Yeni Üyelik
62.
Bölüm

61.BÖLÜM "DERİN HİSLERİN KIYISINDA"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

****

61. BÖLÜM "DERİN HİSLERİN KIYISINDA"

Elinde kazma kürek olan Erdem'in gözleri benimle Ateş arasında gidip geldikten hemen sonra ikisini de yere attı. Yorgunluktan kışın ortasında terlemiş, saçından damlayan su alnına düşüyor ve bundan da her seferinde rahatsız oluyordu. Tabii bir de nefes nefese kalmıştı, kısa ve hızlı nefesler alıyordu.

"Ben bu dünyaya elimde kazma kürekle mi doğdum lan?" diye çıkıştı, göz ucuyla Ateş'e baktım, gayet rahat görünüyordu.

"Varoluş amacım bir yerleri kazmak mı lan? Niye sürekli kazan ben oluyorum?" dediğinde Ateş ellerini göğsünün altında birleştirdi, tek omzunu dibini kazdığımız daha doğrusu Erdem'in kazdığı ağacın gövdesine yasladı, konuştu.

"Yaralıyım ben, omzum yaralı, yardım edemem," dedi, aslında şu an işine gelmiş olsaydı muhtemelen delicesine ve acele acele kazardı ama şu an işine gelmiyordu.

"Yaralısın." Yineledi Erdem, konunun bana geleceğini bildiğimden onlar benim konumu açmadan ben açtım.

"Ben de yaralıyım, ayrıca kadınım. Nasıl kazayım bu toprağı?" dedim, Erdem'in yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Kadınmış! Lan seni sinirlendirsem burada beni dövebilecek gücün var gelmiş ben kadınım diyor!" Kaşlarımı çattım, devam etti.

"Hemen çatma kaşlarını! İyi bir şey söyledim," dedi, gülmemek için kendimi zor tuttum, yere eğilip kazmayı aldı. "Şunu halledeyim ben," deyip kazmayı kaldırdı, güçlü bir şekilde indirdi toprağa. O sırada arkamı döndüm. Evin bahçesine, dışına doğru baktım, kimseyi göremedim.

"Umarım kimse görmüyordur bizi," dedim, Ateş'in bakışları beni buldu.

"Görüyorlar Mira." Hızla ona döndüm.

"Ne?" Şaşkınca sordum, omuz silkti.

"Görüyorlar bizi, uzaktalar ve muhtemelen biz fark edemiyoruz ama şu an bizi izliyorlar. Hatta buradan çıktığımızda yolumuzu kesecek, bulduğumuz şeyi almaya çalışacaklar." Tüm bunları o kadar rahat bir şekilde söyledi ki sanki çok sıradan bir şeymiş gibi hissettim.

"O kadar dikkat ettik gelirken! Kimse takip etmedi bizi!" dedim, o sırada Ateş öyle bir bakış attı ki o bakıştan ne söylemek istediğini çok iyi anladım.

"Mete'den ne öğrendiğimizi öğrenmek için tedbir aldılar. Takip edilmedik çünkü zaten bizi burada bekliyorlardı," dedim, Ateş başını salladı.

"Aynen öyle, muhtemelen ormanın içinde bir yerden bizi izliyorlar." Gözlerim istemsizce etrafta gezindikten sonra ona döndü.

"Ben telaşlı olduğumdan bunun farkına şimdi vardım ama sen bayağıdır biliyor gibisin ve umarım bunun için bir planın vardır." Ellerini cebine koydu, toprağı kazan Erdem'e döndü.

"Akışına bıraktım, ne olacaksa olur." Gözlerim iri iri oldu.

"Ne dedin sen?" Sordum, yine omuz silkti.

"Akışına bıraktım." Yineledi, Erdem konuştuklarımızı duyduğu hâlde hiçbir tepki vermezken Ateş rahat rahat durmaya devam etti.

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" diye sordum, bakışları beni buldu.

"Rahat ol, ben halledeceğim," dedi, içimden ona güvenmeyi tercih ettim. Bu kadar rahat olduğuna göre vardır elbet bir bildiği onun da diyerek kendimi rahatlattım Erdem'e baktım.

"İşte bu kadar," dedi Erdem ve elindeki kazmayı bir kez daha attı, yere çöküp ahşap kutuyu çıkardı. Ateş'le birlikte diz çöktüm, Erdem kutuyu açtı, içinden küçük bir paket çıktı. Paketi alıp yırttı, içinden flash bellek çıktı, güldüm.

"İşte bu kadar be!" dedim, Erdem elimdekini Ateş'e uzattı.

"Sıra sende," dedi, bunu neden dediğini anlayamazken Ateş flash belleği aldı, ayağa kalktı, bana baktı.

"Kalk Mira," deyince istediğini yaptım, kalktım. Elindekini kaldırdı, gösterdi. Sanki bana değil de başkasına gösterir gibiydi, muhtemelen bizi izleyenlerin görmesini istiyordu.

"Şimdi çok fazla sevinmiş gibi yap ve bana sarıl." Şaşkınca kaldım, kaşlarımı çattım.

"Anlamadım? Neden böyle bir şey yapıyoruz ki?" Sordum, göz ucuyla ileriye doğru baktı, yeniden bana döndü.

"Anlarsın, hadi dediğimi yap," dedi, şu an her şeyi unuttum ve ona sarılacak olduğumu düşündüm, gerçekten bunu yapacak mıyım? Yapmayıp da ne yapacağım? Yok hayır ben yapmayacağım, kusura bakma yaparsam kendimi yine sende kaybedeceğim mi diyeceğim?

"Hadi Mira," diyen Erdem'e döndüm, bir an önce gitmek ister gibiydi buradan.

"Tamam," deyip gözlerimi yeniden Ateş'e çevirdim ve yalandan da olsa kocaman gülümsedim. O bana dikkatle bakarken sanki çok mutlu olmuş gibi davrandım, boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım.

Burnum boynuna değerken gözlerimi kapatmak istedim ama kendimi tuttum. Kokusu burnumu doldururken bu kokuyu ne kadar özlediğimi fark ettim. Açık tutmak zorunda olduğum gözlerim sızladı, boğazım düğüm düğüm oldu. Yalandan olan bu sarılma hiç bitmesin, hep ona sarılmaya devam edeyim istedim.

"Mira," diye fısıldadı Ateş, istediğini yapıp ona sıkı sıkı sarılmaya devam ettim. Fakat bunu şu an sadece o istiyor diye değil, tüm bedenimle ona sarılmayı arzuladığım için yapıyordum.

"Hı." Verdiğim tek tepki bu olurken ellerini belimde hisettim, sarılmadı ama o bana, sadece eli belimde durdu.

"Belime sarılsaydın daha iyi olacaktı," dediği an vücudum kasıldı, hâlâ boynuna sıkı sıkı sarılmaya devam ediyordum. "Hadi," dedi, hâlâ ne yaptığımızı anlayamamışken ellerimi boynundan ayırdım, hâlâ bizi izleyen birileri olduğu aklıma gelirken Ateş'in istediğini yaptım, beline sarıldım, ellerimi beline doladım.

Ateş ellerini belimden ayırırken bir anda elini kemerimde hisettim, kaşlarımı çattım. Vücudum bir kez daha kasılırken "Ne yapıyorsun sen?" diye sordum öfkeyle, tam geri çekilecekken kemerimden tuttu, buna engel oldu, belimden de kendine bastırdı.

"Sakin ol," deyip elini pantolumun ucuna soktu, bu şaşkınca kalmama neden olurken "Burada kalsın," dedi, oraya flash belleği koyduğunu anladım. Bu ne saçmalık diye düşünürken bir anda silahlar patlamaya başladı, hızla ondan ayrıldım.

Ben daha elimi belime atıp silah çıkarırken Ateş kolumdan tuttuğu gibi beni arkasına çekti. "Kimsiniz lan siz?" Erdem bağırırak kurdu bu cümleyi ama öfkesini tam anlamıyla hissedemedim, gerçek bir öfke değil gibiydi. Ateş'in arkasından çıktığımızda önümüzde onlarca adam gördüm, hepsinin de eli silahlıydı. Havaya ateş açmış olsalar gerek.

"Çıkardığınızı verin, hiçbiriniz zarar görmezsiniz!" Yüzü maskeli adamlardan biri bunu söylerken sesin hangisinden çıktığını anlayamadım.

"Siktir git lan buradan! Bok veririm sana!" dedi Ateş, kaşlarımı çattım. Bunların bir planı vardır muhtemelen, bu kadar sakin olmaları pek fazla normal değildi. Şimdiye çoktan silahların çekilmiş olması gerekiyordu. Ayrıca başımıza bunun geleceğini çok iyi bilirken hiçbir tedbir almamaları da çok normal değildi.

"Eğer vermezsen ölüm sırasını devreye sokmak konusunda emir aldık." Sinirle ve sessizce güldüm, bir de bu vardı değil mi?

Ölüm sırası!

Birincilikte bendeydi o sırada, ah ne güzel!

"Önce arkandaki kadın sonra sen sonra da yanındaki ölecek ve biz yine istediğimizi alıp buradan gideceğiz. Şimdi bunun olmasını istemiyorsan çıkardığın flash belleği ver ve kimsenin canı yanmadan dağılalım buradan." İstemsizce başımı eğdim, Ateş'in pantolunumun arasına sıkıştırdığı flash belleği düşündüm.

Almak için bu kadar uğraştığım şeyi kendi ellerimle vermektense burada ölürüm daha iyi, hiç değilse savaşarak ölmüş olurum.

"Hiçbir bok yiyemezsin!" Ateş'in bunu söylemesiyle tüm maskeli adamlar bir anda silahlarını kaldırdı, bize doğrulttular.

"Üçten geriye sayacağım, vermediğin takdirde ölüm sırası devreye girer." Adamın kurduğu fazla net olan cümle beni biraz ürkütürken Ateş'in umurunda değil gibiydi.

"3," dedi adam, sabırla Ateş veya Erdem'in bir şeyler yapmalarını bekledim, bir planları olması gerekiyordu çünkü. "2." Aynı adam geri sayım yapmaya devam ederken uzunca bir nefes aldım.

Bunlara güvenerek hata mı yapıyorum acaba?

"1." Gözlerimi sımsıkı kapattım ve bir şeyler olmasını bekledim. Ya öleceğiz ya da bir plan devreye girecekti.

"Bunu siz istediniz!" Adamın sesiyle ellerimi yumruk yaptım, bedenim hiç olmadığı kadar kasıldı, o sırada Ateş'in sesini duydum.

"Tamam lan!" Bağırdı, gözlerimi açtım, ona doğru baktım. "Vereceğiz, indirin silahları." Kaşlarımı çattım, plan bu muydu yani? Çıkardığımız flash belleği vermek mi?

"Ne diyorsun sen? Gerçekten verecek misin?" Sordum, gözleri beni buldu.

"Ölmek mi isterdin?" Arkasından çıktım, yanında durdum.

"Hayır istemem ama bu kadar çabuk da pes etmek bize göre değil! Madem en başından her şeyi..." Öyle bir bakış attı ki susmam gerektiği anladım.

"Sen karışma Mira!" dedi, bunun planının bir parçası olduğunu anladım, hâlâ neler olduğunu anlayamazken elini cebine attı, flash bellek çıkardı, şaşkınca kaldım.

Yeni bir flash bellek mi?

"Alın bunu siktirin gidin şimdi!" dedi, flash belleği adamlara doğru attı, bir kez daha istemsizce başımı önüme eğdim, pantolunuma baktım.

Orijinali ben de kalmıştı.

Gülümsemek istedim ama kendimi tuttum, bir şey çevirdiğimizi anlasınlar istemedim. Adamlardan birisi Ateş'in attığı flash belleği havada yakalamıştı. "Arayın üzerlerini!" Adamın emriyle üç tane başka adam yanımıza geldi. Ateş göz ucuyla bana baktı, sakin olmamı söyler gibiydi.

Birisi Erdem'in diğeri de Ateş'in üstünü ararken biri de benim yanıma geldi. Ateş ve Erdem'i aramalarına baktım, bayağı her yerlerine dokunuyorlardı. Yanıma gelen adam da aynı şeyi bana yapmak için harekete geçecekken öfkeli gözlerimi adama çevirdim.

"Eğer elin bana değerse o elini kırarım senin!" dedim, duraksadı, arkaya diğer adama doğru baktı. Bizi tehdit eden adama, bu grubun en yetkilisi buydu.

"Ceplerine bak sadece," diye emir aldı adam, bana döndü, Ateş'in gözleri beni buldu, iyi gidiyorsun der gibiydi.

Adam sadece pantolumun ve montumun cebine baktı, daha fazla aramadı beni. Daha sonra da geri çekildi, diğer adamlar gibi hiçbir şey bulamadı. "Ölmek için daha çok vaktiniz var, zamanını bekleyin, geldiğinde hepiniz öleceksiniz zaten!" deyip adamlarına baktı.

"Arabalara!" Bağırdı, hepsi dediğini yaparak bize arkalarını döndüler, koşarak kapıya gittiler, peşlerinden de o adam gitti, arabalara bindiler, bir bir uzaklaştılar. Onlar giderken hızla Ateş'e döndüm.

"Bir an gerçekten planınız yok zannetmiştim," dediğimde gözleri beni buldu.

"Bu aptallık olurdu," dedi, elini cebine attı, telefonunu çıkardı. Artık onların da telefonu tamamen güvenliydi. Ateş her kimi aradıysa açmış olacak ki konuşmaya başladı.

"Flash bellekteki GBS'i (Coğrafi konum ve saat bilgisi sağlayan küresel uydu navigasyon sistemlerinden biridir.) takip edin, nerede olduklarını öğrenin." Şaşkınca kaldın, GPS mi?

"Tüm sesi de kayıt altına alın, onlar fark edene kadar biz bir şeyler öğrenmiş oluruz." Şaşkınlığım daha da arttı, sesi de mi dinleyebilecektik? Ne yani şimdi bir adım önde olan biz miyiz artık?

Erdem'e baktım, tüm bunlardan haberi olacak ki hiç şaşırmamıştı. Ateş telefonu kapatırken "Neden her şeyi en son ben öğreniyorum?" diye sordum, ikisinin de gözleri beni buldu.

"Marmaris'ten buraya gelene kadar hep bir aradaydık. Bu kadar şey yapmış, ayarlamışsınız ama benim haberim yok, bunun nedenini öğrenebilir miyim?" Sordum, Erdem ellerini montunun cebine koydu.

"Birilerine yaptığım şeyleri anlatmak hiç bana göre bir şey değil," dedi, bizim arabaya doğru yürüdü, o giderken Ateş'e baktım, onun da mantıklı bir açıklaması olması gerekiyordu.

"Biraz merak et, heyecanlan dedim. Hayatına heyecan katıyorum işte, daha ne istiyorsun benden?" diye sordu, ardından da güldü ve gülerek yanımdan uzaklaştı.

"Bir de dalga geçiyor benimle ya!" Söylenerek peşinden gittim, ben de arabaya bindim ve bu konuyu uzatmamaya karar verdim.

"Şimdi biz hem onları izleyip hem de dinleyebilecek miyiz?" Merakla sordum bunu, dikiz aynasından Ateş'in gözleri beni buldu.

"Aynen öyle, tabii onlar bu durumun farkına varana kadar. O zamana kadar da ne öğrenirsek kar olacak," dedi, Erdem araya girdi.

"Muhtemelen boş olduğunu anladıklarında ilk işleri atmak olacak," deyince ona döndüm, devam etti. "Öfkeyle atacaklardır, eğer kimsenin aklına böyle bir şey yapma ihtimalimiz gelmezse bulundukları bir yerde atılı olarak durur. Akıllarına gelirlerse de ilk iş olarak yok etmek olacak. Yok edecek ve hızla bulundukları yeri değiştirecekler, yakalanmak istemeyecekler. Bu yüzden elimizden geldiği kadar acele etmemiz gerekiyor." Erdem'in söylediklerine hak verdim. Yerlerini öğrendiğimiz ilk an saldırmamız gerekiyor. Yoksa hepsi kaçacak, yok olacaklar ortadan.

"Eve gidelim, evdekilerin haberleri var her şeyden. Çoktan hazırlanmaya başlamışlardır. Yerlerini öğrenelim ve saldıralım. Kaçmalarına da kendilerini toparlamalarına izin vermek yok!" Ateş'in söylediği şeyler beni heyecanlandırdı.

Bu gece her şey bitecek miydi?

Elimi pantolumun içine soktum, kemerin arasında sıkışmış olan flash belleği çıkardım. "Bunun içinde ne olduğunu çok merak ediyorum," dedim, Erdem bana dönmeden elini uzattı, ona verdim, aldı.

"Eve gidince öğreniriz, bakalım Mete'nin dediği gibi içinde gerçekten önemli şeyler var mı?" dedi, ona cevap verecekken Ateş araya girdi.

"Önemli bir şey olmasaydı bu kadar adamı peşimize takmazlardı." Ateş'e hak verdim, bu kadar eziyete girdiklerine göre içinde ciddi anlamda önemli bir şey olsa gerek.

"Ayrıca önemli bir şey olmasa bile onları takip edebiliyoruz artık, duyabileceğiz de. Yani hiçbir şey boşa gitmemiş olacak," diye de ekledi, arkama yaslandım. Bunda da haklıydı, elimizdeki flash bellek boş olsa bile onlara verdiğimiz bile yeterdi bizim için.

Ateş ve Erdem kendi aralarında konuşmaya devam ederlerken telefonumu çıkardım, saate baktım. Marmaris'e gitmemiz, öldürülen Mete yüzünden karakola gitmemiz, işleri halledip de yeniden dönmemiz, Mete'nin evini bulup flash belleği çıkarmamız gecenin saat ikisini bulmuştu ve artık uykusuzluktan gerçekten bayılmak üzereyim.

Telefonu indirdim, cebime koydum. Önde onlar konuşmaya devam ederlerken gözlerimi kapattım, gözlerimi dinlendirmek istedim ama sadece dinlenmek benim için yeterli olmadı, uyumak istedim. Fakat bunun için de kendimle savaştım, uyumamak için kendimi zorladım.

Buna rağmen uykuya dalıyormuş gibi oldum. Kendimle ne kadar savaştığımı bilmiyorum ama kapı sesleri duydum, gözlerimi araladım, öne doğru baktım, arabada yalnız olduğumu fark ettim. Nereye gittiler diye düşünürken etrafa bakındım, Ateş'in evinde olduğumuzu gördüm. O sırada benim oturduğum tarafın kapısı açıldı, başımı o tarafa çevirdim, Ateş bana doğru eğildi, uyanık olduğumu görünce duraksadı.

"Uyanmışsın," dedi, doğruldum, cevap vermedim, kendime gelmeye çalıştım. "Ben de uyuyorsun diye alacaktım seni, uyandırmak istemedim." Gözlerimi ovalayıp esnedim ve uyku sersemliğimi üzerimden attım.

"Bir anlık dalmışım, uyumuyordum," dedim, arabadan indim. Ateş dikkatle bana bakıyordu.

"Dikkatli yürü, uykulu uykulu düşme." Gözlerim gözlerini buldu.

"Düşmem." Uykulu çıkan sesim bakışlarını yumuşatırken önüme döndüm, onun evine doğru yürürken bir anda duraksadım. Ben buraya neden geldim ki? Kendi evimin yolunu unutmuştum artık resmen ama işler bu kadar yoğunken ve tüm iş burada yönetilirken başka nereye gidebilirim ki?

Yürümeye devam edip eve girdim. Salona baktığımda herkesin burada olduğunu gördüm ama keşke görmeseydim. Biraz uyurduk hiç değilse. Kendimi çok fazla yorgun hissediyorum. Fakat buna rağmen yürüdüm salona, boş bir yere oturdum.

"Bize iyi haberler verin, her şey yolunda mı?" Doğan bunu sorarken sessiz kalmayı tercih ettim, cevap veren Erdem oldu.

"Yolunda, bu kez bir adım önde olan biziz ve onlar bunu fark edene kadar her şey bitmiş olacak." Buna fazlasıyla inanıyor gibiydi.

"Bu evi dinlemediklerinden emin miyiz?" diye sordum uykulu uykulu.

"Her şey halledildi, dinlemeleri mümkün değil artık," dedi Ateş ve yanıma oturdu, gözlerim salonda gezindi, başka boş yerler olduğu hâlde yanıma oturmayı tercih etti. Hem de fazlasıyla yakınıma oturdu. Bundan dolayı da sağ omzum onun sol omzuna temas ediyor, dizlerimiz birbirine değiyordu.

Bu onu hiç rahatsız etmezken arkasına yaslandı. O sırada kendime engel olamadım, esnedim. Gerçekten çok fazla uykum gelmişti. "Gelebilir miyim abi?" diye bir soru geldi, başımı kapıya doğru çevirdiğimde bir adam gördüm. Ateş adama eliyle gelmesini işaret etti, adam yanımıza geldi.

"Konuş," dedi Ateş, adam konuşmaya başladı.

"Abi GPS'ten takip ediyoruz arabaları, şu an İstanbul dışına çıktılar ama hâlâ durmadı, devam ediyorlar." Kaşlarımı çattım, İstanbul dışı mı? Bu kadar uzak mıydılar her şeye?

"Siz takip edebildiğimiz kadar takip edin, o son noktayı öğrenmek istiyorum." Ateş'in söylediği şeyle adam başını salladı. "Ses?" diye sordu Ateş, adam hemen ona da cevap verdi.

"Ses alabiliyoruz, sıkıntı çıkmadı. Hatta bayağı net geliyor ses ama henüz konuştuklarında hiçbir şey yok, hepsi sıradan şeyler, hiçbiri işe yarar şeyler değil." Bunu duyduğuma hiç sevinmedim ama üzülmek için de daha çok erkendi. Ne de olsa henüz hiçbir şey fark edilmemişti. Etmeden önce de işimize yarar bir şey konuşurlardı herhalde.

"Siz yine de dikkatle dinleyin ve her şeyi mutlaka kayıt altında tutun." Ateş yine emir verirken adam onu onayladı, evden çıktı.

"Flash belleği kontrol edelim," dedi Erdem ve orta sehpada duran laptobu aldı, flash belleği taktı. Bir anda herkes onun başına toplandı, Ateş bile yanımdan kalkıp oraya gitti. Şu an her şeyden daha ağır basan uykum yüzünden onların aksine yavaşça kalktım, yanlarına gittim.

Koltuğun arkasında durdum, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, laptobun ekranına odaklandım. Erdem açmaya çalışmaya başladı, biz de sabırla bir şeyler görmeyi bekledik.

Birkaç dakika sonra bir fotoğraf açıldı, eski siyah beyaz bir fotoğraftı. Dikkatle baktım, bir yerden tanıdık gelirken bu fotoğraf nereden tanıdık geldiğini, daha önce nerede gördüğümü düşündüm, daha dikkatli inceledim. Bir aile fotoğrafıydı. Bir adam, bir kadın, 13-14 yaşlarında bir çocuk ve ondan daha küçük bir çocuk vardı. Kim bunlar diye düşünürken bir anda iki yıl önce Ateş'in bana ailesini anlatması ve onları anlatırken bu fotoğrafı göstermesi geldi, şaşkınca kaldım.

Ailesi mi? Tüm bu olanların ailesiyle ne ilgisi var? Yoksa da bu fotoğrafın burada ne işi var?

Zihnimin içinde sorular dönüp durmaya başlarken Erdem devam etsin istedim ama Erdem beklemediğimiz bir şey yaptı, laptobun ekranını indirdi, kaşlarımı çattım.

"Neden kapattın?" İlk soran Cansu oldu, Erdem cevap vermek için ona dönerken de devam etti. "Bakıyorduk işte, öğrenecektik. Neden kapattın?" Cansu sormaya devam etti, Erdem ona cevap versin diye bekledim, çünkü benim de aklımdaki soru tam olarak buydu. Fakat Erdem cevap vermeden önüne döndü, laptobu yanında oturan Ateş'in kucağına bıraktı.

"Git yukarıda bak, neymiş ne değilmiş öğren. Anlatılacak bir şey varsa da gel anlat." Bunu neden yaptığını anlamam zor olmadı, çünkü bu işte hepimiz bir arada olsak da eğer tüm bu yaşadıklarımız onun ailesiyle ilgiliyse bu en doğrusu olacaktı. Her şeyi herkesle aynı anda öğrenmek yerine bizden önce, yalnızken öğrenmesi en iyisi olacaktı.

Ateş laptobu sıkı sıkı tutarken ayağa kalktı. Diğerleri Erdem'in yaptığı şeye bir anlam verememişlerdi ve bunu yüz ifadeleriyle fazlasıyla belli ediyorlardı. Çünkü muhtemelen o fotoğraftaki çocuğun Ateş olduğunu, yanındakilerin de öldürülen ailesi olduğunu bilmiyorlardı. Aslında zamanında Ateş o fotoğrafı bana göstermemiş olsaydı muhtemelen ben de anlamayacaktım.

Ben bunları düşünürken Ateş merdivenlere yöneldi, üst kata çıktı. O giderken Erdem'in gözleri bizi buldu. Muhtemelen herkes bir şeyler söyleyecekken işaret parmağını kaldırdı, bize doğrulttu, gözleri hepimizin üzerinde bir bir gezinirken konuştu.

"Bu konu hakkında tek kelime edeni döverim," diye uyardı, yanımdakilerin yüzünde fazla anlamsız bakışlar oluşurken Erdem bir sigara yaktı, bahçe kapısına gitti, evden çıktı.

"Ne oluyor lan?" diye sordu Doğan, ona döndüm, devam etti. "Hiçbir şey anlamadım ben! Hani her şeye bakacaktık? Ne diye şimdi gizleniyor?" Doğan şaşkınca sorarken Cansu konuştu.

"Fotoğraftan sonra Erdem kapattı ekranı ve Ateş'e verdi, o fotoğrafta bir şey olsa gerek." Cansu kendi fikrini sunarken Savaş araya girdi.

"Boş verin, Ateş önemli bir şey öğrenirse anlatacaktır zaten bize. Herhalde önemli bir şeyi saklayacak hâli yok ya!" Savaş sorgulamamayı tercih ederken ben de hiçbir şey anlamamış gibi davrandım, az önceki yerime oturdum, tüm uykum kaçmıştı şu an.

Dirseğimi koltuğun kenarına, elimi de yüzüme koydum ve merdivenlere baktım. Çok merak ediyordum ama bu merakım Ateş'in yukarıda yalnız başına öğrendiklerine yönelik değil, şu an hissettiklerine yönelik bir histi.

Gerçekler şu an için hiç umurumda değildi, sadece onu düşünüyorum. Nasıl olduğunu, hissettiğini bilmek istiyorum. Ailesiyle ilgili kötü bir şey mi öğreniyor acaba? Çok mu üzülüyordur? Canı yanıyor mudur? Bilmiyorum.

Gözlerimi merdivenlerden çektim, ellerimi göğsümün altında birleştirdim, arkama yaslandım. Yanına gitmek istedim, hiçbir şey anlatmasın ama ben yine de yanında olayım istedim. Şu an ne ayrılıklar ne ihanetler ne de gurur umurumda değildi, bir tek o umurumdaydı.

Başımı önüme eğdim, ellerimi bu kez de önümde birleştirdim, parmaklarımla oynamaya başladım. İçimdeki yukarıya çıkma arzusuna engel olmaya çalıştım. "Vallahi bu gece de burada kalmaya hiç niyetim yok, ben evime gidiyorum," dedi Doğan ve telefonunu cebine koydu.

"Zaten çok geç oldu, yarın sabah ne olduğunu öğrenirim, hadi size iyi geceler," diyerek kapıya yöneldi.

"Ben de gidiyorum, eve geçsem iyi olacak, işlerim var," dedi Cansu ve Doğan'ın peşine takıldı.

"Benim de burada kalmak için bir nedenim yok, bir şey olursa haber edersiniz, kaçtım." Ve Savaş da bunu söyledi, evden çıktı, hemen ayağa kalktım, koşar adımlarla camdan duvara gittim, bahçeye baktım.

Erdem'i aradı gözlerim, ileride gördüm. Bir yandan sigarasını içerken bir yandan da telefonla konuşuyordu ve işi uzun gibi görünüyordu. Salona döndüm, derin bir nefes aldım, cesaretimi topladım ve doğrudan üst kata yöneldim.

Ateş'in odasının önünde durdum, elimi kaldırdım, tam kapıya vuracakken bir an ya yalnız kalmak istiyorsa diye düşündüm, girmesem mi acaba diye geçirdim içimden ama sonra yalnız kalmak istiyorsa bunu zaten anlar ve gelişim için bir şeyleri bahane eder kaçarım diye geçirdim, kapıya birkaç kez vurdum.

Daha gel sesini duymadan odaya girdim, karanlık olduğunu fark ettim. Burada değil mi diye düşünürken laptobun ekranından yansıyan ışığı ve Ateş'in alıp verdiği nefesin sesini duydum, karanlıkta oturuyordu ve yerdeydi şu an.

Yatağın önüne oturmuş, sırtını yatağa yaslamış, bir ayağını kendine çekmiş, kolunu onun üstüne koymuş, diğer ayağını da uzatmış, boş boş karşıya bakıyordu. "Gelebilir miyim?" diye sordum ama cevap vermedi, cevap vermek bir yana dursun sanki beni duymamıştı bile.

"Ateş?" dedim ama yine cevap vermedi, duymadı yine beni. Kapının önünde durmak yerine odaya girdim, kapıyı kapattım, yanına gittim. Gözleri bir saniye bile olsun beni bulmadı, duvara bakıyordu.

"İyi misin?" Sordum ama yine cevap alamadım, sanki şu an burada değildi, gitmişti. Yanına oturdum. Laptobu, o tarafa gözümün ucuyla bile bakmadan kapattım. O herhangi bir şey söylemeden bir şeyler öğrenmek istemedim.

"Ateş." Yine ismini söyledim ama yine duymadı gibi. Kendimi fark ettirmek için koluna dokundum, başını hafifçe bana çevirdi, bakışlarımız kesişti. Buraya gelirken söyleyecek onlarca şeyim varken şimdi hepsi bir bir yok oldu, sustum. Ne diyeceğimi bilemedim.

"Neden geldin?" Sorduğu ilk şey bu olurken koluna dokunmaya devam ettim, ona temas etmek istedim sadece.

"Seni görmek istedim sadece." Doğruyu söyledim ve buraya gelmekle en doğrusunu yaptığımı anladım.

Berbat görünüyordu, iyi değildi.

"Nasıl olduğunu bilmek istedim." Doğruyu söylemeye devam ettim, gözlerini benden çekti, yine duvara odaklandı.

"Git." Bir tek bu çıktı ağzından, bunu duymayı beklemediğim için afalladım ama gitmeye hiç niyetim yoktu. Özellikle de onu bu hâlde gördükten sonra asla gidemem.

"Ben geleceğim," diye devam etti cümlesine, muhtemelen şu an buraya bir şeyler öğrenmek için geldiğimi düşünüyordu ve böyle düşünmekte fazlasıyla haklıydı.

"Ben buraya bir şeyler anlat diye gelmedim," dedim, gözleri yeniden ağır ağır beni bulurken de ekledim. "Senin için geldim." Bakışlarında bir an olsun sevgiyi hisettim ama hayal kırıklığı hızla o sevgiyi örtüledi, gizledi benden.

"Yanında olmak istediğim için." Devam ettim konuşmaya, derin bir nefes aldı.

"Biz bunun için geç kalmadık mı?" Sordu, ne diyeceğimi bilemediğim için sustum. Ne diyebilirim ki bu durumda? Hem zaten konu ne ara yine bize geldi?

"Ateş..." Sözümü kesti.

"Boş ver Mira, gerçekten boş ver," dedi, bir şey içmediği çok belliydi ama sarhoş olmuş gibi anlamsız davranıyordu şu an.

"Peki boş vereyim," dedim, ben de sırtımı yatağa yasladım, onun gibi oturdum. "Beraber boş verelim burada, boş vermeyip de ne yapacağız zaten? Elimizden başka bir şey gelir mi ki?" Konuştum ama o söylediklerime karşılık hiçbir şey demedi, sessiz kaldı. O susunca ben de sustum, o konuşsun diye bekledim. Bir şeyler anlatmasına gerek yoktu, sadece konuşması bile yeterdi benim için. İsterse dünyanın en anlamsız şeylerini söylesin ama yine de konuşsun istedim.

"Hayatımız..." diye girdi konuşmaya, istediğim şey olduğu için gayet mutlu bir şekilde ona dönerken devam etti. "...bir bok çukuruna dönüyor her gün." İşte bu cümleyle gerçekten çok kötü bir şey öğrendiğinden emin olmuş oldum. Merak ettim hem de çok merak ettim ama sormadım, hatta o merakımı da kendi içimde hemen öldürdüm, yok ettim.

"Engel olamıyoruz, batıyoruz içine. Boğulacağız yakında, kurtulamayacağız." Bunları söyleyen adamla bugün her şey bitecek diye umutlu konuşan adam aynı kişi değildi. Şu an sanki Ateş değil de başka birisi vardı yanımda.

"Bence gitmelisin," dedi, gözleri yeniden beni buldu ve devam etti. "Arkana bile bakmadan kaçıp gitmelisin." Kaşlarımı çattım.

"Ne demek şimdi bu?" Sordum, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Mira her şey her gün biraz daha mahvoluyor. Kimse dile getirmiyor, kimse tek kelime bile etmiyor bu konuda ama her şey benim yüzümden. Ben neredeysem bela orada," dedi, sıkıntıyla ofladım. Öğrendiklerinden sonra buna mı karar vermiş yani?

"Bugün Mete'nin söylediklerini unuttun mu? Tek dertleri sensin dedi bana. Diğerlerini kullanıyorlar bir tek seni istiyorlar dedi. Duymadın mı bunları?" Sordu, anında yanıt verdim ona.

"Hayır, hepsini duydum. Her şeyi de kelimesi kelimesine hatırlıyorum. Beni bilirsin bir şeyleri kolay kolay unutmam, yıllar geçiyor hep aklımda olur. Bu duyduklarım da aklımda, unutmadım, unutmayacağım da." Tek kaşı kalktı.

"Niye buradasınız hâlâ o zaman? Olan biten her şey benim belam, benim meselem. Siz hâlâ..." Sözünü kestim.

"Çünkü hepimiz seni çok seviyoruz," dedim, bunun onu mutlu etmesini ve şu hâlinden bir an önce kurtulmasını umut ettim ama hiç beklemediğim bir şey oldu, yüzünde alaylı bir ifade oluştu.

"Arkadaşınız olarak," dedi, imayla söyledi bunu, arkadaş kalalım cümlesinden sonra bu arkadaş kelimesine takmıştı. Bu durumda, bu kadar kötüyken bile bunu ima edecek kadar çok takmıştı hem de.

"Arkadaşımız olarak." Yineledim, yüzündeki alaylı ifade daha da arttı, kaşlarımı çattım. Bu ifade yavaş yavaş sinirimi bozmaya başlamıştı.

Gözlerimin içine baktı beni sinirlendirirken, sinirli olduğumu elimden geldiği kadar belli etmemeye çalışırken bakışlarında bir tuhaflık olduğunu sezdim. Bakışlarından bir şeyler çıkarmaya, ne düşündüğünü anlamaya çalışırken gözlerimin en derinine baktı.

"İnsan hiç seviştiği biriyle arkadaş olabilir mi?" diye sorduğu an öylece kaldım, kendimi geri çektim, şaşkınca baktım ona.

Bu kadar açık olmak zorunda mıydı?

Utanma duygusuna çok yabancı olan ben bile utanırken ne yapacağımı ne söyleyeceğimi bilemedim, sustum. "Cevap versene," dedi, bakışlarımı kaçırdım, bir de cevap versene diyor! Böyle bir şeye nasıl cevap verebilirim ki?

"Seviştik biz seninle, az önce yıllar geçse de her şeyi hatırlarım dedin. Bunu unuttun mu yoksa?" Sormaya devam etti, gözlerim yeniden onu buldu, utanmayı falan bıraktım cevap verdim.

"Unutmadım," dedim, ben de gözlerinin içine baktım. "Sen o günü bir gün unutursan ben de ancak o zakan unuturum." Histerik bir şekilde güldü.

"Sana dokunduğum o ilk günü ancak hafıza kaybı yaşarsam unuturum, başka türlüsü de mümkün değil," dedi, önüme döndüm.

"O zaman bana da böyle bir şeyi bir daha sorma! Zaten biz neden bunları konuşuyoruz bunu da anlamış değilim ya!" Söylenmeye başladım, ben buraya ne için geldim o benimle ne konuşuyor! Ben de oturmuş ona ayak uyduruyorum!

"Bunları konuşmaya hiç gerek yok! Gitsem iyi olacak," dedim, kalkmak için bir hamle yaptım, eli bir anda bileğimi kavradı, gitmeme engel oldu, yeniden oturmamı sağladı.

"Gitme," deyip kendine doğru çekti beni, bırakmadı bileğimi. "Burada kal, otur burada," dedi, tek kaşımı kaldırdım.

"Az önce gitmemi istiyordun." Başını arkaya yasladı, yatağın kenarına koydu, bana doğru çevirdi, yine gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Şimdi de gitme diyorum işte sana." O beni çekmişti, biraz da ben yaklaştım ona.

"Ben senin her istediğini yapmak zorunda mıyım?" diye sordum, kaşlarını hayır anlamında kaldırdı.

"Değilsin," dedi, biraz da kendisi yaklaştı, nefesini dalga dalga yüzümde hissederken de "Ama bunu yapmayı sen de çok istiyorsun," diye ekledi.

"Bunu da nereden çıkardın?" Sordum, oysa nereden çıktığını da doğru olduğunu da çok iyi biliyordum.

"Gözlerinden," derken nefesini daha net hisettim. "Gözlerin seni ele veriyor." Bunu söylemesi bakışlarımı kaçırmama neden olurken gözlerime bakamasın diye gereksiz bir çaba içine girdim.

"Bakışlarını kaçırman kendini ele verdiğin gerçeğini değiştirmiyor." O bunu söylerken gözlerim dudaklarını buldu, içimde arsız bir düşünce oluştu. Beni öpsün istedim. Dudaklarını hissetmek istedim. Onu yeniden hissetmeyi delicesine arzuladım. Bu arzu yüzünden kendime çok kızdım ama yine de bu arzuyu bastıramadım. Aksine nefesini tenimde hissettikçe daha da artıyordu.

Ellerim istemsizce yüzünü buldu, yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Sakın beni affetme," dedim, kaşlarını çattı, devam ettim.

"Bu hataya sakın düşme, beni affetme. Çünkü ben bunu hak etmiyorum." Söylediklerim onu afallattı, sessiz kalmayı tercih etti.

"Hâlâ içimden yaptığım şeyin doğru olduğunu, senin bunu hak ettiğin için yaptığımı düşünüyorum." Kaşlarını çattı, bakışları sertleşti. Şu an ona o kadar yakındım ki konuşurken dudaklarım dudaklarına temas ediyordu. Bu da ne onu ne de beni rahatsız ediyordu.

Yüzü hâlâ avuçlarımın arasındayken "Affını hak etmiyorum, affedilmek de istemiyorum zaten. Bu bana ağır gelir, bunu kaldıramam bu yüzden sakın beni affetme," dedim, bunu söylerken gözlerim doldu, canım yandı çünkü. Hem de çok yandı.

"Affetmeyeceğim." Duymak istediğim şeyi söyledi, insan hiç affedilmemek için yalvarır mı? Ben şu an bunun için yalvarıyorum ona.

"En doğrusu bu," dedim, onun canını yaktığımı fark ettim.

"Haklısın, en doğrusu." Yineledi, kendini geri çekecekken buna engel oldum.

"Ama bu gece unutalım her şeyi." Anlamsız bakışlar attı. "Hiçbir şey yaşanmamış gibi, değişmemiş gibi." Bakışlarındaki anlamsızlık daha da artarken ona biraz daha yaklaştım.

"Sonra bu geceyi de unutalım," dedim, Ateş söylemek istediğim şeyi anlamış olacak ki şaşkınca kalırken dudaklarımı dudaklarına bastırdım, onu öptüm.

Anında karşılık verdi, dudaklarını araladı. Dilini hisettim, bu beni büyük duygulara sürükleyip kendimi kaybetmeme neden olurken elleri belimi buldu, beni kucağına çekti. Yere oturduğu için dizlerim yere temas ederken onun kucağında oturuyordum.

Ellerimi boynuna doladım, bendeki arzuyu onun da gözlerinde görürken gözlerim kapandı, kendimi ona biraz daha bastırdım. Boynundan ayırdım ellerimi, gömleğinin düğmelerine götürdüm, açtım. En son düğmeye geldiğimde bana yardımcı olup gömleğini çıkardı, ileriye fırlattı.

Gömleği fırlatan elleri kazağımı buldu, dudaklarından ayrıldım. Kazağı başımdan çıkardı, onu da gömleğinin yanına gönderirken ellerini bu kez de kalçamda hisettim, bu kasılmama neden olurken benimle birlikte ayağa kalktı, eş zamanlı olarak sırtım yumuşak yatakla buluştu.

Beni yatağa bıraktığı ilk an pantolunumun düğmesini açtı, kalçamı hafifçe kaldırdı, beni pantolondan da kurtardıktan hemen sonra dudaklarıma yapıştı, ellerim boynuna dolandı. Ayrıldı dudaklarımdan boynumu öptü.

"Çok özledim seni," dedi, iç çekerek öpmeye devam etti. O sırada elleri iç çamaşırımın askısındaydı.

"Tek bir günüm bile seni düşünmeden geçmedi." Öperken konuşmaya devam etti. "Hep seni hayal ettim, yanımda olduğunu, sana sarıldığımı seni öptüğümü düşündüm." Bunları söylerken çamaşırımın askılarına indirdi, şimdi de onu tamamen çıkarmaya çalışıyordu.

"Bunun için bile affetmeyeceğim seni," dedi, bu söylediği umurumda bile olmadı.

Affedilmemeyi isteyen bendim çünkü.

"Ama bu yanımda olmaman için bir sebep değil," dedi dudakları boynumu buldu, başımı arkaya yasladım, Ateş boynumu öpücükleriyle doldurmaya devam etti.

"Mira," diye fısıldadı kulağıma, ellerim omzundan çıplak sırtına gitti, ona dokundum, onu hisettim. İstediğim her şeyi yaptım.

"Benim güzel kadınım." Dudaklarım yana kıvrıldı, bu cümleyi çok sevdim.

"Değil iki yıl, iki bin yıl geçse ben seni unutmam. Bu teni, bu kokuyu unutmam mümkün değil, sen benim zihnime kazılısın," dedi, boynumdan ayrıldı, gözlerimin içine baktı.

"Biz birbirimize aitiz, yüzyıllar geçse de yine buluruz birbirimizi. Yine arzularız birbirimizi, yine kendimizi buluruz bu yatakta. Buna ne sen engel olabilirsin ne de ben," dedi, öptü dudaklarımı ve geri çekildi. Hem öpmeye hem de konuşmaya devam etti.

"Sen bana aitsin. Saçının her teli bana ait. Gözlerin, dudakların, kalbin, tenin bana ait." Bunu söylerken çoktan üst iç çamaşırımı çıkarmış, onun tenini hissetmiştim.

"Ben sana aitim. Bedenim, kalbim, ruhum, tenim sana ait. Her şeyim sana ait, sana ait olsun istiyorum, başkasına değil," dedi, o sırada elleri vücudumda geziniyordu. Ben daha bu dokunuşlarına alışmaya çalışırken göğüslerimde hisettim ellerini, tüm vücudum kasıldı.

"Bunları sakın aklından çıkarma Mira. Senin yolun hep bana benim yolum hep sana çıkar," dedi ve bir kez daha dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Ellerimi boynuna doladım, onu kendime biraz daha çektim, büyük bir tutkuyla öptüm onu. Elleri vücudumda gezinmeye devam etti. Dokunduğu her noktam yandı, kavruldu. Buna rağmen devam etsin istedim, onun dokunuşlarını hissetmeye devam etmek bu dünyadaki en güzel duygudan bile çok daha güzeldi.

Parmaklarını üzerimde tek kalan alt iç çamaşırımın kenarlarında hisettim. Kalbim ağzımda atıyordu. Sanki birazdan göğüs kafesimi parçalayıp çıkacak gibiydi. Onu da üzerimden çıkarmak için parmakları harekete geçerken dudaklarını kulağımda hisettim, tamamen onda kaybolmuştum yine.

"Bu gece bunun en büyük kanıtı olacak." Fısıldadı, tek kelime edemedim, sustum. Fakat engel de olmadım, bunun olmasını ilk isteyen, onu öpen ben olmuştum. Gözlerimi kapattım, kendimi ona bıraktım. Kısa ve hızlı nefesler alırken onun aldığı uzun nefesleri tenimde hissediyordum.

Onun bedeninin altında, onun dokunuşlarıyla kendimden geçip de kendimi tamamen ona bırakmışken beni bu uykudan uyandıran şey aniden açılan kapı oldu.

"Kardeşim kusura bakma gelmeyeyim gelmeyeyim dedim ama meraktan çatlayacağım şimdi." Bu sesle birlikte Ateş hızla benden ayrılırken başımı kapıya doğru çevirdim, Erdem'i gördüm, donup kaldım. Tıpkı çıplak bedenimin üzerinde yarı çıplak uzanan Ateş'in donup kaldığı gibi.

"Şu flash bellek işi..." dedi, Erdem başını telefonundan kaldırdı, gözleri bizi buldu.

Onun odaya girmesi, bizim durmamız, onun bizi fark etmesi birkaç saniye sürerken üçümüz arasındaki çok saçma andaki çok saçma bakışmayı bozan onun dudaklarından dökülen kelime oldu.

"Siktir!"

***

Selamlar, nasılsınız?

Ay son sahneyi yazarken bile utandım shjwjsjsjks devamında nasıl yazacağım ben bile utanırken bilmiyorum bsjsjsjjsja

Sizce neler olur bu sahneden sonra? Erdem, Ateş nasıl tepki verir dersiniz?

Ateş ve Mira'nın arası bundan sonra nasıl olur dersiniz?

Kurdukları tuzak işe yarayacak mıdır sizce?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%