Yeni Üyelik
58.
Bölüm

57.BÖLÜM "ARKADAŞ"

@gizzemasllan

Selam canımın içleri ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

****

57. BÖLÜM "ARKADAŞ"

Bileklerimdeki kelepçeye baktım, yüzümde alaylı bir ifade oluştu. Bu duruma düşmüş olmak sinirimi bozuyordu. Sinirimi bozmak bir yana dursun canımı yakıyordu hem de çok yakıyordu ama bitecek, biraz sonra her şey bitecek ve bana inanmayan, yanımda olmayan herkes bin pişman olacak.

"Mira?" Gözlerimi kelepçeden çektim, başımı kaldırdım, anneme baktım. Gözlerindeki gururu fark edince dudaklarım yana kıvrıldı, keyfim yerine geldi. Bu hayatta en sevdiğim oydu, o da bana inanmış, yanımda olmuş, pest etmeyip devam etmemi istemişti. Şimdi de bileklerimdeki kelepçeye rağmen gururla bakıyordu bana. Gerisi boş benim için, artık her şey bomboş.

"Birazdan bitecek, evimize gideceğiz." Dedi, yüzümdeki buruk tebessüm daha da arttı. Yanımdaki polisler yüzünden yanıma gelemezken uzaktan konuşmaya devam etti.

"Seninle gurur duyuyorum." Gözlerinde gördüğüm şeyi duymak kendimi çok daha iyi hissetmeme neden olurken annemin en yakın arkadaşı ve şu an benim avukatım olan Yılmaz Bey konuştu.

"Hazır mısın?" Gözlerimi ona çevirdim, dakikalarca nasıl konuşmam gerektiğini, ne anlatmam gerektiğini anlatmıştı.

"Hazırım." Destek vermek istercesine omzuma dokunup anneme baktı, gözlerini kapatıp açtı ve kendince her şeyin yolunda olduğunu söyledi.

O sırada savcının odasının kapısı açıldı, içeriye çağrıldık, ayağa kalktık. Polislerden biri kolumu tuttu, avukat arkamdayken diğer polis odaya önden girdi, yanımdakiyle ben onun arkasından, avukat da bizim arkamızdan girdi odaya.

Masanın ardında oturan savcıya baktım, beni görünce aldığı derin nefesi fark ettim. Karşısına defalarca kez suçlular çıkarmıştım şimdi de suçlu konumunda olan ben iken karşısında duruyordum. Bu utanç verici bir şey ama biraz sonra bu utançtan kurtulacağım ve her her şey bitecek.

"Yaralısın." Dedi Savcı Tolga ve gözleriyle masasının önündeki koltukları gösterdi. "Otur bu yüzden." Diye ekledi, buna şaşırdım. Suçlu konumunda olan birinin savcının karşısında oturması mümkün değildi.

"Otur hadi Mira." Avukata baktım, başımı sallayıp savcının gösterdiği yere oturdum. Avukat Yılmaz Bey de yanıma otururken karşımızda kâtip oturuyor, polisler de kapının hemen yanında bekliyorlardı.

Savcı önündeki dosyayı açtı, uzun uzun inceledikten sonra gözleri beni buldu. Onunla bir hukukumuz yoktu ama birbirimizi tanırdık ve şu an böyle bir durumda olmak onu da rahatsız etmiş, keyfini kaçırmış gibiydi.

"Hakkındaki deliller sabit, kendini savunmak yerine kaçmış olman da suçu kabul ettiğini gösteriyor." Deyip sustu.

"Suçlu olduğum için değil, suçsuz olduğumu kanıtlamak için kaçtım, çünkü bunu benim için başka hiç kimse yapamazdı." Tek kaşı kalktı, bu cevabı beklemiyor gibiydi. Gözlerimi önüme çevirdim, herkes beni dinlerken konuşmaya, kendimi savunmaya başladım.

"Babam eski emniyet müdür Sedat Aksoylu, işlediği suç yüzünden cezaevindeydi. Orada birileri tarafından zehirlendi, bu haberi alınca hastaneye gittim." O gün olanlar aklıma gelirken ellerimi yumruk yaptım, öfkemi bastırmaya çalıştım ve anlatmaya devam ettim.

"Onun yanına gittiğimde durumunun kötü olduğunu öğrendim. Birisi onu zehirlemişti ve bunun öfkesini yaşıyordum. O kadar öfkeliyken eski erkek arkadaşım Barış Erendil'i ve karısı Gamze Erendil'i gördüm hastanede." Devam edecekken savcı araya girdi.

"Maktul Gamze Erendil." Başımı salladım.

"Evet, maktul Gamze Erendil." Diye onayladım ve devam ettim. "Aramızda büyük bir sorun vardı, bunu inkâr etmeyeceğim. Birbirimizi hiç sevmiyorduk hatta nefret ediyorduk. O gün o kadar öfkeliyken onu gördüğümde de saldırdım, kamera kayıtlarında görmüşsünüzdür zaten." Deyip sustum.

"Maktul ölmeden dakikalar önce boğmaya çalışmışsın. Görev arkadaşın Ceyhun Kandemir engel olmuş sana. Fakat buna rağmen Gamze Erendil'e tokat atmışsın."

"Doğrudur yaptım, dediğim gibi öfkeliydim, üzgündüm ve karşımda bir anda onu görünce dayanamadım, bunlar oldu. Bunun için pişmanım hem de çok pişmanım. Yapmamam gerekiyordu, kendime engel olmam lazımdı ama olmadı, yaptım. Fakat onu ben öldürmedim." Dedim, yerdeki başımı kaldırdım, savcının gözlerinin içine baktım.

"Kamera kayıtlarının doğru olmadığını iddia ediyorsun yani. Çünkü kayıtlara göre odaya Gamze Erendil'den sonra bir tek sen girmişsin. Peşinden girenler zaten cinayeti görenler." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır kamera kayıtları doğru, o kayıtlarda hiçbir oynama yok." Savcı biraz şaşırmış gibiydi ama elinden geldiği kadar bunu gizledi. Sert mizacının arkasına saklandı, kaşlarını çattı.

"O gün o odaya Gamze'den sonra giren bir tek bendim ama önce giren birileri de vardı." Savcının kaşları biraz daha çatıldı, gözlerini kıstı, anlatmaya devam ettim.

"Sabahtan odaya girip saklanmış birisi vardı, Gamze o odaya onun yanına gitti, öldürüldü. Gamze'nin telefonundan katil tarafından bana bir mesaj geldi, odaya çağrıldım. Gittiğimde öldürülmüştü. Planlı bir cinayetti, benim üzerime bir cinayet yıkıp cezaevine gönderecek, ayak altından çekeceklerdi. Gamze'yle olan sorunum onlar için iyi bir sebep oldu ve öldürecekleri kişiyi seçtiler." Savcı dikkatle dinliyordu beni.

"Sayın savcım ben tuzağa düşürüldüm, hakkımdaki hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum. Katil başka birisi ve şu an herkes benimle uğraşırken o bir yerlerde elini kolunu sallayarak geziyor."

"Katilin odaya Gamze'den de önce girdiğini iddia ediyorsun ama odaya giren olmadığı gibi çıkan da yok." Savcı kendinden emin bir şekilde söyledi bunu.

"Çıkan yok, çünkü cinayeti işledikten sonra pencereden kaçtı." Kaşlarını çattı, saçmaladığımı düşünür gibi bir hâli vardı.

"Gamze Erendil'in cansız bedeni hastanenin en üst katında bulundu ve sen kendini savunmak için katilin pencereden kaçtığını mı iddia ediyorsun?" Başımı bir kez daha olumsuz anlamda salladım.

"İddia etmiyorum, gördüklerimi söylüyorum." Dedim, avukata döndüm. Ona baktığımı fark edince ayağa kalktı, ona verdiğim flash belleği savcının önüne bırakıp geri çekildi.

"Bu da gördüklerimin kanıtı, kaçmamın sebebi de tam olara buydu. Bu görüntüye ulaşmak istemem. Biliyorum bunu dün teslim olduğumda polislere teslim etmem gerekiyordu ama yapamadım, kimseye güvenemedim. Sizin karşınıza çıkacağımı çok iyi biliyordum ve doğrudan size teslim etmek istedim." Önüne bıraktığımız flash belleği aldı, gözleri beni buldu. Sorgulayan bakışlarını fark edince açıkladım.

"Bu benim masumiyetimin kanıtı sayın savcım. Hastanenin çarpazındaki büyük binanın, güvenlik kamerası kayıtları. Orası bir iş hanı olduğu için güvenlik tedbirleri çok yüksek. Hareket eden kameraya takılan birkaç saniyelik görüntü var içinde, hastanenin dış cephesini çeken görüntü. Katilin pencereden bir ip yardımıyla nasıl çatıya çıktığını siz de göreceksiniz." Dediğimde bakışlarını önüne çevirdi, flash belleği bilgisayarına taktı, konuşmaya devam ettim.

"Gamze Erendil o gün o odaya biriyle buluşmak için gitti, birisi tarafından oraya çağrıldı. Muhtemelen güvendiği birisiydi ve gitti, öldürüleceğini kendisi de bilmiyordu. Yanına gittiği kişi tarafından öldürüldü, katil onun ağzından bana bir mesaj yazdı ve pencereden kaçtı. O kaçtıktan sonra odaya ben girdim. Kamera kayıtları yok olmadı çünkü planları tam olarak bu yöndeydi, kayıtlar beni suçluyordu." Savcı göz ucuyla bana baktıktan sonra ekrana döndü, verdiğim görüntüyü incelemeye devam etti.

"Katil her kimse babamı zehirleyen de o. Size verdiğim görüntünün sonuna eklediğim başka bir görüntü var, hastane koridoruna ait görüntü. Sabah saat 07:28'de odaya giren maskeli bir adam var görüntüde. Hastane kayıtlarından silinmiş fakat bu. Babam ise akşam üzeri saat 16:32'de cezaevinden ambulansla çıkış yapıp hastaneye getiriliyor." Savcı görüntüde istediğim yeri izlemiş olacak ki bakışlarını tamamen bana odakladı.

"Yani katil odaya saklandıktan saatler sonra babam zehirleniyor, hastaneye getiriliyor. Ben de peşinden geliyorum. Eğer babamın durumu olmasaydı o gün hiçbir şekilde hastaneye gelmeyecektim, beni istedikleri yere getirtmek için babamı zehirlediler." Deyip uzunca bir nefes aldım, kendimi toparladım ve devam ettim.

"Gamze Erendil ve eşi Barış Erendil o gün neden hastanedelerdi bilmiyorum. Fakat bu karşılaşma da tesadüf değildi. Gamze Erendil'in katili tanıdığını ve onunla iş birliği yaptığını düşünüyorum. Bunları destekleyecek elimde hiçbir şey yok, sadece olan biteni açıklayan en mantıklı senaryo bu. Gamze muhtemelen işin sonucunda öleceğini bilmeden bir iş birliği yaptı katille, katil onu da kandırdı. Yoksa katilin sabahtan bir odaya saklanması, o gün Gamze'nin ve eşinin orada olması, Gamze'nin beni katilin saklandığı odaya çağırması tesadüf olamaz. Her şey planlı sayın savcım." Dedim ve sustum, çünkü anlatacaklarım bu kadardı, kendimi savunabileceğim en iyi şekilde savunmuştum.

Ben susunca avukat konuşmaya başladı, o da beni savundu. Söylediklerimden farklı hiçbir şey söylemedi. Sadece anlattıklarımı resmi bir dille yineledi. Sonucunda ise alınan kararla bileğimdeki kelepçeler çıktı, beratime karar verildi ve bu konu benim için burada kapanmış oldu. Davanın seyri tamamen değişti, gerçek katilin kimliğinin tespit edilmesi istendi.

Savcının odasından başım dimdik çıktım, üç günlük savaşımın ardından masumiyetimi kanıtlamış, her şeye kaldığım yerden devam edecektim. Odadan çıkar çıkmaz gördüğüm ilk kişi annem olurken yanına gittim, kollarını açtı, sımsıkı sarıldım ona.

"Bitti." Dedim, iç geçirdim. "Bitti anne." Yineledim, sımsıkı sardı beni.

"Bitti kızım, sen bitirdin, gurur duyuyorum seninle." Bir kez daha aynı şeyi söyledi. Aynı zamanda sarılırken eli yaralı omzuma gitti.

"Acıyor mu?" Sordu, derin bir nefes aldım, kokusunu içime çekti.

"Acımıyor anne, geçti." Geri çekildi, gözlerimin içine baktı.

"Gidelim o zaman." O bunu söylerken bir anda koridorun başındaki Ateş'i gördüm, işte canım o an yeniden yandı.

Bakışlarımız kesişince durup kaldı, gözlerimin içine baktı. Çaresizlik vardı gözlerinde. Hüzün, kırgınlık ve umut vardı. Onu o kadar iyi tanıyorum ki bakışlarından her şeyi anlayabiliyorum. Annem başını çevirip baktığım yere bakarken Ateş'in arkasında Erdem belirdi. Yanında Cansu ve Savaş da vardı. Ben daha onlara bakarken Doğan da geldi. Hepsi Ateş'in yanında durdular.

Tek tek baktım hepsinin gözlerinin içine, neden bana inanmadılar diye sorgulamıyorum artık. Düşünmek için çok fırsatım oldu, kendimi hep onların yerine koydum ve kendime verdiğim cevap hep sen olsan sen de bu durumda onlara güvenmezdin oldu.

Gözlerimi Ateş'e odakladım, benden bir şeyler bekler gibiydi. Buna bir anlam veremedim, neden böyle bakıyor bana? Neden öldürdüğümü düşündüğü hâlde gözlerinde öfke yok. Öfkeli olması gerekiyordu, öfkesi yoksa bana inanmış, güvenmiş demektir ama inanmadı. Yaptıklarıyla gözlerinde gördüklerim uyuşmuyordu.

"Gidelim mi artık?" Gelen soruyla gözlerimi Ateş'ten çektim, Ceyhun'a baktım. "Ayakta durman doğru değil." Dedi, annem de onu onaylarken diğerlerinin varlığını unuttum, sanki onlar hiç yokmuş gibi davrandım.

"Gidelim ama eve değil." Ceyhun'un da annemin da kaşları çatıldı.

"Mira kızım hiç değilse birkaç gün dinlen! Böyle..." Annemin durumu yanlış anladığını fark edince devam etmesine izin vermeyip araya girdim.

"Yemek yemeye gidelim." Dediğimde ikisi de şaşırıp kaldı, elimi karnımın üzerine koydum. "Çok acıktım." Diye ekledim, güldüler. Onlarla birlikte ben de güldüm.

"O zaman balık ekmek." Dedi Ceyhun gözlerimi ona çevirdim.

"Ben de şu an tam olarak aynı şeyi düşünüyordum." Dedim, annemin koluna girdim.

"Bugün yemekler annemden." Annem güldü.

"Öyle olsun bakalım." Onunla beraber yürüdüm, Ceyhun da yanımızda yürürken diğerlerinin yanından geçtik. Onların yanından geçerken gerildiğimi hisettim ama sanki hiç yoklarmış gibi dönüp yüzlerine bile bakmadım, hiçbirini görmek istemedim.

Adliyeden çıktık, Ceyhun'un arabasına doğru yürüdük. Ceyhun şoför koltuğuna geçerken annem arkaya oturdu. Ben de ön tarafın kapısını açtım, tam binecekken adliyeden çıkan Ateş'i gördüm. Hızlı adımlarla yanıma geliyordu, diğerleri de peşindeydi. Bana doğru gelirken göz göze geldik, gelmesini istemediğimi anlasın diye başımı olumsuz anlamda salladım, olduğu yerde durup kaldı, tek bir adım bile atamadı.

Onu orada öylece bırakıp arabaya bindim, Ceyhun hemen arabayı çalıştırırken Ateş'e doğru baktım, öfkeli olduğunu fark ettim. Hiç umurumda olmadı önüme döndüm, adliyeden uzaklaştık. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, başımı cama yasladım. Şu an onunla konuşacak kadar güçlü hissetmiyorum kendimi. Onunla konuşmak için kendimi biraz olsun toparlamam gerekiyordu.

"Babam nasıl?" Diye sordum, gözlerimi yoldan çekmedim.

"Baban çok iyi." Annem yanıtladı, iç geçirdim. Onun yanında olamamak canımı çok sıkmıştı ama her an her saniye nasıl olduğuna dair haberlerini almıştım.

Yarım saat kadar sonra sahilde durduk, her zaman balık ekmek yediğim yaşlı adamın arabasına doğru gittik. Ceyhun balık ekmekleri almak için adamın yanına giderken annemle küçük masalara oturduk. "Konuşmayacak mısın onunla?" Yerdeki bakışlarım annemi buldu, kimden bahsettiğini anladığım için sormadım.

"Buna hazır değilim." Dedim, gözlerimi bu kez masaya odakladım. Her şey yoluna girdi, kendimi akladım, herkesi pişman ettim ama mutlu değilim. Kendimi mutlu hissetmiyorum. Aksine çok mutsuzum.

"Yanıma geldiğinde sana yardım etmek istiyordu." Başımı kaldırıp anneme bakamadım, parmaklarımla oynadım. "İnanıyormuş gibiydi, yardım etmek istiyordu. Yalvardı hatta bunun için, yardım etmek istiyorum diye yalvardı resmen." Elimi saçlarıma geçirdim, yüzüme düşen saçlarımı arkaya attım.

"Bana inanmış olsaydı şikayet eder miydi anne?" Diye sordum, annem hiçbir şey diyemezken devam ettim. "Ben ona ilk gün bana inanıyor musun diye sordum açıkça, bilmiyorum dedi. Sonradan da şikayet etti karısını öldürdüğüm için. Etmediğini söylemiş Ceyhun'a ama bilmiyorum işte anne, hiçbir şey bilmiyorum."

"O kadın onun gerçek eşi değildi Mira. Bunu o da sana..." Bir kez daha sözünü kestim.

"Anne konuşmayalım bunları, canımı sıkıyor bu konular. Hiçbir şey düşünmek istemiyorum bu konu hakkında." Annem anlayışla başını sallarken başımı yeniden önüme eğdim, sıkıntıyla ofladım.

O kadının Ateş'e karşı hiçbir şey hissetmediğini çok iyi biliyorum. Ateş'i düşmanı olarak görüyordu, sevmiyordu. Sadece benim Ateş'e olan ilgimi anlamak için yakın davranıyordu ama Ateş, Ateş için öyle değildi. O kadın ölmeden önce Ateş'in kendisine yaptığı hoşlanma itirafından bahsetmişti. Ateş de hiçbir şekilde inkâr etmemişti bunu. Ayrıca tek sorun bu da değildi. O kadına olan ilgisine çok yakından şahit olmuştum. Hatta bu yüzden Ceyhun'a şans vermeyi bile düşünmemiş miydim? Tabii o da karşıma geçip de sen benim kardeşim gibisin diyene kadar sürmüştü bu düşünce.

Ceyhun yanımıza oturdu, elindeki balık ekmeklerden birini annemin birini benim önüme bıraktı, diğerini de kendisi aldı. Balık ekmeği kağıdından çıkardım, ısırdım. Onları almış buraya kadar da getirmiştim ama şimdi canım hiçbir şey yemek istemiyordu. Lokmam ağzımda büyüyordu sanki.

Kötü hissediyor olmama rağmen kendimi zorlayıp birkaç lokma aldım. Annem ve Ceyhun benim aksime bitirirlerken devam edemeyeceğime kanaat getirip ekmeği bıraktım. İkisi de bıraktığım ekmeğe baktılar ama ikisi de hiçbir şey demediler, iyi hissetmediğimi çok iyi biliyorlardı çünkü.

Sahilden ayrıldığımızda Ceyhun bizi hastaneye götürdü, babamın yanına gittim. Fakat onu sadece uzaktan görebildim, yanına gidemedim. Uzaktan görmüş olmak bile bana yeterken bir kez de doktordan durumunun iyi olduğunu öğrendim. Daha sonra da benimle ilgilenen doktorun yanına gittim, yaramı gösterdim. Sabah polislerle beraber çıktığım hastanede bu kez elimi kolumu sallayarak gezdim yani.

Doktor yaramı kontrol edip pansumanı yenildikten sonra iki günde bir mutlaka hastaneye gelmemi söyledi, hastaneden de ayrıldık. Doğrusu ben babamın yanında kalmak istedim ama annem benim de iyi olmadığımı, dinlenmem gerektiğini söyledi, beni zorla eve götürdü.

Eve gidip dedemle teyzemle hasret giderdikten sonra dedemin evindeki odama geçtim. Uzun süre sonra yalnız kalmış olmak bana iyi gelirken Pars'ın bana verdiği telefonu çıkardım, Pars'ı aradım. Son üç gündür defalarca kez konuştuğum adam yine telefonu kapanmak üzereyken açtı. Artık buna alışmıştım.

"Beraat etmişsin sonunda sarışın." Dudaklarım yana kıvrıldı, sarışın demekten vazgeçmiyordu bana. Sadece bana değil etrafındaki herkese görünüşlerine göre hitap ediyordu. Neymişte kimsenin ismini aklında tutamıyormuş. Bu yüzden 'Bana Mira de' demeyi bırakmıştım ben de artık.

"Sayende." Dedim, bana en çok yardım eden o olmuştu. Hatta cinayeti çözen de o olmuştu. Katilin önceden girdiğini ilk o anlamış, kamera kayıtlarının peşine düşmüştük. O iş hanının kamera kayıtlarının silindiğini öğrendikten sonra da bu konuda emin olmuş ve yok etmek yerine sakladıkları kayıtlara ulaşmak için uğraşmıştık. Adım adım takip edip bir eve ulaşmış, kayıtları o evde bulmuştum.

"Sayemizde diyelim biz ona." Her zamanki gibi mütevazı oldu. "Ailenin de diğerlerinin de güvenliği hâlâ bende sarışın, ne yapıyorsan yapmaya devam et. Şimdi bunları sana kimin yaptığını ve bu işlerin ardında kimin olduğunu bul." Yatağa uzandım.

"Bulacağım ama önce bana biraz zaman ver, iyi değilim, kendimi toparlamam gerekiyor." Gerçekçi oldum, kendimi bu kadar kötü hissederken hiçbir şey yapamazdım.

"Harekete ne zaman geçeceğine kendin karar ver. Bu işten uzak durmaya çalışıyorum ama eğer yapamayacak gibi olursan haberim olsun. İşte o zaman hepsini bir bir bulur, saklandıkları inlerden tek tek çıkarır hak ettiklerini yaparım." Yine söyledi bunu, sürekli aynı şeyi söylüyordu. Bunu benim yapmama izin verdiğini, benim için fırsat olacağını söylemişti. Eğer bana bu fırsatı vermek istemiyor olsaydı o teşkilatı çoktan çökertmiş olurmuş, öyle diyordu. Pek fazla inanmıyorum ama neyse.

"Haberin olur." Dedim, Pars baska bir şey demezken bir gelişme olursa onu haberdar edeceğimi söyleyip telefonu kapattım. Komodinin üzerine bırakıp sıkıntıyla ofladım, odanın tavanına baktım. İçimdeki sıkıntı bir türlü son bulmuyor, bulamayacak da gibiydi.

O gece bir türlü uyuyamadım, bir sağıma bir soluma dönüp durdum. Bunu yaptığım için yaralı omzum acımaya başlamış, hiç uyuyamamıştım. O acıyla o gecenin sabahını ettim.

Öğlene doğru evden çıkıp babamın yanına gittim. Durumunun çok daha iyi olduğunu öğrendim. Hatta bu kez yanına girip onunla konuşmak için fırsatım oldu. Ona üç gün içinde olup biten her şeyi anlattım, Pars'ın bana gerçekten yardımcı olduğundan ve olmaya devam ettiğinden bahsettim.

Onun yanından ayrıldıktan sonra bugün yeniden cezaevine gönderileceğini öğrendim. Tabii ona bunu yapan adamın da o adama yardım eden gardiyanın da yakalandığını öğrendim. Gardiyan işten atılmış, hakkında soruşturma başlatılmış. Zehirleyen o adam ise hücreye atılmış, hücre cezası bittiğinde de başka bir cezaevine gönderilecekmiş ve yaptığı bu şey için de yargılanacakmış.

Jandarmalar eşliğinde babam cezaevine yeniden götürülene kadar hastaneden ayrılmadım. Cezaevine kadar da peşlerinden gittim. Orada da babamı görüp iyi olduğundan emin olduktan sonra karakola gittim.

Karakoldan içeriye girip kendi çalışma alanımıza geçtiğimde herkesi masalarının başında gördüm. "Mira?" Gözlerimi Ceyhun'a çevirdim, burada ne yaptığımı sorgular gibiydi. Onunla birlikte diğer herkesin de gözleri beni buldu, bir bir yanıma geldiler.

Hepsinin arkamdan neler söylediklerini, yaptıklarını çok iyi biliyorum. Şimdiki sevgi gösterisi bir yalandan ibaret. Düştüm ve onlar da elimden tutmak yerine vurmayı tercih ettiler. Fakat şu an o kadar hissiz bir durumdayım ki kimseye kızgın değilim, hiçbiri umurumda bile değil.

"Tufan müdür odasında mı?" Diye sordum Ceyhun'a bakarak, başını salladı. Yanıma gelip geçmiş olsun diyen, konuşmak isteyen, bir şeyler öğrenmeye çalışanları hiç umursamadım, aralarından geçtim, Tufan müdürün odasının önünde durdum, kapıya birkaç kez vurdum, içeriye girdim, beni görünce ayağa kalktı.

"Mira." Deyip telaşlı adımlarla yanıma geldi. "Kurtuldun." Bunu keyifle söylerken yüzümde tek bir mimik dahi oynamadı.

"Kurtuldum." Dedim sadece ve ellerimi arkamda birleştirip dimdik durdum karşısında. "Fakat buraya bunun için gelmedim, öğrenmek istediğim başka bir şey olduğu için geldim." Diye açıkladım, meraklandı.

"Neymiş o?"

"En son görevden uzaklaştırılmıştım. Bu durumun bitip bitmediğini merak ediyorum. Bu konuda kimse bana hiçbir şey söylemedi." Dedim, anında yanıtladı.

"Bitti, görevine yeniden dönebilirsin. Uzak kaldığın zaman her şeyin daha kötü ilerlediğini öğrenmiş oldum. İşinin başında olman daha iyi olacak." İşte bu çok iyi olmuştu.

"Sevindim." Dedim ama ne sesim mutlu çıktı ne de gülümsedim. Buna o da şaşırırken devam ettim.

"Yaralıyım 10 günlük rapor kullanmak istiyorum."

"Tabii ki, ne zaman kendini iyi hissedersen o zaman dön." İşte işin o kısmı böyle olmayacaktı.

"Ben de öyle düşünüyorum, yani işime döneceğim ama buraya dönmek istemiyorum. Tayin zamanındayız, benim için tam zamanı yani. Görev yerimin değiştirilmesini talep ediyorum." Şaşkınca kaldı karşımda, buna rağmen devam ettim konuşmaya.

"Bu on gün içinde de bu hallolur herhalde değil mi?" Ciddi oluşum onu daha da şaşırtmış gibiydi ama bu kadar şaşırmasına da gerek yoktu.

"Mira sen ne dediğinin farkında mısın?" Sordu, başımı salladım.

"Evet, farkındayım. Artık hiçbir şekilde burada çalışmaya devam etmeyeceğim." Kaşlarını çattı.

"Mira şu an mantıklı düşünemiyorsun, bence..." Sözünü kestim.

"Buna, buradan ve sizden kaçtığım, bana yardım etmeyeceğinize karar verip yalnız olduğumu anladığım ilk gün karar verdim. Burada devam etmeyeceğim. Tayin için de gerekli olan resmi her şeyi yapacağım, İstanbul dışına çıkmak istiyorum." Tufan amca daha da şaşırırken devam ettim.

"Herkesten önce siz bilin istedim." Deyip elimi uzattım ona.

"Madem göreve döndüm, izinli de olsam silahım ve rozetimin bende olması gerekiyor." Diyerek bana ait olanları istedim, iç geçirdi.

"Peki, sen nasıl istersen." Deyip masasına yürüdü, çekmecesinden silahımı ve rozetimi alıp yanıma geldi, ikisini de aldım elimden.

Belime silahımı yerleştirirken "İyi görevler size." dedim ve odasından çıktım. Aldığım karar benim için en doğrusu olmuştu. Burada çalışmayı artık gerçekten istemiyorum. Hem belki İstanbul dışına çıkmak beni tüm bu olanlardan uzaklaştırırdı.

Ceyhun yanıma geldi, hiç kimseyle konuşmayıp onunla beraber karakoldan çıktık. Tufan müdürle ne konuştuğumuzu ona da anlattım. Başta o da şaşırdı ama gitmek istememe de hak verdi. Karakolun bahçesinden de onunla beraber çıktık. O arabasına binip göreve giderken ben de arabama bindim ve eve döndüm. Buradan gitmeden önce her şeyi bitirmeyi düşünüyorum. Zaten kamera kayıtlarına ulaşmak için çabalarken onlar hakkında bir sürü şey öğrendim. O izlerin peşinden gitmem lazım ama önce gerçekten bir süre kafamı dinlemem gerekiyordu.

Eve dönünce kendimi yine odaya atıp yatağa girdim. Bir gece önceden uykusuz olduğum için hemen uykuya dalmıştım. O gün akşama doğru uyandım. Salona gidip annemlerle yemek yedim, evden hiç çıkmadım. Telefonumu da kapatmıştım. Ne bir mesaj almak ne de biriyle konuşmak istiyordum çünkü.

İkinci gün tayin için gerekli olan resmi her şeyi halletmek istedim ama bunun için fırsatım olmadı. Aslında hiçbir işim yoktu. Hatta akşama kadar televizyonun karşısından kalkmamıştım ama çıkmak istemedim evden. Tek bir kişiyi bile görmek istemedim çünkü. Dışarıya çıktığımda Ateş'in bir yerlerde bir şekilde karşıma çıkacağını biliyorum. Kendi içimde ona veda etmeye çalışıp düşünmemek için çabalarken onu görmek bana iyi gelmeyecekti. Karşıma çıkmasın diye hastaneye gidip pansuman bile yaptırmadım.

Üçüncü gün de evden hiç çıkmadım. Bu durumu annem, dedem ve teyzem artık yadırgamaya başlamışlardı. Çünkü beni çok iyi tanıyorlar ve böyle boş oturmama hiçbir şekilde alışık değiller ama şimdilik bana iyi gelen şey tam olarak buydu. Hiçbir şey yapmamak ve boş boş oturmak. Tabii bu durumdan ben de sıkılmaya başladım ama olsun. Biraz uzak kalmak iyi oluyordu.

Dördüncü gün evde durmak için kendimi zorladım ama ancak öğlene kadar dayanabildim. Öğlen kendimi evden dışarıya zor attım. Evde sanki duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Neyse çıkmak da iyi olmuştu. Gidip fazla geç kaldığım tayin işlerimi halledebilirdim.

Bunun için yola koyuldum, gerekli belgeleri gün için de toplasam iyi olacaktı. Dedemin evinin olduğu ormanlık alandan çıkarken gözlerim bir anda dikiz aynasına takıldı, peşimde bir araba olduğunu fark ettim, kaşlarımı çattım. Tanıdığım bir araba değildi. Siyah bir cipti. Benim peşimde mi yoksa yolunda mı anlamak için biraz hızlandım, o da benimle birlikte hızlanınca benim peşimde olduğunu anladım.

"Bir bu eksikti!" Söylenirken belimdeki silahı çıkardım, dizimin üstüne koydum, gaza biraz daha bastım. Fakat arkamdaki araba benden daha çok hızlandı, yanıma ulaştı. Gaza biraz daha yüklenmek istedim ama aniden arabayı önüme kırmasıyla çarpmamak için frene bastım, durmak zorunda kaldım.

Durur durmaz ilk işim silahıma sarılmak oldu. Telaşla da arabadan inecekken öndeki arabadan inen kişiyi gördüm, durup kaldım. Ateş'ten başkası değildi bu. Sıkıntıyla ofladım, göz devirdim. Silahımı belime yeniden yerleştirdim, camı indirdim. Yanıma geldi, arabanın üst kısmına tutunup bana doğru eğildi.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen? Şehir eşkıyası mısın da önümü kesiyorsun?" Sordum, tabii ki soruma cevap vermedi.

"İn, konuşalım." Kaşlarımı çattım.

"Emredersin!" Derin bir nefes aldım.

"Mira bir şey emrettiğim yok, insan gibi söylüyorum işte sana! İn, konuşalım!" Gözlerimi ondan çekip vızır vızır geçen arabalara baktım, gözlerimi yeniden ona çevirdim.

"Burada mı?" Farkına varması için sordum, etrafa bakındıktan sonra bakışları yeniden beni buldu.

"Benim için sıkıntı yok." Deyince uzatmak istemedim, zaten benim konuşacak herhangi bir şeyim yoktu. Arabasının kapısını bilerek sert bir şekilde açtım, dizlerine çarptı. Yüz ifafesi değişirken hiç onu umursamadan arabadan indim, ön tarafa doğru yürüdüm.

Arabanın önüne yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim ve bekledim. Yanıma gelip karşımda durdu, gözlerimin içine baktı. "Dinliyorum seni." Dedim gayet sakin bir şekilde, bu sakinliğim onu afallatmıştı.

"İyi misin?" Beklemediğim bir soru geldi, bunu sormak için mi önümü kesti yani?

"Bunu mu soracaksın?" Dedim, bunun saçma olduğunu fark etmesini bekledim. Ben bunu beklerken "Evet." dedi, yanıtladım sorusunu.

"Gördüğün gibi çok iyiyim. Başka bir şey?" Yine sordum, başka bir şey de olması gerekiyordu. Gerçekten sadece bunun için gelmiş olamazdı.

"Ben sana inandım." Dedi bir anda, hiç beklemediğim kadar ani gelmişti bu cümle. Üzerimdeki rahatlık yok olup giderken devam etti. "Yemin ederim tüm kalbimle inandım." Diye devam etti. Gözlerine bakarak başkalarının söylediği şeyi ondan duymak ona inanıyor gibi hissetmeme neden olurken bakışlarımı kaçırdım.

"Seni çok aradım, her yerde aradım ama bulamadım. Yardım etmek istedim, ben seni saklarım, senin suçsuz olduğunu kanıtlamak için elimden gelen her şeyi yaparım, eğer kanıtlayamasam da asla suçsuz yere cezaevine girmene izin vermem demek istedim ama diyemedim, sana ulaşamadım. Defalarca telefon ettim sana ama açmadın." O konuşurken dönüp yüzüne bakamadım.

"Ben sana inandım Mira, sen ister bu söylediklerime güven istersen güvenme ama ben sana güvenip inandım." Boğazım düğümlendi, gözlerimin içi yandı.

"Sadece ben değil, diğer herkes de sana inandı. Sen yokken bile senin için çabaladılar. Gecelerini gündüzlerine katıp suçsuz olduğunu kanıtlamak için çalıştılar." Gözlerim bu kez onu buldu, susmayıp konuşmaya devam etti.

"Ayrıca seni şikâyet eden de biz değildik. Yemin ederim biz değildik Mira. Biz daha o gün orada neler olduğunu anlamaya çalışırken bir anda polisler geldi. Muhtemelen bu suçu üzerine yıkmak isteyen her kimse seni koruyacağımızı bildiği için işini şansa bırakmadı ve polisleri gönderdi." O bunları anlatırken hiç istemediğim bir şey oldu, ona inanmaya başladım. Söyledikleri mantıklı geldi, ona güvendim ama bu olsun istemedim.

"Yani?" Diye sordum, Ateş verdiğim tepkiye şaşırdı ama böyle yapmak zorundayım. Benim onu hayatımdan çıkarmak dışında elimden hiçbir şey gelmez.

Çünkü biz olamayız, artık buna inanıyorum.

"Yani mi? Vereceğin tepki bu mu?" Bu onu biraz sinirlendirmiş gibiydi.

"Bunları bana anlattılar zaten." Kaşları çatıldı. "Ceyhun'un yanına gitmişsin, ona da bunları anlatmışsın. O gece onu aradığımda anlattı bana. Sana inanıyorlar ve yardım etmek istiyorlar dedi. Şikâyet edenin siz olmadığını da söyledi. Yani senin ona öyle söylediğini anlattı. Ben o gece bu anlattıklarını öğrendim zaten ama senin yardımına ihtiyacım yoktu." Söylediklerimden sonra yutkunduğunu fark ettim, bozulmuştu.

"Kendi kendime halledebilirdim ve hallettim de." Birkaç adım geri gitti, başını salladı sadece. "Yine de teşekkür ederim, siz de çok uğraşmışsınız." Sesimin elimden geldiği kadar düzgün çıkmasına dikkat ettim ama şu an onun yüzünde gördüğüm bozulmuş ifade ve hayal kırıklığı ağlamak istememe neden oluyordu.

"O gün seni aradığımda kötüydüm." Konuyu açan ben oldum. "Gerçekten kötüydüm, bu yüzden biraz duygusal davrandım. Sanki hâlâ aramızda bir şeyler varmış, olabilirmiş gibi konuştum. Böyle şeyler düşünmüyorum ama söylediğim diğer şeylerin arkasındayım. Ben sana hiç veda etmedim, edemedim ama o gün etmeye karar verdim ve bu kararımın arkasındayım. Böylesi bizim için çok daha iyi olacak gibi." Dikkatle beni dinlerken elimi kaldırdım, ona uzattım.

"Geçmişi unutalım, biz aşkı pek beceremedik, ikimiz de yapamadık bunu. Bu yüzden en iyisi iş üzerinden devam edelim." Söylediğim şey onu fazlasıyla şaşırttı.

"Geçmişi unuttuğumuz gibi aşkı da unutalım, ortak sorunumuzu çözmeye çalışıp şu adamlar her kimse onlardan kurtulalım. Bunu yaparken birlikte olmak ya da birbirimizden nefret etmek zorunda değiliz." Yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Mira sen kısaca bana arkadaş kalalım mı diyorsun?" Sesi bile alay dolu çıktı, ne var yani söylediğim şeyde bu kadar alay edilecek? Birbirimizden nefret etsek daha mı iyi?

"Sayılır." Dedim, o alaylı ifade daha da arttı.

"Arkadaş." Yineledi, başımı salladım.

"Evet." Uzattığım elime baktı, bir anda elimi tuttu.

"İyi, sen nasıl istersen öyle olsun." Bunu söyledi ama sesiyle bile alay ediyordu. Etsin bakalım, yakında o da bunun en doğrusu olduğunu anlayacak. "Arkadaş kalalım." Diye ekledi ama şimdi böyle söyleyince de tuhaf geliyordu.

"Madem anlaştık, işe devam edelim o zaman." Dedi, tek kaşımı kaldırdım, devam etti. "Şu işi bir an önce bitirelim." Derken elimi hâlâ sıkıyordu.

"Bence de bitirelim." Gözleriyle arkamdaki arabayı gösterdi.

"O zaman bin hadi arabana, takip et beni. Kaldığımız yerden devam edelim." Dedi ve kendi arabasına doğru yürüdü. Giderken "Arkadaşmış!" dediğini duydum, hâlâ alay ediyordu.

O arabasına binerken ben de kendi arabama bindim. "Arkadaş yani ne olmuş?" Ben de kendi kendime söylenip arabayı çalıştırdım, onun peşine takıldım. Sanırım bugün de onun yüzünden tüm işlerim kalmıştı ama olsun. Bu da gerekli bir şey, onlarla hiçbir sorunum olmadığını düşünmeleri gerekiyor. Beni sevmiyor, yanımda olmuyor oluşlarının beni etkilediğini bilmelerini istemiyorum ve bunun olmadığını göstermek için bu elime geçen en iyi fırsattı.

Başka yere gideceğiz diye düşünürken kendimi onun evine giderken buldum. İçten içe herkesin orada olmasını umut ettim. Zaten herkes orada olmasa beni niye evine götürsün? Tamamen saçmalık! Kesin vardır birileri. Hem hiç kimse yoksa bile mutlaka Erdem vardır.

Arabayı onun evinin bahçesine durdurdum, indim. O beni beklemeyip eve girerken trip attığını fark edip sinirle güldüm. "Beyefendi bir de trip atıyor bana ya!" Söylenerek peşinden eve girdim, girer girmez buranın beklediğimden de kalabalık olduğunu gördüm. Hepsi buradaydı. Bunların evi yok mu? Neden her geldiğimde sürekli salonda oturuyorlar böyle?

"Ooo Mira gelmiş." Dedi Doğan, gözlerim onu buldu, yalandan da olsa gülümsedim, salona gittim. Geleceğimden haberleri olmayacak ki şaşkın şaşkın bakıyorlardı.

Yanlarına gittim, bulduğum boş bir yere oturdum. Cansu bir şey söyleyecek gibi oldu, bunu fark etmemiş gibi yapıp hemen engel oldum. "Bence olanları konuşmaya hiç gerek yok. Olacakları konuşmakla başlayalım." Hepsi aniden konuya girmiş olmama şaşırırken Ateş karşıma oturdu, onun oturmasıyla ben yeniden kalktım.

"Fazla vaktimiz yok, şimdi beni takip edin, telefonlarınızı salonda bırakın." Dedim, bahçe kapısına doğru yürüdüm.

"Ne oluyor?" Bunu soran Erdem olurken omzumun üstünden bir bakış attım ona.

"Dediğimi yapın." Deyip bahçeye çıktım. Bahçe koltuklarına da gitmedim, doğrudan ağaçlık alana yürüdüm ve bir ağacın altına oturdum. Gözlerimi bahçe kapısına çevirdiğimde orada öylece durmuş anlamsız bakışlar atıklarını gördüm.

"Orada öyle durmaya devam mı edeceksiniz?" Diye sordum duyacakları kadar yüksek bir ses tonuyla. Bana doğru gelen ilk Ateş olurken diğerleri de onun peşine takılıp yanıma geldiler.

"Oturun hadi." Hepsi birbirine baktı, göz devirdim.

"Saçmaladığımı düşünüyor olabilirsiniz ama içeride dinleniyoruz. Telefonlarınızı da bırakmışsınızdır umarım." Dedim, cevap vermediler. Bana ayak uyduran yine ilk Ateş oldu, yanıma oturdu, bağdaş kurdu.

Ateş sağıma otururken Erdem de soluma oturdu. Savaş onun yanına, Doğan Ateş'in yanına, Cansu da tam karşıma oturdu. "Çok güzel şimdi başlayabiliriz." Dedim, onlara öğrendiklerimi anlatmak için dudaklarımı araladığımda Doğan araya girdi.

"Kendimi hep beraber yoga yapacakmışız gibi hissediyorum." Herkesin gözleri onu bulurken parmaklarını birleştirdi, ellerini dizlerinin üstüne koydu ve "Hmm." demeye başladı, kahkaha atmamak için kendimi zor tutarken Cansu araya girdi.

"Biraz daha zorlarsan düşünce yoluyla havalanacaksın Doğan, ayakların yerden kesilecek." Cansu Doğan'la dalga geçerken Doğan gülerek gözlerini açtı, Savaş araya girdi.

"Lan madem bu şey bu kadar etkili bir daha yap belki katili görürsün." Savaş da onunla dalga geçerken Doğan hiç umursamadı, hatta onlarla ayak uyurdu.

"Vallahi yapardım da son günlerde algılarım çok kapalı." Dedi bir de ciddi ciddi ve devam etti. "Bir de havalandığın zaman geri nasıl inilir onu bilmiyorum." Kendimi tutamayıp güldüm, Ateş'in bakışları beni bulurken Cansu ve Savaş da güldü. Gülmeyen iki kişi vardı; Erdem ve Ateş.

"Siz insanı delirtmek mi istiyorsunuz?" Diye sordu Erdem, kimse ona cevap vermezken de devam etti. "Manyaklar lan bunlar!" Deyip önüne döndü. Cansu ona göz devirken Ateş konuştu.

"Çok zor ama ciddi olun iki dakika." O bunu söylerken de Erdem de ağzının içinden bir şeyler söylüyordu, ona kulak verdim.

"Zaten soğukta oturduk buraya, bir taraflarım dondu!" Söylediği şeye alttan alttan güldüm ve daha fazla onları oyalamayıp konuşmaya başladım.

"Her neyse başlayalım." Dedim ve arkama iyice yaslandım, omzum bu şekilde daha rahat ediyordu. Hepsi merakla bana bakarken kimsenin beni duymayacağından emin olup konuşmaya başladım.

"Kendimi kurtardığım o videoya ulaşana kadar öğrendiğim birçok şey oldu ama o an amacım başka bir şey olduğundan hiçbir şey yapamadım. Öğrendiğim ilk şey Gamze'nin onlarla iş birliği yapıyor olması oldu." Ateş dışında hepsi şaşırdı, o neden şaşırmadı anlayamadım.

"Belki tehdit edildi belki de en başından beri bu işin içindeydi bilmiyorum ama katilinin olduğu odaya tesadüfen girdiğini düşünmüyorsunuz değil mi?" Sordum, cevap veremediler. Söylediğim mantıklı gelmiş olacak ki hiçbiri inkâr edecek hiçbir şey demedi.

"Katilinin ismi de Adar Şener, bu ismi savcılığa bilerek vermedim. Önce biz ulaşalım istedim. Zaten ona işin içindeki polislerin ulaşması mümkün değil, ulaşacakları tüm yolları kapattım. Önce biz ulaşalım ki arkasındakilere de ulaşma şansımız olsun."

"Sen bunu nasıl biliyorsun?" Diye soran Ateş'e baktım.

"Hastaneden sonraki girdiği ilk caddede bulunan tüm kamera kayıtlarını topladım, inceledim. O kayıtlarda yüzünü gördüm, bindiği arabayı da gördüm. Arabanın plakasını soruşturdum, Adar Şener isimli bir adama ait olduğunu öğrendim." Devam edecekken Erdem araya girdi.

"Araba çalıntı olabilir ya da ne bileyim başka birine ait olabilir." Gözlerimi Erdem'e çevirdim.

"Bunu ben de düşündüm, Adar Şener'i araştırdım ve kamera kayıtlarında gördüğüm adam olduğundan emin oldum. Yani ortadaki tek kesin bilgi Gamze'nin katilinin isminin Adar Şener olması." Açıkladım, bu kez Doğan araya girdi.

"Benim takıldığım küçük bir nokta var?" Bunu diyen Doğan'a baktım, devam etti. "Sen polisten kaçarken araştırmaları nasıl yaptın?" Sordu, dudaklarım yana kıvrıldı. İşte tam da burada Pars devreye girmişti ama abilerinin bu işin içinde olduğunu onlara söyleyemem. Pars bunu istemiyordu. Hâlâ neden istemiyor oluşuna da bir anlam verememiştim ama istemiyordu işte.

"Birisi yardımcı oldu." Ateş'in kaşları çatıldı, rahatsız oldu durumdan.

"Ceyhun mu?" Bunu soran Savaş'a baktım, bu soruyla Ateş'in de neden rahatsız olduğunu da anlamış oldum.

Saçma bir kıskançlığın önüne geçmek için "Hayır, Ceyhun değil. Başka birisi." diye açıkladım, Ateş araya girdi.

"Kim o zaman?" Ona döndüm.

"Üzgünüm ama bunu söyleyemem." Dediğimde kaşlarını biraz daha çattı.

"Neden?" Anında sordu, gözlerimi önüme çevirdim.

"Öyle olması gerekiyor, hiçbir şekilde söyleyemem." Hepsi fazlasıyla merak etti.

"Güvenilir biri mi peki?" Erdem sordu, bakışlarım onu buldu. Abisinden bahsettiğimizi bilse böyle bir soru sorabilir miydi acaba?

"Tabii ki güvenilir, neyse konumuz şu an bunu kimin araştırdığı değil. Konumuz bunun doğru olması." Deyip konuyu değiştirdim ve devam ettim.

"Adar Şener'e odaklanıp onu bulmalıyız." Dedim, cebimden telefonumu çıkardım, adamın fotoğrafını açtım, Ateş'e verdim.

"Fotoğrafı bu." Telefonu elimden aldı, dikkatle baktı ekrana.

"Bir dakika biz telefonları salonda bıraktık ama seninki hâlâ burada." Bunu diyen Cansu'ya baktım.

"Bunu dinleyemezler, o kadar gün o kadar kişiyle nasıl iletişime geçtim zannediyorsun?" Aldığı cevap onu tatmin ederken telefon elden ele dolaştı, fotoğrafa baktılar. En sonunda Erdem'den yeniden bana geldi telefon.

"Adamımız bu, birileri tarafından bulunmadan hemen önce bizim bulmamız gerekiyor. Bu adamı bulursak gerisi çorap söküğü gibi gelecek, arkasında kimin ya da kimlerin olduğunu öğreneceğiz." Derken telefonumu cebime koydum.

"28 yaşında, Muğla doğumlu. İki kız kardeşi var, nerede olduklarına ulaşamadım. Annesi 2003 yılında babası da 2005 yılında vefat etmiş. Bundan dolayı kendisi de kardeşleri de bir süre yetimhanede kalmışlar." Dedim, Ateş'e döndüm.

"İşin ucu yine bir yetimhaneye çıkıyor yani, bu adamı sen tanıyor olabilirsin." Başını olumsuz anlamda salladı.

"Tanıyor olsaydım mutlaka hatırlardım." Dedi, aklıma gelen şeyle konuştum.

"İsmini değiştirmiş olabilir." İşte bu cümle onu şüpheye düşürdü, gözlerini önüne çevirdi.

"Fotoğrafa biraz daha dikkatli bak istersen." Dedim, Ateş cevap vermezken Erdem konuştu.

"Sanmıyorum hatırlayacağını, çocukluk fotoğrafını görmesi lazım ancak." Erdem bunu söylerken Ateş de onu onayladı, yine Pars'a kaldı işimiz yani.

Hiçbirine söylemeden Pars'a adamın çocukluk fotoğrafına ihtiyacımızın olduğunu yazdım, mesajı birkaç dakika sonra gördü ama cevap vermedi. Uğraşmaya başladığını anlayınca telefonu yeniden cebime koydum.

"Her neyse adamı tanımak bu kadar da önemli değil zaten." Dedim sanki Pars'a mesaj atmamış gibi ve devam ettim.

"Adamın kim olduğunu biliyoruz, yakalamaya odaklanalım. Yakalarsak zaten neyin ne olduğunu ortaya çıkar." Diye ekledim, Erdem konuştu.

"Yaşı ve ailesi dışında hakkında bir şeyler bulmamız lazım onu yakalamak için."

"Doğru fakat ben çok araştırdım ama hakkında bir şeyler bulmak mümkün değil, tamamen bir giz adam. Bilinen resmi şeyler dışında elimizde hiçbir şey yok, bulamayacak gibiyiz de. Bu yüzden kız kardeşlerine ulaşalım, onlar üzerinden de Adar'a ulaşırız."

"O zaman kızlar bende, bulmaya çalışacağım." Dedi Cansu ve ayağa kalktı. "Şimdi mesaiye dönmemiz gerekiyor." Dediğinde Savaş da ayağa kalktı.

"Ben de ona yardım ederim, en geç akşama kadar bir şeyler bulmuş oluruz. Başka bir gelişme olursa bizi haberdar edin." Dedi ve ikisi de gittiler.

"Lan senin işin yok mu?" Erdem Doğan'a sordu, Doğan hızla ayağa kalktı.

"Lan benim yapmam gerekenler vardı, unuttum ben onları! Allah sizi ne etmesin! Katil diye diye kovduracaksınız beni ben katil olacağım!" Deyip uzaklaştı, giderken de "Ben de kızları araştırırım." diye de ekledi.

"Ben de şu Adar kimmiş onu araştırırım. Kaldığı yetimhaneyi falan öğrenirim. Akşam 8'de dönerim geri buraya, diğerleri de gelir o saate muhtemelen zaten." Erdem bunları söylerken o da ayağa kalktı.

"Hadi kaçtım ben, halledeceğim." Dedi ve o da gitti. Geriye Ateş'le ikimiz bir başımıza kaldık, gözlerim onu buldu, onunki de beni. Birkaç saniyelik bakışmanın ardından ayağa kalktı.

"Kalk hadi onlar gelene kadar biz de arkadaş arkadaş yemek yeyip sonra da şu adamı bulalım." Kaşlarımı çattım.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Tek kaşı kalktı.

"Yoo ortada dalga geçilecek bir şey mi var ki?" Alay edercesine sordu.

"Yok!" Dedim, uzattığı elini tutup ayağa kalktım. O elimi bırakmazken onun elini bırakan ben oldum. "Umarım sen de kısa zamanda yok olduğunun farkına varırsın da dalga geçmeyi bırakırsın!" Diye laf çarpıp önden yürüdüm, o peşimden gelirken bahçe kapısını kullanıp eve girdim. Onunla yalnız kalmış olmaya kendimi hazırlarken tüm gün ve bu akşam neler olacağına dair hiçbir fikrim yoktu.

****

Selamlar, nasılsınız, nasıl gidiyor?

Bundan sonraki bölümler için şimdiden heyecanlanabilirsiniz :) gizem ve aksiyon dolu bölümler geri dönüyor :)

Son sahneleri yazarken çok güldüm. Onları bir arada yazmayı çok özlemişim<3

Mira'nın arkadaş kalalım demesine ne diyeceksiniz? Sizce yapabilecekler mi bunu?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%