığını ortaya çıkarın. Herhalde o zehir babamın vücuduna kendiliğinden girmedi!" Adam sinirle ayrıldı yanımdan, ilerideki polislerin yanına gitti.

"Mira Hanım biraz sakin olun." Dedi avukat, ona döndüm. "Bu kadar sinirli olmanız doğru değil." Diye ekledi.

"Can Bey lütfen babam oraya geri dönmesin, elinizden ne geliyorsa yapın. İyileştikten sonra eve dönsün, ne bileyim ev hapsi falan verilsin. Yalvarırım bir şeyler yapın, orada öldürecekler babamı. İyi olmadığını siz de görüyorsunuz." İç geçirdi.

"Elimden ne geliyorsa yapacağım, söz veriyorum. Babanızı bu işten tamamen kurtarmak mümkün değil, siz de bunu çok iyi biliyorsunuz ama tutuksuz yargılanması ya da sizin de dediğin gibi ev hapsi için uğraşacağım." Buruk bir şekilde gülümsedim ona, elinden geleni yaptığını zaten çok iyi biliyordum.

"Şimdi müsaadenizle benim gitmem lazım, babanızın durumunda bir gelişme olursa lütfen beni de haberdar edin." Deyince başımı salladım.

"Peki." Dedim, adam yanımdan uzaklaştı, telaşla odanın önünde bir sağa bir sola gidip volta atmaya başladım. Aynı zamanda öfkemi de bastırmaya çalıştım ama olmadı.

Bunu yapanın Gamze olduğunu çok iyi biliyorum. Ona söylediklerimden sonra bana göz dağı vermek istemiş olsa gerek ama bunu bu kez onun yanına bırakmayacağım. Ben ona söyledim, aileme beni korkutmak için bile olsa en ufak bir zarar verirsen sakin kalmam dedim ve kalmayacağım da.

"Mira." Duyduğum sesle arkamı döndüm, Ateş'i gördüm. İstemsizce ona da öfkelendim. O kadını hayatımıza o almıştı. Daha doğrusu sadece kendi hayatına almıştı ama kadın bizim de başımıza bela olmuştu. Fakat o bunun farkında bile değil. Kim bilir neler oldu aralarında da bu kadın ona bu kadar öfkeli ve intikam için hepimizi kullanıyor.

Yanıma geldi, öfkemi gizleyemedim. "İyi misin?" Diye sordu, gözleri önünde durduğum yoğun bakımı buldu, polislere baktı ve bana döndü, cevap bekledi.

"İyi gibi mi görünüyorum?" Diye tersledim onu, kaşlarını çattı.

"Ne oluyor?" Sordu bir de.

"Ne oluyor öyle mi? Anlatayım ben sana ne olduğunu; ilk sırada ben varım ya hani? Benden başladılar işte! Önce tek tek aileme zarar verecek sonra da bana zarar verecek! Benden sonra da sıra sana geliyor!" Öfkeyle kurdum tüm bu cümleleri ama o buna anlam veremiyormuş gibi baktı. Her şeyin evli olduğu kadının başının altından çıktığını bilmediğinden anlam veremiyor olması çok normaldi.

"Babamı zehirlemişler! Öldürmeye çalışmışlar! Anladın mı şimdi?" Diye sordum öfkeyle, şaşırdı. Babamın durumuna değil de benim ona olan öfkeme şaşırmış gibiydi.

"Sakin ol biraz." Dedi, onunla konuşmak istemedim, yanından geçip gittim, bulduğum ilk boş yere oturdum, başımı önüme eğdim ve ellerimin arasına aldım.

Gözlerim doldu, ağlamak istedim ama yapamadım, yapmadım. Ağlamak zayıflık değil ama ağladıkça kendimi zayıf hissediyorum, güçsüz göründüğümü düşünüyorum. "Mira..." Dedi Ateş, anında sözünü kestim.

"Konuşmak istemiyorum!" Diye çıkıştım ama sonra ona olan öfkemi de çok fazla bulup "Lütfen." diye ekledim. Şu an istediğim tek şey babamdan iyi bir haber almak ve o pislik kadını bir kez daha görmek. Göreyim ki bunu yapmak neymiş ona göstereyim. Sahi o buradaydı değil mi? Beni tutan ne ki?

Aniden aldığım kararla ayağa kalktım. Ateş endişeli gözlerle bana bakarken "Nereye?" diye sordu, karını dövmeye gidiyorum diyecek hâlim olmadığından "Lavaboya." dedim ve yanından öfkeyle uzaklaştım, elbet bulurdum o kadını bir yerlerde. Hastaneden ayrılmış olsa bile giderim yanına. Bu yaptığı yanına kalmayacak çünkü.

Yoğun bakımın olduğu koridordan çıktım, başka bir tarafa döndüm. Muhtemelen bahçededir diye düşünürken asansörden indiğini gördüm, ellerimi yumruk yaptım. Beni görünce duraksadı, hızlı adımlarla yanına gittim. Yanına ulaşmak üzereyken "Mira önce sakin ol ve beni dinle! Önce..." Devam edemedi çünkü boğazına yapıştım, nefesini kestim, sırtını duvara çarptım ve tüm gücümle sıktım boğazını.

Elleri hızla ellerimi buldu, beni kendinden uzaklaştırmaya çalıştı ama yapamadı. Gözleri iri iri oldu, dudakları aralandı, bir şey söylemeye çalıştı ama tek kelime duymak istemiyordum ondan, konuşmasına izin vermedim. "Sana aileme bir şey yaparsan acımam dedim! Susmam da dedim!" Kıpkırmızı oldu, tuhaf sesler çıkarmaya başladı.

"Sen hata yaptın! Sana bana ihanet etme demiştim!" Deyip boğazından onu biraz kendime doğru çektim, sırtını bir kez daha duvara vurdum, canını yaktım.

"Babama bunu yapmayacaktın!" Dedim gözlerinin içine bakarak. "Bu kadar ileriye gitmeyecektin! Beni aptal yerine koymayacaktık!" Konuşurken güçsüzleştiğini hisettim ama umurumda bile değildi şu an onun hâli, ellerimle hemen burada canını almak istedim ama bir başkasının ellerime yapışmasıyla bunu yapamadım.

"Mira dur!" Öfkeli gözlerimi bana engel olmaya çalışan Ceyhun'a çevirdim. Tüm gücüyle beni çekti, Gamze elimden kurtuldu.

"Ne yapıyorsun sen?" Kızdı, ona cevap vermek yerine iki büklüm olmuş, boğazını tutan ve öksüren Gamze'ye döndüm.

"Hak etti o!" Dedim, Gamze'nin öfkeli bakışları beni buldu.

"Ne demek hak etti? Kadını öldürüyordun az kalsın! Sen..." O devam edemeden elinden kurtuldum, Gamze'nin yanına ulaştım. Kendini korumak için hızla doğrulduğu an yüzüne tokatımı indirdim, boğduğum için güçsüzleştiğinden yere düştü, Ceyhun hızla beni kenara çekti.

"Mira delirdin mi sen? Ne yapmaya..." Onun sözünü bu kez de öfkeli bir ses kesti.

"Mira!" Başımı çevirdim, Ateş'e baktım. Burnundan soluyordu, karısına vurduğunu görmüş olsa gerek.

Hızlı adımlarla yanımıza geldi, yerdeki Gamze'ye baktıktan sonra bana döndü. "Ne yaptığını zannediyorsun?" Tüm hastaneyi inletecek kadar bağırdı. Cevap vermedim, öfkeyle gözlerinin içine baktım sadece. Arkasını döndü, tek kolu yaralı olduğundan Gamze'yi tek eliyle kaldırmaya çalıştı yerden. Kaldırdıktan sonra da boynuna ve yüzüne baktı, Gamze yine timsah göz yaşlarını akıtmaya başlarken bakışları yeniden beni buldu.

"Delirdin mi sen?" Diye sordu, üzerime yürüdü, gözlerinin içine baktım.

"Delirdim!" Dedim, bu onu daha da öfkelendirdi. Üzerime gelirken geri adım atmak yerine durup gözlerinin içine bakmaya devam ettim.

"Mira sen manyak mısın? Ne istedin kızdan?" Bir de karşıma geçmiş onu koruyordu!

"Ne istedimse istedim! Al karını git buradan!" Dedim, karın kelimesinin üstüne bilerek bastırdım, bu da onu öfkelendirdi. Onun öfkesini umursamadan boğazını tutmuş, öfkeyle bana bakan Gamze'ye döndüm ve bugün Pars'la olan konuşmama güvenip şu an herkesin güvende olduğunu düşünürek konuştum.

"Katil senin hakkında bize bir şeyler söyledi, senden şüphelenmemizi istedi. Ona bakmayın, onu görün dedi. Belki de hepimiz bunu yapacakken saçma sapan bir kutu geldi eve. İçinde senin hakkında bilgiler vardı. Bir gün önce şüphelenmemizi istediği kadının üzerindeki tüm şüpheleri bir kutuyla kaldırdı. Kendi yaptığını kendi kapatmış gibi oldu." Dedim ve şaşırttım, bunları dile getirmemi beklemediği çok belliydi. Gözlerimi ondan çekip Ateş'e baktım.

"Ya o evde olanları katil yapmadı, birisi ondan şüphelenmemizi istedi ya da o kutuyu katil göndermedi, birisi üzerindeki şüpheleri kaldırmak istedi." Aslında bunun ikisi de doğruydu ama şu an herkese göre ikincisi doğru gelecekti.

"Bence her şey açıkça ortada ama kör olanlara hiçbir şey görmüyorlar! Görmemeye de devam edecekler!" Dedim, ikisine de arkamı döndüm, yanlarından uzaklaşmak istedim, o sırada Gamze konuştu.

"Sen beni mi suçluyorsun?" Diye sordu, yürüyüp gitmek yerine ona döndüm, sesi uyarıcı çıkmıştı ama bu şu an umurumda bile değildi.

"Ne yani ben şüpheli miyim? Üzerimdeki şüpheleri yok etmek için o kutuyu ben mi gönderdim? Notu ben mi yazdım?" Tüm bunları öyle bir söyledi ki derhal yaptığını düzelt der gibiydi. Fakat böyle bir şeye hiç ama hiç niyetim yok.

"Aynen öyle söylüyorum!" Aynı şeyi savunmaya devam etmiş olmam onu şaşırttı, umarım Pars sözünü tutacaktı.

"Nereden bilelim belki de beni şüpheli görmelerini istiyor, tüm suçu üzerime yıkmak için bana iftira atıyorsundur? O evi hazırlayan da sensindir." Sadece sonda söylediği cümle doğruydu ama bunu ispat etmesi mümkün değildi. Bir polisle karşı karşıya olduğunu unutuyor bazen. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşündüm ben.

"Ne de olsa sevdiğin adam şu an benimle evli." Dediği an ona olan öfkem daha da arttı, sakin kalmaya çalıştım. "Zaten beni kıskandığın için ona ihanet etmedin mi? Tüm bu yaptıklarının sebebi de belki hâlâ beni kıskanıyor olmandır." Ellerimi yumruk yaptım, sakinliğimi korudum. Şu an kuyruğunun acısıyla canımı yakmaya çalışıyordu.

"Belki de Ateş'in birkaç gün önce bana benden hoşlandığını söylediğini öğrenmişsindir." Duyduğum şeyle durup kaldım, donuk gözlerimi Ateş'e çevirdim, buna itiraz etmesini bekledim nedensizce ama hiçbir şey yapmadı, sustu, kalbimin kırıldığını hisettim, bakışlarım yeniden Gamze'yi buldu.

"Birincisi; yanındaki adam artık umurumda bile değil." Yalan söyledim ama şu an tam da burada yemin ederim ki gerçeğin bu olması için elimden geleni yapacağım.

"İkincisi; nedense sürekli mağdur olan sensin ama zarar gören biziz. Yoğun bakımda yatan benim babam, senin değil. Ailesi zarar gören benim, sen değilsin. Nedense gelen kutuyla tehdit edilen sen oldun ama zarar gören ben oldum. Ne kadar saçma değil mi? Bence birileri mağdur ayağına yatmaktan vazgeçse çok iyi olacak." Dedim ve Ateş'in yüzüne bakmadan, ona dönmeden ona da laf çarptım.

"Birilerinin de kör olmaktan vazgeçip etrafında olup biteni görmesi lazım." Deyip sessizce olup biteni izleyen Ceyhun'a baktım.

"Gidelim mi?" Sesini çıkarmadı, başını salladı, yanıma geldi, onunla beraber uzaklaştık yanlarından ve yeniden yoğun bakımın önüne döndük.

Onlara arkamı döndüğüm an gözümden bir damla göz yaşı aktı. Canım çok yandı, kalbim öyle acıdı ki bu acıya lanet ettim. Yoğun bakımın önüne ulaştığımda sırtımı duvara yasladım, başımı önüme eğdim, gözümden bir damla yaş aktı, engel olamadım, olmak istemedim.

Önümde bir çift ayak belirdi, başımı kaldırdım, Ceyhun'a baktım. Göz yaşlarıma baktı, iç geçirdi. "Sana sarılmamı ister misin?" Diye sordu, gözümden bir damla daha yaş aktı, şu an belki de tek ihtiyacım olan budur. Bu yüzden başımı salladım, elleri omuzlarımı buldu, hafifçe beni kendine çekti, başımı göğsüne bastırdı, göz yaşlarım daha da hızlandı, sessizce ağladım.

Gözyaşlarım onun ceketini ıslatırken bulunduğumuz koridora giren Ateş'i gördüm, buraya doğru gelirken bir anda bizi gördü, durdu, gelemedi buraya. "Belki de Ateş'in birkaç gün önce bana benden hoşlandığını söylediğini öğrenmişsindir." Zihnimde Gamze'nin sesi yankılanırken kalbim bir kez daha acıdı, bu kez de Ateş'in sesi yankılandı kulaklarımda. "Seni hâlâ seviyorum ama anladım da artık. Sen bu sevgiyi hak edecek bir kadın değilsin, sen sadece kendini seversin. Beni bile hiç sevmemişsin." Ateş gözlerimin içine bakarken göz yaşlarım daha da hızlandı, onun gözlerindeki pişmanlığı bir an için hissettim. Bu pişmanlığa anlam veremedim. Ne için bakıyordu bana böyle? Ne için pişman olmuştu?

Gözlerine bakmak istemedim, gözyaşlarım hâlâ akarken gözlerimi kapattım, yüzümü Ceyhun'un omzuna gömdüm, ellerimi kaldırdım, ben de ona sarıldım. Amacım onun canını yakmak, onu üzmek değildi, bu aklımın ucundan bile geçmiyordu. Sadece birine sarılmak istedim, uzun zaman sonra yapmak istedim bunu.

"Ağla, rahatla." Dedi Ceyhun, elleri saçlarımda gezindi. Sanki birinin bunu söylemesini bekliyormuş gibi kendimi bıraktım, ağlamaya başladım. Ta ki içimi tamamen döküp ağlamaktan güçsüz düşene kadar. Günlerdir bastırdığım tüm duygularım ortaya çıkarken dakikalar sonra Ceyhun'dan ayrıldım, başımı öne eğdim, göz yaşlarımı sildim.

"İyi misin?" Diye sordu Ceyhun, başımı kaldırıp yüzüne bakamadım. Kim bilir şu an ne hâlde görünüyorumdur.

"Ben bir elimi yüzümü yıkayayım." Dedim, gitmek için bir hamle yaptım, eli bileğimi kavradı.

"Mira yine bir olay çıkmasın, istersen ben de geleyim sana." Yerdeki başımı kaldırdım, gözlerine baktım.

"Bir şey olmayacak, çoktan gitmiştir zaten onlar, geleceğim hemen." Dedim, yanından ayrıldım, lavaboya doğru yürüdüm. O sırada cebimdeki telefona mesaj geldi, yürümeye devam ederken cebimden çıkardım, ekrana baktım, Gamze olduğunu gördüm. Kim bilir yine nasıl tehdit edecekti beni? Ama artık arkam sağlam, ondan korkmuyorum diye içimden geçirip mesaja dokundum yazdığı şeyi okudum.

"267 numaralı oda."

Yazdığı şeyle kaşlarımı çattım, ne demekti şimdi bu? Yanına mı çağırıyor beni? Ateş'i nasıl atlattı da yalnız kaldı ki? Banane canım? Nasıl kaldıysa kaldı! Zaten hırsımı alamadım, gidip boyunun ölçüsünü bir kez daha alsam iyi olacak.

Adımlarımı hızlandırdım, oda numaralarına bakarak yürüdüm. 265 numaralı odayı gördüm, yürümeye devam ettim ve biraz ilerideki 267 numaralı odanın önünde durdum. Fakat bir an tereddüt ettim, o manyağa hiç belli olmazdı.

Etrafa bakındım, kimse olmadığından emin oldum. Belimdeki silahı çıkardım, kapıyı açtım, içeriye girmeden ittim. Kapı duvara çarptı, arkasının boş olduğundan emin oldum, odaya doğru bir adım attım, içeriye baktım, kimseyi göremedim. Dalga mı geçiyor bu benimle diye düşünürken gözlerim yerdeki kan lekesini buldu, kaşlarımı çattım.

Oraya bakarken odadaki boş yatağın arkasında duran bir ayak gördüm, gözlerim irileşti. Telaşla o tarafa yürüdüm ve gördüğüm şeyle olduğum yerde donup kaldım.

Gamze yerde sırt üstü uzanıyordu, kalbinin üstünde saplı olan bir bıçak vardı, yer kan gölüne dönmüştü. Aniden korkuyla iç çektim, elimi ağzıma bastırdım, birkaç adım geri gittim. Gözleri açık bir şekilde ölmüştü.

Elim ağzımda durup ona baktım. Böyle bir şey nasıl olabilir? Korkuyla birkaç adım geri gittim, gözlerim odanın içinde gezindi. Sanki birileri varmış gibi bakındım etrafa. Ta ki aniden kapı açılıp da Ateş ve Erdem içeriye girene kadar. İkisi konuşurken beni ilk fark eden Ateş oldu, durup kaldı, kaşlarını çattı.

"Mira?" Dedi şaşkınca ve aynı şaşkınlıkla "Senin ne işin var burada?" sordu, ağzımı açıp tek kelime edemezken yere doğru baktı, gözleri irileşti.

"Siktir!" Deyip yanıma geldi, oradan göremediği şeyi buradan gördü. Peşinden hemen Erdem de gelirken aynı tepkiyi o da verdi ve aynı anda ikisinin de şaşkın gözleri beni buldu, ikisinin de gözlerinde olan o şüpheli ve suçlayıcı ifade beni öldürdü.

****

Selamlar, yine bomba gibi bir bölüm sonunda bir aradayız :) Ne kadar şaşkın olduğunuzu az çok tahmin edebiliyorum şu an.

Gamze'ye bunu yapan kim oldu dersiniz?

Sondaki suçlayıcı bakışlardan sonra neler olacak sizce?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%