Yeni Üyelik
59.
Bölüm

58.BÖLÜM "ADAR ŞENER"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan/ sucortagimofficial

****

58. BÖLÜM "ADAR ŞENER"

"İşte burada." Dedim, laptobun ekranına dokunup hastanenin penceresinden kaçan adamı gösterdim. Zaten kamera döndüğü için görüntü birkaç saniye sonra yok oldu. Ateş görememiş olacak ki görüntüyü geri sardı, dikkatle baktı gösterdiğim adama.

"Çatıda birisi var gibi sanki." Dedi, başını bana çevirdi.

"İple çatıya tırmanırken sanki orada birisi daha var, ona yardım ediyor gibi." Arkama yaslandım.

"Olabilir ama hastane dışında incelediğim her kamerada yalnızdı, yanında başka hiç kimse yoktu." Açıkladım, tek kaşı kalktı.

"Ya ona yardım eden hastanede kalıp çıkmadıysa?" Sordu, işte bu mantıklıydı ama neden diye de sormak gerekiyordu.

"Neden? Neden kalsın ki hastanede?" Benim gibi arkasına yaslandı.

"Olacakları takip etmek için olabilir." Bu da mantıklı geldi. "Ya da hastanede onlar için çalışan birileri vardır. İşine devam etmiştir." Bu da olabilirdi.

"Onu da bulmamız gerekiyor o zaman." Başını salladı.

"Aynen öyle, bulmamız gerekiyor." Derken eli sakalının üzerindeydi ve düşünceli görünüyordu. Bir an için koskaca solanda dip dibe oturduğumuzu fark ettim. Savcılığa teslim ettiğim ve bulduğum hâlde gizlediğim videoları ona göstermek için yanına oturmuştum ama ben otururken bu kadar yakın değildik ki biz. Hangi ara bu hâle geldik?

"Aslında..." Deyip aniden bana dönmesiyle burun buruna geldik, öylece kaldım. Ateş de susup kalırken gözleri bir anlığına dudaklarımı buldu, nefesini dudaklarımda hisettim. Hiç olmamamız gerektiği kadar yakındık. Böyle durmaya devam edemeyip hızla başımı önüme çevirdim, biraz da uzaklaştım ondan. Ateş yalandan öksürüp boğazını temizlerken yutkundum, hiçbir şey olmamış gibi sordum.

"Aslında ne?" Elini ensesine attı, gerilmişti. Merakla ona bakarken kendini toparlayıp konuştu.

"Hastanenin kayıtlarının hepsini toplayalım, bizim çocuklar her saniyesini incelesinler. Belki yardım eden adamın kim olduğunu buluruz." Tek kaşımı kaldırdım.

"Bizim çocuklar?" Sordum, kimdi onlar?

"Bilgisayar işlerinden anlayan birkaç kişi var, bizim için çalışıyorlar. Yani her şeyi yaparlar, bir şey kaybetmeyiz. En fazla hiçbir şey çıkmaz ama yine de denemiş oluruz." Haklıydı, bir şey kaybetmezdik ama bir şeyler çıkacağını da sanmıyorum.

"İyi, baksınlar." Dedim, gözlerimi laptobun ekranına çevirdim, sıkıntıyla ofladım. Belki de binlerce kez izlemişimdir bu görüntüyü, her ayrıntıyı bir bir inceledim ama bize yardımcı olacak herhangi bir şey bulamamıştım.

"Ben haber edeyim o zaman, önce görüntülere ulaşsınlar." Deyip telefonunu çıkardı, ayağa kalktı. Telefonla konuşmak için bahçeye çıkarken aynı görüntünün karşımda tekrar edip durması sinirimi bozdu, laptobu kapattım, arkama yaslandım.

Bahçe kapısına doğru Ateş'in arkasından bakarken "Ateş abim nerede?" duyduğum bu sesle başımı hızla çevirdim, ilerideki küçük kız çocuğunu gördüm, durup kaldım. Bu Gamze'nin kızıydı, hâlâ burada mıydı? Tabii ki burada olacak, küçücük çocuğu sokağa atacak hâlleri yok ya!

Kız küçük adımlarla bana doğru gelirken Gamze'nin cesedi gözlerimin önüne geldi, boğazım düğüm düğüm oldu. "Bahçede." Diyebildim bir tek, ağzımdan başka bir şey çıkmadı. Küçücük çocuk yüzünden gerildim, rahatsız oldum. Acaba annesinin öldüğünü biliyor muydu?

"Senin adın ne?" Diye sordu, dudaklarımı ısırdım, cevap vermek yerine dikkatle baktım kıza. Tıpkı annesine benziyordu. Cevap vermem için küçük meraklı gözleriyle bana bakarken yalandan birkaç kez öksürdüm, kendimi toparladım ve konuştum.

"Mira." Dediğimde küçük kız elini uzattı.

"Eva." Kendini tanıttı, büyümüş de küçülmüş gibiydi sanki. Bu hâli bana tebessüm ettirirken minik elini tuttum. Kız elime bakıp güldü. Neye güldüğünü merak ederken elimi bırakıp biraz daha yaklaştı bana.

"Sen de annemin arkadaşı mısın?" İşte bu soru beni darmadağın etti, göğsüm acıyla sıkıştı. Gamze'nin ölümüne değil, bu küçük kıza üzüldüm, bu kız canımı yaktı.

"Öyleyim." Yalan söyledim, ne diyebilirdim ki başka? Annen benim en büyük düşmanım mıydı?

"Sen benim annemi kurtarmıştın." Şaşkınca kaldım, bunu da fazlasıyla belli ederken küçücük çocuk tabii ki bunun farkına varmadı ve konuşmaya devam etti. "Ben duydum sizi, burada konuşuyordunuz." Kızın söyledikleri bile beni rahatsız ederken bozuntuya vermedim. Çocuk işte.

"Sen annemin nerede olduğunu biliyor musun?" Nefesim kesildi, nefes almayı bıraktım. Göğsüm sıkıştı, boğazıma öyle bir yumru oturdu ki bu canımı yaktı.

"Erdem abim geleceğini söyledi ama hâlâ gelmedi. Ben çok özledim onu, beni aramıyor bile." Gözlerim doldu, dizimin üstündeki elimle dizimi sıktım, kendime engel olmaya çalıştım ama buna rağmen gözümden akan bir damla yaşa müdahale edemedim.

"Onun nerede olduğunu biliyorsan beni de götürür müsün?" Sordu, başımı olumsuz anlamda salladım.

"Bilmiyorum." Diyebildim bu kez de bir tek, sesim çok kötü çıktı.

"Neden ağlıyorsun?" Bunu sordu, hemen sildim göz yaşımı, cevap veremedim, bakışlarımı kaçırdım.

"Eva?" Ateş'in sesi geldi, salona geldiğini anladım ama ıslak gözlerimi görmesin diye ona dönmedim, kendimi toparlamaya çalıştım.

"Bir şey mi oldu?" Sorarken yanımıza geldi, bana baktığını hisettim ama ben dönüp ona bakamadım.

"Hayır Mira ablamla konuşuyordum." Abla mı? Göz ucuyla Ateş'e baktım, o da buna şaşırırken karşıma oturdu.

"Hadi söyle kapıdaki abilerine seni parka götürsünler." Kız sevinç çığlığı attı, annesini unuttu. Koşarak kapıya giderken Ateş "Montunu da giy!" diye seslendi, babası gibiydi sanki.

Eva koşarak odasına gitti. Birkaç dakika sonra elindeki montuyla yeniden döndü, evden çıktı. O giderken Ateş'in bakışları beni buldu, iç geçirdi. "Ne yapacağımı bilmiyorum, kız resmen burada kaldı." Dedi, söyleyecek bir şey bulamadım, sustum.

"O şerefsiz babasına vermek istemedim, vermeyeceğim de. Başka yanına göndereceğim kimse de yok. Bırakırsam muhtemelen yetimhaneye gönderilecek. Küçükken kendi kaçtığım yere şimdi başka bir çocuğu gönderemem. Burada kalıyor işte, daha ne kadar kalır onu da bilmiyorum ama şimdilik böyle." Açıkladı, uzunca bir nefes aldım, gözlerimi önüme çevirdim.

Gamze ona bu kızın babasının kendisine tecavüz ettiğini söylemişti. Sonra da bana Ateş'i de bu yönde kandırdığından bahsetmişti. Tabii o adamın iki yıl önce karşıma çıkıp anlattıkları da vardı. Bu konuda herkes farklı bir şey söyledi bana yani. Doğrusunu anlatacak tek kişi olan Gamze de öldü. Şimdi ben kime nasıl inanacağım bilmiyorum. Neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair herhangi bir fikrim yok. Zaten işler bu kadar karışıkken özel hayata giren bu konuları düşünecek de değilim.

Ateş ona cevap vermeyeceğimi anlamış olacak ki ayağa kalktı, üst kata yöneldi, arkasından baktım. Nereye gidiyor şimdi bu? Aniden niye kalkıp gitti? Gözlerimi yeniden önüme çevirirken bu soruları merak ediyordum ama mantıklı düşünme yetimi kaybetmiş gibiydim. Küçücük bir kız tüm dengemi alt üst etmeyi başarmıştı.

Başımı önüme eğdim, ellerimin arasına aldım ve sıkıntıyla ofladım. Aklımı toplamaya çalışırken birkaç dakika içinde sesler gelmeye başladı, merdivenlerden inen Ateş'i gördüm, bakışlarımı yeniden önüme çevirdim.

Karşıma oturmak yerine yanıma oturdu, başımı ona çevirdiğimde elinde tuttuğu beyaz zarfı fark ettim. Arkama yaslandım, merakla ona bakarken zarfı kaldırıp konuştu. "Her şey bunun yüzünden olmuş." Kaşlarımı çattım, ne demekti şimdi bu? Bir zarf yüzünden ne olmuş olabilir ki? "Biz bunun içindekiler yüzünden bu hâle gelmişiz." Öylece kaldım, yoksa tahmin ettiğim şey mi elindeydi?

"Bunlara inanmışsın." Tahmin ettiğim şey olduğundan emin olurken zarfı uzattı, ağır hareketlerle elinden aldım. Önüme dönüp açtım, bendeki fotoğraflar olduğunu gördüm.

"Bunlar yaptığımız sahte evliliği inandırıcı hâle getirmek için çekilen birkaç sahte fotoğraf." O konuşurken fotoğrafların içinden o kadını öpmüş olduğu fotoğrafı buldum, bir an ona olan öfkem yeniden gün yüzüne çıktı.

"Hiçbiri gerçek değildi Mira." Açıklama yapmaya devam etti, konuşmak yerine yaptığım tek şey seçtiğim fotoğrafı eline tutuşturmak oldu. Fotoğrafa baktı, uzun uzun baktı, gözleri beni buldu.

"Diğerleri gibi bu da sahteydi, tamam görmüş olmanı istemezdim ama sahteydi Mira. Gerçeklikten tamamen uzaktı. Bu fotoğraflar çekilirken ben seni tanımıyordum bile, hayatımda yoktun. Sana aşık olmamıştım, varlığından bile haberim yoktu." Gözlerine bakamadım yine, bakışlarımı kaçırdım.

"Ben seni sevdikten sonra başka bir kadın olmadı. Seni sevdiğimden haberin yokken bile aldatmadım ben seni. Yalandan bile olsa dokunmadım başka birisine, bakmadım bile."

"Sana bunu kim anlattı? Kim bu yüzden olduğunu söyledi?" Onun söylediklerine karşılık söyleyecek bir şeyim olmadığından sordum bu soruyu.

"Bunun ne önemi var Mira? Doğru olan bu değil mi? Sen bu yüzden..." Sözünü kestim.

"Ben bu yüzden seni şikâyet etmedim." Dediğim an susup kaldı, kaşlarını çattı. Sorgulayan bakışlar atarken devam ettim.

"Tamam bunun da etkisi oldu, öfkeyke yaptım ama tek sebep bu değildi. Sen o gün insanları öldürüyordun Ateş! Bunu bildiğim hâlde nasıl göz yumabilirdim ki?" Söylediğim şey onu öfkelendirdi.

"O insanlar dediğin piçler ailemi aldılar benden! Senin o insanlar diye bahsettiklerin ailemin ölümüne sebep oldular! Tabii bunu bir kısmı yaptı, diğer kısmı da susup her şeyin üstünü kapattılar! Bunlar onların yanına mı kalsaydı?" Dişlerini sıkarak kurdu tüm bu cümleleri.

"Kalmasaydı Ateş! Yine hesap sorsaydın ama onları öldürerek değil! Onlar..." Sözümü kesti.

"Onlar o gün ölümü kendileri seçtiler! Onları suçlayacak olan belgeleri koydum önlerine! Hepsine tek tek ya bunları teslim ederim sen de çıkar paşa paşa suçunu itiraf edersin ya da silahı alır kafana sıkar, kurtulursun dedim! Hepsi bir bir ölmeyi seçtiler! Birini bile ben öldürmedim! Hepsi kendi kafalarına sıktılar!" Bir de anlatıyordu bunu ve bu kadar rahat olması beni de öfkelendirdi.

"Sen bana ihanet etmemiş olsaydın diğerlerinden de hesap soracaktım! Şimdi hepsi kayboldu ortadan ama peşlerindeyim! Bir bir yeniden bulacağım hepsini, cezalarını çekecekler!" Öfkem daha da arttı.

"Bir de bunu gözlerimin içine bakarak söylüyorsun Ateş! Sen..." Sözümü kesti.

"Söylüyorum çünkü yapacağım. Bu sefer sen de engel olamayacaksın! İzin vermeyeceğim!" O kadar büyük bir öfkeye sahipti ki şu an konuşmaya devam edersem daha da öfkelenecek gibiydi.

"Ne yaparsan yap, umurumda degil artık!" Deyip konuyu kapatmak istedim ve bunun için konuşmaya devam ettim. "Sana bunları kim anlattı bilmiyorum ama dediğim gibi her şeyin sebebi bu fotoğraflar değildi! O gün sana engel olmak istedim ve oldum, bunu da başka hiçbir şekilde yapamazdım! Bu yüzden şikâyet ettim seni!" Deyip ayağa kalktım.

"Şimdi ben gidiyorum, bir daha da bu konuyu açma bana! Neler olduğu da olacağı da umurumda değil!" Başını salladı.

"Olmasın, olmasını istemiyorum zaten." Dedi, sehpanın üzerinde duran telefonumu aldım, başka bir şey demeyip kapıya doğru yürüdüm.

"Nereye gidiyorsun?" Sesi sabır dilercesine çıktı, ona döndüm.

"Sıkıldım senden! Zaten yapacak bir şey de yok burada! Ne diye oturuyorsam sabahtan beri!" Gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı, ağzının içinden bir şeyler söyledi. Küfür ediyor diye düşünüp sinirlendim, o sırada bakışları yeniden beni buldu.

"İki saat sonra herkes yeniden burada toplanacak, muhtemelen sen de geleceksin. Buradan şehire dönmen bir saat, geri buraya gelmen de bir saat sürse iki saatlik süren dolar zaten. Boşuna gitmiş olursun." Durup düşündüm, haklıydı.

"Olsun ben yine de senden uzak kalayım biraz! Yeterince sinirimi bozdun!" Söylenerek çıktım evden, arkamdan bir şeyler söyledi ama umurumda olmadı. Ne dedi anlamadım da zaten.

Arabaya binmek yerine yürüyerek çıktım evden. Ormanın içinde gidecek bir yer yoktu ama biraz temiz hava iyi gelecekti. Ormanın içinde yürürken telefonunu çıkarıp Ceyhun'u aradım. Birkaç çalıştan sonra açmıştı. "Efendim Mira."

"Ne yapıyorsun?"

"İnci Şahin cinayetini araştırıyoruz, biliyorsun senin olayın yüzünden yarım kalmıştı. Kimse tam anlamıyla ilgilenemedi." Doğru ya o da vardı, hâlâ kızın katili bulunamadı ve ben kim olduğunu çok merak ediyorum.

"Gelişmeler neler? Yeni bir şeyler var mı?" Bir yandan konuşurken bir yandan yürüyordum.

"En son uçurumun kenarında kızın valizi bulunmuştu. Üzerinden ne parmak izi çıkmış ne de delil sayılacak herhangi bir şey. Fakat valizin yakınlarında bir ayak izi bulundu, inceleme yapıldı. 40 numara bir erkek ayakkabısı olduğu belirlendi, katil erkek yani. Ayak numarası da 40." Tek bilgi bu muydu yani? Ülkenin yarısını erkekler oluşturuyor ve eminim ki onların yarısının da ayak numarası 40'dır.

"Olay yeri inceleme raporu da tamamlandı, tam senin dediğin gibi kızın başka bir yerde öldürüldüğü yazıyor. Otopsi sonucu da çıktı, herhangi bir tecavüz bulgusuna rastlanmadı. Kızın üzerinde başka birine ait DNA da bulunmamış. Mobese kayıtlarından da hiçbir şey çıkmadı, elimiz şimdilik boş yani. Bildiğimiz tek şey katilin bir erkek olduğu ve ayakkabı numarasının 40 olduğu." Sıkıntıyla ofladım, bu iyi değildi işte.

"Peki ailesiyle konuşuldu mu? Onlar ne diyorlar? Böyle bir şey yapacak birileri var mıymış?" Merakla sordum.

"Kızın annesi ve babası bir tuhaftı Mira, sanki bir şeyler biliyorlarmış da saklıyorlarmış gibiydi." Şaşırdım, bir şey biliyor olsalardı neden saklasınlar ki?

"Ne bileyim verdikleri ifade fazla tuhaftı, biraz üzerlerine gittik ama pek bir şey çıkmadı. O yüzden Tufan müdür şimdilik tamamen anne ve babasına yönelmiş durumda. Katile bizi onların götüreceğini düşünüyor." Kızın arkadaşlarından birinin bunu yaptığını ya da sevgilisi ve yahut eski sevgilisinin yaptığına düşünürken şimdi bütün oklar anne ve babasındaydı. Olayın seyri tamamen değişmişti.

"Onlar bir şey yapmış olabilirler mi? Kızın ailesiyle arasının nasıl olduğumu dair hiçbir şey bilmiyoruz. Belki de onlar bir şey yaptılar ya da yaptırdılar?" Sordum, Ceyhun anında yanıtladı.

"Biz de öyle düşünüyoruz, bu yüzden onlara yoğunlaştık zaten. Tufan müdürle Taner başkomiser gidebilecekleri kadar üzerine gidiyorlar ailenin ama işte hâlâ bir şey yok. Onlar aileyle uğraşırken bir de bir şeyler aramaya devam ediyoruz. Şimdi kapatmam lazım, beni bekliyorlar. Bir şeyler bulursak ararım ben seni."

"Peki, sen işine bak, kolay gelsin." Dediğimde başka bir şey demedim, telefonu kapattım, cebime koydum. Ellerimi de cebime koyup ağaçların arasında yürümeye devam ettim. Temiz hava, toprak ve ağaç kokusu mutlu etmişti beni. O kadar kan, ceset, barut kokusundan sonra bu kokuları hissetmek tabii ki mutlu ederdi. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Ağaçlar o kadar sıktı ki gökyüzü çok az görünüyordu.

"Yıldızlar karanlığın ışıklarıdır Mira. Onları görmek istiyorsan karanlığı göze alacaksın."

Aniden zihnimde yankılanan bu sesle öylece durup kaldım. Neden şimdi böyle bir şey aklıma gelmişti? Bunlar katilin sözleriydi ama bu sözleri maşa olarak kullandığı Aren'in ağzıyla söylemişti bana. Aren, o çatıdan atlayıp ölmesinin üzerinden iki yıldan fazla zaman geçti ama hâlâ aklımda. Ölümü bir türlü aklımdan çıkmıyor. İçimden bir ses onun masum olduğunu söylüyor. Belki de katil onu bunu yapmaya zorlamıştır.

Ormanın içinde yürüyüp bunları düşünürken mesaj geldi. Cebimden çıkarıp Ateş'ten geldiğini fark ettim. Niye mesaj atıyor diye düşünüp dokundum mesaja ve hemen eve dönmemi yazdığını fark ettim. "Niye çağırıyor ki beni?" Kendi kendime konuşurken belki de önemli bir şey vardır diye düşünüp geri döndüm, eve doğru yürüdüm.

On beş dakika içinde eve ulaştığımda gözlerim bahçede gezindi, farklı bir araba yoktu. Başka birisi geldiği için çağırıyor olamazdı. Kapıya doğru yürürken evden çıkan Ateş'i gördüm. Ben onun yanına gitmeden o benim yanıma geldi.

"Hadi atla arabaya gidiyoruz." Dedi telaşla.

"Nereye?" Arabasına doğru yürürken omzunun üstünden bir bakış attı.

"Erdem adamın kız kardeşlerini bulmuş." Sonunda iyi bir haber gelmişti. "Oraya gidiyoruz." Deyince hiçbir şey demeden telaşla kendi arabama doğru yürüdüm.

"Nereye? Binsene benimkine." Deyip kendi arabasını gösterdi.

"Muhtemelen geri buraya dönmeyeceğim, arabamı burada mı bırakayım? Takip ederim ben seni." Dedim ve cevap vermesini beklemeden gidip kendi arabama bindim, çalıştırdım. Onun da söylenerek bindiğini gördüm. Bu da her şeye söylenmeye başlamıştı!

Arabasını çalıştırdı, ben de çalıştırdım ve o önde ben arkada evden çıktık. Evinin olduğu ormanlık alandan çıkıp da şehire girmemiz kırk beş dakikamızı almıştı. Şehire girdiğimizde de nereye gittiğimizi bilmeden Ateş'i takip ettim. Çok geçmeden bir apartmanın önünde durduk, arabadan indim, etrafa bakındım, ileride duran Erdem'in arabasını gördüm.

Ateş arabadan inerken ben de indim, peşinden gittim, Erdem bizim geldiğimizi fark etmiş olacak ki arabadan indi. O sırada biz de yanına ulaşmıştık. "Burası mı?" Ateş sordu, önünde durduğumuz eve baktım.

"Burası, küçük kardeşi buradaymış. Küçük dediysem evin en küçüğü ama kız 21 yaşında." Ona döndüm.

"Sen nasıl buldun peki?" Dudakları yana kıvrıldı.

"Ben bulurum." Dediğinde gözlerimi kıstım, muhtemelen Pars'tan yardım almıştı ya da gerçekten de kendisi bulmuştur.

"Kızın ismi Selin Şener, üniversitede okuyor. Bence bize abisi hakkında bir şeyler anlatabilir." Diye de ekledi.

"Girelim o zaman." Dedim ve apartmana ilk giren ben oldum. Erdem'den kızın ikinci katta kaldığını öğrenip oraya çıktım ve çıkar çıkmaz da kapıyı çaldım, beklemeye başladım. Birkaç dakika sonra kapı kumral, genç bir kız tarafından açıldı. Beni görünce kaşlarını çattı, gözünün ucuyla Erdem ve Ateş'e bakıp bana döndü.

"Buyurun."

"Selin Şener?" Sordum, kaşlarını çattı.

"Benim." Dediğimde polis kimliğimi çıkarıp ona gösterdim.

"Cinayet şubeden Mira Aksoylu." Kimliğe baktıktan sonra korku dolu gözleri beni buldu.

"Bir sorun mu var?" Korkuyla sordu bunu.

"Birkaç soru sormamız gerekiyor sana." Başını salladı.

"Tabii ki." Dedi ve kapıyı açtı. "Hatta buyurun içeriye geçin." Dediğinde Ateş'e baktım, ondan onay alınca girdim eve, peşimden onlar da girdi. Salondaki koltuklara oturduk, kız karşımıza oturdu, meraklı gözlerle bize bakarken "Buyurun sizi dinliyorum." dedi, Erdem ve Ateş sustuğundan konuşma görevini ben üstlendim.

"Abin Adar Şener hakkında konuşacağız." Kızın bakışları bir anda değişti, gözlerini kaçırdı, öfkelenmiş gibiydi.

"Görüşüyor musun onunla?" Yumruk yaptığı ellerini fark ederken gözleri beni buldu.

"Görüşmüyorum, en son geçen yılın şubat ayında gördüm. Kendisi gelmişti, kovdum, gitti, bir daha da görmedim zaten." Kız konuşurken Erdem araya girdi. Kız muhtemelen şu an onları da polis zannediyordu.

"Neden konuşmuyorsun peki? Neden kovdun onu?" Kız gözlerini Erdem'e çevirdi.

"Sevmiyorum çünkü onu, sevmek zorunda da değilim. Zaten sevilecek birisi olsa cinayet bürodan üç tane polis şu an karşımda oturuyor olmazdı." İşte bu konuda çok haklıydı. Kızın açık sözlü olmasını sevmiştim, işime gelmişti yani.

"Ne yaptığını bile sormadan onun suçlu olduğuna inanmış gibisin." Dedim, gözleri bu kez de beni buldu.

"Neden inanmayayım ki? Yine yakmıştır muhtemelen birinin canını." Kaşlarımı çattım, yine mi?

"Yine derken? Daha önce de birilerinin canını mı yaktı?" Kızın yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Sanki bilmiyormuşsunuz gibi davranmayın!" Arkama yaslandım.

"Bilmiyoruz zaten Selin, kayıtlarda sıradan birisi olarak görünüyor abin. Hakkında tek bir suç kaydı bile yok, trafik cezası bile yok hatta ama anladığım kadarıyla abin daha önceden de suç işlemiş birisi. Bunu bildiğine göre ne yaptığını da biliyor olman gerekiyor. Şimdi lütfen bize bildiğin her şeyi anlat." İç geçirdi, o da arkasına yaslandı.

"Abim iki yıl önce bir adamı öldürdü, delil yetersizliğinden serbest kaldığı için hakkında hiçbir kayıt yok ama öldürdü! Bizzat kendisi itiraf etti bunu sarhoşken bana! O gün uzaklaştım ondan, birkaç defa geldi ama dediğim gibi kovdum. Öyle biriyle abi deyip de konuşmaya devam edecek değildim." Kız fazlasıyla açık oldu.

"Fakat bunu sadece size anlatabilirim, ne öldürdüğü adamı tanırım ne de başka bir şey bilirim. Yani benden bunu kanıtlamamı falan istemeyin, yapamam, yapmam da. Böyle bir şeyle uğraşmak istemiyorum." Başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, öyle bir şey istemiyoruz. Zaten o mevzu yüzünden de burada degiliz, başka bir şey için geldik. Az önce senin de dediğin gibi abin yine birinin canını yaktı, bir kadını öldürdü ve bu sefer suçu sabit. Yani yakalanırsa tutuklanacak, kurtulması söz konusu bile değil. Biz de onu yakalamak için uğraşıyoruz ve bu konuda bize bir tek sen yardım edebilirsin." Şaşırdı, kendisini gösterdi.

"Ben mi?" Sordu, başımı salladım.

"Evet, sen." Anında verdim bu cevabı.

"Ben size nasıl yardım edebilirim ki? Geçen seneden beri görmüyorum onu. Öyle evimden kovduktan sonra da bir daha gelecek bir adam değil, buraya hiçbir şekilde uğramaz yani."

"Kendi isteğiyle gelmeyeceğini çok iyi biliyoruz ama getirtebilirsin." Kaşlarını çattı, gözleri üçümüzün arasında gidip gelirken Ateş konuştu.

"Görüşmüyor olsan da muhtemelen numarası vardır abinin sen de ya da bir şekilde ona haber göndereceğin birileri vardır, bize bu şekilde yardım edebilirsin." Kız Ateş'e baktı.

"Abimin gözlerinin içine bakarak ona nefret ettiğimi ve bir daha hayatımda istemediğimi söyledim. Hatta elimde olsaydı seni polislere ben teslim ederdim dedim. Şimdi yine birini öldürmüşken benim onu yanımda isteyecek olmama inanacak değildir. Aksine bunun bir oyun olduğunu kolaylıkla anlar." Kız açıkladı ve ona hak verdim, bizimkilere döndüm. İkisi de düşünüyor gibiydiler.

"Ben size bu konuda yardım edemem ama yardım edecek birinin ismini verebilirim." Hızla kıza döndüm, devam etti.

"Abimin bir çocukluk arkadaşı var, Salih Tatlı. Muhtemelen hâlâ görüşüyorlardır, yakalanmasına yardım edecek birisi değil ama polissiniz sonuçta, halledersiniz bir şekilde."

"Hallederiz, sen bu Salih Tatlı'yı nereden bulacağımızı söyle bize." Dedi Erdem, kız ayağa kalktı. Dikkatle ona bakarken ileriden bir defterle kalem alıp geldi, bir şeyler yazdı. Kağıdı kopardı, ayağa kalkıp bize uzattı. Elinden aldım, ev adresi yazdığını gördüm.

"Burada bulabilirsiniz, onun hakkında da evi dışında bir şey bilmiyorum zaten." Dediğinde ayağa kalktım.

"Bu bile bizim için yeterli, sen en doğru şeyi yaptın." Dedim, gözleri beni buldu. Doğru dürüst bir kız olduğu belliydi, abisinin hayatından uzak olan bir kız.

Hep beraber evden çıktık, kızın adresini yazdığı eve gittik. Evi bulmamız, girmemiz ve Salih'in karşısına oturmamız bir saatimizi falan almıştı ama işler yolunda gitmiyordu çünkü Salih'in arkadaşını satmaya niyeti yoktu.

"Kardeşim şimdi düzgünce sorduk biz sana, sen bize Adar'ın yerini söylüyor musun söylemiyor musun?" Ateş'in sesi sabır dilercesine çıktı.

"Söyleyemem çünkü nerede olduğunu bilmiyorum." Yalan söylediği gözlerinden belliydi. Zaten pek tekin bir adama da benzemiyordu. Muhtemelen arkadaşından hiçbir farkı yoktur.

"Söylemiyorsun yani." Deyip Ateş ayağa kalktı, Salih'in yanına gitti. Sorgudaymış gibi adamın etrafında dönmeye başladı. "Bilmediğinden emin misin?" Sordu, Salih başını salladı, Ateş omzuna sert bir şekilde vurdu, sıkı sıkı da tutarken ona doğru eğildi.

"Benim çok zamanım yok, senin yalanlarına kaybedecek vaktim yok yani. Sen şimdi bana o şerefsizin yerini söylemezsen seni burada gözümü bile kırpmadan öldürürüm, gelip kimse de bana bunun hesabını sormaz, soramaz. Çünkü cesedini bile bulamazlar." Tehdit etti, o bundan anlayacağı için hiç müdahale etmedim, arkama yaslandım, ayak ayak üstüne attım. O sırada Erdem de ayağa kalktı, Salih'in yanına gitti.

"Sen bence şimdi bizi hiç cesetle falan yorma, zorlama da sabrımızı daha fazla ve dökül! Biz bu adamı nerede bulabiliriz?" Erdem sordu.

"Bilmiyorum dedim size! Anlamıyor musunuz bilmiyorum!" Adam kızdı, Erdem Ateş'e döndü.

"Kardeşim bunun konuşmaya hiç niyeti yok, bizim vaktimiz de yok. Buluruz bir şekilde adamı, sen sık bunun kafasına işimize bakalım." Dedi, o sırada Ateş belinden silahını çıkardı, vurmayacağını bildiğim için rahattım.

"Bilmiyorum dedim size, bilmiyorum!" Adam korkuyla bağırmaya başladı, Ateş silahını ona doğrulttu.

"Yeterince ceset gördüm, bir tanesine daha tahammülüm yok." Deyip ayağa kalktım, hepsi bana bakarken "İşinizi halledip gelin, acelemiz var." diyerek onlara ayak uydurdum.

"Sen in biz hemen geliyoruz." Dedi Ateş ve adama döndü, silahın sürgüsünü çekti, yeniden ona doğrulttu. Elinin tetiğe gittiğini fark ettim. Sabırla adamın konuşmasını bekledim. Ateş tetiğe hafifçe bastı, adam da bunu fark ettiği an bir anda bağırmaya başladı.

"Tamam, indir şu silahı! Tamam dedim!" Avazı çıktığı kadar bağırdı, dudaklarım yana kıvrıldı.

"Bir de bilmiyorum diyor şerefsiz!" Dedi Erdem ve Salih'in kafasına vurdu.

"Konuş lan! Nerede bu şerefsiz?" Ateş yine sordu, adam göz ucuyla Ateş'in elindeki silaha baktıktan sonra "Bu gece buraya gelecek." dedi, şaşkınca kaldım. Buraya mı gelecek?

"Buraya mı gelecek?" Ateş aklımdan geçirdiğim soruyu sorarken Salih başını salladı.

"Gelecek, gece burada olacak. Vakit geçtiğinde geleceğim dedi. Bir iş varmış, onu konuşmak için gelecekmiş." Hızla adamın yanına gittim.

"Ne işi?" Gözleri beni buldu.

"Bilmiyorum, geldiğinde konuşacaktık işte." Saate baktım, dokuz olduğunu gördüm.

"Vaktimiz çok az." Dediğimde Erdem ve Ateş'in gözleri beni buldu. "Hemen bizimkileri çağıralım, gelsinler. Adamları da çağıralım, her yere dağılsınlar, kaçırmayalım bu adamı." Dedim, bize ayak bağı olacak adama baktım, aklıma bir fikir geldi.

"Siz arayın herkesi, ben geliyorum." Dedim ve koşarak evden çıktım, merdivenleri inip aparmandan da çıktım, arabaya gittim. Bagajdaki ipi aldım, koşarak yeniden eve girdim. Ateş'in de Erdem'in de telefonla konuştuğunu gördüm. Salih'in yanına gittim, kolundan tutup kaldırdım, sandalyeye oturttum.

"Hey! Ne yapıyorsun sen?" Öfkeyle sordu.

"Kes sesini!" Deyip elimdeki iple bağladım onu, başta müdahale etmeye çalıştı ama Ateş'in bakışlarıyla bunu da yapamadı, kendisini bağlamama izin verdi. Ben de elini ayağını iyice bağladım, açması mümkün değildi.

"Yardım ettim size ben! Beni öldürmek için hiçbir sebebiniz yok!" O söylenirken umurumda bile olmadı, etrafa bakındım. Bulduğum bir çarşafın ucunu kopardım, ağzını da bağladım.

"Bu bize engel olamaz artık." Dedim, Ateş'in yanına gittim. "Sen ne yaptın?"

"Yarım saat içinde mahallenin her yerinde adamlar olacak, kaçması mümkün bile değil. Çatılarda sniperlar olacak, öldürmek için değil yakalamak için emir aldılar. Kaçmaya çalışırsa bacağından vuracaklar. Bu sokağın da mahallenin de tüm giriş çıkışı tutuldu, adamlar dikkat çekmeden gelmesini bekleyecekler." Dedi, yeteri kadar tedbir aldığını düşünürken de "Bana o adamın fotoğrafını gönder, adamlara atacağım, görmeleri gerekiyor." Dedi, cebimden telefonumu çıkardım, öğlen onlara gösterdiğim fotoğrafı ona mesaj olarak attım. O fotoğrafı adamlara atmakla meşgulen Erdem'in yanına gittim.

"Sen ne yaptın?"

"Bizimkilere haber verdim, yarım saat içinde gelecekler." Dediğinde saate baktım, ancak 10'a doğru gelirlerdi. Adam vakit geçtikten sonra geleceğim dediğine göre gece yarısını bekleyecekti, yine de tedbirli olmakta fayda vardı. Her an gelebilirdi.

"Biz çıkacak mıyız? Burada mı bekleyelim?" Sordum, Ateş yanımıza gelirken cevap verdi.

"Şunun yanına birilerini bırakıp biz çıkalım, adam geldiğinde dışarıda olmamız daha iyi." Beklediğim cevap geldi, burada kalmak isteyecekler diye korkmuştum bir an için.

Duyduğum tuhaf seslerle bağlı adama döndüm, bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ettim ama umurumda olmadı, gözlerimi önüme çevirdim. "O zaman hemen birileri gelsin, biz çıkalım. Adamın ne zaman geleceği belli değil, elimizi çabuk tutsak iyi olur." Ateş bana hak verirken birini aradı.

O telefonu kapattıktan on dakika kadar sonra kapı çaldı, koşarak gidip açtım, üç tane adam gördüm. Üçü de içeriye girdiler, Ateş üçünü de sıkı sıkı tembihledikten sonra biz evden ayrıldık, arabalara bindik, evin önünden uzaklaştık.

Cadde önünde arabaları farklı farklı yerlere park ettik, içinde beklemeye başladık. Arka arkaya durmak dikkat çekerdi çünkü. Arkama yaslanmış sabırla beklerken ileride duran Ateş'in arabasının kapısı açıldı, Ateş indi, kaşlarımı çattım. Niye inmişti ki şimdi? Bir sorun mu var acaba?

Merakla ona bakarken bana doğru geldiğini gördüm, inmedim bekledim. Arabanın yanına ulaştığında kapıyı açtı, yan koltuğa bindi, şaşkın gözlerim onu buldu. "Ne oluyor?" Onun da gözleri beni buldu.

"Bekliyoruz işte." Dediğinde anlamsız bakışlar attım, gözlerini önüne çevirdi.

"Kendi arabanda da bekleyebilirdin." Dedim, hiç bana dönüp bakmadan cevap verdi.

"Evet ama o zaman senin bir delilik yapmana engel olamazdım." Alayla gülüp önüme döndüm.

"Emin ol, öyle bir niyetim yoktu." Ben bunu söylerken sokağa bir araba girdi, dikkatle bakınca Doğan'ın arabası olduğunu gördüm. Sokağın bir yerinde de o dururken Savaş ve Cansu da Savaş'ın arabasıyla geldiler, başka bir yere durdular.

"Umarım bu kadar çabadan sonra yakalarız adamı, gelmeme ihtimali bile sinirimi bozuyor." Dedim, derin bir nefes aldı.

"Sabırla bekleyeceğiz, elimizden başka bir şey gelmez." O bunu söylerken telefonum çaldı, cebimden çıkardım, Ceyhun'un aradığını gördüm. Şu an müsait olmadığım için meşgule atıp telefonu yeniden cebime koydum.

"Hayırdır benden mi rahatsız oldun?" Sordu, ona döndüm.

"Anlamadım." Bakışları beni buldu.

"Diyorum ki neden açmadın, benden mi rahatsız oldun?" İmalı soruyor olmasından dolayı göz devirmemek için kendimi zor tutup gayet rahat bir şekilde cevap verdim.

"Rahatsız olunacak bir şey yok ortada, her şeyi yanlış anlayıp durma." Dediğimde bakışları sertleşti.

"Yanlış anlamak mı? Niye yanlış anlayayım? İnsan hiç arkadaşını yanlış anlar mı?" Deyip önüne döndü. "Yanlış anlamaymış!" Söylenmeye devam etti, ben de gözlerimi önüme çevirdim ve sabır diledim, sessiz sessiz beklemeye devam ettim. Beyefendi de sinirlendiği için sesini çıkarmadı.

Dakikalar geçti aradan, arabada oturmaktan sıkılmaya başlamışken caddenin başında bir adam belirdi, bu tarafa doğru geldi. Dikkatle baktım, sıradan bir vatandaş mı yoksa beklediğimiz adam mı diye anlamaya çalıştım, Adar Şener olduğunu gördüm, hızla Ateş'e döndüm.

"Geldi." Dediğimde başını kaldırdı, ileriye doğru baktı, olduğu yerde hareketlendi.

"Artık avucumuzda." Dedi, belinden silahını çıkardı, aynı şeyi ben de yaptım. O sırada Ateş telefonunu çıkardı, bir şeyler yazdı, adamın geldiğini haber verdiğini anladım.

"Sakince inelim." Ateş'in telefondaki bakışları beni buldu. "Yanına gidelim, kaçmaya çalışırsa zaten diğerleri müdahele eder. Önce ses yapmadan halletmeye..." Ve ben daha bunu söylerken aniden silahlar patlamaya başladı. Ben daha neler olduğunu anlayamazken bir anda arabanın arka camı patladı, boşluğuma denk geldi, çığlık attım.

"Siktir!" Ateş bu tepkiyi verirken ensemden baskı uygulayıp başımı eğdi, kendi başını da eğdi. Silah sesleri daha da yükselirken bizimkilerin karşılık verdiğini anladım. Kurşunlar doğrudan bu arabaya geldiğinden biz başımızı bile kaldıramıyorduk.

"Ne oluyor lan, ne oluyor?" Ateş bağırırken telefon çaldı, o sırada arabaya isabet eden kurşunların seslerini duyabiliyordum.

"Arabadan inmeyin! Sakın inmeyin! Başınızı kaldırmayın!" Bu Erdem'in sesiydi, avazı çıktığı kadar bağırıyordu ama silah seslerinden dolayı sesi çok fazla gelmiyordu.

"Erdem n'oluyor?" Ateş de bunu bağırarak sordu, sesi telaşlı çıkıyordu.

"Bilmiyorum lan bilmiyorum! Üç araba var, bir tek size sıkıyorlar! Sniperlar halleder şimdi! Sakın inmeyin arabadan!" Erdem aynı şeyi söylemeye devam ederken hızla Ateş'in elinden telefonu aldım.

"Hallederler! Siz Adar'ı kaçırmayın! Onu alın! Biz başımızın çaresine bakarız! O adamı sakın kaçırmayın!" Sesimi duyurmak için ben de bağırdım, bir şekilde Adar'ın peşinde olduğumuzu öğrenmiş olmaları gerekiyordu ve muhtemelen onu bizden önce kendileri almak istiyorlardı.

"Buraya onun için geldiler! Onu alacaklar! Erdem sakın kaçırmayın elinizden!" Telaşla söyledim bunları, sanki içinde bulunduğumuz araba delik deşik olmuyormuş gibi bundan bahsediyordum.

"Mira Allah aşkına dur! Şimdi bunun sırası mı? Öleceğiz burada!" Ateş bu durumda bile söylenip telefonu elimden aldı hemen.

"İndirin lan artık siz de şu adamları!" Ateş öfkeyle bağırdı. O sırada silah sesleri daha da arttı, başımı bir saniye bile olsun kaldıramadım, aksine daha da eğdim.

"Kaldırma sakın başını!" Dedi ve başıma biraz daha bastırdı, boynum ağrıdı.

"Eğer biraz daha zorlarsan, boynum kırılacak ve sayende öleceğim." Dediğimde elini çekti, baskıyı azalttı. Bu boynumdaki acının geçmesine neden olurken silah sesleri duracak gibi değildi ve buna daha fazla dayanamadım.

"Hazır ol!" Dedim Ateş'e bakarak, yüz ifadesini göremezken "Ne hazırı? Ne yapacaksın Mira?" Ateş bunu söylerken onu hiç umursamadan arabayı çalıştırdım. Muhtemelen lastikler patladı ama yine de sokağın başına kada giderdi.

"Mira sakın!" Dedi Ateş ama ona rağmen gaza bastım, araba biraz zorlandı ama yine de ilerledi, gaza biraz daha bastım, epey bir uzaklaştım bulunduğumuz yerden. Hiç değilse artık kurşunlara yakın değildik.

Caddenin sonunda, yolun ortasında durdum, Ateş engel olmadan arabadan indim, açtığım kapının arkasına saklandım, aralıktan ileriye doğru baktım. Delik deşik olmuş üç araba vardı, arabanın yanında hiç kimse yoktu ama. Yani silah sıkacak hiç kimse yoktu, hepsi yerdeydi ama sokağın başındaki diğer arabaların ardından ateş edilmeye devam ediliyordu.

Gözlerim etrafta gezindi, Ader'i göremedim. Neredeydi? Kim almıştı onu? Onu düşünmeyi bıraktım, kapının arkasından hafifçe çıktım ve ileriye doğru sıkmaya başladım. Ateş de çoktan arabadan inmiş, ileriye doğru sıkıyordu.

Başımı kaldırdım, evlerin çatısına baktım. Sniperlar görünmüyordu ama uzakta oldukları için bizim vuramadığımız herkesi bir bir vurup etkisiz hâle getiriyorlardı. Bir kez daha çıktım kapının ardından ilerideki adamlardan birine nişan aldım, sıktım, vurdum, geri çekildim. O sırada arkasında olduğum kapıya birkaç kurşun isabet etti.

Ateş benden daha çok sıkarken anladığım kadarıyla mermisi bitmiş gibiydi. Onun için endişelenirken "Ateş!" Bu sesi duydum, kendimi biraz geriye atıp ileriye baktım, Erdem'i gördüm, yere bir silah koydu, bu tarafa doğru attı. Ateş kayan silahı tuttu, bana döndü.

"Sende." Deyip arabanın alt kısmından bana attı, tuttum. Erdem aynı şeyi bir kez daha yapıp Ateş'e de silah verirken ileriye doğru sıkmaya devam etti.

Bu çatışma yüksek polis sirenlerinin sesi duyulana kadar sürdü. İlk kaçan karşı taraf olurken bir kez polislerden kaçacak durumda olduğumu fark ettim ama buna alışmıştım da.

"Mira atla arabaya!" Dedi Ateş, yanında durduğumuz arabama baktım. "Buna mı?" Şaşkınca sordum, yanıma geldi.

"Halledeceğim ben! Bin sen! Burada bırakamayız bu arabayı! Senin olduğunu anlarlar!" Dedi, hafifçe beni itti. "Bin hadi! Acele et!" O bunu söylerken siren sesleri daha da yaklaştı, telaşla arabaya bindim, şoför koltuğuna oturdum.

"Bu bizi bir sonraki sokağa bile götürmez Ateş! Arabayı bırakmayalım derken yakalanacağız!" Dedim ama bu onun umurunda bile olmadı, çalıştırdığı arabanın gazına bastı. Araba patlayan lastikleri yüzünden zorlukla ilerledi.

"Yakalanacağız!" Dedim bir kez daha ama söylediğim şeye kulak asmadı, telefonunu çıkardı. Birini aradı, bir de bu durumda telefonla konuşuyor diye düşünürken "Her zamanki gibi." dedi Ateş, her zamanki gibi mi? Bu da ne demek?

"Sokağın başında." Dedi bu kez de, ne olduğunu düşünmeyi bıraktım, anlayacak gibi değildim çünkü.

Telefonu kulağından indirdi, hâlâ neler olduğunu anlayamazken köşeyi dönebildik. Patlak olan lastiklere rağmen drift atar gibi dönmüştü köşeyi. Bu yüzden arabanın içinden sarsılırken Sokağın başında ışıklarda duran bir tır gördüm, şaşkınca kalırken Ateş ona doğru sürdü. Gözlerim irileşti. "Tır var görmüyor musun?" Sordum, buna rağmen tıra doğru sürmeye devam etti.

"Kendine hâkim ol, Erdem bize çarpacak." Dedi, ben daha Erdem'in bize neden çarpacağını düşünürken büyük bir gürültü koptu, Erdem bize çarpmış oldu. Başımı çarpmamak için kapıya tutunurken patlak lastik yüzünden bir saattir yavaş yavaş gittiğimiz araba hızlandı. Erdem arkadan gaza bastığı için hızlanmıştık. Bu şekilde mi gideceğiz diye düşünürken tıra yaklaştık.

"Çarpacağız!" Diye bağırdım, ben daha bağırırken tırın arka kapısı aşağıya doğru açıldı, rampa şeklini aldı. Şaşkınca kalırken Erdem'in arabayla arkadan ittirmesiyle o rampadan çıktık, tırın kasasına geçtik. Biz tırın en ucuna giderken Erdem de arabasıyla tıra girmiş oldu, dikiz aynasından iki adamı gördüm, kapıyı kapattılar, etraf karardı.

"İşte bu kadar." Dedi Ateş, o sırada ışıklar yandı, etraf aydınlandı, tırın duvarlarında olan silahları, bombaları gördüm, şaşkınlığım daha da artarken Ateş'in bakışları beni buldu.

"İnebililirsin." Deyip kendisi indi, o sırada tırın hareket ettiğini fark ettim. Şaşkın şaşkın durmak yerine ben de arabadan indim. Etrafa bakındım, bayağı cephanelik gibiydi burası.

"İyi misiniz?" Bizim tıra binmemize yardım eden Erdem yanımıza gelirken siren seslerinden polislerin yanımızdan geçtiğini anladım.

"İyiyiz." Ateş cevap verirken hâlâ olanların şaşkınlığını yaşadığımdan ağzımı açıp tek kelime bile edemedim.

"Bana iyi bir haber ver Erdem, adamı biz mi aldık? Onlar mı?" İşte bu soruyla şaşkınlık falan kalmadı, merakla Erdem'e baktım.

"O adamı hiç onlara bırakır mıydım?" Diye sordu Erdem, o sırada onun arabasının bagajından bir ses geldi.

"Açın lan şu kapıyı, boğuldum lan burada!" Dudaklarım yana kıvrıldı, adam bizdeydi.

Gamze'nin katili artık elimizdeydi.

Daha üst mevkilere ulaşıp bu işlerin arkasında kimin olduğunu öğrenebileceğimize dair bir umudumuz vardı artık.

Düşündüklerim keyfimi yerine getirirken tıpkı benim gibi keyfi yerinde olan Erdem, bunu belli edecek bir ses tonuyla keyfimi daha da yerine getirecek olan o cümleyi kurdu.

"İlk görev başarıyla tamamlandı!"

****

Nasılsınız, nasıl gidiyor hayat? Anlatın bakalım biraz :)

Gamze'nin katili yakalandı, sizce ondan bir şeyler çıkar mı dersiniz?

Son sahneyi yazarken bir an kendimi kaptırıp heyacandan hızlı hızlı yazdığımı fark ettim bshsjjsjsj sanki polislere ben yakalanacaktım.

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%