Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM "SENİN KATİLİN KİM?"

@gizzemasllan

Merhaba, suç ortaklarım.✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için yıldız ve kalp bırakıyorum.⭐♡ Siz de bırakabilirsiniz. Birbirimizi sevelim.♡

Keyifli okumalar...

***

Yıldızları görmek istiyorsan karanlığı göze alacaksın.

5. BÖLÜM "SENİN KATİLİN KİM?"

"Şimdi cevap ver bana Mira Aksoylu."

"Ne cevabı ya?" Kendi kendime konuşurken ve bizimkiler bana merakla bakarken telefonum bir kez daha titredi.

"Ne zaman düzelecek her şey? Ateş, her şeyi yakıp kül ettikten sonra mı?"

"Ateş." Diye kendi kendime mırıldanırken ekranda bir yazı daha belirdi.

"Şimdi kaldır başını, bak ve gör!" Gözlerimi ekrandan çekip tekrardan yazı yazan duvara baktım ve gözlerim beni izleyen bir çift gözle temas etti.

Damarlarımda akan kanın bile soğuduğunu hissettim. Yüzünde insan görünümlü bir maske vardı. Benim ona baktığımı fark edince arkasını döndü ve caddenin diğer tarafına doğru yürüdü.

"Burada!" Deyip belimden hızla silahı çıkardım. Hepsi bana şaşkınca bakarken konuştum.

"Kaçıyor!" Dedim ve yine peşinden koşmaya başladım. Bizimkiler durumu anlar anlamaz peşimden gelirlerken gözümü bir saniye bile olsun önümdekinden ayırmadan beni duymaları için ses tonumu biraz yükselterek konuştum.

"Bölgedeki tüm birimlere haber verin! Kaçırmayalım şu pisliği!" Diyerek daha da hızlı koşmaya başladım.

"DUR!" Diye bağırdım. Gölün arka kısmındaki ormanlık alana girerken bir an bile tereddüt etmeden ben de girdim ve var gücümle koştum peşinden. Koşarken duyduğum silah sesinden bizimkilerin uyarı ateşi açtıklarını anladım.

Önümdeki kişi nereye koştuğunu biliyormuş gibi koşmaya devam ederken arkamdan gelen seslerden herkesin arkamda olduğunu anladım. Neyse ki bu sefer yalnız değilim ve bu adamı kaçırmaya hiç niyetim yok. Adam diyorum çünkü bu sefer erkek olduğundan emin oldum.

"DUR YOKSA..." Devam edemedim çünkü bir anda durdu. Durması beni bozguna uğratırken silahımı ona doğrulttum.

Burada anlamadığım bir şey dönüyordu.

"KALDIR ELLERİNİ!" Diye bağırırken bizimkiler yanımda durdu ve Savaş benden hemen sonra bağırdı.

"YAT YERE LAN!" Dedi ve ayağının hemen dibine sıktı.

"Silahlarınızı sakın indirmeyin ben yanına yaklaşacağım." Barış bunu söyleyip ona doğru bir adım attı. İçimde çok kötü bir his vardı. Önümüzdeki adamın koşarak ormana girmesinin ve aniden durmasının bir nedeni varmış gibiydi.

Savaş bir saniye bile olsun silahını indirmezken Cansu bulunduğunuz yeri defalarca kez anons geçti. O tekti biz dört kişiydik ve şu an arkamızdan gelecek onlarca polis vardı.

Bu sefer biz bir adım öndeyiz.

"İNDİRME ELLERİNİ!" Savaş'ın sesiyle adamın ellerine baktım ve yavaş yavaş indirdiğini gördüm. Barış ona doğru adımlamaya devam ederken bir anda sağdan ve soldan üç adam ortaya çıktı. Hepimiz silahımızı birine doğrulturken şaşkınca öylece kaldım.

Hepsinin yüzünde aynı insan görünümlü maske, kapüşonlu siyah ceket, siyah pantolon, siyah bot ve siyah deri eldivenler vardı. Boyları, vücut tipleri aynıydı.

Şu an karşımda birbirinden ayırt etmemizin imkânsız olduğu dört adam duruyordu.

"Siktir! Bu ne lan?" Savaş'ın sesini duyarken hiçbir şey diyemedim. Ne yapacağıma dair en ufak bir fikrim bile yokken adamlar bize arkalarını döndüler. Koşacaklarını anladım ama beynim işlevini yitirmiş gibi hiçbir şey yapamadım. Ellerim titrerken duyduğum silah sesi yüzüme bir tokat atılmış gibi hissettirip beni kendime getirdi.

Önce silahı sıkan Barış'a sonra da bizi buraya getiren adama baktım. Yerde acı içinde kıvrandığını görürürken diğerlerinin koşmaya başladığını fark ettim. Ben de diğerlerinin bir tanesinin ayağına doğru sıktım ama koştuğu için ıskaladım.

Cansu yerdeki adamın yanında kalırken biz üçümüz farklı yönlere koşan diğer üç adamın peşine düştük. Yolum diğerlerinden ayrılmak zorunda kalırken hiç kimseye söyleyemediğim ama hep var olan korkum kendini belli etti.

"DUR DEDİM SANA DUR!" Diye bağırdım öfkeyle. Önümdeki adam koşmaya devam etti. Bu sinir bozucu olurken kendime daha fazla engel olamayarak durdum ve tüm cesaretimi topladım.

"Bunu sen istedin." Kendi kendime konuşup önümdeki adama odaklandım ve nişan aldım. Kendimi hazır hissedince adamın daha fazla uzaklaşmasına izin vermeden tetiği çekip adamı vurdum.

Uzakta olmasına rağmen ıskalamadım. Adam yere düşerken koşarak yanına gittim. Yüz üstü bir şekilde yatıyordu. Sağ omzundan boynuna yakın bir yerden vurmuştum.

"Sana dur demiştim ben!" Deyip yanına çöktüm. Yüzünü kendime doğru çevirdim ve yüzündeki maskeyi çıkardım.

"Siktir!" Ağzımdan çıkan şeye engel olamadım. Çünkü şu an önümde yatan bir polisti.

"Hayır hayır hayır bu olamaz." Telaşla nabzını kontrol ettim ve düzensiz olduğunu gördüm.

"Sakın ölme, sakın, sakın." Kendi kendime konuşarak telsizimi çıkardım. Tam anons geçecekken adam kolumu tuttu. Gözlerim onu bulduğunda bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ettim.

"Ambulans geliyor şimdi, yorma kendini." Dedim hiçbir şeyi sorgulamadan. Belki de suçluydu bilmiyorum. Belki de aramızdaki hain oydu bilmiyorum ama o bir polisti. Ben az önce bir polisi vurdum.

"Git buradan!" Sessizce söylediği şeye şaşırdım. Kolumdan tutup beni kendine çekti ve onu duyabileceğim bir şekilde konuştu.

"Bomba." Dediği an gözlerim yerinden çıkacakmış gibi irileşti.

"Üzerimde bomba var." Dedi yorgun çıkan sesiyle. "Uzak dur benden!" Dedi ve itti beni. Korkuyla olduğum yerde kalırken eliyle git işareti yaptı.

"Git dedim sana git!" Hiçbir şey yapamadım, uzaklaştım ondan. Sürünerek uzağa gittim. Ellerim titriyordu. Beynim işlevini yitirmiş gibiydi. Titreyen ellerimle telsizimi çıkardım. Anons geçecekken ileriden gelen Barış'ı gördüm. Koşarak yanıma geldi ve diz çöktü.

"Mira iyi misin?" Cevap veremedim, sadece ileride yerde yatan polise baktım.

"Sana diyorum iyi misin? Niye konuşmuyorsun?" Yine cevap veremedim. Tüm bedenim tir tir titriyordu.

Ben az önce bir polisi vurdum.

Barış beni bırakıp yerde yatan polisin yanına gitti. Adam bana söylediği şeyleri ona da söyledi. Barış bomba olduğunu öğrenmesine rağmen adama yardım ederken etrafımız bir anda kalabalıklaştı.

Önce polisler sonra da sağlık çalışanları geldi ama hiç kimse yerdeki adama yaklaşamadı ve bomba imha uzmanının gelmesini beklediler.

"Mira iyi misin?" Diyen Cansu'ya baktım dolu gözlerimle. Hâlâ aynı yerde oturuyordum. Onunla birlikte Savaş ve Barış'ta yanıma gelirken ağlamamak için kendimi tuttum.

"Yeter artık kendine gel!" Diyen Barış'a baktım ve kendimi gösterdim.

"Ben polis vurdum, ölüyor adam." Cevap veremedi. Ellerimi saçlarıma geçirdim.

"Allah benim belamı versin!" Cansu elimi tuttu.

"Mira lütfen yapma böyle!" Ayağa kalktım ve yerdeki silahıma baktım.

"POLİS VURDUM BEN POLİS! DUYUYOR MUSUNUZ BENİ? GÖRMÜYOR MUSUNUZ YAPTIĞIM ŞEYİ?" Herkesin gözleri beni buldu ama hiç kimse tek bir şey bile söylemedi. İşte tam olarak bundan nefret ediyorum. Şu an birilerinin gelip bana bağırıp çağırmasına ihtiyacım var. Birinin yaptığım şey için beni suçlaması gerekiyor. Hepsinin babamdan korktukları için sessiz kalıyor olmaları beni delirtiyor.

Oysa ben bir polisi vurdum.

"MİRA!" Babamın sesini duyar duymaz arkamı döndüm. Öfkeyle yanıma geldi. Başımı öne eğdim.

"Merkeze git ve beni bekle!" Yerdeki başımı kaldırdım.

"Olmaz benim burada kalmam..." Devam etmeme izin vermedi.

"MERKEZE GİT VE BENİ BEKLE DEDİM!" Bağırması irkilmeme neden oldu. Cansu yanıma geldi.

"Tamam Mira hadi beraber..." Babam onun da devam etmesine izin vermedi.

"SİZE GİDİN DİYEN OLDU MU? SİZ BURADA KALACAKSINIZ!" Dedi ve gözleri yeniden beni buldu.

"KAYBOL GÖZÜMÜN ÖNÜNDEN!" Ağlamamak için kendimi zor tutarak yerdeki silahımı ve telsizimi alarak kimsenin yüzüne bakmadan yanlarından uzaklaştım. Göz yaşlarımı arabaya sakladım. Hızlı adımlarla polis arabalarının durduğu yere giderken elimdeki telefon titredi. Göreceğim şeye kendimi hazırlayıp ekrana baktım.

"Sen kötü olmayı seçtin Mira Aksoy'lu. Sen, suçlu oldun." Okuduğun şeyle daha fazla kendime hâkim olamayarak yanımdaki ağaca tekme atıp avazım çıktığı kadar bağırdım.

"YETER BIKTIM YETER!" Dedim ve ağaca tekme atmaya devam ettim. Bir an için etraftaki herkesin bakışlarının benim üzerimde olduğunu fark edince elimi saçlarıma geçirip derin bir nefes aldım ve kendimi toparladım. Polis arabalarının yanına gidip sivil bir arabaya bindim.

"Sakinim... Sakinim... Sinirime yenilmeyeceğim sakinim." Kendi kendime konuşup kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama bu konuda başarılı olamayıp telefonu çıkardım ve mesaj atan numarayı aradım ama daha ilk çalışta meşgule attı.

"Ancak telefonun başında mesaj yazmayı bilirsin. Cesaretin varsa açsana lan telefonu, açsana!" Deyip sinirle bu sefer de direksiyona vurdum. Tam o sırada telefon titredi.

"Benimle konuşmak için önce beni bulman lazım Mira Aksoy'lu." Daha fazla kendimi tutamayarak sıkı bir küfür ettim.

"Bulacağım seni! Kendi ellerimle o parmaklıkların arkasına tıkacağım. O zaman göreceksin kim kimle konuşacak." Kendi kendime konuşurken bir mesaj daha geldi.

"Zaman bize mutlu sonla bitecek bir hikâye yazacak, kötüler için hiçbir zaman hikâye mutlu sonla bitmez demiştim." Ekrandaki yazıyı gözlerim dolu dolu olurken bir mesaj daha geldi.

"O hikâye artık senin için mutlu sonla bitmeyecek. Çünkü sen, artık kötüsün." Daha fazla kendime hâkim olamayarak göz yaşlarımı akıttım.

"Yazacak, zaman bize güzel bir hikâye yazacak. Ben de son sözümü sen parmakların arkadasındayken söyleyeceğim." Dedim ve direksiyona bir kez daha vurdum.

"Bitireceğim seni yemin ederim kendi ellerimle bitireceğim!" Konuşmaya devam ederken arabanın camına vurundu. Başımı çevirip dışarıya doğru baktığımda Taner'i gördüm. Yavaşça camı indirdim ve az önceki sinirli hâlimin aksine sakince konuştum.

"Efendim." Yüzünde alaylı bir ifade vardı.

"Sinirini arabamdan neden çıkarıyorsun onu merak ettim de." Deyince mahçup oldum.

"Kusura bakma denk geldi kendimi bunun içine attım." Deyip kapıyı açtım. Tam inecekken kapıyı yeniden örtüp inmeme izin vermedi.

"Ne yapıyorsun?" Omuz silkti.

"Merkeze gitmen gerekiyor, biliyorum." Dedi ve gözleriyle arabanın içini gösterdi.

"Anahtar üstünde arabayı alabilirsin. Ben buradan birileriyle dönerim." Güldüm.

"İyi bir şoför değilimdir." O da güldü.

"Kaza yaparsan masrafları karşılarsın olur biter." Dedi ve arkasını döndü.

"Hadi merkezde görüşürüz." Deyip ormanın içine, olay yerine, doğru ilerlerken arkasından bakmayı bıraktım. Şu an böyle bir teklifi reddedecek değilim. Bu yüzden arabayı çalıştırdım ve merkeze doğru yola çıktım.

Sol bileğinde harfler yazılı cesetler, cesetlerin cebinden çıkan notlar, sırf bir şey biliyor diye öldürülen iki insan, hepimize gelen mesajlar ve bana özel gelen mesajlar, kapüşonlu kişi, başıma vuran kişi ve şimdi de karşımıza çıkan aynı görünümlü dört kişi tabii birisi polis.

Bunların hepsinin birbirleriyle bir bağlantısı vardı ama ne? O aradaki bağlantı ne? Bunu bulsam her şey kendiliğinden çözülecek ama o bağlantıyı bulamıyorum.

"Maktüllerin bağlantısı apartmanlarının ismi kadar basit değildir. Aralarında başka bir bağ var ama ne?" Her zamanki gibi kendi kendime konuşarak ve zihnimin içinde bir şeyleri oturtmaya çalışarak merkeze ulaştım.

Merkezden içeriye girip uzun zamandır oturmadığım masama gittim. Tıpkı benim gibi o da darmadağındı. Oturup başımı masanın üzerine koydum ve düşünmeye devam ettim.

Bir şeyler bulmam gerekiyor. Ne yapıp edip benim bugün bir şeyler bulmam lazım. Çünkü ancak o zaman rahatlayacağım. Yoksa hayatım boyunca asla bir polisi silahla yaraladığımı unutamayacağım.

"Neden buradasın?" Başımı kaldırıp Esra'ya baktım ama cevap veremedim.

"Herkes olay yerinde sen neden gitmedin ki? Hem sen zaten orada değil miydin neden yalnız döndün?" Yutkundum ve boğazımda oluşan yumrudan kurtuldum.

"Hata yaptım." Dedim ağlamaklı çıkan sesimle. Esra kaşlarını çattı.

"Ne hatası?" Cevap vermek istemedim bu yüzden yeniden başımı masaya koydum.

"Boş ver." Dedim sadece onu başımdan savmak için. Şu an hiç kimseyle konuşmak, bir şeyler anlatmak istemiyorum. Sadece düşünmek bir şeyler bulana kadar düşünmek istiyorum.

"Ben de seni gördüğüme sevinmiştim. DNA raporları geldi adli tıptan." Deyince kaşlarımı çattım.

"DNA raporu?" Önüme dosyayı bırakarak konuştu.

"En son bulduğunuz maktulün evinin kapısında kan lekesi bulunmuştu ondan alınan örnekle senin kovalarken yaraladığın kişinin kanından alınan örnek karşılaştırıldı." Açıp dosyayı okumak yerine merakla sordum.

"Sonuç?" Omuz silkti.

"Aynı kişi." Kendime olan sinirim bir kat daha arttı. Dün gece onu yaklaşmış olsaydım bugün bunların hiçbirini yaşamıyor olacaktım.

"Neyse sen başkomisere bildirirsin sonucu, benim işlerim var." Deyip yanımdan uzaklaşırken önümdeki dosyaya baktım ve sinirle masaya vurdum. Adam resmen gözlerimin önünden kaçıp gitmişti. Masanın üzerindeki telefona bildirim sesi gelince korkuyla telefona baktım. Resmen mesaj okumaya korkuyordum. Titreyen ellerimle telefonu aldım ve gelen mesajın üzerine tıkladım.

"Artık kan grubumu ve DNA'mı biliyorsun. Karşılaştırırsın tüm Türkiye'nin DNA'sıyla." Okuduğum mesaj bozuk olan sinirlerimi biraz daha bozdu. Resmen bizimle dalga geçiyordu.

"Mira?" Birinin ismimi seslenmesiyle arkama döndüm.
Gördüğüm kişi her şeyi unutup gülümsememe neden oldu.

"Bilal?" Deyip ayağa kalktım ve yanına gittim. "Ne işin var senin burada?" Kaşlarını çattı.

"Gelmese miydim?" Deyince güldüm.

"Yani seni bir anda karşımda görünce şaşırdım sadece. Babanı görmeye mi geldin?" Kaşlarını kaldırdı.

"Hayır aslında bu sefer babam için gelmedim." Dedi ve beni gösterdi. "Senin için geldim." Şaşırdım.

"Benim için mi?" Başını salladı ve yanındaki arkadaşını göstererek konuştu.

"Aslında onun için." Deyince kaşlarımı çattım.

"Sen bence buraya ne için geldiğini falan bilmiyorsun." Hem o hem de arkadaşı güldü. Bilal, Tufan amcanın yani daha doğrusu Tufan başkomiserin oğluydu. Tufan başkomiserde bizim aile dostumuz olduğu için onunla beraber büyümüştük.

"Anlatacağım ama rahat konuşacağımız bir yere gidelim mi? İşin yoksa eğer karşıdaki..." Devam etmesine izin vermedim.

"Merkezden çıkamam, babam geldiğinde burada olmam gerekiyor ama gelin oturalım şuraya konuşalım." Deyip masamı gösterdim. Ben yerime otururken onlarda iki sandalye çekip hemen yanıma oturdular.

"Bu arada biz tanışmadık. Ben, Aren." Diyen sarışın adama baktım. Kaşlarım istemsizce çatıldı.

Aren? Eren? Bir bağ olabilir mi? Çok benziyor isimler. Hem bu ne diye aniden gelmiştiki buraya?

"Bana neden öyle bakıyorsun?" Adamın sesiyle kendime geldim. Başımı sağa sola sallayıp zihnimin içinde dolaşan saçma sapan düşüncelerden kurtuldum.

Ben gerçekten bu iş yüzünden paronoyak oldum. Hiç kimseye güvenemiyorum.

"Hiç birine benzettim de o yüzden öyle şey oldu neyse." Deyip uzattığı elini tuttum ve ekledim. "Mira." Elimi yeniden çektiğimde gülümsedi.

"Memnun oldum."

"Ben de." Dedim sadece, Bilal araya girdi.

"Sen şimdi bizim buraya neden geldiğimizi merak ediyorsundur." Bilal'a baktım ve başımı salladım.

"Hem de fazlasıyla." Yine arkadaşını göstererek konuştu.

"Aren polis muhabiri. Sizin bir seri katilin peşinde olduğunuza dair bir duyum almış. Babamın da burada başkomiser olduğunu bildiği için benden sizden biriyle randevu ayarlamamı rica etti. Ben de burada senden babamdan ve Sedat amcadan başka hiç kimseyi tanımıyorum. Onlar da böyle bir şeyi kabul etmeyecekleri için senin bize yardımcı olabileceğini düşündüm." Cevap veremedim.

"Ne dersin yardım edecek misin?" Elimi enseme attım.

"Şey..." Deyip sustum. Bir an için ne diyeceğimi bilemedim. İkisi de bana merakla bakarken konuştum.

"Bunun şu anda basına yansıması hiç doğru değil. İnsanlar gereksiz bir endişe duyacaklar." Bana cevap veren Aren oldu.

"Bu haberi yalnızca ben duymadım, emin ol şu an tüm polis muhabirlerinin bu olaydan haberleri var. Bu haber yarın doğru ya da yanlış olarak elbet yapılacak. Eğer sen bana doğru bilgileri verirsen hiç değilse insanlar yanlış bilgilenmemiş olacak. Sen de çok iyi biliyorsun ki yanlış haber insanları daha çok endişlendirir." Derin bir nefes aldım.

"Haklısın ama üzgünüm benim şu an sana bilgi vermek gibi bir yetkim yok. Bunu yaparsam emin olun başım çok ağrır. Bunun için babama ya da..." Deyip Bilal'a döndüm ve devam ettim. "Babana gitmeniz lazım." Bilal derin bir nefes aldı.

"Yardım etmeyecek misin yani?" Dudaklarımı büzdüm.

"Yardım etmeyi çok isterim ama edemem." İkisi de birbirine bakınca konuştum.

"Gerçekten çok özür dilerim ama yapabileceğim hiçbir şey yok."

"Seni de anlıyorum ama sorun değil." Dedi Aren ayağa kalkarken. Bilal de onunla birlikte kalktı.

"Biz artık gidelim o zaman. Çünkü benim hâlâ bu olay hakkında araştırmam gereken şeyler var." Deyince de ben de ayağa kalktım.

"Peki." Diyebildim sadece. Aren birkaç bir şey daha söyleyip giderken Bilal'e baktım.

"Yardım edemediğim için üzgünüm ama..." Devam etmeme izin vermeyerek gülümseyerek konuştu.

"Boş ver, üzülme. Zaten benim için önemli bir şey değil. Neyse ben şunun peşinden gideyim sonra yine görüşelim olur mu?" Başımı salladım ve ben de gülümsedim.

"Tabii en kısa zamanda yeniden görüşelim." Omzuma dokundu.

"Peki o zaman ben şimdi gitsem çok iyi olacak, hadi görüşürüz."

"Görüşürüz." Başka bir şey söylemeden arkadaşının peşinden giderken yeniden yerime oturdum. Oturur oturmaz da unuttuğum her şey bir bir aklıma geldi ve başımdaki ağrı yeniden kendini belli etti.

"Delireceğim sonunda o olacak." Kendi kendime konuşurken Esra'nın bıraktığı dosyayı aldım ve raporları inceledim. Şu an işimize yarayan tek bilgi maktulün evinde bulunan kan örneğinin sahibi ile benim kovalayarak, yaraladığım kişinin aynı olduğuydu.

Arkasında tek bir kanıt, iz bırakmayan bir katil böyle bir hatayı nasıl yapar? Hadi diyelim evdeki kanı görmedi bir şekilde bize bir kanıt bıraktı ama onu yaraladığımda beni bayılttıktan sonra yerdeki kanı niye temizlememişti?

Bu hiç normal değil.

Başımı geriye yaslayıp elimi yüzüme bastırdım ve küçük bir çığlık attım. Artık düşünmekten gerçekten nefret ediyorum.

"Bitsin bu iş artık ne olur bitsin!" Yine kendi kendime konuşurken telefonuma bir mesaj daha geldi.

"Yeter ya yeter! Ne istiyorsun sen benden?" Öfkeyle telefonu elime alıp ekrana tıkladım ve mesajın bu sefer katilden değil de Cansu'dan geldiğini gördüm.

"İyi misin?" Rahat bir nefes aldım. Ondan gelecek olan tek bir mesajı daha kaldırabilecek durumda değilim.

"İyiyim." Yazıp gönderdim bir tek. Mecburen yalan söyledim. Çünkü ben iyi değilim hem de hiç iyi değilim. Hiç kimseye itiraf edemiyorum ama çok korkuyorum. Gereksiz bir şekilde her an, her saniye korkuyorum. Günlerdir birbirimizi suçlayıp duruyoruz ama hiç dönüp kendime bakmadım. Belki de benim yaptığım bir hatanın bedeliydi bu?

Bu olayın altından benimle ilgili bir şeyler çıkmasından çok korkuyorum. Bu mesajların artık bir tek bana geliyor olmasından dolayı deli gibi korkuyorum.

Masanın üzerine bıraktığım telefon yeniden titreyip ekranda Cansu'nun ismini görününce bakmadım, bakmak istemedim. Bu yüzden başımı yeniden masanın üzerine koydum ve gözlerimi kapattım. Hiçbir şey düşünmemem ve önce zihnimin içini toparlamam gerekiyordu. Çünkü böyle dağılmış bir şekilde hiç kimseye hiçbir şekilde faydam olmaz zararım olur.

Merkezde bizimkiler olmadan tek başıma saatler geçirdim. Ne vurduğum polisten bir haber alabildim ne de olay yerinde neler olduğunu öğrenebildim. Bu yüzden sürekli kendi kendime düşünüp saçma sapan senaryolar kurmaya devam ettim. Telefondan saate bakıp öğlen 3 olduğunu gördüğümde bıkkınca ofladım. Normalde bir olay yerini incelemek bu kadar uzun sürmezdi. Neredeyse yanlarından ayrılmamın üzerinden 4 saat geçmişti ama ne gelen var ne de giden.

"Üff sıkıldım ben ya! Nerede kaldı bunlar? Neden..." Devam edemedim çünkü karşıdan bana doğru gelenleri görüp ayağa kalktım. Bizimkiler geliyordu ama tuhaf bir şey vardı çünkü hepsinin keyfi yerindeydi. Beraber konuşup bana doğru gelirlerken Cansu'nun gözleri beni buldu ve onları bırakıp hızlı adımlarla yanıma geldi. Gerçekten de mutlu görünüyordu.

"Mesaj yazdım sana neden cevap vermedin?" Göz ucuyla telefona doğru baktım.

"Fark etmemişim." Diyerek yine yalan söyledim. O sırada Savaş ve Barış'da yanımıza geldi.

"Siz niye böylesiniz? Hepiniz mutlu gibisiniz." Cansu omuz silkti.

"Mutluyuz çünkü." Kaşlarımı çattım. Cansu gülerek konuşmaya devam etti.

"Her şey bitti, katil ortaya çıktı. Ona yardım eden herkes yakalandı." Dediği an karşısında öylece kaldım.

"Anlamadım?" Cansu konuşacaken babam yanımıza geldi. En son bana bağırıp buraya göndermişti ama şu an onun da keyfi yerindeydi.

Ben gerçekten hiçbir şey anlamadım. Rüya falan görüyor olabilir miyim acaba?

"Kızım neyi anlamadın bitti işte bitti! Her şey bitti!" Hiçbir şey diyemedim. Kal gelmiş gibi öylece durdum karşısında.

"Kızdım falan ama katili sen bulmuş sayılırsın." Diyen babama baktım.

"Ben mi buldum?" Başını salladı.

"Evet, sen buldun." Kaşlarımı çattım.

"Ben ne zaman yaptım bunu?" Dediğim an hepsi gülmeye başladılar.

"Biriniz bana şu işi düzgünce anlatabilir mi? Ben gerçekten delireceğim!" Dediğim de arkadan gelen gülme seslerini duydum. Oraya doğru baktığımda üst ekiptekilerde baya gülüp eğleniyorlardı.

"Gel kızım gel." Deyip babam odasına doğru giderken şaşkınca arkasından baktım. Bana ilk defa herkesin içinde kızım demişti. Bizimkiler benim şaşkınlığımı umursamayıp babamın peşinden giderken ben de şaşkınlığı falan bırakıp peşlerinden gittim. Babamın odasından içeriye girince önce karşısında durduk. Oturmamızı söylediğinde ise masasının önündeki koltuklara oturduk.

"Dinliyorum sizi." Dediğimde Cansu babamdan müsaade isteyip anlatmaya başladı.

"Kitapevinin karşısında görüp ormana kovaladığın kişi var ya hani." Deyince başımı salladım.

"Evet Barış ayağından vurdu onu." Cansu gözleriyle beni onaylayıp devam etti.

"Onun ismi Eren, Eren Aydın. Yani apartmanların isminden yola çıkarak aradığımız kişinin ta kendisi." Hiçbir şey söyleyemedim Cansu devam etti.

"Senin vurduğun kişi de..." Devam etmesine izin vermedim.

"Cemal'di o, polis. Görev yeri burası değil ama aynı akademideydik oradan tanıyorum. Ben yüzünü görmeden vurdum onu ama defalarca kez dur diye uyardım fakat beni dinlemedi. Benim suçum..." Cansu devam etmeme izin vermedi.

"Polis falan değil o." Deyince şaşırdım.

"Ne demek polis falan değil?" Bu sefer bana cevap veren babam oldu.

"Sadece birkaç ay polislik yapmış. Sonra meslekten men edilmiş." Babamın söylediği şeyle şaşkınlığım bir kat daha arttı ve konuştum.

"Peki ya diğer ikisi? O ormanda dört kişi vardı?" Cansu devam etti.

"Birisinin ismi Emre, Emre Çelik. Başına vurarak seni bayıltan kişi. Tıpkı senin tarif ettiğin gibi kalın sesli ve sigara içiyor. Sorguya henüz alınmadı ama orada birkaç soru sorduk. Siyah bir arabanın içinde kovaladığın kişiyi beklediğini söyledi. Sen ateş etmeye başlayınca başka sokağa girdiğinizi oranın da çıkmaz sokak olduğunu bildiğini ve peşinizden geldiğini söyledi. Sonra kovaladığın kişiyi kurtarmak için de başına vurarak bayılttığını anlattı." Derin bir nefes aldım.

"Diğeri kim peki? O da kovaladığım kişi mi?" Başını olumsuz anlamda sallayarak konuştu.

"Hayır, değil. Onun hakkında bir şey bilmiyorduk, karşımıza da çıkmamıştı hiç ama o da onlarla birlikte olduğunu itiraf etti. Zaten daha önce iki cinayet şüphelisi olarak göz altına alınmış ve tutuklu yargılanmış ama daha sonra delil yetersizliğinden serbest bırakılmış. Yani bu işlerle ilgisinin olması normal." Derin bir nefes aldım ve en korktuğum soruyu sordum.

"Peki ya harfler? Harflerle ortaya çıkan bir ateş kelimesi vardı. Ayrıca hâlâ kovaladığım kişi ortada yok." Cansu konuşmak için ağzını açmışken ondan önce davranıp devam ettim.

"Siz yokken DNA raporları geldi. Maktulün evinde bulunan kan lekesinin sahibiyle yani katille benim kovaladığım kişi aynı. Asıl katil hâlâ ortada yok ama siz her şey bitti diyorsunuz." Savaş ve Barış sessiz kalırken Cansu devam etti.

"Ateş, Ateş Demirkan. Asıl katilimiz bu. 5 kişiyi öldürdü. Daha doğrusu bu sadece bizim bildigimiz kadarı. Kendisi mafya babası, Karanlık işleri var. 3 yıl önce hakkında bir ölüm haberi çıkıyor. Ölüyor ve doğal olarak nüfusdan kaydı siliniyor. Adamı tanıyan, yüzünü gören çok fazla kişi yok." Cansu'nun anlattığı şeyler fazlasıyla dikkatimi çekince dikkatle dinlemeye devam ettim.

"Ölüm haberinden 2 yıl önce büyük bir trafik kazası geçiriyor. O zamanlarda başka bir cinayetin şüphelisi olarak arandığı için direkt hastanede göz altına alınıyor. Tabii arandığı cinayet dosyası için kan örnekleri, parmak izi ve maktulün tırnaklarında bulunan DNA örneğiyle karşılaştırma yapılabilmesi için adamdan da DNA örneği alınıyor." Deyip sustu ve derin bir nefes aldı. Diğerleri de benimle birlikte yeni öğreniyormuş gibi dikkatle onu dinlerken devam etti.

"Tabii örnekler tutmayınca cinayet şüphelisi vasfı düşüyor normal bir trafik kazası mağduru olarak kayıtlara geçiyor. Kazadan 2 yıl sonra yani bundan 3 yıl önce bir yangında ölüyor. Cesedi yanıyor ve tanınmaz hâle geliyor. Yangın yerinde bulunan cesedin ona ait olup olmadığının anlaşılması için polis tutanaklarında kayıtlı DNA örneğiyle yanan cesedin DNA'sı karşılaştırılıyor ve Ateş Demirkan olduğu kesinleşiyor." Tuttuğum nefesimi bıraktım ve geriye doğru yaslanıp, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, dinlemeye devam ettim.

"Tabii aynı yıl ve aynı ay içerisinde Bursa'nın Nilüfer ilçesine bağlı bir cezaevinden karısını öldürdüğü için hapis yatan başka bir Ateş Demirkan tahliye oluyor. Fakat hapishaneden çıktığı ilk gün kayıplara karışıyor. Bir daha ne bir haber alan ne de gören oluyor." Bu iş cidden karmaşık bir hâl almaya başlamıştı.

"Yani?" Cansu geriye doğru yaslandı ve anlatmaya devam etti.

"Yanisi şu; mafya Ateş Demirkan ölüyor aynı gün bir başka Ateş Demirkan kayboluyor ve büyük bir ihtimal yanarak ölen kişi mafya Ateş değil hapishaneden çıkan Ateş." Cansu susunca ben konuştum.

"Kendisini öldü olarak gösteriyor. Buna inandırmak için de ortaya yanmış, tanınması imkânsız bir ceset bırakıyor. Cesetin ismi ve soyismi kendisiyle aynı oluyor. Onun kimliğiyle yaşamaya devam ediyor öyle mi? İsmi aynı kalıyor ama nüfus değişiyor. Aynı isimle bir başkasının hayatını yaşıyor. Tabii bunu masum birini değil de katil birini öldürürek yapıyor." Cansu başını salladı.

"Aynen öyle. Yani mafya Ateş şu an da peşinde olduğumuz katil. Onun yerine mezarda ölü olarak yatanda karısını öldüren ve kendisiyle aynı ismi taşıyan başka bir adam." Hemen babama döndüm.

"Ama yanan cesetle kazada ondan alınan DNA'lar tuttu demiştiniz daha az önce." Babam derin bir nefes aldı.

"Bazı insanlar para için her şeyi yapar. Muhtemelen adli tıptan birisi raporları değiştirmek için yüklü bir miktarda para almıştır." Ona cevap veremezken Savaş sessizliğini bozdu.

"Yani dört dörtlük, kusursuz bir plan. Kim ölü bir adamın peşine düşer ki? Hem de otopsi de gerçekten ölü olduğu %100 kanıtlanmış bir adamın peşine kim düşer? Katil de olsa psikopat da olsa o adam ölü." Gözlerimi Savaş'tan çekip Barış'a baktım. O ise bana değil de babama bakıyordu.

"Peki ya şimdi ne olacak? Biz kimin peşine düşeceğiz?" Deyince Barış'ın gözleri beni buldu.

"Biz mafya Ateş Demirkan'ın peşine düşeceğiz ama resmi olarak karısını öldüren ve hapisten çıktığı gün kaybolan Ateş Demirkan'ın peşindeymişiz gibi görünecek." Her şey yavaş yavaş yerine oturmaya başlarken babam konuştu.

"Fakat bunu da artık yapacak olan biz değiliz." Deyince bir kez daha şaşırdım.

"Ne demek biz değiliz?"

"Adam kaçtı." Diyen Savaş'a döndüm. Sinirli görünüyordu, devam etti.

"Tüm yandaşcılarının üzerine sahte birer bomba düzeneği bağlayıp dediklerimi yapmazsanız sizi patlatırım diye tehdit etti ve bize gönderdi. Biz onları yakalarken deniz yoluyla yurt dışına kaçak yollarla gitti. Savcılık tarafından hakkında hemen tutuklama emri çıkartıldı ve yasal işlemler başlatıldı ama kaçtı işte adam." Deyip sustu. Onunla beraber de herkes susmuştu.

Ne yani şimdi her şey gerçekten tam anlamıyla bitti mi? Bu akşam sol bileğinde harf yazan bir ceset olmayacak mı?

"Peki yaz bize attığı mesajlar ve notlar?" Diye sordum. Cansu güldü.

"Bizi birbirimize düşürüp kafa karıştırmaya çalışıyordu ve başardı da." Susmak yerine aklımdaki son soruyu da sordum.

"Bunların hepsini neden yaptı peki? Bu kadar oyun kurup sonra da o oyunu kendi eliyle bu şekilde dağıtmasının büyük bir sebebi olması lazım. Hem ayrıca siz bu kadar şeyi ne ara öğrendiniz kim anlattı?"

"Barış'ın vurduğu adam Eren anlattı. Daha doğrusu o sadece katilin Ateş Demirkan olduğunu ve başka bir Ateş Demirkan kimliğiyle yaşadığını söyledi. Zaten biraz araştırınca her şey kendiliğinden ortaya çıktı." Ona cevap verecekken babam araya girdi.

"Bu oyunu neden kurdu, bu cinayetleri neden işledi hiçbirimiz bilmiyoruz. Bugün yakalanan adamlarında bildiğini pek zannetmiyorum. Sorguya almadık henüz ama sorguda hiçbir şey çıkmayacak kuvvetle muhtemel. Gördüğünüz gibi onlarda bize karşı kullandığı birer yem. Yakalansaydı bunu bize o anlatacaktı ama kaçtı şerefsiz." Deyip babam ayağa kalktı.

"Her neyse daha sorgulara gireceğim. Siz de bir an önce toplayın kendinizi. Bu dosya kapandı ama sırada çözülmeyi bekleyen onlarca dosya var. Sorguya katılmak istiyorsanız peşimden gelin." Deyip bana baktı.

"Sen mutlak gel şu başına vuran benim diyen adamın bir sesini dinle. Bak bakalım o gün kulağına bir şeyler söyleyen adamla aynı mı ya da benziyor mu?" Başımı salladım.

"Tamam birkaç dakikaya geliyorum." Babam başka bir şey söylemeden odadan çıkıp giderken Cansu güldü.

"Ohh be bitti sonunda bu işte." Diyen Cansu'ya baktım ama hiçbir tepki veremedim. Sanki her an yine bir şey olacakmış gibi hissediyorum.

Sanki bir şeyler hâlâ eksik.

"Siz bir şey söylemeyecek misiniz?" Diyerek Savaş ve Barış'a baktım. Barış ayağa kalktı.

"Bittiğine inanmam için az önce anlatılan her şeyi bizi sorgu odasında bekleyenlerin doğrulaması lazım. Bu yüzden ben sorguya gidiyorum." Dedi ve cevap vermemizi beklemeden odadan çıktı. Savaş'ta onunla birlikte ayağa kalktı.

"Bana göre de biten hiçbir şey yok. Katili değil yanındakileri yakaladık. Günlerdir peşinde olduğumuz katil şu an yurt dışında ve o manyağın geri ne zaman ve nasıl döneceğini hiçbirimiz bilmiyoruz. Neyse ben de sorguya gidiyorum." Deyip o da odadan çıkınca Cansu'nun göz devirdiğini gördüm.

"Bunlar zaten ne zaman bir şeyden memnun oldular ki?" Dedi ve ayağa kalktı.

"Hadi kalk biz de inelim." Diyerek odadan çıkarken gözlerimi elimdeki telefona çevirdim. Yurt dışına kaçarken bana mesaj atmaya devam mı etmişti? Ben oradan ayrılırken de merkeze gelirken de merkeze geldiğimde de mesaj atıp durmuştu bana.

"Bu işin içinde bir iş var ama neyse." Söylenerek ayağa kalktım ve ben de peşlerinden sorgu odalarının olduğu yere gittim. Diğer hiçbir sorguya katılmak istemediğim için sadece Eren'in sorgusuna gidip camın arkasından anlattıklarını dinledim.

Cansu'nun anlattığı dışında hiçbir şey anlatmamıştı. Aynı zamanda o gün kulağıma 'Ates, her şeyi yakıp kül edecek. Yanmaya hazır olun.' diyen adamla bu adamın sesi aynıydı. Bunu babama bildirdikten sonra kimseye hiçbir açıklama yapmadan yanlarından ayrılıp Tufan başkomiserin yanına gittim. Odasının kapısına birkaç defa vurup gel sesini duyduktan hemen sonra içeriye girdim. Beni görünce gülümsedi.

"Gel Mira gel." İçeriye girip kapıyı yavaşça kapattım ve karşısında durdum.

"Bir şey mi oldu? Neden sorguda değilsin sen?" Ellerimi arkada birleştirdim.

"Ben iyi değilim, kendimi biraz hasta hissediyorum. İzin almak için gelmiştim." Kaşlarını çattı ve hemen ayağa kalkıp yanıma geldi.

"Babana söyledin mi?" Sesi endişeli çıkmıştı.

"Hayır söylemedim ama öyle önemli bir şey değil. Üşüttüm herhalde biraz dinlensem geçer." Başını salladı.

"Tamam o zaman gidebilirsin sen. Git bir iki gün izin yap, dinlen kendine gel, iyice iyileş, yeniden işinin başına dön." Deyip omzuma dokununca gülümsedim.

"Teşekkür ederim ama babama..." Devam etmeme izin vermedim.

"Tamam tamam sen hiç merak etme hasta olduğunu söylemem babana. Rahat bırakmayacağını çok iyi biliyorum çünkü." Yüzümdeki gülümseme biraz daha büyüdü.

"Bu iyiliğini unutmam." Deyince güldü.

"Tamam hadi git babana yakalanmadan." Onu onaylayıp başka bir şey söylemeden odadan çıktım. Hiç kimseye görünmeden otoparka inip en son günler önce bindiğim arabama bindim. Genelde ortak bir araba kullandığımız için kendi arbamı sadece buraya gelip giderken kullanıyordum.

Arabayı çalıştırıp merkezden çıktıktan sonra yalnız kalabileceğim tek yere, dedemin oteline, doğru sürdüm. Evet dedemin bir oteli vardı. Hem de büyük, lüks bir otel. Kendisi annemin babası olur ve madi durumu fazlasıyla iyi. Bu yüzden de babamı hiç sevmez. Çünkü kızı yani annem onun kadar zengin biriyle değil de bir polis memuru olan babamla evlenmişti. Bu zamana kadar onun parasından tek kuruş bile almadan yaşamış olsak da ben arada kaçamaklar yapabiliyorum.

Yarım saat kadar sonra otele gelince arabadan inip, otelden içeriye girdim. Hiçbir yere uğramadan doğrudan asansöre gidip sürekli kaldığım, sadece bana ait olan, odaya çıktım.

Odanın önüne gelince montumun cebinden oda kartını çıkartarak dijital ekrana okuttum ve açılan kapıdan içeriye girdim.

"Sonunda yalnızım." Kendi kendime konuşarak odanın ışıklarını açtım ve içeriyi aydınlattım. Odaya girer girmez ilk işim telefonun yanına gidip oda servisini arayıp kırmızı şarap istemek oldu.

Sonuçta iki gün izinliyim, bunu yapmamda hiçbir sakınca yok.

Belimdeki silahı ve cebimdeki diğer her şeyi yatağın yanındaki çekmeceye koyarak montumu çıkardım. Odada bir süre oyalandım. On dakika kadar sonra oda servisi istediğim şarabı getirmişti. Gelen servisi alıp odaya geçtim. Daha rahat edebilmek için gömleğimi ve pantolomu da çıkarıp kendimi yatağın üzerine attım. Burada giyecek kıyafetim olmasına rağmen giyinmek istemedim

"Psikopatın teki günlerce bizimle alay etti sonra da defolup gitti şerefsiz!" Kendi kendime konuşarak doldurduğum bir bardak şarabı bir kerede içtim.

"Saçma sapan mesajlar atıp durdu. Ateş her şeyi yakacakmış. Hani nerede Ateş ben niye göremiyorum? Madem bu kadar cesurdun niye kaçıp gittin?" Deyip bir bardağı daha bir kerede içtim ve yeni bir tane daha doldurdum.

"Amacı bizi delirtmekse beni delirttin tebrik ederim seni." Ve yine bir bardağı daha bir kerede içtim ama bu sefer yüzümü buruşturdum. Çünkü midem bulanmıştı ama durmak yerine bir bardak daha doldurdum.

"Ateş, Ateş Demirkan." Kendi kendime mırıldanarak doldurduğum o bardağı da bir kerede içtim. O sırada Cansu'nun aramasına yanıt vermedim, vermek istemedim. Şu an sadece yalnız kalıp sarhoş olmak istiyorum. Zaten bu ilk değildi. Ne zaman kendimi biraz kötü hissetsem buraya gelir içer, sarhoş olur sonra da uyur kalırdım.

Burada yalnız olmak çok iyi hissettiriyor.

Neredeyse birkaç saat içinde tüm şişeyi tek başıma içip bitirdim. Yavaş yavaş başım dönmeye başlayıp kendimi büyük bir boşlukta hissederken güldüm. İşte bunu çok seviyorum. Sarhoşken aklımdaki her şey yok olup gidiyor.

Boşalan şişeyi ve bardağı yatağın yanına yere attım ve yüz üstü bir şekilde yatağa uzanıp gözlerimi kapattım.

Hiçbir şey düşünmeden uyuduğum nadir günlerden biriydi.

*****

Saçlarımda gezen parmaklar beni daha da mayıştırırken bunun hoşuma gittiğine dair mırıltılar çıkardım.

"Neden buradasın yine?" Ses tanıdık geldi hem de çok fazla tanıdık geldi ama sarhoşluğum onun kim olduğunu anlamama izin vermedi.

"Yalnız kalmak istedim." Dolanan dilim ve kısık çıkan sesimle bir tek bunu söyleyebildim. Eli saçımdan yüzüme gelirken gülümsedim.

"Buraya daha sık gelip sarhoş olmalısın. Kokunu, sana dokunmayı, seni öpmeyi çok özlüyorum." Gülümsedim, gözlerimi araladım ama oda zifiri karanlık olduğu için yüzünü göremeyip yeniden kapattım gözlerimi.

"Geleceğim." Dedim. İçimden bir tek bunu söylemek geldi. Sıcacık dudaklarını yüzümde hissederken gülümseyip derin bir nefes aldım.

Şu an tanımadığım bir adamın beni öpmesine izin veriyorum.

Geri çekilip üzerimi örterken yine açmadım gözlerimi. Yüzümü okşamaya devam etti.

"Seni öpmek için deliriyorum." Deyip dudaklarıma dokundu. Sesinden onu tanımaya çalıştım ama başım o kadar ağrıyordu ki bunu yapmakta zorlandım. Parmağı dudaklarımın üzerinde gezerken konuştu.

"Bir gün bunu yapmama sen bile engel olamayacaksın." Cevap vermedim, uykuya dalmamak için kendimle büyük bir savaşa girdim. Eli yüzümden yeniden saçlarıma giderken dudaklarını yeniden yanağımda hissettim.

"Uyu sen. Ben, biraz daha seni sevip gideceğim." Söylediği şey gülümsememe neden olurken iç çekti.

"Her gün seni görüp dokunamamak çok zor. Bu yüzden buraya daha sık gelmelisin. Seni bu kadar çok özlememe izin vermemen gerekiyor." Cevap vermek istedim ama veremedim. Ondan duyduğum son şey bu oldu. Çünkü sarhoşluğum yeniden uykuya dalmama neden oldu.

*****

Üst üste odanın kapısına vurulmasıyla doğruldum. Başım çatlayacakmış gibi ağrıyordu. Elimi saçlarıma geçirip bıkkınca ofladım. Sanki birisi kapıya değilde bana vuruyormuş gibi hissediyorum. Yataktan çıkacakken odanın fazlasıyla karanlık olması dikkatimi çekti.

"Bu ışığı ve perdeleri ne zaman kapattım ben ya?" Söylenerek odanın ışıklarını açtım. Kapı daha sert vurulurken bağırdım.

"KİMSİN?" Sesimin sinirli çıkmasına engel olamadım.

"Oda servisi." Kaşlarımı çattım. Oda servisi mi? Ben bir şey istemedim ki.

"Bekleyin bir dakika." Dedim kapıdakinin beni duyacağı kadar yüksek bir ses tonuyla. Üzerimde sadece iç çamaşırlarım olduğu için banyoya girip elime gelen bornozu aldım ve üzerime geçirdim. Bornozun kemerini bağlamaya çalışırken odanın kapısını açtım.

"Buyurun." Adamın yüzüne bakmak yerine bornozun kemerini düzeltmeye çalıştım.

"Dedeniz burada olduğunuzu öğrenince sizin için akşam yemeği gönderdi." Kemer sinirimi bozarken onu bir türlü düzeltememiş olmam hâlâ sarhoş olduğuma kanaat getirmeme neden oldu.

"Peki bırakın odaya lütfen." Deyip odanın içine geçtim ve banyoya girdim. İçerideki seslerden adamın yemekleri içeriye bıraktığını anlarken elimi yüzümü bol suyla yıkadım. Odanın kapısının kapanma sesini duyunca havluyla yüzümü kurulayıp yeniden banyodan çıktım. İlk işim odanın perdelerini açmak oldu. Akşam olduğunu görünce daha aynı gün içinde olduğumu anladım.

Kendimi fazlasıyla kötü hissederken giyinip hava almaya karar verdim. Bornozu çıkarıp kıyafetimi yeniden giydim. Silahımı belime yerleştirirken dedemin gönderdiği yemeklere baktım ve yüzümü buruşturdum. Midem o kadar ağrıyordu ki yemek görmek bile bulanmasına neden olmuştu.

Yemekleri görmezden gelip tepsinin içinde duran suyu alarak kuruyan dudaklarımı ve boğazımı ıslattım.

"Sonunu düşünmeden içersem böyle olur işte." Kendi kendime konuşmaya devam ederken tepsinin içindeki tabaklardan birinin altına sıkıştırılmış bir kağıt gördüm.

"Bu ne şimdi?" Su bardağını bırakıp kağıdı elime aldım. Katlı olan kağıdı açıp okudum.

"Düşünmeden yaşayan her insan aslında birer cesettir. Ve her cesedin bir katili vardır. Peki senin katilin kim?"

Kendime engel olamayarak sıkı bir küfür ettim ve koşarak odadan çıktım. Koridora göz atarken gözlerim asansörün içindeki adamda takılı kaldı. Ona doğru bakarken bir anda başını kaldırmasıyla yine insan görünümlü maske takan birinin olduğunu gördüm. Asansörün kapıları yavaş yavaş kapanırken eliyle bana selam verdi.

"Allah kahretsin!" Deyip koşarak asansöre doğru gittim ama kapı çoktan kapanmıştı. Bir diğer asansöre binsem bile ondan sonra aşağıya ineceğimi bildiğim için cebimden telefonu çıkardım ve merdivenlere doğru koştum. Koşarken otelin müdürünü aradım. Asansörden daha hızlı olduğuma inanıp koşarak merdivenleri inerken telefon açıldı.

"İyi akşamlar, Mira Hanım. Bir..." Adamın devam etmesine izin vermeden nefes nefese kalmış bir şekilde konuştum.

"Oteli kapatın! Bütün giriş çıkışlar kapatılsın. Tek bir kişinin bile dışarıya çıkmasına izin verilmesin."

"Mira Hanım..." Yine devam etmesine izin vermedim.

"SANA NE DEDİYSEM HEMEN ONU YAP! YOKSA KENDİNİ İŞSİZ OLARAK BULURSUN! HER YERİ KAPATIN! YANGIN MERDİVENLERİ, RESTORAN ÇIKIŞINI, BALO SALONU GİRİŞİNİ HEPSİNİ KAPATIN! ŞU AN İTİBARİYLE BU OTELDEN DIŞARIYA ÇÖP BİLE ÇIKMAYACAK! YOKSA SENİ MAHVEDERİM!" Hem bağırıp hem koşmaya devam ederken adam cevap verdi.

"Tamam hemen hallediyorum ben." Deyince bir kez daha bağırdım.

"BUNLARI YAPMAK İÇİN SADECE 30 SANİYEN VAR!" Dedim ve telefonu kulağımdan indirip koşmaya devam ettim.

Koşarak dakikalar sonra lobiye indiğimde bir adam koşarak yanıma geldi ve telaşlı bir şekilde konuştu.

"Mira Hanım ben otelin güvenlik şefiyim." Nefes nefese kaldığım için ona cevap veremezken devam etti.

"Hiç merak etmeyin son 10 dakikadır hiç kimse otelden çıkış yapmadı. Müdür bey haber verdiği an tüm giriş ve çıkışları kapattık. Hatta havalandırmalar bile kapatıldı şu anda. Her kimi arıyorsunuz bilmiyorum ama şu anda kendisi otelde. Dışarıya çıkması imkânsız."

"Onu birazdan anlayacağız." Adam bana merakla bakarken konuştum.

"Hiçbir şekilde, hangi sebeple olursa olsun hiç kimsenin dışarıya çıkmasına izin vermeyin!" Başını salladı.

"Hiç merak etmeyin kimse çıkamayacak dışarıya ama bize de ne olduğunu söylerseniz size daha iyi yardımcı olabiliriz." Derin bir nefes aldım ve etrafa bakarak konuştum.

"Aranan bir katil var otelde." Deyip yeniden adama döndüm ve fazlasıyla şaşkın olduğunu gördüm.

"Bu durum çok önemli, dikkatli olun." Adam beni onaylarken devam ettim.

"Şu an otelde olan herkesi restorana ve balo salonuna toplayın. Tüm odaları boşaltın hem de en kısa zaman içinde. Geri kalanını ben hallederim. İnsanların şu anda odalarda olması tehlikeli."

"Tabii ben hemen gerekeni yapıyorum." Deyip adam yanımdan uzaklaşınca cebimden telefonu çıkardım. Otelde büyük bir kargaşa yaşanırken cebimden Cansu'ya bizimkileri, babamı, Tufan başkomiseri, üst ekibi alıp bir an önce yanıma gelmesi gerektiğine dair bir mesaj yazdım. Tabii sonuna çok acil gelmelerinin gerektiğini belirtip fazla detay vermeden telefonu yeniden cebime koydum.

"Bakalım hâlâ otelde misin?" Deyip danışmaya doğru gittim. Hepsinin gözlerinde korku vardı.

"Bir anons yapmam lazım herkesin beni duyabileceği..." Kız devam etmeme bile izin vermeden konuştu.

"Tabii tabii hemen buraya gelin lütfen." Cevap vermeden büyük masanın etrafından dolanıp yanına gittim.

"Bu düğmeye basıp, mikrofona konuşun. Acil durumlarda kullanırız biz bunu genelde." Kızın gösterdiği düğmeye bakarak konuştum.

"Emin ol daha acil bir durum olamaz." Dedim ve mikrofonu biraz önüme çekip düğmeye bastım ve konuştum.

"Zaman bize çok güzel bir hikâye yazıyor. Sen bu hikâyenin karanlık kısmısın ve sen şu an karanlıkta kalıp köşeye sıkıştın." Sesim tüm otelin içinde yankılanırken yanımdaki kızlar bana tuhaf tuhaf baktılar. Onların bakışlarını görmezden gelip telefona baktım. Herhangi bir mesaj gelmezken cesaretimi toplayıp bir kez daha düğmeye bastım ve konuştum.

"Bana bak ve gör dedin. O gördüğüm kişinin sen olduğundan eminim. Çünkü senin dediğini yaptım. Baktım ve gördüm." Dedikten birkaç dakika sonra mesaj geldi.

"Yanılıyorsun Mira. Doğru, ben sana bakmak ve görmek aynı şeyler değil demiştim ama sen beni dinlemedin. Dinlediğini zannediyorsun ama dinlemedin." Yüzümde anlamsız bir gülümseme oluştu.

Katil yurt dışında falan değil. Şu an beni duyuyor ve şu an hiçbir yere kaçamayacağı bu otelin içinde köşeye sıkışmış durumda. Gülerek ekrana bakarken bir mesaj daha attı.

"Bunu bildiğim için ve sen beni anla diye size güzel bir tiyatro oynadım." Kaşlarım çatıldı.

"Tiyatro?" Kendi kendime mırıldanırken bir mesaj daha geldi.

"Bugün herkes olanlara sadece baktı. Hiç kimse görmeye cesaret edemedi, sadece baktı." Derin bir nefes aldım ve gelen mesajları okumaya devam ettim.

"Bu yüzden olayı çözdüğünüzü düşündünüz. Çünkü bugün kimse gerçekleri görmedi. Herkes bakmayı tercih etti." Elimi saçlarıma geçirdim.

"Sen düşünüp görüyordun ama artık sen de düşünmüyor sadece bakıyorsun. Şimdi soruyorum sana." Merakla diğer mesajı beklerken beni çok bekletmedi.

"Düşünmeden yaşayan her insan aslında birer cesettir. Ve her cesedin bir katili vardır. Peki senin katilin kim?" Bu odaya bıraktığı notla aynıydı.

"Görmediğin tek şey kendi katilin Mira. Beni bırak ve kendi katilini bul. O zaman her şeyi çözeceksin." Ne demekti şimdi bu?

Benim katilim? Benim katilim kimdi?

"Ve haklısın ben bugün karanlıkta kaldım ama sen Mira'sın, isminin anlamı kuyruklu yıldız demek." Okuduğum şey şaşırmama neden olurken bir mesaj daha geldi.

"Fakat şunu sakın unutma;" Bir kez daha derin bir nefes aldım tam o sırada bir mesaj daha geldi.

"Yıldızları görmek istiyorsan karanlığı göze alacaksın."

****

Herkese tekrardan merhabalar, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?💫

Bölümde size bir sürü ipucu bıraktım. Aranızdan bu ipuçlarını yakalayabilen var mı?

Sizce Mira sarhoş olduğunda yanına gerçekten birisi geldi mi yoksa rüya mı gördü? Eğer gerçekten birisi geldiyse sizce kim gelmiş olabilir?

Ateş Demirkan hakkında bir sürü şey ortaya döküldü bu bölümde. Sizce anlatılan şeyler doğru muydu?

Bir sonraki bölüm hakkındaki tahminlerinizi bekliyorum. Otel kapatıldı, katil içeride ve Mira'yı duyuyor. Sizce neler olacaktır yeni bölümde?

Bölümü en iyi anlatan emojiyi buraya bırakabilirsiniz.✨

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı bekliyorum.❥

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medya hesaplarımdan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın. Sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM...♡

Loading...
0%