Yeni Üyelik
65.
Bölüm

64.BÖLÜM "KAZANMA HAZZI"

@gizzemasllan

Selam suç ortaklarım ✨

Bölüme başlamadan önce yıldızı parlatırsanız çok sevineceğim.💫

Buraya ben de sizin için kalp ve yıldız bırakıyorum.⭐♡ Sizinkileri de bekliyorum.❥

Keyifli okumalar <3

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

***

64. BÖLÜM "KAZANMA HAZZI"

Başımı ellerimin arasına almış otururken beklediğim tek şey geri sayımın 1'e düşmesi ve buradan alelacele çıkmamızdı. Zihnimin içinden başka bir şey geçirmemeye özen gösteriyor, başka bir şey düşünmemek için kendimle büyük bir savaşa giriyordum.

Çünkü düşünürsem adamların buradan ellerini kollarını sallayarak gitmiş olduklarının gerçeği yüzüme bir tokat misali çarpacak, öfkeden deliye dönecek, mantıksız davranmaya başlayacaktım.

"Hiçbir şey yapamadık," dedi Cansu, başımı kaldırıp da onlara bakmak istemedim. Kimsenin yüzündeki öfkeli ifadeyi görmeye tahammüllüm yoktu çünkü. Aslında artık hiçbir şeye tahammüllüm yoktu. En ufak bir şey bile beni delirtebilirdi. Hatta belki delirtmiş bile olabilirdi.

"Başka şansımız yoktu," diyerek Savaş da bir başka gerçeği söyledi. Doğru, başka şansımız yoktu. Yapacağımız tek bir şey vardı ve bu bizi öfkeden delirtecek, sinirlerimizi alt üst edecek olsa da yapmak zorundaydık, yaptık da.

"Ben hâlâ Erdem'in yaptığı şeydeyim, nasıl olur da kendini bu kadar kaybeder?" Diye sordu Doğan, işte o an başımı kaldırıp ona baktım. Erdem onun abisiydi ve onun arkasında durması gerektiği hâlde onun hatalı olduğunu kabul ediyordu.

"İyi değildi, bir şeyler vardı onda. Tuhaf bir şeyler, Erdem'in böyle davranmayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz." Doğan konuşmaya devam ederken bakışlarımı ileride, camdan duvarın önünde duran Ateş'e çevirdim.

Ellerini arkasında birleştirmiş, kaşlarını çatmış ve dışarıya bakıyor, çıkma zamanının gelmesini bekliyordu. Canı sıkkın, gergin ve olabildiğince stresliydi ama bunu sadece görüntüsüyle belli ediyor, ağzını açıp tek kelime etmiyor, şikayet etmiyor, öfkesini dile getirmiyordu.

"Ateş?" dedi Doğan ve onun yanına gitti. "İyi misin?" Sordu, Ateş cevap vermek yerine sadece başını aşağı yukarı salladı.

"Kardeşim sen en doğrusunu yaptın, bakma Erdem'in dediklerine. Biz senin arkandayız, o da hatasını anlayacak yakında. Bilirsin Erdem'in sinirini, saman alevi gibidir. Bir anda parlar hemen de söner." Doğan Ateş'in moralini düzeltmeye çalışırken gözlerimi orta sehpanın üzerindeki telefona çevirdim ve tam da o an geri sayımın bir dakikaya düştüğünü gördüm, telaşla ayağa kalktım.

"Çıkıyoruz," dediğim an sayımı takip etme görevinin bende olduğunu bildiklerinden bunu hiç sorgulamadılar, öfkelerini de aralarındaki konuşmayı da boş verip telaşla kapıya doğru yürüdüler.

Hızla çıktık evden ve uzaklaştık. Bahçeye çıktıktan sonra adamlarla birlikte koşarak gidebileceğimiz kadar uzağa gittik. Biz daha arabalara uzaklaşamadan belki de kilometrelerce uzaktan duyulacak kadar büyük bir gürültü koptu. Ağzımdan istemsizce küçük hir çığlık kaçarken ellerimi kulaklarıma bastırdım, yanından geçtiğim arabanın yanına diz çöküp köşeye sindim ve gözlerimi kapattım.

İlk patlamanın ardından aynı şiddete olmasa da birkaç patlama daha gerçekleşti. Gözlerimi açmadım, etrafa bakmak istemedim ama neler olduğunu duydum. Adamların bağırışını, patlayan evden fırlayan taşların, parçaların yere düşüşünü ve diğer her şeyi bir bir duydum.

Burnuma yoğun bir toz kokusu geldi, bu yüzden birkaç kez hapşırdım ve solumak zorunda kaldığım o koku yüzünden öksürmeye başladım. Patlamalar bittiği için ellerimi kulaklarımdan indirip ağzıma ve burnuma bastırdım, yoğun tozdan kendimi bu şekilde bir nebze olsun korumaya çalıştım.

Gözlerimi açtım, soluduğum o toz gözlerimle temas edince gözyaşlarım akmaya başladı. Buna rağmen kapatmadım, görmek istedim. Tabii toz dumanının içinde herhangi bir şey görünürse.

Başımı çevirip az önce içinde olduğumuz eve baktım, geriye moloz yığınlarının oluşturduğu bir enkaz kaldığını gördüm ve Ateş'in bir kez daha doğru bir karar aldığından emin oldum. Yanlış bir karar almış olsaydı biz şu an o evin içinde olacaktık.

Dakikalar geçti aradan, toz bulutu dağıldı ve ortalık sakinleşip duruldu. Arabanın yanından kalkıp etrafa bakındım. Herkes büyük bir şaşkınlıkla patlayan eve bakıyor ve bir yandan Ateş'in onların çıkıp gitmelerine nasıl izin verdiğini konuşuyorlardı. Bazıları da bunu çoktan sorgulamayı bırakmış, mantıklı bir şeyler duyabilmek ümidiyle merakla bize bakıyorlardı.

"Bu kadarmış," dedi Cansu ve sıkıntıyla ofladı. "Şimdi yeniden onları aramaya başlamak zorundayız," diye ekledi, bunların zaten herkes farkındaydı. Fakat bir başka ağızdan duymak, gerçeği yüzümüze bir başkasının çarpması daha da can sıkıcı oluyordu.

"Ben bir Erdem'i arayayım," dedi Doğan, cebinden telefonu çıkardı. O sırada göz ucuyla Ateş'e baktı, onun bir şeyler demesini bekler gibiydi.

Gözlerimi Ateş'e çevirdim, patlayan eve bakıyordu hâlâ. Yanına gittim, en doğrusunu yaptığımı söyleyip onu rahatlamak istedim ama ben daha yanına ulaşamadan yüzünde tuhaf bir ifade oluştu, birkaç adım uzağında durdum. Öfkesi geçmişti, patlayan eve öfkeyle değil de keyifle bakıyordu. Siniri falan mı bozulmuştu bunun?

"Abi?" Duyduğum sesle hızla arkamı döndüm, yanımıza gelen bir adamı gördüm. Telaşla Ateş'in yanına gitti. "Bir sorunumuz var," dediği an sıkıntıyla ofladım, şimdi bir de yeni bir sorun eksikti! O da o oldu tam olduk!

"Ne sorunu?" Ateş'in sesi de sabır dilercesine çıkarken adam konuşmaya devam etti.

"Sniper 5 yok." Kaşlarımı çattım, ne demekti şimdi bu?

"Çatışma falan çıkmadı ki, kaçmış ya da vurulmuş olsun." Cansu bunu söylerken yanımıza geldi.

"Çıkar bir yerden." Ateş'in verdiği tek tepki bu oldu.

"Abi her yere baktık, sen iş bittikten sonra aynı yerde bekleyin dedin. Toplanırken bulamadık ve arıyoruz ama hiçbir yerde yok, adam resmen yok oldu." Ateş adama döndü.

"Anladım, çıkar bir yerden dediysem çıkar bir yerden, boş verin siz onu." Tek kaşımı kaldırdım, şu sniper 5 fazlasıyla meraklanmama neden oluyordu. Kimdi bu adam? Sıradan birisi olmadığı çok belliydi. Yoksa telsizde "Lan," diye konuşmazdı, aralarındaki ilişkinin patron- çalışan ilişkisinden çok daha ötede olması gerekiyor ama eğer öyle bir şey olsaydı da Ateş bu kadar umursamaz olmazdı. Özellikle de adamın kaybına tepkisi "Çıkar bir yerden." hiç olmazdı. Hiç değilse küçük de olsa bir endişe belirtisi gösterirdi.

"Sen bilirsin abi," dedi adam ve uzaklaştı yanımızdan, araya girdim.

"Gerçekten çıkar bir yerden deyip umursamayacak mısın?" diye sordum, sessiz kalmaya daha fazla dayanamadım, Ateş'in bakışları beni buldu.

"Evet, çünkü çıkar bir yerden," diye yineledi, düşüneceğim çok başka bir şey olduğundan bunun üzerine gitmek istemedim. Vardır elbet bir bildiği diye içimden geçirdim, konuyu kendimce kapattım.

"Burada durmanın bir anlamı yok, gidelim artık," dedi Savaş, ona baktım. Onun da canı sıkkındı ama tıpkı Ateş gibi yorum yapmamayı tercih ediyordu.

"Gidelim," diyerek Cansu onayladı onu, hepimiz arabalara doğru yönelirken gözlerim Ateş'deydi. Hâlâ yüzünde var olan keyifli ifadeye anlam veremiyordum. Şu an böyle olmaması gerekiyordu. Tamam adamın yüzünü görmüş olmamız bizim için bir artıydı ama yine de sonuç olarak adamları elimizden kaçırmıştık.

Arabaya doğru yürürken Ateş'in telefonu çaldı, herkes bir anda durdu. Hemen yanına gittim, adamlar arıyor zannettim. Merakla ona bakarken telefonu çıkardı, gözlerim hemen ekranı buldu ve görmeyi beklemediğim ismi gördüm, Erdem arıyordu onu. Hem de görüntülü arıyordu.

Şaşırdım, başımı ekrandan kaldırdım, ona baktım. Benim aksime hiç şaşırmış gibi durmuyordu. "Erdem arıyor." Cansu şaşkınca bunu söylerken Ateş aramaya yanıt verdi, telefonu yüzünün karşısında tuttu, yanına geçip ekrana baktım. Erdem'i gördüm ve yüzündeki ifadeden fazla keyifli olduğunu gördüm.

"Kardeşim," dedi Erdem Ateş'e, şaşkınlığım daha da arttı. Ateş'e baktım, çok rahattı, şaşkın falan da değildi.

"Söyle kardeşim," diyen Ateş benimle birlikte diğer herkesi de bozguna uğrattı.

Kardeşim mi?

"Ben şimdi temiz havaya çıkınca biraz oturdum, düşündüm ve sana hak verdim." Erdem'in söylediği şeylerle kaşlarımı çattım, bunlara ne oluyor Allah aşkına?

"Sana biraz sert çıkmışım ben," diye devam etti Erdem.

"Olur öyle şeyler, takma kafana," dedi Ateş, ne olduğunu, neden böyle olduğunu düşünmek yerine sadece bekledim. Düşünmek sinirimi bozuyordu artık.

"Olmaz olmaz, hata yaptım ben." Erdem bunu söylerken diğerleri de benim gibi olayı şaşkınca izliyorlardı.

"Ne oluyor bunlara?" Savaş yüzündeki şaşkın ifadeyi destekler nitelikte çıkan sesiyle bunu sorarken ben sadece neler olacağını beklemeye devam ettim.

"Benim bu hatayı telafi etmem gerekiyordu. Yoldayken aklım başıma geldi, döneyim sorunu halledeyim dedim ama sonra kendi kendime bir şey daha dedim. Erdem oğlum sen terbiyeli adamsın, barışmak için elin boş gitmezsin dedim. Ne götürsem ne götürsem diye düşünürken şunlara karşılaştım," dedi, telefonu biraz çevirdi ve gördüklerimle gözlerim iri iri oldu.

Yanımızdan rahatça çıkıp giden adamlar yanındaydı şu an.

"Paketledim hepsini, seni bekliyoruz. Gel hadi sarılıp barışalım," dedi ve bir anda güçlü bir kahkaha attı, başını adamlara çevirdi.

"Oğlum hediyesiniz lan siz! Böyle somurtmak olur mu? Gülün biraz, el falan sallayın. Rezil etmeyin beni!" Sesi alay dolu çıkıyordu.

"Siz eve geçin ben geliyorum," dedi Ateş, dudaklarım yana kıvrıldı, keyfim yerine geldi.

"Geçiyoruz kardeşim, acele edin." Erdem bunu söylerken arkadan başka bir ses geldi.

"Oğlum uzun zamandır adam dövmüyordum lan ben, yemin ederim aşırı mutluyum şu an. Hangisinden başlayayım önce? En iyisi klasik yöntemi denemek." Bu sesin kime ait olduğunu merak ederken Erdem telefonu kapattı, Ateş'in gözleri hepimizin üzerinde gezindikten sonra konuştu.

"Kavga etmedik, oyundu," dedi, tek kaşımı kaldırdım. Tek kelime etmeden böyle bir oyunu nasıl kurmuşlardı?

"Adamlar bizi dinlerken size anlatamazdık, ayrıca tepkilerinizin gerçekçi olması gerekiyordu." O açıklama yaparken hiçbirimiz ağzımızı açıp da tek kelime edemedik.

"Erdem'in evden çıkması gerekiyordu bir şekilde, bunu da ancak bu şekilde yapabilirdik. Adamlar da hemen peşlerinden çıkacakları ve o telaşla bunu sorun etmeyecekleri için oyuna getirdik. O kargaşada kimse Erdem'in gidişini umursamazdı. Kavgayla gidişini hiç umursamazdı," diyerek açıklamasını tamamladı, açıkladığı hâlde sordum.

"Siz şimdi oyun mu oynadınız? Gerçekten kavga etmediniz mi?" Gözleri beni buldu, başını salladı.

"Aynen öyle," dediği hâlde sormaya devam ettim.

"Adamları buradan gönderdik, biz de kurtulduk ve buna rağmen adamları yakaladık öyle mi?" Yine sordum, Ateş yine başını salladı ve aynı cevabı verdi.

"Aynen öyle." Diğerlerine döndüm, çoktan şaşkınlıklarını üstlerinden atmışlar ve keyifle gülüyorlardı.

Ben de ilk şaşkınlığı üzerimden attıktan hemen sonra "İşte bu be!" diyerek küçük bir sevinç çığlığı attım ve kendime engel olamadım, boynuna atıldım, sımsıkı sarıldım ona.

"Elimizdeler artık," derken bile hâlâ sımsıkı sarılıyordum.

"Elimizdeler," diye fısıldadı, sesi tuhaf çıktı. Biraz şaşkın biraz keyifliydi.

Yaptığım şeyi fark edince geri çekilmek istedim, ne diye sarıldıysam zaten diye düşünüp geri çekilecekken bir anda ellerini belime koyup beni kendine bastırdı ve sımsıkı sarıldı. Bu yüzden ayrılamadım ondan, ayrılmak da istemedim ki.

"Bitti." Fısıldamaya devam etti, gülümsemem daha da büyüdü. Gerçekten de bitti her şey, adamlar yakalandı.

"Şimdi gideceğiz, güzel bir yöntemle bunları neden yaşadığımızı öğreneceğiz ve her şey tamamen bitecek." Gözlerimi sımsıkı kapattım, inanması zor ama bitti. Adamlar yakalandılar artık, elimizdeler.

Ateş hâlâ sımsıkı sarılmaya devam ederken ayrıldım ondan, gözlerinin içine baktım. "Bir an önce gidelim o zaman." Başını salladı.

"Gidelim," dedi, arkamı döndüm ve diğerlerinin de tıpkı benim gibi çok mutlu olduklarını fark ettim. Elimizde ismini bile bilmediğimiz bir adamın yüzüyle Erdem ve Ateş'in bozulan arası dışında hiçbir şey yok diye düşünürken artık elimizde adamlar vardı.

"Sevinme işini sonraya bırakın, acelemiz var hadi binin arabalara," dedi Ateş ve buraya geldiğimiz arabaya doğru yürüdü, ben de hemen peşinden gittim.

Arabaya bindik, çalıştırdı, patlayan evden uzaklaşırken merakla "Bu planı hangi ara kurdunuz?" diye sordum, göz ucuyla bana baktı.

"Plan kurmadık," dediğinde tek kaşım kalktı.

"Ne demek plan kurmadık? Bu oyunu nasıl oynadınız o zaman?" Gözlerini yeniden yola çevirdi, merakla ona bakıp bir cevap vermesini beklerken fazla gururlu bir şekilde konuştu.

"Doğaçlama yaptık, ortaya bu çıktı." Kaşlarımı çattım, aynı zamanda gözlerimi kısıp şüpheyle baktım ona. Şu an benimle dalga geçiyor bu değil mi? Doğaçlama gibi bir şey pek mantıklı gelmiyor çünkü.

"Dalga mı geçiyorsun?" diye sorduğumda gözleri yeniden beni buldu.

"Hayır, neden dalga geçeyim ki? Oraya girerken başımıza böyle bir şey geleceğini bilmiyorduk, içeride de konuşup anlaşmak için uygun ortam yoktu, bizde her şeyi doğaçlama yaptık." Gayet rahat bir şekilde açıkladı bunu, cidden de hiç dalga geçer gibi bir hâli yoktu.

"Erdem bana baktı, ben Erdem'e baktım, ikimizde bir şey yapmamız gerektiğini anladık ve yapılacak tek bir şey vardı; o da birimizin şüphe çekmeden dışarıya çıkmasıydı. Erdem bu rolü üstlendi, kontrolünü kaybetmiş gibi davrandı, ben de başta ona karşı sabırlı oldum, biraz vakit geçince ben de daha fazla dayanamıyormuş gibi davranmaya başladım, oyuna biraz inandırıcılık katmak için de ona vurdum, o da bu bahaneyle ağır cümleler kullandı ve çıkıp gitti. Yaptığı, söylediği her şey tıpkı benim yaptığım ve söylediğim her şey gibi bir oyundu." Gözlerimi önüme çevirdim

Ben de kendimi akıllı zannederdim ama tek bir an bile olsun böyle bir oyundan şüphelenmedim, aksine gerçekten kavga ettiklerini düşündüm. Hatta evden çıkarken adamların gitmiş olmasından daha çok onların yeniden nasıl bir araya geleceğini düşünüyordum.

"Sonuç olarak işe yaradı, adamlar artık elimizde, başka hiçbir şeyin önemi yok." Ateş cümlesine böyle devam ederken arkama yaslandım, yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım.

İnanması zor ama her şey yolunda gidiyor, resmen adamları yakaladık. Bunun rüya olduğunu bile düşünmeye başladım şu an.

Ben rüya mı gerçek mi diye düşünüp bir yandan da adamları yakalamış olmanın keyfini yaşarken Ateş'in evine ulaşmıştık. Hızla arabadan inip eve girdiğimizde salonda oturan Erdem'i gördüm, gözlerim etrafta gezindi, ondan başka hiç kimse yoktu.

"Ooo hoş geldiniz," diyerek bize döndü, Ateş hemen onun yanına giderken de ayağa kalktı.

"Hediye paketlerin evin arkasında duruyor, ne zaman istersen gider açar konuşursun," dedi, adamların burada olduğunu öğrenip bir aksilik çıkmadığından emin olunca rahat bir nefes aldım.

"Sen şimdi bırak adamları, onlar artık elimizde, istediğimiz zaman istediğimizi yaparız. Sen, sende durumlar nasıl onu söyle." Ateş'in bu sorusuna bir anlam veremedim, neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken diğerleri de peşimizden eve girdiler. Erdem de o sırada işaret parmağını kaldırdı, Ateş'in yumruk attığı gözünü gösterdi.

"Şimdilik küçük bir morluk var, muhtemelen akşama kadar şişecek ama değdi be! Yediğim senden gelen yalandan bir yumruk olsun, senin canın sağ olsun," deyip gülerek Ateş'in omzuna birkaç defa vurdu. Ateş'in bir kez daha keyfi yerine gelirken ikisi birbirine sarıldı. Neyse ki yalandan söylenilen, yapılan şeyleri ciddiye almamışlardı da araları hâlâ çok iyiydi.

"Ayrıca ben o yumruğu hak etmiştim zaten," dedi Erdem, gözlerimi hemen kaçırıp çok başka yerlere baktım, bizi odada görmüş olduğundan bahsettiğini anlamıştım çünkü.

"Aynen öyle, çoktan hak etmiştin, fazlasını yapmadığıma dua et sen." Ateş bunu söylerken ayrıldılar birbirlerinden, Doğan yanlarına ulaştı.

"Madem her şey yalandı bize neden bir şekilde belli etmediniz? Aklım çıktı gerçekten birbirinize girdiniz diye!" Doğan söylenirken Erdem onun omzuna kolunu attı, yanına çekti.

"Senin aklın çıkmasın, bir gün sana arkamı dönersem ona da ancak o zaman dönerim." Erdem'in söyledikleri gülümsememe neden oldu. Doğan onun öz kardeşi olsa da sanırım onlar için Ateş'in de onlardan bir farkı yoktu. Tabii Ateş için de aynı şey geçerliydi, onları kardeşleri gibi görüyordu.

Ateş Savaş'ı yanlarına çekerken hepsi bugünkü zaferlerini kutluyorlardı. Savaş onlarla beraber büyümemiş, acılarına ortak olmamış olsa da artık o da onların kardeşleriydi. Bunu fazlasıyla belli ediyorlardı.

Kendimi yorgunlukla salondaki koltuğa attığımda Cansu karşımdaki yerini aldı. Aklımda arka bahçedeki depoda olan adamlar vardı. Kim olduklarını ve dertlerini çok merak ediyorum ama artık bunu öğrenmek için bol bol zamanımız vardı. İşte tam da bu yüzden hiç kimse acele etmiyor, zaferin tadını çıkıyorlardı.

Başarılı olmanın hazzı hepimizi büyülemiş gibiydi.

Onlar bizim canımızı çok yaktılar, hem de bunu yavaş yavaş yaptılar. Biz de aynısını yapacağız, muhtemelen şu an diğerleri de benim gibi düşünüyorlar. İşte tam da bu yüzden hiç kimse acele etmiyor ve kimsenin de acele etmeye niyeti yoktu.

Keyifle koltuklara oturdular, o sırada annem aklıma gelirken onu aramam gerektiğini fark ettim ama birkaç saat daha oyalanabilirdim.

"Hala inanamıyorum," diyen Cansu'ya baktım. "Bitti mi yani şimdi her şey? Adamlar yakalandı mı? Bir daha böyle şeyler yaşamayacak mıyız?" diye sordu, aslında bunun cevabını ben de çok merak ediyorum.

Gerçekten bitti mi yoksa bizimle uğraşanların sadece bir kısmına mı ulaştık? Patron diye bahsettikleri adamdan daha yetkili birisi var mıdır? Neden olmasın ki? Sanırım bunu öğrenene kadar bu konuda tam anlamıyla rahatlayamayacağım. Fakat bu ihtimale rağmen çok mutluyum. Çünkü sonuçta önemli birini yakaladık.

"Bilmiyoruz," dedi Erdem, herkes dikkatini ona verirken de devam etti. "Yakaladığınız adamın da üstünde birileri olabilir. Bunu da düşünmemiz gerekiyor. Belki de her şey tamamen bitmedi ama artık kazanmaya başladık onlara karşı. Eğer bu işin devamı varsa bizim de kazanmalarımız devam edecek." Erdem zihnimden geçirdiğim şeyi düzgünce açıklarken Savaş araya girdi.

"Bunu ancak arkadaki adamlarla konuşarak anlayabiliriz, bunu ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz? Bence hemen şimdi gidip konuşalım," dedi ama Ateş hemen ona engel olacak olan o cümleyi kurdu.

"Hayır, şimdi olmaz. Ben de çok merak ediyorum o adamın kim olduğunu, bizden ne istediğini ve daha üstünde birileri var mı diye ama şimdi sormak yok. Tıpkı bizim gibi bekleyecekler, bize neler olacak diye bilinmezlik içinde sürüklenecekler, bu süreçte onlara zarar vermeyeceğiz, aksine iyi davranacağız. Bu iyilik onları korkutacak hem de çok korkutacak." Sakin sakin konuşurken dikkatle dinledim onu, ben de biraz beklemelerini doğru buluyordum ama sanırım onun onları daha fazla bekletmeye niyeti var gibiydi.

"Bu adamlar öyle söyle deyince söyleyecek, her şeyi anlatacak adamlar değiller. Bunu siz de en az benim kadar iyi biliyorsunuz. Bu yüzden kontrollerini kaybetmelerini sağlayacağız, konuşmak istemedikleri halde kaybettikleri kontrolleri yüzünden hata yapıp konuşacaklar. Bunu da ancak onların kafasını karıştırarak yapabiliriz." Ateş'in anlattıkları mantıklı gelmeye başlamıştı.

"Onlar şu an bizden kendilerine zarar vermemizi, canlarını yakmamızı, konuşsunlar diye işkence etmenizi bekliyorlar ama bunu yapmayacağız. Sabırla bekleyeceğiz, iyi davranacağız, güzelce ağırlıyacağız onları ve bu onların aklını karıştıracak. Şüpheye düşecekler, bizim bilmediğimiz ne oluyor da bunlar böyle davranıyorlar diye delirecekler. Buna rağmen pes etmeyip aynı şeyi yapmaya devam edeceğiz. Zamanla bu bilinmezliğe yenik düşmeye, kontrollerini kaybetmeye başlayacaklar. İşte biz de o anda soracağız sorularımızı ve konuşmaya başlayacaklar," diye tamamladı Ateş cümlesini, Cansu hemen araya girdi.

"İyi diyorsun, güzel diyorsun da tam olarak ne kadarlık bir süreden bahsediyorsun? Öyle bir anlatıyorsun ki sanki adamlar yıllarca arkada kalacaklarmış da biz de sabırla bekleyecekmişiz gibi hissettim." Cansu benim merak ettiğim soruyu sorarken ona cevap veren Erdem oldu.

"Çok fazla değil, en fazla bir hafta. Bilemediniz on gün sürecek." Gözlerim onu buldu, nasıl bu kadar kendinden emin konuştu anlayamazken devam etti.

"Bu herifler her şeyin kendi ellerinde olmasına, gücün kendilerine ait olmasına, istedikleri şeyleri yapmaya ve her şeyi bilmeye alışıklar. İşte tam da buradan vuracağız onları, ellerinde olan her şeyi aldığımızı, gücün bizde olduğunu, artık bizim istediklerimizin olduğunu ve hiçbir şey bilmediklerini anlayacaklar. Bu da en fazla on gün sürecek, on gün dayanabilecekler. Onlar için daha fazlası mümkün bile değil. Bize geriye kalan tek şey sabretmek olacak. Bu zamana kadar sabırla bekledik, yine bekleyeceğiz." Erdem'in anlattıklarıyla Doğan konuştu.

"Tamam, mantıklı ilerliyoruz ve adamların aklıyla oynayacağız ama sizce buna gerek var mı? Gidelim yanlarına, sırayla dövelim, konuşturalım. Acıya dayanamayıp dökülmeleri en fazla yirmi dört saat sürer ve on gün beklemek zorunda kalmayız." Doğan bunu sorarken bu sorunun cevabını çok iyi bildiğim hâlde sustum, sessiz kalmak daha cazip geldi. Zaten bana gerek kalmadan ona cevap veren Savaş oldu.

"Çünkü bu adamlar dayak yiyerek konuşacak adamlar değiller." Herkes ona bakarken devam etti konuşmaya. "Öldüresiye dövsek, hatta öldürsek bile konuşmazlar. Ateş'in de dediği gibi bizden bekledikleri zaten tam olarak bu ve tıpkı bir gün onları bulma ihtimalinize karşı o evi nasıl inşa ettilerse kendilerini buna da hazırladılar. Dövmek fayda etmeyecek yani. İşte tam da bu yüzden beklemedikleri şeyi yapacak, akıllarıyla oynayacağız." Savaş'ın cevabı Doğan'ı tatmin ederken arkama yaslandım, ellerimi göğsümün altında birleştirdim.

"Sen ne düşünüyorsun?" Başımı çevirip bunu söyleyen Ateş'e baktım, sorunun bana geldiğinden emin olup cevapladım.

"Bence haklısınız, dövmek fayda etmez, etmeyecek. Bu yüzden bunu denemekte fayda var. Baktık plan tutmadı, konuşmuyorlar, bildiğiniz diğer yolu da denersiniz," dedim, onu desteklemem hoşuna giderken Cansu konuştu.

"Madem bu konuda anlaştık ve adamların yanına gitmeyeceğiz bir şeyler yiyelim, çok acıktım ben. Geceden beri hiçbir şey yemedim." Cansu'nun söylediği şeyle benim de açlığım aklıma geldi.

"Ben dışarıdan istiyorum o zaman bir şeyler," dedi Savaş ve telefonunu eline aldı, o sırada Erdem ayağa kalktı.

"Ben de bir su içip elimi yüzümü yıkayayım. Üstümü değiştirip kendime geleyim," diyerek merdivenlere yöneldi.

"Yemek yiyeceğiz ama," diye atıldı Cansu, Erdem dönüp ona bakmadan konuştu.

"O zamana kadar halletmiş olurum işlerimi," deyip üst kata çıktı. Bunu daha önce hiç sorgulamadım ama o burada mı yaşamaya başlamıştı? Sürekli buradaydı, eşyaları falan da buradaydı. Gerçekten de burada yaşıyormuş gibiydi.

Bunu düşünürken Cansu'nun Erdem'in arkasından baktığını fark ettim. Bayağı da içli içli bakıyordu. Fark ettiğim şeyle dudaklarımı birbirine bastırıp başımı önüme eğdim. Sanırım Erdem'e karşı farklı bir ilgisi vardı. Bir an için onları yana yana düşündüm de bayağı da yakışıyorlardı.

"Ne düşünüyorsun?" Gelen sessiz soruyla başımı kaldırdım, Ateş'e çevirdim ve bana yaklaştığını fark ettim. Az önce bu kadar yakın değildi.

"Hiç," dedim sadece, Cansu ve Erdem'i düşündüğümü söyleyecek hâlim yoktu.

Ateş başka bir şey sormazken gözlerimin içine baktı, çekmedi gözlerini. O çekmeyince ben de çekemedim, baktım ona. O esnada bana burada, salonda, söylediklerini hatırladım. Olayların bitmiş olması beni yeniden duygusallığa yönlendirmişti.

Yeniden başlamak istersen ben hazırım demişti bana. Yeniden başlamak da arkamı dönüp gitmek ve her seyi bitirmek de benim elimdeydi. Ben de ikisini de yapmak istemiyorum. Aslında onu hayatımda istiyorum, şimdi bile boynuna atlamak, sımsıkı sarılmak. Ben hâlâ seni çok seviyorum, her şeye rağmen seni çok seviyorum demek istiyorum ama bunu yapamam ki. Bunun için kendime güvenmiyorum.

Her şeyi öğrenmek yeniden ona güven duymama neden oldu ama asıl sorun bu değil ki benim için. Ben kendime güvenmiyorum, yeniden aynı şeyleri yaşamaktan ve ona da yaşatmaktan çok korkuyorum.

Ateş gözlerimin içine bakarken bakışlarımı çektim ondan, önüme döndüm. "Benimle odaya kadar gelir misin?" diye sordu, gözlerim yeniden onu buldu. Odaya mı? Niye şimdi böyle bir şey istemişti ki? Yine aynı konuyu açmaz değil mi? Yok canım niye açsın ki?

"Neden?" diye sordum, ayağa kalktı, soruma cevap vermek yerine kendisi bir cevap bekledi. Salondakilere baktım, hepsinin farklı şeylerle ilgilendiğini gördüm, hiçbirinin dikkati burada değildi. Gözlerim yeniden Ateş'i buldu.

Merakıma yenik düşüp "Olur," dedim, ayağa kalktım. Ateş'in dudaklarında küçük bir tebessüm oluşurken üst kata doğru yürüdü, ne olacağını daha fazla merak etmeye başlarken onu takip ettim.

Üst kata çıktık, yatak odasının önünde durdu, arkasını dönüp geldiğimden emin olduktan hemen sonra odaya girdi. Gerildim, hatta o kadar gerildim ki soğuk soğuk terlemeye başladım. Buna rağmen gittim peşinden, girdim odaya.

Bu odadan çıkmadan önce olanlar aklıma geldi. Hâlâ dağınık olan yatağa baktım, gözlerimi yere çevirdim. Dağınık olan yatak utanmama neden oldu ve aklımda yeni bir soru dönüp durmaya başladı.

Erdem yanlışlıkla odaya girmemiş olsaydı ne olacaktı?

Muhtemelen o tutkuyla, heyecanla, arzuyla onunla birlikte olacaktım. Bunun için belki sonradan pişman olmayacaktım ama doğru da olmayacaktı. Henüz kendime bu denli güvenmeyip aynı şeyleri yaşayacağımızı düşünürken nasıl doğru gelsin ki bu bana?

Utanmayı bir kenara bırakıp "Neden geldik buraya?" diye sordum, cevap vermek yerine masadaki laptoba doğru yürüdü, merakla ona bakarken laptobu alıp bana döndü.

"Beraber bakalım istedim," dediğinde Gamze'nin eski kocası Mete Saral sayesinde bulduğumuz flash bellekten bahsettiğini anladım.

"Beraber mi?" Şaşkınca sordum, başını salladı.

"Evet, beraber öğrenelim," dedi, yatağın kenarına oturdu. "Benim senden gizleyecek hiçbir şeyim yok, olamaz. Gizlemek isteyeceğim de bir şey olamaz." Gülümsedim ona, onun böyle davranması hem hoşuma gidiyor hem de bunu hak etmediğimi düşünüp kendimi çok kötü hissediyordum.

"Gel hadi," deyip yatağın kenarına oturdu, hemen yanındaki yerimi aldım. Onun için bilmem sorun değilse benim için de öğrenmek hiç sorun değildi. Aksine bu işime geliyordu şu an.

"Ailenle ilgili bir şey farkındasın değil mi?" diye sordum, bakışları beni buldu, devam ettim. "Erdem bunu bilmiyorken bizim yanımızda açtığında çıkan fotoğrafı tanıdım, ailenle olan fotoğrafındı. Yine de bilmemi istiyor musun?"

Yine de hatırlatmak istediğim için bunu sordum ve hiç beklemediğim bir tepkiyle karşılaştım. Çünkü çok normal bir soru olmasına rağmen bu soru onu mutlu etmişti ve ben buna bir anlam veremedim. Bu kadar sıradan bir soru onu nasıl mutlu edebilir ki?

"Hatırlıyorsun," dedi, gözlerimin içine gülümseyerek baktıktan sonra uzunca bir iç çekti ve devam etti. "Çok uzun zaman geçmişti aradan, ben çoktan unutmuşsundur ve o fotoğrafı hatırlamıyorsundur zannediyordum ama hatırlıyorsun." Ne yani onu mutlu eden detay bu muydu? Böyle bir şeyi nasıl unutmamı beklerdi ki zaten?

Araya iki yıl gibi bir süre girdi. İki yıl boyunca onu hiç görmedim, hakkında herhangi bir şey öğrenmedim. Ne yapıyor? Ne düşünüyor? Nelerle ilgileniyor? Hayatına nasıl devam ediyor? Hayatına başka birisini aldı mı? Beni düşünüyor mu? Benden nefret ediyor mu? Hâlâ beni seviyor mu? Benden intikam almak istiyor mu? Bu sorularla geçti koskoca iki yılım. Onu düşünürken hep bu soruların cevabını merak ettim. Ne zaman aklıma gelse bu sorular da geldi aklıma.

Herkese hatta kendime bile ondan nefret ettiğimi söylerken içten içe bunu hiç yapamadım. Öfkeyle yaptığım şeyden hiç pişman olmadım ama ondan nefret de edemedim. Bu yüzden de ne zaman ona karşı yumuşayacak gibi olursam hep o fotoğrafları aldım elime ve ona olan öfkemi güçlendirdim.

Çünkü içimde hep ona gitme isteği vardı ve bir şekilde bunu bastırmam gerekiyordu.

Yani onun hakkında her şeyi merak ediyor ama öğrenemiyor, öğrenmekten kaçıyordum. Bu yüzden de hep anılar gelirdi aklıma, onunla yaşadıklarımızı düşünürdüm ve kendimi bu şekilde tesseli ederdim. Sanırım bu yüzden onu düşünmeden geçirdiğim tek bir günüm bile olmamıştı. Durum böyleyken onun hakkındaki herhangi bir şeyi unutmuş olmam mümkün değil ki. Hem de böyle özel ve önemli bir konuyu unutmam hiç mümkün değildi.

"Unutmam mümkün değil," dedim, Ateş yüz ifadesini sabit tutup gözlerimin içine bakmaya devam ederken konuştum. "Çünkü ben de senden hiç nefret etmedim. Öfkeliydim hem de çok öfkeliydim ama hiçbir zaman nefret etmedim. Tıpkı senin gibi," deyip önüme döndüm, gözlerine daha fazla bakamadım.

"Sana tek bir yalan söyledim, söylemek zorunda kaldım," dediğinde yanına oturma sebebimi çoktan unutmuş, yine geçmiş konulara dalmıştım, daha doğrusu dalmıştık.

"Amerika'ya Gamze'yle seni konuşturmak için geldiğimde o gün sana onun elini bile tutmadım demiştim. Sanırım bu yalan mahvetti her şeyi." Gözlerim yeniden onu buldu, sessiz kaldım.

"Gördüğün fotoğraflar gerçekti ama hepsi o heriften boşanması için yapılmış bir oyundu. Bir oyun yüzünden seni kaybetmek istemedim. Birkaç fotoğraf için anlamsız yakınlaşmaları yok saydım, hiçbiri gerçek değildi çünkü. Beni buradan vuracaklarını tahmin etmedim." Gözlerim doldu, sessiz kalıp dinledim onu.

"Gamze'nin hayatıma nasıl girdiğini sana da anlatmıştım, o konuda yemin ederim ki tek bir yalanım bile olmadı. Gamze hayatıma babası sayesinde girdi, yaşadıklarını anlattı, ben de bir şeyler öğrenebilecek olma umuduyla kabul ettim, evlendim onunla. Öğrendim de, birçok şey öğrendim hatta. Aileme zarar verenlerin isimlerini aldım ondan. Fakat bu bir yere kadardı, çok kişi vardı işin içinde. Zaten bunu bildiğim için polis olmuştum, Gamze'den öğrenmem gereken her şeyi öğrendikten sonra emniyete girdim. Amacım geçmişten birilerine ulaşmak, ondan da bir şeyler öğrenmekti. Bunu da ancak aralarına girerek yapabilirdim. Güvenilir bir polis olursam birçok şey öğrenirdim ve tam da tahmin ettiğim gibi oldu, öğrendim." O konuşurken başımı kaldırıp da yüzüne bakamadım, dinledim sadece onu.

"Ben oraya girip bir yandan çalışıp bir yandan da kendim için bir şeyler öğrenmeye çalışırken bir gün bir kız geliyor dediler. Herkes konuşmaya başlamıştı bu konuyu. Herkesin dilinde tek bir şey vardı. Sedat müdürün kızı Mira geliyor diyorlardı. Benim dışımda herkes seni çok merak ediyordu. Kim olduğunu, nasıl birisi olduğunu bir an önce öğrenmek istiyorlardı. Bir tek benim öyle bir amacım yoktu. Sürekli gelen yeni polislerden bir farkın olmayacaktı benim için. Ta ki işe başladığın ilk gün seni görene kadar." Burukca gülümsedim.

"Aslında o gün düşündüğüm tek şey gördüğüm en güzel kadın olduğundu. Bir tek bunu düşündüm, aşk falan yoktu yani ortada. Seninle çalışıp birlikte vakit geçirmeye başladıktan sonra sana aşık olduğumu fark ettim. Fakat bu duyguyu hep içimde bastırdım. Doğru olmadığını biliyordum çünkü. İntikam alacağım insanları bulmak için emniyete girdim, yıllardır yerine gelmeyen adaleti kendim sağlayacaktım, amacım bu iken hayatını adalete bağlamış, delicesine bunun için çalışan bir kadınla birlikte olmak doğru değildi. Kendime söylediğim tek bir şey vardı; o kız bir polis sen de zamanı geldiğinde suçlu olacaksın. O yüzden çıkar aklından, bak yoluna derdim kendime ama hiçbir zaman yapamadım bunu." İç çektim, şu an anlattıkları bana çok ağır geliyordu.

"Sonra o katili çıktı ortaya, geçmişimden geriye kalan bir pürüzdü benim için. Can Güneri'yi çok çabuk bulacağımızı, hayatımızdan kolaylıkla çıkaracağımızı düşünüyordum ama öyle olmadı, o adam yüzünden masum birçok kişi öldü. O katili ararken sana daha çok bağlandım. Çünkü daha çok benimle olmaya başladın. Seni aklımdan çıkarmayı düşündüğüm her an sen biraz daha yaklaştın bana, hayatıma biraz daha girdin," derken yüzünde buruk bir tebessüm vardı.

"Sonra öğrendin beni, kim olduğuma kadar her şeyi bir bir öğrendin. Bitti dedim, bitti. Ne yaparsan yap artık yüzüne bakmaz bu kız senin. Bunlar olmadan önce onu unutman lazımdı diye kızdım kendime ama buna rağmen seni sevmeye devam ettim. Zamanla bu konu önemsizleşti senin için, umursamadın. Buna rağmen sevdin beni, yanımda oldun, elimi tuttun. O zamanlarda başımıza gelen her şeye rağmen benden mutlusu yoktu ama yanımda olduğun her an korktum Mira, çok korktum. Senden saklamak gibi bir niyetim yoktu ama bir süre gizlemek zorundaydım. Hiç değilse sahte evlilik bitene kadar. Ondan bir an önce boşanmaya çalıştım, bitsin ki sana anlatayım aramızdaki son sır da kalksın istedim ama olmadı, sen öğrendin." Onun evli olduğunu öğrendiğim ilk gün aklıma geldi, gözlerim doldu. O günkü acıyı ve hayal kırıklığını bir kez daha yaşamış gibi hissettim.

"Bana inan diye annene bile anlattım her şeyi. Gamze'nin kim olduğunu, para için bana ihanet ettiğini bilmeden onu annenin karşısına çıkardım. Beni dinlemezsin belki ama anneni dinlersin dedim. O da beni Amerika'ya gönderdi, senin yanına geldim, seni buldum. Sana yemin ederim ki o gün de ondan önce de ağzımdan çıkan her şey doğruydu. Bir tek o cümle yalandı. Elini bile tutmadım demiştim sana ama yalandan da olsa bunu yaptım. Fakat o yalan yüzünden seni kaybetmek istemedim, bunun korkusuyla söyledim o yalanı da. Sonra o piç çıktı karşına, tutuşturdu o fotoğrafları eline. Aramıza iki yıl girdi. Ne seni suçlayabildim ne de kendimi aklayabildim kendi içimde. İkisini de yapamadım," deyip bir kez daha iç geçirdi.

"Şimdi bunları niye anlattım onu da bilmiyorum," dediğinde histerik bir şekilde güldüm.

Ben, neden anlattığını çok iyi biliyorum. Beni alıp buraya kadar getirmiş olsa da şu an o laptobun içindekileri görmeye cesareti yoktu ve bu yüzden bu konuyu açmıştı. Ben de bunu anladığım için hiç bozuntuya vermedim, aksine ona yardımcı olup konuya devam ettim.

"Sence o adamlar Mete'den neden böyle bir şey istediler? Niye o fotoğrafları ortaya çıkarıp bizi ayırdılar? Hadi birlikte olmamızı, güçlü olmamızı istemediler diyelim ve bu yüzden yaptılar bunu. Peki ya daha sonra neden Gamze'den bizi bir araya getirmelerini isteyip yollarımızı yeniden birleştirdiler?" Aklımdaki soruları sordum. En çok bunu merak ediyorum.

Gamze'nin eski kocası Mete Saral aracılığıyla o fotoğrafları ortaya çıkardı, bizi ayırdılar. Sonra da para karşılığında Gamze'nin bize ihanet etmesini sağlayıp ondan yeniden bizi birleştirmesini istediler. Bu çok saçmaydı. Bizim aramızdaki ilişkinin bu şekilde ilerlemesinden ne gibi bir fayda çıkarmış olabilirler ki?

"Bilmiyorum Mira, hiçbir şey bilmiyorum ama çok az kaldı, yakında her şeyi öğreneceğiz. Sen düşünme bunları, yorma kendini bunları düşünerek. O adamlar yola geldiği zaman her sorumuzun cevabını bir bir alacağız." Haklıydı, bunları öğrenmemize çok az kalmıştı. Hem de öyle ihtimal falan değildi bu. Adamlar şu an bu evdeydiler, sadece konuşmaları için zamana ihtiyacımız vardı ve sabırla bekleyeceğim o zamanın dolmasını.

"Onu hiç sevdin mi?" diye sordum bir anda, kaşlarını çattı, bakışları sertleşti.

"Böyle bir şey mümkün mü? Ben sana ihanet etmedim, sen yokken bile sana ihanet etmedim. Benim kalbimde senden başkasına yer yok. Sen ister beni sev istersen nefret et yine de başkası olamaz. Bana arkanı dönüp gidecek olsan da başka kimse olmayacak. Bu kendime yapacağım en büyük hakaret olur," dedi ama benim aklımda hâlâ tek bir şey vardı.

"O kadın neden öyle söyledi o zaman? Öldüğü gün hastanede kavga etmiştik, bana senin ona ondan hoşlandığını itiraf ettiğini söylemişti. Sen de böyle bir şey yok demedin, sustun. O gün..." Sözümü kesti.

"Yalan söyledi Gamze, ben de sustum çünkü canını yakmak istedim," dediği an kaşlarımı çattım, devam etti.

"Çünkü o herifi yanında gördüğüm her an benim canım çok yanıyordu. Aynı şeyi sen de hisset, beni anla istedim." O herif mi? Ceyhun'dan mı bahsediyordu bu?

"Ceyhun mu?" Sordum, başını salladı, ismini duymak bile onu rahatsız etti.

"O benim sadece iş arkadaşım, başka hiçbir şey yok aramızda. Öyle bir niyeti de yok." Neden açıklama ihtiyacı hissettim bilmiyorum ama yine de açıkladım.

"İş arkadaşın." Yineledi, o sırada telefonum çaldı, cebimden çıkarıp ekrana baktım ve tam zamanında arayan Ceyhun'u gördüm. Aynı şeyi Ateş de görürken sinirle bir anlık gülme sesi çıkardı ama kendini çabuk toparladı. Aramaya yanıt vermek yerine telefonu sessize aldım, yatağa bırakıp ona döndüm.

"Farkında mısın hiçbir şey kendi isteğimizle olmuyor. Buna izin vermeyeceğiz diyoruz ama yine de yönetiliyoruz," dedim, Ateş hiçbir şey demezken uzunca bir iç çektim, devam ettim.

"Can Güneri sayesinde bir araya geldik, kötü biriydi ama yine de bunu başaran o oldu. İstemeden de olsa başardı bunu. Sonra birileri istedi diye Mete yüzünden ayrıldık. Yetmedi o birileri istedi diye yeniden bir araya geldik, şimdi yana yana oturuyoruz. Başkaları ne isterse o oluyor."

"Biraz öyle olmuş, sen söyleyince fark ettim de resmen yönetmişler hayatımızı." O da benim gibi bunun şimdi farkına varıyordu.

"Sence onların istediği değil de bizim istediğimiz olsaydı, kendi istediğimiz gibi yaşamış olsaydık şimdi nasıl olurduk?" Önüne döndü, bu soru onu biraz düşündürdü. Merakla ona bakarken epey bir düşündükten sonra gözleri yeniden beni buldu.

"Mira Erendil olmuş olurdun," dediği an şaşkınca kaldım, devam etti. "Demirkan yapmayı çok isterdim ama ben bile resmi olarak o soyadını kullanamıyorum, Erendil olmak zorunda kalırdın." İstemsizce güldüm.

"Hatta..." dedi, tamamen bana döndü ve devam etti. "...sana anne bana baba diyen çocuklar bile olabilirdi şu an." Gülmem durdu, şaşkınlığım daha da arttı.

"Neden şaşırdın bu kadar? Benim amacım zaten buydu, bu yüzden evlenme teklifi etmiştim sana." Doğru ya, ondan bir evlenme teklifi de almıştım zamanında.

"Sence ben bunlara izin verir miydim? Evlenir miydim seninle?" diye sordum, onunla uğraşmak istedim.

"Bilmem belki de istemezdin ama o zaman da kaçırırdım seni, yapmadığım şey değil sonuçta." Kaşlarımı çattım.

"Bir de bunu utanmadan söylüyorsun Ateş." Umursamazca omuz silkti.

"Niye utanayım ki? Utanacak bir şey mi var?" diye sordu bir de.

Gülerken "Yok mu?" diye sordum ben de, benimle birlikte gülerken kaşlarını hayır anlamında kaldırdı.

"Yok." Gülmem daha da artarken gözlerimi önüme çevirdim, bir süre sonra durdu gülmem. Tıpkı Ateş'inkinin durduğu gibi ve sessizlik oldu, odada bir tek ikimizin nefes alış verişinin sesi duyuluyordu.

İstemsizce gözlerim ağır ağır onu buldu, gözlerinin içine baktım. İçli içli baktı bana, bakışlarımın en derinine indi, çekemedim gözlerimi ondan.

İç çekti bir anda ve "Seni çok seviyorum be kızım, her şeye rağmen çok seviyorum," dedi, gözlerindeki acıyla doldu gözlerim. Kalbim sıkıştı, nefesim kesildi, canım yandı, can veriyormuş gibi hisettim.

Tam da bu yüzden onun dudaklarında can bulmak, onun nefesiyle hayat bulmak için dakikalar önce doğru değil diye düşündüğüm hâlde kendime engel olamadım, ona yaklaştım ve yaptığım şeyden vazgeçmemek için tek bir saniye bile oyalanmadan dudaklarımı dudaklarına bastırdım, onu öptüm.

Hiç kimsenin yönlendirmesiyle değil, birinin istediği şeyi değil, kendi istediğim şeyi yaptım ve onu öptüm.

Bir kez daha onda kendimi kaybettim.

Bölüm Sonu!

Selamlar, nasılsınız? Nasıl gidiyor? Neler yapıyorsunuz?

Adamları bıraktıktan sonra böyle bir şey yaşanacağını tahmin eden var mıydı?

Erdem ve Ateş'in numara yaptıklarını anlamış mıydınız?

Sizce adamları konuşturma taktikleri mantıklı mı? Zaman mı kaybediyorlar?

Son sahneden sonra neler olur dersiniz?

Buraya bölümü en iyi anlatan emojiyi bırakabilirsiniz.

Bölüm hakkındaki yorumlarınızı buraya yazabilirsiniz.✨

Yeni bölüm alıntısını okumak ve duyurulardan haberdar olmak için beni sosyal medyadan da takip edebilirsiniz.💫

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle... Kendinize çok iyi bakın, sevgiyle ve sağlıkla kalın.♡

Alıntı ve duyurular için;

Instagram: gizzemasllan / sucortagimofficial

Twitter: gizzemasllan

Sizi Çok Seviyorum!

Loading...
0%