@gizzemasllan
|
Selam suç ortaklarım <3 Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.♡ Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥ Keyifli okumalar <3 Instagram: gizzemasllan **** 59. BÖLÜM "SANA İNANIYORUM" “Mükemmeldi!” diye haykırdı Cansu, gözlerimi ona çevirdim, büyük bir keyifle anlatmaya devam etti. “Sizin tıra bindiğiniz o an bir film sahnesini andırıyordu.” Onun keyifli ve heyecanlı hâli güldürdü beni. “Vallahi bir an tıra çarpacaksınız sandım, çığlık attım arabanın içinde. Sonra bir baktım kapılar açıldı, tıra bindiniz.” O konuşurken araya girdim. “Son ana kadar ben de çarpacağız zannediyordum.” Herkesin gözleri beni buldu, devam ettim. “O adamlar nasıl ortaya çıktı anlamıyorum. Kim haber verdi Adar’ın peşinde olduğumuzu? Nasıl öğrendiler de onu almaya geldiler?” Sordum, Ateş anında yanıtladı. “Adar’ın kız kardeşi, Selin.” Kaşlarımı çattım, Selin mi? Abisinden nefret eden o kız mı? “Başka kimse olamaz, muhtemelen o haber verdi.” O konuşurken Erdem araya girdi. “Zannetmiyorum.” Gözlerim bu sefer de onu buldu, devam etti. “Kız abisinden nefret ediyordu, hadi bizi başından savmak için yalan söyleyip abisine haber uçurdu desek Adar kendini riske atıp da asla oraya gelmezdi.” Erdem’e hak verdim, anlatmaya devam etti. “En fazla haber verir, yine adamları gönderir, bize saldırırdı ama kendisi gelmezdi.” Ateş’e baktım. “Erdem haklı, Selin olamaz. Adar’ın peşinde olduğumuzu başka bir şekilde öğrendiler. Bizi dinleyecekleri tüm telefonlardan uzak durduk, muhtemelen birimiz takip edildik ve neyin peşinde olduğumuzu anladı, Adar geldiğinde de bize saldırıp onu almaya çalıştılar ama başarısız oldular, biz kazandık.” dedim, Adar şu anda evin bodrumundaydı, gidip sorular sormak, bir şeyler öğrenmek için dinleniyorduk. Bu gece epey bir yorulmuştuk çünkü ve o yorgunluk şu anda omzumdaki yaranın fena derecede sızlamasına neden oluyordu. “Gidip şu adamı sorgulasak mı artık?” diyen Doğan’a baktım, ona cevap veren Erdem oldu. “Şimdi değil, yarın.” Net bir cevap oldu ve bu yüzden kaşlarım çatıldı, bir şeyler dönüyordu. “Niye yarın?” Gözleri beni buldu. “Önce konuşmak için kıvama gelmesi gerekiyor, şu an o iş hallediliyor.” Sıkıntıyla ofladım, adamı dövdüklerini anladım. Tek tek diğerlerine baktım, buna tepki gösterecek birisi varmış gibi görünmüyordu. “Bakma öyle.” dedi Savaş, ona döndüm. “Adam katil, öyle sorduk diye hemen anlatmaya başlayacak hâli yok. Önce kıvama gelmesi gerekiyor Erdem’in de dediği gibi.” deyince arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim. “Bir şey demedim zaten.” dediğimde hepsi şaşırıp kaldılar, muhtemelen itiraz edeceğimi, yanlış yapıyorsunuz diyeceğimi düşünüyorlardı ama hiç de öyle bir niyetim yok, o adam bunu hak ediyordu ve konuşması için bunun yapılması gerekiyordu. “Senin araba kullanılamaz bir hâle geldi.” diyen Cansu’ya baktım, sıkıntıyla ofladım. Bunu bizimkilere nasıl açıklayacağıma dair hiçbir fikrim yok. İki yıl önce kazadan sonra dedem almıştı bu arabayı bana hediye olarak ve bugün araba perte çıkmış, kullanılamaz hâle gelmişti. “Halledeceğim bir şekilde.” dedim ama nasıl halledeceğime dair hiçbir fikrim yoktu ki. Kurşun izi şöyle birkaç tane olsaydı belki bir şekilde tamir edilir, tamir edilemese bile bizimkilerin çok fazla dikkatini çekmezdi ama maalesef ki arabanın normal bir yeri kalmamıştı. “Nasıl halledeceksin?” diye sordu Savaş, omuz silktim. “Arabayı yok edeceğim.” Şaşırıp kaldılar. “Niye şaşırıyorsunuz o kadar? O arabanın kullanılacak hâli mi kaldı? Artık bizimkilere de çalındı falan derim.” dediğim an önce Cansu sonra Doğan sonra da Savaş gülmeye başladılar. Neden güldüklerini anlayamazken Erdem’in ve Ateş’in de yüzünde alaylı bir ifade oluştu. Kaşlarımı çatıp az önce kurduğum cümleyi zihnimin içinde bir kez daha kurdum ama tuhaf bir şey fark edemedim, gayet normal bir cümleydi bu. “Polisin uydurduğu bahaneye bak; arabam çalındı.” dedi Cansu, neden güldüklerini anlamış oldum. “Dalga geçmeyin ya! Ne yani polislerin arabası çalınamaz mı?” diye söylediğim şeyi savunmaya devam ettiğimde hepsi daha çok gülmeye başladı. “Gülmeyin!” Uyardım ama kimsenin umurunda olmadı, gülmeye devam ettiler. Bir tek Erdem ve Ateş gülmüyorlardı ama onların da yüzünde alaylı bir ifade vardı, onlar da kendilerince dalga geçiyorlardı bu yüz ifadeleriyle. “İyi be gülün, bir şey demedim!” dedim, ayağa kalktım, yanımda oturan Ateş bakışlarıyla beni takip ederken “Banyoyu kullanabilir miyim?” diye sordum, gidip şu omzuma baksam çok iyi olacaktı, aşırı derecede sızlamaya başlamıştı çünkü. Ateş eliyle buyur dercesine bir hareket yaparken salondan ayrıldım, arka odalardan birine yürüdüm, odaya girdim, banyoya geçmek yerine odada durdum, aynanın karşısına geçtim. Kapıya doğru göz ucuyla baktıktan sonra üzerimdeki kazağı çıkardım, sadece iç çamaşırımla kalırken hafifçe aynaya sırtımı döndüm, yaraya bakmaya çalıştım ama olmadı. Kendimi biraz zorlayıp dokunmaya çalıştım, dokunduğum ilk an canım öyle bir yandı ki kendimi sıktım, acıyla inledim. Gözlerimi sımsıkı kapattım, kendimi sıkıp acımı bastırmaya çalışmaya devam ettim ama yok olmuyor, sanki her geçen dakika biraz daha sızlıyordu. “Hastaneye mi gitsem acaba?” Kendi kendime konuşurken canım daha da yanmaya başladı, dokunmuş olmam buna yol açmıştı da sadece dokundum diye bu kadar acıması normal miydi ki? Bilmiyorum. Hastaneyi falan boş verip ilaçlarımı almaya karar verirken bir anda odanın kapısı açıldı, hızla o tarafa döndüm, Ateş’i gördüm. O da beni görünce afalladı birkaç saniyelik duraksamanın ardından bakışlarını hızla yere çevirdi. Yere eğildim, kazağımı aldım, üzerime tuttum. “Kapı çalmayı öğretmediler mi sana?” diye çıkıştım, bakışlarını bir an bile olsun yerden çekmeden, bana değirmeden konuştu. “Banyodasın zannediyordum, ayrıca nereden bileyim üstünü çıkardığını?” Sordu, böyle söyleyince kızamadım ona, elindeki telefonumu gösterdi. “Annen arıyor, üst üste arayınca haber vereyim dedim.” dedi peşimden neden geldiğini anlamış oldum. “Tamam sen bırak telefonu, ben ararım yeniden onu.” dedim ve üzerime tuttuğum kazağa güvenerek “Ayrıca bakabilirsin.” diye ekledim, gözleri beni buldu, bakışları sadece yüzüme odaklıydı. “Bir sorun mu var? Canın mı yanıyor?” Endişeyle sordu, yalan söylemek istemedim. “Omzum acıyor biraz.” Doğruyu söyledim, gözlerindeki endişe daha da arttı. “Zorlayınca böyle oldu.” dediğimde anladım dercesine başını salladı. “Kullandığın ilaçları söyle bizim çocuklar gidip alsınlar, belki de ihmal ettiğin için böyle oldu.” Benim düşündüğüm şeyi söyledi, evet sanırım tam da bu yüzden olmuştu. “Gidip almalarına gerek yok, ilaçlar arabadaydı zaten.” dedim, arabam şu an evin bahçesinde berbat bir hâlde duruyordu. “Tamam dur, alıp geliyorum ben.” dedi ve arkasını döndü, odadan çıktı. O çıkarken arkasından bakakaldım, sıkıntıyla ofladım. Benimle bu kadar ilgilenmesini istemiyorum. Bu bana iyi gelmiyor ama engel da olamıyorum, içimden engel olmak gelmiyor. O da kendini geri çekmiyor. İki durum arasında sıkışıp kaldım, ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yok ve bu her zamanki gibi canımı çok sıkıyor. Yatağın kenarına oturdum, ilaçların içindeki kremi omzuma sürecek olduğumdan yeniden kazağımı giyme ihtiyacında bulunmadım. Başımı önüme eğdim, boş boş yere bakarken hâlâ aynı şeyi düşünüyor, onun kendini geri çekmesini istiyordum. Bunu ben yapamıyorum çünkü, olmuyor. Her seferinde kendimi daha da ona yakın buluyorum ve bu gerçekten kendimi kötü hissetmeme neden oluyor. Belki o unuttu, çıkardı aklından, geçmişi silmeye karar verdi ama geçmişte olan her şey hâlâ benim aklımda. Gördüğüm fotoğraflar artık umurumda bile değil, onun açıklamasıyla o fotoğrafları umursamayı bıraktım ama onun yaptıkları hâlâ aklımda. İnsanları öldürmeye çalıştı, hak etmiş olsalar da o da bunu yaparak onlar gibi oldu. Tetiği kendinin çekmemesi umurumda değil, bir tek sonuç umurumda benim ve sonucunda insanlar oldu. Bugün de bana açıkça bunu yapmaya devam edeceğini söyledi. Böyle devam ederse ileriyi görüyorum. Yaşadığımızdan farklı hiçbir şey yaşamayız. Kendimi yeniden ona açarsam, o bana yaklaşmaya devam eder ve ben de buna izin verirsem işte o zaman yine aynı olur sonumuz. O yine vazgeçmez intikamından ben yine engel olurum ona. O da onlar gibi olmasın diye elimden geleni yaparım. Yine ayrılık olur yine canımız yanar yine biz kaybederiz. Böyle olmasını istemiyorum. Aynı şeyleri bir kez daha yaşamaya gücüm yok. Odanın kapısına vuruldu, yanımdaki kazağı aldım, üzerime tuttum. “Gel.” dedim, kapı açıldı, elindeki ilaçlarla Ateş içeriye girdi. Yanıma geldi, yatağın kenarına ilaçları bıraktı, birkaç adım geri gitti. “Bunlar değil mi?” diye sordu, göz ucuyla bıraktıklarına baktım, başımı salladım ve az önce düşündüğüm şeylerin keyifsizliğiyle “Evet.” dedim, kaşlarını çattı. “Bir şey mi oldu?” Sordu, başımı olumsuz anlamda salladım. “Hayır, ne olacak ki?” Sorusuna soruyla karşılık verdim, gözlerindeki şüphe daha da arttı. “Emin misin? Yüzün bembeyaz olmuş.” dediğinde bunun canımın yanmasından dolayı değil de düşündüklerimden dolayı olduğunu çok iyi biliyordum. “İyiyim, dedim ya omzum acıyor biraz diye. Ondan böyle olmuştur, şimdi süreyim şunları geçer.” dedim, başını salladı, arkasını döndü, kapıya doğru yürüdü, odadan çıkmasını beklerken çıkmadan hemen önce dönüp yeniden bana baktı. “Yardım edeyim mi?” Sordu, bir yanıma bıraktığı ilaçlarıma bir de üzerime tuttuğum kazağa baktım. Az önce düşündüklerimi anımsadım, bir de tek başıma omzumu nasıl halledeceğimi düşündüm, aldığım kararla gözlerimi yeniden Ateş’e çevirdim. “Olur.” Şaşırdı, hayır dememi bekler gibiydi. Dikkatle bana bakarken gözlerimi önüme çevirdim. “Tek başıma yapamam zaten.” dedim, otururken ona arkamı döndüm, duyduğum ayak sesleriyle bana doğru geldiğini anladım. Vücudumun kasıldığını hissettim, bunu elimden geldiği kadar belli etmemeye çalıştım. Hareketlenen yataktan arkama oturduğunu anladım. Arkamda oturuyor oluşundan dolayı kazağı indirdim, gerginliğimi o kazaktan çıkarmak istercesine sıktım. “Hepsini aynı anda mı süreceğim? Sırası var mı?” Sordu, hafifçe başımı çevirip ona baktım. “Aynı anda.” dediğimde sessiz kaldı, sabırla bekledim. İlaçları sürmesini beklerken “Bu tam yaraya denk geliyor, çıkarsan iyi olur.” İç çamaşırımın askısından bahsettiğini anladım, gerginliğim daha da arttı. Gözlerim titreyen ellerimi buldu, ilk kez bu denli titrediğimi fark ettim. Ellerimi yumruk yaptım, o titremeyi bastırdıktan sonra elim çamaşırımın askısına gitti, indirdim. Tüm utanç duygumu bastırdım. Onunla aramızda geçenleri hatırladım, aradan zaman geçmiş olsa da onunla birlikte olduk biz. Şimdi sadece sırtımı görüyor diye utanacak değilim. Çamaşırımı çıkardıktan hemen sonra kazağımı aldım, göğsüme bastırdım. Tamam utanacak değilim ama çıplak da duracak değilim karşısında da. “Şimdi daha iyi.” dedi, o esnada soğuk kremleri tenimde hissettim. Boğazım düğümlendi bir anda, neden böyle hissettim anlayamadım. Kendimi kötü hissettim, bu kadar yakın olmak yine iyi gelmedi bana. Kalbim titredi, içim sıcacık oldu. Kremden sonra elini hissettim tenimde, vücudum sanki çok gevşekmiş gibi biraz daha kasıldı, kendimi sıktım. Dokunuşlarını hissetmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Gözlerim kapandı, bilmek değil, sadece hissetmek istedim. Eli yaramın üzerinde tüy gibi dokunuşlarla küçük daireler çizdi. Sanki bütün acım yok oldu o an. Kendimi hafiflemiş hissettim, böyle hissettiğim için de doldu gözlerim, yandı canım. Onu özlediğimi hissettim çünkü, çok özlediğimi. “Acıyor mu?” Sordu, sesi fısıltı gibi çıktı. Yutkundum, boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum. “Hayır.” Bir tek bunu söyleyebildim, devam edersem sesim kötü çıkacaktı çünkü. “Keşke bir hastaneye gitseydik, yaran kızarık gibi.” Devam etti konuşmaya, eli hâlâ aynı şekilde yaramın üzerinde geziniyordu. “Vakit çok geç, yarın sabah giderim bir ara.” dedim, saat şu an üçü geçiyordu, gecenin üçünü. “Peki, mutlaka git ama.” dedi, cevap vermedim, sustum. Biraz ovaladı kremi, çok hafif dokunuyordu sırtıma. Bir süre sonra “Bitti işim.” dedi, sanki önüme geçecekmiş gibi kazağı biraz daha kendime bastırdım ve buna güvenip ona döndüm. Aniden dönmemle çok yakın olduk, onun bu kadar yakın oturduğunun farkında değildim. “Teşekkür ederim.” dedim gözlerinin içine bakarak, sertçe yutkundu. “Rica ederim.” Bunu söylerken gözleri bir anlığına dudaklarıma kaydı, hızla yeniden gözlerimi buldu. “Doktora gitmeyi sakın ihmal etme.” dedi, başımı salladım, kendimi geri çekmek istedim ama yapamadım. Fakat o yapsın istedim, hemen çeksin kendini. Bunu ben yapamam çünkü, kendimi ondan çekemem. “Çok şey değişti değil mi?” diye sordu bir anda, sanki çok iyiymişim gibi sordu hem de. Bu soru beni darmadağın etti. “Değişti.” Cevap verdim ona, gözlerindeki hayal kırıklığını fark ettim. “Ben...” Sustu, iç çekti, aldığı nefese yakından şahit oldum. Verirken de o nefesi dudaklarımda hissettim. “...değişmesini istemezdim.” Gözlerim doldu, bugünlerde ne de çok dolar oldu gözlerim. Ateş dolu gözlerimin içine baktı, bunu ondan saklamaya gerek duymadım, bendeki etkisini görsün, bilsin istedim. “Ben de.” dedim, doğruyu söyledim, o bana karşı dürüst olurken kendimi saklamaya gerek duymadım. “Keşke o gün bana gelseydin.” Sesi berbat çıktı, gözlerimi bir saniye bile onun kehribar rengi gözlerinden çekemedim. “O fotoğrafları çarpsaydın yüzüme, bağırıp çağırsaydın.” Boğazım düğümlendi, kalbimin orta yeri sızladı. “Anlatırdım sana, sahte bunlar derdim, sen yokken çekildiler derdim. İnanmazdın belki ama inan diye elimden gelen her şeyi yapardım.” Neden anlamıyordu beni? Ona da diğerlerine de yaptığımın tek sebebinin kıskançlık olmadığını söylediğim hâlde niye beni anlamıyor ve hâlâ böyle söylüyorlardı? “Yapma deseydin, ben buna göz yummam Ateş, bunu yapma deseydin, durdursaydın beni ama...” Sustu, gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı, kendini toparlamaya çalışır gibi bir hâli vardı. Merakla ona bakarken yeniden araladı gözlerini, baktı bakışlarımın en derinine. “...sırtımdan vurup da ihanet etmeseydin bana.” Bu kez gözlerini kapatan ben oldum, duymak istemedim ama duymak zorundaydım. “Gelseydin, bileğime o kelepçeleri sen taksaydın, gözlerimin içine bakarak ben buyum, bildiğim hâlde susmam deseydin ben yine anlardım seni ama sen sırtımdan vurdun beni.” Açtım gözlerimi, gözlerindeki hayal kırıklığı daha da büyümüştü. Kızgın değilim kırgın da değilim demişti, hatta senden nefret etmiyorum bile demişti ama gözleri böyle söylemiyordu. Gözleri kırgınlığını haykırıyordu bana. O ne kadar unuttum, affettim dese de sırtına sapladığım bıçağın izi, kalbinin en derinindeydi. O izi gözlerinde görebiliyorum. “Ben...” deyip sustum, ne desem bilemedim. Kendimi nasıl savunabilirim ki? Şu an bana zaten yaptıklarımı anlatmıyor mu? Hayır yapmadım ya da haklıydım diye kendimi mi savunacağım? “O zaman değişmezdi hiçbir şey, eskisi gibi kalırdı, kalsın diye uğraşırdım.” dedi, bir anda eli yüzümü buldu, bu yüzden gerginliğim daha da artarken konuşmaya devam etti. “Şimdi dokunduğum tenin çok yabancı geliyor bana, sanki bir zamanlar delicesine sevdiğim kadın durmuyor karşımda.” Bu sözler içime saplandı, canımı daha fazla yakamazdı. “Keşke o kadın hep yanımda kalsaydı, benimle olsaydı.” Bunları söylerken biraz daha yaklaştı bana. “Ama bu artık imkânsız değil mi?” Bu cümleyi öyle bir ses tonunda kurdu ki sesi bana hayır imkansız değil demem için yalvarıyordu ama diyemem ki, nasıl diyeyim? Buna hakkım var mı? Hâlâ içimden yine olsa yine yaparım derken bu ona yapacağım en büyük kötülük olmaz mı? “Evet.” İstemeyerek çıktı bu kelime ağzımdan. Evet. Bağıra çağıra hayır demeyi istesem de evet, imkânsız. Aldığı cevap memnun etmedi onu, tıpkı verirken beni memnun etmediği gibi. Gözleri bir kez daha dudaklarımı buldu. Bir hazine ararcasına odaklandı oraya. O gece geldi aklıma, oteldeki gece. Her şeye rağmen, başıma gelenlere rağmen sürekli aklıma gelen o gece. “Seni gördüm rüyamda.” dedim bir anda, bilsin istedim. Aslında o günün rüya olmadığını en iyi ben biliyorum. O gün yanımda birisi vardı ve ben o birisini öptüm. Öptüğüm kişinin o olmasını delice arzuluyorum. Dudaklarım yabancı bir tenle tanışmış olmasın istiyorum. “Mezarlıktan beni otele bıraktığınız gece rüyamda seni gördüm.” Tek kaşı kalktı, gözlerinde tuhaf bir ifade oluştu. Normalde bunu asla dile getirmeyecek olan ben, gelenin gerçekten o olup olmadığını anlamak için konuşmaya devam ettim. “Kızdın önce bana, oraya geç gittiğim için kızdın. Kızarken de öptün beni.” Burasını bilerek değiştirdim, oysa onu öpen ben olmuştum ama değiştirdiğim bu küçük detaya vereceği tepkiyi merak ettim. Çünkü ancak o zaman o gece orada olup olmadığını anlayabilirdim. “Sonra da yok oldun, gittin.” Gözlerindeki o tuhaf ifade daha da arttı, sanki biraz şaşırmış gibiydi. Yoksa kendisi değil miydi? Bu şaşkınlığının sebebi kendisini rüyamda görmüş olmam mıydı? “Öptüm seni.” Değiştirdiğim o küçük detayı yineledi, bir tek buraya takılmış olması içimde yeniden umutların yeşermesine neden olurken devam etti. “Rüyanda beni mi görüyorsun?” Bu soruyla durumu toparlamaya çalışır gibiydi. Söylediğim şeyin keyfini yerine getirmiş olmasına örtülemek için dalga geçermiş gibi yapıyordu. Bunu anlamam hiç zor olmazken gelip gelmediğini anlamam çok güç oldu. Küçük bir açık vermiş olması gerekiyordu şimdiye kadar ama vermiyordu o açığı. Ya gerçekten o gece oraya gelen bir başkasıydı ya da karşımdaki adam çok güzel numara yapıyordu. “Birkaç kez.” Onun alay edişinin aksine doğru düzgün cevap verdim. Aynı zamanda dürüst oldum ve bu kadar dürüstlük onu afallattı. “Diğerlerinde ne yapıyordum peki?” Sordu, o rüyalar geldi gözlerimin önüne. Aslında hepsi aynıydı. Delicesine benden hesap sormasını istediğim adam rüyalarımda benden hep hesap soruyordu. Ne de olsa bilinç altımın bir oyunuydu. “Hesap soruyordun benden.” Kaşlarını çattı, devam ettim. “Çünkü hep karşılaşalım ve bana hesap sor istedim.” Sert bakışları bir anda yumuşadı, buna bir anlam veremezken konuştu. “Neden? Pişman mı olmuştun yaptığın şeyden?” Başımı olumsuz anlamda salladım, sorusuna yanıt verdim. “Hayır, ben yaptığım şeyden hiç pişman olmadım. Hiçbir zaman da olmayacağım.” İşte o öfkeli bakışlar yeniden gün yüzüne çıktı. “Neden senden hesap sormamı istedin o zaman?” Hâliyle sordu bunu, bu sorunun cevabı bende var olduğu için düşünmeye gerek duymadan yanıt verdim ona. “Çünkü bunun elbet bir gün olacağını biliyordum. 2 ay 2 yıl ya da 20 yıl sonra hiç fark etmez, bir gün olacaktı. Ben de o bir gün bir an önce gelsin, sen bir an önce benden hesap sor ve her şey bitsin istedim.” Öfkesi yeniden hayal kırıklığına döndü, ruh hali çok çabuk değişiyordu ve bunun tek nedeni gözlerinin içine bakarak kurduğum cümlelerdi. “Senden hesap sormamı beni hayatından tamamen çıkarmak için mi istiyordun?” Başımı salladım, bakışlarını kaçırdı benden. “Demek senden hesap sormamı istediğin için rüyanda hesap sorduğumu gördün her zaman.” diye sordu, yine başımı salladım. Az önceki hayal kırıklığı yok olurken yüzünde muzip bir ifade oluştu. “Sonra da seni öptüğümü gördün.” dediği an öylece kaldım, şu an az çok ne düşündüğünü biliyordum. Bunu da öyle bir şey olmasını istediğim için gördüğümü düşünüyordu. “O tam olarak öyle değil de yani ben şimdi ne desem...” Saçma sapan bir cümle kurdum ve sustum, ne diyeceğim ben şimdi? Ne diyeceğimi bilemezken bana biraz daha yaklaştı. “Bence sen bir şey deme.” dedi, o sırada hâlâ üstümün çıplak olduğunu ve kazağı vücuduma bastırdığını fark ettim. “Bence de.” dedim, biraz daha yaklaştı bana, boşta olan elim bir anda onun dizine gitti. Tutunacak bir yer bulamadım, onun dizine dokundum. Ateş’in nefesi daha da yaklaştı bana, gözlerim kapandı istemsizce. Ellerimdeki o titreme de vücudumdaki kasılmada son buldu. Tüm vücudum ona çekildi, uzak dursun dediğim adama çekildim, dudaklarını hissetmek istedim ve hissettim o dudakları. Dudaklarını hissettim, öpeceğini anladım. Onu tutup itmem gerekirken izin verdim ona. “Mira.” İsmimi fısıldadı. Verebildiğim tek tepki “Hı.” Olurken elini bir anda çıplak belimde hissettim. Dokunduğu yer yanıp kavruldu. Öpecek olmasına hazırladım kendimi, kalbim ağzımda atmaya başladı. Midemde bir şeylerin hareket ettiğini hissettim. Dudaklarının baskısı biraz daha artarken bir anda telefon çalmaya başladı, nefes seslerimize melodi sesi karışırken bir uykudan uyanıyormuşçasına açtım gözlerimi, hızla geri çekildim, Ateş telaşla ayağa kalktı. “Senin telefonun.” dedi, başımı salladım. “Öyle.” dedim, ben de ayağa kalktım, yatağı gösterdi. “Orada telefonun.” Göz ucuyla hâlâ çalan telefonuma baktıktan sonra yeniden gözlerim ona çevirdim. “Açayım ben onu.” dedim, başını salladı. “Aç sen onu.” dediğinde elini ensesine attı, gergince durmaya devam etti karşımda. Eli ayağı birbirine girmişti. “Çıkayım ben de o zaman.” dedi, ben de başımı salladım. “Çık o zaman.” dediğim an arkasını döndü bana, kapıya gitti, çıkmadan hemen önce durup baktı bana. “Şey yaparız biz konuşuruz sonra.” Az önceki şey için bunu söylediğini bildiğimden hiç uzatmadan sadece gözümü kapatıp açarak onayladım bunu. Bir an önce odadan çıksın ve bu konu kapansın istedim. Gecenin bu saatinde arayan annem tam zamanında aramıştı. Yoksa hiç yaşanmaması gereken bir şey yaşanacaktı. Ateş odadan çıkıp giderken gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Nasıl olur da yanında kendimi bu denli kaybederim anlamıyorum. “Sakin ol Mira, sakin.” Kendi kendime bunu söyleyip kendimi sakinleştirmeye çalıştığım halde fazlasıyla heyecanlıydım. Bir de bu adamı hayatımdan tamamen çıkarmayı düşünüyorum. Neymişte kendi içimde veda edecekmişim. Bu benim için mümkün değil. Bunu bu gece çok daha iyi anladım. Yatağın üzerindeki telefon bir kez daha çalmaya başlarken kendime geldim, koşarak gidip telefonumu aldım, annemin aramasına yanıt verdim. “Efendim anne.” Bunu dediğim an söylenmeye başladı, sesi hoparlöre verdim, yatağın üzerine bıraktım telefonu. Hızla yeniden çamaşırımla kazağımı giydim. Omzumdaki sızı hâlâ varlığını koruyordu ama şu an düşüneceğim en son şey bile değildi. Annem söylenmeye devam ederken telefonu aldım, ona çok iyi olduğumu, işim olduğu için eve dönmediğimi, işim biter bitmez döneceğimi söyleyip onu rahatlattıktan sonra kendime çekip düzen verip odadan çıktım. Yüz ifademi olabildiğince sabit tuttum, salona döndüm. Herkesin hâlâ burada olduğunu gördüm. Cansu bir koltuğa uzanmış, uyumuştu. Doğan oturduğu yerde başını arkaya yaslamış ve o da uyumuştu. Savaş da uyumamak için çabalarken Erdem telefonuyla ilgileniyor, Ateş de tekli koltuğa oturmuş, öne doğru eğilmiş, kollarını dizinin üstüne koymuş, birleştirdiği ellerinin parmaklarıyla oynuyordu. Başını hafifçe kaldırdı, bakışlarımız kesişti. Birkaç saniyelik bu bakışmanın ardından gözlerini ilk çeken o oldu, başını önüne eğdi. “Burada mı kalacaksınız?” diye sordum, uyanık olanların gözleri beni buldu. “Dönecek olan yok mu?” Savaş sessizce önüne döndü, burada kalacağını anladım. Cansu ve Doğan zaten uyuyordu. Erdem de cevap vermeyince onun da kalacağını anladım, ev zaten Ateş’in olduğundan o da buradaydı. “Ben de kalayım o zaman.” dedim, bulduğum ilk boş yere oturdum. Ya da gitse miydim? Gidemem ki, o adamla konuşurlarken burada olmam gerekiyor. Ellerimi göğsümün altında birleştirdim, sıkıntıyla ofladım. Böyle oturmak gerçekten sıkıcıydı ama yapacak bir şey yoktu, beklememiz lazımdı. Hem zaten çok uykum gelmişti. Saat sabahın dördü ve biz hâlâ uyumadık. Tabii bazılarımız uyumadık, diğerleri bayağı uyuyorlardı. Salondakilere bir kez daha göz attım, hepsinin dikkati başka bir yerde diye içimden geçirirken Ateş’le göz göze geldim, eş zamanlı olarak bakışlarını kaçırdı, başka bir şeyle ilgileniyormuş gibi yaptı, gülmemek için kendimi zor tuttum, o sırada esnememe engel olamadım. Biraz uyumaya karar verip gözlerimi kapattım, oturduğum tekli koltuğa biraz yayıldım. Arkama yaslanıp başımı koltuğun arkasına koydum. Şöyle bir yarım saat ya da bir saat uyusam yeterli olur diye düşünürken vücudum bu pozisyona gelmeyi bekliyormuş gibi uykum daha da ağır bastı, kolaylıkla uykuya dalabildim. ***** Kapı sesiyle gözlerim aralandı, fakat uykudan ayılamayıp yeniden gözlerim kapanırken birisi odanın kapısına vurmaya devam etti, homurdanarak kapıya baktım. Kim bu diye düşünürken bir anda fark ettiğim gerçekle hızla doğruldum, odaya baktım. Dün geceki odadayım, buraya nasıl geldim ki? Ben en son salondaydım? Israrla çalan kapıya bakarak “Gel.” dedim, Cansu odaya girdi. Gözlerine bakınca onun da yeni uyandığını anlamam zor olmadı. Gözlerini ovalayarak geldi yanıma. “Günaydın.” dedi, aynı şekilde karşılık verdim, kapıyı gösterdi. “Kahvaltı yapıyorlar, acele etsen iyi olur.” dedi, yeniden bana arkasını döndü, kapıya doğru yürüdü. “Neden acele edeyim ki?” Sordum, gözleri yeniden beni buldu. “Evde sucuk kalmamış ve en yakın market bir saat uzaklıkta.” dedi ve odadan çıktı, şaşkınca baktım arkasından. Bu neydi şimdi? Ben ona ne sordum, o bana ne cevap veriyor? Uykulu uykulu saçmaladı herhalde diye düşündüm, ayağa kalktım. O sırada bir kez daha buraya kim tarafından getirildiğimi sorguladım, bunun cevabını salondakilerden alırım diye içimden geçirip düşünmeyi bıraktım, banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkadım, üstüme başıma çeki düzen verdim, kendimi toparladım. Daha iyi göründüğüme karar verdikten sonra önce banyodan sonra da odadan çıktım, çıkar çıkmaz seslerini duymaya başladım. Salona doğru yürüdüm, yemek masasından birkaç metre uzakta durup masadaki kavgayı izledim. Erdem ve Ateş masada çok az olan sucuklu yumurta için kavga ediyordu. Onların hâline sessizce gülerken Erdem “Lan oğlum doymuyorum ben sucuk olmadan! Bırak şunu lan!” dedi, yumurtayı önüne çekti, Ateş hızla yeniden çekti yumurtayı. “Bırakamam! Ben de doymuyorum! Dün de yemedim zaten lan! Asıl sen bırak!” Çocuk gibi yumurta için kavga ediyorlardı. Daha doğrusu sucuklu yumurta için. “Bırakamam! Söyle adamlara gitsin sucuk alsınlar o zaman!” dedi Erdem, Ateş yumurtayı önüne çekmeye çalışırken konuştu. “Ben ev sahibiyim, sucuklu yumurta benim hakkım, bırak şunu!” diye çıkıştı, Erdem altta kalır mı? Tabii ki hayır. “Ben de misafirim! Öncelik benim!” dedi, sahanda yapılmış olan sucuklu yumurta bir Erdem’in bir Ateş’in önünde gidip geliyordu. “Misafir umduğunu değil, bulduğunu yermiş. Bırak şimdi şunu! Git peynir ye!” Onlar daha kavga ederlerken elinde ekmeğiyle Doğan ayağa kalktı, ikisi arasında gidip gelen yumurtanın içindeki sayılı birkaç sucuğu çatalına batırdı, ekmeğinin arasına koydu, o ekmekten de büyük bir ısırık aldı, yerine oturdu ve kalanı da yemeye devam etti. Tabii o bunu yaparken Ateş ve Erdem büyük bir şaşkınlıkla ona bakıyorlardı. Ellerinde sucuklu yumurtanın bir tek yumurtası kalmıştı. “Ne bakıyorsunuz?” diye sordu Doğan ağzı dolu doldu, durup onlara bakmak yerine Cansu’nun yanındaki yerimi aldım. Tabağıma kahvaltılıklardan aldım, bir şeyler yemeye başladım. “Oğlum kavga etmeyin diye yaptım! İşimiz gücümüz var siz oturmuş sucuklu yumurta için kavga ediyorsunuz!” Doğan haklı olarak kızarken bir yandan da afiyetle ekmeğinin arasındaki sucuğu yedi. “Sen kalan son sucuğu yedin mi?” Erdem bunu inanmak istercesine sordu, bu sucuk işini fazla abartmışlardı. “Yedim de bakma bana öyle vallahi korkuyorum.” Doğan’ın Erdem’e söylediği şeyle güldüm, Ateş araya girdi. “Şu an gidip o adamı dövmek yerine seni dövmek istiyorum.” Gülmem daha da arttı, Cansu bana eşlik ederken Savaş da bize katıldı. “Lan tamam gülmeyin! Yapın kahvaltınızı!” Ateş sinirle kurdu bu cümleyi ve ayağa kalktı. “Yemiyorum ben yemek falan!” Kızdı, salona doğru yürüdü, onun ardından Erdem de kalktı ayağa. “Ben de yemiyorum! Ne hâliniz varsa görün!” O da kızdı, gitti, başımı hafifçe eğdim, Doğan’a baktım, hiç umursamadan büyük bir iştahla ekmeğini yemeye devam ediyordu. Benimle birlikte diğerleri de ona bakarken onun da gözü bizi buldu. “Lan bakmayın bana öyle! Ne yapsaydım oturup kavgalarını mı izleseydim? Yorgan gitti kavga bitti misali yaptım.” dedi, çayını içti, salona giden Erdem ve Ateş’e bakarak konuşmaya devam etti. “Çok da güzel pişmiş sucuk, tam ağzıma layık. Sizin kavganız yüzünden biraz soğumuş ama olsun, idare eder.” Ve Doğan bunu söylerken Erdem ve Ateş’in öfkeli bakışlarına maruz kaldı, sustu. Erdem ve Ateş masadan kalktıkları hâlde biz kahvaltımızı yapmaya devam ettik. Kahvaltıdan sonra Cansu Savaş ve Doğan mesaiye yetişmek için evden alelacele çıkıp karakola giderlerken biz üçümüz yine evde yalnız kaldık. Biz de boş boş oturmak yerine artık vakit geldiği için bahçeye çıktık, arka tarafa geçtik, evin bodurumu andıran kısmına girdik. Girer girmez gördüğüm ilk şey boş alanın ortasında duran bir sandalye, sandalyenin üzerinde elleri ayakları bağlı bir şekilde oturan Adar oldu. Işıklar açılıp da ortam aydınlandığında da yüzünün gözünün kan içinde olduğunu fark ettim. Adam bayağı dağılmıştı, sabaha kadar dövdükleri çok belliydi. “Bu kadarı fazla olmamış mı?” diye sordum sessizce. İkisinin de bakışları beni buldu, konuşan Ateş oldu. “Fazla değil, kıvama getirdi bizim çocuklar onu. Bak şimdi nasıl konuşuyor.” dedi, ellerini arkasında birleştirdi, adamın yanına gitti, karşısında durdu. “Anlat lan ne biliyorsun! Yoksa sana bu soruyu bir daha üç gün sonra sorarım. O zamana kadar neler olacağını az çok tahmin ediyorsundur.” Tehdit etti adamı, muhtemelen bu işe yaramayacak diye düşünürken adam bir anda konuşmaya başladı. “Bildiğim çok bir şey yok benim.” dedi, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, dinledim onu. Bilmiyorum demeye devam edeceği çok belliydi. “Bir kadınla görüştüm, ne ismini bilirim ne cismini. Telefonda konuştum sadece.” Adam bayağı anlatmaya başlamıştı. Ben bunun mümkün olmadığını düşünüyordum. Kıvama geldi derlerken ciddilermiş meğerse. “Benden o gün erken saatlerce o hastaneye gidip o odaya girmemi ve saklanması istediler. Akşam da yanına bir kadın göndereceğiz, onu öldüreceksin dediler. Sonra da pencereden kaçmamı istediler, kaçmam için yardım eden de onlardı.” Doğru düzgün anlatıyordu. “Başta inanmadım, birisi benimle alay ediyor zannettim. Ta ki bir milyon doları ödemelerine kadar. Kadını öldürmem için bu parayı verdiler, öldürürsen daha fazlası da var dediler, kabul ettim, o gün o hastaneye gittim, saklandım, akşam saatlerinde kadın odaya geldi, ben de öldürdüm.” Nasıl da kolay anlatıyordu, istediler ve ben de öldürdüm diyordu. Onlar için birilerini öldürmek ne kadar da kolaymış meğerse. “Yalan söyleme!” diye çıkıştı Ateş ve devam etti. “İlla birilerini görmüş ya da isimlerini duymuş olman gerekiyor! Bana sakın bilmiyorum deme, giderim, gönderirim adamları başına, üç gün sonra gelirim yanına!” Ateş yine aynı tehdidi kullanırken adam başını yana çevirdi, ağzına gelen kanı tükürdü, yüzümü buruşturdum, o sırada yeniden konuşmaya başladı. “Oradan bakınca gerçekten yalan söyleyecek gibi mi görünüyorum? Öldürecekseniz de öldürün lan artık! Bildiğim başka hiçbir şey yok!” Adam sanki doğruyu söylüyor gibiydi, zaten ilk andan beri konuşmuştu. Şimdi neden yalan söylesin ki? Bir yandan böyle düşünürken bir yandan bunun da oyun olduğunu düşünüyordum. Çünkü kendimizi o kadar saçma durumların içinde buluyorduk ki her şey her an oyun çıkabilirdi. Bunu ben de diğerleri de çok iyi biliyoruz. Yaşadığımız o kadar şeyden çıkardığımız bir ders varsa o da bir tek kimseye güvenmememiz gerektiğiydi. “Doğru söyleyip söylemediğini nereden bileceğiz?” Ateş hâliyle sordu, adam bir kez daha ağzındaki kandan kurtulmak için yere tükürürken ben de aynı tepkiyi bir kez daha verdim yüzümü buruşturdum. “Yalan söylemek için hiçbir nedenim yok. Aksine doğruyu söylemek için nedenlerim var.” Kaşlarımı çattım, neden böyle bir nedeni olabilirdi ki? “O kadını öldürdükten sonra peşime düşen bir tek siz değilsiniz, onlar da peşimdeler. Bu polis yüzünden...” dedi ve başıyla beni gösterdi, Erdem ve Ateş’in gözleri beni bulurken adam devam etti. “...pencereden kaçma olayı ve olayın kamera kayıtları ortaya çıktı. Muhtemelen yakında kimliğimi tespit de ederler.” Bu mümkün değildi, ben de bir polis olsam da polislerin bu bilgiye ulaşmasını sağlayacak olan tüm yolları kapatmıştım. Çünkü buna mecburdum, başka hiçbir şansım yoktu. Yapmak zorundaydım ve yaptım. “Polisler peşime düşerse size anlatacaklarımı onlara da anlatacağımı çok iyi biliyorlardı. Onlardan da kaçıyorum, dün beni almaya geldiğinizde siz de gördünüz beni ne kadar istediklerini. Beni öldürmek ve Gamze Alkan cinayetini faili meçhul hâle getirmek istiyorlar.” Söyledikleri mantıklı gelirken Ateş göz ucuyla baktı bana, bir şeyler soracak mısın der gibi bakarken adamın yanına gittim. “Gamze’yi önceden tanıyor muydun?” Başını olumsuz anlamda salladı. “Hayır, o gün ilk kez gördüm ve öldürdüm.” Ölen kişi Gamze de olsa bu kadar rahat olması sinirimi bozuyordu. “O zaman nasıl geldi yanına? Kim gönderdi onu oraya? Birinin onu oraya göndermiş olması gerekiyordu.” Sordum, aslında bu sorunun cevabı benim için belliydi. Gamze onlar için çalışıyordu ve iş yaptıklarının ihanetine uğradı, öldürüldü. Muhtemelen onlardan biri de onu o odaya gönderdi. Sorunun cevabı çok basitti ama henüz Gamze’yle aramda geçenlerden diğerleri bihaber olduğundan bu soru onlar için önemliydi. “O kadarını ben bilmiyorum.” dedi Adar, Ateş’e baktım, sinirlenmiş gibiydi. “dediğim gibi ben odaya girdim, kadını bekledim, kadın geldi, öldürdüm ve çıktım. Başka bildiğim hiçbir şey yok.” O konuşurken Ateş’e döndüm, sanırım Gamze konusunu daha fazla saklayamayacağım. Hem saklamak için önceden bir nedenim vardı ama şimdi yok. “Benim size anlatmam gereken bir şey var.” dedim, Ateş’in tek kaşı kalktı, Erdem sinirle güldü. “Ben biliyordum!” dedi, Ateş’e döndü. “Ben sana bu kız bir şey biliyor ve bizden saklıyor dedim mi demedim mi?” Göz ucuyla ona baktım. “Anlat hadi Mira.” diyen Ateş’e dönmeden kapıya doğru yürüdüm. “Gelin.” dedim, adamın yanında konuşacak hâlim yoktu. İkisi de geldi peşimden, merakla bana bakarlarken anlatmaya başladım. Gamze’nin kim olduğunu öğrendiğim o ilk günden- Gamze’nin kendisine kaçırılma izlenimi verdiği gün- başlayarak, o günden sonra olan biten her şeyi bir bir anlattım. Sadece Gamze’nin değil, kendi yaptıklarımı da anlattım. O eve gidip Gamze’nin fotoğraflarını duvara yapıştırıp hem onlara hem de kendime attığım mesajlardan da bahsettim, büyük bir şaşkınlıkla dinlediler beni. Hiç araya girmeden, müdahale etmeden dinlediler. Her cümlemde şaşkınlıkları biraz daha arttı. “Tüm bunlar mantıklı değil.” Ve beklediğim ilk tepki Erdem’den geldi. Tam da tahmin ettiğim şeyi söylemişti. “Bana ister inanın ister inanmayın, Gamze bu işin içindeydi. Size anlatamadım çünkü bana inanmazsınız diye korktum. Bana inanmayacak, iftira attığımı düşünecek, Gamze’nin yanında bundan bahsedecek, beni ele verecektiniz ve hepimizin hayatı riske girecekti. Bu yüzden sustum ama şimdi susmak için bir sebebim yok. İnanmasanız bile beni ele vereceğiniz bir Gamze yok, bu yüzden rahat rahat anlattım.” İkisi de gözlerini yere çevirdi, ikisi de düşüncelere daldı. “O gün hastanede ona saldırmamın sebebi de tam olarak buydu, babama onun zarar verdiğini düşünmem. Ki zaten öyleydi, onun çalıştığı insanlar zarar verdi ve öfkemi bir tek ondan çıkarabilirdim.” dedim, Ateş’e odaklandım, bu kez bana inanmasını umut ettim. “Babam hastanede canıyla uğraşırken, yoğun bakımdayken ona seni kıskandığım için saldırmadım, babama zarar verdiği için saldırdım. O gün de yanımıza geldiğinde bunu sana ima ettim zaten.” Düşünmeye devam etti, o günü hatırlamaya çalışır gibiydi. “Siz o gün neden hastanedeydiniz?” Erdem sordu, doğru bu sorunun da mantıklı bir cevabının olması gerekiyordu. “Omzum için pansumana gittik.” deyince bir an onun yaralı olduğunu unuttuğumu fark ettim. “Sen mi Gamze’yi götürmüştün?” Erdem yine sordu, Ateş başını olumsuz anlamda salladı. “Hayır, aksine gitmek istemedim ama Gamze zorla götürdü, gitmen lazım dedi, aldı götürdü beni.” Bir an için ölmüş olsa da kıskandım, onun hayatında bu kadar etkiliydi işte o kadın. Her istediğini yaptırıyordu. “Çok ısrar etti hatta gitmek için, gittim ben de.” deyince araya girdim. “Bu da bir kanıt işte, sizce bu tesadüf müydü? Tabii ki hayır! Birisi ondan bunu yapmasını istedi ve o kadın da yaptı! Muhtemelen öleceğini bilmiyordu, plan başka bir şey zannediyordu ama plan onun ölümüydü.” diye açıkladım, bu sefer ikisinin de gözlerindeki şüpheyi gördüm, söylediklerim mantıklı gelmişti. “Bu kadar şeyden sonra hâlâ Gamze yapmaz diyorsanız siz bilirsiniz, ben size bildiğim her şeyi anlattım.” dedim, yeniden adamın yanına dönmek için yürüdüm, biraz uzaklaştığımda Ateş’in sesini duydum. “Ben sana inanıyorum.” Durdum, devam etti. “Söylediklerine inanıyorum.” Dudaklarım yana kıvrıldı, bu çok hoşuma gitti, keyfim yerine geldi. Bu cümleyi daha önce duyamadığım için ne kadar canım yandıysa şimdi de o kadar mutluyum. Yüz ifademi sabitledim, olabildiğince düz bir ifadeye büründüm, ona döndüm. “Eyvallah.” dedim, dudakları hafifçe yana kıvrıldı. Erdem bize tuhaf tuhaf bakarken o da “Eyvallah.” dedi, bu keyfimi daha da yerine getirdi, yeniden önüme döndüm, fakat daha bir adam bile atamamışken Erdem konuştu. “Dur bir dakika dur.” deyince yeniden döndüm onlara, konuşmasını bekledim. “O gün mezarlıkta mezardan katilin cesedi yerine cansız manken çıktı.” dedi, o anlar gözümün önüne geldi, sanki o koku yeniden geldi burnuma, midem bulandı. “Sırf biz Gamze’den şüphelenelim diye katil gibi davrandın ama mezar boş çıktı. Bana sakın bunu da düşünüp mezarı boşalttım, cansız manken koydum deme.” deyince şaşkınca kaldım, gerçekten bunu yapabileceğimi mi düşünüyordu? Adama nasıl bir izlenim bıraktıysam artık. “Bana bunu yapmadım de Mira.” diyen Ateş’e döndüm, ikisinin de hayretler içindeki korku dolu bakışları kahkaha atmak istememe neden olurken onlara küçük bir oyun oynamaya karar verdim. “Mecburdum.” dediğim an ikisinin de bakışlarındaki korku daha da arttı, ağızları açık kaldı, gözleri iri iri oldu, kendimi daha fazla tutamadım, gülmeye başladım. “Şu hâlinizi çekmek isterdim.” dedim, önüme döndüm. “Deliyim falan ama o kadar da değil, mezarla hiçbir ilgim yoktu.” deyip boduruma girdim, girmeden hemen önce dönüp onlara baktım, alay ettiğim için ikisinin de kaşları çatılmıştı. Adamın karşısında durdum, gözlerimin içine baktı. “Şerefsiz!” dedim bir anda, içimden geldi söylemek. Gamze masum değildi tamam ama yine de bunun yaşanmaması gerekiyordu. Karşımda duran bu adam para için insan öldürüyordu. Adam bu tepkiyi beklemiyor gibiydi. Onu umursamazken Ateş yanımda belirdi. “Hiç komik değildi.” dedi, şaşırdım, bu hâlâ orada mı diye düşünürken o yanımdan geçip gitti, Erdem yanımda belirdi. “Bence de komik değildi.” O da aynı şeyi söyledi, Ateş’in peşinden gitti, sessizce güldüm, dalga geçmeme ikisi de bozulmuş gibiydiler. “Sen biraz daha misafirimiz olacaksın, önce başka bir şey bilmediğinden emin olacağız. Akıbetine daha sonraki günlerde karar veririz artık.” dedi adama, Erdem de onu destekleyen bir şeyler söylerken burada durmaya gerek duymadım, çıktım, ön tarafa geçtim. O sırada telefonuma üst üste mesajlar geldi, açtım, yine yabancı bir numara olduğunu gördüm, yüzümde alaylı bir ifade oluşurken buna hiç şaşırmadım, gelen mesajları okudum. “Tuzaktan kurtulup cezaevine girmekten kendini kurtardın.” “Aralarına yeniden girmeyi başarıp yalnızlığından da kurtuldun, savaşımızda bir taraf oldun.” “Bir şekilde aileni de diğerlerinin ailesini de korumaya aldın.” Burada Pars’tan bahsettiğini anladım ama onu nasıl öğrendiler hiçbir fikrim yok, zaten çok da umurumda değil diye içimden geçirirken bundan sonra olacakları şekillendirecek olan o son mesaj da geldi. “Peki ya bize olan ihanetinin bedelinden nasıl kurtaracaksın kendini?” **** Selamlar :) Yine bir bölüm sonunda bir aradayız :) üste bıraktığım görsel bizimkiler olur gibi, ne dersiniz? Gizemden uzak biraz aşk ve arkadaş bölümü oldu gibi biraz :) tüm kaostan uzak ilişkilere önem verdiğim bir bölüm yazmak istedim, sucuklu yumurta sahnesini yazarken çok güldüm jdjsjjshshah Sizce aşk ve arkadaşlık bölümleri mi gizem ve aksiyon bölümleri mi daha güzel? Hangisi daha çok ilginizi çekiyor sizin? Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz. Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨ Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫 Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡ Instagram: gizzemasllan Twitter: gizzemasllan |
0% |