Yeni Üyelik
55.
Bölüm

54.BÖLÜM "SANA VEDA EDECEĞİM"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

***

54. BÖLÜM "SANA VEDA EDECEĞİM"

Ateş ve Erdem karşımda durmuş şüpheyle gözlerime bakarlarken canım yandı, o kadar çok yandı ki daha öncekiler bunun yanında hiç kaldı. O bakışlarının altında yatan gerçeği, zihinlerinden geçen her kelimeyi anlayabiliyorum ve bu canımı daha da çok yakıyor.

Benim yaptığımı düşünüyorlar muhtemelen, içlerinden nasıl böyle bir şey yapar diye soruyorlar. Bakışları onları ele veriyor ve benim de zihnimde bir soru dönüp duruyor. Nasıl böyle bir şey yapacağımı düşünürler?

"Mira?" Dedi Erdem, gözlerimi Ateş'ten çektim, ona odakladım. O sırada Ateş yaşadığı ilk şoktan çıkmış olacak ki Gamze'nin yanına oturdu, şaşkın şaşkın ona bakmaya devam etti. İnanmak ister gibiydi.

"Nasıl oldu bu?" Erdem sordu, sesindeki suçlayıcı tonu fark ettim, gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Yüzüme düşen saçlarımı geriye attım, sakin kalmaya çalıştım. Sakin kalmalı ve burada olup biten her şeyi onlara anlatmalıyım. Yoksa bu suçlamalar daha da artacak.

"Ben." Diyerek açtım gözlerimi, Ateş'in hâlâ Gamze'nin yanında oturduğunu fark ettim. Bu durumda bile onun yaptığına, onun yanında olmasına, onun için üzülüyor olmasına kızdım. Fakat çok çabuk onu boş verip gözlerimi Erdem'e çevirdim, kendimi ona açıklamak istedim ama o kadar büyük bir suçlamayla bakıyordu ki ağzımdan çıkan her kelimenin yalan olduğuna şimdiden inanmış gibiydi.

"Sen ne Mira?" Diye sordu öfkeyle, ne yapacağımı bilemedim. Konuşmam lazım farkındayım ama iki kelimeyi bir araya getirecek durumda değilim, mantıklı düşünemiyorum. Mantıklı değil normal bir şekilde bile düşünemiyorum.

"Konuşsana! N'oldu bu kıza? Nasıl bu hâle geldi?" Suçlayıcı konuşması sinirimi bozdu, öfkeyle dudaklarımı araladım, tam o sırada aklıma başka bir şey geldi. Benim şu an onlara dert anlatmıyor, bir şeyler yapıyor olmam gerekiyor.

"Kameralar." Dedim bir anda ve kendimi bu suçlamalardan kurtaracak küçük de olsa bir şey bulduğum için sevindim.

"Kamera kayıtlarını silecekler." Dedim ve kapıya yöneldim, aynı şeyi söylemeye devam ederken koşarak odadan çıktım, bu kattaki danışmaya doğru gittim.

"Mira!" Ceyhun arkamdan bağırdı, vaktim olmadığı için durmadım, koşmaya devam ettim, danışmaya ulaştım.

"Güvenlik odası nerede?" Diye sordum anında, bu daha önceki geldiğimiz hastane olmadığı için bilmiyordum.

Kızın gözleri beni buldu, kaşlarını çattı ve sorgulayan bakışlar attı. "Cinayet şubeden Mira Aksoylu! Şimdi hemen güvenlik odası nerede söyle bana!" Artık bu ünvanı taşımadığım hâlde kullandım bunu.

"Zemin katta, danışmaya..." Devamını dinlemedim, koşarak asansöre gittim, üst üste düğmeye bastım, asansör geldi, bindim. Peşimden de hızla Ceyhun bindi, kapılar kapandı.

"Mira ne oluyor? Ne bu telaş?" Diye sordu, şu an asansörde olduğumuzdan hızlıca anlattım olayı ona, şaşkınlıkla kaldı. O sırada kapı açıldı, asansörden indim. Bulduğum ilk güvenliğe odayı sordum, benim artık olmayan kimliğimi değil de Ceyhun'un polis kimliğini gösterdik, odaya gittik, Ceyhun sayesinde bakabildik kameralara.

Biz daha kayıtları bulurken Erdem de geldi odaya. Şu an onun bakışlarını umursamadan güvenliğe "Bu odaya bizden başka birisi girdi mi?" diye sordum, başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, gelen olmadı. Ben hep buradaydım, hiç kimse gelmedi." Deyince biraz olsun rahatladım ama yine de içimde bir korku vardı. İçimden bir ses bu suçlamalardan bu kadar kolay kurtulamayacaksın diyordu.

"Emin misiniz? Bakın çok önemli! Bu odaya bir başkası geldi mi? Herhangi başka bir şey sormak için gelmiş, birkaç dakika kalmış gitmiş birisi bile olabilir. Hatta tanıdığınız birisi, hastane personeli bile gelmiş olabilir! İyi düşünün!" Dedi Ceyhun, benim söylemek istediklerimi söyledi. Odadaki iki güvenlik de sanki anlaşmışlar gibi aynı anda aynı cevabı verdiler.

"Hayır komiserim, gelen giden olmadı." Bir kez daha aynı cevabı bu kararlılıkla duymak biraz daha rahatlamama neden olurken Erdem'le göz göze geldim. O suçlayıcı bakışların hâlâ sabit olduğunu gördüm, bakışlarımı kaçırdım.

İnsanın kalbi kırıldığında kalbi değil de ruhu acıyormuş. Bugün bunu çok daha iyi öğrendim, öğrenmek zorunda kaldım. İçlerinden acaba Mira böyle bir şey yapmamıştır diyorlar mı? Yoksa bu suçlayıcı bakışların nedeni sorgusuz sualsiz gördükleri şeye inanmaları ve onu öldürenin ben olduğumu düşünmeleri mi? Bilmiyorum, doğrusu bilmek de istemiyorum. Çünkü bilmek daha çok canımı yakacakmış gibi hissediyorum.

"İşte burada." Dedi bilgisayarın başına oturan adam, Gamze'nin öldürüldüğü odanın bulunduğu koridoru gösteren kayıtları açmıştı.

"Bir saat öncesini aç." Dedim, adam hemen dediğimi yaptı. Açtığı dakikada koridorda kavga ettiğimizi fark ettim.

"Biraz ilerle." Dedim bu sefer de adam yine dediğimi yaptı, görüntü hızlandı.

Onların yanından ayrıldım, Ateş biraz Gamze'nin yanında durdu, ona bir şeyler söyledi. Daha sonra onu gönderip kendisi peşimden geldi. Ceyhun'a sarıldığımı gördüğünde gelmişti işte peşimden. Koridorda Gamze yalnız kaldı. Görüntü daha da hızlandı, hızlı hızlı öldürüldüğü odaya gitti, girdi. Boş koridoru izledik bir süre. Odaya giren çıkan olmadı. Yaklaşık on beş dakikalık o boş görüntüyü birkaç dakika da falan izlemiştik. Sonra da kamerada yine ben göründüm, kaşlarım çatıldı. Gamze'den sonra odaya giren bir tek ben oldum.

"Yeterli!" Dedi Erdem öfkeyle ve gözleri hızla beni buldu. Hiçbir şey diyemedim, görüntüde odaya giren bir tek bendim. Kayıtlar silinmemişti, duruyordu ve odadaki bir tek bendim. Şu an hepsinin aklında dönen şeyleri çok iyi biliyorum.

Erdem bir anda kolumu kavradı, sıkıca tuttu ve beni dışarıya doğru çekiştirdi. Ona engel olmak için hiçbir şey yapmadım. Odadan çıkıp biraz uzaklaştıktan sonra kolumu bıraktı, elim acıyan koluma gitti ama bunu hiç belli etmedim. "Neden yaptın bunu?" Diye sordu, gördüklerine inanmıştı. Ona kızmadım, ben olsam ben de gördüklerime inanırdım. Şu an zaten kızgınlıkla uğraşacak durumda değildim. Umurumda olan tek şey kendimi kurtarmam gerektiğiydi.

"Cevap versene! Neden yaptın bunu?" Erdem bir anda bağırdı, üzerime yürür gibi oldu ama bu Ceyhun tarafından hızla engellendi.

"Yavaş ol! Hareketlerine dikkat et!" Diye çıkıştı, Erdem'in tüm öfkesi ona yöneldi.

"Sanane lan? Sen kimsin? Polis değil misin sen? Hem de cinayet şubeden! İşini yapsana!" Deyince ne istediğini anladım, daha da öfkelendim.

"Ben hiçbir şey yapmadım!" Bakışları hızla beni buldu.

"Görüntüler öyle demiyor ama!" Diye yanıtladı anında.

"İşin içinde bir şeyler var! Ben o kadına hiçbir şey yapmadım! Kimseye de asla böyle bir şey yapmam! Kim olursa olsun yapmam! Beni oraya kendisi çağırdı, gittim! İçeriye girdiğimde yerde yatıyordu zaten! Ben girdikten birkaç dakika sonra siz geldiniz! Bir başkası öldürdü onu!" Diye açıkladım olan biten her şeyi ama pek de bana inanmış gibi durmuyordu.

"Kız ölmeden yarım saat önce boğarak öldürüyormuşsun kızı! Sonra da vurmuşsun! Bu yanındaki gelmese orada öldürecektin! Aradan yarım saat geçmeden de yanına gidiyorsun, kız ölüyor!" Böyle söyleyince sinirle elimi alnıma vurdum. Durumun dışarıdan nasıl göründüğünün farkındayım ama hiçbir şey yapmadım.

"Ben yapmadım!" Diye yineledim, Erdem inanmaz bakışlar atarken de "Yapmam da!" diye ekledim ve sonra kendimi ona inandırmaya çalışmanın aptallık olduğuna karar verdim. Yapmadım demenin hiçbir faydası yoktu. Gidip bunu gerçekten yapanı bulmam gerekiyordu.

"Bunu da hepinize kanıtlayacağım! Beni suçladığın, bu söylediklerin için çok pişman olacaksın!" Deyip yanından uzaklaşmak için bir hamle yaptım, bir anda eli bileğimi kavradı, gitmeme engel oldu.

"Kaçıyor musun?" Öfkeyle sordu, aynı öfkeyle bileğimi çekip kurtardım ondam.

"Hiçbir yere kaçtığım yok! Suçlu değilim ben ve siz de en yakın zamanda bunu anlayacaksınız!" Dedim, yanından uzaklaştım. Bu kadar iddialı konuşuyorum ama bunu nasıl yapacağıma dair hiçbir fikrim yok.

Güvenlik odasının olduğu koridordan çıktım, başka bir tarafa geçip yürürken bana doğru gelen Ateş'i gördüm, duraksadım. Bakışları beni bulduğunda o da durup kaldı. Öfkeli görünmüyordu, şaşkındı sadece. Hem de fazlasıyla şaşkındı ve aklı karışık gibi bir hâli vardı. Henüz gördüğü şeyin şokunu atlatamamış olsa gerek.

Gözlerimin önünde bir anda Gamze'nin cansız bedeni belirirken ellerimi yumruk yaptım. Birisi onunla kavga etmiş olmamı fırsat bildi ve bu suçun üzerime kalacağını çok iyi bilerek onu öldürdü. Beni de tuzağa düşürdüler. Belki de herkesin içinde açıkça onun şüpheli olduğunu söylemem, tüm okları ona yöneltmem neden olmuştur ölmesine. Kimliği açığa çıkmadan asıl patron onu gözden çıkardı ve öldürdü. Zaten arkasında birilerinin olduğunu biliyordum.

Her şey giderek daha da büyük bir bilinmezliğe sürükleniyor. Bizi de içinde sürüklüyor.

Ateş'le bakışlarımız kesiştiğinde duygularını saklama ihtiyacı duymadı. Durmak yerine yanına gittim, o da bana doğru geldi, yan yana gelince durduk, gözlerinin içine baktım. Hiç kimse inanmasın bana ama bir tek o inansın istedim. Her şeye rağmen, olan biten bu kadar şeye rağmen gözlerimin içine baksın ve ben seni tanıyorum, sen bunu yapmazsın Mira desin. Bir başkası yaptı, seni de tuzağa düşürdü desin istedim. Bir tek ondan bunları duymak istedim. Çünkü bir tek buna ihtiyacım vardı.

"Ben yapmadım." Dedim gözlerinin içine bakarak, sesimin çatallanmasına engel olamadım. "Onu öldürmedim." Diye ekledim. Ben onun aksine onun sevgisine hep inandım, büyüklüğünü hep hisettim, hissettirdi. Yaptığım şeye rağmen ben onun beni gerçekten sevdiğine inandım. Eğer inandığım şey doğruysa, o sevgi azalmış olsa bile şu an gözlerimin içine bakarak bana inandığını söylerdi. Çünkü hisettiğim sevgisi azalsa bile büyük kalır, o derece büyüktü. Şimdi o sevgiyi ihtiyacım var. Tabii bunlar benim yanlış düşüncelerim değilse. Onu da şimdi, burada, anlamış olacağım.

Bakışlarını kaçırdı benden, yüzüme bakmadı. Yaptın da demedi yapmadın da demedi, sustu. Suskunluğu kalbime bir ok misali saplandı, kalbimi yaraladı. "İnanıyor musun bana?" Sordum, evet cevabını duymaya ihtiyacım vardı. Devam edebilmem, güçlü kalabilmem için bu cevaba ihtiyacım vardı.

"Bilmiyorum." Dedi, gözlerim doldu, göğsüm acıyla sıkıştı. Bakışları yeniden beni bulduğunda ayaklarım ondan uzaklaştı. Tıpkı bundan sonra sürekli olacağı gibi.

"Hiçbir şey bilmiyorum." Diye ekledi, gözümden bir damla yaş aktı, Ateş'in bakışları o yaşı takip ederken hızla sildim onu ve kendimi toparladım. Aptal gibi ben yapmadım deyip ağlayarak kendimi birilerine inandırmaya çalışmayacağım.

Ben yapmadım ve bunu da kanıtlayacağım. Çünkü bana bu yakışır, ağlamak değil!

"Ben biliyorum ama!" Dedim kendimden emin bir şekilde, Ateş yeniden gözlerimin içine bakarken ekledim. "Bunu da kanıtlayacağım!" Deyip onun da yanından uzaklaştım. Ağlamadım ama kalbim çok acıdı, içim acıdı. Elimden de hiçbir şey gelmedi, bu acı geçmedi

"Mira!" Diye seslendi Ceyhun, durdum, ona döndüm. Ateş'in yanından koşarak geçti, bana ulaştı. Bu durumda bile bu yüzden kaşları çatılan Ateş'i umursamadım, gözlerimi Ceyhun'a çevirdim.

"Efendim?" Dediğim an kolumdan tuttu.

"Gel benimle." Dedi ve çekiştirmeye başladı, şaşkınca takip ettim onu. O sırada sırtımda bir çift göz hissediyor, Ateş'in hâlâ bize baktığını anlayabiliyordum.

Alelacele hastaneden çıktık. Bahçede durduk, Ceyhun'a telaşının sebebini soracakken kendisi konuşmaya başladı. "Hemen git buradan, kaybol!" Kaşlarımı çattım, buna bir anlam veremedim, devam etti.

"Ortalık yatışana kadar bir süre ortalarda görünme!" Diye ekledi.

"Neden bunu yapayım Ceyhun? Ben..." Sözümü kesti.

"Tüm deliller seni gösteriyor Mira! Bu durumda ne olacağını en iyi sen biliyorsun! Anında tutuklanırsın!" Sıkıntıyla ofladım, işte bu konuda çok haklıydı. Bu durum polisten gizlenecek mi yoksa şikayette bulunacaklar mı bilmiyorum ama eğer polis olayın içine karışırsa tutuklanacak olan ilk kişi de tek şüpheli de ben olacağım.

Şu an sanki ben de karşımda duran adam da polis değilmişiz gibi...

"Ceyhun ben hiçbir şey yapmadım, kaçmak gibi bir niyetim de yok! Eğer kaçarsam..." Ve yine sözümü kesti.

"Eğer kaçarsan muhtemelen herkes senin yaptığını düşünecek! Mira zaten şu an herkes bunu senin yaptığını düşünüyor!" Deyince bir kez daha kaşlarımı çattım, devam etti.

"Ben sana inanıyorum, tüm kalbimle inanıyorum. Sen yapmazsın bunu, aklının ucundan bile geçirmezsin. O kadın her ne yapmış olursa olsun onu öldürmezsin, az çok tanıdım seni." Yüzümde buruk bir tebessüm oluştu.

Sevdiğim adam, beni sevdiğini düşündüğüm adam bilmiyorum derken o bir saniye bile tereddüt etmeden seni tanıyorum, sen yapmazsın dedi. Sevdiğim adamdan duymayı beklediğim cümleleri o kurdu bana. Buna sevinmeli mi üzülmeli mi? Bilmiyorum.

"Yapmadım desen de tutuklanacaksın Mira! Böyle bir şeye izin veremem! Ayrıca tutuklanırsan senin de elin kolun bağlanır, hiçbir şey yapamazsın. Kendine şu an bir tek kendin yardım edebilirsin. Bu yüzden ortalıktan kaybol, hiç değilse dışarıdayken bir şeyler yapmak için fırsatımız olur, senin yapmadığını kanıtlarız. Sen içerideyken bu zor olur, biz bir şeyler ispat etmeye çalışırken babanın başına gelen seninkine de gelir. Bırak kaçtığını düşünsünler, bırak inanmasınlar sana. Bu işin aslını ortaya çıkardığımızda neden kaçtığını da anlarlar." O böyle söyleyince ona hak verdim, tutuklanmayı göze alabilecek miyim? Bunu her kim yaptıysa onun da istediği bu değil mi zaten? Elimi kolumu bağlayıp beni ayak altından çekmek.

"Bana güven Mira, söz veriyorum senin için elimden ne geliyorsa yapacağım, suçsuz olduğunu ortaya çıkaracağım. Baban da bana emanet, aklın onda kalmasın." Gözlerim bir kez daha doldu, polisten kaçacak hâle gelmiştim artık.

"Teşekkür ederim." Dedim ve bir anda kendime engel olamadım, boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım ona. Elleri hemen belimi buldu.

"Geçecek bu da, söz veriyorum geçecek." Deyip beni sakinleştirmeye çalıştı, her an polisler gelecek korkusuyla ayrıldım ondan. Madem buna karar verdim, bir an önce kaçıp gitmem, ortadan yok olmam gerekiyordu.

"Babaannem İstanbul'da yaşardı, birkaç sene önce vefat etti. Evi hâlâ duruyor, yaşanabilecek durumda. Hiç kimse seni orada bulamaz, adresi vereyim sana, oraya git. Karşı dairede yaşlı bir kadın var, onu arayacağım, sana anahtarı verecektir. Birkaç gün çıkma evden, ortalık sakinleşsin. Sonra ben yanına gelirim, ne yapacağımızı konuşuruz." Deyince başımı salladım, zaten gidecek başka güvenli bir yer yoktu.

"Telefonunu yok et, evde bir ev telefon var, oradan ulaşırım ben sana." Dediğinde aklıma Pars'ın bana verdiği telefon geldi.

"Gerek yok, bende başka bir telefon var, güvenli. Takip edilemez ve dinlenemez. Ben seni oradan ararım." Buna biraz şaşırmış gibiydi ama üzerinde de çok durmadı.

"Peki, hadi bir an önce git, yolda mesaj at bana, evin konumu göndereyim." Başımı salladım.

"Çok teşekkür ederim Ceyhun." Dedim bir kez daha, bu yaptıklarını asla unutmayacağım.

"Teşekkür mü? Teşekkür etmene gerek yok, ben haklı olanın, doğru olanın yanındayım. Hem seni korumayacağım da kimi koruyacağım? Kardeşimsin sen benim." Şaşkınca kaldım, kardeş mi? Her şeyi unutup büyük bir şaşkınlıkla ona bakarken devam etti.

"Kardeşim gibisin demek istedim yani." Şaşkınlığım daha da arttı, ben daha bu sabah onun ilgisinin farkında olduğumu, ona bir şans vermeyi düşünürken adam resmen gözlerimin içine bakarak kardeşim gibisin dedi. Düştüğüm durum yüzünden gülmek istedim ama kendimi tuttum.

"Öyleyiz tabii ki." Dedim, içten içe çok farklı şeyler düşündüğüm hâlde. Salak gibi onu yanlış anladığım için kendime kızdım ama aslında böyle olması da hoşuma gitti.

"Hadi şimdi git, daha fazla oyalanma." Dedi, başımı salladım, ona arkamı döndüm ve koşarak yanından uzaklaştım.

Arabama binmem saçmalık olurdu, taksi de olmazdı. Mecbur başka bir şekilde halledeceğiz artık diye içimden geçirdim, arabamın yanında durdum. Kendi telefonumdan gerekli olan birkaç numarayı Pars'ın bana verdiği telefona geçirdim. O eve ulaşınca Pars'ı da arasam iyi olacaktı. Madem bir iş yapıyoruz, her şeyden haberinin olması gerekiyordu. Tabii zaten yoksa ama yine de aramam lazımdı.

Birkaç numarayı aldıktan sonra Ceyhun'u aradım, ne için aradığımı bildiğinden meşgule attı. Birkaç dakika sonra da konum attı, telefonu cebime koydum, elimde normal telefonum kaldı. Onu da yanında durduğum arabaya bıraktım. Arabanın kapılarını kilitledikten sonra da hastaneden koşarak uzaklaştım.

Yürümekten başka çarem olmadığı için yürüdüm. Saat dokuz gibi hastaneden çıkmış, gecenin saat birine doğru ancak Ceyhun'un vefat eden babaannesinin evine ulaşmıştım. Tabii polisten kaçtığım için de beni çeken kameralar olmasın diye sürekli ara ve ıssız yolları tercih etmiştim. Eve ulaşınca da karşı dairenin kapısını çaldım ve bekledim, umarım yaşlı kadın uyumamıştır diye de içimden geçirdim.

Kapı açılmayınca bir kez daha çaldım. Yaklaşık beş dakika sonra açıldı, kadın çıktı. Ceyhun haber verdiğinden anahtarı sorgulamadan verdi ama kim olduğumu sorguladı, ben de kuzeniyim diye yalan söylemek zorunda kaldım ve yorgun olduğumu bahane edip daha fazla oyalanmadan yanından ayrıldım, eve girdim.

Karanlık evin ışıklarını açtım, etrafa bakındım. Eşyalar eskiydi, eski derken kötü anlamında değil, moda olarak eskiydi ama her yer tertemizdi. Kullanılmayan bir eve göre fazla temizdi hatta. Salonda karşılıklı iki koltuk, karşı duvarın önündeki eski bir ünitede duran eski bir televizyon vardı.

Salona yürüdüm, koltuklardan birine oturdum. Ev soğuktu ve anladığım kadarıyla sobayla ısınıyordu. Fakat şu an etrafta odun yoktu, bu yüzden üşümeyi göze aldım. Zaten şu an en son derdim bile değildi ısınmak.

Montumun cebindeki telefonu çıkardım. Kendi derdime düşmüş, babamı unutmuştum. Haber alabileceğim tek kişiyi, Ceyhun'u aradım. Vakit geçmişti ama ortalık bu kadar karışıkken ve ona güvenmemi istiyorken gidip de evinde uyuyacak hâli yoktu.

Telefon birkaç çalıştan sonra açıldı. "Efendim anne?" Deyince şaşkınca kaldım, anne mi?

"Anne mi? Benim Ceyhun." Dedim, ekrana bakmadan mı açmıştı?

"Anladım anne ama müsait değilim, gelemedim işte." Böyle söyleyince yanında birileri olduğunu anladım. Resmen firari gibi davranmaya başlamıştım. Hâlâ böyle bir durumda olduğuma inanamıyorum.

"Yanında birileri var sanırım." Dedim emin olmak için "Evet." diye yanıtladı anında.

"Babamı merak ettim, hastanede misin hâlâ?" Yanında birileri olduğu hâlde sordum, üstü kapalı cevaplar verebilirdi.

"Bir olay için hastanedeyim, gece gelmeyebilirim." Dedi, soruma cevap verdi, yeniden ona babamı soracakken kendisi devam etti.

"Merak etme sen hiç, çok iyiyim ben, ilaç almıştım yemekten sonra, daha iyi geldi, daha da iyi olurum." Deyince babamın iyi olduğunu, doktorun yeni bir ilaç verdiğini, onun iyi geldiğini ve daha da iyi olacağını söylemeye çalıştığını anladım. Güzel cevaplar veriyordu doğrusu.

"Son bir şey daha." Dedim, iç geçirdim ve "Gamze olayında ne oldu? Polise haber verildi mi?" diyerek korkarak sordum. Ateş benim yapmadığıma inanmış, bir şekilde olayın üstünü kapatmış olabilirdi. Zaten kim yaptıysa biz de onun peşindeydik, polisi işin içine karıştırmak istememiş olabilirdi. Tabii benim yaptığıma inandıysa da bunun tüm olanlardan uzakta, kıskançlık meselesi yüzünden olduğunu düşünüp hoşlandığı kadını öldürdüm diye polise haber de vermiş olabilirdi.

"Maalesef." Dedi Ceyhun, net bir cevap alamamış oldum. Ne için maalesef demişti? O da durumun farkına varmış olacak ki devam etti. "Burası karışık biraz, bir cinayet işlenmiş hastanede. Arkadaşlarla onu araştırıyoruz, neyse ben seni arayacağım. Bekleme beni sen, gelemem, uyu, dinlen biraz. Şimdi kapatmam lazım, görüşürüz." Dedi ve telefonu kapattı, telefonu kulağımdan indirdim, yanıma bıraktım. Elimi yüzüme bastırdım, başımı önüme eğdim, göz yaşlarım akmaya başladı.

İnanmamış demek ki bana. O da diğerleri de inanmamış. Polise bir tek bu yüzden haber verirler çünkü. Eğer benim değil de başkalarının yaptığını düşünüyor olsalardı araştırmaya devam eden kendileri olurdu ama benim yaptığımı düşünüp polise haber verdiler. Bana inanmadılar.

Göz yaşlarım daha da hızlandı. Bunun için çok pişman olacaklar. Benim yapmadığımı anladıklarında çok pişman olacaklar ama ben nasıl unutup da onlarla iş birliği yapmaya devam edeceğim? Sanırım edemem ama zaten bunu en başından biliyordum. Ne bundan sonra onlar bana güvenirler ne de ben onlara demiştim. Dediğimde çıkmıştı.

Bir sel misali yanaklarımdan akan göz yaşlarımı sildim, ağlamak yok. Güçlü olmak ve kendim için bir şeyler yapmak zorundayım. Hayatım boyunca firari gibi yaşayamam, kendimi kurtarmam lazım.

Başımı geriye yasladım, salonun tavanına bakarken iki yıl önce sadece o manyak seri katille uğraşırken bana attığı mesajlardan birisi aklıma geldi.

"Bir gün her şey mahvolacak, siz mahvolmaya hazır mısınız?"

Hatırladığım şeyle tuttuğum nefesimi bıraktım. "Gerçekten de mahvoldu." Diye mırıldandım kendi kendime. Hem de her şey, tamamıyla alt üst oldu. Hatalar yaptık, hata yaptılar, yanlış yollara girdik, yanlış kararlar aldık ve mahvoldu. Fark etmedik ama meğerse kendimizi kurtarmaya çalışırken biraz daha batıyormuşuz. Tıpkı bataklığa düşmüş gibi. Çırpındıkça daha da derine çekiyor seni, yavaş yavaş nefesini kesiyor. Boğulacak gibi oluyorsun ama boğulmuyorsun, çırpınmaya devam ediyorsun. Fakat kurtulamayacağının farkındasın da. Batacağının, nefesinin kesileceğinin bilincindesin. Buna rağmen devam ediyorsun yaşamak ve yaşatmak için çırpınmaya.

"Her şey mahvoldu." Diye tekrar ettim, ne zaman düzelecek her şey? Biz hangi ara bu hâle geldik? Madem her şey bu hâle gelecekti neden bir ara düzelir gibi oldu? Neden her şey yine bir anda ortaya çıktı? Bitti zannettiğimiz her şey meğerse bir gün yeniden bize saldırmak için bir köşede pusuda bekliyormus ve şimdi hep beraber geliyorlar üzerimize. En zoru da kiminle, neyle, neden savaştığımızı bile bilmemek. Düşmanını tanımamak insanı korkutuyor. Bu korku da öldürüyor.

Kim var karanlığın arkasında? Tüm bunlar kimin oyunu? Aynı katilin mi farklı birinin mi? Farklı biriyse o kim? Mezarından cansız manken çıkan katil nerede? O neden çıkmıyor ortaya? Her şey bu kadar karışıkken tüm bunları yapan kendisi değilken niye hâlâ kendini gizlemeye çalışıyor? Vaz mı geçti artık? Çıkmayacak mı? Bıraktı mı peşimizi? Belki de tüm bu soruların başka ve tek bir cevabı vardır. Her şeyin arkasında seri katil Can Güneri'nin olduğu ve bizi sürekli düşündüğüm ikinci ihtimale yönlendirip kendini saklıyor olmasıydı.

Başımı koltuktan kaldırdım, ayağa kalktım. Salonun ortasında bir sağa bir sola gidip volta atmaya başladım. Bir yandan da düşünmeye devam ediyordum. Benim bir şeyler yapmam lazım ama bildiğim tek şey bu; bir şeyler yapmam gerektiği. Başka da bir şey bilmiyorum zaten.

Elimi saçlarıma geçirdim, volta atmaya devam ettim. Evden bile çıkamıyorum diye düşünürken gözlerim televizyonu buldu. Belki haberlerde bir şey vardır umuduyla televizyonun fişini taktım, kumandasını buldum, açtım. Hızla bir haber kanalı açtım, başka bir haber olduğunu gördüm ve alt yazılara baktım. Son dakika haberi vardır belki dedim ama hiçbir şey yoktu.

Televizyonu açık bıraktım, bir şey çıkarsa görmek istedim. Telefonumu elime aldım, Ceyhun'un ilk fırsatta beni araması gerekiyordu ama aramıyordu. "Çocuk seninle konuşamadı bile doğru düzgün! Nasıl arasın ki?" Kendi kendime söylenirken delirmek üzereydim. Hiçbir şey bilmiyor olmak sinirimi bozuyordu.

Kulağım televizyonda, aklım olanlardayken saatler geçirdim, hava aydınlandı, sabah oldu. Değil uyumak, gözümü bile kırpmadım. Düşünüp durdum, bir ara Pars'ı aradım ama açmadı telefonunu. Aramayı görünce geri döner diye düşünüp bir daha da aramadım ve haber bekledim. Telefonum saat sabahın yedisini geçerken çaldı, gözlerimi hemen ekrana çevirdim, Ceyhun'un aradığını gördüm, açtım.

"Lütfen bana iyi bir haber ver Ceyhun, şu an bunu duymaya ihtiyacım var." Dedim ve istediğimi yapabilecek olmasını umut ettim.

"Özür dilerim Mira." Dediği an bir kez daha gözlerim doldu, yanında durduğum koltuğa çöktüm, konuşmaya devam etti.

"Ateş ve Erdem dün gece polise haber vermişler, aniden cinayet şube, olay yeri hastaneye doluştu." Gözlerimi sımsıkı kapattım, bu konuşmanın devamının nereye gideceğini çok iyi biliyordum.

"Gamze'nin cesedi morga kaldırıldı, cenazesi de bugün. Ateş ve Erdem onunla ilgileniyor, başka hiçbir şeye karışmıyorlar. Taner başkomiser burada, olayla o ilgileniyor. Kameralar incelendi, sen de bizimle birlikte incelemiştin zaten. Önce onu boğmaya çalışıp vurduğunu gördüler. Daha sonra da onun olduğu odaya girdiğin görülüyor." Bunları dün gece ben de izlemiştim zaten.

"Şimdilik tek şüpheli sensin, dosyada ismin şüpheli olarak geçiyor. Hakkında yakalama kararı çıkartıldı, sakın o evden dışarıya çıkma. Seni bulmalarına asla izin vermem, gerçekler ortaya çıkana kadar bekle orada." Sanki görecekmiş gibi başımı salladım.

"Peki." Demekle yetindim, ne diyebilirim ki? Şu an herkesin gözünde açığa alınmış, o sırada bir kadını öldürmüş, firari olan eski bir polis memuruyum. Kim yüzünden bu hâle geldim, onu bile bilmiyorum ama yanımda olanları da olmayanları da artık çok iyi biliyorum.

Telefonu kulağımdan indirdim. Bu kez ağlamadım, ağlayamadım. Ağlamanın kime faydası olacaktı? Şu an kendimi bile düşünmüyorum. Annemi düşünüyorum, dedemi, teyzemi, Serkan'ı düşünüyorum. Her şeyden bihaberler ama öğrenecekler. Onlar inanacaklar mı bana? Ailem yanımda olacak mı?

Canımı en çok yakan şey, Ateş oldu. İçim yandı, kalbim yandı. Bana inanmasını istemiştim sadece. Tamam belki onun gözünde bunu hak etmiyorum, hatta belki gerçekten hak etmiyorum ama yine de inansın istedim, güvensin bana. Mira yapmaz desin istedim ama olmadı, inanmadı. İki yıl önce o insanları öldürürken polise haber verip hayatını mahveden ben oldum. Şimdi de o aynı şeyi bana yaptı. Aramızdaki tek fark onun gerçekten suçlu benim bir iftiraya kurban gidişim. Mutludur ama şimdi, kısasa kısas yaptığı için rahatlamıştır.

Telefonu yeniden elime aldım. Bu kez aradığım Ateş'ten başkası değildi. Pars'a güveniyorum, bu telefonla da bu yüzden rahatım. Doğrusu merak da ediyorum. Bir sürü şey oldu, peki bu olanlardan sonra o yanımda olacak mı? Ona her şeyi anlattım, o kadını öldürmeyecegimi en iyi bilen şu anda o. Umarım o da bana sırtını dönmez.

Telefonu kulağıma götürdüm, az önce ağlamak bana bir şey kazandırmayacak diye düşündüğüm hâlde göz yaşlarım akmaya başladı. "Alo?" Sesi kulaklarıma geldiğinde canımın ne denli yandığını bir kez daha anlamış oldum. "Kimsin?" Sordu, konuşmak için kendimi toparlamaya çalıştım ama başarılı olamadım. Aksine kendimi çok daha kötü hissettim. "Yine mi sizsiniz lan? Yemin ederim..." Beni bizimle uğraşanlarla karıştırdığını anlayınca devam etmesine izin vermedim, sözünü kestim.

"Benim." Dedim, sesim berbat çıkmıştı ama umursamadım. Onunla konuşmak istiyorum, iki yılın ardından karşılaştığımız günden beri konuşan hep o, dinleyen hep ben oldum. Ona haklı deyip sustum, kendimde konuşma hakkını göremedim sessiz kaldım ve hep canımı yaksın istedim. O da sonunda istediğimi yaptı, canımı çok yaktı. İşte şimdi benim de konuşmaya hakkım var, artık ödeştik ne de olsa.

"Mira." Sesi fazlasıyla şaşkın çıktı, göz yaşlarım daha da hızlandı.

"Neden inanmadın bana?" Diye sordum ağlamamın arasında. Her şeyden önce bu sorunun cevabına ihtiyacım vardı. Neden? Neden inanmadı? O beni tanımıyor mu? Ceyhun bile gözlerimin içine bakıp sen yapmazsın diyebiliyorken o neden inanmadı bana?

Cevap versin istedim, bunun için de bekledim ama sustu. "Neden Ateş? Neden inanmadın?" Sorumu yineledim, belki ona göre bu soruyu sormaya hakkım yoktu ama yine de sordum cevap verene kadar da sormaya devam edeceğim.

"Seni çok iyi tanıyorum dedin bana, hak etmesen de çok sevdim dedin, hâlâ da seviyorum dedin. Beni tanıyorsan neden Mira yapmaz demedin?" Sordum, ağlarken burnumu çektim ve bir anda hıçkırdım.

"Mira neredesin sen?" Soruma cevap vermedi, ağlamaya devam ettim. "Bana nerede olduğunu söyle, yanına geleceğim." Söylediği şeyi duymamazlıktan geldim.

"Aynı şeyi yaptın bana, bu yüzden hiç kızmıyorum sana. Kızgın değilim ama sanırım..." Dedim sustum, ağlarken çıkardığım seslere engel olamadığımdan ağladığımı anladığını biliyordum. Kendimi toparladıktan sonra göz yaşları içinde cümlemi tamamladım. "...biraz kalbim kırıldı, fakat hak ettim ben bunu. Bunu da biliyorum." Dedim, derin bir nefes aldım.

"Mira bana şimdi hemen yerini söyle, gelince konuşacağız bunları." Ağlamamın arasında sinirle güldüm, olanlardan sonra yanıma polislerle geleceğini biliyordum. Eğer çok azıcık, minicik bir güvenim kalmış olsaydı, bir saniye bile düşünmeden gel derdim, yanıma gel ama artık diyemem.

"Artık seni daha iyi anlıyorum. Bana güvenmiyor, neden hiç sevmediğimi düşünüyor oluşuna hak veriyorum. Aynı şeyi yaşayınca anladım. Aynı şeyleri hissedip de düşünmeye başlayınca anladım seni." Sustu, cevap vermedi, yerini söyle demeye devam etmedi.

"Haklıymışsın böyle düşünmekte, insanın kendine sorduğu ilk soru seven yapar mı oluyor? Hep de cevabı hayır seviyorsa yapmaz oluyor." Dedim, telefonu kulağımdan uzaklaştırdım, iç geçirdim. Kendimi toparladım, telefonu yeniden yaklaştırdım.

"Bunları söylemek için aramadım aslında, sadece sana veda etmek için aradım." Dedim, şu an yüzünün aldığı hâli az çok tahmin edebiliyordum.

Her şeye rağmen ben sana hiçbir zaman veda edememiştim Demirkan. Hep bir yerlerde karşılaşacağımızı, bir gün hesaplaşacağımızı biliyordum. O da oldu, iyi de oldu, aramızda kapanması gereken hiçbir şey kalmadı, ödeştik. Şimdi canım yansa da bunu yapmam gerekiyor. Çünkü ancak bunu yaparsam tamamen seni hayatımdan çıkarabileceğim ve ben bunu gerçekten istiyorum." Sesim az öncekinin aksine daha güçlü ve daha iyi çıktı.

"Mira..." Sözünü kestim, söyleyeceği hiçbir şeyi duymak istemedim.

"Bu son görüşmemiz değil, illa karşılaşacağız. Çünkü birileri bunu istiyor ama karşına çıktığımda artık ben de sana içimde veda etmiş olacağım, tıpkı senin yaptığın gibi." Dediğimde yine konuştu, ismimi söyledi ama ben yine engel oldum.

"Sen inanma çünkü artık ben de biliyorum inanmanın zorluğunu, ben de yaşıyorum ama ben yine de seni sevdim. Keşke her şey çok farklı olsaydı, böyle olmak zorunda olmasaydı ama oldu işte. Demek ki zorlukları atlatacak kadar büyük bir aşk yokmuş ortada." Bunları anlamam çok zaman almıştı, canım da çok yanmıştı anlayana kadar ama yine de anladım.

"Artık sana veda etmeye hazırım." Deyip iç geçirdim ve hep kurmak istediğim o cümleyi sonunda o duyarken kurabilirdim. "Hoşçakal Ateş Demirkan." Dedim, kalbimin sıkıştığını hisettim, zorlukla durdurduğum göz yaşlarım akmaya başladı. İki yıl önce onu polislerin arasında giderken son kez gördüğümde o gün onu duyduğumu bilsin diye söylediği şeyi bir kez daha göz yaşlarına boğulmadan, ağlama krizine girmeden hemen önce ben de ona söyledim.

"Senin de canın sağ olsun."

****

Selamlar, nasılsınız? Biraz hüzün dolu bir bölüm sonu oldu :(

Sizce Mira kendini bu durumdan nasıl kurtaracak?

Ceyhun'un biz kardeş gibiyiz demesini bekliyor muydunuz? Mira ona şans vermek isterken bu cümle biraz ters köşe oldu gibi jdkskksjsj

Ateş'e kızgın mısınız? Sizce haklı mıydı?

Bir sonraki bölüm Ateş'ten geliyor :) olanları biraz da ondan dinleyelim, ne dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%