Yeni Üyelik
63.
Bölüm

62.BÖLÜM "YAŞAMAK MI ÖLMEK Mİ?"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan

***

62. BÖLÜM "YAŞAMAK MI ÖLMEK Mİ?"

Utanç duygusunu iliklerime kadar hissederken kal gelmiş gibi öylece durup kaldım. Ne kalkıp kendimi saklayabildim ne de ağzımı açıp tek kelime edebildim.

Tıpkı Ateş ve Erdem'in edemediği gibi.

Erdem'in gözleri bir an bile olsun bana değmezken Ateş'e bakıyordu. Olan biten her şey sadece birkaç saniye sürerken hâlâ şaşkın olmasına rağmen bunun etkisinden çok çabuk kurtuldu, o birkaç saniyelik bakışın ardından hemen bize arkasını döndü.

"Çık lan dışarıya!" diye bağırdı Ateş, öyle bir bağırdı ki belki de sesini aşağıdaki adamlar bile duymuş olabilirdi. Sadece birkaç santim uzağımda olduğundan ben de irkildim.

Erdem hiçbir şey demeden, açıklama yapmaya çalışmadan, telaşla odadan çıkıp gitti. O giderken ben de şaşkınlığa ve utanca bir son verdim, onu hızla üzerimden ittim, boşluğuna denk gelince yana düştü hızla kalktım.

"Mira," dedi Ateş ama onu duymamış gibi davrandım, ilk defa böyle büyük bir utanç duymuş olmak gözlerimin dolmasına neden olurken Ateş bir kez daha "Mira," dedi ama yaptığım tek şey yerdeki kıyafetlerimi toplamak oldu, ona cevap vermedim.

Gözyaşlarım akmak istedi fakat kendime engel oldum. Kendimi berbat hissediyor olmama rağmen yüzümde tek bir mimik dahi oynamadı, yüz ifademi sabit tuttum. Kıyafetlerimi toparladım, o sırada Ateş de ayağa kalkmıştı.

"Sakin ol." O bunu söylerken yanından geçtim, banyoya yürüdüm, bileğimden tuttu.

"Lütfen," deyip bileğimi çektim, kurtardım ondan ve banyoya girdim. Kapıyı kilitledim, elimdekileri sinirle yere attım, klozetin üstüne oturdum, başımı önüme eğdim ve eşzamanlı olarak gözyaşlarım akmaya başladı.

Hayatımda ilk kez utandığım için ağladım.

Elimi ağzıma bastırdım, sesim çıksın istemedim ama kendime engel olmak da istemedim. Ağlayayım, rahatlayayım ve kendi içimde de olsa bu konuyu hemen kapatayım istedim. Eğer kendime engel olursam çok daha kötü olacak, kötü hissedeceğim.

"Mira." Ateş'in sesini bir kez daha duydum, kapıya vurdu, sesi endişeli çıkıyordu. Muhtemelen şu an kendisine kızgın olduğumu düşünüyor ama alakası yok. Hem ona neden kızgın olayım ki? Erdem'e bile kızgın değilim, ona mı kızacağım?

Evet, Erdem'e de kızgın değilim. Adam nereden bilsin ki benim odada olduğumu ve bizim o pozisyonda olduğumuzu? Bilseydi odanın önünden bile geçmezdi, onu çok iyi tanıyorum. Muhtemelen beni de diğerleriyle birlikte gittim zannetti. Ateş'le evde yalnız olduğunu düşündü ve flash belleği sormak için odaya girdi. Tabii muhtemelen normalde de birbirilerinin odalarına girerken kapıya vurmadıkları için yine vurmadan daldı odaya.

Ateş'in sesi gelmezken odanın kapısının açılıp kapandığını duydum, odadan çıktığını anladım. Bir yandan gözyaşlarım akarken bir yandan da yere attığım kıyafetleri aldım, üzerimi giyindim ama giyindikten sonra bile banyodan çıkamadım, yeniden klozetin üstüne oturdum. O esnada gözyaşlarım bir sel misali yanaklarımdan akmaya devam ediyordu.

Ağladım, içimdeki utanç duygusunu bastırana kadar ağladım. Kendime engel olmaya, gözyaşlarım dursun diye kendimi zorlamaya hiç çalışmadım. Zaten bir süre sonra gözyaşlarım kendiliğinden durdu, ağlama isteğim kendiliğinden dindi.

Ayağa kalkıp lavabonun başına gittim ve elimi yüzümü yıkadım. Soğuk su kendimi çok daha iyi hissetmeme neden olurken yüzümü kuruladım. Başımı kaldırdım, aynadaki aksime baktım. Gözlerimin için kan çanağına dönmüş, şişmişlerdi. Ellerimi bastırdım gözlerime ovaladım. Aynı zamanda banyodan da çıktım.

Hâlâ delicesine utanıyor olsam da odadan da çıktım. Ayaklarım geri geri gidiyordu ama bunu yapmadım, merdivenlere doğru yürüdüm ve merdivenlerin başında durdum. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve cesaretimi topladım. Aynı zamanda içimdeki tüm duyguları bastırdım.

"Sakin ol Mira, utanmak yok! Olan oldu bir kere! Utanıp kaçacak mısın?" Kendi kendime konuşarak kendime cesaret verdim, merdivenleri indim. O sırada Erdem'in sesini duydum, inemedim ve durdum.

"Kendine gel lan!" Bağırdı, şu an bağıranın Ateş olması gerekmiyor muydu? "Benim lan ben! Erdem!" Kaşlarımı çattım, niye bu kadar sinirliydi? Sinirli olanın da Ateş olması gerekiyordu.

"Değil senin olman, ben bu evde o kızla günlerce yalnız kalsam, karşımda çırılçıplak dursa dönüp gözümün ucuyla bakmam lan!" Gözlerimi sımsıkı kapattım, utancı yeniden iliklerime kadar hisettim, bunu bastırmak için ellerimi yumruk yaptım.

"Ben kardeşinin sevdiği kadına bakacak bir adam mıyım lan? Ağzından çıkanı kulağın duysun! Tamam eyvallah sinirlisin haklısın da ama kendine gel!" Erdem çok sinirliydi, Ateş onun bunları söylemesine neden olacak ne söyledi çok merak etmeye başladım.

"Ben öyle bir şey mi dedim lan şimdi? Nerenden anlıyorsun sen söylediklerimi?" Ateş de öfkeyle sordu, burada durmak yerine inmek istedim. O sırada Ateş konuşmaya devam etti.

"Kapı çalmayı öğren!" Ateş bunu söylerken merdivenleri indim, salona ulaştım. İkisinin de gözleri beni buldu. Ateş Erdem'i köşeye sıkıştırmış, yakasına yapışmıştı. Beni görünce bıraktı Erdem'in yakalarını ve bana dikkatle baktı. Fakat Erdem onun aksine bakamadı bana, gözlerini kaçırdı. Ben de Ateş'e bakmadım, ona baktım dikkatle ve gözünün altındaki morluğu fark ettim.

İyi bir yumruk yemiş olsa gerek.

"Yeter!" dedim, sessizliğe son verdim. "Kavga edip durmayın! Olan oldu işte, bu kadar derdimizin içinde bir de oturup bunun için mi kavga edeceğiz?" Kızdım, Erdem'in gözleri beni buldu.

"Kusura bakma, ben seni diğerleriyle beraber gittin zannetim. Bu yüzden o kadar rahat..." Sözünü kestim, devam etsin istemedim.

"Sorun yok, dediğim gibi olan oldu. Kapatalım konuyu, hepimiz unutalım. Şu saaten sonra bu konuyu açana bir tane de ben vururum!" dedim, konuya son vermek istedim.

"Şimdi..." Ben daha devam edemeden, salonun girişinde bir adam belirdi.

"Gelebilir miyim abi?" Bunu sorarken başı önündeydi, başını kaldırmıyordu.

"Gel," dedi Ateş, aldığı cevapla yerdeki başını kaldırıp bize baktı ve acele acele yanımıza geldi.

"Arabalar durdu abi, son on beş dakikadır hiçbir hareketlilik yok konumda. Bulundukları konumu araştırdım. 62 yaşında Halis Kalyon adındaki yaşlı bir adama ait çiftlik evi olduğunu öğrendim. Şu an oradalar." Adam bunları anlatırken aklımda dönüp duran tek bir şey vardı; ya bu bir oyunsa? Onlara bu şekilde kolayca ulaşmış olmamız mantıklı mıydı?

O kadar şey yaşadık ki artık her şeyden şüphe eder olmuştum.

"Sesi dinlediniz mi peki? Ne konuşuyorlar?" Ateş sordu, merakla adamın vereceği cevabı bekledim.

"Ben sadece konumla ilgilendim abi, onunla..." dedi, gözleri bahçe kapısında takılı kaldı, arkamı döndüm, iki adam gördüm. "...o arkadaşlar ilgilendi, senin çağırmanı bekliyorlar," dediğinde Ateş de bahçe kapısına döndü ve el işaretiyle adamları çağırdı. İkisi de eve girip yanımıza geldiler.

"Anlatın," dedi Ateş, bir tanesi hemen konuşmaya başladı.

"Abi eve girdiler, içeriden birisi aldınız mı diye sordu. Senin flash belleği verdiğin adam da aldık, patronun odasına götürüp masasına bırakın, sabah patron gelip ilgilenecek, ben de uyumaya gidiyorum dedi. Daha sonra ayak sesleri duyuldu, flash belleği muhtemelen odaya bırakıp çıktılar. Sonra da zaten sessizlik oldu, başka hiçbir şey duyamadık," deyip sustu adam, Ateş'in gözleri benimle Erdem'i buldu.

"Patron her kimse oraya gitmeden bizim orada olmamız lazım," dedi, Erdem hemen onu onayladı, Ateş adamlara döndü.

"Tedbir aldınız mı?" diye sordu, hiç konuşmayan adam konuşmaya başladı.

"Abi o işi de ben hallettim, her şey halloldu. Adamlar çoktan evin etrafını sardılar bile, evin bulunduğu ormanda şu an iki yüze aşkın adam var. Onların yanı sıra evi izleyen 30 sniper var, en ufak aksilikte evdekileri bir bir indiriler." Tahmin ettiğimden çok daha büyük tedbirler alınmış diye düşünürken adam konuşmaya devam etti.

"Çiftlik evinden kaçmak için havadan, denizden, karadan, ormandan her türlü kaçış yolunu bir bir araştırdık, bulduk. Toplam 8 nokta belirlendi, o 8 noktaya 30'ar adam gönderildi. Hepsi saklandı, bekliyorlar. Şimdilik kimseye müdahele etmiyorlar, müdahale için senden emir bekliyorlar. Emin ol abi en ufak bir yer bile kalmadı kaçacakları. Kaçmaya çalıştıkları her noktada adamlar karşılayacak onları. Zaten sniperlar evden dışarıya burunlarını çıkarmalarına bile izin vermezler." Adam öyle bir anlatıyordu ki bir harekete geçseler birkaç dakika içinde herkesi ele geçirebilecek gibiydiler.

"İstersen hepsini alıp getirelim abi," dedi adam, Ateş başını olumsuz anlamda salladı.

"Hayır, hiç kimse hiçbir şey yapmasın, herkes yerinde beklesin. O evde şu an o herifin adamları dışında hiç kimse yok. Bize, saldırırken ölecek olan birkaç adam ve hiçbir bok bilmeyen birkaç adam lazım değil, bize patron diye bahsettikleri adam lazım. Madem sabah gelecek demişler, saldırmak için sabahı bekleyeceğiz." Ateş'in söylediği şeye hak verdim, artık piyonlara değil doğrudan Şah'a ulaşmamız gerekiyordu. Ona da değilse vezire falan.

Bu oyunda artık piyonlar fazla önemsizleşmişti bizim için.

"Emredersin abi, müdahele için senin emrini bekleyeceğiz." Adam bunu söylerken Ateş hepsine çıkmalarını söyledi, onlar çıkarken de gözleri bizi buldu.

"Biz de gidiyoruz, hadi," dedi, Erdem telefonunu çıkardı.

"Bizimkilere haber veriyorum," diyerek evden çıktı, hâlâ yüzüne mahcup bir ifade vardı ve yüzüme bile bakamıyordu. O giderken Ateş'in onda olan bakışları beni buldu.

"Mira," deyip yanıma geldi, dudaklarını küçük bir dil hareketiyle yaladı, ne söyleyecek diye merakla ona bakarken yutkunduğunu fark ettim ve ne söyleyeceğini az çok anlamış oldum.

"Yukarıda olan şey..." Sustu, devam edemedi. Ben de bakamadım yüzüne, gözlerimi kaçırdım. Önemsiz bir şeydi demek istedim. Bir anlık olan bir şeydi, hataydı falan demek istiyor ve bu konuyu kapatmak istiyordum ama bunları demeye dilim varmadı, içimden gelmedi, ben de sustum. Bunları söyleyip onu bir yalana inandırmak istemedim.

Yukarıda olan şeyi istedim, hata da değildi ve ne yaptığımın farkındaydım.

"Senin için önemli miydi önemsiz miydi bilmiyorum ama..." Ve yine sustu, bakışlarım onu buldu, gözlerimin içine bakarak konuştu. "...benim için çok önemliydi," diye tamamladı cümlesini, kalbim rahatladı ve içimdeki sıkıntı yok oldu. Benim söylemek istediğim şeyleri o söyleyecek diye çok korkmuştum. Çünkü o sözleri hak ettiğimi biliyordum.

"Hep de önemli olacak, bunu bil," diye de ekledi, başımı sallamakla yetindim. Ne diyeceğimi bilemediğim için sustum. Zaten şu an o da çok iyi biliyordu konuşmayacağımı.

"Seni affetmeyeceğim." Yukarıda söylediği şeyi bir kez daha söyledi bana, boğazım düğüm düğüm olurken konuşmaya devam etti.

"Hem de hiçbir zaman affetmeyeceğim. Sırtıma sapladığın o bıçağın acısını hep kalbimde hissedeceğim. Fakat hiçbir zaman senden bunun için nefret de etmeyeceğim." Gözlerimi yere çevirdim, sustum karşısında yine. Kendimde konuşacak hakkı görmedim ve sustum.

"Sana daha önce de söyledim Mira, sana olan sevgim eskisi kadar çok değil. Ya da belki aramızdaki mesafe yüzünden böyle hissediyorum bilmiyorum ama bildiğim tek şey;..." deyip bana doğru bir adım daha attı, aramızdaki mesafeyi kapattı, gözlerimin içine baktı.

"Seni yeniden hayatımda istiyorum." Öylece kaldım karşısında. Elini kaldırdı, yüzüme dokundu. İşaret parmağı yanağımı okşarken devam etti konuşmaya.

"Her şeye rağmen seni hayatımda istiyorum, benimle olmanı istiyorum. Yanımda ol, benimle kal, eskisi gibi olalım istiyorum." Şaşkınlığım daha da arttı, ondan bunları duymayı beklemediğim için normaldi bu kadar şaşırmam.

"Sen ister kabul et bunu istersen etme. İster inan bu söylediklerime istersen inanma. Ben seni hâlâ seviyorum. O kadar seviyorum ki bu sevgiyi hak etmediğini bildiğim hâlde istiyorum seni hayatımda. O kadar seviyorum ki hatta bana gelmesi, bunları söylemesi gereken sen olduğun hâlde karşında durmuş ben sana söylüyorum bunları." Başımı kaldırıp da bakamadım yüzüne. Söylediklerine hak veriyorum ama yine de bunlar canımı yakıyor.

En çok da bu sevgiyi hak etmiyor oluşum ve bunu ikimizin de biliyor oluşu yakıyor canımı.

"Eğer yeniden başlamak istersen ben hazırım." İşte bu cümleyle birlikte kaldırdım yerdeki başımı, gözlerine baktım. "Hep de hazır olacağım, ben de istiyorum seni hayatımda dersen seni hayatıma yeniden alacağım. En fazla bir kez daha saplarsın zaten o bıçağı, daha kötüsü olmaz. Ben zaten buna alışkınım, canım çok yanmaz. Yanacak olsa da senin için bir kez daha denemeye değer." Gözlerim doldu, bu cümleler bana çok ağır geldi.

"Şimdi gidebiliriz," dedi, hiç beklemediğim bir anda konuyu kapattı, kapıya doğru yürüdü, evden çıktı.

O çıkarken elimi yüzüme bastırdım, derin bir nefes aldım. Söyledikleri kulaklarımda yankılanırken sıkıntıyla ofladım. Tüm yük benim omuzlarımdaydı şu an. Gidip ona sımsıkı sarılıp bundan sonra yine biziz demek de vardı önümdeki seçeneklerde artık olmaz deyip arkamı dönmek de.

Yukarıda olanları düşündüm, onun beni heyecanlandırışı, dokunuşları geldi aklıma. Olan biten her şeye rağmen o beni bu kadar heyecanlandırırken arkamı dönüp gitmek çok zor. En doğrusu bu olduğu hâlde çok zor hem de. Onu seviyorum gerçekten çok seviyorum ama geleceğimizi görüyorum, sonumuzu biliyorum. Her şey yine aynı olacak, bundan eminim. Bunu biliyorken de dönüp gidemem diyerek gidip ona sarılamam ki.

Önümde iki seçenek var ve ben ikisini de yapamam, yapmak istemiyorum.

"Mira!" Dışarıdan seslendi, gideceklerdi muhtemelen. Kendimi toparladım, hiçbir şey umurumda değilmiş gibi davrandım. Sanki az önce hiçbir şey konuşmamış gibi bir ifadeye büründüm, ben de evden çıktım.

Erdem ve Ateş'i bir arabanın yanında gördüm, yanlarına gittim. Erdem arabaya binerken Ateş elindekini bana uzattı.

"Giy hadi şunu." O da benim gibi hiçbir şey konuşmamışız gibi davranıyordu.

Gözlerimi eline çevirdim, elindeki çelik yeleği gördüm. Aldım elinden ve giydim. Arabada bıraktığım silahımı da aldım, belime taktım. Tam teçhizat hazırlandım. Onlar benden önce yapmıştı bunu. Tamamen hazır olunca arabanın arka kapısını açtım, bindim. Ateş de ön koltuğa bindi, Erdem hemen arabayı çalıştırdı ve evden uzaklaştık.

"Haber verdim bizimkilere, toplanıp gelecekler peşimizden," dedi Erdem ve sustu. Kimse başka bir şey demezken arabadan ürkütücü bir sessizlik oldu ve bu gerilmeme neden oldu. Bu kadar büyük sessizlikleri hiç sevmiyorum ve hiçbir zaman sevmeyeceğim. Fakat bunu bozmak için de söyleyecek hiçbir şey gelmiyor aklıma.

Şu an herkesin aklında Ateş'in odasında olan şey olduğunu çok iyi biliyorum.

Tüm yol sessiz geçti, kimse ağzını açıp da tek kelime etmedi. Sessizlik her geçen dakika büyürken ilk andaki gerginliğimden kurtulmuş ellerimi göğsümün altında birleştirmiş, başımı cama yaslamış yola bakıyor ve sabırla gideceğimiz yere ulaşmayı bekliyordum. Tabii aynı zamanda uykuyla da savaşıyor, uyumamak için direniyordum.

Sabaha karşı saat 5 gibi bir ormanın içinde durduk. Zorlukla araladığım gözlerimi ilerideki çiftlik evine çevirdim. Çok büyük, ihtişamlı bir evdi. Bahçesinde duran eli silahları adamları saymak güçtü ama yine de 50'yi aşkın adam olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Beklediğimizden daha kalabalık," dedi Erdem, o da gözlerini ilerideki eve dikmişti.

"Öyle ama biz bunların on katıyız şu an, bizimle baş etmeleri mümkün değil." Ateş kendinden emin bir şekilde bunu söylerken araya girdim.

"Patron gelecek demişler, tek başına gelecek hâli yok, kalabalık gelecektir." Ateş arkasını döndü, bana baktı.

"O da bir elli adamla gelse yine biz kalabalığız. Hiçbir şekilde baş edemezler bizimle." Haklıydı, her şeye rağmen biz daha kalabalık oluyorduk ama benim içime sinmeyen şeyler vardı hâlâ.

"Sizce de her şey olması gerektiğinden fazla yolunda değil mi?" Sordum, aynı anda ikisi de bana döndüler, tuhaf bakışlar attılar.

"Her şeyin bu kadar yolunda gitmesi normal değil bizim için. Ne bileyim bir şeyler olması gerekiyor gibi ama olmuyor." Kaşlarını çattı Ateş.

"Ne olmasını bekliyorsun?" Sordu, ona cevap verecekken Erdem önüne döndü, benim yerime cevap verdi.

"Kız haklı, o kadar şeyden sonra bu kadar yaklaşmış olmamız tuhaf geliyor. Doğrusu sadece ona değil, bana da tuhaf geliyor ve gelmeye devam edecek." Erdem beni anlarken Ateş de önüne döndü.

"Tuhaf olan hiçbir şey yok ortada, bu zamana kadar hep onlar saldırdı, biz kendimizi savunduk. Şimdi sıra biz de, biz saldıracağız ve kendilerini korumak zorunda kalacak olanlar onlar olacaklar." Kendine bu konuda çok güveniyor gibiydi ama bu söyledikleri bile içimi rahatlatmadı.

Kötü bir şey olacakmış gibi hissediyorum.

"Bu kez savunma yapmak yerine mantıklı bir hamle yaptık," dedi Erdem ve devam etti. "Bu zamana kadar öfkeyle hep yanlış yapıyorduk. Bu sefer mantıklı bir adım attık." Arkama yaslandım ve içimdeki kötü hissin yanlış olmasını umut ettim.

Arabanın içinde bir melodi sesi yankılandı, Ateş telefonunu cebinden çıkardı, gözüm ekrana takıldığında Savaş'ın ismini gördüm, aramaya yanıt verip kulağına götürdü.

"Geldiniz mi?" Sordu, gözlerim etrafta gezindi ama etrafta tek bir kişiyi bile göremedim. O kadar adam var denilmişti ama hiç kimse yok gibiydi. Bayağı iyi saklanıyorlardı ve bu iyi bir şeydi.

"Güzel, benden haber bekleyin," dedi Ateş ve telefonu kulağından indirdi, kendisi birini aradı. Her kimi aradıysa açmış olacak ki konuşmaya başladı.

"Sniperlar yerlerinde mi?" Sordu, gözlerim bir kez daha etrafta gezindi ama yok, hiç kimseyi göremedim. "Güzel, hazır beklesinler," dedi ve yine kapattı telefonu, bakışları bizi buldu, konuştu.

"Şu patron her kimse geldiği zaman hemen saldırıp alalım adamı."

"Aynen, oyalanmaya hiç gerek yok," dedim, daha önce hiç olmadığım kadar heyacanlı ve hiç olmadığım kadar gergindim. Bir de merak ettiğim küçük bir şey vardı ve sormadan edemeyecektim.

"Patron her kimse dedin," dediğimde Ateş'in bakışları yeniden beni buldu, devam ettim. "Sen kim olduğunu bilmiyor musun?" Tek kaşı kalktı, anlamsız bakışlar attı. Ben de bu bakışlara anlam veremedim, o flash belleğe bakmış olması gerekiyordu ve baktıysa şu an bizden daha fazla şey biliyordu.

"Flash belleğe bakmadın mı? Senin şu an bunu biliyor olman gerekiyor. Yani bilmiyor olsan bile bizden daha fazla şey biliyorsundur değil mi?" Önüne döndü, cevap vermedi. Erdem dikiz aynasından bana baktı, devam et der gibi baktığını fark edince Ateş'e baktım, devam ettim.

"Bir şey söylemeyecek misin? Bize de bir şeyler anlatman gerekmiyor mu sence de?" Sormaya devam ettim, iç geçirdi ama yine sessiz kaldı, tek kelime etmedi.

"Ateş?" dedim, konuşması için bir anda ve hızla bana dönünce istemsizce geri çekildim, konuştu.

"Hiçbir şey bilmiyorum," dedi, kaşlarımı çattım. Ne demekti şimdi bu? Ne demek hiçbir şey bilmiyorum?

"İzlemedim," diye ekledi, şaşkınca kaldım. İzlemedim mi?

"Ne demek izlemedim lan?" Erdem daha fazla dayanamadı, bunu söyledi. Ateş gayet rahat bir şekilde konuşmaya devam etti.

"Bulduk adamları, buraya geldik işte." Elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım, böyle bir şey yapmış olamazdı değil mi? Biz hiçbir şey öğrenmemek için mi o kadar zahmete girip de aldık o flash belleği? Hem ayrıca hiçbir şey izlememiş olsaydı odaya yanına girdiğimde o kadar kötü bir hâlde olur muydu ki? Olmazdı.

"Açıklaman bu mu yani?" diye sordu Erdem ve devam etti. "Bulduk adamları, buraya geldik. Başka bir şey demeyecek misin?"

"Demeyeceğim Erdem!" Ateş çıkıştı, başını diğer tarafa çevirdi, pencereden dışarıya baktı. Bu kadar umursamaz olması sinirimi bozdu.

"Ateş bu tamamen saçmalık! Biz o şeyi..." Devam edemedim çünkü ilerideki evin bahçesine giren arabaları gördüm. "Geldiler," dedim, ikisi de gözlerini eve çevirdi, az önceki konu kapanmış oldu.

Ateş arabanın torpido gözünü açtı, dürbün çıkardı ve gözlerine götürdü, ileriye baktı. O bakarken biz normal bir şekilde baktık ileriye ve görebildigimiz tek şey sadece arabalar oldu.

"Hiçbir şey göremiyorum," dedim, Erdem beni onaylarken Ateş konuştu.

"İnmediler zaten henüz arabadan." O bunu söylerken dikkatle ileriye bakmaya devam ettim. Tek bir anı bile kaçırmak istemiyordum. En çok da şu patron denilen adamı merak ediyorum. Kim ve amacı ne? İşte bu sorunun cevabını bugün öğreneceğiz.

O adamın buradan kaçması artık mümkün değil.

"Kapılar açıldı," diyen Ateş'i duyunca biraz daha öne doğru eğildim, gözlerimi kıstım, bu şekilde ileriye daha net görebiliyorken açılan kapılara dikkatle bakmaya devam ettim.

Toplam yedi araba vardı ve şu anda öndeki 3 tanesiyle arkadaki üç tanesinin kapıları açılmış, siyah takım giymiş adamlar arabadan iniyorlardı. Şu patron her kimse güvenliğine fazla önem veriyormuş. Onu öğrenmiş olmuştuk.

"Niye inmiyor lan bu?" Erdem isyan ederken kalabalık olan grubun içinden bir adam ortada kalan arabanın yanına gitti, kapısını açtı ve birisi indi arabadan. Bir tek ona odaklandım, dikkatle baktım ona ama arkası dönüktü, yüzünü görmek mümkün değildi.

"Yüzü görünmüyor." Ateş bunu söylerken adamı arkasından inceledim. Uzun boylu, iri yapılı, heybetli birisiydi. Ağır adımlarla adamların arasından geçip eve girdi. O girerken Ateş dürbünü indirdi.

"Kim lan bu adam? Karşımızda duruyor ama yüzünü bile göremedik!" Ateş söylenirken Erdem araya girdi.

"Birazdan onu da öğreniriz, sıkıntı yok," dedi ve belinden silahını çıkardı. "Başlayalım bu yüzden, en beklemedikleri an olur bu." Ona hak verirken Ateş birini aradı, birkaç saniye sonra da konuştu.

"Başlayın." Emir verdi, arabadan indi, ben de hemen indim. Belimden silahımı çıkardım, ben daha hemen girecek miyiz yoksa bizden önce girecekler mi diye düşünürken silahlar patlamaya başladı, telaşlandım.

Bahçedeki adamları bir bir yere düştü, hepsi bacağından vuruluyordu. Sniperlar başladı ilk önce diye düşünürken bahçedeki adamların çoğu yerdeydi artık. Beklediğimden daha sakin ilerliyordu her şey.

Bahçeden acı haykırışlar yükselirken sniperlar sıkmaya devam ettiler. "Birkaç dakikaya çoğu hallolmuş olur," dedi Ateş, o bu cümleyi kurarken bile onlarcası yere düştü, diğerleri de karşılık vermek istedi, silahlarına sarıldılar ama sniperlar onların tek bir kez bile sıkmalarına müsaade etmediler, hepsini bir bir düşürdüler yere.

Erdem ve Ateş de arabaya yaslanmış, ellerini göğüslerinde birleştirmiş, film izler gibi olan biteni izliyorlardı. Ta ki varlığından bile haberdar olmadığım telsizden bir ses gelene kadar.

"Sniperlar bildiriyor; görev başarıyla tamamlandı. 78 kişi etkisiz hâle getirildi, 13 tanesi eve kaçtı, etraf temiz, girebilirsiniz. Güvenliğiniz bizde olacak," dedi Telsizdeki adam ve Ateş harekete geçti.

"Giriyoruz," deyip eve doğru yürüdü, telaşlandım.

"Bir dakika!" Durdu, bana döndü.

"Bundan emin miyiz? Bu şekilde hemen gidecek miyiz yanlarına? Duymadın mı içeriye adamlar girdi denildi, muhtemelen saldıracaklar! Hemen teslim olmak gibi bir niyetleri olduğunu düşünmüyorum." İçimdeki sıkıntıyı oluşturan şimdilik bir tek buydu.

"Bir şey olmayacak, güven bana, hadi," deyip önüne döndü ve yürümeye devam etti, gitmek yerine durdum. Güven bana, tamam güveneyim de ama şu an ölüme yürüyormuş gibi gelirken de nasıl güveneyim ki?

Böyle düşündüğüm hâlde gittim peşinden. Biz daha çiftliğin arazisine girmeden evin önünden, arkasından, sağından ve solundan adamlar çıktı, etrafı sardılar, içeriye tedbirli bir şekilde girdiler. Biz çiftlik arazisine girdiğimizde de içeriden silah sesleri geldi, içeridekilerin de etkisiz hâle geldiğini anladım. Silahımdan tek bir kurşun bile çıkmadan eve kadar ulaştık ve içeriye girdik.

Ben saatlerce çatışma yaşanır falan zannediyordum ama kalabalık olmamız ve onları hiç beklemedikleri bir anda yakalamamız bizi bir adım değil birkaç adım öne atmıştı.

"Bu kadar kolay olacağını düşünmemiştim," dedim eve girip de salona geçerken. Gözlerim salonda gezindi, bizim gönderdiğimiz adamlar diğerlerini salonda diz çöktürmüş, başlarına silah dayamış, kalkmalarına engel oluyorlardı.

Gözlerim yerde diz çökmüş olan adamların arasında gezindi ama hiçbirinin tipi arkasını gördüğümüz adama benzemiyordu. Merdivenlerden gelen sesle hızla o tarafa döndüm, yine adamları gördüm.

"Üst kat boş abi," dedi adam, kaşlarımı çattım.

"Emin misin?" Sordum, adamın gözleri beni buldu.

"Eminim yenge," dediği an öylece kaldım karşısında.

Yenge mi?

O bana yenge mi dedi? Bu da nereden çıktı şimdi? Kendisine böyle bir şey söyle diyen mi oldu? Hem yenge ne ya? Yenge ne?

Gözlerimi Ateş'e çevirdim, şu kelime için bir şeyler söylemesini bekledim ama gördüğüm yüz ifadesi kaşlarımı biraz daha çatmama neden oldu. Çünkü dudaklarında minik de olsa bir tebessüm vardı, adamın söylediği şey bayağı hoşuna gitmiş gibiydi beyefendinin.

"Patronunuz nerede lan? Nereye saklandı?" Erdem yerde diz çökmüş adamlara sordu, hepsinin başları öndeydi, hiçbirinin başını kaldırıp da yüzümüze bakmaya niyeti yok gibiydi.

"Size bir soru sordum!" Erdem bu cümleyi bağırarak sorunca irkildim, bu da bağırınca fazlasıyla ürkütücü görünüyordu. "Patronunuz nerede?" Yine bağırarak sordu ama bu adamlar hiç de konuşacak gibi durmuyordu.

"Bu kat da boş abi." Arka koridordan çıkan adama baktım, yanımıza geldi. "Küçücük çekmecelere kadar baktık ama ev boş, adam yok." Gözlerimi kapattım, sıkıntıyla oflayıp elimi alnıma vurdum.

Bu kadar tedbirden sonra kaçması mümkün müydü?

"Kaçış yollarında bekleyen herkese haber verin." Gözlerim bunu diyen Erdem'i buldu, telefonla konuşuyordu. "Kaçmaya çalışıyor, kaçmasına izin vermeyin. Gerekirse kafasına sıkın, gebertin ama yine de kaçmasına izin vermeyin." Kaşlarımı çattım, kafasına mı sıkın? Tamam bu kaçmasından çok daha iyi bir seçenek olurdu ama yaşaması lazımdı, yaşasın ki her şeyin sebebini öğrenebilelim.

"Sniper 5 bildiriyor;" Telsizden gelen sesle hızla Erdem'in elindeki sese baktım, sniper konuşmaya devam etti. "Evden tek bir kişi bile çıkmadı. Görüş alanındaki herkesle konuştum. Tekrar ediyorum; evden tek bir kişi bile çıkmadı. O adam kaçmış olamaz, evde." Duyduğum şey yeniden heyecanlanmama neden olurken Ateş az önceki adamlara döndü.

"Her yere baktığınızdan emin misiniz?" Sordu, bana yenge diyen adam cevapladı.

"Her deliğe baktık abi," dedi adam, Ateş bana döndü.

"Ne diyorsun? Sence ne oluyor?" Omuz silktim.

"Bilmiyorum." Önüne döndü, gözlerimi önüme çevirdim. Her deliğe baktık demişti, durum böyleyken iri yarı bir adam nerede saklanıyor olabilir ki? Hem de bir evin içinde.

Gözlerimi adamlara çevirdim, biz dışarıdayken sniper on üç tanesi eve kaçtı demişti beş kişi de normalde evde olsaydı on sekiz kişi olması gerekiyordu. Tek tek saydım adamları, on iki kişi olduklarını fark ettim.

"Sniper eve on üç kişi kaçtı demişti, onlar eve girmeden önce de beş kişi var desek on sekiz adam yapar ama şu an burada on iki kişi var. Yani altı adam eksik. Bir de patron dedikleri kişi desek etti yedi kişi. Ki bu sadece bir varsayım, yani daha kalabalık olabilirler." Ateş ve Erdem dikkatle dinliyordu beni.

"Yani öyle herhangi bir yere saklanmış olamaz, bayağı kalabalık sekilde bir yerdeler. Bakmadığımız bir yer olmalı," diye devam ettim, yine bana yenge diyen adam konuştu.

"Yenge her deliğe baktık diyorum, bakmadığımız yer kalmadı." Hızla gözlerimi bunu diyen adama çevirdim, yenge demiş olmasına bu kez hiç takılmadan konuştum.

"O zaman delikte değiller, odalardan birinde oturuyorlar rahat rahat. Hatta belki şu an bizi duyuyor, görüyorlardır," dedim, Ateş'e döndüm, o benden önce davrandı, konuştu.

"Evde bir oda daha var," dedi, başımı salladım.

"Aynen öyle, muhtemelen odaların içinde bir oda daha var," deyip üst kata yöneldim. "Bir de biz bakalım şu odalara," derken telaşla çıktım üst kata, duyduğum ayak seslerinden peşimden geldiklerini anladım.

"Mira dur!" Ateş seslendi, üst kata ulaştım, koridorun başındaki odada durdum, Ateş yanıma ulaştı. "Sakin ol, bu saate kadar tedbirli olduk, yine tedbirli olacağız," dedi, başımı salladım.

"Tamam." Onayladım onu, belinden silahını çıkardı, odaya girdi. Oda tam da beklediğimiz gibi boştu. Peşimizden adamlar da girdi odaya. Gözlerim odanın içinde gezindi, tam karşıdaki dolabı gördüm.

"Arkasına bakalım," dedim, Ateş hemen o tarafa yöneldi. "Omzun yaralı Ateş!" Uyardım onu, gözleri beni buldu, adamlara döndüm. "Siz bakın." Adamlar hemen dediğimi yaptı, yanımıza geldiler ve dolabı çektiler, arkasındaki duvarı gördüm, kapı falan yoktu. Yine de duvara vurdum, kapı gibi bir şey mi diye kontrol ettim ama yok bayağı duvardı.

Bu odadan çıktık, yandakine girdik. Orada da bir şey bulamadık, onun yanındakine girdik. Bu şekilde birkaç odaya baktık ama hiçbirinde başka bir oda yoktu, hepsi normal odalardı.

"Bu son şansımız," dedi Ateş ve son odaya girdi, peşinden ben de daldım odaya, çalışma odası gibi bir yer olduğunu gördüm.

"İşte aradığımız yer burası olabilir," diyerek Ateş tam karşıdaki duvarı kaplayan kütüphaneye gitti. "Burasının bir yere açılması gerekiyor," diye ekledi, Erdem yanına gitti.

"Basit bir şekilde açılacağını hiç zannetmiyorum," dedi, kütüphaneye dokundu. Bir sağa bir sola itmeye, bir şekilde açmaya çalıştı ama olmadı.

"Zorlama boşuna, başka bir şekilde açılıyor olması lazım," diyen Ateş'e bakarak konuştum.

"Burası olduğundan emin miyiz peki?" Sordum, gözleri beni buldu.

"Umarım burasıdır Mira," deyip yeniden kütüphaneye döndü, onların da emin olmadığını anlamış oldum.

"Umarım." Söylediği şeyi tekrar ettim, Erdem kitapları incelemeye başladı.

"Belki de burada bir düğme falan vardır." Erdem kendi kendine konuşurken Ateş arkamızdan odaya giren adamlardan birine döndü.

"Aşağıdakilerden birini alın getirin buraya." Adam hemen aldığı emri yerine getirmek için odadan çıkarken Erdem hâlâ kitapları incelemeye devam ediyordu.

"Hiçbir şey yok lan burada!" Söylenirken sinirle vurdu kitaplara, geri çekildi.

"Buradan bir şey çıkmayacak," dedi Erdem, Ateş'e baktım, onun da aynı şeyi düşündüğünü fark ettim. O sırada odaya bir adamı getirdiler, Ateş ağır adımlarla adamın yanına gidip karşısında durdu.

"Biz çok uğraştık buraya gelmek için, geldikten sonra sizi avlamak için de çok uğraştık ama şimdi elimizde üç beş adam dışında hiçbir şey yok. Sen de o adamlardan birisin," dedi, bunu derken ellerini cebine koydu, kalçasını masaya yasladı.

"Bu yüzden de benim sinirim çok bozuk. Sinirimi bozuk olunca da gözüm döner. Hiç sevmem bak bu huyumu, hatta nefret ederim ama ne yapayım huylu huyundan vazgeçmiyor işte." Adamla gayet sakin bir şekilde konuşuyordu.

"Ve benim şu an gözüm dönmek üzere, her an her şeyi yapabilirim. Sizin parayla tutulmuş adamlar olduğunuzu çok iyi biliyorum. Bu işlerle ilginizin olmadığını da biliyorum ama zerre umurumda değil bunlar." Tüm bunları söylerken onu daha önce hiç görmediğim kadar rahattı.

"Benim gözüm dönerse suçlu suçsuz demem, burada çalışan sıradan birisi demem, acımam, umursamam ve senin kafana sıkarım. Bir dakika bile tereddüt etmem. Bundan emin olabilirsin ama biliyor musun bunu yapmayı hiç istemiyorum. Bence sen buna izin verme o adam bu evde nereye saklandı bana onu söyle ve kurtul." Ateş önce tehdit etti sonra da sakince sordu. Fakat adamın yaptığı tek şey başını önüne eğmek ve susmak oldu.

"Bak dışarıda sayamayacağın kadar çok adamım var, o adamların hepsinin bana söylediği tek bir şey var; bu evden hiç kimsenin çıkmadığı! Bu herif kuş olup uçmayacağına göre bu evde bir yerlerde saklanıyor ve sen de o saklanırken bu evin içinde olduğun için nerede olduğunu çok iyi biliyorsun. Bu yüzden bana sakın bilmiyorum deme. Çünkü ağzından o kelime çıktığı an benim gözüm döner ve gözüm dönünce neler olacağını az önce öğrendin." Ateş adamı konuşturmak için konuşmaya devam etti ama fark ettiğim kadarıyla adamın konuşmaya hiç niyeti yoktu.

"Bak kardeşim," dedi Erdem ve adamın omuzuna elini koydu. "Biz o adamın bu evin içinde olduğunu biliyoruz. Bunu bilirken de burada değilmiş deyip arkamızı dönüp gidecek hâlimiz yok. Gerekirse bu evi yerinden sökeriz, sizin başınıza yıkarız ve yine de o adamı buluruz. Yani anlayacağın bizim vaktimiz çok ama biz vaktini boşa harcamayı seven insanlar değiliz." Erdem de tıpkı Ateş gibi sakin sakin konuşuyordu, o bunları söyledikten sonra konuşmaya devralan Ateş oldu.

"Aynen öyle, benim vaktim kıymetli. Tek bir dakikaya bile önem veririm bu hayatta. Bu yüzden tüm o angarya işlere girmeyi hiç istemiyorum. İstemediğim bir şeyi de sırf sen konuşmuyorsun diye yapmak zorunda kalırsam bu senin için hiç iyi olmaz. Bahçedeki yaralı olan ya da aşağıda diz çökmüş olan adamlardan herhangi birisi bunu zaten söyleyecektir kendini kurtarmak için bize. Bu sen ol, sen ol ki kafana sıkıp diğerlerine sormak zorunda kalmayayım. Benden söylemesi eğer susarsan bok yoluna ölmüş olacaksın. Bir başkası da kendini kurtarmak için konuşmuş olacak." Ateş ikna edici bir şekilde konuşmaya devam ederken Erdem araya girdi.

"Ama bence sen akıllı adamsın, tüm bunlara gerek kalmayacak gibi. Çünkü sen konuşacaksın, biz o herifin yerini öğreneceğiz, istediğimiz şeyi öğrendiğimiz için sorgu sırası diğerlerine gelmeyecek, onlar da susmak gibi bir hataya düşmeyecekler, ne senin ne de bir başkasının canı yanmamış olacak. Fakat sen susarsan domino taşı gibi herkes arkandan bir bir ölecek. Ta ki aranızda sıra en akıllısına gelip de konuşana kadar," dedi ve Erdem sustu, Ateş de başka bir şey demedi, sonuna kadar dikkatle dinleyen adama ben de dikkatle baktım, sanki biraz ikna olmuş gibiydi.

"Hadi dinliyoruz seni, o piç hangi deliğe girdi?" Ateş sordu, adam yerdeki başını kaldırdı, hepimize tek tek baktı ama tek kelime etmedi.

"Anlaşıldı ,senin konuşmaya niyetin yok," dedi Ateş ve ellerini göğsünde birleştirdi, arkasına yaslandı.

"Alın bunu, bahçeye çıkarıp sıkın kafasına, aşağıdan bana başka birini getirin." Adamdan önce ben telaşlandım, kafasına sıkmak mı? Bunu yapmaz değil mi? Tam bu konuda bir şeyler söyleyecekken Ateş bunu hissetmiş gibi bana baktı, uyarıcı bir bakış attı ve susmam gerektiğini anladım ama böyle bir durumda nasıl susayım ki? Yine de son ana kadar beklemek istedim, belki bu da bir oyundur diye düşündüm, sabırla bekledim.

"Emredersin abi," dedi konuşmayan adamı buraya getiren adam ve adamın kolundan tuttu, çekiştirdi onu.

"Bırak lan beni! Bırak!" Adam çıkmamak için direnirken diğer kolundan da başka bir adam tuttu, onu çekiştirmeye devam ettiler. Ta ki "Tamam durun! Durun konuşacağım!" diyene kadar. Bunu söylediğinde Ateş adamlara durmalarını söyledi.

"Gel buraya," dedi adama, adam yanımıza geldi, Ateş'in karşısında durdu. "Konuş!" Emir verdi Ateş, merakla adamın konuşmasını bekledim.

"Çok yanlış yerdesiniz, üst katta değiller." Kaşlarımı çattım, devam etti. "Yanlış düşündünüz, başka bir oda yok," dedi, şaşırdım. Başka bir oda yok mu? Nerede o zaman bu adam?

"Başka bir ev var," dediği an şaşkınlığım daha da arttı.

Başka bir ev mi?

"Başka ev mi?" Ateş aklımdan geçirdiğim soruyu sorarken adam başını salladı.

"Aynen öyle, başka bir ev. Salondaki komodinin altındaki dolabın içinden geçin, merdiven var orada. Oradan yerin altına ineceksiniz, yerin altında da yeni bir ev var. Günlerce kalabilecekleri kadar konforlu, korunaklı ve fazlasıyla güvenli bir yer. Çıkmak için sizin gitmenizi bekliyorlar," dedi, Erdem hemen kapıya yöneldi. Hemen ardından da Ateş odadan çıktı ama ben durdum, aklıma küçük bir şey takıldı ve içimdeki o sıkıntı daha da büyüdü.

Durarak zaman kaybetmek yerine telaşla peşlerinden gittim, merdivenlerde ikisini de yakaladım, önlerinde durdum. "Çekilsene kızım önümden!" diyen Erdem'e baktım.

"Farkında değil misiniz tuzağa düşüyorsunuz!" dedim, ikisinin de kaşları çatıldı, devam ettim. "Sizce böyle bir yere saklanmış olan adam adamların konuşacağını tahmin edemez mi? Tabii ki eder! Bu yüzden de hepsini alır beraber saklanırdı ya da hepsinin kafasına sıkar yerini söylemelerine engel olurdu!" Birbirlerine baktılar, hiçbir şey demediler.

"Tamam belki yerin altındadırlar, doğrudur ama oraya elimizi kolumuzu sallayarak girebileceğimizi hiç zannetmiyorum! Nereden biliyorsunuz çekmeceyi açtığımız an patlamayacağımızı?" Söylediklerim mantıklı gelmiş olacak ki ikisi de merdivenin başında durmaya devam ettiler, hareket etmediler.

"Ne yapacağız?" diye sordu Erdem, o sırada bizimkiler de yanımıza geldiler, durumu onlara kısa bir şekilde özet geçtim, bana hak verdiler.

"Lan adamların evine girdik ama yanlarına gidemiyoruz! Sikerim ben böyle işi!" deyip Erdem öfkeyle duvara vurdu.

"Sakin ol Erdem," dedi Cansu ve devam etti. "Sonuçta yerin altındalar ve biz de bunu biliyoruz. Bir şekilde yanlarına ulaşacağız ya da onlar çıkacaklar! Köşeye sıkıştılar sonuç olarak." Cansu'ya hak verdim.

Köşeye sıkıştılar nasıl olsa ve bir şekilde gireceğiz yanlarına, artık kaçmaları mümkün değil.

"Aşağıya inelim," dedi Ateş ve ilk inen kendisi oldu, daha sonra ben ve diğerleri de peşinden indik. Salona ulaştığımızda "Bunları kapatın bir odaya, ellerini ayaklarını bağlayın!" diye emir verdi, diz çöken adamları gösterdi.

Hemen istediği olup da adamlar giderken salonda yalnız kaldık, gözlerimi komodinin dolabına çevirdim. Görmek istediğimiz adam o dolabın içindeki merdivenlerin sonunda ama başımıza ne geleceğini bilmediğimiz için açamıyoruz.

"Bomba imha uzmanı bulalım," dedi Doğan, Savaş hemen araya girdi.

"Bizi bekleyenin bomba olduğundan emin değiliz ama. Bu bir tahmin sadece, başka bir tuzak da olabilir." Söylediği şeye hak verdim, başka bir şey de olabilirdi.

"Bombadan başka ne olabilir ki? Ne yapabilirler en fazla?" Erdem sordu, fakat kimse bu sorunun cevabını bilmediğinden kimse ona cevap veremedi.

"Burada durup böyle konuşmaya devam mı edeceğiz? Bu benim sinirimi bozuyor! Adamlar bastığımız yerin altındalar ve biz yanlarına gidemiyoruz!" Doğan da isyan etmeye başlarken sıkıntıyla ofladım, kimsenin ne yapacağımıza dair en ufak bir fikri yok diye içimden geçirirken aramızda oluşan sessizliği Ateş'in çalmaya başlayan telefonu bozdu, telefonu cebinden çıkardı, ekrana bakıp kaşlarını çattı ve konuştu.

"Yabancı numara," deyip hemen aramaya yanıt verdi, sesi de dışarıya verdi. Bugün karşımıza çıkıp sahte flash belleği alan adamın sesini duydum.

"Ben Yarasa." Kendini tanıtırken yüzümde anlamsız bir ifade oluştu, yarasa mı? "Patrondan size mesaj var, size bunları söylememi istedi;..." Başımı telefondan kaldırdım, bizimkilere baktım, hepsi benim gini anlamsız bakışlar atıyorlardı.

"Bu kez sen kazandın Ateş Demirkan, inime kadar girmeyi başardın. Fakat benim kaybetmeye hiç niyetim yok." Yüzümde alaylı bir ifade oluştu.

O çoktan kaybetti bile.

"O patronuna söyle o çoktan kaybetti, birazdan tanışmak için yanınıza geleceğim." Ateş tam da beklediğim cevabı verirken kendisine Yarasa diyen adam konuşmaya devam etti.

"O dolabın kapağını açtığınız an havaya uçarsınız. Hadi diyelim ki ondan bir şekilde kurtuldunuz, buraya gelmek için attığınız her adımda yeni bir patlama olacak. Bundan kurtulmanız mümkün bile değil." Tam da tahmin ettiğimiz gibi bombayla tehdit ediyorlardı.

"İşin sizin için kötü olan yanı ne biliyor musunuz? O patlamalar bizim kontrolümüzde olacak. Bizden birisi değil, sizden birisi geçtiği zaman havaya uçacaksınız ya da imha etmeye çalışırken." İşte bu hiç iyi olmamıştı.

"Ya da hadi diyelim bulunduğumuz çelikten odaya bir şekilde ulaştınız. Siz daha bu odanın kapısını açamadan tüm ev havaya uçacak, birkaç saniye içinde yok olacak. Siz de biz de içindeyken paramparça olacak. Çünkü şu an içinde bulunduğunuz evin temelinde tam üç yüz kilo patlayıcı var. Bu ev bir gün sizin bizi bulma ihtimalinize karşı inşa edildi. Anlayacağınız biz buradan sağlam çıkamazsak siz de çıkamayacaksınız." Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım.

Şu anda her an patlayabilecek olan üç yüz kilo patlayıcının bulunduğu bir evin içinde olduğuma inanamıyorum.

"Ben buradan çıkar giderim, ormanın içinde beklerim, kendimi de ailem gibi olan arkadaşlarımı da adamlarımı da bu şekilde korurum. Fakat siz ne yapacaksınız? Hepiniz hayatınızın sonuna kadar orada mı kalacaksınız? Elbet çıkacaksınız, çıktığınızda da ben ormanda bekliyor olacağım." Dudaklarım yana kıvrıldı, ben olsam ben de tam olarak bunu söylerdim.

Yarasa Ateş'in bu söylediklerine karşı hiçbir şey diyemezken muhtemelen şu anda sesini duymamızı istemeyen ve herkesin patron diye hitap ettiği kişi ona neler söylemesi gerektiğini söylüyordu.

Kendini bu kadar saklayan patron kim artık delicesine merak ediyorum.

"Patron diyor ki;..." diye konuya girdi Yarasa yine ve devam etti. "Bu riski hiçbir zaman göze almayacağım, şu an sizi buradan görebiliyoruz. Eğer olur da dediğinizi yapmak için evden çıkmaya çalışırsanız tek biriniz bile daha evden dışarıya bir adım atamamışken hepimiz burada patlayacağız." Bu söylenilen beni telaşlandırdı.

"Bu evden çıkarsanız biz çıkana kadar geri dönmeyeceğinizi çok iyi biliyoruz. Sizin buradan çıkmanız demek bizim dışarıdaki ölümümüz demek. Bu yüzden çıkmak istediğiniz ilk an ölüme giden bir tek biz olmayacağız, siz de olacaksınız." Gözlerimi kapattım, ellerimi yumruk yaptım ve elimden geldiği kadar sakin kalmaya çalıştım.

Ah ne güzel! Yanlarına gidemediğimiz gibi evden de çıkamıyoruz artık!

"Boşuna çırpınıyorsunuz! Köşeye sıkışan sizsiniz! Ölümü bu kadar çabuk kabulleneceğinizi hiç zannetmiyorum," dedi Ateş ama şu an çok iyi biliyorum ki bu evden elimizi kolumuzu sallayarak çıkamayacağız, aslında bunu o da çok iyi biliyor.

Onları köşeyi sıkıştırdık ama biz de köşeye sıkıştık.

"O zaman deneyin ve görün. Tekrar ediyorum ki uutma Ateş Demirkan; sizin bu evden çıkmanız bizim dışarıdaki ölümümüz demektir. Ölümü her iki şekilde de kabul etmemiz gerekiyor yani. Biz de ölüme giden yolda yanımıza sizi almaktan hiç çekinmeyiz." Sinirim arşa çıktı ama yine de kendime engel olup kendimi sakinleştirebildim.

Lanet olsun ki haklıydılar!

"Peki planınız ne? Ne yapmayı düşünüyorsunuz?" Ve bunu soran Ateş bizim de köşeye sıkıştığımızı kabul etmiş oldu.

"Patron anlaşma teklif ediyor." Kaşlarımı çattım, anlaşma mı? Bir bu eksikti!

"Ne anlaşması?" Bunu soran Erdem olurken Yarasa ona cevap verdi.

"Biz bu evden sağ salim çıkıp gideceğiz ve bu evden sizden önce çıkacağız. Ne içerde siz ne dışarıda adamlarınız hiçbir şey yapmayacaklar. Çünkü bunu fark ettiğimiz an evi yine patlatırız. Biz çıkıp gittikten sonra siz de hiçbir şey olmadan çıkacaksınız." Sinirle güldüm, elimi alnıma vurdum.

Bu adamların buradan ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmelerine izin mi vereceğiz?

"Nereden bilebilirim siz çıkıp gittikten sonra burayı biz içindeyken patlatmayacağınızı?" Ateş haklı olarak bunu sordu.

"Aslında çok basit; biz sizin ölmenizi istemiyoruz. Çünkü bunu isteseydik çok daha önceden yapardık. Buraya kadar gelmiş olmanız patronu öfkelendirmedi. Aksine savaş kızıştığı için çok mutlu ve buraya kadar gelmişken eliniz boş dönecek olmanız, bizi kendi ellerinizle bırakacak olmanız onun keyfini yerine getiriyor. Bugün biz buradan çıktıktan sonra hepiniz bir kez daha onun gücünün farkına varmış olacaksınız." Sinirle yanında durduğum koltuğa vurdum, Ateş'in bir anlığına gözleri beni bulurken bizi çok zor bir karara sürükleyecek olan o son soru da geldi.

"Şimdi verin kararınızı; hep beraber yaşayalım ve savaş devam mı etsin? Hep beraber ölelim ve her şey artık son mu bulsun?"

***

Selammmm, nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

Sizce o evden nasıl kurtulacaklar?

Onları kendi elleriyle serbest bırakırlar mı dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

SİZİ ÇOK SEVİYORUM.♡

Loading...
0%